28 Ekim 2016 Cuma

İslâm Coğrafyasını Kasıp Kavuran Fitne – 3: FİTNEYE TABI TUTULMUŞ SEMUD KAVMİNİN AKİBETİNDEN ÇIKARILACAK DERSLER

 (Milli Gazete)

Bu yazı serisinde, ümmetin içinde bulunduğu kaos, Kur’an’da çok anlamlı ve çok önemli bir “anahtar/odak kavram” olan “Fitne” kavramı çerçevesinde değerlendirilmekte, dersler çıkarılmakta ve tekliflerde bulunulmaktadır.

Geçen iki yazıda fitne kavramının “anlam alanı” (semantik alanı) ve fitne kavramının dört boyutu ele alıp incelenmiştir. Burada, Allah tarafından fitne kavramı kapsamında imtihana tabi tutulmuş olan Semud Kavminin durumu ele alınıp incelenecektir.

SEMUD KAVMİ

Hz. Salih’in peygamber olarak gönderildiği Semûd kavmi, Arabistan’ın kuzey-batı kısmında yer alan, günümüzde el-Hicr denilen bölgede-Hicaz ile Şam arasında- yaşamış, Arabistan’ın Âd›dan sonra en yaygın kavmi olarak bilinen eski bir Arap kavmidir (1-3).

Kur’an Semud Kavminden, Âd kavminden sonra, hemen hemen aynı coğrafi bölgenin “ovalarında”, “bahçelerinde, pınar başlarında, salkımları sarkmış hurmalıklar arasında güven içinde yaşayan”, “konaklar yapan” ve “dağları ustalıkla yontarak evler yapabilen”, “yeryüzünde sağlamca yerleştirilen”, Allah tarafından nimetlendirilen bir kavim olarak bahseder (7/74; 26/141-152). Yalnız su kaynakları kıt olan bir bölgede yaşamaktadır (4). 

Kur’an’da Semud kavminin geçtiği ayetlere göre, Semud kavminin iki temel özelliği vardır. Birincisi halk, Müstekbir ve mustazaf olarak iki ana sınıfa ayrılmış ve müstekbirler, mustazaflara zulmetmektedirler (7/75-76; 11/62). İkincisi, Semud kavminin çeteleşmiş olması ve toplum içinde “Dokuz Farklı Çetenin”/”Dokuzlu Çetenin” (27 Neml 48) var olmasıdır. Ayette geçen “Tis’atü Reht” kelimesinin anlamlandırılmasında, müfessirler arasında ihtilaf vardır. Bir kısmı kelimeyi “dokuz farklı çete” olarak anlamlandırırken bir kısmı da bu kelimeyi, “dokuz kişilik özel bir çete” olarak yorumlamışlardır (5,6). En doğrusunu Allah bilir.

Semud kavminin ismi, Kur’an’da, 7/73-79; 11/61-68; 26/141-159; 27/45-53; 54/23-31; 91/11-15; 14/9; 22/42; 25/38; 38/13; 40/31; 41/13, 17; 50/12; 51/43-45; 69/4, 5; 85/18 ayetlerinde yer almaktadır. Bu ayetlerin analizinden Semud kavminin fitne kavramı kapsamında imtihana tabı tutulma sebeplerini ve sonuçlarını öğrenebilmekteyiz.

Allah’ı ilah ve rab olarak kabul etmemekten kaynaklanan aşırı sınıfsallaşma, çeteleşme, lüks ve israf içerisinde yaşama ve kirlenmeden dolayı Allah, Hz. Salih’i, Semud kavmini uyarmak ve doğru yola getirmek üzere göndermiştir. 

GENEL OLARAK TOPLUMLARIN İMTİHAN EDİLMESİ

Peygamberlerin yoluna tabi olanlarla İblis-Tağut’un yoluna tabi olanların birbirinden ayrılması, arındırılması, saflarının berraklaştırılarak cennet veya cehenneme yollanması ile ilgili ilahi denklemde genel bir imtihan sistemi mevcuttur. Kur’an’da imtihana tabı tutulan birçok kavmin ismi geçmekte ve imtihan sonuçları açıklanmaktadır (14/9; 22/42; 25/38; 38/13; 40/31; 41/13, 17; 50/12; 51/43-45; 69/4, 5; 85/17-8). Ancak bunlardan Semûd kavminin, İsrâiloğullarının, Firavun’un kavminin ve Hz. Musa’nın kavminin imtihan edilmesi ile ilgili kullanılan kavram, diğerlerinden ayrı olarak Fitne kelimesidir. Bu dört kavimle ilgili çok geniş anlamı olan fitne kelimesinin kullanılmasının özel bir yönü olması gerekmektedir. 

Peygamberler, kirlenmenin yaygınlaşıp tefessüh boyutuna geldiği, zulmün yaygınlaştığı, sömürü çarkında mağdur ve mazlumların ezildiği dönemlerde insanlığa gönderilmektedir. Peygamberlerin amacı, kalbi, nefsi, gönlü şirk bataklığında kirlenmiş, yolunu şaşırmış olan insanlığın, şirk bataklığından kurtarılarak arındırılması, sıratı müstakime çıkarılarak Allah’ın rızasına uygun bir hayatı yaşamasını sağlamaktır. O nedenle tüm peygamberler şirke savaş açmışlar Allah’tan başka ilah ve rab olmadığına, ibadetin yalnız ve yalnız Allah’a yapılmasına davet ederek işe başlamışlardır. Bu davetle de toplumların imtihanı başlamıştır.

SEMUD KAVMİNİN TABİ TUTULDUĞU İMTİHAN

Semud kavmine peygamber olarak gönderilen Hz. Salih, kavmini, “Allah’tan başkasına kulluk yapmamaya”, “ibadet etmemeye”, “Allah’tan başkasını Rab ve İlah olarak kabul etmemeye”, “Allah’tan sakınmaya”, “yeryüzünde bozgunculuk yapmamaya” davet etmiştir (7/73; 27/45; 11/61; 26/141-152). Ancak Hz. Salih’in yaptığı bu çağrıya, kavminin “refahtan şımarıp azan önde gelenleri” karşı çıkmışlardır (14/9; 41/13, 17). Hz. Salih’in daveti karşısında toplum, “birbiriyle çekişen, düşman iki zümreye ayrılmıştır” (27/45).

Semud kavmi içerisinde meydana gelen bu kamplaşmada, “Refahtan Şımarıp Azan Önde Gelenleri” İle “Dokuz Farklı Çete”/”Dokuzlu Çete”, Hz. Salih ve ona iman edenleri, “atalarının yolundan ayrılmakla” suçlayıp onlara fiziki ve psikolojik baskı uygulamaya başlamışlardır (7/75-76; 11/62; 26/153-154; 54/24-25). Hz. Salih’in “büyülenmiş olduğunu” ileri sürerek peygamber olduğuna dair “delili getirmesini” istemişlerdir (7/73-77; 26/153-154). 

Allah, onlara, kıt olan su kaynaklarını kendileri ile paylaşacak olan çok özel bir deveyi delil olarak göndermiştir. Allah; Semud kavminin sahip olduğu kıt su kaynaklarını, “deve ile nöbetleşe kullanacaklarını” ve “otlaklarda devenin rahat bir şekilde otlayacağını”, “ona zarar vermemelerini, zarar verdikleri takdirde acıklı bir azapla cezalandırılacaklarını”, Semud kavmine bildirmiştir (54/27-29; 7/73-77; 11/63-65; 26/155-157; 91/13-14).

Ayetlerden anlaşıldığı kadar, delil olarak gönderilen deve, olağanüstü özelliklere sahiptir. Bu olağanüstülük, su ve otlakların paylaşımı açısından Semud kavminin aleyhine olan bir olağanüstülüktür. Semud kavmi için çok önemli stratejik bir madde olan kıt suyun, deve ile Semud kavmi arasında nöbetleşe kullanılması, Semud kavminin karşı karşıya kaldığı imtihanın büyüklüğünün bir ölçüsü olup bu durum, fitne kavramı ile ifade edilmektedir. Bir deve ile su ve otlakları paylaşmak, ateşle imtihan edilmek demektir. Böylelikle “halisini sahtesinden ayırmak için altını potaya atıp eritmek, bir şeyi arıtmak” (fitne) bağlamında toplum saflaştırılarak ayrıştırılmak istenmiştir (3). 

Ancak Semud kavmi, Allah’ın deve ile ilgili koyduğu kurallara/hukuka uymamış; Allah’ın gönderdiği “deveyi, öldürerek” Allah’a isyan etmiştir (7/73, 77; 26/155-157; 54/29; 91/13-14; 91/13-14). Semud kavmi, bununla da yetinmeyerek Hz. Salih’e “Ey Salih, eğer gerçekten Allah’ın elçilerinden biriysen, haydi getir şu bizi korkutup durduğun azabı!” (7/73, 77) diyerek meydan okumuştur. Allah’ın azabının gelmesini, Allah’ın elçisi olmanın bir delili olarak görmeleri, kendileri için sonun başlangıcı olmuştur. 

Semud kavminin imtihanı için fitne kelimesinin kullanılmasının bir diğer sebebi, Semud kavmi içerisinde meydana gelen çeteleşme olabilir. İbni Kesir’e göre bu çete/çeteler, sadece topluma baskı yapmakla kalmamakta aynı zamanda da iş ve ticarette ahlaksızlığın öncülüğünü yapmaktadırlar. Ticarette para birimi olarak kullanılan altın ve gümüşü, “kenarlarından kırparak” hırsızlık yapmaktadırlar (6). Bu hırsızlar şebekesi, Hz. Salih’in getirdiği değer sisteminin kendi düzenlerini bozacağını gördükleri için Hz. Salih’i öldürmeye karar vermişlerdir:

“Biz gece ona ve ailesine baskın verelim, sonra da onun dostuna, ailesinin yok edilişinde bulunmadık, şüphesiz biz doğru söylüyoruz, diyelim” diye aralarında Allah’a yemin ettiler.” (27/49).

Önce deveyi öldürmeleri, sonra da Hz. Salih’i öldürmeye kalkmalarından dolayı Allah, Semud Kavmine, “üç gün mühlet vermiştir” (11/63-65). Sonra da, “suçlarından dolayı onların üzerine katmerli bir azap indirmiş”, onları “yerle bir eden” “bir tek çığlık” göndererek “ağıldaki çalı çırpı olan kuru ot haline çevirmiştir” ( 51/43-45; 54/31; 91/13-14). 

Böylelikle kurdukları tuzaklar, Allah tarafından tarumar edilip sonları, gelecek nesiller için bir ibret ve ders konusu olmuştur:

“Onlar bir düzen kurdular. Biz fark ettirmeden düzenlerini bozduk. 

Hilelerinin sonunun nasıl olduğuna bir bak! Biz onları ve kavimlerini, hepsini, yerle bir ettik. İşte, haksızlıklarına karşılık çökmüş bulunan evleri! Bunda, bilen bir millet için şüphesiz, ders vardır.” (27/50-52)

SONUÇ: 15 TEMMUZ İHANET HAREKETİ SONRASINDA TÂBİ TUTULDUĞUMUZ FİTNENİN (İMTİHAN) BİR BOYUTU

Dini bir söylemle ortaya çıkan Gülen hareketi zamanla şer ittifakının (ABD-İsrail-İngiltere-Siyonizm) kontrolüne girerek bir taşeron örgüt haline gelmiştir. Devlet ricalinin kendilerine ödül verip ödül almasından yararlanarak, devletin değişik kademelerine (özellikle, üniversite, maliye, polis, yargı, ordu) yerleşmişlerdir. Maliye-polis-yargı-ordu düzleminde oluşturdukları tehdit-şantaj-çete mekanizması ile hâkim oldukları her yerde, kendilerinden başkalarına tuzak kurarak, şantaj yaparak yok etmeye çalışmışlar; hukuklarını çiğnemişler, mal ve makamlarına “kanunen ve cebren” ortak olmuşlardır. 

Semud kavminin “refahtan şımarıp azan önde gelenlerinin” “su nimetini ve otlakları”, Allah’ın gönderdiği deve ile paylaşmamaları gibi bunlar da, bulundukları her yerde, Allah’ın hiçbir nimetini, Allah’ın kullarından hiç kimseyle, özellikle de Müslüman kimliklilerle, hiçbir şekilde paylaşmak istememişlerdir. “İki Davalı Kıssasında” olduğu gibi, Başkalarının “bir koyununu” kendilerinde var olan “99 koyuna katmak” için şantaj ve tehdide başvurmuşlardır (38 Sad 24). Bulundukları her yerde “İnsanlar arasında hak ile hükmetmemişler”, “hevaya uyarak Allah’ın yolundan sapmışlar” ve de saptırmışlardır (38 Sad 26). “Güç zehirlenmesine” uğramışlardır.

Bütün bunlarla yetinmeyip tıpkı Semud kavmindeki “Dokuz Çete” gibi (27/49) 15 Temmuz Gecesi, ani bir Askeri darbe girişimi ile Türkiye’ye el koymak istemişlerdir. Sonra da “Dokuz Çete”nin, “Onun dostuna, ailesinin yok edilişinde bulunmadık, şüphesiz biz doğru söylüyoruz”, dedikleri gibi bunlar da, “bu darbe girişimi ile bizim herhangi bir ilişkimiz yok” demektedirler. 

Onlar o gece “Dokuz Çete”nin yaptığı gibi bu millete bir tuzak kurmuştu, “Allah da onlara bir tuzak kurmuştu” (27/50-52; 14/46); fakat onlar, bunun farkında değillerdi.

Semud kavminin helak edilmesi ile ilgili bir ayette “Bunda, bilen bir millet/toplum için şüphesiz, ders vardır.”(27/52) denmektedir. Semud kavmini ve Gülen tehdit-şantaj-çeteleşme hareketini göz önüne aldığımızda; bunların her ikisi de, fitne sistemine/İmtihana tabı tutulmuştu. Gerekli dersi alamadıkları için helak olmuşlardır. O nedenle 15 Temmuz ihanet hareketinden Müslümanlar gerekli dersleri çıkarabilmelidir. Bu yazının konusu ile ilgili olarak çıkarılabilecek dersler şunlar olabilir:

* Gülen hareketinden doğan boşluğu doldurmak aşk ve şevkiyle, hiç kimse ve hiçbir yapı, başkaları için iftira, dedikodu mekanizmasını çalıştırmamalı; tuzak kurmamalıdır.

