(Milli Gazete)
GİRİŞ
15 Temmuz Askeri darbe girişimi sonrasında Türkiye’de,
“Açığa Alma, Tutuklama ve İhraç listelerinde” yer alan insanların, herhangi bir
belge sunmadan ve yargı önüne çıkarılmadan, memuriyetten ihraç edilmesi ve/veya
“mallarına el konulması”/”ihtiyatı tedbir” konulması konusu, Hz. Musa- Samiri-
Hz. Harun Olayı çerçevesinde ele alınıp değerlendirilecektir.
TOPLUMSAL DEĞİŞİMİN TEDRİCİLİĞİ ve HZ. MUSA’NIN KAVMİ
İsrailoğulları, Mısır’da Firavunların zulmü altında yaklaşık
250 yıl civarında köle olarak yaşamışlardır. O dönemdeki inanç sistemleri açık
değildir. Ancak Mısır’daki hayat tarzından çok etkilenmiş olmaları gerekir ki;
Hz. Musa’nın verdiği mücadeledeki mucizeleri görmüş ve yaşamış olmalarına
rağmen Kızıldeniz’i geçtikten sonra, putlara tapan bir kavimle
karşılaştıklarında, Hz. Musa’dan kendilerine de tapınacakları putlar yapmasını
istemişlerdir (7 Araf 138). Bunun üzerine Hz. Musa, onlara geçmişte gördükleri
zulümleri ve Allah’ın bahşettiği nimetleri hatırlatmış ve tekrar cahiliyeye
dönmeme noktasında onları uyarmıştır (7 Araf 139-141).
Buradan çıkarılacak en önemli ders, toplumsal değişimin,
tedrici, uzun vadeli ve zorlu bir yolculuk olduğu gerçeğidir. İnsanlar, yıllar
içerinde kazandıkları inançlarını, alışkanlıklarını, örf, adet ve geleneklerini
ani bir şekilde bırakamaz ve değiştiremezler.
Şahit oldukları bunca mucizeye rağmen İsrailoğullarının,
şuur altındaki cahili inanç ve yaşam biçimlerini, kısa zamanda değiştirememelerinin
sebebi budur.
Kavminin kısa bir müddet önce kendilerine putlar yapmasını
istediklerini bildiği halde Hz. Musa, toplumsal değişimin tedrici değişim
boyutunu göz önüne almayarak, Allah ile görüşmek için çok acele etmiştir.
Nitekim Allah, buluşma anında kendisine; «Ey Musa, seni kavminden çabucak
ayrılıp gelmeye sevk eden nedir?» (20 Taha 83) sorusunu yöneltmiştir. Hz. Musa,
Kavminin durumundan emin olarak Allah’a; «Onlar arkamda izim üzerindedirler,
benden hoşnut kalman için, sana gelmekte acele ettim Rabbim.» (20 Taha 84)
şeklinde bir cevap vermiştir. Bunun üzerine Allah’ın kendisine; “«Biz senden
sonra kavmini deneme (fitne)den geçirdik, Samiri onları şaşırtıp-saptırdı.»”
(20 Taha 85) şeklinde verdiği cevap, hem kendisinin hem de Kavminin imtihana
tabı tutulduğunun bir ifadesidir. Hz Musa açısından bu aynı zamanda bir
eğitimdir. Dersin konusu, bireysel ve toplumsal değişimin tedriciliği ve uzun
vadede gerçekleşmesidir.
Dikkat edilmesi gereken nokta, Hz. Musa, Allah ile görüşmek
için randevu talep ettiğinde, kendisine, talebin hemen ardından randevu
verilmemiş, araya 40 günlük bir sürenin konmuş olmasıdır (7 Araf 142).
Bunun sebebi ve hikmeti nedir? Ne olabilir? Bir ihtimal, Hz.
