(Umran Dergisi)
15 Temmuz askeri darbe girişimi ile ilgili
olarak “Kadife Darbeden
Askeri Darbeye-1: 11
Eylül İkiz Kuleler Provokasyonu İle Arap Baharı Karışımı Sosyolojik
Savaş Amaçlı Bir Askeri
Darbe Girişimi”(Ağustos
2016 Umran); “Kadife
Darbeden Askeri Darbeye-2: Üst Akıl/Dış Beyin
Siyonizm, İç Akıl/Beyin Masonluk, Taşeron Yapı
Gülen Hareketi”( Eylül 2016 Umran) isimli iki
yazı yazılmıştır. Bu yazılarda, darbenin genel özellikleri, amaçları ve sonuçları ile Darbeyi yapan beyin takımından Siyonizm ve Masonluk ele alınıp
değerlendirilmiştir.
15 Temmuz askeri darbe girişiminden sonraki
sürece bakıldığında, alınan tedbirlerin, Türkiye’yi
yeni bir sosyolojik ayrışma noktasına getirme tehlikesi söz konusudur. Bu nedenle burada, darbecilerin tasfiye edilmesi ile ilgili dikkat edilmesi
gereken bazı konular, ele alınacaktır.
“Açığa Alma, Tutuklama ve İhraç Etme” Kriterleri
Türkiye’de Gülen şantaj ve terör hareketi ile
ilgili yapılan temizlik operasyonları için Başbakan
Yıldırım, 01.08.2016 tarihinde, özel bir açıklama
yapmış ve süreçle ilgili
güzel bir yol haritası ortaya koymuştur:
“Açığa alınanlarla ilgili titiz bir çalışma yürütülüyor. İntikam duygusuyla değil, adaletle hareket
edeceğiz. Darbecilere hesap soracağız. …Burada
FETÖ’ye katılan, onlarla
birlikte hareket edenlerin tespitinde de kılı kırk
yaracağız. Bir sürek avına çıkmayacağız. Elimizdeki sağlam verilerle hareket edeceğiz. Yaşla kurunun birlikte yanmasına da asla izin vermeyeceğiz.
Bu çok titiz bir çalışma gerektiriyor. Bu dönemler
karambol dönemleridir. Birbirlerine karın ağrısı
olanlar piyasaya çıkar, haksızlığa neden olabilirler.
Onun için Başbakanlık’ta kriz merkezi kurduk,
bakanlıklarda kurullar oluşturuldu. Haksız yere
işlem görmüş olanlar olabilir, yoktur diye iddia
etmiyoruz. Onun için yeni baştan ele alınacak,
haklıyla haksız, suçluyla suçsuz ayırt edilecek. …
Sağlık Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, YÖK devreye girdi ve sistem tıkır tıkır işliyor. …Burada biz
ölçüyü şöyle koyuyoruz. 17- 25 Aralık’tan sonra
hala uyanmamış olanları masum kabul etmiyoruz.
17 Aralık buranın bir terör yapılanması olduğunun ortaya çıktığı tarihtir. Ondan sonra bunlara
verilen destek hiçbir şekilde masum görülemez ve
masum gibi muamele edilemez.”1
Bu açıklamadan yaklaşık bir ay sonra, 3 Eylül 2016’da, Başbakan Binalı Yıldırım, kamu kurum ve kuruluşlarında Gülen Hareketi mensupları tasfiye edilirken 17/25 Aralık tarihinin referans
alınacağını açıklamıştır. Yapılan açıklamaya göre,
bu tarihten sonra ilgili şahısların durumu, 16 kıstas göz önüne alınarak belirlenmektedir/belirlenecektir. “Açığa alma, tutuklama ve ihraçlar”da, göz
önüne alınan kriterler, aşağıda listelenmiştir2
:
1. 17/25 Aralık’tan sonra Bank Asya ve Paralel
Yapı’nın diğer şirketlerine parasal katkı sağlamak.
2. FETÖ’nün sendikaları ve derneklerinde yönetici veya üye olmak.
3. By Locak ve benzeri özel şifreli yazışma programını kullanmak.
4. Kimse Yok mu Derneği’ne bağışta bulunmak.
5. Emniyet ve MİT ve MASAK raporlarının olması.
6. Kapsamlı sosyal medya taraması.
7. Örgütün sivil toplum kuruluşları adı altında
sohbet ve toplantılarına katılmak.
8. Doğal akış dışında kısa sürede terfi etmiş veya
özel görevlere getirilmiş olmak.
9. Örgüte ‘’himmet’’ adı altında para aktarmak.
10.Güvenilir ihbarlar, ifade ve itiraflar bulunması.
11.Takip ettikleri sitelerin incelemesinden elde
edilen sonuçlar.
12.FETÖ üyesi şirketlerin normal olmayan işlemlerini yapmak, koruyup kollamak.
13.Yargıda ve emniyette örgüt lehine hareket ettiği tespit edilen kişiler arasında yer almak.
14.Paralel Yapı’nın ev ve yurtlarında kalanların
sonraki yıllarda gösterdiği davranışlar.
15.İşyerinde diğer çalışanlardan, tanıyan kişilerden elde edilen bilgiler.
16.Örgütün gazete, dergi aboneliği ve çocuğunu
okullarına göndermeyi 17/25 Aralık’tan sonra
sürdürmek.
Yukarıdaki kriterler, açığa alma, tutuklama ve
ihraç etme işlemleri başladıktan yaklaşık 40 gün
sonra açıklanmış kriterlerdir. 16 Temmuzdan 3
Eylül tarihine kadar açığa alma, tutuklama ve ihraç etmede hangi kriterler kullanıldığı belli değildir. Bu süre zarfında açığa alınmış, tutuklanmış
veya ihraç edilmiş insanların durumunun bir an
önce açıklığa kavuşturulması, tarihi bir sorumluluktur. Diğer taraftan, 16 Kriter içerisindeki bazı
kriterler, çok izafidir; verilecek kararlar, kişiden
kişiye bağlı olarak değişebilir. Nitekim pratik de
bunu doğrulamaktadır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “aşağısı ibadet, ortası ticaret, yukarısı ihanet” olarak tasvir ettiği bir
yapının tasfiyesinde, “ticaret ve ibadet erbabının”,
“ihanet erbabından” ayrılması ve bunun için çok
hassas davranılması gerekmektedir. Bunun için,
bir değil, iki kırılma noktası referans alınmalıdır:
1- 17-25 Aralık Maliye-Polis- Yargı Darbe Girişimi
2- 15 Temmuz Askeri Darbe Girişimi
Bu iki tarihi kırılma anı göz önüne alınırken,
şu üç noktaya, özellikle dikkat edilmelidir:
· 17-25 Aralık maliye-polis- yargı darbe girişimine kadar devlet ricalinin büyük bir kesiminin, Gülen Hareketi ile ilgili övgü dolu
sözler söylemesinin ve devlet imkânlarını,
özellikle, belediye imkânlarını tahsis etmelerinin etkileri
· Gülen hareketi tarafından inşa edilen
maliye-polis- yargı şantaj ve tehdit mekanizmasının varlığı ve bunun belli bir insan
unsuru üzerindeki etkileri
· “Tedbir olarak açığa alalım, tutuklayalım;
o, kendisinin masum olduğunu ispatlasın”
yaklaşımı.
