25 Kasım 2016 Cuma

İslâm Coğrafyasını Kasıp Kavuran Fitnenin Kökünü Kazımak-2: İBLİS’İN/ŞEYTANIN YOLUNDAN GİDENLERİN AÇTIĞI SINIRSIZ VE TOPYEKÛN BİR SAVAŞA HAZIR OLMAK VE TÜM DÜNYAYI İSLAMLAŞTIRMAK

 (Milli Gazete)

Giriş

Bir fitne (kaos) ortamında bir mümin, nasıl düşünmeli, olayları nasıl değerlendirmeli ve nasıl davranmalıdır? Bu noktada Allah ve Resulü, bizlere nasıl bir görev ve sorumluluk yüklemiştir? Kısa, orta ve uzun vadede yapılabilecekler nelerdir?

Geçen yazıda, İblis’in iman edenlere kurmak istediği tuzaklara dikkat çekilmiştir. Bu yazıda, İblis’in ve İblis’in yolundan gidenlerin, genelde tüm insanlığa, özelde iman edenlere karşı ilan ettiği sınırsız ve topyekûn savaş üzerinde durulacak ve fitnenin kökünün kazınabilmesi için uzun vadeli bir hedef ortaya konulacaktır.

İBLİS’İN İNSANLIĞA İLAN ETTİĞİ SINIRSIZ VE TOPYEKÛN BİR SAVAŞ

Tarih, Hz. Adem’in yaratılışı sonrasında Allah’ın, Adem’e saygı anlamında, “Secde edin” emrine İblis’in isyan etmesi ile başlamıştır. İblis, secde etmeme olayından sonra ‘insanların dirileceği güne kadar yaşama’ izni istemiş (7 Araf 14-15; 17 İsra 61-63; 15 Hicr 36-38) ve “kıyamete kadar kendisine yaşama izni verildiği” takdirde, “Allah’ın muhlis olan kulları hariç olmak” üzere, Adem’in “neslinin çoğunu kendisine bağlayacağına” (17 İsra 62) ve “Allah’a başkaldırmayı ve dünya tutkularını süsleyip-çekici göstereceğine ve mutlaka kışkırtıp, azdırıp saptıracağına” (15 Hicr 39; 38 Sad 82) dair Allah’a yemin etmiştir. Bu ayetlerde İblis, “Kıyamete kadar yaşama izni” aldığı takdirde ne yapacağını açıkça söylemiştir. İblis, Allah’tan istediği izni aldıktan sonra yaptığı, aşağıdaki, yemin, insanlığa sınırsız ve topyekûn bir savaş ilânından başka bir şey değildir: 

“Madem öyle, beni azdırdığından dolayı yemin ederim ki ben de onları (insanları) saptırmak için mutlaka senin dosdoğru yolunda pusu kurup oturacağım.

Sonra da muhakkak onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından kendilerine sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın” (7 Araf 16-17).

İblis’in yaptığı yemine ve yapacaklarına karşı Allah’ın yaptığı aşağıdaki açıklama, İblis’in kullanacağı mücadele şekline, vasıtalarına ve stratejisine, genel olarak tüm insanların, özel olarak iman edenlerin dikkatini çekmek ve uyarmak amaçlıdır: 

“Onlardan güç yetirdiklerini sesinle sarsıntıya uğrat, atlıların ve yayalarınla onların üstüne yaygarayı kopar, mallarda ve çocuklarda onlara ortak ol ve onlara çeşitli vaadlerde bulun. Şeytan, onlara aldatmadan başka bir şey vadetmez” (17 İsra 64).

Bu ayette Allah, İblis’in insanlara karşı iktisadı, siyasi, psikolojik, askeri ve sosyolojik bir savaş yürüteceğini açıklamaktadır. Kur’an’daki değişik ayetlerden İblis’in ve onun yolundan gidenlerin; 

* Psikolojik Savaş,  

* Klasik Sıcak Savaş, 

* Soğuk Savaş, 

* Asimetrik Savaş, 

* Politik Savaş, 

* İç Savaş, 

* Ekonomik Savaş, 

* Sosyokültürel Savaş, 

* Gayrı Nizamı Savaş, 

Sosyolojik Savaş olmak üzere iman edenlere karşı “sınırsız ve topyekûn bir savaş” yürütecekleri görülmektedir. Allah, Kur’an’ın değişik ayetlerinde İblis’in çalışma tarzını, çıkaracağı fitneleri, kuracağı tuzakları açıklayarak, tehlikenin ana kaynağına dikkat çekerek insanlara yol göstermektedir.

Bugün Müslüman zihnin unutmaması gereken ana gerçek, İblis/şeytan ve İblis’in/şeytanın yolundan gidenlerin, iman edenlere karşı “sınırsız ve topyekûn bir savaş” yürüttükleri ve de yürütecekleri gerçeğidir. Bu gerçek unutulduğu ya da görülemediği zaman, günümüzde ki fitneleri ve fitnelerin sebep olduğu sonuçları, anlamamız ve yorumlamamız mümkün değildir. 

Bugün baş şeytan, şer ittifakı (Siyonizm-ABD-İngiltere-İsrail) olup dünyanın her tarafındaki fitnelerin ana sorumlusudur. Bu nedenle İblis’in yolundan giden şer ittifakının küresel hâkimiyetleri kırılmalı ki dünyadaki fitne ve fesadın kökü kazınabilsin. Bundan dolayı Allah, “tüm dünyanın İslamlaştırılmasını” istemekte; bunun için askeri mücadele dâhil olmak üzere İblis ve onun yolundan gidenlere karşı “sınırsız ve topyekûn bir savaşa” göre hazırlık yapılmasını ve çalışılmasını emretmektedir:

“Yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur” (2 Bakara 193).

Bakara 193’un muhtevası, Enfal 39’da, “Fitne kalmayıncaya ve dinin hepsi Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçecek olurlarsa, şüphesiz Allah, yapmakta olduklarını görendir” şeklinde tekrarlanmaktadır.

Her iki ayette de “kıtal” (askeri savaş) kelimesi geçmektedir. Genel olarak askeri stratejilerde, silahlı mücadele, en son başvurulan bir mücadele şeklidir. Askeri mücadele, kaçınılmaz olduğu zaman kabullenilmesi gereken en son çaredir. Öyleyse bu iki ayet nasıl yorumlanmalıdır?

Her iki ayetin daha iyi anlaşılabilmesi için her iki ayetin öncesi ve sonrasındaki ayetlere bakmak gerekmektedir. Bakara 193’den önceki üç ayette, “Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, (ancak) aşırı gitmeyin” (2 Bakara 190), “Onları, bulduğunuz yerde öldürün ve sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, öldürmeden beterdir. Onlar, size karşı savaşıncaya kadar siz, Mescid-i Haram yanında onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın. Kâfirlerin cezası işte böyledir” (2 Bakara 191), “Onlar, (savaşa) son verirlerse (siz de son verin) (2 Bakara 192), geçen bu ifadeleri göz önüne aldığımızda, Bakara 193’un sınırsız ve topyekûn bir savaşın başlatılması değil, ona hazır olunması istenmektedir. Keza benzer durumu, Bakara 194’te de görebilmekteyiz. Enfal 36’da, “Gerçek şu ki, küfre sapanlar, (insanları) Allah’ın yolundan alıkoymak için mallarını harcarlar; bundan böyle de harcayacaklar” denilmektedir.

Elmalılı’ya göre, Bakara 193’ün emredilmesinin ana sebebi, Bakara 191’de geçen, “Fitne, öldürmeden beterdir” ayetinde saklıdır(1).  Diğer taraftan, “Sizlerden yalnızca zulmedenlere isabet etmekle kalmayan bir fitneden korkup-sakının” (8 Enfal 25) ayetinde yapılan uyarı, fitne başladığında toplumun her kesimini etkileyerek çok daha büyük hüsrana sebebiyet vereceği bağlamında değerlendirilmelidir. Nitekim Hz. Peygamber; “İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki katil neden öldürdüğünü, maktul de neden öldürüldüğünü bilmeyecek” dediğinde sahabe kendisine, “Bu nasıl olacak?” diye sormuştur. Hz. Peygamberin, “Kargaşa ve fitne. İşte o zaman hem katil, hem de maktul cehennemlik olacaktır.”(2) şeklinde verdiği cevap, fitne dönemlerinde şuur kaybının meydana geldiğinin ve kin, nefret ve öfkenin hâkim olduğunun en güzel bir ifadesidir. O nedenle “fitne, öldürmeden beterdir”.

Şer ittifakının Afganistan, Irak, Suriye, Yemen, Libya, Sudan ve diğer ülkelerde neden olduğu fitnenin, bu ülkelere ve komşularına maliyetine bakmak “fitnenin öldürmekten de beter olduğunu” görmek için yeter de artar bile.

FİTNE VE FESAT DÖNEMLERİNDE MÜMİNİN SORUMLULUĞU, ŞUURLU DAVRANMAKTIR

Hz. Peygamber fitnenin bu boyutundan dolayı, fitne ortamında çok dikkatli, itidalli ve şuurlu davranılmasını istemektedir. Aşağıdaki hadis, bunun en veciz ifadesidir:

“Fitneler çıkacaktır. O gün oturan ayakta olandan, ayakta olan yürüyenden, yürüyen koşandan daha hayırlı olacaktır. Kim ona (fitneye) yönelirse o da ona yönelir. (Böyle bir durumda) kim bir sığınak ya da barınak bulursa ona sığınsın.”(2)

Son iki hadisi, Hucurat Suresi’nin 6’dan-13’e kadar olan ayetler kapsamında ele alıp değerlendirmek gerekmektedir. “Ey iman edenler, eğer bir fasık, size bir haberle gelirse, onu ‘etraflıca araştırın.’ Yoksa cehalet-sonucu, bir kavme kötülükte bulunursunuz da, sonra işlediklerinize pişman olursunuz” (49 Hucurat 6), ayetinde, fitne ortamlarında, “kafirlerin”, “münafıkların”, “fasıkların”, “kalbinde hastalık olanların” ve istihbarat elemanlarının kaos meydana getirebilmek için her şeyi yapabileceklerine; o nedenle gelen bilgilerin doğru ve yanlışlığının araştırılmasına, aksi taktirde bir topluluğa kötülükte bulunabilineceğine dikkat çekilmektedir. Hucurat 7’de, Allah, “(Müminlere) imanı sevdirip kalplerde süsleyip-çekici kıldığı” ve küfrü, fıskı ve isyanı çirkin gösterdiği” ifade edildikten sonra; bu insan unsurunu, “doğru yolu bulmuş (irşat) olanlar” olarak tanımlamaktadır. Hucurat 8’de de bunun, “Allah’ın bir fazlı ve bir nimet olduğu” belirtilmektedir. Bundan sonra gelen ayette, “iki mümin topluluk arasında bir çarpışma olduğunda”, diğer müminlerin izlemesi gereken yol belirtilmektedir. Öncelikle yapılması gereken, “adil bir arabuluculuktur”. Bu sonuç vermezse, “haksızlıkla-tecavüzde bulunana” karşı, “Allah’ın emrine dönünceye kadar savaşmaktır”. Bundan sonra arabuluculuğu kabul ettiği takdirde “adaletle aralarının bulunması ve her konuda adil davranılmasıdır” (49 Hucurat 9). Hucurat 10’da “Mü’minlerin kardeş” olduğu o nedenle “kardeşlerin arasını bulup-düzeltmenin” bir görev olduğu ifade edildikten sonra “Allah’tan korkup-sakının” uyarısı yapılmaktadır. 

Bundan sonraki iki ayette ise, iman edenler içerisinde fitneye neden olacak ya da fitneyi kızıştıracak tehlikelere dikkat çekilmektedir. Bu tehlikeler, “bir kavmin/topluluğun bir başka kavimle/toplulukla alay etmesi”, “en olmadık-kötü lakaplarla çağırması”, “zanla hareket etmesi”, “tecessüs etmesi” ve “gıybet yapıp arkadan çekiştirmesi”(49 Hucurat 1, 12) olarak belirtilmektedir. Bu davranışları yapanların “tövbe etmemesi” durumunda “fasık” ve “zalim” olduğu ifade edilmekte ve “Allah’tan korkup-sakının” uyarısı yeniden yapılmaktadır.

O nedenle yukarıda geçen iki hadiste, fitne ortamında bir müminin bir şey yapmayıp inzivaya çekilmesi değil; fitnenin mahiyetini, sebeplerini ve müsebbiplerini iyice araştırıp, ortaya çıkarıp gerektiği yerde, gerektiği gibi davranması; yangına körükle gitmemesi, benzin dökmemesi, fitneyi alevlendirmemesi gerektiği ortaya konulmaktadır.

SONUÇ: GÜLEN HAREKETİ İBADET VE TİCARET ERBABININ (SEMPATİZAN –TARAFTAR) YAPMASI GEREKEN

15 Temmuz büyük ihanet hareketinin sosyolojik savaş boyutu itibarıyla etkilerinin devam ettiği bir dönemde, “Allah’a ve ahiret gününe iman eden” herkes, şuurlu bir şekilde düşünmeli, davranmalı; kin, nefret ve düşmanlıkla hareket etmemelidir. Çünkü Allah; “Ey iman edenler, adil şahitler olarak Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adil olun. …Allah’tan korkup-sakının…” (5 Maide 8) diye buyurmaktadır.

15 Temmuz büyük ihanet hareketinde, iman ettiğini söyleyen Gülen hareketi aza ve kadroları, bizzat darbenin taşeronluğuna soyunarak şer ittifakı ile birlikte hareket edip birçok Müslüman’ı öldürmüş, öldürülmesine yardımcı olmuş, yaralamış, yaralanmalarına yardımcı olmuş ve yüzlerce insanı ve ailelerini mağdur etmiş; sonra da “mağdur edebiyatı” yaparak kendilerini aklamaya çalışmışlardır/çalışmaktadırlar. Bunlar, Taksim Kadife Darbesi’nin başlangıcından bugüne kadar şer ittifakının taşeronluğunu üstlenerek, Müslümanlara ihanet etmiş, Müslümanların imajını lekelemişlerdir. 