* Genel olarak herkesin, özel olarak da farklı cemaat, hareket, tarikat, teşkilat ve parti mensuplarının (ister dindar isterse dinsiz olsunlar, ister ayık isterse sarhoş olsunlar) güç ve kuvvetleri ne olursa olsun, hepsinin hak ve hukuklarını korumak esas olmalıdır.

* Nimet ve külfet adil bir şekilde paylaşılmalıdır. Bu noktada, “Bizden olan ve olmayan” ayırımı yapılmamalıdır.

* “Yeryüzünü ıslah etmeyip, bozgunculuk yapan beyinsizlerin emirlerine itaat” edilmemelidir (26/152).

* “Yeryüzünde bozgunculuk yapıp karışıklığa yol” açılmamalıdır (7/74).

* “Hak ile hükmedilip hevaya uyulmamalıdır” (38/26)

* Adalet ölçü olmalı, yargısız infaz yapılmamalıdır. 

* Ve;

* “Ey iman edenler, adil şahidler olarak Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah›tan korkup-sakının.” (5 Maide 8).

HENÜZ VAKİT VARKEN; YARIN ÇOK GEÇ OLABİLİR.

Kaynaklar

1- Mevdûdî, Tefhîmü›l-Kur›ûn, İstanbul; II, 55.

2- Esed,M., Kur›an Mesajı, III, 929.

3- Keskin, H., Kur’an’da Fitne Kavramı, Rağbet Yayınları, Konya, s:198.

4- Yazır, E.H. Hak Dini Kuran Dili, Azim Dağıtım, İstanbul, C: 4, S: 551,

5- Yazır, E.H., Hak Dini Kuran Dili, Azim Dağıtım, İstanbul, C: 6, S: 147.

6- İbni Kesir, Hadislerle Kuranı Kerimin Tefsiri, Çağrı Yayınları, İstanbul, C:11, S: 6159.

 

21 Ekim 2016 Cuma

İslâm Coğrafyasını Kasıp Kavuran Fitne - 2:

 (Milli Gazete)

Bu yazı serisinde, ümmetin içinde bulunduğu kaos, Kur’an’da çok anlamlı ve çok önemli bir “anahtar/odak kavram” olan “Fitne” kavramı çerçevesinde değerlendirilecek, dersler çıkarılacak ve tekliflerde bulunulacaktır.

Geçen sayıda fitne kavramının “anlam alanı” (semantik alanı) incelenmiştir. Burada, fitne kavramının dört boyutunu ele alıp inceleyeceğiz. 

FİTNE KAVRAMININ DÖRT BOYUTU

Özü yakmak olan fitne kelimesi, çok geniş anlamlı bir kavram olup, genel olarak sıkıntılı, meşakkatli şartlarla bağlantılı olarak kullanılmaktadır. Fitne kelimesi, “hâlisini sahtesinden ayırmak için altını potaya atıp eritmek, bir şeyi arıtmak, madeni ateşte eritmek, bir şeyi ateşte eritmek, yanmak, yakmak, bir kimseye dininden ve görüşünden dönmesi için işkence etmek, bir şeyi denemek, sınayarak öğrenmek, sınamak için güç, zor ve sıkıntılı işlere maruz bırakmak, bir kimseyi sıkıntıya uğratmak, birini ayartmak, azdırmak, baştan çıkarmak, kandırmak, saptırmak; kişiyi üzerinde olduğu durumdan uzaklaştırmak, bir şeyi ortadan kaldırmak, kişiyi hedefinden uzaklaştırmak, düşünce ve inançlarından vazgeçirmek; dalâlete düşmek, bir şeyden çok hoşlanmak; bir şeye aşırı düşkün ve tutkun olmak; âşık olmak, birini büyülemek, birinin aklını başından almak, gönlünü çalmak, aklını çelmek, insanı ne yapacağını bilemeyecek derecede şaşkına çevirmek, döndürmek, deneme ve tecrübe etme, imtihan, belâ, kötülük yönünden ayartma, mihnet, azap, iğva, kışkırtma, azdırma, baştan çıkarma, zulüm, baskı, ayrılık, nifak, karışıklık, kargaşa, iç savaş, kanlı çarpışma, ihtilaf, çekişme, birbirine düşme, kardeş kavgası” anlamlarını ihtiva etmektedir. (1-4).

Fitne ve türevleri Kur’an’da ise genel olarak; “İmtihan, deneme, sınama”; “baskı, zulüm, işkence”; “sapma, saptırma ve ayartma”; “fesat, kargaşa, karışıklık çıkarma”; “belâ ve musibet”; “azap”; “delilik” anlamlarında kullanılmaktadır. (1-6) 

Kur’an’da fitne kelimesi; Allah, insan ve şeytanla alâkalı olarak üç varlık alanı ile ilgili kullanılmaktadır. Üç varlıkla ilgili kullanıldığında fitnenin çok geniş olan anlam kümesi, kullanıldığı varlıkla ilgili olarak genel anlam kümesinin bir alt anlam kümesi olarak sınırlandırılmaktadır. Bu durumda fitne kelimesi; Allah’a nispet edildiği zaman “lehlerine ya da aleyhlerine olmak üzere, kulların iyi ya da kötü şeylerle denenmeleri”, “imtihan edilmeleri”, “beşerden kaynaklandığı zaman, “her türlü kötülük”, “ayartma”, “manevi çöküntüye uğramaları”, “baskı”, “dînî-siyasî, sosyal kargaşa ve kaos” ve şeytandan kaynaklandığı zaman da “saptırma” anlamına gelmektedir (1,2). 

Fitne kelimesinin gerek sözlük anlamları, gerek Kur’an’da geçen anlamları ve gerekse ıstılahı anlamı göz önüne alındığında fitne kelimesi, Allah, insan, şeytan ve değişik imtihan konularının yer aldığı dört boyutlu bir uzayda, her boyutu birbiri ile bağlantılı bir “anlam alanı” oluşturmaktadır.

Fitne kavramının anlam alanının dört boyutlu bir yapı olduğunu göz önüne aldığımızda fitne sistemini, şöyle formüle edebiliriz:

İmtihan eden: Allah

İmtihan edilen: İnsan

İmtihan konuları/araçları: Nimetler ve külfetler

İmtihanda saptırıcı, kafa karıştırıcı unsurlar: İblis, cin ve “insan şeytanları” 

İmtihan sonucu: Ödül ve ceza

Fitnenin son bulması: Tüm dünyanın İslâmlaştırılması (2 Bakara 193, 8 Enfal 39, 72-73).

FİTNE KAVRAMININ ALLAH BOYUTU: ALLAH’IN İMTİHAN ETMESİ

Genel olarak imtihan, “kabiliyeti ölçmek için yapılan yoklama”, “kişinin mânevi direnme gücünü ortaya koyan zor durum” anlamına geldiğine göre, Allah’a nispet edilen fitne kelimesi, ödül ve ceza için bir arındırma, ayrıştırma mekanizmasıdır. Kur›an›da da, en çok bu anlamda kullanılmaktadır(1).

İnsanlık, değişik fitnelerle sürekli ve karmaşık bir denemeye tâbi tutularak, tekâmüle doğru yol alması istenmektedir. Ayrık otlarının, zehirli unsurların, hastalıklı yapıların arındırılarak, ayrıştırılarak insanlığın tekâmül etmesi, olgunlaştırılması, daha sağlıklı ve sıhhatli bir yapıya kavuşturulması ve bu imtihan karşısında takındığı tutum ve tavra göre ödüllendirilmesi için fitne bir sistem olarak ortaya konmuştur. Bu imtihan, bazen nimetle, bazen de külfetle gerçekleştirilmektedir. 

Allah, her şeyi bir kanuniyete göre yaratmıştır. Sünnetüllah diye isimlendirilen bu ilâhî yasa, değişmezdir (17 İsra 77; 33 Ahzâb 38; 48 Fetih 23). Kâinattaki her şey ve her canlı bu yasaya tâbidir. Fitne sistemi, bu genel sistem içerisinde, Sünnetullah’a tâbi insanların arındırılması, ayrıştırılması ve bu arındırma ve ayrıştırmanın sonucuna göre ödüllendirilmesi ile ilgili özel bir alt sistem, özel bir alt yasa olarak var kılınmıştır: 

“Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan etmekteyiz ve siz bize döndürüleceksiniz.” (21 Enbiya 35).

İmtihan bir ayrıştırma olduğuna göre imtihanın şartları; “Andolsun, biz sizi bir parça korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele.” (2 Bakara 155) ayetinde belirtildiği gibi, insan için özel anlam ve ağırlığı olan, sevgiyle bağlandığı, sevdiği onun için fedakârlık ettiği, hatta hayatını ortaya koyduğu alan ve konularla ilgilidir. İnsanın tâbi tutulduğu imtihan mal, mülk, makam, rızk, evlat, eş, dost, akraba, kavim, sağlık, ölüm, hastalık, musibet, yokluk, düşman tasallutu gibi hem nimet, hem de külfet şeklinde ortaya çıkmaktadır. Fitne kapsamında insanın tâbi tutulduğu/tutulacağı alan ya da konuların bilinmesi ve göz önüne alınması, imtihanın başarılabilmesi için önemlidir. 

FİTNENİN İMTİHAN EDİLEN BOYUTU: İNSANLAR

Tevhid dinine göre, bu dünya - öteki dünya denkleminde; bu dünya, öteki dünyanın tarlası olarak vardır. Dolayısıyla bu dünyada, insanların yapıp ettiklerinin karşılığında öteki dünyada gidip yaşayacağı mekân, ya cennet, ya da cehennemdir. İşte İlâhi denklemde, Sünnetullah’da, fitne sistemi, bir yol ayırımı olup, iman edenle etmeyeni, samimi olanla olmayanı, sebat edenle etmeyeni, dürüst olanla olmayanı, zalimle mazlumu, âdil olanla zalim olanı, Hak ile batılı, doğru ile yanlışı, temiz ile pisi, hak yolda olanla olmayanı, ihlaslı olanla olmayanı, kalbinde hastalık olanla olmayanı, dünyevileşenle dünyevileşmeyeni, muttaki olanla olmayanı, saf altınla cürufu/posayı birbirinden ayıran bir kavşak noktasıdır. Bu ayrıştırılma işleminde şeytan, katalizor olarak kullanılmaktadır.

Peygamber olsun olmasın, iman etmiş olsun ya da olmasın tarih boyu herkes bu temel yasaya tâbi olmuştur ve tâbi olacaktır (2 Bakara 214; 3 Âl-i İmran 142; 29 Ankebut 2-5). İmtihan, insan iradesinin test edilmesidir; insanın özgür iradesi ile yapacağı/yaptığı bir tercihle alâkalı olarak tâbi tutulacağı ödül ve ceza sisteminin açığa çıkmasıdır. Allah, her türlü alternatifi yaratandır. İnsan ise yaratılanlar arasında tercih yapandır (3Âl-i İmrân 265; 4 Nisa 79; 30 Rûm 41; 42 Şura 30). O nedenle, hikmeti farklı olmakla beraber peygamberler dâhil herkes bu sisteme tâbidir. 

Bu çerçevede Kur’an ayetleri incelendiğinde, Âlemlerin Rabbi olan Allah, Peygamberlerinden aşağıya insana doğru bir arındırma sistemi ortaya koymuştur. Buna göre Kur’an’da yer aldığı şekliyle, fitne sisteminde, imtihana tâbi olanları aşağıdaki gibi tasnif edebiliriz:

İnsanların imtihan edilmesi

Genel olarak tüm insanların imtihan edilmesi

Özel olarak Müminlerin imtihan edilmesi 

Özel olarak Kâfirlerin imtihan edilmesi 

Peygamberlerin imtihan edilmesi 

Hz. Davut (38 Sad 24-25)

Hz. Süleyman (38 Sad 34-39)

Hz. İbrahim ( Bakara 124)

Hz. Musa (20 Taha 40; 28 Kasas 14-28)

Bazı Toplumların İmtihan Edilmesi 

Semûd kavminin imtihan edilmesi

İsrâiloğullarının imtihan edilmesi

Firavun’un kavminin imtihan edilmesi

Hz. Musa’nın kavminin imtihan edilmesi

DİN KAVRAMININ ALTI BOYUTU

Din, İslâmî terminolojide anahtar/odak kavramlardan birisidir. Din kelimesi, dil yönünden incelendiğinde; baş eğmek, itaat etmek, hakkını almak, ödünç almak, borç almak, borç vermek, adet edinmek, baş eğdirmek, zorlamak, hesaba çekmek, idare etmek, ceza veya mükâfat vermek ve hizmet etmek gibi anlamları bulunmaktadır (3, 4, 7, 8). Kur’ân-ı Kerim’de dinin bütün bu anlamları birbiri ile bağlantılı kullanılmakta ve 6 boyutlu bir yapı tanımlanmaktadır: 

1. Yüce egemenlik sahibinden gelen üstünlük ve galibiyet: Allah.

2. Yüksek hâkim otoriteden gelen değerler sistemi: Tevhidî Değer Sistemi.

3. Yüksek hâkim otoriteden gelen değerler sistemi çerçevesinde fıtrat üzerine inşa edilen ‘fikrî ve amelî nizam’.

4. Yüksek egemenlik sahibinin verdiklerine karşı ‘kendini borçlu hissedip boyun eğmek’, ‘O’na itaat etmek’, ‘tapınmak’, ‘hizmetkârlık yapmak’.

5. Yüksek otorite sahibinden gelen değerler sistemini benimseyip, hayata aktaran insan topluluğu: ‘Millet’/‘Ümmet’.

6. Yüksek otorite tarafından vazedilen nizama uymaya ve ihlâsla bağlanmaya karşılık bu yüksek otoritenin verdiği “mükâfat veya karşı gelmek sebebiyle isyan etmeğe verdiği ceza”: Cennet, Cehennem.