Musa’nın Allah ile konuşma anına/buluşma anına ruhsal olarak hazırlanması
gerekmektedir. Verilen süre bununla ilgili olabilir. Nitekim Hz. Musa,
“«Kavmimde benim yerime geç, ıslah et ve bozguncuların yolunu tutma»” (7 Araf
142) diyerek kendi yerine kardeşi Harun’u vekil tayın edip kavminden ayrılıp
inzivaya çekilmiş, ibadet ederek kendisini büyük buluşmaya hazırlamıştır (1,2).
İkinci ihtimal, Hz. Musa’nın kavmi imtihana tabi tutulacaktır. Bu imtihanın
sonuçlarının tezahürü için bir süreye ihtiyaç vardır. Üçüncü ihtimal, hem
birinci hem de ikinci ihtimalin birlikte var olması durumudur. En doğrusunu
Allah bilir.
Üçüncü ihtimalin olması, daha kuvvetli bir durumdur.
Toplumsal değişimin tedriciliğinden dolayı İsrailoğullarının tabi tutulduğu
imtihanın sonuçlarının tezahür etmesi ve hayata fiilen yansıması için 40 günlük
bir süre yeterli olmuş olabilir. Nitekim bu sürede Hz. Musa’nın kavmi,
Samiri’nin kurduğu tuzağa düşmüştür. Hz. Musa’nın kendilerine yaptığı tebliğin
muhtevasını unutarak “Samiri’nin altın buzağısını” ilah olarak benimseyip ona
ibadet etmişlerdir(7 Araf 148). Ancak, sonra yaptıklarından pişman olmuşlar ve
Allah’tan af dilemeye başlamışlardır(7 Araf 149). Görülebileceği gibi, İman
dairesinden cahiliye ya da inkâr dairesine; cahiliye ya da inkâr dairesinden
iman dairesine geçiş, anı ve sancısız olmamaktadır. Yaptıklarından pişman
olmaları, af dilemeleri bunu göstermektedir. Çok ciddi bir gelgit
yaşamışlardır. İster beşeri olsun ister olmasın bütün sistemler, “hal
değişiminde” “geçici bir rejim” yaşarlar. Bu bir kanuniyettir.
O nedenle “Açığa alma, tutuklama ve ihraç etme”
işlemlerinde, toplumsal değişimin yavaş ve tedrici olduğu göz önüne
alınmalıdır. Çok kesin, sağlam belge ve delil olmadan işlem yapılmamalıdır.
TOPLUMUN İÇİNDE YAŞADIĞI ORTAM VE DEĞİŞİM
Hz. Musa, kendisine verilen emirlerle dolu levhaları alarak
kavminin yanına, kızgın ve üzgün olarak dönmüş ve onlara sitem ederek Allah’ın
azabını hatırlatmıştır (7 Araf 150, 20 Taha 86). Hz. Musa’nın yaptığı bu
sorgulamaya karşı Kavmi, O’na “verdikleri sözden kendiliklerinden
dönmediklerini, Samiri’nin kendilerini saptırdığını” söylemiştir (20 Taha 87,
88). Samiri, o günün şartlarında, olağanın dışında bir gösteri yaparak
cahiliyenin kirlerini, paslarını kalplerinden söküp atamamış bir toplumu etkileyerek,
cahiliye inanç sistemine onları çekebilmiştir.
Bugün, üzerinde durup düşünülmesi gereken en önemli
noktalardan birisi de bu noktadır. Çevresel etkilerin ve okuyup öğrenilenlerin
insan üzerindeki etkileri (yaklaşık %60 oranında) önemlidir. Hz. Peygamberin
(sas); “Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar. Sonra anne-babası onu Yahudi,
Hıristiyan veya putperest yapar…” (3) hadisine ve Vezirin karısının baskısına
karşı Hz. Yusuf’un yaptığı duaya, bu açıdan bakılması gerekmektedir (12 Yusuf
33).
Sade vatandaşlar, genellikle olağan üstülüklere karşı özel
bir zaaf gösterirler. Bu, Kuran’da insanın heva cephesine ilişkin bir özellik
olarak yer almaktadır. İnsanlar, peygamberlerin davetine karşı verdikleri ilk
tepkilerden biri, “Müzice göstermeleri gerekmez mi ve “yanında melek olması
gerekmez mi?” şeklindedir. İşte Samiri de, bu zaafın dışsallaşmasını sağlayan
bir iş yaparak Hz. Musa’nın kavmini saptırmıştır.