O nedenle Gülen hareketinin “ibadet ve ticaret grubu” (sempatizan ve taraftarlar), “ihanet grubunun” (azalar ve kadrolar) bu yaptıklarına karşı olduklarını, açık aleni bir şekilde söyleyerek, araya mesafe koyarak mücadele etmelidir. Bunu yapmadıkça, “mağdur edildiklerini” ifade etmeye hakları yoktur. Unutmasınlar, gerçek mağdurlar, darbe girişimi gecesi öldürülenler, yaralananlar ve Gülen hareketi ile hiç alakası olmadığı halde, bizzat Gülen mensuplarının-CİA/MOSSAD ajanlarının ve kifayetsiz muhterislerin ihbar ve iftiraları ile “Gülenci havuzuna” atılıp “açığa alınan ve ihraç edilenlerdir”.

O nedenle Gülen hareketinin “ibadet ve ticaret grubu” (sempatizan ve taraftarlar), ya yapılan “haksızlıklar karşısında susan dilsiz şeytan” olacaklar ya da gereğini yaparak ahiretlerini kurtaracaklardır. 

O nedenle tüm iman edenler, aşağıdaki hadiste dikkat çekilen tehlikelere karşı her zaman hassas davranmalıdırlar.

Hz. Peygamber (S.A.V.) şöyle buyuruyor: 

* “İnsanların en şerlisinin kim olduğunu söyleyeyim mi? 

* Tek başına yiyen, iyiliğini esirgeyen, yolculukta arkadaşlarını terk eden, hizmetçisini döven kimsedir. 

* Bundan daha şerlisini söyleyeyim mi?

* İnsanlara kin besleyen, insanların da kendisine kin beslediği kimsedir. 

* Daha şerlisini de bildireyim mi? 

* Şerrinden korkulan, hayrı umulmayandır. 

* Daha şerlisini bildireyim mi? 

* Başkasına dünyalık bir menfaat sağlamak için âhiretini satandır. 

* Bundan daha şerlisi ise, 

* Dini âlet ederek dünyalık kazanç peşinde koşandır.”(3)

Kaynaklar

1-Elmalılı, M.H.Y, Hak dini Kuran Dili, Azim Dağıtım, İstanbul, C:2, S: 28-40.

2- Rudanı, Büyük Hadis Külliyatı, Cem’u’l- Fevaid, İz Yayıncılık, İstanbul, C: 3, S: 428-438.

3- Hadis No: 3:114; 2884

 

18 Kasım 2016 Cuma

İslâm Coğrafyasını Kasıp Kavuran Fitnenin Kökünü Kazımak-1: FİTNE ORTAMINDA İBLİS/ŞEYTAN FAKTÖRÜNÜ UNUTMAMAK

(Milli Gazete)

Ülkelerdeki Sosyal hadiseleri incelerken sürece etki eden 1-İç dinamikler, 2-Bölgesel dinamikler ve 3-Küresel dinamikler olmak üzere üç dinamiği göz önüne almamız gerekmektedir. Şer ittifakının kaos (fitne) teorisine göre her türlü düşmanlığı yapması doğaldır. Çünkü düşmandır. Üzerinde durulması gereken ve de önemli olan, dış dinamik olarak şer ittifakının, iç müttefikler bulması ve bunlar üzerinden ön gördüğü operasyonları yapabilmesidir. 27 Mayıs 1960 darbesinden 15 Temmuz 2016 darbesine kadar tüm darbelerin arkasında ABD’nin var olması ve bu darbeleri, bu ülkenin çocukları eliyle, bu ülkenin çocuklarına karşı yaptırabilmesi, üzerinde durulması gereken en önemli konulardan biridir. O nedenle bir fitne (kaos) ortamında bir mü’min, nasıl düşünmeli, olayları nasıl değerlendirmeli ve nasıl davranmalıdır. Bu noktada Allah ve Resulü, bizlere nasıl bir görev ve sorumluluk yüklemiştir? Kısa, orta ve uzun vadede yapılabilecekler nelerdir?

Bu yazı serisinde bu konu, ana hatları ile ele alınacaktır. Bunun için öncelikle fitne kavramı ile ilgili kısa bir hatırlatma yapmakta fayda vardır.

BİR ARINDIRMA MEKANİZMASI OLARAK FİTNE SİSTEMİ

Kur’an’da fitne kelimesi; Allah, insan ve şeytanla alâkalı olarak kullanılmaktadır. Bu durumda fitne kelimesi; Allah’a nispet edildiği zaman “lehlerine ya da aleyhlerine olmak üzere, kulların iyi ya da kötü şeylerle denenmeleri”, “imtihan edilmeleri”, “beşerden kaynaklandığı zaman, “her türlü kötülük”, “ayartma”, “manevi çöküntüye uğramaları”, “baskı”, “dînî-siyasî, sosyal kargaşa ve kaos” ve şeytandan kaynaklandığı zaman da “saptırma” anlamına gelmektedir. 

Fitne kelimesi,  Allah, insan, şeytan ve değişik imtihan konularının yer aldığı dört boyutlu bir yapıda, her boyutu birbiri ile bağlantılı bir arındırma, ayrıştırma mekanizmasının anlam alanını oluşturmaktadır. Bu durumda fitne sistemini, şöyle formüle edebiliriz:

* İmtihan eden: Allah.

* İmtihan edilen: İnsan.

* İmtihan konuları/araçları: Nimetler ve külfetler.

* İmtihanda saptırıcı, kafa karıştırıcı unsurlar: İblis, cin ve “insan şeytanları”. 

* İmtihan sonucu: Ödül ve ceza.

* Fitnenin son bulması: Tüm dünyanın İslâmlaştırılması (2 Bakara 193, 8 Enfal 39, 72-73).

Allah, ayrık otlarının, zehirli unsurların, hastalıklı yapıların arındırılarak, ayrıştırılarak insanlığın tekâmül etmesi, olgunlaştırılması, daha sağlıklı ve sıhhatli bir yapıya kavuşturulması, daha büyük sorumlulukları üstlenmesi için eğitime tâbi tutulup yeteneklerinin geliştirilmesi, tecrübe kazanması ve bu imtihan karşısında takındığı tutum ve tavra göre ödüllendirilmesi için fitne mekanizmasını, bir sistem olarak ortaya koymuştur. Bu imtihan, bazen nimetle, bazen de külfetle gerçekleştirilmektedir. Bu sistemde amaçları farklı olmakla beraber Kur’an bize 1-İnsanların, 2-Peygamberlerin, 3-Toplumların Allah tarafından imtihana tâbi tutulduğunu haber vermektedir. 

Allah bunlara Kur’an’da yer vermekle, bizlere ders vermek, bizleri eğitmek ve olgunlaştırmak istemektedir. Benzer hataları icra etmememiz ve benzer tuzaklara düşmememiz için Allah bize yol göstermektedir. Bununla beraber Allah, bize fitnenin kökünü kazımak için de, bir ana hedef (tüm dünyanın İslamlaştırılması) göstermekte ve bu hedefe ulaşmak için de bir yol göstermektedir.

İBLİS’İN SAVAŞ İLANI VE KURDUĞU TUZAKLAR

İnsanın yaratılışı, Kur’an’ın değişik sürelerinde farklı derinliklerde ve fakat her seferinde farklı bir açılım getirilerek anlatılmaktadır (2/29-39, 7/10-27, 20/115-129,59/16,15/27-43,17/61-65). Bu ayetlerde dikkat çeken önemli bir nokta, İnsanın yaratılışı ile ilgili olarak meleklerin serzenişte bulunarak insanın olumsuz yönünü dile getirmeleridir. İlâhi planı bilemedikleri için takındıkları bu tavrın yanlışlığı, bir imtihan ile kendilerine gösterilmiştir. Allah, Hz. Adem’i varlık/eşya hakkında bilgilendirip, melekleri bilgilendirmemiştir. Sonra eşya, melekler topluluğuna gösterilerek ne oldukları sorulmuş; melekler, yöneltilen soruya cevap veremezken Hz. Adem, soruyu cevaplandırmıştır. Melekler tarafından zaafları öne çıkarılarak değerlendirilen Hz. Adem, sınavın sonunda üstün konuma gelmiştir (2 Bakara 31-33). Bu üstünlüğün bir nişanesi olarak, saygı anlamında, meleklerin Adem’e secde etmesi, Allah tarafından emredilmiştir. Bu da melekler topluluğu için bir imtihandı ve İblis hariç, melekler topluluğunun tümü, emri yerine getirmiştir (2/34, 7/11, 20/116, 15/29-31).

O ana kadar davranış olarak melek özelliği gösteren topluluk, yapı olarak melek ve cinlerden meydana gelmiş bir topluluktu. Topluluk, secde edip etmemeye bağlı olarak davranışları farklılaşıp birbirlerinden ayrışmışlardır. Fiziksel yapı olarak melek olanlar, Allah’ın emrine itaat edip, secde etmişler; fiziksel yapı olarak ateşten yaratılmış olan cinlerden İblis, emre itaatsizlik ederek secde etmemiştir. 

Bu şekilde bir ayrışma, insanoğlunun kaderinde önemli bir dönüm noktası olup, insan için en tehlikeli bir düşmanı, fitne kaynağını ortaya çıkarmıştır. İblis, kendisinin ateşten Adem’in topraktan yaratılmasını referans alarak ateşten yaratılanların, topraktan yaratılanlara göre daha üstün bir sınıfı oluşturduklarını ileri sürerek ilk sınıfsal ayırımı yapmış ve secde etmeyi reddetmiştir.  (2/34; 7/12-13; 15/31-33). 

O nedenle etnik ve sınıfsal ayırım fitnesi, şeytanî bir düşüncenin ürünüdür. İblis, insanlık âlemine, ırkçılık fitnesini ve sınıf fitnesini sokmuştur. Faşizm, kapitalizm ve komünizm, ırkçılık ve sınıf fitnesinin bir sonucudur. O nedenle kaos teorisi,  etnik ve mezhepsel bir zemine oturtulmuştur. Bugün içine düştüğümüz fitneden en az zararla çıkabilmenin bir yolu, kavmiyetçilikten vazgeçmek, bu hastalığa yakalananları tedavi etmek olmalıdır. İblisin Hz. Adem’e bu tavrı gösterdiği an,  aynı zamanda olumsuz değer sisteminin (fitne sistemi) ortaya çıkmasının başlangıcı olmuştur. İblis’in isyanından sonra bir tarafta Hz. Âdem ve eşi, diğer tarafta İblis vardır. İki ayrı varlık, birbirine karşıt iki ayrı safta konumlanmıştır. İblis, artık Hz. Âdem ile eşinin ve tüm insanlığın apaçık bir düşmanıdır(20 Taha 117). 

Hz. Âdem ve eşi cennete yerleştiklerinde hayatlarını tanzim eden gerekli değerler kendilerine bildirmiştir. Yasak ve serbestlik alanları ortaya konmuş ve iki kişilik bir toplumun hayatına ilişkin düzenlemeler yapılmış ve hukuk sistemi belirlenmiştir. Cennetin diledikleri yerinde, diledikleri miktarda yeme, içme hakkı verilmiş; ancak mahiyetini bilmedikleri bir tek ağaca yaklaşmamaları, onun meyvesinden yememeleri istenmiştir. Cennette kalmaları, barınma, yeme-içme ihtiyaçlarının karşılanması ve güvenlikte kalmaları, bu yasağa uymalarına bağlı kılınmıştır (2 Bakara 35; 20 Taha 118-119).

Ayetlerden Hz. Âdem’le eşinin, İblis kendilerine yaklaşıp vesvese verinceye kadar, yasak ağacın meyvesine karşı bir arzu, bir eğilim duymadıkları, ona ihtiyaç hissetmedikleri anlaşılmaktadır. Ancak İblis’in kendilerine yaklaşıp yaptığı telkinlerin sonunda bir arzu, eğilim ve ihtiyaç duygusu ortaya çıkmıştır (2 Bakara 36).

Ayetlerden, yasak ağacın mahiyetini, İblis’in bildiği ve fakat Hz. Âdem ile eşinin bilmediği anlaşılmaktadır. İblis, Hz. Âdem’le eşine bu noktadan hareketle tuzağını kurmuş ve yasak ağacın mahiyetini, tam zıt istikamette anlamlandırarak onlara sunmuştur (7 Araf 20-21; 20 Taha 120-121).

Allah’ın açık ikazına rağmen, bir tek yasak ağaca tamah edilip İblis’in vaatlerine uyulmuştur. İblis’in söylediklerinin doğru olup olmadığı noktasında tefekkür edilmemiş, düşman olan İblis’in niyeti, hedefi sorgulanmamıştır. Allah’ın daha önce kendilerine verdiği bilgiler, hiç göz önüne alınmamıştır. ‘Ölümsüzlüğün’, ‘iki melek olmanın’ ve ‘yok olmayacak mülke sahip olmanın’ dayanılmaz cazibesi, vaat edilenlerin gerçekleşebilir olup olmadığının düşünülmesini ve kurulan tuzağın görülmesini engellemiştir. Stratejik akıl devre dışı bırakılmıştır. Allah’ın emirlerine uymamanın bedeli, çıplak kalmaları ve Cennetten çıkarılıp yeryüzüne gönderilmeleri olmuştur (7 Araf 22-25). 

Baş şeytan ABD de, darbe operasyonlarında kullandığı iç işbirlikçilerini hep Türkiye’de iktidar olmayı vaad ederek kandırmış, işi bitince de kaldırıp tarihin çöp sepetine atıvermiştir. 