Kur’ân-ı Kerim’de Din kelimesinin bu anlam boyutları ayrı ayrı kullanıldığı gibi, altı anlamı bir arada olacak şekilde de kullanılmaktadır (1/1-7; 3 Âli İmran 19,64, 85, 110; 5 Maide 44-51; 8 Enfal 39; 9 Tevbe 29-33; 16/36; 21/92, 93; 36/60, 61; 40 Mümin 26; 10 Yunus, 104-106; 110 Nasr 1-3)(7). 

Kur’an’da Tevhid dini, bu altı boyutu ile tanımlanmaktadır. Hz. Peygamber Tevbe sûresinin 31. Âyetini okuyup aşağıdaki şekilde yorumlarken, din kelimesindeki 6 anlamın nasıl bir bütünlük içerisinde olduğunun da güzel bir örneğini vermiştir: “Aslında onlar(Hristiyanlar), bunlara (ruhbanlarına) tapınmadılar, ancak bunlar (Allah’ın haram ettiği bir şeyi) kendileri için helâl kılınca hemen helâl addediverdiler, (Allah’ın helâl kıldığı bir şeyi de) kendilerine haram edince hemen haram addediverdiler.” (9)

Dolayısıyla bu altı boyuttan herhangi birinin inkârı, reddi, önemsiz kılınması; dini, tevhid dini olmaktan çıkarmakta, şirk dini/seküler din haline dönüştürmektedir. Dini, sadece Allah ile kul arasında namaz, oruç, hac, zekât, dua ve zikir boyutlu olarak tanımlayıp onu, ferdin kalbine, vicdanına, evine ya da mabedine hapsetmek, bireysel hayattan toplumsal hayata, ekonomik hayattan ceza hukukuna kadar her alandan tasfiye etmek, günlük hayatın her sahasını tanzim etmesine karşı çıkmak, tevhid dinini parçalayıp yeni bir din inşa etmek demektir. Böyle bir din, seküler din olup, Kur’an’a göre şirk dinidir.

SONUÇ: 15 TEMMUZ İHANET HAREKETİ SONRASINDA TÂBİ TUTULDUĞUMUZ FİTNENİN (İMTİHAN) BİR BOYUTU

15 Temmuz İhanet Hareketi sonrasında, Şer ittifakının (ABD-İsrail-İngiltere-Siyonizm) bir taşeron örgüt olarak kullandığı Gülen Hareketi bahane edilerek dine ve dindara cemaat ve tarikatlar üzerinden üstü kapalı, dolaylı bir savaş açılmıştır. Bu savaşta yürütülen psikolojik harekâtın ana konusu; laik ve seküler bir düzenin ne kadar doğru ve elzem olduğudur. Bu psikolojik harekâta göre; din, Allah ile kul arasında sadece ibadet boyutlu bir olgu olup, kişinin vicdanında, evinde ve mescidinde yaşamalı; sosyal hayatı tanzim etmeye kalkmamalıdır. 

Bu şekilde tanımlanan din, şirk dinidir; Kur’an ve Sünnetin tanımladığı tevhidî dinin parçalanmasıdır. 

15 Temmuz sonrasında yoğun psikolojik baskı altında kalan Müslümanların karşı karşıya kaldığı fitne (imtihan, deneme); laik-seküler bir hayat tarzını kabul edip etmeyecekleri ile ilgilidir.

Kaynaklar

1- Keskin, H., Kur’an’da Fitne Kavramı, Rağbet Yayınları.

2- Akyüz, V., Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi, İstanbul, 1998, s: 311-339.

3- Ünal A., Kur’an’da Temel kavramlar, Beyan yayınları, İstanbul, 1990, s: 295-302, 122-132.

4- Öztürk, Y.N., Kur’an’ın Temel kavramları, Yeni Boyut, İstanbul, 1991 s: 137-140, 86-92.

5- Ragıb el İsfahani, Müfredat,( Çeviri), Pınar Yayınları, İstanbul, 2007.

6- Yazır M.H.E., Hak Dini Kur’an Dili, Azim Dağıtım, İstanbul, cilt I, II, IV, . 

7- Mevdudi, Kur’an’ın Dört Temel Terimi, Özgün Yayıncılık, İstanbul, 1999, S:123-137

8- Attas N., İslâm ve Laisizm, Pınar Yayınları, İstanbul, 2002, S: 69-99

9- Tirmizî, Tefsir, Berâe, (3094).

 

14 Ekim 2016 Cuma

İSLAM COĞRAFYASINI KASIP KAVURAN FİTNE-1: Fitne Kavramının Semantik Analizi

 (Milli Gazete)

GİRİŞ

İçinde bulunduğumuz coğrafya, değişik güçlerin dünya hâkimiyeti için anahtar konumundadır. Değişik güçler, bu coğrafyada hâkimiyet kurabilmek için 50-100 yıllık projeler yapmışlar ve uzun vadeli bir strateji çizmişlerdir. Gerek bölgesel ve gerekse küresel güçler, bu projeler üzerinden birbirleri ile bazen doğrudan, bazen de taşeronlar üzerinden (vekâlet savaşları) hesaplaşmaktadırlar. Bu hesaplaşma, bir fitne ateşini yakarak İslam coğrafyasını kan gölüne çevirmiştir.

Bu fitne ateşinin tüm sorumluluğunu ve suçunu, dış güçlere yükleyip kendimizi temize çıkarma, gerçekçi bir yaklaşım değildir. Bu nedenle “Siz, insanlara iyiliği emrediyorken, kendinizi mi unutuyorsunuz? Oysa siz kitabı okumaktasınız. Yine de akıllanmayacak mısınız?” (2 Bakara 44) ayeti kapsamında, genel olarak İslam coğrafyasının iç dinamiklerinin özel olarak da, Türkiye’nin iç dinamiklerinin, içinde yaşanılan büyük kaos ortamının ortaya çıkmasında payı olup olmadığı tartışılmalıdır. 

Bu amaçla, “İslam Ümmetinin Helak Şekli: Birbiri ile Savaşma” adlı makalemiz, “Helak” anahtar ve odak kavram merkezli olarak kaleme alınmıştı. Burada, Ümmetin içinde bulunduğu bu durum, bir başka anahtar ve odak kavram olan Fitne Kavramı, göz önüne alınarak değerlendirilmekte, dersler çıkarılmakta ve tekliflerde bulunulmaktadır.

FİTNE KELİMESİNİN ESAS (SÖZLÜK) ANLAMI

Fitne kelimesi, Arapça ftn kökünden türemiş bir isimdir. Fitne ve Ftn kökünün Arap dilindeki anlamları, aşağıdaki gibidir (1-7):

“Yakmak/yakma, bir şeyi ateşle yakmak/yakma.

Bir şeyi ateşin içerisine atmak/atma, ateşte eritmek, altın ve gümüşü ateşle eritme.

Bir şeyi sınamak, denemek, test etmek, imtihan etmek, inceleyip tetkik etmek, bir şey hakkında bilgi almak, bir şeyi iyice bilmek, deneyerek öğrenmek, bir şeyi arıtıp katışıksız hale getirmek, denemek için özellikle güç işlere maruz bırakmak. Daha çok belâ ve musibetle imtihan etme; zor bir teste tâbi tutma.

Öldürmek, azap ve işkence etmek, eziyet etmek, sıkıntı ve belâya sokmak, sıkıntıya düşmek.

Bir şeyin kalbe çok hoş ve sevimli gelmesi, hoşa gitmesi, çok beğenilmesi, birini büyülemek, birinin aklını başından almak, aklını çelmek, gönlünü çalmak, insanı ne yapacağını bilmeyecek derecede şaşkına çevirmek, tutkun olmak, âşık olmak.

Bir şeyi isteme de çok aşırı gitmek.

Döndürmek, vazgeçirmek, kişiyi üzerinde olduğu durumdan uzaklaştırmak, bir şeyi ortadan kaldırmak, kişiyi hedefinden uzaklaştırmak, düşünce ve inançlarından vazgeçirmek.

Birini ayartmak, azdırmak, saptırmak.

Kötülüğü istemek, kötü yola düşmek.

İnsanlar arasında kargaşa/huzursuzluk çıkarmak”.

“Yakmak, bir şeyi ateşle yakmak” anlamına gelen ftn kökü, başlangıçta, özellikle altın, gümüş gibi “madenlerin hâlisini sahtesinden ayırmak için ateşte eritilmesini” ifade etmek için kullanılırken; daha sonra, bu kök anlamından hareketle ‘bir şeyi sınama ve özellikle de zor şeylerle deneme’ anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Daha sonra da anlam alanı genişleyerek ‘sıkıntı, belâ, musibet, baskı, işkence, azap, saptırma, ayartma, bir şeyden çok hoşlanma, tutkun olma, sapıklık, yoldan sapma, aklın gitmesi, zorluk, sıkıntı ve sapıklıkların meydana gelmesi” anlamlarına sahip olmuştur(1-7). 

Arapça olan fitne kelimesi, dilimize anlam alanı daraltılmış olarak geçmiştir (8,9): “Belâ, musibet, sıkıntı; geçimsizlik; ihtilal; dinsizlik, canilik; ceza; delilik; güzel yüz, güzel göz, güzel kadın; imtihan, deneme; ayartma, azdırma, baştan çıkarma; karışıklık, kargaşa; ara bozma, bozgunculuk, fesat, küfür, azgınlık, sapıklık; arabozan, karıştıran, fesat çıkaran; fitneye sebep olacak kadar güzel kadın”.

KUR’AN’DA FİTNE KAVRAMININ KULLANIMI

Kur’an’da ftn ve türevleri, yirmi yedi tanesi Mekkî, otuz bir tanesi de Medenî olmak üzere toplam elli sekiz âyette yer almaktadır(1). 

Kur’an-ı Kerim’de fitne kavramı ve türevleri, hem sözlük anlamıyla hem de ıstılahı anlamı ile kullanılmaktadır. Ulema, müfessirler, fitne ve türevlerinin yer aldığı bazı ayetlerde bu kavramlara bazen aynı anlamı, bazen de farklı anlamları vermişlerdir. Bu açıdan müfessirler, Kur›an›da yer alan fitne kavramının anlamı konusunda ortak bir mutabakata varamamışlardır. 

Ulemanın, yaptıkları yorum ve değerlendirmelerden yararlanarak fitnenin Kur’an’daki anlamlarını, aşağıdaki gibi sınıflandırmak mümkündür (1,2,6,7,10,11):

İmtihan, Deneme, Sınama (2/102; 6/53; 7/155; 8/28; 9/126; 17/60; 20/40, 85, 90, 131; 21/35, 111; 22/53, 25/20; 27/47; 29/2, 3; 38/24, 34; 39/49; 44/17; 54/27; 64/15; 72/17; 74/31). Fitne kelimesi, Kur’an’da en çok bu anlamlarda kullanılmaktadır (1). 

Baskı, Zulüm, İşkence (2/93, 191, 217; 4/101; 8/39; 10/83,85; 14/110; 29/10; 60/5; 85/10)

Sapma, Saptırma Ve Ayartma (3/7; 5/41, 49; 6/23; 7/27; 9/48; 17/73; 27/47; 37/162; 57/14; 68/6) 

Fesat, Kargaşa, Karışıklık Çıkarma (4/91; 8/73; 9/47, 48; 33/14)

Bela Ve Musibet (5/71; 8/25; 22/11; 24/63)

Azap (37/63; 51/13, 14)

7- Delilik (68/1-7; 15/6-7)

FİTNE KELİMESİNİN ISTILAHI ANLAMI

Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılabileceği gibi, fitne kelimesi ve türevleri, çok anlamlı kelimeler olup çok farklı kelimelerle etkileşmekte ve bu etkileşimin sonucu bir semantik alan meydana getirmektedirler. Meydana gelen semantik alanda kelime, yalnızca sözlük anlamını ifade etmemekte, onu da merkeze alan daha geniş, biraz da farklılaşmış bir anlama bürünmektedir. Sözlük anlamının dışında ilişki zincirinden doğan bu anlama ıstılahı anlam denmektedir. Fitne kelimesi ve türevlerinin, genel olarak, hadislerin etkisiyle zaman içerisinde kazandığı ıstılahı anlam vardır. Ancak bu noktada da ulema, ittifak halinde değildir (1, 12). 

Fitne kelimesinin tek bir tanımının yapılamamasının sebebi, kelimenin çok geniş bir anlam kümesine sahip olması ve nispet edilen varlık alanının Allah, insan ve şeytanla alakalı olmasından dolayıdır. 

Fitne kelimesi; Allah ile ilgili olduğu zaman (“Allah’a nispet edildiği zaman”), “lehlerine ya da aleyhlerine olmak üzere, kulların iyi ya da kötü şeylerle denenmeleri”, “sınavı”; beşerle ilgili olduğu zaman (beşerden kaynaklandığı zaman) “her türlü kötülük”, “ayartma”, “manevi çöküntüye uğrama”, “baskı”, “dînî-siyasî, sosyal kargaşa ve kaos” ve şeytanla ilgili olduğu zaman “saptırma” anlamlarına gelmektedir (1, 2).

KUR’AN’DA, FİTNE KAVRAMININ İLGİLİ OLDUĞU DİĞER KELİMELER

Çok geniş bir anlam kümesine sahip olan fitne kelimesinin, hemen hemen her alt anlamına tekabül eden başka kelimeler, sözlüklerde ve Kur’an’da mevcuttur. Kur’an’da bu kelimeler, kendi dar anlamları ile ilgili kullanılırken; fitne kelimesi, her bir kelimeyi kuşatacak şekilde kullanılmaktadır. Bu nedenle fitne kelimesinin meydana getirdiği semantik alanda, bu kelime grupları ile kurulan ilişki, çok karmaşıktır. 

Belâ-İbtilâ, imtihan, musibet, zulüm, ezâ, fesâd, tefrika, idlâl ve dalâlet, iğvâ, azâb kavramlarının, fitne kelimesinin ihtiva ettiği anlamlarla doğrudan ilişkileri vardır. Bunların dışında, Darrâ, be’sâ, şer, hızy, dâire, kâria kelimelerinin bazı kullanımları, fitnenin “belâ ve musîbet” anlamıyla; habâl kelimesi, fitnenin, “bozgunculuk” anlamıyla, mecnûn kelimesi fitnenin “delilik” anlamıyla; ihrâk kelimesi, fitnenin “yakmak” anlamıyla; ricz, ‘ıkâb kelimeleri, fitnenin «azap» anlamıyla; sadd kelimesi, fitnenin «haktan saptırma, engelleme, alıkoyma» anlamıyla ilişkilidir(1, 2, 6).