15 Temmuz askeri darbe girişiminden sonra
Gülen terör ve şantaj hareketini desteklemiş olanların üzerine kesin bir şekilde gidilmelidir. Ancak, 17-25 Aralık maliye-polis- yargı darbe girişimi ile 15 Temmuz askeri darbe girişimi arasındaki dönemde, Gülen hareketi mensuplarının bir
kısmının, o günün şartları göz önüne alındığında, gelgitler yaşayabileceğine, kararsız kalabileceğine dikkat edilmelidir. Çocuklarını okullarından,
yurtlarından almamış/alamamış olabilir, kurban
yardımında bulunmuş olabilir. Bu dönemle ilgili
olarak çocuklarını Gülen hareketinin okullarında
okutmuş olmak veya onun yurtlarında kalmış olmak, temel kriterler zümresi içerisinde değerlendirilmemelidir. Yasal olarak hiçbir işleme tabı tutulmamış banka ile işlem yapmayı, yurt ve okullarda
bulunmayı, esaslı suçlayıcı bir unsur olarak görmemiş/görememiş olabilirler. O dönemin psikolojisi buna uygundu.
“Açığa Alma, Tutuklama ve İhraçlarda”
Teori ile Pratik Birbirini Tutmamaktadır
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konu ile ilgili değerlendirmesi, teori ile pratiğin uyumlu olmadığının en güzel göstergesidir. Yapılan açıklama hem
anlamlı, hem düşündürücü hem de üzücüdür:
“Şu var ki at izi, it izine karışmış vaziyette. ‘Ben
bir şey atayım da nasılsa tutar’ diyenler var. Bazıları böyle yapıyor. Özellikle yazılı ve görsel medya dünyasında bu çok var… Öyle yorumlar yapıyorlar ki suçladıkları o insanın bu işle hiç
alakası yok. Ama o insana o yaftayı yapıştırıyor. Bunlar doğru şeyler değil.
Bu tür yanlışlıklardan uzak durmak
lazım.”3
Pratik böyle olduğuna göre Başbakana ve Cumhurbaşkanına rağmen bu süreci, kim yönetiyor ve
listeler kim tarafından, nasıl ve hangi kriterlere göre hazırlanıyor?
Diğer taraftan
Cumhurbaşkanlığı
Kurumsal İletişim
Başkanı Mücahit
Küçükyılmaz, “15
yıldır tanıdığım,
‘o gece’ tankın önüne yatan, FETÖ düşmanı Oktay Kılıç’ın evi FETÖ’den aranıyorsa, bu operasyon ‘bize’ dönmüş demektir!” “Namaz kılanı Fetullahçı sanan, Meşveretçi, Yazıcı, Okuyucu, Nakşi,
Kadiri arasındaki farkı bilmeyen 28 Şubat’çılarla
FETÖ temizliği yapılamaz.”4
, tarzındaki açıklaması, mesaj dolu ve daha da anlamlıdır.
Öyleyse bütün bu şikâyetlere rağmen bu süreci, kim yönetiyor ve bu listeler kim tarafından, nasıl ve hangi kriterlere göre hazırlanıyor?
Başta Ahmet Taşgetiren olmak üzere birçok
köşe yazarının, yazılarında, adaletsizliğe, duyarsızlığa karşı feryat edip isyan etmeleri, tehlikenin
büyüklüğünü göstermesi açısından önemlidir.5
Sürece ilişkin çok anlamlı ve tüyleri diken diken eden bir açıklama, AK Parti İstanbul Milletvekili Metin Külünk tarafından yapılmıştır:
“İstanbul’da bir üniversitede bir fakültede herkes tarafından hakkında şehadet edilen, tarihçesi
de asla bu örgütle hiç ilişkisi olmayan bir öğretim
üyesini bir dekan sırf kendisine itiraz etti diye bu
alçak örgütün şemasına koymuş, adamcağızı tasfiye ettirmek istiyor. Bu zalimliktir, açıkça söylüyorum. Bahsettiğim fakültede bir öğretim üyesini sırf hoşuna gitmediği için bu listenin içerisine
dâhil eden dekanı uyarıyorum. …O adama yaptığın zulmü geri al! O adama yaptığın zulmü geri al!
Herkes etrafında şahit ki o adam asla bu örgütün
adamı değil, sen sırf senin hoşuna gitmediği için o
adamı bu listeye dâhil etmen zalimliktir.”6
Öyleyse, tekrar soruyoruz; bu süreci kim yönetiyor ve bu listeler, kim tarafından, nasıl ve hangi
kriterlere göre hazırlanıyor? Başbakan Yıldırım’ın
bahsettiği genel bir denetim mekanizması çalışmıyor mu?/çalıştırılmıyor mu?
Gülen Terör ve Şantaj Hareketi
Havuzuna Masum İnsanları Koymak
Yeni Bir Sosyal Fay Hattı İnşa Etmek Anlamına Gelir
Ülke sathında, “Açığa Alma, Tutuklama ve İhraç Etme” ile ilgili yapılanlara göz
attığımızda, “Gülenciler” listesi, aşağıdaki
insan unsurundan oluşmaktadır:
· Emniyet İstihbarat/Askeri İstihbarat/MİT’in
bilgi ve belge kapsamında gerçek Gülen
Hareketi mensupları olanlar. · Kifayetsiz muhterislerin bir makamı ya da
mevkii ele geçirmek için Gülen hareketi ile hiç
alakası olmayan ve fakat kendisine engel gördüklerini Gülenci olarak ihbar etmeleri ile açığa alınanlar.
· Geçmişte aralarında husumet bulunanların,
birbirlerini Gülenci olarak ihbar etmeleri ile
açığa alınanlar. Özellikle idarecilerin kin güttüğü kişileri, ilgileri olmadığı halde Gülenci olarak listelemesi.
· Bizzat Gülen Hareketi mensubu olanların, kendilerinden olmayan herkesi, kargaşa meydana
getirebilmek için Gülenci olarak ihbar etmeleri.
· Başta MOSSAD ve CIA olmak üzere yabancı istihbarat mensuplarının, kargaşa meydana getirebilmek için Gülenci olarak ihbar ettikleri kimseler.
· Geçmişte Gülen hareketine dâhil olmuş, yardım etmiş ve fakat 17-25 Aralık operasyonundan sonra ayrılmış ve bütün bağlarını koparmış olanların, hala daha Gülenci olarak kabul
edilmeleri ve fişlenmeleri.
· Geçmişte Gülen hareketine ait, dershane, okul
ve yurtlarda kalan ve fakat Gülen hareketi ile
hiç ilgisi olmayan gençlerin, çocukların ve onların ailelerinin Gülenci olarak kabul edilmeleri ve fişlenmeleri.
· 15 Temmuz 2016 tarihi itibariyle Gülen Hareketinin okullarında okuyan tüm gençlerin Gülenci olarak kabul edilmeleri ve fişlenmeleri.
· Ticari rakiplerin, birbirlerini Gülenci olarak
ihbar etmeleri.
· Birbiri ile küskün komşuların, akrabaların birbirlerini Gülenci olarak ihbar etmeleri.
· Psikopatların herkesi, Gülenci olarak ihbar etmeleri.
· Maliye-Polis-Yargı baskı ve şantaj kıskacında Gülen Hareketine yardıma ve hizmete mecbur bırakılan iş adamı ve bürokratlar.
· Aralarında husumet olan karı kocanın birbirlerini “paralelci”/ “FETÖ’cü” olarak ihbar etmeleri.
· Dost hayatı yaşayan eşlerin “paralelci”/
“FETÖ’cü” olarak birbirlerini ihbar etmeleri.
Bu liste, daha da genişletilebilir. Eğer tüm bu
insanlar, “Paralelci”/“FETÖ’cü”/ “Gülenci” havuzuna atılır ve aynı muameleye tabi tutulursa, Türkiye, büyük bir kaosa doğru sürüklenebilir. Kin ve
nefret ortalığı kasıp kavurabilir.
“Açığa Alma, Tutuklama ve İhraç Etme” Listeleri
Kim Tarafından ve Nasıl Hazırlanmaktadır?
Bu soruyu cevaplandırabilmek için şu soruların cevaplarının sağlıklı bir şekilde verilebilmesi
gerekmektedir:
1- 17-25 Aralık maliye-polis-yargı darbe girişiminden sonra devlet, Gülen şantaj ve terör örgütünün aslı elemanları ile ilgili hiçbir hazırlık
yapmamış mıdır?
2- Devlet eğer bir hazırlık yapmış ise Gülen Hareketinin aslı unsurlarına ilişkin her türlü sağlam
bilgi, belge elde mevcut olması gerekmez mi?
3- “Açığa Alma, Tutuklama ve İhraç listesinde”
yer alan ve suçlanan insan unsuru ile ilgili her
türlü bilgi ve belge varsa, buna uygun olarak
sorgulamalarının yapılması ve mahkemeye çıkarılmaları gerekmez mi?
4- Eğer devlet tarafından zamanında bu hazırlık
yapılmadıysa/yapılamadıysa, bunun sebebi
nedir?
Genel olarak şu söylenebilir/söylenmektedir:
MİT, emniyet istihbarat ve askeri istihbarat dâhil
devletin bütün birimlerine, Gülenciler sızmışlardı; o nedenle bir liste hazırlığına gidilememiştir.
Bu doğru olabilir. Ancak bugün bu tehlike, düne
nazaran gene mevcuttur. Kripto Gülenciler çok
iyi kamuflaj olmuş bir şekilde bugünkü listelerin
hazırlanmasında yer almış olabilirler. Ayrıca, listelerin hazırlanmasında darbenin iç beyni olan
Mason-Sabatayist olan ekip ve devletin kılcal
damarlarına sızmış olma ihtimali bulunan kripto CIA, MOSSAD, MI6 ve BND ajanları da etkili
olabilir.
Bu nedenle, elde sağlam bilgi, belge/delil olmadan insanlar hakkında acele ile karar verilmemeliydi/verilmemelidir.
Medyada yer alan ve açığa alınıp tutuklanan
ya da ihraç edilenlerin verdikleri bilgilere göre listeler, aşağıdaki unsurlar tarafından oluşturulmaktadır:
1- İstihbaratlar (MİT, Emniyet İstihbarat, Jandarma İstihbarat) tarafından hazırlanan listeler,
2- Bizzat idareciler tarafından hazırlanan listeler,
3- Bazı İdarecilerin amaçlı olarak oluşturdukları
“ideolojik taraflı komisyonlar” tarafından hazırlanan listeler,
4- Bazı idarecilerin adil olduklarına inandıkları
kişilerden oluşturdukları komisyonlar tarafından hazırlanan listeler.
5- Köşe yazarları tarafından sunulan listeler
6- Bazı STK’lar tarafından hazırlanıp sunulan listeler.
7- Siyasiler tarafından hazırlanan listeler
8- Yapılan İtiraflardan elde edilen listeler
9- İhbarlarla oluşturulan listeler
10- 1980 darbesinde darbecilere listeleri veren
karanlık merkezler!
Başka alternatifler de olabilir.
Pratiğe baktığımızda, listeler, merkezi ortak
kriterlere göre hazırlanmamaktadır. Listeleri hazırlayanlar, hazırlanan listelerde yer alan şahıslarla
ilgili gerekli belgeleri sunmamaktadır/sunamamaktadır.
Kişisel kanaatler, çok daha
etkili olmaktadır. İnsanlar
niçin açığa alındığını, niçin
ihraç edildiklerini ve hangi
belgelere dayanarak suçlandıklarını bilmemektedir ve
de öğrenememektedir. “Aksi
ispatlanmadıkça insanlar
masumdur”. “İddia makamı
iddiasını ispatlamak zorundadır.”:
Hz. Muhammed (s.); Delil
göstermek davacıya aittir; yemin ise davalıya aittir.”7
Delilsiz suçlamak ve karar vermek, toplumu kaosa
sürükleyecek bir süreci başlatabilir: “4931 Hz. Muhammed (s): İnsanların her iddia
ettikleri delilsiz şey verilseydi, bazı kimseler, bazılarının
kanlarını ve mallarını talep
ederlerdi. Ama yemin etmek
davalıya aittir”8
Doğudaki Erzurum Atatürk Üniversitesi’ndeki uygulama ve göz önüne alınan kriterler ile Batıdaki 18 Mart Çanakkale
Üniversitesi’ndeki uygulama ve kriterler aynı mı?
İzlenen yol, gösterilen hassasiyet aynı mı? İdeolojik farklılıklar işin içine girmekte midir? Komisyonlar ideolojik olarak mı kuruluyor?
Alt birimlerde hazırlanan listeler, merkezi bir
komisyondan geçmekte midir? Nihai karar vericiler alt birimler mi? Listelere giren insanların savunmaları alınıp Mahkemeye çıkarılmayacaklar
mı? Savunmaları alınmadan, mahkemeye çıkarılmadan ihraç etmek, “Yargısız İnfaz” değil mi?
Yoksa “Adalet mülkün temeli” olmaktan çıkarıldı
mı? Medyada yer alan şikâyetlerden sürecin, merkezi bir denetime tabi tutularak yürütülmediği,
birimden birime, bölgeden bölgeye, üniversiteden
üniversiteye çok ciddi farklılıkların olduğu anlaşılmaktadır.
“Tedbir Olarak Açığa Alalım, Tutuklayalım;
O, Kendisinin Masum Olduğunu İspatlasın”
Şu denebilir/denmektedir: “Bir darbe ortamındayız
tehlike çok büyüktür, yeni
bir askeri darbe olabilir. Masum olup mağdur olanlar,
%3-%10 gibi bir orandır; bu
da normaldir.” Tehlikenin
büyük olduğuna katılıyorum.
Ancak masum insanları mağdur etmek, İlahi adalet uygun
değildir.
Masum insanların, “terör
örgütü üyesi” iddiası ile açığa
alınması ve/veya tutuklanması, basite indirgenecek bir
konu değildir. Yarın aklanmış
olsa bile her şeyden önce fişlenmiş, sosyal çevresi tarafından tehlikeli görülüp dışlanmıştır/dışlanacaktır. Süreçten
beraat etmiş/aklanmış olarak
çıkmış olsa bile sicilinde, bir
terör örgütü üyesi iması daima bulunacak, her başvurduğu işte ya da yapacağı işte,
her güvenlik araştırmasında,
bu durum karşısına çıkacaktır. Yol boyu derin bir travma
yaşayacaktır. Adalete ve devlete olan güveni yıkılacaktır. O nedenle sağlam
deliller olmadan, kanaatler veya mesnetsiz ihbarlar üzerinden insanların açığa alınması ve tutuklanması yoluna gidilmemelidir. O nedenle herkes
Allah’ın huzurundaki yüce mahkemeyi düşünerek
konuşmalı ve sorumlu davranmalıdır:
“9793 Hz. Peygamber (s.): Kendine nasıl muamele edilmesini istersen insanlara öyle muamele et”.9
İdeolojik Hareketlerde Dört İnsan Unsuru
İdeolojik hareketlerin tümünde “sempatizan”,
“taraftar”, “aza” ve “kadrolar” olmak üzere dört
farklı insan unsuru mevcuttur. Sempatizanlar, harekete sempati duyar, takdir etmekle yetinir fakat
fiiliyatta yokturlar. Taraftarların, hareket ile organik
bağları yoktur, fakat keyfi olarak maddi ve manevi
kısmi yardımlarda bulunabilirler. Bazı faaliyetlere
de iştirak edebilirler. Azalar, hayatını davasına adamış, vakfetmiş insanlardır. Tüm hayatlarını, inandıkları davaya göre planlarlar. Kadrolar ise azalar
içinden çıkan yönetici ekiplerdir.
Gülen hareketi için Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın,
“aşağısı ibadet, ortası ticaret, yukarısı ihanet içinde”
diye yaptığı tanımlama, yukarıdaki dört grup insanı ihtiva etmektedir. Gülen şantaj ve terör örgütünün “ihanet grubu”, azalar ve kadrolardır. İbadet ve
ticaret grubu, sempatizan ve taraftarlardır. Medyaya yansıyan şekliyle, ihanet grubunun kahir ekseriyeti, 15 Temmuz askeri darbe girişiminden önce;
geri kalanların bir kısmı da, darbenin hemen ardından yurt dışına kaçmışlardır. Dolayısıyla Gülen Hareketinin sempatizan ve taraftarları ile azaların bir
kısmı, bugün ülke içerisinde bulunmaktadır. Bugün yürütülen operasyonlarda “açığa alınan, tutuklanan ve ihraç edilenler” içinde Gülen Hareketinin
sempatizanları, taraftarları ile azalarının bir kısmı
ve Gülen hareketi ile hiç alakası olmayan insanlar
yer almaktadır.
Eğer aza olanlarla taraftar, sempatizan ve Gülen
Hareketi ile hiç alakası olmayanları, taraftar olanlarla sempatizan ve Gülen Hareketi ile hiç alakası
olmayanları ve sempatizan olanlarla Gülen Hareketi ile hiç alakası olmayanları ayırt edecek bir kriter,
bir mekanizma bulunmaz ise, bir çok insanın canı
yanacaktır. Sosyolojik ayrışma çok farklı zeminlere kayacaktır. O nedenle azalar ve kadrolar, cezalandırılmalı; sempatizan ve taraftarlar kazanılmalıdır. Gülen Hareketi ile ilgisi olmayanlar bir an önce
ayıklanarak listelerden çıkarılmalıdır.
İki Davacı, Hz. Davud ve Yargısız Karar
Hz. Davud, gençlik yıllarında Talut’un ordusunda Calut’a karşı savaşmak üzere yer almış ve düşman komutanı Calut’u öldürmüştür (2 Bakara 249-
251). Allah, Hz. Davud’a, daha sonra, “mülk/iktidar”, “hikmet”, “hitabet gücü” ve “Kitap vermiştir”, Zebur, (4 Nisa 163; 17 İsra 55; 38 Sad 18-20).