İblis, kurduğu tuzakla insanın kötülük cephesinin kapılarının açılmasını sağlamış; “tamahkârlık”, “aç gözlülük”, “doyumsuzluk”, “şükürsüzlük” ve “ölümsüzlük” fitnesini harekete geçirmiştir.  İnsanlığın kaderinde “mal”, “makam” ve “evlât” “fitnesi”, İblis ve İblisin yolunda gidenlerin tarih boyu harekete geçirmek için gözettiği alanlar olmuştur(8/26-29; 5/48; 6/165; 3/186; 16/92; 27/40; 76/2; 64/14-18). Ayrıca ölümü unutturarak, ölümsüzlük fitnesini harekete geçirip insanın, ahreti ve hesap gününü unutması için çalışmıştır.

İblis, secde etmeme olayından sonra ‘insanların dirileceği güne kadar yaşama’ izni istemiş ve istediği kendisine verilmiştir (7 Araf 14-15; 17 İsra 61-63; 15 Hicr 36-38). İblis’e bu izin verilince, yaptığı yemin, insanlığa sınırsız ve topyekûn bir savaş ilânından başka bir şey değildir: 

“Dedi ki: Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onları (insanları) saptırmak için mutlaka senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım.”

“Sonra da muhakkak onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından kendilerine sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın.”(7 Araf 16-17; 15 Hicr 39; 38 Sad 79-84)

İblis yaptığı bu büyük yeminle; “insanları saptıracağını”, “fıtratı bozmayı emredeceğini”(4 Nisa 118-119), “yeryüzünde onlara günahları süsleyeceğini”, “ihlaslı kullar müstesna olmak üzere hepsini azdıracağını”(15 Hicr 28-43; 38 sad 70-85), “insanları, ayartıp, yoldan çıkarıp saptıracağını”(3/155; 4/60; 6/71), insanların kalbine vesvese vereceğini(114/5; 7/200,201; 8/11), “insanları kuruntuya düşüreceğini(4/119-120; 7/20-21;17/63-64), “kötülükleri güzel göstereceğini”(6/43, 8/48; 16/63; 27/24; 29/38; 47/25), “İnsanları aldatmak için yaldızlı laflar söyleyeceğini” (6/112-113), “aşırı vaade bulunacağını” (4/120; 14/22;17/64), “her türlü kötülüğü emredeceğini”(2/169; 4/14, 118-119; 6/128; 7/200; 24/21; 38/82-83), “edepsizliği emredeceğini”(24/21), “çıplaklığı teşvik edeceğini”(7/27), “Allah ile kandırmak isteyeceğini”(35/5,6), “Resullerin yapıp ettiklerine-söylediklerine fitne sokmak isteyeceğini”(22/52,53), genelde insanları, özelde mü’minleri “fakirlikle korkutacağını” (2/268; 7/200-201; 41/96; 23/97-98), “hayırlı olan işleri unutturacağını (12/42  18/63), “müminlerin arasına kin ve düşmanlık sokmak isteyeceğini” (5/91, 12/100, 17/53, 58/10,19), “kendi dostlarını Müslümanlara karşı kışkırtıp, tahrik edeceğini” (6/121; 3/175) beyan etmektedir.

SONUÇ: İBLİSİN TUZAKLARINA DÜŞMEMEK İÇİN İTİDALLİ OLMAK

Kur’an-ı Kerim’de İblisin tüm bu beyanlarına yer verilmiş olması, Allah’ın bize tehlikenin ana kaynağını göstermesi ve ona göre davranmamızı istemesinden başka bir şey değildir. Her türlü fitne ortamından en az zararla çıkmanın yolu, Kur’an ve sünnetin tanımladığı, tasvir ettiği şuurlu mümini ortaya çıkarabilmektir.

15 Temmuz ihanet hareketinin inşa ettiği fitne ortamından çıkmanın bir yolu, nefsimize hoş gelen şeylerin,” ilâhi rızaya ve emirlere uygun olup olmadığının” sorgulanmalıdır. Bu sorgulama yapılırken unutulmaması gereken kaçınılmaz gerçek, ölüm ve hesap günü olmalıdır. Bu dünyada yapacağımız her şeyin hesabının verileceği şuuru bizi, fitneye hizmet etmekten alıkoyacak en önemli etkenlerden biridir. 15 Temmuz ihanet hareketinin inşa ettiği fitne ortamından çıkmanın bir yolu da, öncelikle İblis’in insanlığa açtığı sınırsız ve topyekûn bir savaşın varlığının asla unutulmaması, yol boyu göz önünde bulundurulmasıdır. Bu nedenle itici, bölücü, parçalayıcı değil; affedici ve kuşatıcı olunmalıdır. İtidal elden bırakılmamalıdır.

15 Temmuz İhanet Hareketinin inşa ettiği fitne ortamından çıkmanın diğer bir yolu, mahiyetine tam vâkıf olamadığımız bilgileri, gerçek olarak kabul edip ardına düşmemek ve yaygınlaştırmamaktır. Fitne (kaos) ortamında medyada servis edilen bilgilerin kâhir ekseriyetinin, belli bir amaca hizmet etmek üzere, istihbarat örgütleri tarafından servis edildiği göz önüne alınmalıdır. 

Allah’ın Resulünün aşağıdaki uyarısına bu açıdan bakılmalı ve gereği yapılmalıdır:

“İlerde gerçeği duymayan sağır, hakkı söylemeyen dilsiz ve gerçeği görmeyen kör fitneler olacaktır. Kim fitneye yönelirse, o da ona yönelecektir. Dilin ona yönelmesi kılıç etkisi yapacaktır.”(1)

Henüz vakit varken; yarın çok geç olabilir!

Kaynaklar:

1-Rudai; Büyük Hadis Külliyatı, Hadis No: 9788, İz Yayıncılık, İstanbul, c: 3,  s: 431,  2014.

  

11 Kasım 2016 Cuma

İslâm Coğrafyasını Kasıp Kavuran Fitne – 5: ABD’NİN “İSLÂM’IN, İSLÂM’LA SAVAŞI” FİTNESİ

 (Milli Gazete)

Bu yazıda, 21. asrın Firavunu ABD’nin, “Kaostan (Fitne) Kaynaklanan Düzen” yaklaşımı kapsamında, İslâm coğrafyasına soktuğu “İslâm’ın, İslâm’la Savaşı” fitnesini ele alıp inceleyeceğiz. 

FİRAVUNUN FİTNESİ

Kur’an-ı Kerim’in Hz. Musa ile Firavun’un mücadelesine geniş yer vermesinin sebebi, “Mûsâ’nın mücadelesinden alınacak dersler; düşündürücü ayetler vardır” (51 Zariyat 38) ayetinde gizli olmalıdır. Dolayısıyla Hz. Musa’nın, dönemin en büyük zalimi olan Firavun’a karşı verdiği mücadelenin, bugüne değişik açılardan bir mesajı olmalıdır. O nedenle burada, fitne kavramı kapsamında, Firavun’un özelliklerini ele alıp inceleyecek; 21. asrın Firavun’u ABD ile arasındaki benzerliği ortaya koymaya çalışacağız.

Kur’an’a göre Firavun’un/Firavunların/Firavunlaşanların özelliklerini, aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

* Kendini/kendilerini yeryüzünün İlâhı ve Rabbi sanırlar (28 Kasas; 38 26 Şuara 23, 29; 79 Naziat 24-26)

* Allah’ın ayetlerini yalanlarlar (25 Furkan 36; 79 Naziat 21 

* Büyüklenen, ölçüyü aşan, azgın birer zorbalar, müstekbirler (27 Neml 14; 28 Kasas 4, 39; 29 Ankebut 39; 43 Zuhruf 54; 44 Duhan 31; 23 Muminun 46, 56; 20 Taha 24, 43; 89 Fecr 11; 79 Naziat17) 

* Bozguncu, bölücü, fitne ve fesatçılar (10 Yunus 91; 28 Kasas 4; 29 Ankebut 41) 

* Hileli düzen, tuzak, komplo kurucular (40 Mümin 37, 45-52)

* Güçlerine tapan gösteriş hastalarıdırlar (28 Kasas 38; 40 Mümin 36-37)

* Feraset ve basiretsizler (28 Kasas 8,9) 

* Kötü emelleri kendilerine süslü ve çekici gelmektedir (40 Mümin 37, 45-52; Lokman 7; 3 İmran 13; Kaf 15) 

* Halklarını şaşırtıp saptırdıkları halde doğru yola yönettiklerini sanırlar (40 Mümin 29; 20 Taha 79; 11 Hud 97-103) 

* Vefasız ve merhametsizler (7 Araf 118-126)

* Ateşe çağıran önderlerdir (11 Hud 97-98; 28 Kasas 41-42). 

Konumuz açısından, Firavunların en temel özelliklerinden biri olan fitne ve fesatçı özelliklerini ele alacağız. Bu özelliklerinden dolayı Firavunlar, hem kendi toplumlarını, hem de diğer toplumları birbirine düşman fırkalara, gruplara, örgütlere bölüp, birbirleri ile savaştırmak isterler: 

“Gerçek şu ki, Firavun yeryüzünde (Mısır’da) büyüklenmiş ve oranın halkını birtakım fırkalara ayırıp bölmüştü; onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı.” (28 Kasas 4).

Firavunlar, genellikle zulümlerine karşı çıkabilecek bir gücün meydana çıkmasına mani olmak isterler. Nitekim Hz. Musa’ya, “zorba ve gerçekten ölçüyü taşıran Firavun ve önde gelen çevresinin kendilerini belalara çarptırmaları (fitnesinden) korkusundan dolayı” “kendi kavminin gençlerinden başka iman eden olmamıştır” (10 Yunus 83). Hz. Musa, kavminin korkusunu gidermek için onlara, ““Ey kavmim, eğer siz Allah’a iman etmişseniz (ve) Müslüman olmuşsanız artık yalnızca O’na tevekkül edin.” (10Yunus 84) dediğinde; kavminin ona cevabı, “Biz Allah’a tevekkül ettik; Rabbimiz, bizi zulme sapan bir kavim için bir fitne (konusu) kılma.” Ve bizi, kâfirler topluluğundan rahmetinle kurtar.” (10 Yunus 85, 86) şeklinde olmuştur. Bu ifadeler, Firavun’un zulmünün oluşturduğu şuur altının bir göstergesidir.

21. ASRIN FİRAVUNU ABD’NİN FİTNESİ

Sovyetlerin yıkılması ile rakipsiz kalan ABD, “Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi” (Project for the New American Century/PNAC) adı altında yeni bir projeyi yürürlüğe sokmuştur. PNAC ile ilişkili bir diğer proje, “Büyük Ortadoğu Projesi”/ “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi”dir (BOP/GOP). Bu projeler, genel olarak, “Kaostan (Fitneden) Kaynaklanan Düzen” Teorisine dayanmaktadır.

“Kaostan (Fitneden) Kaynaklanan Düzen” Teorisi

“Kaostan (Fitneden) Kaynaklanan Düzen” teorisinde, her şey çatışmaya dayandırılmaktadır. İnsanların can, mal, namus güvenliği olmayacak tarzda meydana getirilecek bir çatışma ortamı, istenen kargaşayı (fitneyi) sağlayacaktır. Komşuların, kabilelerin, aşiretlerin, etnik yapıların ve farklı inanç gruplarının birbirine düşman olduğu, çatıştığı, kimsenin önünü, çevresini, geleceğini göremediği ve iradesinin felç edilip direncinin kırıldığı ve çaresizlik içerisinde kıvrandığı, kimsenin kimseye güvenmediği bir kaos (fitne) ortamı meydana getirmek, bu şeytanî mekanizmanın ana yaklaşım tarzıdır. Son derece zıt fikirlerin ve bilgilerin kamuoyuna servis edilip insanların karar vermesine mani olmak, kafa karışıklığı meydana getirip gerçekleri görmesini, arkada kurulan tezgâhları fark etmesini engellemek temel hedeftir (1). Buna ‘Ordo Ab Chao’ (Kaostan (Fitne) Kaynaklanan Düzen) adını vermişlerdir.

“Kaos, kasıtlı olarak yaratılıyor… Kaosun korkunç yüzüyle karşılaşan halk, bir kurtarıcıya- parlak zırhlı şövalye-, kaosu sona erdirmesi ve yeniden düzen sağlaması için, sadece yetki vermekten çok daha fazlasını yapmaya istekli oluyordu. Devrimci Kaosun ardından “İlluminati’nin” planını uygulayabilmek için fırsat doğmuş oluyordu”(2). 

Kaos(Fitne), zıtların çatışmasına dayandırılmıştır: ‘Tez, Anti Tez, Çatışma ve Sentez’ düzleminde meydana getirilen bir Kaos, bu gün dinler, mezhepler ve etnik yapılar üzerine oturtulmuştur. Kaosun müsebbibi olarak din, mezhep ve milliyetler gösterilerek bütün din, mezhep ve milliyetlerin kaldırılması istenmektedir(3). 

“Kaostan(Fitne) Kaynaklanan Düzen” Teorisine Göre “İslâm’ın, İslâm’la Savaşı”

ABD eski Dışişleri Bakanı, Siyonist, CFR ve Bilderberg’ci Henry Kissenger, “Bundan sonra savaş İslâm’ın kendi içinde olacaktır. Bu, İslâm’ın, İslâm’la savaşıdır.” tezini ortaya atmıştır. Hedeflediği şey, İslâm dünyasını, bölmek ve parçalamaktır. Bu amaçla, Rand Cooperation isimli düşünce kuruluşu tarafından 2003 yılında hazırlanan “Sivil Demokratik İslâm, Ortaklar, Kaynaklar ve Stratejiler” adlı Rapor, İslâm coğrafyasında fitne çıkarabilmek için bir yol haritası ortaya koymakta, bir strateji teklif etmektedir. Bu raporda, ‘Türk İslâmi’, ‘Alman İslâmi’, ‘Arap İslâmi’, ‘Mısır İslâmi’, ‘Köktendinciler’, ‘Gelenekçiler’, ‘Modernist Müslümanlar’ ve ‘Ilımlı İslâm’ gibi kavramlar ortaya konması, Büyük Ortadoğu coğrafyasında “yeni ulus inşasının” yanı sıra “yeni dinler”, “yeni mezhepler” inşa etmek içindir. Raporda öngörülen Stratejinin Temel Noktaları, “Modernist bir liderlik anlayışı yarat”, “Öncelikle modernistleri ve ılımlı laikleri destekle”, “Fundamentalistlere karşı gelenekçileri destekle”, “Fundamentalistlere karşı saldırgan ol”, “Demokratik batı modernizminin değerlerini yücelt”, “Laikleri seçici olarak destekle”, “Eğitime ve gençlere odaklan” başlıklarında ortaya konulmaktadır. 