VAHİY SURECİNDE FİTNE KAVRAMI

Fitne ile ilgili âyetler, nüzul sürecine bağlı olarak incelendiğinde, hem Mekke’de hem de Medine’de nazil olmuşlardır. Fitne ve türevlerinin yer aldığı ve Mekke’de ilk nazil olan ayet, 68 Kalem Sûresinin 6. ayetidir (1,7). Fitnenin ‘imtihan, sınama’, ‘baskı, zulüm, işkence’, ‘sapma, saptırma, ayartma’ anlamları, hem Mekkî ve hem de Medenî sûrelerde yer almaktadır. ‘Fesat, kargaşa, karışıklık çıkarma’, ‘belâ, musibet’ anlamları, Medenî âyetlerde; ‹azap, yakılma, ateşe atılma› anlamları ise, Mekkî âyetlerde yer almaktadır (1,7). Medenî âyetlerde, Müslümanlar için fitnenin çok büyük bir tehlike olduğuna özellikle dikkat çekilmektedir (17/73; 6/23; 29/2, 3, 10; 2/102, 191,193, 217; 8/25, 28, 39, 73; 3/14; 6/5; 4/91, 101; 57/14; 24/63; 22/11, 53; 64/15; 5/49, 71, 9/48, 49, 126). 

Fitne kavramı Mekke’de, daha çok ferdî sıkıntı ve bunalımla ilgili olarak; Medine döneminde ise değer, iman ve zihniyet değişimi, dönüşümü ve hâkimiyet mücadelesi ile ilgili olarak kullanılmaktadır.

Fitne kelimesi, “Allah yolundan alıkoyma”, “insanları saptırmaya çalışma” anlamlarında, hem Mekkî ve hem de Medenî âyetlerde yer almaktadır(37/162; 5/49; 7/ 27). ‘Fesat, kargaşa, karışıklık çıkarma”, ‘belâ ve musîbet’ anlamlarında fitne kelimesi, Medenî sûrelerde geçmektedir (33/14; 9/47-48; 3/7; 5/71; 8/25; 24/63; 22/11) (1,2).

SONUÇ: EY İMAN EDENLER FİTNEDEN SAKININ

Yığınla taşeron örgütün kullanıldığı, vekâlet savaşlarının yapıldığı, istihbarat örgütlerinin cirit attığı, kimin elinin kimin cebinde olduğunun kolayca anlaşılamadığı, öldürülen ve öldürenin tekbir getirdiği, çok kirli, pis ve karanlık bir sosyolojik savaş yapılmakta; doğru ile yanlışın harmanlanarak servis edildiği bir psikolojik harekât yürütülmektedir. Libya, Suriye, Irak, Yemen, Somalı, Afganistan’da vekâlet savaşlarının neden olduğu bir iç savaş yaşanmaktadır. Mısır’da tam bir zulüm hâkimdir. Bu fitnenin diğer ülkelere ne zaman sıçrayacağı/sıçratılacağı henüz belli değildir. 

Türkiye, yaklaşık 30 yıldır, “Türkiye’nin stratejik ortağı” ve “Model Ortağı olan ABD” tarafından beslenen ve desteklenen PKK ihanet hareketiyle uğraşmaktadır. Şimdi bu ihanet hareketine, Taksim Kadife darbe süreci ile ABD tarafından taşeron örgüt olarak kullanılan Gülen Hareketi de katılmıştır. 15 Temmuz İhanet hareketi, Gülen hareketinin bir taşeron Örgüt/Truva atı olarak kullanıldığı bir vekâlet savaşı olup, son yüzyılda, milletimizin bağrında, en büyük fitne ateşini yakmayı başarabilmiştir. 

O nedenle; 

“Ey iman edenler, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’a ve Resulüne icabet edin. Ve bilin ki muhakkak Allah, kişi ile kalbi arasına girer ve siz gerçekten O’na götürülüp toplanacaksınız.(8 Enfal 24)

“Sizlerden yalnızca zulmedenlere isabet etmekle kalmayan bir fitneden korkup-sakının. Bilin ki, gerçekten Allah, (ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır.” (8 Enfal 25)

Öyleyse;

“Allah›ın ipine hepiniz sımsıkı yapışın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah›ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O›nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini işte böyle açıklar.” (3 Ali İmran103).

HENÜZ VAKİT VARKEN; YARIN ÇOK GEÇ OLABİLİR.

Kaynaklar

Keskin, H., Kur’an’da Fitne Kavramı, Rağbet Yayınları: 19-36.

Akyüz, V., Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi, İstanbul, 1998, s: 311-339.

Ünal A., Kur’an’da Temel kavramlar, Beyan yayınları, İstanbul, 1990, s: 295-302.

Öztürk, Y.N., Kur’an’ın Temel kavramları, Yeni Boyut, İstanbul, 1991, s: 137-140.

Karaman, F. Ve Diğerleri, Dini Kavramlar Sözlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2006, s: 188

Ragıb el İsfahani, Müfredat,( Çeviri), Pınar Yayınları, İstanbul, 2007.

Yazır M.H.E., Hak Dini Kur’an Dili, Azim Dağıtım, İstanbul, cilt I, II, IV, . 

Türkçe Sözlük, TDK, Ankara 1986, s. 365.

Doğan. D. Mehmet. Büyük Türkçe Sözlük, Pınar Yayınları, İstanbul, 2005.

Mevdûdî, Tefhimü›l-Kur›ân, İstanbul, II, 297.

Ateş, S., Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, İstanbul, V, 54.

Kemâlî, H. M., “İslam’da İfade Hürriyeti: Fitne Kavramının Tahlili», İslami Sosyal Bilimler Dergisi, İstanbul 1993, sayı: 2, s. 41.

 

7 Ekim 2016 Cuma

Kadife Darbeden Askeri Darbeye-12: HZ. MUSA, HZ. HARUN VE “YARGISIZ İNFAZ”

 (Milli Gazete)

GİRİŞ

15 Temmuz Askeri darbe girişimi sonrasında Türkiye’de, “Açığa Alma, Tutuklama ve İhraç listelerinde” yer alan insanların, herhangi bir belge sunmadan ve yargı önüne çıkarılmadan, memuriyetten ihraç edilmesi ve/veya “mallarına el konulması”/”ihtiyatı tedbir” konulması konusu, Hz. Musa- Samiri- Hz. Harun Olayı çerçevesinde ele alınıp değerlendirilecektir.

TOPLUMSAL DEĞİŞİMİN TEDRİCİLİĞİ  ve HZ. MUSA’NIN KAVMİ

İsrailoğulları, Mısır’da Firavunların zulmü altında yaklaşık 250 yıl civarında köle olarak yaşamışlardır. O dönemdeki inanç sistemleri açık değildir. Ancak Mısır’daki hayat tarzından çok etkilenmiş olmaları gerekir ki; Hz. Musa’nın verdiği mücadeledeki mucizeleri görmüş ve yaşamış olmalarına rağmen Kızıldeniz’i geçtikten sonra, putlara tapan bir kavimle karşılaştıklarında, Hz. Musa’dan kendilerine de tapınacakları putlar yapmasını istemişlerdir (7 Araf 138). Bunun üzerine Hz. Musa, onlara geçmişte gördükleri zulümleri ve Allah’ın bahşettiği nimetleri hatırlatmış ve tekrar cahiliyeye dönmeme noktasında onları uyarmıştır (7 Araf 139-141).

Buradan çıkarılacak en önemli ders, toplumsal değişimin, tedrici, uzun vadeli ve zorlu bir yolculuk olduğu gerçeğidir. İnsanlar, yıllar içerinde kazandıkları inançlarını, alışkanlıklarını, örf, adet ve geleneklerini ani bir şekilde bırakamaz ve değiştiremezler.

Şahit oldukları bunca mucizeye rağmen İsrailoğullarının, şuur altındaki cahili inanç ve yaşam biçimlerini, kısa zamanda değiştirememelerinin sebebi budur.

Kavminin kısa bir müddet önce kendilerine putlar yapmasını istediklerini bildiği halde Hz. Musa, toplumsal değişimin tedrici değişim boyutunu göz önüne almayarak, Allah ile görüşmek için çok acele etmiştir. Nitekim Allah, buluşma anında kendisine; «Ey Musa, seni kavminden çabucak ayrılıp gelmeye sevk eden nedir?» (20 Taha 83) sorusunu yöneltmiştir. Hz. Musa, Kavminin durumundan emin olarak Allah’a; «Onlar arkamda izim üzerindedirler, benden hoşnut kalman için, sana gelmekte acele ettim Rabbim.» (20 Taha 84) şeklinde bir cevap vermiştir. Bunun üzerine Allah’ın kendisine; “«Biz senden sonra kavmini deneme (fitne)den geçirdik, Samiri onları şaşırtıp-saptırdı.»” (20 Taha 85) şeklinde verdiği cevap, hem kendisinin hem de Kavminin imtihana tabı tutulduğunun bir ifadesidir. Hz Musa açısından bu aynı zamanda bir eğitimdir. Dersin konusu, bireysel ve toplumsal değişimin tedriciliği ve uzun vadede gerçekleşmesidir.

Dikkat edilmesi gereken nokta, Hz. Musa, Allah ile görüşmek için randevu talep ettiğinde, kendisine, talebin hemen ardından randevu verilmemiş, araya 40 günlük bir sürenin konmuş olmasıdır (7 Araf 142).

Bunun sebebi ve hikmeti nedir? Ne olabilir? Bir ihtimal, Hz. Musa’nın Allah ile konuşma anına/buluşma anına ruhsal olarak hazırlanması gerekmektedir. Verilen süre bununla ilgili olabilir. Nitekim Hz. Musa, “«Kavmimde benim yerime geç, ıslah et ve bozguncuların yolunu tutma»” (7 Araf 142) diyerek kendi yerine kardeşi Harun’u vekil tayın edip kavminden ayrılıp inzivaya çekilmiş, ibadet ederek kendisini büyük buluşmaya hazırlamıştır (1,2). İkinci ihtimal, Hz. Musa’nın kavmi imtihana tabi tutulacaktır. Bu imtihanın sonuçlarının tezahürü için bir süreye ihtiyaç vardır. Üçüncü ihtimal, hem birinci hem de ikinci ihtimalin birlikte var olması durumudur. En doğrusunu Allah bilir.

Üçüncü ihtimalin olması, daha kuvvetli bir durumdur. Toplumsal değişimin tedriciliğinden dolayı İsrailoğullarının tabi tutulduğu imtihanın sonuçlarının tezahür etmesi ve hayata fiilen yansıması için 40 günlük bir süre yeterli olmuş olabilir. Nitekim bu sürede Hz. Musa’nın kavmi, Samiri’nin kurduğu tuzağa düşmüştür. Hz. Musa’nın kendilerine yaptığı tebliğin muhtevasını unutarak “Samiri’nin altın buzağısını” ilah olarak benimseyip ona ibadet etmişlerdir(7 Araf 148). Ancak, sonra yaptıklarından pişman olmuşlar ve Allah’tan af dilemeye başlamışlardır(7 Araf 149). Görülebileceği gibi, İman dairesinden cahiliye ya da inkâr dairesine; cahiliye ya da inkâr dairesinden iman dairesine geçiş, anı ve sancısız olmamaktadır. Yaptıklarından pişman olmaları, af dilemeleri bunu göstermektedir. Çok ciddi bir gelgit yaşamışlardır. İster beşeri olsun ister olmasın bütün sistemler, “hal değişiminde” “geçici bir rejim” yaşarlar. Bu bir kanuniyettir.

O nedenle “Açığa alma, tutuklama ve ihraç etme” işlemlerinde, toplumsal değişimin yavaş ve tedrici olduğu göz önüne alınmalıdır. Çok kesin, sağlam belge ve delil olmadan işlem yapılmamalıdır.

TOPLUMUN İÇİNDE YAŞADIĞI ORTAM VE DEĞİŞİM

Hz. Musa, kendisine verilen emirlerle dolu levhaları alarak kavminin yanına, kızgın ve üzgün olarak dönmüş ve onlara sitem ederek Allah’ın azabını hatırlatmıştır (7 Araf 150, 20 Taha 86). Hz. Musa’nın yaptığı bu sorgulamaya karşı Kavmi, O’na “verdikleri sözden kendiliklerinden dönmediklerini, Samiri’nin kendilerini saptırdığını” söylemiştir (20 Taha 87, 88). Samiri, o günün şartlarında, olağanın dışında bir gösteri yaparak cahiliyenin kirlerini, paslarını kalplerinden söküp atamamış bir toplumu etkileyerek, cahiliye inanç sistemine onları çekebilmiştir.

Bugün, üzerinde durup düşünülmesi gereken en önemli noktalardan birisi de bu noktadır. Çevresel etkilerin ve okuyup öğrenilenlerin insan üzerindeki etkileri (yaklaşık %60 oranında) önemlidir. Hz. Peygamberin (sas); “Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar. Sonra anne-babası onu Yahudi, Hıristiyan veya putperest yapar…” (3) hadisine ve Vezirin karısının baskısına karşı Hz. Yusuf’un yaptığı duaya, bu açıdan bakılması gerekmektedir (12 Yusuf 33).

Sade vatandaşlar, genellikle olağan üstülüklere karşı özel bir zaaf gösterirler. Bu, Kuran’da insanın heva cephesine ilişkin bir özellik olarak yer almaktadır. İnsanlar, peygamberlerin davetine karşı verdikleri ilk tepkilerden biri, “Müzice göstermeleri gerekmez mi ve “yanında melek olması gerekmez mi?” şeklindedir. İşte Samiri de, bu zaafın dışsallaşmasını sağlayan bir iş yaparak Hz. Musa’nın kavmini saptırmıştır.