CIA ve MOSSAD’in yüksek teknolojik imkânlarını kullanarak,
kendi insan unsurunu dinleten, gözleten; sonra da karşılaştıklarında
kalplerini, ruhlarını okuduğu imajını meydana getiren bir liderin (Gülen),
kendisine tabi olanlar üzerindeki etkisi, çok büyük olmuştur. Gülen hareketi
mensupları, genellikle, liderlerinin “gaipten haber verdiğine”, “Mehdi olduğuna”,
“Allah ve Peygamberle sürekli görüştüğüne” inanmakta ve liderlerinin “söylediği
her şeyi doğru” kabul etmektedirler. Bu nedenle 17-25 Aralık Maliye-Polis-Yargı
Darbesi ve 15 Temmuz Askeri darbe girişiminden dolayı bu insanların bütün
inançlarını, aniden değiştirip gerçekleri görebileceğini sanmak ve buna inanmak
yanlış olur. Diğer taraftan Gülen Hareketi, darbe öncesinde sivil kadroları ile
azalarının büyük bir çoğunluğunu yurt dışına çekmiş, sempatizan ve
taraftarlarını ortalıkta bırakmıştır.
Gülen Hareketinin Kadroları ve azalarının yerine “İbadet ve
ticaret ehlinin”/Sempatizan ve taraftarlarının üzerine bugünkü şekliyle
gidilirse, Gülen hareketine hizmet edilmiş olacak; sempatizan ve taraftarların
aza olma ihtimali artacaktır. Bunun çok eski komünist bir taktik olduğu
unutulmamalıdır.
HZ. MUSA, HZ. HARUN VE YARGISIZ İNFAZ GİRİŞİMİ
Hz. Musa Kavminin yanına döndüğünde Kavminin ona; «Biz sana
verdiğimiz sözden kendiliğimizden dönmedik. Samiri bizi yanılttı” cevabı
üzerine Hz. Musa öfke ile elindeki kutsal emir yazılı Levhaları bırakarak
kardeşinin üzerine yürümüş, onu saçından sakalından yakalayarak; “«Ey Harun».
«Onların saptıklarını gördüğün zaman seni (onlara müdahale etmekten) alıkoyan
neydi?» «Niye bana uymadın, emrime baş mı kaldırdın?» (20 Taha 92) diyerek
suçlamış ve hırpalamıştır.
Hz. Musa kavminin bu duruma niçin düştüğünü, neler olduğunu,
vekil bıraktığı Hz. Harun’a sormadan, onun ile konuşmadan, doğrudan doğruya onu
suçlayarak üzerine yürümüş, saçını başını yolmaya başlamıştır. Bunun üzerine
Hz. Harun, kardeşi Hz. Musa’ya; “Annem oğlu, bu topluluk beni zayıflattı
(hırpalayıp güçsüzleştirdi) ve neredeyse beni öldürmeye giriştiler. Bari sen
düşmanları sevindirecek bir şey yapma ve beni bu zalimler topluluğuyla birlikte
sayma” (7 Araf 150); “Ey annemin oğlu, sakalımı ve başımı tutup-yolma. Ben,
senin: ‘İsrailoğulları arasında ayrılık çıkardın, sözümü önemsemedin’ demenden
endişe edip korktum.” (20 Taha 94) şeklinde cevap vererek onu itidalli
davranmaya davet etmiştir.
Gerçekte Hz. Harun, üzerine düşen sorumluluğu, gücü oranında
yerine getirmiş fakat başaramamıştır(20 Taha 90). Taha 90 Ayetinin yeminle
başlamış olması, Hz. Harun’un üzerine düşen sorumluluğu gereğince yerine
getirdiğinin bir ölçüsüdür. Hz. Harun’un açıklamasına rağmen kavminin cevabı; “Musa
bize geri gelinceye kadar ona (buzağıya) karşı bel büküp önünde eğilmekten
kesinlikle ayrılmayacağız.” (20 Taha 91) şeklinde çok sert, katı ve kesin
olmuştur.