Aynı bağlamda Taraf Gazetesinde 23.03.2011 tarihinde yayınlanan “WikiLeaks Türkiye Belgelerinde” yer alan ABD’nin Türkiye ilgili, 1999, 2003, 2005 ve 2009 tarihli dört ayrı resmî belge, aynı amaca dönüktür. Özellikle 22 Temmuz 2009 tarihli ABD dışişleri bakanı Hillary Clinton’ın onayıyla Washington’dan Türkiye’deki Büyükelçiliğe gönderilen, “Tarikatlar, Kürtler, İslâm ve Türkiye’de azınlık dinleri konusunda bilgi talebi” başlıklı telgrafta istenen bilgiler, özel önemi haizdir.

Rand Raporunun ön gördüğü stratejinin uygulanabilmesi için ABD, 2005’de, İslâm coğrafyasının değişik bölgelerinden din adamları, aydın ve cemaat mensuplarını ABD’ye götürüp, eğitime tâbi tutmuştur (4,5). Bu amaçla ABD Başkanı Obama, Müslüman toplumlarla ilişkiler için Farah Pandithi özel temsilci olarak atamıştır. 17. 09. 2009 tarihli toplantıda, Farah Pandithin görevi, Dışişleri bakanı Hillary Clinton tarafından şu şekilde açıklanmıştır: 

“Pandith, şiddeti ve aşırılığı reddeden Müslümanların seslerini yükseltebilmek için, dinsel liderleri, sivil toplum gruplarını ve siyasetçileri biraraya getirme yolunda çalışacaktır.” 

Diğer taraftan ABD Dışişleri Bakanı John Kerry; “Bizim IŞİD ile mücadele konusundaki kararlılığımız, büyük ihtimalle yıllar içinde karşılığını bulacaktır. Kuzeyde ve Batıda Kürt birlikler cesurca savaşıyor ve Sünni aşiretler de sahaya çıkmaya başladı.” (6) demesi ve ayrıca; “IŞİD’in, uyuyan hücrelerini ve cihadçıların destek ağını kullanarak Türkiye’de daha fazla istikrarı bozan gayretlere girmesi beklenmelidir.” (7) ifadeleri hep aynı amaca dönüktür. 

Bütün bu çalışmalar, “Kaostan Kaynaklanan Düzen” Teorisine Göre “İslâm’ın, İslâm’la Savaşı” için yapılmaktadır. İslâm coğrafyasını kan gölüne çeviren kardeşi kardeşe, komşuyu komşuya, Müslüman’ı Müslüman’a düşman yapıp kırdıran, baş şeytan ABD’nin bu çalışmalarıdır. Ölen de öldüren de Müslüman; öldürten ve seyreden şer ittifakı. Bu çok acı bir tablo değil midir? Müslümanların Bakara 44 kapsamında, duygusal davranmadan bir öz eleştiri yapmaları tarihi bir zarurettir. Her şeyi, dış güçlere bağlayarak sonuca varmak yanlış bir yaklaşım tarzıdır.

SONUÇ: 15 TEMMUZ İHANET HAREKETİ, ABD’NİN İÇİMİZE SOKTUĞU BİR FİTNEDİR 

Türkiye’deki bütün darbelerin arkasında ABD-Siyonizm denklemi vardır. İlluminati, CFR, Bilderberg üyesi, Siyonist ABD’li bankacı, iş adamı David Rockefeller’in 12 Eylül 1980 Darbesi ile ilgili yaptığı aşağıdaki değerlendirme, darbenin, “Kaostan (Fitneden) Kaynaklanan Düzen” yaklaşımının bir uygulaması olduğunu ortaya koymaktadır:

“1980 darbesi de bizim isteklerimiz doğrultusunda yapıldı… Amerika ve Avrupa’da gelişmiş ülkelerin piyasaları doyuma ulaşmışlar ve biz yeteri kadar mal satamaz olmuştuk. …Serbest piyasa ekonomisine geçmelerini ve ithalatın serbest bırakılmasını talep ettik. Bu istediğimizi kabul etmiş görünüyorlar, fakat işi uzatıyorlardı.

En sonunda bu ikilem, Ordo Ab Chaos ile çözüldü. Yani önce kaos (Fitne), sonra düzen. Provokatörlerimiz aracılığıyla sağ ve sol ideoloji kavgaları başlatıldı. …Ülkeye gönderilen provokatörlerimiz için bu halkı kışkırtmak hiç zor olmadı. Ülke halkı sağcı ve solcu olarak iyiye bölündü ve çatışmaya başladılar. Olaylar öyle bir dereceye geldi ki, her gün elli-altmış kişi sokak çatışmalarında ölmeye başlamıştı. Bütün ülke terör korkusu altında eziliyordu. İnsanlar akşamları sokağa çıkamaz olmuştu. Her an bir serseri kurşuna hedef olmak vardı. Binlerce Türk genci uydurma ideolojiler uğruna can vermişti. Hükümetler birbiri arkasına iktidara geliyor, fakat olayları önleyemiyorlardı. Sonra darbe geldi ve bütün olaylar bıçak gibi kesiliverdi. Zavallı ülke halkı bu sözde başarıyı darbenin bir neticesi olarak gördü. Çünkü nihayet terörizm sona ermiş, ülkeye huzur gelmişti. Aslında provokatörlerin görevi bitmiş, sahneden çekilmişlerdi. Burada oynanan oyun, halkı umutsuz ve çaresiz bir duruma düşürmek ve onlara bir “kurtarıcı” sunmaktır; ondan sonra bu kurtarıcı ne yaparsan yapsın hemen kabullenecektir.”(8)

Dün hiyerarşi içerisinde orduya yaptırdıkları bir darbeyi, 15 Temmuz’da, başlangıçta dinî bir cemaat olarak yapılanmış, zamanla el değiştirerek, “altı ibadet, ortası ticaret, üstü ihanet olan” bir yapıya (Gülen Hareketi) yaptırmak istemişlerdir (9). Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu’nun; “Bu darbenin arkasında ABD vardır… Bu çapulcu çetesi, uçakları kaldırma cesaretini kimden almıştır?” (10) derken kast ettiği, 15 Temmuz İhanet Hareketinin arkasında, Gülen Hareketini bir taşeron olarak kullanan başta ABD olmak üzere tüm Batının var olduğudur. Darbenin ana amacı da, Müslüman’ı Müslüman’a kırdırarak, etkisi uzun yıllar devam edecek olan bir Kaos (fitne) meydana getirmektir.

Firavunların en temel özelliklerinden biri olan fitne ve fesatçı özellikleri, tarih boyu değişmemiştir. Mısır’daki Firavunların yaptıkları ile 21. Asırdaki ABD Firavunun yaptıkları arasında pek bir fark yoktur. 

Hepsi, hem kendi toplumlarını, hem de diğer toplumları birbirine düşman fırkalara, gruplara, örgütlere bölüp, birbirleri ile savaştırmışlardır. 

Bu Kaosu (fitne) minimum zararla atlatabilmek için, Gülen hareketinin ibadet ve ticaret erbabı, üzerlerine düşen sorumluluğun gereğini yapmalı, “ihanet şebekesine” karşı açık, aleni ve ciddi bir mücadele vermelidir. Aksi takdirde, hem bu dünyada, hem de öteki dünyada ödeyecekleri bedel çok ağır olacaktır.

Unutmayın;

Hz. Peygamber (sas); “Sizden kim bir kötülük (münker) görürse, eliyle düzeltsin, buna gücü yetmezse diliyle düzeltsin, buna da gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin, bu ise imanın en zayıf derecesidir.” (11) buyurmuştur.

Unutmayın;

“Haksızlık karşısında susan dilsiz, şeytandır.”

Kaynaklar:

1- Varsden, V., Siyon Liderlerinin Protokolleri, Kum Saati Yayınları, İstanbul, s.36

2- Varsden, V., Age, s. 53

3- Texe Mars, İllüminatı, Entrika Çemberi, Timaş Yayınları, İstanbul, 2002, s.100-120.

4- Yeni Şafak 15/05/2005. 

5- Yeni Şafak 19/05/2005. 

6- Bulut, A., Yeniçağ, 21.07.2015. 

7- GÜNER, A. O., Kan, gözyaşı ve utanç, Yeniçağ, 23.07.2015. 

8- http://turktarihivegercekler.blogcu.com/illuminati-uyesi-yahudi-banker-david-rockefeller-itiraf/13916007

9- Can, B. “Kadife Darbeden Askeri Darbeye-7: Üst Akıl ABD-NATO’ya Verilecek En Güzel Cevap: ABD ve NATO Üslerini Kapamak”, 2.09.2016, Milli Gazete.

10-https://www.youtube.com/watch?v=_AL9hQPSpJk; BBCTürkçe, 17.07.2016.

11- Canan,İ., Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/386-387.

 

4 Kasım 2016 Cuma

İslâm Coğrafyasını Kasıp Kavuran Fitne - 4: İMAN EDENLER İÇERİSİNDE FİTNE ÇIKARIP YAYGINLAŞTIRANLAR

 (Milli Gazete)

Giriş

Kur’an’da fitne kelimesi; Allah, insan ve şeytanla ilgili olarak kullanılmaktadır. Bu durumda fitne kelimesi; Allah’a nispet edildiği zaman “lehlerine ya da aleyhlerine olmak üzere, kulların iyi ya da kötü şeylerle denenmeleri”, “imtihan edilmeleri”, “beşerden kaynaklandığı zaman, “her türlü kötülük”, “ayartma”, “manevi çöküntüye uğrama”, “baskı”, “dînî-siyasî, sosyal kargaşa ve kaos” ve şeytandan kaynaklandığı zaman da “saptırma” anlamına gelmektedir (1,2). 

Geçen yazıda, Allah’a nispet edilen fitne kavramını ele alıp incelemiştik. Burada, insandan kaynaklanan fitne kavramını ve bunun iman edenler içerisindeki etkilerini ele alıp inceleyeceğiz.

FİTNE ÇIKARAN İNSAN UNSURLARI

İnsandan kaynaklanan fitne, “her türlü kötülük”, “ayartma”, “manevi çöküntüye uğrama”, “baskı”, “işkence”, “eziyet”, “savaş”, “dînî-siyasî, sosyal kargaşa ve kaos” anlamına gelmektedir. 

Kur’an’a göre bu anlam boyutu ile fitneye neden olan insan unsurları, “Kâfirler” (4/101-102; 60/5; 37/ 161-163; 10/ 83-92; 7/120-126), “Yahudilerden Küfre sapanlar” (5/41), “Münafıklar” (4/91; 33/14; 5/41; 9/38-57; 22/52-53; 29/10-11; 57/13-15); “Firavun veya Firavunlaşanlar” (10/83-92; 7/120-126), “Kalplerinde Hastalık Olanlar” (3/7-9), “Zan Ve Tahminle Yalan Söyleyenler” (51/10-14) ve “Ateşe Girecek Olanlar”dır (37/161-163). 

Kur’an’a göre bu insanlar, genel olarak tüm insanlar arasında, özelde ise iman edenler içerisinde, fitne bağlamında, “her türlü kötülüğün”, “manevi çöküntünün”, “Küfrün”, “Şirkin”, “Dalaletin”, “Günahın”, her türlü “dînî-siyasî, sosyal kargaşa ve kaosun yaygınlaşmasına; iman edenlere eziyet, işkence, baskı, şiddet ve zulüm uygulanması ve gittikçe artırılmasına çalışırlar. “Allah’ın indirdikleri ile hükmedilmesini” istemeyip buna şiddetle karşı çıkarlar. 

İMAN EDENLER İÇERİSİNDE FİTNE ÇIKARIP YAYGINLAŞTIRANLAR 

Yukarıdaki insan unsurundan inkâr edenler, özellikle, savaş zamanlarında iman edenleri fitneye uğratmak için sürekli gayret ederler. Onun için Allah, namaz kılma zamanlarında düşmanın fitnesinden sakınmak üzere gerekli tedbirlerin alınması konusunda müminleri uyarmaktadır (4/101-102). Kur’an’a göre inkâr edenlerin fitnesine, muhlis olan kullar düşmez; ateşe girecek olanlar ise düşer (37/160-163). 

İman edenler içerisinde fitne çıkaran ikinci insan unsuru, münafıklardır. Kâfirlerin kâfirlikleri açık olduğu için müminler, onlara karşı daha tedbirlidirler. Ancak münafıklar, görünürde Müslüman içten inkârcı oldukları için müminler tarafından bilinmeleri her zaman mümkün olmayabilir. Dolayısıyla münafıklar, fitne ve fesad çıkarmada, fitne ve fesadı yaymada kâfirlerden daha tehlikeli insanlardır. Fitne ve fesad, onlarda karakter haline gelmiş olup şartlar uygun olduğunda, “balıklama” fitne ve fesadın içine dalarlar (4/91). Savaş veya sıkıntılı zamanlarda müminlere yardım etmez, onları yalnız bırakır, kaçarlar; fırsat buldukları takdirde düşmanla işbirliği yaparak müminler arasında her türlü kargaşanın çıkması için çalışırlar (33/13-15; 9/38-57). Münafıklar, 1- Müslümanlar içerisinde “yalana kulak tutarak”, “yalan haberleri yaygınlaştırarak”, 2- Müslümanlar içinden haber, bilgi toplayıp düşmanlara aktararak ve 3- “kelimelerin anlam alanlarını çarpıtarak”, “bağlamlarından kopararak”, iman edenler içerisinde fitne ve fesad çıkarırlar:

“Ey Peygamber, kalpleri inanmadığı halde ağızlarıyla «inandık» diyenlerle Yahudilerden küfür içinde çaba harcayanlar seni üzmesin. Onlar, yalana kulak tutanlar, sana gelmeyen diğer topluluk adına kulak tutanlar (haber toplayanlar)dır. Onlar, kelimeleri yerlerine konulduktan sonra saptırırlar, «Size bu verilirse onu alın, o verilmezse ondan kaçının» - derler. Allah, kimin fitne(ye düşme) sini isterse, artık onun için sen Allah’tan hiç bir şeye malik olamazsın. İşte onlar, Allah’ın kalplerini arıtmak istemedikleridir.” (5 Maide 41).