CIA ve MOSSAD’in yüksek teknolojik imkânlarını kullanarak, kendi insan unsurunu dinleten, gözleten; sonra da karşılaştıklarında kalplerini, ruhlarını okuduğu imajını meydana getiren bir liderin (Gülen), kendisine tabi olanlar üzerindeki etkisi, çok büyük olmuştur. Gülen hareketi mensupları, genellikle, liderlerinin “gaipten haber verdiğine”, “Mehdi olduğuna”, “Allah ve Peygamberle sürekli görüştüğüne” inanmakta ve liderlerinin “söylediği her şeyi doğru” kabul etmektedirler. Bu nedenle 17-25 Aralık Maliye-Polis-Yargı Darbesi ve 15 Temmuz Askeri darbe girişiminden dolayı bu insanların bütün inançlarını, aniden değiştirip gerçekleri görebileceğini sanmak ve buna inanmak yanlış olur. Diğer taraftan Gülen Hareketi, darbe öncesinde sivil kadroları ile azalarının büyük bir çoğunluğunu yurt dışına çekmiş, sempatizan ve taraftarlarını ortalıkta bırakmıştır.

Gülen Hareketinin Kadroları ve azalarının yerine “İbadet ve ticaret ehlinin”/Sempatizan ve taraftarlarının üzerine bugünkü şekliyle gidilirse, Gülen hareketine hizmet edilmiş olacak; sempatizan ve taraftarların aza olma ihtimali artacaktır. Bunun çok eski komünist bir taktik olduğu unutulmamalıdır.

HZ. MUSA, HZ. HARUN VE YARGISIZ İNFAZ GİRİŞİMİ

Hz. Musa Kavminin yanına döndüğünde Kavminin ona; «Biz sana verdiğimiz sözden kendiliğimizden dönmedik. Samiri bizi yanılttı” cevabı üzerine Hz. Musa öfke ile elindeki kutsal emir yazılı Levhaları bırakarak kardeşinin üzerine yürümüş, onu saçından sakalından yakalayarak; “«Ey Harun». «Onların saptıklarını gördüğün zaman seni (onlara müdahale etmekten) alıkoyan neydi?» «Niye bana uymadın, emrime baş mı kaldırdın?» (20 Taha 92) diyerek suçlamış ve hırpalamıştır.

Hz. Musa kavminin bu duruma niçin düştüğünü, neler olduğunu, vekil bıraktığı Hz. Harun’a sormadan, onun ile konuşmadan, doğrudan doğruya onu suçlayarak üzerine yürümüş, saçını başını yolmaya başlamıştır. Bunun üzerine Hz. Harun, kardeşi Hz. Musa’ya; “Annem oğlu, bu topluluk beni zayıflattı (hırpalayıp güçsüzleştirdi) ve neredeyse beni öldürmeye giriştiler. Bari sen düşmanları sevindirecek bir şey yapma ve beni bu zalimler topluluğuyla birlikte sayma” (7 Araf 150); “Ey annemin oğlu, sakalımı ve başımı tutup-yolma. Ben, senin: ‘İsrailoğulları arasında ayrılık çıkardın, sözümü önemsemedin’ demenden endişe edip korktum.” (20 Taha 94) şeklinde cevap vererek onu itidalli davranmaya davet etmiştir.

Gerçekte Hz. Harun, üzerine düşen sorumluluğu, gücü oranında yerine getirmiş fakat başaramamıştır(20 Taha 90). Taha 90 Ayetinin yeminle başlamış olması, Hz. Harun’un üzerine düşen sorumluluğu gereğince yerine getirdiğinin bir ölçüsüdür. Hz. Harun’un açıklamasına rağmen kavminin cevabı; “Musa bize geri gelinceye kadar ona (buzağıya) karşı bel büküp önünde eğilmekten kesinlikle ayrılmayacağız.” (20 Taha 91) şeklinde çok sert, katı ve kesin olmuştur.

Adaletsiz bir şekilde kardeşini suçladığını ve hata yaptığını anlayan Hz. Musa, kendisinin ve kardeşinin af edilmesini Allah’tan istemiştir(7/151). Gerçekte İlim, hikmet ve hüküm sahibi olan Hz. Musa’nın yaptığı iş, yargısız infaz girişimiydi.

Sonuç: Allah’a Ve Ahiret’e İman Edenler, “Düşmanları Sevindirecek İşler Yapmayın”

Bugün, 15 Temmuz İhanet hareketi sonrasında “Açığa Alma, Tutuklama ve İhraç Etme” ile ilgili tutulan yol ve yaklaşım ile Hz. Musa’nın Hz. Harun’a Yargısız İnfaz girişimi arasında bir benzerlik vardır. “Açığa Alma, Tutuklama ve İhraçla” ilgili işlemlerde, Hz. Musa gibi davranılmakta, insanlara savunma hakkı verilmeden, gerekli belgeler önlerine konulmadan öfke ile cezalandırılmaktadır.

15 Temmuz İhanet Hareketi sonrasında, 2400 civarında akademisyen, binlerce öğretmen ve memur, genel olarak, istisnaları olabilir, suçlananlara hiçbir şey sorulmadan, savunma hakkı verilmeden, yargı önüne çıkarılmadan, ne ile suçlandıkları gerektiği gibi izah edilmeden, MİT, istihbarat raporları ve idari amirlerin görüşlerine dayanılarak, üniversitelerden ve çeşitli devlet dairelerinden ihraç edilmişlerdir.

İzlenen bu yol, yanlıştır ve “yargısız infazdır”. Bu, iyi bir gelenek oluşturmayacak; gelecekte de, hep örnek olarak alınacaktır.

Kendisine ilim, hikmet ve hüküm verilmiş olan Hz. Musa, yukarıda ifade edilen hatayı yapabiliyorsa; bugünkü liderler de, karar vericiler de, hata yapabilir; hata yapma ihtimalleri çok çok daha yüksektir. Bugünkü liderlere hatırlatma yaparak yardımcı olmak; Allah’a ve Ahirete iman eden, “temiz akıl”, “salih amel” ve “fazilet” sahiplerinin” sorumluluğudur(11 Hud 116).

Unutulmasın! ADALET YOKSA BARIŞ DA OLMAYACAKTIR.

Öyleyse, Ey Allah’a ve Ahirete iman edenler, düşmanları sevindirecek bir şey yapmayın:

“Ey iman edenler, kendinizden olmayanı sırdaş edinmeyin. Onlar size kötülük ve zarar vermeye çalışırlar, size zorlu bir sıkıntı verecek şeyden hoşlanırlar. Buğz (ve düşmanlıkları) ağızlarından dışa vurmuştur, sinelerinin gizli tuttukları ise, daha büyüktür. Size ayetlerimizi açıkladık; belki akıl erdirirsiniz.” (3 Ali İmran 118)

“Size bir iyilik dokununca onları tasalandırır, size bir kötülük isabet edince ise onunla sevinirler. Eğer siz sabreder ve sakınırsanız, onların ‘hileli düzenleri’ size hiç bir zarar veremez.” (3 Ali İmran 120).

HENÜZ VAKİT VARKEN; YARIN ÇOK GEÇ OLABİLİR!

Kaynaklar

1- Kutup S.,Fizilal-il –Kuran, Hikmet yayınları, İstanbul, cilt 6, s: 245-279; c 10 s: 64-71.

2- İbn Kesir, Hadislerle Kuran- Kerim Tefsiri, Çağrı yayınları, İstanbul, 1985, c10, s: 5259-5266

3- Buhari, cenâiz 80; Müslim, kader 22; Ebu Davut, sünnet 17; Tirmizi, kader 5.

 

1 Ekim 2016 Cumartesi

Kadife Darbeden Askeri Darbeye -3: “At İzini İt İzine Karıştıran” Bir “İhbar Sistemi” ve “Yargısız İnfaz” Ülkeyi Kaosa Götürmekte ve Darbecilerin Sosyolojik Savaş Sürecine Hizmet Etmekte

(Umran Dergisi)


15 Temmuz askeri darbe girişimi ile ilgili olarak “Kadife Darbeden Askeri Darbeye-1: 11 Eylül İkiz Kuleler Provokasyonu İle Arap Baharı Karışımı Sosyolojik Savaş Amaçlı Bir Askeri Darbe Girişimi”(Ağustos 2016 Umran); “Kadife Darbeden Askeri Darbeye-2: Üst Akıl/Dış Beyin Siyonizm, İç Akıl/Beyin Masonluk, Taşeron Yapı Gülen Hareketi”( Eylül 2016 Umran) isimli iki yazı yazılmıştır. Bu yazılarda, darbenin genel özellikleri, amaçları ve sonuçları ile Darbeyi yapan beyin takımından Siyonizm ve Masonluk ele alınıp değerlendirilmiştir. 15 Temmuz askeri darbe girişiminden sonraki sürece bakıldığında, alınan tedbirlerin, Türkiye’yi yeni bir sosyolojik ayrışma noktasına getirme tehlikesi söz konusudur. Bu nedenle burada, darbecilerin tasfiye edilmesi ile ilgili dikkat edilmesi gereken bazı konular, ele alınacaktır. 

“Açığa Alma, Tutuklama ve İhraç Etme” Kriterleri 

Türkiye’de Gülen şantaj ve terör hareketi ile ilgili yapılan temizlik operasyonları için Başbakan Yıldırım, 01.08.2016 tarihinde, özel bir açıklama yapmış ve süreçle ilgili güzel bir yol haritası ortaya koymuştur: “Açığa alınanlarla ilgili titiz bir çalışma yürütülüyor. İntikam duygusuyla değil, adaletle hareket edeceğiz. Darbecilere hesap soracağız. …Burada FETÖ’ye katılan, onlarla birlikte hareket edenlerin tespitinde de kılı kırk yaracağız. Bir sürek avına çıkmayacağız. Elimizdeki sağlam verilerle hareket edeceğiz. Yaşla kurunun birlikte yanmasına da asla izin vermeyeceğiz. Bu çok titiz bir çalışma gerektiriyor. Bu dönemler karambol dönemleridir. Birbirlerine karın ağrısı olanlar piyasaya çıkar, haksızlığa neden olabilirler. Onun için Başbakanlık’ta kriz merkezi kurduk, bakanlıklarda kurullar oluşturuldu. Haksız yere işlem görmüş olanlar olabilir, yoktur diye iddia etmiyoruz. Onun için yeni baştan ele alınacak, haklıyla haksız, suçluyla suçsuz ayırt edilecek. … 

Sağlık Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, YÖK devreye girdi ve sistem tıkır tıkır işliyor. …Burada biz ölçüyü şöyle koyuyoruz. 17- 25 Aralık’tan sonra hala uyanmamış olanları masum kabul etmiyoruz. 17 Aralık buranın bir terör yapılanması olduğunun ortaya çıktığı tarihtir. Ondan sonra bunlara verilen destek hiçbir şekilde masum görülemez ve masum gibi muamele edilemez.”1 Bu açıklamadan yaklaşık bir ay sonra, 3 Eylül 2016’da, Başbakan Binalı Yıldırım, kamu kurum ve kuruluşlarında Gülen Hareketi mensupları tasfiye edilirken 17/25 Aralık tarihinin referans alınacağını açıklamıştır. Yapılan açıklamaya göre, bu tarihten sonra ilgili şahısların durumu, 16 kıstas göz önüne alınarak belirlenmektedir/belirlenecektir. “Açığa alma, tutuklama ve ihraçlar”da, göz önüne alınan kriterler, aşağıda listelenmiştir2 : 

1. 17/25 Aralık’tan sonra Bank Asya ve Paralel Yapı’nın diğer şirketlerine parasal katkı sağlamak. 

2. FETÖ’nün sendikaları ve derneklerinde yönetici veya üye olmak. 

3. By Locak ve benzeri özel şifreli yazışma programını kullanmak. 

4. Kimse Yok mu Derneği’ne bağışta bulunmak. 

5. Emniyet ve MİT ve MASAK raporlarının olması. 

6. Kapsamlı sosyal medya taraması. 

7. Örgütün sivil toplum kuruluşları adı altında sohbet ve toplantılarına katılmak. 

8. Doğal akış dışında kısa sürede terfi etmiş veya özel görevlere getirilmiş olmak. 

9. Örgüte ‘’himmet’’ adı altında para aktarmak. 

10.Güvenilir ihbarlar, ifade ve itiraflar bulunması. 

11.Takip ettikleri sitelerin incelemesinden elde edilen sonuçlar. 

12.FETÖ üyesi şirketlerin normal olmayan işlemlerini yapmak, koruyup kollamak. 

13.Yargıda ve emniyette örgüt lehine hareket ettiği tespit edilen kişiler arasında yer almak. 

14.Paralel Yapı’nın ev ve yurtlarında kalanların sonraki yıllarda gösterdiği davranışlar. 

15.İşyerinde diğer çalışanlardan, tanıyan kişilerden elde edilen bilgiler. 

16.Örgütün gazete, dergi aboneliği ve çocuğunu okullarına göndermeyi 17/25 Aralık’tan sonra sürdürmek. 

Yukarıdaki kriterler, açığa alma, tutuklama ve ihraç etme işlemleri başladıktan yaklaşık 40 gün sonra açıklanmış kriterlerdir. 16 Temmuzdan 3 Eylül tarihine kadar açığa alma, tutuklama ve ihraç etmede hangi kriterler kullanıldığı belli değildir. Bu süre zarfında açığa alınmış, tutuklanmış veya ihraç edilmiş insanların durumunun bir an önce açıklığa kavuşturulması, tarihi bir sorumluluktur. Diğer taraftan, 16 Kriter içerisindeki bazı kriterler, çok izafidir; verilecek kararlar, kişiden kişiye bağlı olarak değişebilir. Nitekim pratik de bunu doğrulamaktadır. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “aşağısı ibadet, ortası ticaret, yukarısı ihanet” olarak tasvir ettiği bir yapının tasfiyesinde, “ticaret ve ibadet erbabının”, “ihanet erbabından” ayrılması ve bunun için çok hassas davranılması gerekmektedir. Bunun için, bir değil, iki kırılma noktası referans alınmalıdır: 

1- 17-25 Aralık Maliye-Polis- Yargı Darbe Girişimi 

2- 15 Temmuz Askeri Darbe Girişimi Bu iki tarihi kırılma anı göz önüne alınırken, şu üç noktaya, özellikle dikkat edilmelidir: 

· 17-25 Aralık maliye-polis- yargı darbe girişimine kadar devlet ricalinin büyük bir kesiminin, Gülen Hareketi ile ilgili övgü dolu sözler söylemesinin ve devlet imkânlarını, özellikle, belediye imkânlarını tahsis etmelerinin etkileri 

· Gülen hareketi tarafından inşa edilen maliye-polis- yargı şantaj ve tehdit mekanizmasının varlığı ve bunun belli bir insan unsuru üzerindeki etkileri

· “Tedbir olarak açığa alalım, tutuklayalım; o, kendisinin masum olduğunu ispatlasın” yaklaşımı. 