Hz. Davud’un düzenli zikir yapması ve yaptığı zikre, “dağların ve kuşların iştirak etmiş olması, ona
has bir özelliktir (34 Sebe 10, 38 Sad 18-19). Hz.
Davud’a, “demir madenini işleme, şekillendirme”
(“askeri zırh yapma”), güç ve yeteneği de verilmiştir (34 Sebe 10-11).
Peygamber ve hükümdar olan Hz. Davud, ibadet ve zikir ile meşgulken, her türlü güvenlik duvarını aşarak yanına girebilen (38 Sâd 21) iki kişiyi,
karşısında görünce tedirgin olmuştur:
“Davud’(un yanın)’a girdiklerinde, o, onlardan
ürkmüştü; onlar dediler ki: “Korkma, iki davacıyız,
birimiz diğerimize haksızlıkta bulundu. Şimdi sen
aramızda hak ile hükmet, kararında zulme sapma ve
bizi doğru yolun ortasına yöneltip-ilet.” (38 Sâd 22).
Calut gibi bir zalimi, gençliğinde öldürebilen
bir kahraman olan Hz. Davud, çok yüksek güvenlik duvarını aşıp yanına gelebilen bu iki yabancıdan “korkmuştur”/ “telaşlanmıştır”. Belki de yanına nasıl ulaşabildiklerinin şokunu yaşamıştır. Buradan çıkarılabilecek önemli bir ders, hiç kimse,
gücü, kuvveti ne olursa olsun kendini mutlak güvende hissetmemelidir. “Barış dönemlerinin geçici
dönemler olduğunu unutmamalıdır.” Gururlanmamalı, kibirlenmemelidir. “Artık bundan sonra bu
ülkede darbe olmaz diyenler”, “kafanızdan komploları atın”, ”siz hâlâ oralarda mısınız diyenler”, hiç
beklenmedik bir anda başlayan Taksim Gezi Parkı olaylarını ve beraberinde gelen kadife darbe sürecini ve 15 Temmuz ihanet hareketini, bu açıdan
bir kez daha değerlendirip kendi muhasebelerini
iyi yapmalıdırlar.
“İki davacı” olduğunu söyleyenler, aralarındaki davanın ne olduğunu söylemeden, “birimiz diğerimize haksızlıkta bulundu” (38 Sâd 22) diyerek; “hak ile hükmetmesini”, “zulme sapmamasını”, “kendilerini doğru yolun ortasına yöneltip iletmesini” Hz. Davud’dan istemişlerdir. Bu ifadeleri
ile bu iki yabancı, sıradan insan olmayıp çok özel
özellikleri olan iki şahıs olmalıdır. Çünkü kullandıkları ifadelerle, adeta, Hz. Davud’u uyarmakta,
yol göstermekte, eğitmekte ve de imtihan etmektedirler. Aralarındaki meseleyi, bu ifadelerden sonra
açıklamaktadırlar:
“Bu benim kardeşimdir, doksan dokuz koyunu
vardır, benimse bir tek koyunum var. Buna rağmen
“Onu da benim payıma (koyunlarıma) kat” dedi ve
bana konuşma (tarzın) da üstün geldi.” (38 Sâd 23).
Ayete göre gelen iki yabancı, birbirinin “kardeşidir”. Kardeşlerden birinin “99, diğerinin tek bir
koyunu vardır”. Dava konusunu anlatan, tek koyunu olan kardeştir. 99 koyunu olan kardeş, tek
koyunu olan kardeşinden, bu tek koyunu da almak istemiş ve onu konuşma tarzı ile de etkilemiştir.
Tek koyunu olan kardeşin meseleyi, Hz. Davud’a
getirmiş olmasından, kardeşinin kararından tam
emin olamadığı ve kararsızlık yaşadığı anlaşılmaktadır.
Hz. Davud, tek koyun sahibi olan kardeşin
dava konusu ile ilgili bu açıklamasından sonra, 99
koyun sahibini dinlemeden, kararını verip hemen
açıklamaktadır:
“(Davud) Dedi ki: “Andolsun senin koyununu,
kendi koyunlarına (katmak) istemekle sana zulmetmiştir.
Doğrusu, (emek ve mali güçlerini) birleştirip
katan (ortak)lardan çoğu, birbirlerine karşı tecavüz ederler; ancak iman edip de salih amellerde
bulunanlar başka. Onlar da ne kadar azdır.”…(38
Sâd 24).
38 Sâd 24. ayetinden konumuzla ilgili aşağıdaki hükümleri çıkarmak mümkündür:
1- Malı gücü çok yüksek olanların, malı gücü zayıf olanların servetlerini ellerinden almak istemeleri zulümdür. Dolayısıyla tekelleşme, kartelleşme, gayrı İslami bir ekonomik uygulama
olup zulüm mekanizmasıdır.
Bugün, küresel sermaye ile işbirliği içerisinde
olan “İstanbul Sermayesi”/”İstanbul Dukalığı”,
“Anadolu sermayesini” yok etmek istemektedir. 15 Temmuz İhanet Hareketinin böyle bir
boyutu da vardı. Dolayısıyla şu an ki uygulamaların, bu amaca hizmet edip etmediğine
dikkat edilmelidir.
2- Ayette geçen “halitlardan” ifadesi, sadece “ticari ortak” olmayıp “bir toplum içinde yaşayan
insanlar, dostlar, kardeşler, arkadaşlar, yoldaşlar manasına” da gelmektedir.10 Dolayısıyla bir
toplum içerisinde var olan insanlar, genel olarak , “birbirlerinin haklarına tecavüz ederler”.
Ancak bu genel tutum ve tavır içerisinde bulunmayan, böyle bir tavır sergilemeyenler, “iman
edip de sâlih amellerde bulunanlardır.” Ancak “onlar da toplum içerisinde çok azdırlar”.
3- Hz. Davud, davalılardan birini dinlemiş; diğerine hiçbir şey sormadan, ona konuşma fırsatı
vermeden, iddia sahibinin doğru söyleyip söylemediğini araştırmadan, delil istemeden, acele ile kararını vererek açıklamıştır.
Hz. Davud, hükmünü verdikten sonra, iki davalının durumunun ne olduğu ve ne tepki verdikleri
açık değildir. Hz. Davud’un kararından sonra olağan dışı bir şeylerin meydana geldiği söylenebilir.