Müminlere herhangi bir “iyilik dokunursa, bu onları fenalaştırır, bir musibet isabet edince ise sevinirler” (9/50). Her türlü kötülüğün Müslümanlara dokunmasını, acılar içerisinde kıvranmalarını, sürekli ıstırap içerisinde yaşamalarını canı gönülden isterler (57/14). Böylelikle müminler üzerinde devamlı bir psikolojik baskının olmasını arzu ederler. Ancak, zorda kaldıkları zamanda da, Müslümanlarla birlikte olduklarını söyleyerek onlardan yardım isterler. Gerçekte tüm bu yapıp ettikleri ile kendi kendilerini fitneye düşürmüş olup bedellerini öte âlemde ödeyeceklerinin farkında olmayan şuursuzlardır(57/14). 

5 Maide 41’e göre münafıkların yapmış olduğu her şeyi, “Yahudilerden küfür içerisinde olanlar da” yapmaktadırlar. Bugün bunu, en şedit biçimde yapanlar, Siyonistlerdir. Siyonizm’in kurduğu “Gizli Dünya Devleti”, tüm kötülüğün kaynağı, her türlü fitne ve fesadın membaıdır. Bir dış faktör olarak İslam coğrafyasında akan kanın baş müsebbibi, Siyonistlerdir.

İman edenler içerisinde fitne fesad çıkaran bir başka insan unsuru, “Kalbinde Hastalık olanlardır”. Bunlar, genellikle Kuran’ın “muhkem” ve “müteşabih” ayetleri üzerinde olmadık yorumlar yaparak fitne çıkarıp Müslümanların kafasını, zihnini ve aklını karıştırıp saptırmak isterler (3 Alı Imran7-9). Bugün için Türkiye’nin en ciddi sıkıntılarından biri de budur. Tarihte kalmış tüm ihtilaflı konuları bugüne taşıyarak, bunları kötü bir dil kullanıp küfür sistemi ile aramızda olan tezadın önüne geçirerek, toplum içerisinde yeni fay hatları inşa etmekte, fitne ve fesadın yayılmasına katkıda bulunmaktadırlar.

Fitne ve fesad ateşini en çok körükleyen ve yaygınlaştıran insan unsurlarından biri de, “Zan Ve Tahminle Yalan Söyleyenlerdir.” (51 Zariyat 10-14). Bilgi sahibi olmadıkları her konuda konuşan, hüküm yürüten, kulaktan dolma bilgileri hakikatmiş gibi alıp süsleyip aktaran, böylece kafa karışıklığına sebep olan bu insan unsuru, inkârcıların arayıp da bulamadıkları, haber yayıcılar, karıştırıcılar, felaket tellallarıdır.

Kâfirler, münafıklar, müşrikler, fasıklar, Siyonistler ve kalbinde hastalık bulunanlar, Allah’ın ahkâmıyla hükmedilmesini istemezler. Allah’ın insanlığa vazettiği hayat tarzının hayata uygulanmasını engellemek için her türlü fitne, fesatı çıkarır; hile, aldatma entrikaya başvururlar (5 Maide 49). 

HZ. PEYGAMBERİ FİTNEYE DÜŞÜRMEK İSTEYENLER

İblisin yolundan gidenlerle Rahman’ın yolundan gidenler arasındaki savaş, sınırsız ve topyekûn olup kıyamete kadar sürecektir. İblisin yolundan gidenlerin öncelikli hedefi, peygamberler ve peygamberlerin yolunu izleyen mümin önderler, âlimler ve kadrolardır. Tarih boyu İblis, müminleri fitneye düşürebilmek için peygamberlerin yapıp ettiklerine kendinden bir şeyler katmak istemiştir. Allah, bu durumu, “Biz senden önce hiç bir Resul ve Nebi göndermiş olmayalım ki, o bir dilekte bulunduğu zaman, şeytan, onun dileğine (bir kuşku veya sapma unsuru) katıp-bırakmış olmasın. Ama Allah, şeytanın katıp-bırakmalarını giderir, sonra kendi ayetlerini sağlamlaştırıp-pekiştirir.” (22 Hac 52) ayetinde belirterek, tüm müminleri uyarmaktadır. Bu, genel bir kanuniyet olarak her zaman var olmuştur.

Bizim için çok daha tehlikeli ve düşündürücü olan, İblisin yolundan gidenlerin, Hz. Peygamberi saptırabilmek için doğrudan ona tuzak kurmaya yönelmiş olmalarıdır. Bu nedenle Hz. Peygamber, Kur’an’da 5 Maide 48, 49. ayetleri kapsamında “Allah’ın indirdiğiyle hükmetmesi” ve “haktan sapıp hevaya uymaması” konusunda uyarılmaktadır:

“Sana da (Ey Muhammed,) önündeki kitap(lar)ı doğrulayıcı ve ona ‘bir şahid-gözetleyici› olarak Kitab›ı (Kur›an›ı) indirdik. Öyleyse aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların heva (istek ve tutku)larına uyma…“ (5 Maide 48). 

“Aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve onların hevalarına uyma, Allah’ın sana indirdiklerinin bir kısmından seni şaşırtmasınlar diye onlardan sakın… Şüphesiz, insanların çoğu fasıklardır.”(5 Maide 49).

Burada dikkat çeken, üzerinde en çok tefekkür edilmesi gereken ve tedbir alınması gereken nokta, “Allah’ın indirdiklerinin bir kısmından şaşırtmak” üzerine Hz. Peygambere bir tuzağın kurulmuş olmasıdır. Bundan daha da düşündürücü ve tehlikeli olan bir durum ise, 17 İsra 72-77 ayetlerinde yer almaktadır. Hz. Peygamberi, kendisine gönderilen ayetler konusunda fitneye düşürmek isteyenler, “hem bu dünyada hem de ahirette kör olan ve yol bakımından daha ‘şaşkın sapık’ olan” insanlardır (17 İsra 72). Bu insanların amacı, Hz. Peygamberi, fitneye düşürmektir:

“Onlar neredeyse, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı düzüp uydurman için seni fitneye düşüreceklerdi; o zaman da seni dost edineceklerdi.”( 17/73).

“Eğer biz seni sağlamlaştırmasaydık, andolsun, sen onlara az bir şey (de olsa) eğilim gösterecektin.” (17/74).

Burada en düşündürücü olan, şeytanı insan unsurunun Hz. Peygambere yaptıkları tekliflerle, Hz. Peygamberin “onlara az bir şey (de olsa) eğilim gösterecek” olmuş olmasıdır. İblisin izinden gidenlerin, bir Peygamberi bile fitneye düşürebilecek bir tuzak kurma yeteneğine sahip olmaları üzerinde durup düşünülmesi gerekir. “Allah’ın yardımı ve sağlamlaştırması” olmasaydı Hz. Peygamber, “az bir şeyde de olsa onlara eğilim gösterecekti”. 

Bu ayetlerde dikkat çeken çok temel bir nokta da, Hz. Peygamber, fitneye teslim olsaydı “onu dost edinecek” olmalarıdır. 

SONUÇ: 15 TEMMUZ İHANET FİTNESİ

Biz sapmadığımız sürece İblisin yolundan gidenler, bizi, asla dost ve sırdaş edinmezler. O nedenle Şer ittifakı (ABD-İngiltere-İsrail-Siyonizm) asla bizim dostumuz değildir, olmamıştır, olamaz da. Türkiye-Irak-Suriye düzleminde yaptığı ihanetler, bunun en açık delilidir. Türkiye’nin hâlâ ABD’yi “dost” ve “model ortak” olarak tanımlaması, NATO ve ABD üslerini kapatmaması, hem tehlikeli hem de yanlıştır.

Hz. Peygamberin başına gelenlerden çıkarılabilecek en büyük derslerden biri, bugünkü liderlerin, yöneticilerin, şeyhlerin Hz. Peygamber’den çok daha fazla böyle bir tuzağın içine düşebilme tehlikesi ile karşı karşıya olma ihtimallerinin var olmasıdır. Kendilerini istişare ve uyarıdan azade görerek düşebilecekleri en büyük tuzak ve tehlike, müstekbirleşme ve müstağnileşmedir. O nedenle bu insan unsurunu kuvvetlendirecek, şeytanı tuzaklara karşı uyarıp koruyacak mekanizmalara acilen ihtiyaç vardır. 

15 Temmuz Büyük Fitne Hareketinde şer ittifakı ile işbirliği halinde bulunan ne kadar mason, sabatayist, Siyonist, kâfir, müşrik, münafık, fasık, kalbinde hastalık bulunan ve “zan ve tahminle yalan söyleyen” varsa, şer ittifakının bu ülkede yakmaya çalıştığı sosyolojik savaşa yardım etmişler, ülkeyi bir kaosun içerisine sokmaya çalışmışlardır. Yürüttükleri iğrenç kampanya ile insanların birbirine, dine ve dindara olan güvenini yok etmek istemişlerdir/istemektedirler.

Var olan fitne ve fesadın dişlilerine kapılmamak, onu paramparça etmek, bizim elimizdedir. 

Bunun için; “Fitnenin, katilden beter olduğunu.” (2 Bakar 217) asla unutmamalıyız.

Bunun için; hepimiz, “Allahın ipine sımsıkı sarılıp düşüp parçalanmaktan korunmak” zorundayız(3 Ali İmran 103).

Bunun için; “Allah için adıl şahitler olmalıyız”; “bir topluluğa olan kinimiz bizi adaletten alıkoymamalıdır” (5 Maide 8).

Bunun için; “İman edenler arasındaki her türlü çatışmada, adil arabulucu olmalıyız” (49 Hucurat 9-10).

Bunun için; “Allah’ın yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağırmalı ve en güzel bir biçimde mücadele etmeliyiz” (16 Nahl 125).

Ve;

“Rabbimiz, küfretmekte olanlar için bizi fitne (deneme konusu) kılma ve bizi bağışla Rabbimiz.” (60/5).

HENÜZ VAKİT VARKEN; YARIN ÇOK GEÇ OLABİLİR!

Kaynaklar

Keskin, H., Kur’an’da Fitne Kavramı, Rağbet Yayınları.

Akyüz, V., Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi, İstanbul, 1998, s: 311-339.

1 Kasım 2016 Salı

TÜM İNSANLIĞA KARŞI AÇILMIŞ BİR SAVAŞ -III: Siyonizm'e Karşı Yapılması Gerekenler

 (Umran Dergisi)

“Bilgin-yöneticileri (Rabbaniyyûn) ve yüksek bilginleri (Ahbâr), onları, günah söylemelerinden ve haram yiyiciliklerinden sakındırmalı değil miydi? Yapmakta oldukları şeyler ne kötüdür.”(5/63)

Geçen iki sayıda Siyonizm’in temel varsayımlarını ve bu varsayımlar üzerine inşa edilmiş temel taktik ve stratejileri ana hatları ile inceledik. Siyonizm’e karşı bir mücadele, bu ana varsayımlar, ve bu ana varsayımlar üzerine kurulu strateji, taktik ve politikaların gereğince anlaşılması üzerine bina edilmelidir. Olguyu bütün çıplaklığı ile kavramak, analiz etmek ve bir senteze ulaşmak sağlam temeller üzerinde inşa edilecek bir mücadele için şarttır. Böyle bir mücadele, kin, nefret ve duygusallık üzerine inşa edilemez.

Bu sayıda, Siyonizm’in insanlığa karşı açtığı bir savaşta Siyonistlerin de kurtuluşunu ön gören bir mücadele için yapılması gerekenler üzerinde durulacaktır.

Siyonizm’in Tezatları 

Genelde Yahudilerin, özelde Siyonistlerin elinde iki önemli güç bulunmaktadır: Para ve Medya. Bu iki güç aracılığıyla dünyanın değişik ülkelerinde güçlü lobiler kurmuşlardır. Bu lobiler aracılığıyla hükümetler, medya, iş dünyası, akademik dünya ve aydınlar üzerinde yoğun baskı uygulanmaktadır. Lobi faaliyeti ile genelde Siyonizm’in özelde İsrail’in istek, politika ve stratejileri ülkelerin aleyhine olacak tarzda şekillendirilmektedir. İletişim ve ulaşımın getirdiği kolaylıklar küresel bir olumsuzluğun yaygınlaşmasına sebebiyet vermektedir. İsrail’in Siyonist yöneticilerinin uyguladığı vahşi, zalim ve gaddar politikalar sonucunda sessiz kalan ülke yönetimleri ve uluslarası kuruluşlar yıpranmakta ve güven kaybına uğramaktadır. Hemen hemen tüm dünyada milletler, aldatılmaktan dolayı devletlerine karşı güvensizlik duymaya başlamışlardır. Millet-devlet tezadı ortaya çıkmaktadır.