15 Temmuz askeri darbe girişiminden sonra Gülen terör ve şantaj hareketini desteklemiş olanların üzerine kesin bir şekilde gidilmelidir. Ancak, 17-25 Aralık maliye-polis- yargı darbe girişimi ile 15 Temmuz askeri darbe girişimi arasındaki dönemde, Gülen hareketi mensuplarının bir kısmının, o günün şartları göz önüne alındığında, gelgitler yaşayabileceğine, kararsız kalabileceğine dikkat edilmelidir. Çocuklarını okullarından, yurtlarından almamış/alamamış olabilir, kurban yardımında bulunmuş olabilir. Bu dönemle ilgili olarak çocuklarını Gülen hareketinin okullarında okutmuş olmak veya onun yurtlarında kalmış olmak, temel kriterler zümresi içerisinde değerlendirilmemelidir. Yasal olarak hiçbir işleme tabı tutulmamış banka ile işlem yapmayı, yurt ve okullarda bulunmayı, esaslı suçlayıcı bir unsur olarak görmemiş/görememiş olabilirler. O dönemin psikolojisi buna uygundu. 

“Açığa Alma, Tutuklama ve İhraçlarda” Teori ile Pratik Birbirini Tutmamaktadır 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konu ile ilgili değerlendirmesi, teori ile pratiğin uyumlu olmadığının en güzel göstergesidir. Yapılan açıklama hem anlamlı, hem düşündürücü hem de üzücüdür: “Şu var ki at izi, it izine karışmış vaziyette. ‘Ben bir şey atayım da nasılsa tutar’ diyenler var. Bazıları böyle yapıyor. Özellikle yazılı ve görsel medya dünyasında bu çok var… Öyle yorumlar yapıyorlar ki suçladıkları o insanın bu işle hiç alakası yok. Ama o insana o yaftayı yapıştırıyor. Bunlar doğru şeyler değil. Bu tür yanlışlıklardan uzak durmak lazım.”3 Pratik böyle olduğuna göre Başbakana ve Cumhurbaşkanına rağmen bu süreci, kim yönetiyor ve listeler kim tarafından, nasıl ve hangi kriterlere göre hazırlanıyor? Diğer taraftan Cumhurbaşkanlığı Kurumsal İletişim Başkanı Mücahit Küçükyılmaz, “15 yıldır tanıdığım, ‘o gece’ tankın önüne yatan, FETÖ düşmanı Oktay Kılıç’ın evi FETÖ’den aranıyorsa, bu operasyon ‘bize’ dönmüş demektir!” “Namaz kılanı Fetullahçı sanan, Meşveretçi, Yazıcı, Okuyucu, Nakşi, Kadiri arasındaki farkı bilmeyen 28 Şubat’çılarla FETÖ temizliği yapılamaz.”4 , tarzındaki açıklaması, mesaj dolu ve daha da anlamlıdır. Öyleyse bütün bu şikâyetlere rağmen bu süreci, kim yönetiyor ve bu listeler kim tarafından, nasıl ve hangi kriterlere göre hazırlanıyor? Başta Ahmet Taşgetiren olmak üzere birçok köşe yazarının, yazılarında, adaletsizliğe, duyarsızlığa karşı feryat edip isyan etmeleri, tehlikenin büyüklüğünü göstermesi açısından önemlidir.5 Sürece ilişkin çok anlamlı ve tüyleri diken diken eden bir açıklama, AK Parti İstanbul Milletvekili Metin Külünk tarafından yapılmıştır: “İstanbul’da bir üniversitede bir fakültede herkes tarafından hakkında şehadet edilen, tarihçesi de asla bu örgütle hiç ilişkisi olmayan bir öğretim üyesini bir dekan sırf kendisine itiraz etti diye bu alçak örgütün şemasına koymuş, adamcağızı tasfiye ettirmek istiyor. Bu zalimliktir, açıkça söylüyorum. Bahsettiğim fakültede bir öğretim üyesini sırf hoşuna gitmediği için bu listenin içerisine dâhil eden dekanı uyarıyorum. …O adama yaptığın zulmü geri al! O adama yaptığın zulmü geri al! Herkes etrafında şahit ki o adam asla bu örgütün adamı değil, sen sırf senin hoşuna gitmediği için o adamı bu listeye dâhil etmen zalimliktir.”6 Öyleyse, tekrar soruyoruz; bu süreci kim yönetiyor ve bu listeler, kim tarafından, nasıl ve hangi kriterlere göre hazırlanıyor? Başbakan Yıldırım’ın bahsettiği genel bir denetim mekanizması çalışmıyor mu?/çalıştırılmıyor mu? 

Gülen Terör ve Şantaj Hareketi Havuzuna Masum İnsanları Koymak Yeni Bir Sosyal Fay Hattı İnşa Etmek Anlamına Gelir 

Ülke sathında, “Açığa Alma, Tutuklama ve İhraç Etme” ile ilgili yapılanlara göz attığımızda, “Gülenciler” listesi, aşağıdaki insan unsurundan oluşmaktadır: · Emniyet İstihbarat/Askeri İstihbarat/MİT’in bilgi ve belge kapsamında gerçek Gülen Hareketi mensupları olanlar. · Kifayetsiz muhterislerin bir makamı ya da mevkii ele geçirmek için Gülen hareketi ile hiç alakası olmayan ve fakat kendisine engel gördüklerini Gülenci olarak ihbar etmeleri ile açığa alınanlar. · Geçmişte aralarında husumet bulunanların, birbirlerini Gülenci olarak ihbar etmeleri ile açığa alınanlar. Özellikle idarecilerin kin güttüğü kişileri, ilgileri olmadığı halde Gülenci olarak listelemesi. · Bizzat Gülen Hareketi mensubu olanların, kendilerinden olmayan herkesi, kargaşa meydana getirebilmek için Gülenci olarak ihbar etmeleri. · Başta MOSSAD ve CIA olmak üzere yabancı istihbarat mensuplarının, kargaşa meydana getirebilmek için Gülenci olarak ihbar ettikleri kimseler. · Geçmişte Gülen hareketine dâhil olmuş, yardım etmiş ve fakat 17-25 Aralık operasyonundan sonra ayrılmış ve bütün bağlarını koparmış olanların, hala daha Gülenci olarak kabul edilmeleri ve fişlenmeleri. · Geçmişte Gülen hareketine ait, dershane, okul ve yurtlarda kalan ve fakat Gülen hareketi ile hiç ilgisi olmayan gençlerin, çocukların ve onların ailelerinin Gülenci olarak kabul edilmeleri ve fişlenmeleri. · 15 Temmuz 2016 tarihi itibariyle Gülen Hareketinin okullarında okuyan tüm gençlerin Gülenci olarak kabul edilmeleri ve fişlenmeleri. · Ticari rakiplerin, birbirlerini Gülenci olarak ihbar etmeleri. · Birbiri ile küskün komşuların, akrabaların birbirlerini Gülenci olarak ihbar etmeleri. · Psikopatların herkesi, Gülenci olarak ihbar etmeleri. · Maliye-Polis-Yargı baskı ve şantaj kıskacında Gülen Hareketine yardıma ve hizmete mecbur bırakılan iş adamı ve bürokratlar. · Aralarında husumet olan karı kocanın birbirlerini “paralelci”/ “FETÖ’cü” olarak ihbar etmeleri. · Dost hayatı yaşayan eşlerin “paralelci”/ “FETÖ’cü” olarak birbirlerini ihbar etmeleri. 

Bu liste, daha da genişletilebilir. Eğer tüm bu insanlar, “Paralelci”/“FETÖ’cü”/ “Gülenci” havuzuna atılır ve aynı muameleye tabi tutulursa, Türkiye, büyük bir kaosa doğru sürüklenebilir. Kin ve nefret ortalığı kasıp kavurabilir. 

“Açığa Alma, Tutuklama ve İhraç Etme” Listeleri Kim Tarafından ve Nasıl Hazırlanmaktadır? 

Bu soruyu cevaplandırabilmek için şu soruların cevaplarının sağlıklı bir şekilde verilebilmesi gerekmektedir: 

1- 17-25 Aralık maliye-polis-yargı darbe girişiminden sonra devlet, Gülen şantaj ve terör örgütünün aslı elemanları ile ilgili hiçbir hazırlık yapmamış mıdır? 

2- Devlet eğer bir hazırlık yapmış ise Gülen Hareketinin aslı unsurlarına ilişkin her türlü sağlam bilgi, belge elde mevcut olması gerekmez mi? 

3- “Açığa Alma, Tutuklama ve İhraç listesinde” yer alan ve suçlanan insan unsuru ile ilgili her türlü bilgi ve belge varsa, buna uygun olarak sorgulamalarının yapılması ve mahkemeye çıkarılmaları gerekmez mi? 

4- Eğer devlet tarafından zamanında bu hazırlık yapılmadıysa/yapılamadıysa, bunun sebebi nedir? 

Genel olarak şu söylenebilir/söylenmektedir: MİT, emniyet istihbarat ve askeri istihbarat dâhil devletin bütün birimlerine, Gülenciler sızmışlardı; o nedenle bir liste hazırlığına gidilememiştir. Bu doğru olabilir. Ancak bugün bu tehlike, düne nazaran gene mevcuttur. Kripto Gülenciler çok iyi kamuflaj olmuş bir şekilde bugünkü listelerin hazırlanmasında yer almış olabilirler. Ayrıca, listelerin hazırlanmasında darbenin iç beyni olan Mason-Sabatayist olan ekip ve devletin kılcal damarlarına sızmış olma ihtimali bulunan kripto CIA, MOSSAD, MI6 ve BND ajanları da etkili olabilir. 

Bu nedenle, elde sağlam bilgi, belge/delil olmadan insanlar hakkında acele ile karar verilmemeliydi/verilmemelidir. Medyada yer alan ve açığa alınıp tutuklanan ya da ihraç edilenlerin verdikleri bilgilere göre listeler, aşağıdaki unsurlar tarafından oluşturulmaktadır: 

1- İstihbaratlar (MİT, Emniyet İstihbarat, Jandarma İstihbarat) tarafından hazırlanan listeler, 

2- Bizzat idareciler tarafından hazırlanan listeler, 

3- Bazı İdarecilerin amaçlı olarak oluşturdukları “ideolojik taraflı komisyonlar” tarafından hazırlanan listeler, 

4- Bazı idarecilerin adil olduklarına inandıkları kişilerden oluşturdukları komisyonlar tarafından hazırlanan listeler.

5- Köşe yazarları tarafından sunulan listeler 

6- Bazı STK’lar tarafından hazırlanıp sunulan listeler. 

7- Siyasiler tarafından hazırlanan listeler 

8- Yapılan İtiraflardan elde edilen listeler 

9- İhbarlarla oluşturulan listeler 

10- 1980 darbesinde darbecilere listeleri veren karanlık merkezler! 

Başka alternatifler de olabilir. Pratiğe baktığımızda, listeler, merkezi ortak kriterlere göre hazırlanmamaktadır. Listeleri hazırlayanlar, hazırlanan listelerde yer alan şahıslarla ilgili gerekli belgeleri sunmamaktadır/sunamamaktadır. Kişisel kanaatler, çok daha etkili olmaktadır. İnsanlar niçin açığa alındığını, niçin ihraç edildiklerini ve hangi belgelere dayanarak suçlandıklarını bilmemektedir ve de öğrenememektedir. “Aksi ispatlanmadıkça insanlar masumdur”. “İddia makamı iddiasını ispatlamak zorundadır.”: Hz. Muhammed (s.); Delil göstermek davacıya aittir; yemin ise davalıya aittir.”7 Delilsiz suçlamak ve karar vermek, toplumu kaosa sürükleyecek bir süreci başlatabilir: “4931 Hz. Muhammed (s): İnsanların her iddia ettikleri delilsiz şey verilseydi, bazı kimseler, bazılarının kanlarını ve mallarını talep ederlerdi. Ama yemin etmek davalıya aittir”8 Doğudaki Erzurum Atatürk Üniversitesi’ndeki uygulama ve göz önüne alınan kriterler ile Batıdaki 18 Mart Çanakkale Üniversitesi’ndeki uygulama ve kriterler aynı mı? İzlenen yol, gösterilen hassasiyet aynı mı? İdeolojik farklılıklar işin içine girmekte midir? Komisyonlar ideolojik olarak mı kuruluyor? Alt birimlerde hazırlanan listeler, merkezi bir komisyondan geçmekte midir? Nihai karar vericiler alt birimler mi? Listelere giren insanların savunmaları alınıp Mahkemeye çıkarılmayacaklar mı? Savunmaları alınmadan, mahkemeye çıkarılmadan ihraç etmek, “Yargısız İnfaz” değil mi? Yoksa “Adalet mülkün temeli” olmaktan çıkarıldı mı? Medyada yer alan şikâyetlerden sürecin, merkezi bir denetime tabi tutularak yürütülmediği, birimden birime, bölgeden bölgeye, üniversiteden üniversiteye çok ciddi farklılıkların olduğu anlaşılmaktadır. 