Nitekim olağan dışı bir şey olmuş olmalı ki ayetin
devamında; “Davud, gerçekten bizim onu denemeden geçirdiğimizi sandı, böylece Rabbinden bağışlanma diledi ve rükû ederek yere kapandı ve (bize
gönülden) yönelip-döndü.” (38 Sâd 24) denmektedir. Seyyid Kutub’a göre; “Muhakemenin bu safhasında o iki şahıs gözden kaybolmuşlardır. Bunlar Hz. Davud’u denemek için gelen iki melekti”11.
Taksim Gezi Parkı olayları ile fiilen başlamış
olan Kadife darbe süreci, başta siyasi iktidar olmak üzere, genel olarak tüm toplumun, özel olarak da dini hassasiyeti yüksek olan tüm camiaların
çok özel bir imtihanıdır. Adaletle, hakla, hukukla,
şefkat ve merhametle olan bir imtihanı.
Hz. Davud iki davalı ile kendisinin bir imtihana tabi tutulduğunu ve yargılamada yanlış bir yol
izlediğini anlayarak bağışlanma dilemiş olması;
Allah’ın da, “Böylece onu bağışladık.” (38 Sâd 25)
demiş olması, Hz. Davud’un yanlış yaptığının bir
göstergesidir. Nitekim devamında gelen ayet, Hz.
Davud’a, karar vermede, izlemesi gereken yolu
göstermektedir:
“Ey Davud, gerçek şu ki, biz seni yeryüzünde bir
halife kıldık. Öyleyse insanlar arasında hak ile hükmet, istek ve tutkulara (hevâya) uyma; sonra seni
Allah’ın yolundan saptırır. Şüphesiz Allah’ın yolundan sapanlar, hesap gününü unutmalarından dolayı onlar için şiddetli bir azab vardır.” ( 38 Sâd 26).
Ayette; 1- Yeryüzünde bir halife olarak “İnsanlar arasında hak ile hükmetmesi” emredilmekte,
2- “Hevaya uyduğu takdirde “Allah’ın yolundan
sapacağı” konusunda uyarılmakta, 3- Allah’ın yolundan sapmanın an nedeninin, “hesap gününü
unutma” olduğu belirtilmekte, 4- Hesap gününü
unutup hevaya uyup Allah yolundan sapanlar için
“şiddetli bir azabın olduğu” hatırlatılarak Hz. Davud, ikaz edilmektedir.
“İki davalı” meselesi ile ilgili ayetlerinde devamında, “gökyüzü, yeryüzü ve ikisi arasında bulunan şeylerin batıl olarak yaratılmadığına” ilişkin
daha genel ilahi bir kanuniyete vurgu yapılmaktadır (38 Sâd 27). Bunun anlamı, Kâinatta hak
ve batıl düzleminde, adalet merkezli bir düzenin
var olduğudur. Dolayısıyla yapılan işlerde, verilen
kararlarda, bu düzeni bozacak hiçbir şey yapılmamalıdır. Ayete göre bu düzeni, “iman edip salih
amellerde bulunanlar” korur; diğerleri ise, ifsad
eder. (38 Sâd 28).
Bugün millet olarak çekilmek istenilen sosyolojik kaostan bu ülkeyi kurtarabilecek olanlar,
“iman edip salih amellerde bulunanlar”dır. Bugün
bu insan unsuru, sürece, daha aktif olarak müdahil olmalıdır.
İki Davalı Kıssasının son ayetinde muhatap, Hz.
Muhammed (s.) olup kendisine indirilen Kur’ân
ayetleri üzerinde; “temiz akıl sahiplerinin”, “düşünmesi” ve “öğüt almaları” gerektiği belirtilmektedir (38 Sâd 29).
“Kavga Eden İki Adam”,
Hz. Musa ve “Yargısız İnfaz”
Hz. Musa, Kur’ân’da kendisinden en çok bahsedilen peygamberlerden biridir. Doğumundan
ölümüne kadar olan zamanda, son derece önemli, düşündürücü ve ibret dolu bir mücadele hayatı
vardır. Nitekim Kuran; “Musa olayında da düşündürücü ayetler vardır.” (51 Zariyat 38) diyerek bu
noktaya özel vurgu yapmaktadır. Burada amacımız,
Hz. Musa’nın bütün mücadelesini ele alıp değerlendirmek değildir. Gençlik döneminin belli bir
evresine kadar sarayda büyüyen ve yaşayan Hz.
Musa’nın, sokakta kavga eden iki adama rastladığı
zaman, başına gelen olay, bizim konumuzla ilgili
olduğu için ele alınıp incelenecektir. Kur’ân, olaya
yer vermeden önce, “erginlik çağına/”yiğitlik çağına” ulaşıp olgunlaşmış olan Hz. Musa’ya Allah’ın
“hüküm, hikmet” ve “ilim vererek” ödüllendirdiğini
belirtmektedir (28 Kasas 14).
Bundan sonraki ayette ise şehre inen Hz.
Musa’nın şehirde kavga eden, birisi kendi kavminden, İsrailoğulları’ndan, diğeri de, Firavun’un
kavminden, Kıptilerden olan iki kişinin kavgasına
müdahale ettiği ifade edilmektedir:
“(Musa,) Halkının haberi olmadığı bir zamanda
şehre girdi, orda kavga etmekte olan iki adam buldu;
bu kendi taraftarlarından, şu da düşmanlarından.
Derken taraftarlarından olan, düşmanlarından olana karşı ondan yardım istedi.
Bunun üzerine ona bir
yumruk attı ve işini bitiriverdi.” (28 Kasas 15).
Kendisine ilim, hikmet ve hüküm verilmiş olan
Hz. Musa’nın ilk yapması gereken iş, tarafları ayırıp, tarafları dinlemek, sonra da kararını açıklayıp
gereğini yapmak şeklinde bir arabuluculuk/hakemlik yapmak olmalıydı. Ayete göre, Hz. Musa, böyle
davranmadı; hiçbir sorgulama yapmadan, kendi
kavminden olana yardım ederek Kıpti’yi bir yumrukla öldürmüştür. Yanı “yargısız infaz” etmiştir.
İlim, hikmet ve hüküm sahibi olan Hz. Musa,
bir an için, muhtemelen, her türlü zulme karşı duyduğu isyanın etkisi, İsrail oğullarının maruz kaldığı
zulme karşı duyduğu öfkenin ve “heyecanlı kişiliğinin” tesiri altında kalarak yanlış bir tutum, tavır ve
davranış sergilemiştir.