Siyonizm’in tarihi süreçte uyguladığı politikalar, yaptığı katliamlar ve yürüttüğü psikolojik savaş sonucu çok ciddi fay hatlarının ve tezatların meydana gelmesine sebebiyet vermiştir:

          Siyonizm’le insanlık arasındaki tezat

          Siyonist Yahudilerle Siyonist olmayan Yahudiler arasındaki tezat

          Siyonistler arasındaki tezat

          Ülke yönetimleri ile Siyonist lobiler arasındaki tezat

          Siyonist baskı altındaki ülke yönetimleri ile halk arasındaki tezat

Bütün bu tezatların alacağı şekil, hem Yahudilerin geleceğini hem de insanlığın geleceğini şekillendirecektir.

Siyonizm’le İnsanlık Arasındaki Tezat

Bugün Ortadoğu’da yaşanan sorun, sadece bu bölgeye has bir sorun değildir. Bu, dünyayı kontrol etmek isteyen Siyonizm’le insanlığın tümü arasındaki bir sorundur. Siyonizm Tevrat’ın tahrif edilerek yorumlanması ile ortaya çıkmış, hem dünya insanlığına hem de Yahudilere karşı suç işleyen bir zihniyettir. ‘Seçilmiş halk’ varsayımının nihai sonucu, üstün ırk ve soykırımdır. Siyonistler kendilerini birinci sınıf seçilmiş olarak görürken diğer insanları ikinci sınıf , köle olarak görmektedirler. Etnik temizliği meşru kabul etmektedirler. Bu, Siyonistlerle tüm insanlık arasındaki birinci derece tezattır, birinci derece fay hattıdır.

Bu bakış açısından dolayı isteklerine karşı direnen kim olursa olsun onları yok etmeyi, dini bir gereklilik olarak sunmaktadırlar. Bugüne kadar sivilleri katletmelerinin nedeni budur. Dolayısıyla Siyonistlerle geri kalan tüm insanlık arasında açıktan ilan edilmemiş bir savaş vardır. Bu gizli savaş, deşifre edilerek tüm insanlığa en güzel bir şekilde anlatılmalıdır. Siyonizm’in tüm ülkelerde sorun çıkartmayı ilke edindiği ve bunu dünya hakimiyet için verilecek Armagedon’a (Son Dünya Hakimiyet Savaşı) hazırlık olarak yaptıkları delilleri ile ortaya konulmalıdır. Hedefe ulaşabilmeleri için insanlığın temel değerlerini yozlaştırarak sürüleştirmek istedikleri iyi anlatılmalıdır.

Dünyadaki barışın önünde en ciddi tehlike bu hedeflerinden dolayı Siyonizm’dir. Dünyada yapılan anketlerde barışın önünde en ciddi tehlike olarak İsrail ile ABD’nin görülmesi böyle bir tezadın gittikçe derinleştiğini göstermektedir. O nedenle uygulanacak politikalarla Siyonizm’le insanlık arasındaki bu tezat teşhir edilerek daha da derinleştirilmeli ve insanlığın ortak tavır alması için çalışılmalıdır.

Ülke Yönetimleri ile Siyonist Lobiler Arasındaki Tezat

Siyonizm’in bugünkü gücü İsrail’de bir devletleri olmasından değil dünyada kurdukları güçlü lobilerden kaynaklanmaktadır. Bu lobiler, uluslararası sermaye ve uluslararası medya desteğinden dolayı ülkelerin kaderlerinde etkindirler. Dünyanın hemen hemen her ülkesinde bir Yahudi lobisi bulmak mümkündür. Siyonist Lobinin en güçlü olduğu ülke ABD’dir. ABD yönetimleri üzerine kurdukları para, medya, akademik baskı ile Siyonizm korkulan, çekinilen, karşıya alınamayan bir güç haline gelmiştir:

“Yahudi yumruğunun gücü, üzerini kaplayan Amerika’nın çelik eldiveninden ve bu eldivenin içinde astar vazifesi gören dolarlardan gelir.”1

ABD seçimlerinde Siyonist lobinin para gücü önemli bir parametre olarak rol oynamaktadır. Haziran 1977’de Başkan Jimmy Carter’e verilen bir memorandumda Yahudi sermayesinin seçimlerde ki gücünü görmek mümkündür:

“Demokratik Ulusal Finans Konseyi’nin 125 üyesinin %70’inden fazlası Yahudi; 1976 yılında Demokrat Partiye bağış yapanların %60’sından fazlası Yahudi’ydi; 1972’de Nixon tarafından toplanan paraların %60’dan fazlası Yahudi katılımcılardan alınmıştı; Humphery’nin 1968 yılındaki kampanyasında toplanan paraların %75’ten fazlası Yahudi katılımcılardan alınmıştı; Scoop Jackson tarafından toplanan paraların %90’dan fazlası Yahudi katılımcılardan alınmıştı. Ülkenin daha az Yahudi bulunan bir bölümünden gelmemiz gerçeğine rağmen bizim birincil fonlarımızın yaklaşık %35’i Yahudi destekçilerden gelmektedir. Bu ülkede her nerede siyaset için bağış toplanıyorsa Amerikan Yahudilerini önemli bir rol oynarken bulabilirsiniz.”2

Seçimlerde oynadıkları bu rolden dolayı ABD-İngiliz yönetimlerinin Ortadoğu’da öngördükleri hoşa gitmeyen bir barış, bu lobi tarafından daima engellenmiştir. Başkan Bush, Filistin’de yeni yerleşim bölgelerinin kurulmamasını istediğinde İsrail Başbakanı Şaron tarafından ciddiye alınmayarak suçlanmıştır:

“Şaron ve Lobi, ABD Başkanına yüklendiler ve kazandılar. İsrail gazetesi Ma’ariv’de muhabir olan Hemi Shalev, “Şaron’un yardımcılarının Powell’in başarısızlığı karşısında memnuniyetlerini saklayamadıklarını” belirtmiştir. Şaron, Başkan Bush’un gözlerinde yenilgiyi gördü, ikisi karşı karşıya geldi ve ilk çekilen Başkan oldu. Ancak Bush’un yenilmesinde anahtar rolü oynayan ABD’deki İsrail yanlısı güçlerdi, İsrail veya Şaron’un kendisi değil.

Bundan sonra durum çok az değişti… Bush, Lyndon Johnson’dan itibaren her başkanının açıkladığı politikanın tersine, işgal bölgelerinde İsrail’in tek taraflı ilhakına destek verdi. ABD’li yetkililer İsrail’in bazı eylemlerini yumuşak bir dille eleştirdiler, ama ayakları üzerinde durabilecek bir Filistin devletinin kurulmasına katkıda bulunmak için çok az şey yaptılar. Hatta eski ulusal güvenlik danışmanı Brent Scowcroft, 2004 Ekim ayında Şaron’un, Başkan Bush’u küçük parmağında oynattığını açıkladı. Eğer Bush, ABD’yi İsrail’den uzaklaştırmaya çalışırsa veya işgal bölgelerinde İsrail’in eylemlerini eleştirirse, Bush’un, Lobi’nin ve onun Kongre’deki destekçilerinin öfkesiyle karşı karşıya kalacağı kesindi. Demokrat Parti başkan adayları bu gerçekleri iyi biliyorlar; işte bu yüzden John Kerry 2004 yılında İsrail’e tam desteğini göstermek için mümkün olan her şeyi yaptı ve Hillary Clinton bugün aynı şeyi yapıyor. Filistinlilere karşı İsrail politikalarına ABD desteğinin sürmesi Lobi’nin ana hedeflerinde biridir, ancak hırsları burada bitmemektedir. İsrail’in bölgenin egemen gücü olarak kalması için ABD’nin destek olmasını da istemektedir. İsrail hükümeti ve ABD’deki İsrail yanlısı grupların, Bush yönetiminin Irak, Suriye ve İran’a yönelik politikaları ile Ortadoğu’yu yeniden düzenleme planını şekillendirmek için birlikte çalışmaları şaşırtıcı değildir.”3

Siyonist Baskı Altındaki Ülke Yönetimleri ile Halk Arasındaki Tezat

Siyonist baskı altında olan ülke yönetimleri iktidar koltuğunu kaybetmemek için İsrail’in lehine ve fakat kendi ülkelerinin aleyhine olan bir çok karar ve uygulamaları kendi halkından saklamakta halkı aldatmak için yalan söylemektedirler. Halklar tek yönlü ve tek yanlı şartlandırılmaktadır:

“İsrail ve Lobi’nin baskısı, ABD’nin Irak’a saldırma kararının arkasındaki tek etken değildi, ancak etkili faktörlerden biriydi. Bazı Amerikalılar bunun bir petrol savaşı olduğuna inanıyor, ancak bu iddiayı desteklemeye yönelik doğrudan bir kanıt hemen hemen hiç bulunmamaktadır.

Aksine savaş kısmen İsrail’i daha güvenli yapma isteğinden kaynaklanmıştır. Başkan’ın Dış İstihbarat Danışma Kurulu (2001-2003) üyesi, 11 Eylül Komisyonu’nun yönetici müdürü ve şimdi Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın danışmanı olan Philip Zelikow’a göre, Irak’taki tehdit ABD’ye yönelik bir tehdit değildi. ‘Açıklanmayan tehdit’ İsrail’e karşıydı; 2002 Eylülünde Zelikow Virginia Üniversitesi’nde katılımcılara “Amerika hükümetinin, herkesçe kabul edilecek bir durum olmadığı için bu söylemi çok fazla kullanmak istemediğini” açıklamıştır.”3

Bu yanılmaya rağmen gerçekler uzun süre saklanamadığı için İsrail’e haksızca ve tek yanlı olarak verilen destek, aydınların ve halkın tepkisine sebebiyet vermektedir. Dolayısıyla ülke yönetimleri bu işbirlikçi tavırdan dolayı yıpranmaktadır:

“İsrail’e sorgusuz sualsiz verilen bu destek, Birleşik Devletler’in Ortadoğu dışındaki pozisyonunu da zayıflatmaktadır. Yabancı elitler sürekli olarak Birleşik Devletler’in İsrail’e bu destekleyici imajını izlemektedir ve işgal edilmiş bölgelerde İsrail’e olan toleransını ahlak dışı ve teröre karşı savaşta bir handikap olarak algılamaktadırlar. Örnek olarak Nisan 2004’de, 52 eski İngiliz diplomat Başbakan Tony Blair’e bir mektup göndererek İsrail-Filistin çatışmasının Batı ile Arap ve İslam Dünyası arasındaki ilişkileri zehirlediğini söylediler ve Bush ile Başbakan Ariel Şaron’un politikalarının tek taraflı ve illegal olduğu konusunda uyarı yaptılar.” (Bu mektubun bir kopyası için, bkz “Ortadoğu’da Başarısızlık İçin Lanetlenmiş” The Guardian, 27 Nisan, 2004. Ayrıca bkz Nicholas Blanford,”Birleşik Devletler Hamleleri Ilımlı Arapları Tahrik Ediyor”, The Christian Science Monitor, 26 Nisan 2004.)4

İngiliz diplomatların Tony Blair’e yazdığı mektubun benzeri 2004 mayısında 50 emekli Amerikalı diplomat tarafından Başkan Bush’a yazılmıştır.4 (Bu mektubun bir kopyası 18 Kasım 2004’de The New York Review Of Books’ta yayınlanmıştır.”)

Amerikan halkı, İsrail’in bu fütursuz tavırlarını barışın önünde ciddi bir engel olarak görmekte olup yönetimin tavır almasını istemektedir. 10-11 Nisan 2002’de Time/CNN tarafından yürütülen bir araştırmadaki bulgular, İsrail’e karşı duyulan tepkinin bir göstergesiydi:

“Eğer Şaron yakın zamanda işgal ettiği Filistin topraklarından geri çekilmeyi reddederse Amerikalıların yüzde 60’ı İsrail’e yapılan ABD yardımının kesilmesi veya azaltılması gerektiğine inanıyor. Araştırmaya katılanların yüzde 75’i İsrail’i ziyaret ettiğinde Powell’ın Arafat’la görüşmesi gerektiğini düşünüyor. Şaron ile ilgili olarak ise sadece yüzde 35’lik bir kesim onu dürüst bulmaktaydı; yüzde 35’lik bir kısım onun savaş çığırtkanı olduğunu, yüzde 20’lik kesim ise bir terörist olduğunu düşünüyordu ve yüzde 25’lik bir kesim onu ABD’nin düşmanı olarak görüyordu.”3

Mayıs 2003 tarihli bir araştırmada da benzer bir sonuç elde edilmiştir:

“Amerikalıların yüzde 60’ından fazlası çatışmayı sona erdirmemesi durumunda İsrail’e yapılan yardımın kesilmesini istemektedir.”3

Bu nedenle Siyonist lobinin yönetimler üzerine kurduğu bu yıpratıcı baskı ifşa edilerek, kamuoyunun kendi yönetimleri üzerinde ki baskısı harekete geçirilmelidir.