“Tedbir Olarak Açığa Alalım, Tutuklayalım; O, Kendisinin Masum Olduğunu İspatlasın” 

Şu denebilir/denmektedir: “Bir darbe ortamındayız tehlike çok büyüktür, yeni bir askeri darbe olabilir. Masum olup mağdur olanlar, %3-%10 gibi bir orandır; bu da normaldir.” Tehlikenin büyük olduğuna katılıyorum. Ancak masum insanları mağdur etmek, İlahi adalet uygun değildir. Masum insanların, “terör örgütü üyesi” iddiası ile açığa alınması ve/veya tutuklanması, basite indirgenecek bir konu değildir. Yarın aklanmış olsa bile her şeyden önce fişlenmiş, sosyal çevresi tarafından tehlikeli görülüp dışlanmıştır/dışlanacaktır. Süreçten beraat etmiş/aklanmış olarak çıkmış olsa bile sicilinde, bir terör örgütü üyesi iması daima bulunacak, her başvurduğu işte ya da yapacağı işte, her güvenlik araştırmasında, bu durum karşısına çıkacaktır. Yol boyu derin bir travma yaşayacaktır. Adalete ve devlete olan güveni yıkılacaktır. O nedenle sağlam deliller olmadan, kanaatler veya mesnetsiz ihbarlar üzerinden insanların açığa alınması ve tutuklanması yoluna gidilmemelidir. O nedenle herkes Allah’ın huzurundaki yüce mahkemeyi düşünerek konuşmalı ve sorumlu davranmalıdır: “9793 Hz. Peygamber (s.): Kendine nasıl muamele edilmesini istersen insanlara öyle muamele et”.9

İdeolojik Hareketlerde Dört İnsan Unsuru 

İdeolojik hareketlerin tümünde “sempatizan”, “taraftar”, “aza” ve “kadrolar” olmak üzere dört farklı insan unsuru mevcuttur. Sempatizanlar, harekete sempati duyar, takdir etmekle yetinir fakat fiiliyatta yokturlar. Taraftarların, hareket ile organik bağları yoktur, fakat keyfi olarak maddi ve manevi kısmi yardımlarda bulunabilirler. Bazı faaliyetlere de iştirak edebilirler. Azalar, hayatını davasına adamış, vakfetmiş insanlardır. Tüm hayatlarını, inandıkları davaya göre planlarlar. Kadrolar ise azalar içinden çıkan yönetici ekiplerdir. Gülen hareketi için Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “aşağısı ibadet, ortası ticaret, yukarısı ihanet içinde” diye yaptığı tanımlama, yukarıdaki dört grup insanı ihtiva etmektedir. Gülen şantaj ve terör örgütünün “ihanet grubu”, azalar ve kadrolardır. İbadet ve ticaret grubu, sempatizan ve taraftarlardır. Medyaya yansıyan şekliyle, ihanet grubunun kahir ekseriyeti, 15 Temmuz askeri darbe girişiminden önce; geri kalanların bir kısmı da, darbenin hemen ardından yurt dışına kaçmışlardır. Dolayısıyla Gülen Hareketinin sempatizan ve taraftarları ile azaların bir kısmı, bugün ülke içerisinde bulunmaktadır. Bugün yürütülen operasyonlarda “açığa alınan, tutuklanan ve ihraç edilenler” içinde Gülen Hareketinin sempatizanları, taraftarları ile azalarının bir kısmı ve Gülen hareketi ile hiç alakası olmayan insanlar yer almaktadır. Eğer aza olanlarla taraftar, sempatizan ve Gülen Hareketi ile hiç alakası olmayanları, taraftar olanlarla sempatizan ve Gülen Hareketi ile hiç alakası olmayanları ve sempatizan olanlarla Gülen Hareketi ile hiç alakası olmayanları ayırt edecek bir kriter, bir mekanizma bulunmaz ise, bir çok insanın canı yanacaktır. Sosyolojik ayrışma çok farklı zeminlere kayacaktır. O nedenle azalar ve kadrolar, cezalandırılmalı; sempatizan ve taraftarlar kazanılmalıdır. Gülen Hareketi ile ilgisi olmayanlar bir an önce ayıklanarak listelerden çıkarılmalıdır. 

İki Davacı, Hz. Davud ve Yargısız Karar 

Hz. Davud, gençlik yıllarında Talut’un ordusunda Calut’a karşı savaşmak üzere yer almış ve düşman komutanı Calut’u öldürmüştür (2 Bakara 249- 251). Allah, Hz. Davud’a, daha sonra, “mülk/iktidar”, “hikmet”, “hitabet gücü” ve “Kitap vermiştir”, Zebur, (4 Nisa 163; 17 İsra 55; 38 Sad 18-20). Hz. Davud’un düzenli zikir yapması ve yaptığı zikre, “dağların ve kuşların iştirak etmiş olması, ona has bir özelliktir (34 Sebe 10, 38 Sad 18-19). Hz. Davud’a, “demir madenini işleme, şekillendirme” (“askeri zırh yapma”), güç ve yeteneği de verilmiştir (34 Sebe 10-11). Peygamber ve hükümdar olan Hz. Davud, ibadet ve zikir ile meşgulken, her türlü güvenlik duvarını aşarak yanına girebilen (38 Sâd 21) iki kişiyi, karşısında görünce tedirgin olmuştur: “Davud’(un yanın)’a girdiklerinde, o, onlardan ürkmüştü; onlar dediler ki: “Korkma, iki davacıyız, birimiz diğerimize haksızlıkta bulundu. Şimdi sen aramızda hak ile hükmet, kararında zulme sapma ve bizi doğru yolun ortasına yöneltip-ilet.” (38 Sâd 22). Calut gibi bir zalimi, gençliğinde öldürebilen bir kahraman olan Hz. Davud, çok yüksek güvenlik duvarını aşıp yanına gelebilen bu iki yabancıdan “korkmuştur”/ “telaşlanmıştır”. Belki de yanına nasıl ulaşabildiklerinin şokunu yaşamıştır. Buradan çıkarılabilecek önemli bir ders, hiç kimse, gücü, kuvveti ne olursa olsun kendini mutlak güvende hissetmemelidir. “Barış dönemlerinin geçici dönemler olduğunu unutmamalıdır.” Gururlanmamalı, kibirlenmemelidir. “Artık bundan sonra bu ülkede darbe olmaz diyenler”, “kafanızdan komploları atın”, ”siz hâlâ oralarda mısınız diyenler”, hiç beklenmedik bir anda başlayan Taksim Gezi Parkı olaylarını ve beraberinde gelen kadife darbe sürecini ve 15 Temmuz ihanet hareketini, bu açıdan bir kez daha değerlendirip kendi muhasebelerini iyi yapmalıdırlar.

“İki davacı” olduğunu söyleyenler, aralarındaki davanın ne olduğunu söylemeden, “birimiz diğerimize haksızlıkta bulundu” (38 Sâd 22) diyerek; “hak ile hükmetmesini”, “zulme sapmamasını”, “kendilerini doğru yolun ortasına yöneltip iletmesini” Hz. Davud’dan istemişlerdir. Bu ifadeleri ile bu iki yabancı, sıradan insan olmayıp çok özel özellikleri olan iki şahıs olmalıdır. Çünkü kullandıkları ifadelerle, adeta, Hz. Davud’u uyarmakta, yol göstermekte, eğitmekte ve de imtihan etmektedirler. Aralarındaki meseleyi, bu ifadelerden sonra açıklamaktadırlar: “Bu benim kardeşimdir, doksan dokuz koyunu vardır, benimse bir tek koyunum var. Buna rağmen “Onu da benim payıma (koyunlarıma) kat” dedi ve bana konuşma (tarzın) da üstün geldi.” (38 Sâd 23). Ayete göre gelen iki yabancı, birbirinin “kardeşidir”. Kardeşlerden birinin “99, diğerinin tek bir koyunu vardır”. Dava konusunu anlatan, tek koyunu olan kardeştir. 99 koyunu olan kardeş, tek koyunu olan kardeşinden, bu tek koyunu da almak istemiş ve onu konuşma tarzı ile de etkilemiştir. Tek koyunu olan kardeşin meseleyi, Hz. Davud’a getirmiş olmasından, kardeşinin kararından tam emin olamadığı ve kararsızlık yaşadığı anlaşılmaktadır. Hz. Davud, tek koyun sahibi olan kardeşin dava konusu ile ilgili bu açıklamasından sonra, 99 koyun sahibini dinlemeden, kararını verip hemen açıklamaktadır: “(Davud) Dedi ki: “Andolsun senin koyununu, kendi koyunlarına (katmak) istemekle sana zulmetmiştir. Doğrusu, (emek ve mali güçlerini) birleştirip katan (ortak)lardan çoğu, birbirlerine karşı tecavüz ederler; ancak iman edip de salih amellerde bulunanlar başka. Onlar da ne kadar azdır.”…(38 Sâd 24). 38 Sâd 24. ayetinden konumuzla ilgili aşağıdaki hükümleri çıkarmak mümkündür:

1- Malı gücü çok yüksek olanların, malı gücü zayıf olanların servetlerini ellerinden almak istemeleri zulümdür. Dolayısıyla tekelleşme, kartelleşme, gayrı İslami bir ekonomik uygulama olup zulüm mekanizmasıdır. Bugün, küresel sermaye ile işbirliği içerisinde olan “İstanbul Sermayesi”/”İstanbul Dukalığı”, “Anadolu sermayesini” yok etmek istemektedir. 15 Temmuz İhanet Hareketinin böyle bir boyutu da vardı. Dolayısıyla şu an ki uygulamaların, bu amaca hizmet edip etmediğine dikkat edilmelidir. 

 2- Ayette geçen “halitlardan” ifadesi, sadece “ticari ortak” olmayıp “bir toplum içinde yaşayan insanlar, dostlar, kardeşler, arkadaşlar, yoldaşlar manasına” da gelmektedir.10 Dolayısıyla bir toplum içerisinde var olan insanlar, genel olarak , “birbirlerinin haklarına tecavüz ederler”. Ancak bu genel tutum ve tavır içerisinde bulunmayan, böyle bir tavır sergilemeyenler, “iman edip de sâlih amellerde bulunanlardır.” Ancak “onlar da toplum içerisinde çok azdırlar”. 

3- Hz. Davud, davalılardan birini dinlemiş; diğerine hiçbir şey sormadan, ona konuşma fırsatı vermeden, iddia sahibinin doğru söyleyip söylemediğini araştırmadan, delil istemeden, acele ile kararını vererek açıklamıştır. 

Hz. Davud, hükmünü verdikten sonra, iki davalının durumunun ne olduğu ve ne tepki verdikleri açık değildir. Hz. Davud’un kararından sonra olağan dışı bir şeylerin meydana geldiği söylenebilir. Nitekim olağan dışı bir şey olmuş olmalı ki ayetin devamında; “Davud, gerçekten bizim onu denemeden geçirdiğimizi sandı, böylece Rabbinden bağışlanma diledi ve rükû ederek yere kapandı ve (bize gönülden) yönelip-döndü.” (38 Sâd 24) denmektedir. Seyyid Kutub’a göre; “Muhakemenin bu safhasında o iki şahıs gözden kaybolmuşlardır. Bunlar Hz. Davud’u denemek için gelen iki melekti”11. Taksim Gezi Parkı olayları ile fiilen başlamış olan Kadife darbe süreci, başta siyasi iktidar olmak üzere, genel olarak tüm toplumun, özel olarak da dini hassasiyeti yüksek olan tüm camiaların çok özel bir imtihanıdır. Adaletle, hakla, hukukla, şefkat ve merhametle olan bir imtihanı. Hz. Davud iki davalı ile kendisinin bir imtihana tabi tutulduğunu ve yargılamada yanlış bir yol izlediğini anlayarak bağışlanma dilemiş olması; Allah’ın da, “Böylece onu bağışladık.” (38 Sâd 25) demiş olması, Hz. Davud’un yanlış yaptığının bir göstergesidir. Nitekim devamında gelen ayet, Hz. Davud’a, karar vermede, izlemesi gereken yolu göstermektedir: “Ey Davud, gerçek şu ki, biz seni yeryüzünde bir halife kıldık. Öyleyse insanlar arasında hak ile hükmet, istek ve tutkulara (hevâya) uyma; sonra seni Allah’ın yolundan saptırır. Şüphesiz Allah’ın yolundan sapanlar, hesap gününü unutmalarından dolayı onlar için şiddetli bir azab vardır.” ( 38 Sâd 26).

Ayette; 1- Yeryüzünde bir halife olarak “İnsanlar arasında hak ile hükmetmesi” emredilmekte, 2- “Hevaya uyduğu takdirde “Allah’ın yolundan sapacağı” konusunda uyarılmakta, 3- Allah’ın yolundan sapmanın an nedeninin, “hesap gününü unutma” olduğu belirtilmekte, 4- Hesap gününü unutup hevaya uyup Allah yolundan sapanlar için “şiddetli bir azabın olduğu” hatırlatılarak Hz. Davud, ikaz edilmektedir. “İki davalı” meselesi ile ilgili ayetlerinde devamında, “gökyüzü, yeryüzü ve ikisi arasında bulunan şeylerin batıl olarak yaratılmadığına” ilişkin daha genel ilahi bir kanuniyete vurgu yapılmaktadır (38 Sâd 27). Bunun anlamı, Kâinatta hak ve batıl düzleminde, adalet merkezli bir düzenin var olduğudur. Dolayısıyla yapılan işlerde, verilen kararlarda, bu düzeni bozacak hiçbir şey yapılmamalıdır. Ayete göre bu düzeni, “iman edip salih amellerde bulunanlar” korur; diğerleri ise, ifsad eder. (38 Sâd 28). Bugün millet olarak çekilmek istenilen sosyolojik kaostan bu ülkeyi kurtarabilecek olanlar, “iman edip salih amellerde bulunanlar”dır. Bugün bu insan unsuru, sürece, daha aktif olarak müdahil olmalıdır.

İki Davalı Kıssasının son ayetinde muhatap, Hz. Muhammed (s.) olup kendisine indirilen Kur’ân ayetleri üzerinde; “temiz akıl sahiplerinin”, “düşünmesi” ve “öğüt almaları” gerektiği belirtilmektedir (38 Sâd 29). 

“Kavga Eden İki Adam”, Hz. Musa ve “Yargısız İnfaz” 

Hz. Musa, Kur’ân’da kendisinden en çok bahsedilen peygamberlerden biridir. Doğumundan ölümüne kadar olan zamanda, son derece önemli, düşündürücü ve ibret dolu bir mücadele hayatı vardır. Nitekim Kuran; “Musa olayında da düşündürücü ayetler vardır.” (51 Zariyat 38) diyerek bu noktaya özel vurgu yapmaktadır. Burada amacımız, Hz. Musa’nın bütün mücadelesini ele alıp değerlendirmek değildir. Gençlik döneminin belli bir evresine kadar sarayda büyüyen ve yaşayan Hz. Musa’nın, sokakta kavga eden iki adama rastladığı zaman, başına gelen olay, bizim konumuzla ilgili olduğu için ele alınıp incelenecektir. Kur’ân, olaya yer vermeden önce, “erginlik çağına/”yiğitlik çağına” ulaşıp olgunlaşmış olan Hz. Musa’ya Allah’ın “hüküm, hikmet” ve “ilim vererek” ödüllendirdiğini belirtmektedir (28 Kasas 14). Bundan sonraki ayette ise şehre inen Hz. Musa’nın şehirde kavga eden, birisi kendi kavminden, İsrailoğulları’ndan, diğeri de, Firavun’un kavminden, Kıptilerden olan iki kişinin kavgasına müdahale ettiği ifade edilmektedir: “(Musa,) Halkının haberi olmadığı bir zamanda şehre girdi, orda kavga etmekte olan iki adam buldu; bu kendi taraftarlarından, şu da düşmanlarından. Derken taraftarlarından olan, düşmanlarından olana karşı ondan yardım istedi. 

Bunun üzerine ona bir yumruk attı ve işini bitiriverdi.” (28 Kasas 15). Kendisine ilim, hikmet ve hüküm verilmiş olan Hz. Musa’nın ilk yapması gereken iş, tarafları ayırıp, tarafları dinlemek, sonra da kararını açıklayıp gereğini yapmak şeklinde bir arabuluculuk/hakemlik yapmak olmalıydı. Ayete göre, Hz. Musa, böyle davranmadı; hiçbir sorgulama yapmadan, kendi kavminden olana yardım ederek Kıpti’yi bir yumrukla öldürmüştür. Yanı “yargısız infaz” etmiştir. İlim, hikmet ve hüküm sahibi olan Hz. Musa, bir an için, muhtemelen, her türlü zulme karşı duyduğu isyanın etkisi, İsrail oğullarının maruz kaldığı zulme karşı duyduğu öfkenin ve “heyecanlı kişiliğinin” tesiri altında kalarak yanlış bir tutum, tavır ve davranış sergilemiştir. Hz. Musa, yaptığı davranışın yanlış olduğunu hemen anlamış ve “Sonra da: “Bu şeytanın işindendir; o, gerçekten açıkça saptırıcı bir düşmandır” (28 Kasas 15)demiştir. Dahası, yaptığı bu hatadan dolayı; “Rabbim, gerçek şu ki, ben kendi nefsime zulmettim, artık beni bağışla.” diyerek Allah’tan af dilemiştir(28 Kasas 16). Allah’ta onu bağışlamıştır (28 Kasas 16). 

Allah’ın kendisini bağışlaması üzerine, Allah’a “Rabbim, bana verdiğin nimetler adına, artık suçlu-günahkârlara destekçi olmayacağım.” (28 Kasas 17) sözünü vermiştir. Bugün 15 Temmuz Askeri darbe Girişimi ihanet hareketi sonrasında darbecilerle ilgili başlatılan temizlik operasyonlarında, “Açığa Alma, Tutuklama ve İhraçla” ilgili işlemlerde, Hz. Musa gibi davranılmakta, gerekli belge, delil ortaya konmadan, muhataplar yargılanmadan öfke ile cezalandırma yapılabilmektedir. Bu kararları verip uygulayanlar, “kendi nefislerine zulmetmekte; muhatap şahıslara da yargısız infaz uygulamaktadırlar. Ancak daha sonraları, “açığa alma, tutuklama ve ihraçla” ilgili işlemlerde Başbakan ve Cumhurbaşkanı, “at izi it izine karışmıştır” diyerek hata yapıldığını ifade etmişlerdir. Tıpkı Hz. Musa’nın birinci günkü kavgada takındığı tavırdan dolayı hata yaptığını söylemesi gibi. Bir gün önce Hz. Musa’dan yardım isteyen, kendi kavminden olan şahıs, bir başka Kıpti ile kavga ederken gene Hz. Musa’dan yardım istemiştir: 

“Böylece şehirde korku içinde (çevreyi) gözetleyerek sabahladı. Derken, bir de baktı ki, dün kendisinden yardım isteyen (kişi, bugün de) kendisine yardım için bağırıyor. Musa, ona dedi ki: “Sen gerçekten açıkça bir azgınsın.” (28 Kasas 18) İlim, hikmet ve hüküm sahibi olan Hz. Musa, yanlış bir iş yaptığını kendine itiraf etmiş ve bunun için Allah’tan bağışlanma istemiş; bağışlandıktan sonra da Allah’a “suçlu-günahkârlara destekçi olmayacağına” dair söz vermiş birisi olarak, ertesi gün, «Sen gerçekten açıkça bir azgınsın.” dediği, aynı “suçlu-günahkâra” gene “destekçi olmağa” kalkmıştır ( 28 Kasas 19). Bunun üzerine, Kıptilerden olan Şahıs, “Ey Musa, dün birini öldürdüğün gibi, bugün de beni mi öldürmek istiyorsun? Sen yeryüzünde yalnızca bir zorba olmak istiyorsun, ıslah edicilerden olmak/ ara buluculardan olmak istemiyorsun.” uyarısında bulunarak yaptığı işin, adeta “yargısız infaz” olduğunu, “zorbalık olduğunu” hatırlatmak istemiştir. Ne yazık ki 15 Temmuz askeri darbe girişimi ihanet hareketi sonrasında darbecilerle ilgili başlatılan temizlik operasyonlarında, “açığa alma, tutuklama ve ihraçla” ilgili işlemlerde hata yapıldığı söylenmiş olmasına rağmen, Hz. Musa’nın yaptığı gibi, gene aynı hataların yapılmasına devam edilmektedir. Hz. Musa, ikinci gün de karıştığı olayın devamını getirememiştir. Çünkü birinci gün öldürdüğü adamdan dolayı sarayda kendisi hakkında ölüm kararı vermek üzere bir toplantı yapıldığı haberi kendisine ulaşmıştır. Haberci şehri terk etmesinin yararlı olacağını ona söylemiştir: “Şehrin öbür yakasından bir adam koşarak gelip dedi ki: “Ey Musa, önde gelenler, seni öldürmek konusunda aralarında görüşmektedirler, artık sen çık git; gerçekten ben sana öğüt verenlerdenim.” (28 Kasas 20) 15 Temmuz İhanet hareketi, sadece sürecin bir parçasıdır; süreç devam etmektedir. Ana amaç, yeni sosyolojik fay hatları inşa ederek Türkiye’yi sosyolojik olarak bölmektir, Suriyeleştirmektir. Sosyolojik savaşın etkileri anında değil, yıllar sonra görülebilir, yavaş ve tedricidir. Farkına varıldığı zaman da “Kurbağa haşlanmış” ve iş bitmiştir. Siyası iktidar, yeniden yapılanma yaparken kendi başına hareket etmemeli, farklı siyasi görüşleri, daha da önemlisi milletin, gönüllü kuruluşların/STK’ların görüşlerini almalıdır. Gizli sosyolojik savaş ajanlarına karşı teyakkuz halinde olmalıdır. Bu süreçte, iyi niyetle ortaya konan her karşı görüşü, düşmanlık ve hainlik olarak görmek, nitelendirmek ve suçlamak yanlıştır, tehlikelidir. Lütfen durun ve söz söyleyenleri dinleyin ve söylenenler üzerinde tefekkür edin. 

Ne Yapılmalıydı, Ne Yapılmalıdır? 

“Açığa alma, tutuklama ve ihraç listelerinde” kaba hatları ile 1- Elinde silah olan Güvenlik Mensupları(asker, polis, istihbaratçı), 2-Yargı Mensupları( hâkim, savcı), 3- Eğitim Camiası(öğretmenler, akademisyenler), 4- Devletin Kritik Kurumlarında olan personel, 5- Devletin Kritik olmayan Kurumlarındaki personel, 6- Değişik STK üyeleri ve 7- özel sektör mensupları(mahalle esnafı, patronlar ve yöneticiler) yer almaktadır. Bunlardan darbeye fiilen iştirak ettiği belgelenmiş her kim varsa tutuklu olarak yargılanmalıdır. Fiilen darbeye iştirak etmemiş, “makul şüpheli” konumundaki silahlı polis-asker-istihbarat elemanlarını tedbir olarak açığa alarak ya da tutuklayarak etkisiz hale getirip sonra yargılamak doğru ve adil bir yaklaşımdır. Ancak bu sınıftaki insanları, mahkemeye çıkartmadan ihraç etmek adil değildir. Elinde silah olmayan yargı mensuplarını ve kritik kurumlardaki personeli, karar verme süreçlerinde etkili olabilecekleri için, öncelikle “merkez valileri” gibi kızağa çekerek, karar verme süreçlerinde etkisiz hale getirmek, sonra da yargılamak, gerekmektedir. Elinde silah olmayan akademisyenleri, öğretmenleri ve diğer sivil devlet görevlilerini ise tedbir olarak her türlü idari görevden almak; ancak diğer görevlerine devam etmesini sağlamak daha uygundur. Bunlar hakkında sağlam deliller elde edildiğinde de, yargının önüne mutlaka çıkarılmalıdır. 

Sonuç: Allah’a ve Ahiret’e İman Eden,“Temiz Akıl” ve “Salih Amel Sahiplerinin” Sorumluluğu 

Bugün, 15 Temmuz ihanet hareketi sonrasında “açığa alma, tutuklama ve ihraç etme” ile ilgili tutulan yol ve yaklaşım ile Hz. Davud’un iki kardeşle ilgili yargılama sürecindeki yaklaşımı ve Hz. Musa’nın kavga eden iki adamla ilgili takındığı tavır arasında bir örtüşme mevcuttur. 15 Temmuz ihanet hareketi sonrasında, 2400 civarında akademisyen, binlerce öğretmen ve memur, genel olarak, istisnaları olabilir, Hz. Davud’un “iki davalı”, Hz. Musa’nın “iki kavga eden adam” olayında olduğu gibi, suçlananlara hiçbir şey sorulmadan, savunma hakkı verilmeden, yargı önüne çıkarılmadan, hatta ve hatta ne ile suçlandıkları gerektiği gibi izah edilmeden, herkese gönderilen tek tip yazıya göre, MİT, istihbarat raporları ve idari amirlerin görüşlerine dayanılarak, üniversitelerden ve çeşitli devlet dairelerinden ihraç edilmişlerdir. Açığa alınan akademisyenlerin ve diğer devlet memurlarının durumunun ne olacağı şu an için belli değildir. İzlenen bu yol, yanlıştır ve “yargısız infazdır”. Bu, iyi bir gelenek oluşturmayacaktır. Bugün OHAL’e dayanılarak yapılan birçok uygulama, gelecekte, hep örnek alınacaktır. Müslüman camia, İstiklal Mahkemeleri ve Takrir-i Sükûn kanunu uygulamalarını yıllarca tenkit etmiştir. 28 Şubat Postmodern darbe döneminde yaşananlar unutulmamalıdır. 

Öyleyse, Ey Allah’a ve ahirete iman eden “temiz akıl” ve “salih amel sahipleri” sorumluluğunuzu yerine getirin. 38 Sâd 26. ayetinde, sadece bir siyasal partinin, cemaatin, tarikatın, mezhebin ya da bir dinin veya bir kavmin mensupları arasında hak ile hükmedilmesi istenmemektedir; tüm insanlar arasında hak ile hükmedilmesi istenmektedir. Hak ile hükmedilmesi konusuna ateistler de, komünistler de, dinsizler de dâhildir. Kendilerine ilim, hikmet ve hüküm verilmiş olan Hz. Davud ve Hz. Musa, yukarıda ifade edilen hataları yapabiliyorsa; bugünkü liderler de, hata yapabilir; hata yapma ihtimalleri çok çok daha yüksektir. Bugünkü liderlere hatırlatma yaparak yardımcı olmak, Allah’a ve ahirete iman eden, “temiz akıl” ve “salih amel sahiplerinin” sorumluluğudur. Adaletsizlik, beraberinde kaosu getirir; kanı getirir: 5862 - İbn Abbas (r.a.): “Bir kavimde devlet malından hırsızlık zuhur ederse, Allah o kavmin kalplerine korku atar….Bir kavim, ölçü ve tartılarda hile yaparsa Allah ondan rızkı keser. Bir kavmin (mahkemelerinde) ha ksız yere hükümler verilirse, o kavimde mutlaka kan yaygınlaşır. Bir kavim ahdinden dönüp gadre yer verirse, Allah onlara mutlaka düşmanlarını musallat eder.” (Muvatta, Cihâd 26, (2, 460).) 7170 - İbn Ömer (r.a.): “Resûlüllah (s.) yanımıza gelip şöyle buyurdular: “Ey muhacirler! Beş şey vardır, onlarla imtihan olacağınız zaman artık cemiyette hiçbir hayır kalmamıştır: l) Zina… 2) Ölçü-tartıda hile… 3) Zekât vermemek… 4) Ahdin bozulması… 5) Kitabullah’la hükmetmeyi terk: Hangi milletin imamları Kitabullah’la ameli terk ederek Allah’ın indirdiği hükümlerden işlerine gelenleri seçerlerse, Allah onları kendi aralarında savaştırır.” Öyleyse; adalet yoksa barış da olmayacaktır. O nedenle yapılması gereken iş; “Ey iman edenler, adil şahitler olarak Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adil olun. O, takvaya daha yakındır. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.” (5 Maide 8) ayetinin şuurunda olarak hareket etmektir. 

Öyleyse, Ey Allah’a ve Ahirete iman eden “temiz akıl” ve “salih amel sahipleri” sorumluluğunuzu yerine getirin. Hak ile hükmetmeyip, hevâ ve hevese uymak, “Hesap gününü unutmanın bir sonucu ortaya çıkan bir sapmadır; “Allah’a ve Resûlü’ne ihanet etmek” demektir (8 Enfal 27). Öyleyse; “Ey iman edenler, hepiniz topluca İslam’a girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin.” (2 Bakara 208) Öyleyse; “Ey iman edenler, Allah’a, Resûlü’ne, Resulü’ne indirdiği Kitab’a ve bundan önce indirdiği kitaba iman edin…” (4 Nisa 136). Henüz vakit varken; yarın çok geç olabilir.


ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...