Hz. Musa, yaptığı davranışın yanlış olduğunu
hemen anlamış ve “Sonra da: “Bu şeytanın işindendir; o, gerçekten açıkça saptırıcı bir düşmandır”
(28 Kasas 15)demiştir. Dahası, yaptığı bu hatadan
dolayı; “Rabbim, gerçek şu ki, ben kendi nefsime
zulmettim, artık beni bağışla.” diyerek Allah’tan af
dilemiştir(28 Kasas 16). Allah’ta onu bağışlamıştır
(28 Kasas 16).
Allah’ın kendisini bağışlaması üzerine, Allah’a “Rabbim, bana verdiğin nimetler adına,
artık suçlu-günahkârlara destekçi olmayacağım.”
(28 Kasas 17) sözünü vermiştir.
Bugün 15 Temmuz Askeri darbe Girişimi ihanet
hareketi sonrasında darbecilerle ilgili başlatılan temizlik operasyonlarında, “Açığa Alma, Tutuklama
ve İhraçla” ilgili işlemlerde, Hz. Musa gibi davranılmakta, gerekli belge, delil ortaya konmadan,
muhataplar yargılanmadan öfke ile cezalandırma
yapılabilmektedir. Bu kararları verip uygulayanlar,
“kendi nefislerine zulmetmekte; muhatap şahıslara da yargısız infaz uygulamaktadırlar. Ancak daha
sonraları, “açığa alma, tutuklama ve ihraçla” ilgili
işlemlerde Başbakan ve Cumhurbaşkanı, “at izi it
izine karışmıştır” diyerek hata yapıldığını ifade etmişlerdir. Tıpkı Hz. Musa’nın birinci günkü kavgada takındığı tavırdan dolayı hata yaptığını söylemesi gibi.
Bir gün önce Hz. Musa’dan yardım isteyen, kendi kavminden olan şahıs, bir başka Kıpti ile kavga
ederken gene Hz. Musa’dan yardım istemiştir:
“Böylece şehirde korku içinde (çevreyi) gözetleyerek sabahladı. Derken, bir de baktı ki, dün
kendisinden yardım isteyen (kişi, bugün de) kendisine yardım için bağırıyor. Musa, ona dedi ki: “Sen
gerçekten açıkça bir azgınsın.” (28 Kasas 18)
İlim, hikmet ve hüküm sahibi olan Hz. Musa,
yanlış bir iş yaptığını kendine itiraf etmiş ve bunun için Allah’tan bağışlanma istemiş; bağışlandıktan sonra da Allah’a “suçlu-günahkârlara destekçi olmayacağına” dair söz vermiş birisi olarak,
ertesi gün, «Sen gerçekten açıkça bir azgınsın.”
dediği, aynı “suçlu-günahkâra” gene “destekçi olmağa” kalkmıştır ( 28 Kasas 19). Bunun üzerine,
Kıptilerden olan Şahıs, “Ey Musa, dün birini öldürdüğün gibi, bugün de beni mi öldürmek istiyorsun? Sen yeryüzünde yalnızca bir zorba olmak istiyorsun, ıslah edicilerden olmak/ ara buluculardan olmak istemiyorsun.” uyarısında bulunarak
yaptığı işin, adeta “yargısız infaz” olduğunu, “zorbalık olduğunu” hatırlatmak istemiştir.
Ne yazık ki 15 Temmuz askeri darbe girişimi
ihanet hareketi sonrasında darbecilerle ilgili başlatılan temizlik operasyonlarında, “açığa alma, tutuklama ve ihraçla” ilgili işlemlerde hata yapıldığı söylenmiş olmasına rağmen, Hz. Musa’nın yaptığı gibi, gene aynı hataların yapılmasına devam
edilmektedir.
Hz. Musa, ikinci gün de karıştığı olayın devamını getirememiştir. Çünkü birinci gün öldürdüğü adamdan dolayı sarayda kendisi hakkında
ölüm kararı vermek üzere bir toplantı yapıldığı
haberi kendisine ulaşmıştır. Haberci şehri terk etmesinin yararlı olacağını ona söylemiştir:
“Şehrin öbür yakasından bir adam koşarak gelip dedi ki: “Ey Musa, önde gelenler, seni öldürmek konusunda aralarında görüşmektedirler, artık sen çık git; gerçekten ben sana öğüt verenlerdenim.” (28 Kasas 20)
15 Temmuz İhanet hareketi, sadece sürecin
bir parçasıdır; süreç devam etmektedir. Ana amaç,
yeni sosyolojik fay hatları inşa ederek Türkiye’yi
sosyolojik olarak bölmektir, Suriyeleştirmektir.
Sosyolojik savaşın etkileri anında değil, yıllar sonra görülebilir, yavaş ve tedricidir. Farkına varıldığı zaman da “Kurbağa haşlanmış” ve iş bitmiştir.
Siyası iktidar, yeniden yapılanma yaparken
kendi başına hareket etmemeli, farklı siyasi görüşleri, daha da önemlisi milletin, gönüllü kuruluşların/STK’ların görüşlerini almalıdır. Gizli sosyolojik savaş ajanlarına karşı teyakkuz halinde olmalıdır.
Bu süreçte, iyi niyetle ortaya konan her karşı
görüşü, düşmanlık ve hainlik olarak görmek, nitelendirmek ve suçlamak yanlıştır, tehlikelidir. Lütfen durun ve söz söyleyenleri dinleyin ve söylenenler üzerinde tefekkür edin.
Ne Yapılmalıydı, Ne Yapılmalıdır?
“Açığa alma, tutuklama ve ihraç listelerinde” kaba hatları ile 1- Elinde silah olan Güvenlik Mensupları(asker, polis, istihbaratçı),
2-Yargı Mensupları( hâkim, savcı), 3- Eğitim
Camiası(öğretmenler, akademisyenler), 4- Devletin Kritik Kurumlarında olan personel, 5- Devletin Kritik olmayan Kurumlarındaki personel, 6- Değişik STK üyeleri ve 7- özel sektör
mensupları(mahalle esnafı, patronlar ve yöneticiler) yer almaktadır.
Bunlardan darbeye fiilen iştirak ettiği belgelenmiş her kim varsa tutuklu olarak yargılanmalıdır. Fiilen darbeye iştirak etmemiş, “makul şüpheli” konumundaki silahlı polis-asker-istihbarat elemanlarını tedbir olarak açığa alarak ya da tutuklayarak etkisiz hale getirip sonra yargılamak doğru
ve adil bir yaklaşımdır. Ancak bu sınıftaki insanları, mahkemeye çıkartmadan ihraç etmek adil değildir. Elinde silah olmayan yargı mensuplarını ve
kritik kurumlardaki personeli, karar verme süreçlerinde etkili olabilecekleri için, öncelikle “merkez valileri” gibi kızağa çekerek, karar verme süreçlerinde etkisiz hale getirmek, sonra da yargılamak, gerekmektedir. Elinde silah olmayan akademisyenleri, öğretmenleri ve diğer sivil devlet görevlilerini ise tedbir olarak her türlü idari görevden almak; ancak diğer görevlerine devam etmesini sağlamak daha uygundur. Bunlar hakkında sağlam deliller elde edildiğinde de, yargının önüne
mutlaka çıkarılmalıdır.
Sonuç: Allah’a ve Ahiret’e İman Eden,“Temiz Akıl” ve
“Salih Amel Sahiplerinin” Sorumluluğu
Bugün, 15 Temmuz ihanet hareketi sonrasında “açığa alma, tutuklama ve ihraç etme” ile ilgili
tutulan yol ve yaklaşım ile Hz. Davud’un iki kardeşle ilgili yargılama sürecindeki yaklaşımı ve Hz.
Musa’nın kavga eden iki adamla ilgili takındığı tavır arasında bir örtüşme mevcuttur.
15 Temmuz ihanet hareketi sonrasında, 2400
civarında akademisyen, binlerce öğretmen ve memur, genel olarak, istisnaları olabilir, Hz. Davud’un
“iki davalı”, Hz. Musa’nın “iki kavga eden adam” olayında olduğu gibi, suçlananlara hiçbir şey sorulmadan, savunma hakkı verilmeden, yargı önüne çıkarılmadan, hatta ve hatta ne ile suçlandıkları
gerektiği gibi izah edilmeden, herkese gönderilen
tek tip yazıya göre, MİT, istihbarat raporları ve
idari amirlerin görüşlerine dayanılarak, üniversitelerden ve çeşitli devlet dairelerinden ihraç edilmişlerdir. Açığa alınan akademisyenlerin ve diğer
devlet memurlarının durumunun ne olacağı şu an
için belli değildir.
İzlenen bu yol, yanlıştır ve “yargısız infazdır”. Bu, iyi bir gelenek oluşturmayacaktır. Bugün
OHAL’e dayanılarak yapılan birçok uygulama, gelecekte, hep örnek alınacaktır. Müslüman camia,
İstiklal Mahkemeleri ve Takrir-i Sükûn kanunu
uygulamalarını yıllarca tenkit etmiştir. 28 Şubat
Postmodern darbe döneminde yaşananlar unutulmamalıdır.
Öyleyse, Ey Allah’a ve ahirete iman
eden “temiz akıl” ve “salih amel sahipleri” sorumluluğunuzu yerine getirin.
38 Sâd 26. ayetinde, sadece bir siyasal partinin, cemaatin, tarikatın, mezhebin ya da bir dinin
veya bir kavmin mensupları arasında hak ile hükmedilmesi istenmemektedir; tüm insanlar arasında hak ile hükmedilmesi istenmektedir. Hak ile
hükmedilmesi konusuna ateistler de, komünistler
de, dinsizler de dâhildir.
Kendilerine ilim, hikmet ve hüküm verilmiş olan Hz. Davud ve Hz. Musa, yukarıda ifade edilen hataları yapabiliyorsa; bugünkü liderler de, hata yapabilir; hata yapma ihtimalleri çok
çok daha yüksektir. Bugünkü liderlere hatırlatma
yaparak yardımcı olmak, Allah’a ve ahirete iman
eden, “temiz akıl” ve “salih amel sahiplerinin” sorumluluğudur.
Adaletsizlik, beraberinde kaosu getirir; kanı
getirir:
5862 - İbn Abbas (r.a.): “Bir kavimde devlet
malından hırsızlık zuhur ederse, Allah o kavmin
kalplerine korku atar….Bir kavim, ölçü ve tartılarda hile yaparsa Allah ondan rızkı keser. Bir
kavmin (mahkemelerinde) ha ksız yere hükümler
verilirse, o kavimde mutlaka kan yaygınlaşır. Bir
kavim ahdinden dönüp gadre yer verirse, Allah onlara mutlaka düşmanlarını musallat eder.” (Muvatta, Cihâd 26, (2, 460).)
7170 - İbn Ömer (r.a.): “Resûlüllah (s.) yanımıza gelip şöyle buyurdular: “Ey muhacirler! Beş
şey vardır, onlarla imtihan olacağınız zaman artık
cemiyette hiçbir hayır kalmamıştır:
l) Zina… 2) Ölçü-tartıda hile… 3) Zekât vermemek… 4) Ahdin bozulması… 5) Kitabullah’la
hükmetmeyi terk: Hangi milletin imamları
Kitabullah’la ameli terk ederek Allah’ın indirdiği hükümlerden işlerine gelenleri seçerlerse, Allah
onları kendi aralarında savaştırır.”
Öyleyse; adalet yoksa barış da olmayacaktır.
O nedenle yapılması gereken iş; “Ey iman edenler, adil şahitler olarak Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adil olun. O, takvaya daha yakındır. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah,
yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.” (5 Maide 8) ayetinin şuurunda olarak hareket etmektir.
Öyleyse, Ey Allah’a ve Ahirete iman eden “temiz akıl” ve “salih amel sahipleri” sorumluluğunuzu yerine getirin.
Hak ile hükmetmeyip, hevâ ve hevese uymak,
“Hesap gününü unutmanın bir sonucu ortaya çıkan bir sapmadır; “Allah’a ve Resûlü’ne ihanet etmek” demektir (8 Enfal 27).
Öyleyse; “Ey iman edenler, hepiniz topluca
İslam’a girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin.” (2
Bakara 208)
Öyleyse; “Ey iman edenler, Allah’a, Resûlü’ne,
Resulü’ne indirdiği Kitab’a ve bundan önce indirdiği kitaba iman edin…” (4 Nisa 136).
Henüz vakit varken; yarın çok geç olabilir.