Siyonist Yahudilerle Siyonist Olmayan Yahudiler Arasındaki Tezat, Siyonistler Arasındaki Tezat 

Siyonistlerin uyguladıkları politikalardan dolayı rahatsız olan ve karşı çıkan Yahudi din adamları, bilim adamları, aydınlar ve halk vardır. Ancak devlet erkini eline geçirmiş Siyonist bir grup, dünyevi bir iktidar için Dini ve dindarı istismar etmekte ve kutsal metinleri çarpıtıp kullanmaktadır. Bu anlayışa, Nathan Weinstock Siyonizm İsrail’e Karşı kitabında dikkat çekmekte ve de karşı çıkmaktadır:

“İsrail’de haham gericiliği galip geliyorsa, Siyonist inanışın Hazreti Musa’nın dinine sarılmaktan başka tutanağı olmadığı içindir. “Seçilmiş Halk” ve “Vaad Edilmiş Toprak” kavramlarını silip atın, Siyonizm’in temeli bir anda çöker. Onun için dinî partiler güçlerini tuhaf bir şekilde agnostik Siyonistlerin suç ortaklığından alırlar. İsrail’in Siyonist yapısının iç tutarlılığı, din adamlarının otoritesini güçlendirmeye ülkenin yöneticilerini mecbur bırakmıştır. Okul programlarına mecburî din derslerini koyan, Ben Gurion’un etkisi altındaki sosyal demokrat “Mapai” partisi olmuştur, dinci partiler değil.”5

Profesör İsrael Şahak, ‘İsrail Devletinde Irkçılık’ kitabında Siyonistlerin beyin yıkamasının Yahudi halkında yaptığı tahribatı dile getirerek uygulamalara karşı çıkmıştır:

“Yahudiler inanır ve günde üç kere bir Yahudi’nin Allah’a ve ancak Allah’a sadakatle bağlı kalması gerektiğini söylerler: “Tanrın Yahova’yı bütün kalbinle, bütün ruhunla ve bütün gücünle seveceksin” (Tesniye, böl. 6, cümle 5). Çok küçük bir azınlık hâlâ buna inanır. Fakat bana öyle geliyor ki Yahudi halkının büyük çoğunluğu Tanrı’sını kaybetti ve O’nun yerine bir put koydu, tıpkı bir heykelini dikmek için, uğruna bütün altınlarını vererek diktirdikleri altın buzağıya çölde taptıkları zamanki gibi. Onların modern putunun adı İsrail devletidir.”6

 Hayatını Siyonizm’e adayan Siyonist önderlerden, Truman zamanından beri “lobi”de birinci plânda bir rol oynayan, Başkanlar Konferansı kurucusu, Dünya Yahudi Kongresi Başkanı Nahum Goldman, Kasım 1976’da( İsrail’de Begin iktidardaydı) Siyonist politikaların “yıkıcı bir güç” ve Ortadoğu barışına “büyük bir engel” olduğunu görüp Başkan Carter ve danışmanları Vance ile Brezezinski’ye, “Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Siyonist lobiyi kırmalarını.” teklif eder.6 Fakat ABD başkanı bunu yapmaya cesaret edemez:

“Cyrus Vance: “Goldman bize lobiyi kırmamızı teklif etti, fakat Başkan ve Dışişleri Bakanı buna güçlerinin yetmeyeceği ve zaten bunun Yahudi düşmanlığına yol açabileceği cevabını verdiler.”6

Keza İsrail’in uyguladığı politikaları tehlikeli bulduğu için Dünya Yahudi Kongresi Başkanı  Edgar Bronfman Sr, 2003 yılında Başkan Bush’tan İsrail’in, ‘’güvenlik duvarı’’ inşaatını durdurmasını istemiştir. Benzer bir şekilde İsrail Siyaset Forumu Başkanı Seymour Reich, Dışişleri Bakanı Condoleeza Rice’a 2005 Kasım ayında İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki kritik bir sınırı tekrar açması için baskı yapmasını önermiştir. 2005 yılında yapılan araştırmalar; “Genç Amerikan Yahudi Nüfusunun İsrail’e karşı çok daha fazla kararsız bir tutum sergilemekte’’ ve “Birleşik Devletler Yahudilerinin İsrail’e olan bağlılıkları son 2 yılda düşme eğiliminde olduğunu göstermiştir”(7).

Görülebileceği gibi hem Siyonistlerin tümü hem de Yahudilerin tümü aynı şeyleri düşünmemekte, uygulanan politikaların tümüne destek vermemektedirler. Genel olarak toplumlar homojen olmayıp kötülükleri icra edenler, kötülüğe karşı çıkanlar ve Kötülükler karşısında sessiz kalanlar olmak üzere üç farklı tavır sergileyen insan unsuru bulunmaktadır. İsrailoğullarının geçmişinde bu üç farklı tavır içerisinde zalimlerin baskın olmasının çok acı sonuçlar doğurduğu bilinmektedir:

 “Biz onları (İsrailoğullarını) ayrı ayrı oymaklar olarak on iki topluluk (ümmet) olarak ayırdık. Kavmi kendisinden su istediğinde Musa’ya: “Asan’la taşa vur” diye vahyettik. Ondan on iki pınar sızıp-fışkırdı; Böylece her bir insan-topluluğu su içeceği yeri öğrenmiş oldu. Üzerlerine bulutla gölge çektik ve onlara kudret helvası ile bıldırcın indirdik. (Sonra da şöyle dedik:) “Size rızk olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yeyin.” Onlar bize zulmetmedi, ancak kendi nefislerine zulmediyorlardı.

 Onlara: “Bu şehirde oturun, ondan istediğiniz yerden yeyin, ‘dileğimiz bağışlanmadır’ deyin ve kapısından secde ederek girin, (biz de) hatalarınızı bağışlayalım. İyilik yapanların (armağanlarını) arttıracağız” denildiğinde, Onlardan zulme sapanlar, sözü kendilerine söylenenden başka bir şeyle değiştirdiler. Biz de bunun üzerine zulme sapmaları dolayısıyla gökten ‘iğrenç bir azab’ indirdik.

Bir de onlara deniz kıyısındaki şehri (n uğradığı sonucu) sor. Hani onlar cumartesi (yasağını çiğneyerek) haddi aşmışlardı. ‘Cumartesi günü iş yapma yasağına uyduklarında’, balıkları onlara açıktan akın akın geliyor, ‘cumartesi günü iş yapma yasağına uymadıklarında’ ise, gelmiyorlardı. İşte biz, fıska sapmaları dolayısıyla onları böyle imtihan ediyorduk.

Onlardan bir topluluk: “Allah’ın kendilerini yıkıma uğratmak veya şiddetli bir azaba uğratmak istediği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?” dediğinde “Rabbinize karşı bir özür için ve bir ihtimal sakınabilirler, diye” dediler.

Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında ise, biz de kötülükten sakındıranları kurtardık. Zulme sapanları yaptıkları fısk dolayısıyla pek zorlu bir azab ile yakalayıverdik.

Onlar, kendisinden sakındırıldıkları ‘şeyi yapmada ısrar edip başkaldırınca’ onlara: “Aşağılık maymunlar olunuz” dedik.

 Ve Rabbinin ilan ettiği şu zamanı hatırla ki, hani Rabbin belirtmişti, “Kıyamet gününe kadar İsrail oğullarının üzerine tekrar tekrar onlara şiddetli azablar uygulayacak insanlar gönderelim.” Rabbin sonuçlandırması pek çabuktur ve gerçekten O, bağışlayandır, esirgeyendir.

Onları yer yüzünde ayrı ayrı topluluklar olarak paramparça dağıttık. Kimileri salih (davranışlarda) bulunuyor, kimileri de bunların dışında olan aşağılıklardır. Umulur ki dönerler diye, onları iyiliklerle ve kötülüklerle imtihan ettik.

Onların ardından yerlerine kitaba mirasçı olan bir takım ‘kötü kimseler’ geçti. (Bunlar) Şu değersiz olan (dünya) nın geçici-yararını alıyor ve: “Yakında bağışlanacağız” diyorlar. Bunun benzeri bir yarar gelince onu da alıyorlar. Kendilerinden Allah’a karşı hakkı söylemekten başka bir şeyi söylemeyeceklerine ilişkin Kitap sözü alınmamış mıydı? Oysa içinde olanı da okudular.

(Allah’tan) Korkanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Halâ akıl erdirmeyecek misiniz?” (7/160-169)

Geçmişte Musa’nın kavminde “hakka ileten ve onunla adalet yapan bir topluluk var” (7/159) olduğu gibi bugün de Yahudiler arasında hakkı ve adaleti ayakta tutmak isteyen, zulme karşı olan insanlar mevcuttur. Geçmişte ataları sözlerin çarpıtılarak zulmün ve fesadın yaygınlaşmasına nasıl karşı çıkmışsa bu günde bu insanlar, aynı şekilde karşı çıkacaktır. Müslümanlara bugün düşen görev, bu insanları bulup ortaya çıkarmak, onları zulme karşı çıkma konusunda ikna etmektir.

Öyleyse yapılması gereken bu tür gayrı memnunların seslerinin duyulmasını sağlamaktır.

Yapılması gereken, Siyonistlere karşı Siyonist olmayanları desteklemek, Siyonist politikalara karşı çıkmalarını sağlamaktır.

Yapılması gereken, Siyonist politikaların Yahudi halkının menfaatine olmadığına Yahudileri ikna edebilmektir.

Yoksa en zayıf halka olarak görülen Lübnan’da helak olacaklardır. Çünkü O masum ve mazlum insanların feryadı, duası ve bedduası arşa yükselmektedir.

Tarihteki İlahî Ceza Yahudilere Hatırlatılarak Tefekkür Etmeleri Sağlanmalıdır

Dünyanın en modern silahları ile donatılmış ve ABD’den her türlü lojistik desteği alan İsrail ordusuna karşı Hizbullah’ın gösterdiği başarı, Allah’ın Yahudilere bir ikazı, bir uyarısıdır. Tarihte İsrailoğullarının iki kez sürgün edilmesindeki ilahi cezanın gelişinin nedeni İsrail oğullarının çoğunluğunun fesat, zulüm ve isyanda aşırılığa kaçmış olmalarıydı(7/160-169, 17/4-7). Gerek Kur’ân ve gerekse Tevrat’ta İsrailoğullarına geçmişte yaptıkları zulümlerden dolayı çarptırıldıkları cezalar anlatılmaktadır. Tevrat’ın, Tesniye 28/15-68 ve Leviller 26/14-39 bölümlerinde cezalandırılma nedenleri ve cezalandırılma şekilleri açıklanmaktadır. Öngörülen cezalar, insanın tüylerini diken diken etmeye yeter de artar bile. Ancak bunların tümüne burada yer vermemiz mümkün değil. Bunlardan seçilen birkaç ayet genele ilişkin bir fikir vermek için yeterlidir:

Lev.26: 16 sizi şöyle cezalandıracağım:

 Lev.26: 17 Size öfkeyle bakacağım. Düşmanlarınız sizi bozguna uğratacak. Sizden nefret edenler sizi yönetecek. Kovalayan yokken bile kaçacaksınız.

Lev.26: 33 Sizi öteki ulusların arasına dağıtacak, kılıcımla peşinize düşeceğim. Ülkeniz viran olacak, kentleriniz harabeye dönecek.

Lev.26: 36 “‘Düşman ülkelerinde sağ kalanlarınızın yüreğine öyle bir korku düşüreceğim ki, rüzgarın sürüklediği yaprakların sesinden bile kaçacaklar. Savaştan kaçarcasına kaçacaklar. Peşlerinde kovalayan olmadığı halde düşecekler.

Lev.26: 37 Kovalayan yokken savaştan kaçarcasına birbirlerinin üzerine yıkılacaklar. Düşmanlarınızın karşısında ayakta duramayacaksınız.

Lev.26: 38 Öteki ulusların arasında yok olacaksınız. Düşman ülkeler sizi yutacak.

Lev.26: 39 Artakalanlarınız gerek kendi, gerekse atalarının suçlarından ötürü düşman ülkelerde eriyip gidecekler.

Yas.28: 36 “Rab sizi ve başınıza atayacağınız kralı sizin de atalarınızın da bilmediği bir ulusa sürecek. Orada ağaçtan,taştan yapılmış başka ilahlara tapacaksınız.

Yas.28: 37 Rab’bin sizi süreceği bütün uluslar başınıza gelenlerden dehşete düşecek; sizi aşağılayacak, sizinle eğlenecekler.

Yas.28: 48 Rab’bin üzerinize göndereceği düşmanlara kölelik edeceksiniz. Aç, susuz, çıplak kalacaksınız; her şeye gereksinim duyacaksınız. Rab sizi yok edinceye dek boynunuza demir boyunduruk vuracak.

Yas.28: 49-50 “RAB uzaktan, dünyanın öbür ucundan bir ulusu –dilini bilmediğiniz bir ulusu, yaşlılara saygı, küçüklere sevgi beslemeyen acımasız bir ulusu- birden çullanan bir kartal gibi başınıza getirecek.

Yas.28: 64 “RAB sizi dünyanın bir ucundan öbür ucuna, bütün halklar arasına dağıtacak. Orada sizin de atalarınızın da tanımadığı,ağaçtan ve taştan yapılmış başka ilahlara tapacaksınız.

Yas.28: 65 Bu uluslar arasında ne esenliğiniz ne de dinlenecek bir yeriniz olacak. Orada RAB size titreyen yürekler, umutsuzluk ve bakmaktan yorulmuş gözler verecek.

Anti-Semit Söylemler Siyonizm’in Truva Atıdır

Hiçbir ırk ve hiçbir millet yaratılıştan topyekün iyi ve topyekün kötü olamaz; topyekün üstün ve topyekün aşağılık olamaz. Genetik olarak böyle bir tasnif, böyle bir sınıflama yapılamaz. Bu ilahi adalete aykırıdır. İslam’da insanların birbirlerine karşı üstünlüğünün ölçüsü takva kavramı ile formüle edilmiştir(49/13). Her ırk ve her millet içerisinde Kur’ân’da (7/160-169) genel çerçevede belirtilen üç grup insan unsuru (kötülüğü icra edenler, kötülüğe karşı çıkanlar, neme lazımcılar) vardır. Asıl mücadele birinci ve ikinci gruplar arasında, şuurlu iman edenlerle bilerek inkar edenler arasında cereyan etmektedir. Sessiz kalabalıklar seyircidirler. Toplum ilk iki grubun mücadelesi ile yön ve şekil alır. Yahudiler için de bu böyledir. Kur’ân’daki kavramlara ve hitaplara bu açıdan çok dikkat edilmelidir:

“İsrail oğullarından küfredenlere, Davud ve Meryem Oğlu İsa diliyle lanet edilmiştir. Bu, isyan etmeleri ve haddi aşmaları nedeniyledir.

Yapmakta oldukları münker (çirkin iş) lerden birbirlerini sakındırmıyorlardı. Yapmakta oldukları şey ne kötü idi!.”(5/78-79)

Bu nedenle bir ırkı, bir milleti toptan suçlu ve kötü olarak görmeden kaynaklanan bir düşmanlık anlamına gelen Anti-semit bir söylem yanlıştır, tehlikelidir. Bu konuda yapılacak provokasyonların tuzağına düşülmemelidir.

 II. Cihan harbinde anti- semit hareketlerden dolayı Yahudilerin, Siyonist Yahudilerin değil, Nazi-Faşist-Siyonist işbirliği sonucu maruz kaldıkları katliam insanlığın şuur altında nefret dolu bir öfkeyi yerleştirmiştir:

“Fransız vatandaşlarına yönelik 2002 yılına ait bir araştırma, araştırmaya katılanların yüzde 89’unun bir Yahudi ile birlikte yaşamayı göze alabildiğini; yüzde 97’sinin Anti-Semitist duvar yazısı yazmanın ciddi bir suç olduğuna inandığını; yüzde 87’sinin Fransız sinagoglarına saldırıları utanç verici bulduğunu ve Katolik adetlerine bağlı Fransızların yüzde 85’inin Yahudilerin iş ve finans dünyasında çok fazla etkisi olduğuna yönelik suçlamaları kabul etmediğini ortaya çıkarmıştır.”3

İşte bu şuuraltını iyi okuyan Siyonist lobiler, Yahudilerin maruz kaldıkları bu zulmü kullanmakta mahirlerdir. Siyonist politikaları uygulayan İsrail devletine ilişkin bir eleştirinin etkisini kırmak için anti-semitizmi bir silah olarak kullanıp bütün muhataplar bu silahla yıpratılmaktadır:

“... İsrail’in faaliyetlerini eleştiren veya İsrail yanlısı grupların ABD’nin Ortadoğu politikası üzerinde önemli etkileri -AIPAC’ın övdüğü bir etki- olduğunu söyleyen birinin Anti-Semitist / Yahudi düşmanı olarak etiketlendirilmesi ihtimali oldukça yüksektir. Gerçekten, İsrail medyasının kendisi dahi, Amerika’daki “Yahudi lobisi”nden bahsederken Anti-Semitist suçlamasına maruz kalma riskine sahiptir. Aslında lobinin kendisi sahip olduğu güçten dolayı övünmekte; ama bu duruma dikkat çeken birine saldırmaktadır. Anti-Semitizm hoş görülmediği ve sorumluluk sahibi herhangi bir kimse Anti-Semitist olarak suçlanmak istemeyeceği için, bu etkili bir taktiktir.”3

O nedenle ırkçılık anlamı taşıyacak tüm tutum, tavır ve söylemler yanlıştır; Siyonistlerin ekmeğine yağ süren söylem, davranış ve hareketlerdir. Anti Siyonistleri zora sokacak, Siyonistlerin işini kolaylaştıracak her türlü söz, fikir, düşünce ve davranıştan kaçınılmalıdır.

 İslam coğrafyasında bu incelik yakalanamadığı için körü körüne bir Yahudi düşmanlığı yapılmıştır. Bir kavim, millet genetik yapısından dolayı ne üstündür ne de aşağılıktır. Irklar, boylar ve milletler ilahî sünnetin bir gerçeği olarak vardırlar:

 “Ey insanlar, gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için siz halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Hiç şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, takvaca en ileride olanınızdır. Hiç şüphe yok Allah, bilendir, haber alandır.”(49/13)

“Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı (farklı ve değişik) olması da, O’nun ayetlerindendir. Hiç şüphe yok bunda, alimler için gerçekten ayetler vardır.”(30/22)

Siyonistler Yahudi düşmanlığının diri olmasını kendi stratejilerinin bir unsuru olarak görmekte ve de kullanmaktadırlar. Anti-Semitizmi bir fırsat olarak görmektedirler. Onun için Herzl; “Anti-Semitler bizim en emin dostlarımız, anti-semit ülkeler müttefiklerimiz haline gelecekler”8 demiştir.

Yahudilerin tümü Siyonist değildir. Siyonist ile Yahudi Siyonizm ile Yahudilik

arasındaki ayırıma yol boyu dikkat edilmelidir. Siyonistlerin yaptıkları çirkinlik, yanlışlık ve zulümler genelleştirilerek bir millete şamil kılınıp suçlanmamalıdır.

Siyonist olan Yahudilerle Siyonist olmayan Yahudiler arasında uygulanan politikalardan dolayı gittikçe derinleşen bir tezat vardır. Bu tezat iyi görülmelidir. Siyonistlerin yaptığı katliam ve zulümlerden dolayı tüm Yahudileri ve Yahudiliği sorumlu tutmak ve itham etmek yanlıştır. Söylemlerde bu ince çizgiye dikkat edilmelidir.

Siyonist Politikaların İflas Etmesi İçin Filistin, Lübnan, Afganistan ve Irak Direnişi Desteklenmelidir

Filistin, Lübnan, Afganistan ve Iraktaki direniş, güçlü bir şekilde devam ettiği sürece yukarıda söz konusu ettiğimiz tezatlar derinleşecek ve Siyonist cephede çok ciddi çatlamalar meydana gelecektir. Irakta ki direnişin bu kadar güçlü ve uzun sürmesi, ABD yönetimini ciddi bir şekilde yıprattığı gibi iç ihtilafları da körüklemiştir. Bu coğrafyada etnik ve mezhebi kavgalar önlenip direniş, şer ittifakına karşı bir bütün olarak yönlendirilmelidir. Bu noktada Müslümanlara düşen görev, Müslümanlar arasındaki her türlü ihtilafların çözümüne yardımcı olmak, tarafları provokasyonlara karşı ortak tavır almaya ikna etmek, hatta zorlamak olmalıdır:

“Mü’minlerden iki topluluk çarpışacak olursa, aralarını bulup-düzeltin. Şayet biri diğerine haksızlıkla-tecavüzde bulunacak olursa, artık, haksızlıkla-tecavüzde bulunanla, Allah’ın emrine dönünceye kadar savaşın; eğer sonunda (Allah’ın emrini kabul edip) dönerse, bu durumda adaletle aralarını bulun ve (her konuda) adil davranın. Şüphesiz Allah, adil olanları sever.

Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin ve Allah’tan korkup-sakının; umulur ki esirgenirsiniz.”(49/9-10)

Bunun için geçmişe takılıp kalmamak geçmişte vuku bulan olayları bugüne taşımamak geçmişi geçmişte bırakarak kin ve nefret duygularını kalbimizden söküp atmalıyız:

“Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla ve kalplerimizde iman etmiş olanlara karşı bir kin bırakma. Rabbimiz, gerçekten sen, çok şefkatlisin, çok esirgeyicisin.”(59/10)

İşte o zaman işgal çok kısa bir sürede son bulacak, hem orta doğuya hem de dünyaya barış ve huzur gelecektir.

Ekonomik Boykot

1.5 milyar Müslüman, ekonomik olarak çok büyük bir pazardır. Bu pazarda batının ürettiği bir çok mal, ürün tüketilmektedir. İsrail dahil İsrail’e destek veren tüm Batılı şirketlerin mallarına karşı yapılacak bir ekonomik boykot, Karikatür olayında olduğu gibi son derece etkili olacaktır. Uluslararası rekabet böyle bir ekonomik boykotun sonuçlarına katlanamaz. Bu, uluslar arası şirketlerin Siyonist İsrail’e bizzat baskı uygulamasına neden olacaktır.

Müslümanlar Arınarak İşbirlikçi Yönetimlere Son Vermelidir

Müslüman coğrafyanın yaşadığı bu zilletin ana nedenlerinden biri, halkı ile barışık olmayan ve batının işbirlikçisi durumunda ki yönetimlerdir. Bu yönetimler, kendi halkına düşmanca davrandığından halkının desteğinden yoksundur. Kendi halkının değerlerine yabancılaştığı için de hem politika üretememekte hem de dayanacak destekten mahrum oldukları için direnememektedir. Bu, onları korkak, daha aşırı işbirlikçi yapmaktadır:

“Gerçekten sizden olduklarına dair Allah adına yemin ederler. Oysa onlar sizden değildirler. Ancak onlar ödleri kopan bir topluluktur.”(9/56)

 Güç ve iktidarlarını halka dayanarak değil batıya yaslanarak devam ettirmeyi yeğlemektedirler:

“Onlar, mü’minleri bırakıp kâfirleri dostlar (veliler) edinirler. ‘Kuvvet ve onuru (izzeti) ‘ onların yanında mı arıyorlar? Şüphesiz, ‘bütün kuvvet ve onur,’ Allah’ındır.”(4/139)

“Kim izzeti istiyorsa, artık bütün izzet Allah’ındır. Güzel söz O’na yükselir, Salih amel de onu yükseltir. Kötülükleri tasarlayıp düzenleyenler ise; onlar için şiddetli bir azab vardır. Onların tasarladıkları ‘boşa çıkıp bozulur’”(35/10)

 Ne yazık ki bu davranışları ile de hiçbir tarafa yaranamamaktadırlar:

 “Arada bocalayıp dururlar. Ne onlarla, ne bunlarla. Allah kimi saptırırsa, artık sen ona yol bulamazsın.”(4/143)

 Zamanı geldiğinde kullanılmış, hiçbir işe yaramayan bir paçavra gibi fırlatılıp atılmaktadırlar. (Saddam örneğinde olduğu gibi)

Filistin, Lübnan, Irak ve Afganistan’da masum ve mazlumların kanlarının akmasında bu işbirlikçi yönetimlerin payı büyüktür. ABD-İngiltere- İsrail Şer ittifakının yaptığı işgal ve katliamlarla Pandora’nın kutusu açılmıştır. Yüzyıldır uyuşturulan, uyutulan bir halk, bir millet ve bir ümmet uyanmaktadır. Zalimlerin sonunun yıkım olduğu bilincindedir O nedenle ne zülüm yapma ne de zulme uğrama kararlılığındadır. Tüm insanlara tanık ve örnek olma sorumluluğu taşıdığı bilincindedirler:

“Allah adına gerektiği gibi cihad edin. O, sizleri seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklememiştir, atanız İbrahim’in dini(nde olduğu gibi) . O (Allah) bundan daha önce de, bunda (Kur’an’da) da sizi ‘Müslümanlar’ olarak isimlendirdi; peygamber sizin üzerinize şahid olsun, siz de insanlar üzerine şahidler olasınız diye. Artık dosdoğru namazı kılın, zekâtı verin ve Allah’a sarılın, sizin Mevlanız O’dur. İşte ne güzel mevla ve ne güzel yardımcı.”(22/78)

Dünyevileşme hastalığına yakalananların var olduğu bir ortamda Allah İktidarı Müslümanlara arındırma olmadan vermemektedir. İktidar arınmış olanların hakkıdır.

Allah rızası için insanlara şahit olma sorumluluğunu üstlenenleri ve bu uğurda mücadele edenleri Allah kalbinde hastalık olanlardan arındıracaktır ve de Arındırarak iktidar yapacaktır:

“Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri dönerse, Allah da yerine;

Kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği,

Müminlere karşı alçak gönüllü,

Kafirlere karşı ise güçlü ve onurlu,

Allah yolunda cihad eden ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayan bir kavim getirir.

Bu Allah’ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir.

Sizin dostunuz (veliniz) ancak; Allah, onun Resûlü rükû ediciler olarak namaz kılan ve zekatı veren müminlerdir.

Kim Allah’ı, O’nun Resulünü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah’ın taraftarlarıdır.” (5/ 54-56)

 Allah bu şahit topluluğa kurtuluş yollarını gösterecektir:

“Bizim uğrumuzda cihad edenlere, biz şüphesiz onlara yollarımızı gösteririz. Gerçek şu ki Allah, ihsan edenlerle beraberdir.”(29/69)

Sonuç

Hem Siyonistler arasındaki iç ihtilafları artırmak hem Siyonist olmayan Yahudileri Siyonist politikalara karşı çıkmasını sağlamak, hem de İnsanlıkla Siyonizm arasında ki tezadı derinleştirebilmek ve işbirlikçi yönetimlere son vermek için yalana dayanmayan, duygusal olmayan, uzun soluklu, kalıcı, gerçekçi bir mücadele şarttır.

Böyle bir mücadele kurulan tüm tuzakları parçalayacak ve insanlığın kurtuluşunu sağlayacaktır:

“Gerçek şu ki, onlar hileli-düzenler kurdular. Oysa onların düzenleri, dağları yerlerinden oynatacak da olsa, Allah katında onlara hazırlanmış düzen (kötü bir karşılık) vardır.” (14/46)

Ve

“Zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılaba uğrayıp-devrileceklerini pek yakında bileceklerdir.”(26/227)

Kaynaklar

1- Garaudy R., İsrail Mitler ve Terör, Pınar Yayınları, İstanbul, 1996: S:253

2-John J. Mearsheimer, Stephen M. Walt, ABD’nin Ortadoğu Politikası İsrail Lobisi

Tarafından mı Belirleniyor, Londan Review of Books, (Hamilton Jordan, Gizli Dosya, Kutu 34, Dosya “Dış Politika/İç Politika Memorandumları, HJ Memo, 6/77,” dosyalanmış 12 Haziran 1990.) S:27

3- John J. Mearsheimer, Stephen M. Walt, age. S: 30-40

4- John J. Mearsheimer, Stephen M. Walt, age. S: 7-10

5- Garaudy R., age, S: 172-173

6- Garaudy R., age, S: 190-210

7- John J. Mearsheimer, Stephen M. Walt, age. S: 20-25

8- Garaudy R., age. S:50-86

ŞER İTTİFAKI ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI İÇİN İKİ ANA EKSEN OLUŞTURMAYA ÇALIŞMAKTADIR

(Umran Dergisi)   Şer İttifakı (Siyonizm-ABD-İngiltere-İsrail, AB) 21. yüzyılı “dijital dönüşüm” yüzyılı olarak öngörmekte, bu nedenle “büyü...