Adaletsiz bir şekilde kardeşini suçladığını ve hata
yaptığını anlayan Hz. Musa, kendisinin ve kardeşinin af edilmesini Allah’tan
istemiştir(7/151). Gerçekte İlim, hikmet ve hüküm sahibi olan Hz. Musa’nın
yaptığı iş, yargısız infaz girişimiydi.
Sonuç: Allah’a Ve Ahiret’e İman Edenler, “Düşmanları
Sevindirecek İşler Yapmayın”
Bugün, 15 Temmuz İhanet hareketi sonrasında “Açığa Alma,
Tutuklama ve İhraç Etme” ile ilgili tutulan yol ve yaklaşım ile Hz. Musa’nın
Hz. Harun’a Yargısız İnfaz girişimi arasında bir benzerlik vardır. “Açığa Alma,
Tutuklama ve İhraçla” ilgili işlemlerde, Hz. Musa gibi davranılmakta, insanlara
savunma hakkı verilmeden, gerekli belgeler önlerine konulmadan öfke ile
cezalandırılmaktadır.
15 Temmuz İhanet Hareketi sonrasında, 2400 civarında
akademisyen, binlerce öğretmen ve memur, genel olarak, istisnaları olabilir,
suçlananlara hiçbir şey sorulmadan, savunma hakkı verilmeden, yargı önüne
çıkarılmadan, ne ile suçlandıkları gerektiği gibi izah edilmeden, MİT,
istihbarat raporları ve idari amirlerin görüşlerine dayanılarak,
üniversitelerden ve çeşitli devlet dairelerinden ihraç edilmişlerdir.
İzlenen bu yol, yanlıştır ve “yargısız infazdır”. Bu, iyi
bir gelenek oluşturmayacak; gelecekte de, hep örnek olarak alınacaktır.
Kendisine ilim, hikmet ve hüküm verilmiş olan Hz. Musa,
yukarıda ifade edilen hatayı yapabiliyorsa; bugünkü liderler de, karar
vericiler de, hata yapabilir; hata yapma ihtimalleri çok çok daha yüksektir.
Bugünkü liderlere hatırlatma yaparak yardımcı olmak; Allah’a ve Ahirete iman
eden, “temiz akıl”, “salih amel” ve “fazilet” sahiplerinin” sorumluluğudur(11
Hud 116).
Unutulmasın! ADALET YOKSA BARIŞ DA OLMAYACAKTIR.
Öyleyse, Ey Allah’a ve Ahirete iman edenler, düşmanları
sevindirecek bir şey yapmayın:
“Ey iman edenler, kendinizden olmayanı sırdaş edinmeyin.
Onlar size kötülük ve zarar vermeye çalışırlar, size zorlu bir sıkıntı verecek
şeyden hoşlanırlar. Buğz (ve düşmanlıkları) ağızlarından dışa vurmuştur,
sinelerinin gizli tuttukları ise, daha büyüktür. Size ayetlerimizi açıkladık;
belki akıl erdirirsiniz.” (3 Ali İmran 118)
“Size bir iyilik dokununca onları tasalandırır, size bir
kötülük isabet edince ise onunla sevinirler. Eğer siz sabreder ve sakınırsanız,
onların ‘hileli düzenleri’ size hiç bir zarar veremez.” (3 Ali İmran 120).
HENÜZ VAKİT VARKEN; YARIN ÇOK GEÇ OLABİLİR!
Kaynaklar
1- Kutup S.,Fizilal-il –Kuran, Hikmet yayınları, İstanbul,
cilt 6, s: 245-279; c 10 s: 64-71.
2- İbn Kesir, Hadislerle Kuran- Kerim Tefsiri, Çağrı
yayınları, İstanbul, 1985, c10, s: 5259-5266
3- Buhari, cenâiz 80; Müslim, kader 22; Ebu Davut, sünnet
17; Tirmizi, kader 5.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder