(Umran Dergisi)
15 Temmuz askeri darbe girişimi ile ilgili olarak “Kadife Darbeden Askeri Darbeye-1: 11 Eylül İkiz Kuleler Provokasyonu İle Arap Baharı Karışımı Sosyolojik Savaş Amaçlı Bir Askeri Darbe Girişimi”(Ağustos 2016 Umran); “Kadife Darbeden Askeri Darbeye-2: Üst Akıl/Dış Beyin Siyonizm, İç Akıl/Beyin Masonluk, Taşeron Yapı Gülen Hareketi”( Eylül 2016 Umran) isimli iki yazı yazılmıştır. Bu yazılarda, darbenin genel özellikleri, amaçları ve sonuçları ile Darbeyi yapan beyin takımından Siyonizm ve Masonluk ele alınıp değerlendirilmiştir. 15 Temmuz askeri darbe girişiminden sonraki sürece bakıldığında, alınan tedbirlerin, Türkiye’yi yeni bir sosyolojik ayrışma noktasına getirme tehlikesi söz konusudur. Bu nedenle burada, darbecilerin tasfiye edilmesi ile ilgili dikkat edilmesi gereken bazı konular, ele alınacaktır.
“Açığa Alma, Tutuklama ve İhraç Etme” Kriterleri
Türkiye’de Gülen şantaj ve terör hareketi ile ilgili yapılan temizlik operasyonları için Başbakan Yıldırım, 01.08.2016 tarihinde, özel bir açıklama yapmış ve süreçle ilgili güzel bir yol haritası ortaya koymuştur: “Açığa alınanlarla ilgili titiz bir çalışma yürütülüyor. İntikam duygusuyla değil, adaletle hareket edeceğiz. Darbecilere hesap soracağız. …Burada FETÖ’ye katılan, onlarla birlikte hareket edenlerin tespitinde de kılı kırk yaracağız. Bir sürek avına çıkmayacağız. Elimizdeki sağlam verilerle hareket edeceğiz. Yaşla kurunun birlikte yanmasına da asla izin vermeyeceğiz. Bu çok titiz bir çalışma gerektiriyor. Bu dönemler karambol dönemleridir. Birbirlerine karın ağrısı olanlar piyasaya çıkar, haksızlığa neden olabilirler. Onun için Başbakanlık’ta kriz merkezi kurduk, bakanlıklarda kurullar oluşturuldu. Haksız yere işlem görmüş olanlar olabilir, yoktur diye iddia etmiyoruz. Onun için yeni baştan ele alınacak, haklıyla haksız, suçluyla suçsuz ayırt edilecek. …
Sağlık Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, YÖK devreye girdi ve sistem tıkır tıkır işliyor. …Burada biz ölçüyü şöyle koyuyoruz. 17- 25 Aralık’tan sonra hala uyanmamış olanları masum kabul etmiyoruz. 17 Aralık buranın bir terör yapılanması olduğunun ortaya çıktığı tarihtir. Ondan sonra bunlara verilen destek hiçbir şekilde masum görülemez ve masum gibi muamele edilemez.”1 Bu açıklamadan yaklaşık bir ay sonra, 3 Eylül 2016’da, Başbakan Binalı Yıldırım, kamu kurum ve kuruluşlarında Gülen Hareketi mensupları tasfiye edilirken 17/25 Aralık tarihinin referans alınacağını açıklamıştır. Yapılan açıklamaya göre, bu tarihten sonra ilgili şahısların durumu, 16 kıstas göz önüne alınarak belirlenmektedir/belirlenecektir. “Açığa alma, tutuklama ve ihraçlar”da, göz önüne alınan kriterler, aşağıda listelenmiştir2 :
1. 17/25 Aralık’tan sonra Bank Asya ve Paralel Yapı’nın diğer şirketlerine parasal katkı sağlamak.
2. FETÖ’nün sendikaları ve derneklerinde yönetici veya üye olmak.
3. By Locak ve benzeri özel şifreli yazışma programını kullanmak.
4. Kimse Yok mu Derneği’ne bağışta bulunmak.
5. Emniyet ve MİT ve MASAK raporlarının olması.
6. Kapsamlı sosyal medya taraması.
7. Örgütün sivil toplum kuruluşları adı altında sohbet ve toplantılarına katılmak.
8. Doğal akış dışında kısa sürede terfi etmiş veya özel görevlere getirilmiş olmak.
9. Örgüte ‘’himmet’’ adı altında para aktarmak.
10.Güvenilir ihbarlar, ifade ve itiraflar bulunması.
11.Takip ettikleri sitelerin incelemesinden elde edilen sonuçlar.
12.FETÖ üyesi şirketlerin normal olmayan işlemlerini yapmak, koruyup kollamak.
13.Yargıda ve emniyette örgüt lehine hareket ettiği tespit edilen kişiler arasında yer almak.
14.Paralel Yapı’nın ev ve yurtlarında kalanların sonraki yıllarda gösterdiği davranışlar.
15.İşyerinde diğer çalışanlardan, tanıyan kişilerden elde edilen bilgiler.
16.Örgütün gazete, dergi aboneliği ve çocuğunu okullarına göndermeyi 17/25 Aralık’tan sonra sürdürmek.
Yukarıdaki kriterler, açığa alma, tutuklama ve ihraç etme işlemleri başladıktan yaklaşık 40 gün sonra açıklanmış kriterlerdir. 16 Temmuzdan 3 Eylül tarihine kadar açığa alma, tutuklama ve ihraç etmede hangi kriterler kullanıldığı belli değildir. Bu süre zarfında açığa alınmış, tutuklanmış veya ihraç edilmiş insanların durumunun bir an önce açıklığa kavuşturulması, tarihi bir sorumluluktur. Diğer taraftan, 16 Kriter içerisindeki bazı kriterler, çok izafidir; verilecek kararlar, kişiden kişiye bağlı olarak değişebilir. Nitekim pratik de bunu doğrulamaktadır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “aşağısı ibadet, ortası ticaret, yukarısı ihanet” olarak tasvir ettiği bir yapının tasfiyesinde, “ticaret ve ibadet erbabının”, “ihanet erbabından” ayrılması ve bunun için çok hassas davranılması gerekmektedir. Bunun için, bir değil, iki kırılma noktası referans alınmalıdır:
1- 17-25 Aralık Maliye-Polis- Yargı Darbe Girişimi
2- 15 Temmuz Askeri Darbe Girişimi Bu iki tarihi kırılma anı göz önüne alınırken, şu üç noktaya, özellikle dikkat edilmelidir:
· 17-25 Aralık maliye-polis- yargı darbe girişimine kadar devlet ricalinin büyük bir kesiminin, Gülen Hareketi ile ilgili övgü dolu sözler söylemesinin ve devlet imkânlarını, özellikle, belediye imkânlarını tahsis etmelerinin etkileri
· Gülen hareketi tarafından inşa edilen maliye-polis- yargı şantaj ve tehdit mekanizmasının varlığı ve bunun belli bir insan unsuru üzerindeki etkileri
· “Tedbir olarak açığa alalım, tutuklayalım; o, kendisinin masum olduğunu ispatlasın” yaklaşımı.
15 Temmuz askeri darbe girişiminden sonra Gülen terör ve şantaj hareketini desteklemiş olanların üzerine kesin bir şekilde gidilmelidir. Ancak, 17-25 Aralık maliye-polis- yargı darbe girişimi ile 15 Temmuz askeri darbe girişimi arasındaki dönemde, Gülen hareketi mensuplarının bir kısmının, o günün şartları göz önüne alındığında, gelgitler yaşayabileceğine, kararsız kalabileceğine dikkat edilmelidir. Çocuklarını okullarından, yurtlarından almamış/alamamış olabilir, kurban yardımında bulunmuş olabilir. Bu dönemle ilgili olarak çocuklarını Gülen hareketinin okullarında okutmuş olmak veya onun yurtlarında kalmış olmak, temel kriterler zümresi içerisinde değerlendirilmemelidir. Yasal olarak hiçbir işleme tabı tutulmamış banka ile işlem yapmayı, yurt ve okullarda bulunmayı, esaslı suçlayıcı bir unsur olarak görmemiş/görememiş olabilirler. O dönemin psikolojisi buna uygundu.
“Açığa Alma, Tutuklama ve İhraçlarda” Teori ile Pratik Birbirini Tutmamaktadır
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konu ile ilgili değerlendirmesi, teori ile pratiğin uyumlu olmadığının en güzel göstergesidir. Yapılan açıklama hem anlamlı, hem düşündürücü hem de üzücüdür: “Şu var ki at izi, it izine karışmış vaziyette. ‘Ben bir şey atayım da nasılsa tutar’ diyenler var. Bazıları böyle yapıyor. Özellikle yazılı ve görsel medya dünyasında bu çok var… Öyle yorumlar yapıyorlar ki suçladıkları o insanın bu işle hiç alakası yok. Ama o insana o yaftayı yapıştırıyor. Bunlar doğru şeyler değil. Bu tür yanlışlıklardan uzak durmak lazım.”3 Pratik böyle olduğuna göre Başbakana ve Cumhurbaşkanına rağmen bu süreci, kim yönetiyor ve listeler kim tarafından, nasıl ve hangi kriterlere göre hazırlanıyor? Diğer taraftan Cumhurbaşkanlığı Kurumsal İletişim Başkanı Mücahit Küçükyılmaz, “15 yıldır tanıdığım, ‘o gece’ tankın önüne yatan, FETÖ düşmanı Oktay Kılıç’ın evi FETÖ’den aranıyorsa, bu operasyon ‘bize’ dönmüş demektir!” “Namaz kılanı Fetullahçı sanan, Meşveretçi, Yazıcı, Okuyucu, Nakşi, Kadiri arasındaki farkı bilmeyen 28 Şubat’çılarla FETÖ temizliği yapılamaz.”4 , tarzındaki açıklaması, mesaj dolu ve daha da anlamlıdır. Öyleyse bütün bu şikâyetlere rağmen bu süreci, kim yönetiyor ve bu listeler kim tarafından, nasıl ve hangi kriterlere göre hazırlanıyor? Başta Ahmet Taşgetiren olmak üzere birçok köşe yazarının, yazılarında, adaletsizliğe, duyarsızlığa karşı feryat edip isyan etmeleri, tehlikenin büyüklüğünü göstermesi açısından önemlidir.5 Sürece ilişkin çok anlamlı ve tüyleri diken diken eden bir açıklama, AK Parti İstanbul Milletvekili Metin Külünk tarafından yapılmıştır: “İstanbul’da bir üniversitede bir fakültede herkes tarafından hakkında şehadet edilen, tarihçesi de asla bu örgütle hiç ilişkisi olmayan bir öğretim üyesini bir dekan sırf kendisine itiraz etti diye bu alçak örgütün şemasına koymuş, adamcağızı tasfiye ettirmek istiyor. Bu zalimliktir, açıkça söylüyorum. Bahsettiğim fakültede bir öğretim üyesini sırf hoşuna gitmediği için bu listenin içerisine dâhil eden dekanı uyarıyorum. …O adama yaptığın zulmü geri al! O adama yaptığın zulmü geri al! Herkes etrafında şahit ki o adam asla bu örgütün adamı değil, sen sırf senin hoşuna gitmediği için o adamı bu listeye dâhil etmen zalimliktir.”6 Öyleyse, tekrar soruyoruz; bu süreci kim yönetiyor ve bu listeler, kim tarafından, nasıl ve hangi kriterlere göre hazırlanıyor? Başbakan Yıldırım’ın bahsettiği genel bir denetim mekanizması çalışmıyor mu?/çalıştırılmıyor mu?
Gülen Terör ve Şantaj Hareketi Havuzuna Masum İnsanları Koymak Yeni Bir Sosyal Fay Hattı İnşa Etmek Anlamına Gelir
Ülke sathında, “Açığa Alma, Tutuklama ve İhraç Etme” ile ilgili yapılanlara göz attığımızda, “Gülenciler” listesi, aşağıdaki insan unsurundan oluşmaktadır: · Emniyet İstihbarat/Askeri İstihbarat/MİT’in bilgi ve belge kapsamında gerçek Gülen Hareketi mensupları olanlar. · Kifayetsiz muhterislerin bir makamı ya da mevkii ele geçirmek için Gülen hareketi ile hiç alakası olmayan ve fakat kendisine engel gördüklerini Gülenci olarak ihbar etmeleri ile açığa alınanlar. · Geçmişte aralarında husumet bulunanların, birbirlerini Gülenci olarak ihbar etmeleri ile açığa alınanlar. Özellikle idarecilerin kin güttüğü kişileri, ilgileri olmadığı halde Gülenci olarak listelemesi. · Bizzat Gülen Hareketi mensubu olanların, kendilerinden olmayan herkesi, kargaşa meydana getirebilmek için Gülenci olarak ihbar etmeleri. · Başta MOSSAD ve CIA olmak üzere yabancı istihbarat mensuplarının, kargaşa meydana getirebilmek için Gülenci olarak ihbar ettikleri kimseler. · Geçmişte Gülen hareketine dâhil olmuş, yardım etmiş ve fakat 17-25 Aralık operasyonundan sonra ayrılmış ve bütün bağlarını koparmış olanların, hala daha Gülenci olarak kabul edilmeleri ve fişlenmeleri. · Geçmişte Gülen hareketine ait, dershane, okul ve yurtlarda kalan ve fakat Gülen hareketi ile hiç ilgisi olmayan gençlerin, çocukların ve onların ailelerinin Gülenci olarak kabul edilmeleri ve fişlenmeleri. · 15 Temmuz 2016 tarihi itibariyle Gülen Hareketinin okullarında okuyan tüm gençlerin Gülenci olarak kabul edilmeleri ve fişlenmeleri. · Ticari rakiplerin, birbirlerini Gülenci olarak ihbar etmeleri. · Birbiri ile küskün komşuların, akrabaların birbirlerini Gülenci olarak ihbar etmeleri. · Psikopatların herkesi, Gülenci olarak ihbar etmeleri. · Maliye-Polis-Yargı baskı ve şantaj kıskacında Gülen Hareketine yardıma ve hizmete mecbur bırakılan iş adamı ve bürokratlar. · Aralarında husumet olan karı kocanın birbirlerini “paralelci”/ “FETÖ’cü” olarak ihbar etmeleri. · Dost hayatı yaşayan eşlerin “paralelci”/ “FETÖ’cü” olarak birbirlerini ihbar etmeleri.
Bu liste, daha da genişletilebilir. Eğer tüm bu insanlar, “Paralelci”/“FETÖ’cü”/ “Gülenci” havuzuna atılır ve aynı muameleye tabi tutulursa, Türkiye, büyük bir kaosa doğru sürüklenebilir. Kin ve nefret ortalığı kasıp kavurabilir.
“Açığa Alma, Tutuklama ve İhraç Etme” Listeleri Kim Tarafından ve Nasıl Hazırlanmaktadır?
Bu soruyu cevaplandırabilmek için şu soruların cevaplarının sağlıklı bir şekilde verilebilmesi gerekmektedir:
1- 17-25 Aralık maliye-polis-yargı darbe girişiminden sonra devlet, Gülen şantaj ve terör örgütünün aslı elemanları ile ilgili hiçbir hazırlık yapmamış mıdır?
2- Devlet eğer bir hazırlık yapmış ise Gülen Hareketinin aslı unsurlarına ilişkin her türlü sağlam bilgi, belge elde mevcut olması gerekmez mi?
3- “Açığa Alma, Tutuklama ve İhraç listesinde” yer alan ve suçlanan insan unsuru ile ilgili her türlü bilgi ve belge varsa, buna uygun olarak sorgulamalarının yapılması ve mahkemeye çıkarılmaları gerekmez mi?
4- Eğer devlet tarafından zamanında bu hazırlık yapılmadıysa/yapılamadıysa, bunun sebebi nedir?
Genel olarak şu söylenebilir/söylenmektedir: MİT, emniyet istihbarat ve askeri istihbarat dâhil devletin bütün birimlerine, Gülenciler sızmışlardı; o nedenle bir liste hazırlığına gidilememiştir. Bu doğru olabilir. Ancak bugün bu tehlike, düne nazaran gene mevcuttur. Kripto Gülenciler çok iyi kamuflaj olmuş bir şekilde bugünkü listelerin hazırlanmasında yer almış olabilirler. Ayrıca, listelerin hazırlanmasında darbenin iç beyni olan Mason-Sabatayist olan ekip ve devletin kılcal damarlarına sızmış olma ihtimali bulunan kripto CIA, MOSSAD, MI6 ve BND ajanları da etkili olabilir.
Bu nedenle, elde sağlam bilgi, belge/delil olmadan insanlar hakkında acele ile karar verilmemeliydi/verilmemelidir. Medyada yer alan ve açığa alınıp tutuklanan ya da ihraç edilenlerin verdikleri bilgilere göre listeler, aşağıdaki unsurlar tarafından oluşturulmaktadır:
1- İstihbaratlar (MİT, Emniyet İstihbarat, Jandarma İstihbarat) tarafından hazırlanan listeler,
2- Bizzat idareciler tarafından hazırlanan listeler,
3- Bazı İdarecilerin amaçlı olarak oluşturdukları “ideolojik taraflı komisyonlar” tarafından hazırlanan listeler,
4- Bazı idarecilerin adil olduklarına inandıkları kişilerden oluşturdukları komisyonlar tarafından hazırlanan listeler.
5- Köşe yazarları tarafından sunulan listeler
6- Bazı STK’lar tarafından hazırlanıp sunulan listeler.
7- Siyasiler tarafından hazırlanan listeler
8- Yapılan İtiraflardan elde edilen listeler
9- İhbarlarla oluşturulan listeler
10- 1980 darbesinde darbecilere listeleri veren karanlık merkezler!
Başka alternatifler de olabilir. Pratiğe baktığımızda, listeler, merkezi ortak kriterlere göre hazırlanmamaktadır. Listeleri hazırlayanlar, hazırlanan listelerde yer alan şahıslarla ilgili gerekli belgeleri sunmamaktadır/sunamamaktadır. Kişisel kanaatler, çok daha etkili olmaktadır. İnsanlar niçin açığa alındığını, niçin ihraç edildiklerini ve hangi belgelere dayanarak suçlandıklarını bilmemektedir ve de öğrenememektedir. “Aksi ispatlanmadıkça insanlar masumdur”. “İddia makamı iddiasını ispatlamak zorundadır.”: Hz. Muhammed (s.); Delil göstermek davacıya aittir; yemin ise davalıya aittir.”7 Delilsiz suçlamak ve karar vermek, toplumu kaosa sürükleyecek bir süreci başlatabilir: “4931 Hz. Muhammed (s): İnsanların her iddia ettikleri delilsiz şey verilseydi, bazı kimseler, bazılarının kanlarını ve mallarını talep ederlerdi. Ama yemin etmek davalıya aittir”8 Doğudaki Erzurum Atatürk Üniversitesi’ndeki uygulama ve göz önüne alınan kriterler ile Batıdaki 18 Mart Çanakkale Üniversitesi’ndeki uygulama ve kriterler aynı mı? İzlenen yol, gösterilen hassasiyet aynı mı? İdeolojik farklılıklar işin içine girmekte midir? Komisyonlar ideolojik olarak mı kuruluyor? Alt birimlerde hazırlanan listeler, merkezi bir komisyondan geçmekte midir? Nihai karar vericiler alt birimler mi? Listelere giren insanların savunmaları alınıp Mahkemeye çıkarılmayacaklar mı? Savunmaları alınmadan, mahkemeye çıkarılmadan ihraç etmek, “Yargısız İnfaz” değil mi? Yoksa “Adalet mülkün temeli” olmaktan çıkarıldı mı? Medyada yer alan şikâyetlerden sürecin, merkezi bir denetime tabi tutularak yürütülmediği, birimden birime, bölgeden bölgeye, üniversiteden üniversiteye çok ciddi farklılıkların olduğu anlaşılmaktadır.
“Tedbir Olarak Açığa Alalım, Tutuklayalım; O, Kendisinin Masum Olduğunu İspatlasın”
Şu denebilir/denmektedir: “Bir darbe ortamındayız tehlike çok büyüktür, yeni bir askeri darbe olabilir. Masum olup mağdur olanlar, %3-%10 gibi bir orandır; bu da normaldir.” Tehlikenin büyük olduğuna katılıyorum. Ancak masum insanları mağdur etmek, İlahi adalet uygun değildir. Masum insanların, “terör örgütü üyesi” iddiası ile açığa alınması ve/veya tutuklanması, basite indirgenecek bir konu değildir. Yarın aklanmış olsa bile her şeyden önce fişlenmiş, sosyal çevresi tarafından tehlikeli görülüp dışlanmıştır/dışlanacaktır. Süreçten beraat etmiş/aklanmış olarak çıkmış olsa bile sicilinde, bir terör örgütü üyesi iması daima bulunacak, her başvurduğu işte ya da yapacağı işte, her güvenlik araştırmasında, bu durum karşısına çıkacaktır. Yol boyu derin bir travma yaşayacaktır. Adalete ve devlete olan güveni yıkılacaktır. O nedenle sağlam deliller olmadan, kanaatler veya mesnetsiz ihbarlar üzerinden insanların açığa alınması ve tutuklanması yoluna gidilmemelidir. O nedenle herkes Allah’ın huzurundaki yüce mahkemeyi düşünerek konuşmalı ve sorumlu davranmalıdır: “9793 Hz. Peygamber (s.): Kendine nasıl muamele edilmesini istersen insanlara öyle muamele et”.9
İdeolojik Hareketlerde Dört İnsan Unsuru
İdeolojik hareketlerin tümünde “sempatizan”, “taraftar”, “aza” ve “kadrolar” olmak üzere dört farklı insan unsuru mevcuttur. Sempatizanlar, harekete sempati duyar, takdir etmekle yetinir fakat fiiliyatta yokturlar. Taraftarların, hareket ile organik bağları yoktur, fakat keyfi olarak maddi ve manevi kısmi yardımlarda bulunabilirler. Bazı faaliyetlere de iştirak edebilirler. Azalar, hayatını davasına adamış, vakfetmiş insanlardır. Tüm hayatlarını, inandıkları davaya göre planlarlar. Kadrolar ise azalar içinden çıkan yönetici ekiplerdir. Gülen hareketi için Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “aşağısı ibadet, ortası ticaret, yukarısı ihanet içinde” diye yaptığı tanımlama, yukarıdaki dört grup insanı ihtiva etmektedir. Gülen şantaj ve terör örgütünün “ihanet grubu”, azalar ve kadrolardır. İbadet ve ticaret grubu, sempatizan ve taraftarlardır. Medyaya yansıyan şekliyle, ihanet grubunun kahir ekseriyeti, 15 Temmuz askeri darbe girişiminden önce; geri kalanların bir kısmı da, darbenin hemen ardından yurt dışına kaçmışlardır. Dolayısıyla Gülen Hareketinin sempatizan ve taraftarları ile azaların bir kısmı, bugün ülke içerisinde bulunmaktadır. Bugün yürütülen operasyonlarda “açığa alınan, tutuklanan ve ihraç edilenler” içinde Gülen Hareketinin sempatizanları, taraftarları ile azalarının bir kısmı ve Gülen hareketi ile hiç alakası olmayan insanlar yer almaktadır. Eğer aza olanlarla taraftar, sempatizan ve Gülen Hareketi ile hiç alakası olmayanları, taraftar olanlarla sempatizan ve Gülen Hareketi ile hiç alakası olmayanları ve sempatizan olanlarla Gülen Hareketi ile hiç alakası olmayanları ayırt edecek bir kriter, bir mekanizma bulunmaz ise, bir çok insanın canı yanacaktır. Sosyolojik ayrışma çok farklı zeminlere kayacaktır. O nedenle azalar ve kadrolar, cezalandırılmalı; sempatizan ve taraftarlar kazanılmalıdır. Gülen Hareketi ile ilgisi olmayanlar bir an önce ayıklanarak listelerden çıkarılmalıdır.
İki Davacı, Hz. Davud ve Yargısız Karar
Hz. Davud, gençlik yıllarında Talut’un ordusunda Calut’a karşı savaşmak üzere yer almış ve düşman komutanı Calut’u öldürmüştür (2 Bakara 249- 251). Allah, Hz. Davud’a, daha sonra, “mülk/iktidar”, “hikmet”, “hitabet gücü” ve “Kitap vermiştir”, Zebur, (4 Nisa 163; 17 İsra 55; 38 Sad 18-20). Hz. Davud’un düzenli zikir yapması ve yaptığı zikre, “dağların ve kuşların iştirak etmiş olması, ona has bir özelliktir (34 Sebe 10, 38 Sad 18-19). Hz. Davud’a, “demir madenini işleme, şekillendirme” (“askeri zırh yapma”), güç ve yeteneği de verilmiştir (34 Sebe 10-11). Peygamber ve hükümdar olan Hz. Davud, ibadet ve zikir ile meşgulken, her türlü güvenlik duvarını aşarak yanına girebilen (38 Sâd 21) iki kişiyi, karşısında görünce tedirgin olmuştur: “Davud’(un yanın)’a girdiklerinde, o, onlardan ürkmüştü; onlar dediler ki: “Korkma, iki davacıyız, birimiz diğerimize haksızlıkta bulundu. Şimdi sen aramızda hak ile hükmet, kararında zulme sapma ve bizi doğru yolun ortasına yöneltip-ilet.” (38 Sâd 22). Calut gibi bir zalimi, gençliğinde öldürebilen bir kahraman olan Hz. Davud, çok yüksek güvenlik duvarını aşıp yanına gelebilen bu iki yabancıdan “korkmuştur”/ “telaşlanmıştır”. Belki de yanına nasıl ulaşabildiklerinin şokunu yaşamıştır. Buradan çıkarılabilecek önemli bir ders, hiç kimse, gücü, kuvveti ne olursa olsun kendini mutlak güvende hissetmemelidir. “Barış dönemlerinin geçici dönemler olduğunu unutmamalıdır.” Gururlanmamalı, kibirlenmemelidir. “Artık bundan sonra bu ülkede darbe olmaz diyenler”, “kafanızdan komploları atın”, ”siz hâlâ oralarda mısınız diyenler”, hiç beklenmedik bir anda başlayan Taksim Gezi Parkı olaylarını ve beraberinde gelen kadife darbe sürecini ve 15 Temmuz ihanet hareketini, bu açıdan bir kez daha değerlendirip kendi muhasebelerini iyi yapmalıdırlar.
“İki davacı” olduğunu söyleyenler, aralarındaki davanın ne olduğunu söylemeden, “birimiz diğerimize haksızlıkta bulundu” (38 Sâd 22) diyerek; “hak ile hükmetmesini”, “zulme sapmamasını”, “kendilerini doğru yolun ortasına yöneltip iletmesini” Hz. Davud’dan istemişlerdir. Bu ifadeleri ile bu iki yabancı, sıradan insan olmayıp çok özel özellikleri olan iki şahıs olmalıdır. Çünkü kullandıkları ifadelerle, adeta, Hz. Davud’u uyarmakta, yol göstermekte, eğitmekte ve de imtihan etmektedirler. Aralarındaki meseleyi, bu ifadelerden sonra açıklamaktadırlar: “Bu benim kardeşimdir, doksan dokuz koyunu vardır, benimse bir tek koyunum var. Buna rağmen “Onu da benim payıma (koyunlarıma) kat” dedi ve bana konuşma (tarzın) da üstün geldi.” (38 Sâd 23). Ayete göre gelen iki yabancı, birbirinin “kardeşidir”. Kardeşlerden birinin “99, diğerinin tek bir koyunu vardır”. Dava konusunu anlatan, tek koyunu olan kardeştir. 99 koyunu olan kardeş, tek koyunu olan kardeşinden, bu tek koyunu da almak istemiş ve onu konuşma tarzı ile de etkilemiştir. Tek koyunu olan kardeşin meseleyi, Hz. Davud’a getirmiş olmasından, kardeşinin kararından tam emin olamadığı ve kararsızlık yaşadığı anlaşılmaktadır. Hz. Davud, tek koyun sahibi olan kardeşin dava konusu ile ilgili bu açıklamasından sonra, 99 koyun sahibini dinlemeden, kararını verip hemen açıklamaktadır: “(Davud) Dedi ki: “Andolsun senin koyununu, kendi koyunlarına (katmak) istemekle sana zulmetmiştir. Doğrusu, (emek ve mali güçlerini) birleştirip katan (ortak)lardan çoğu, birbirlerine karşı tecavüz ederler; ancak iman edip de salih amellerde bulunanlar başka. Onlar da ne kadar azdır.”…(38 Sâd 24). 38 Sâd 24. ayetinden konumuzla ilgili aşağıdaki hükümleri çıkarmak mümkündür:
1- Malı gücü çok yüksek olanların, malı gücü zayıf olanların servetlerini ellerinden almak istemeleri zulümdür. Dolayısıyla tekelleşme, kartelleşme, gayrı İslami bir ekonomik uygulama olup zulüm mekanizmasıdır. Bugün, küresel sermaye ile işbirliği içerisinde olan “İstanbul Sermayesi”/”İstanbul Dukalığı”, “Anadolu sermayesini” yok etmek istemektedir. 15 Temmuz İhanet Hareketinin böyle bir boyutu da vardı. Dolayısıyla şu an ki uygulamaların, bu amaca hizmet edip etmediğine dikkat edilmelidir.
2- Ayette geçen “halitlardan” ifadesi, sadece “ticari ortak” olmayıp “bir toplum içinde yaşayan insanlar, dostlar, kardeşler, arkadaşlar, yoldaşlar manasına” da gelmektedir.10 Dolayısıyla bir toplum içerisinde var olan insanlar, genel olarak , “birbirlerinin haklarına tecavüz ederler”. Ancak bu genel tutum ve tavır içerisinde bulunmayan, böyle bir tavır sergilemeyenler, “iman edip de sâlih amellerde bulunanlardır.” Ancak “onlar da toplum içerisinde çok azdırlar”.
3- Hz. Davud, davalılardan birini dinlemiş; diğerine hiçbir şey sormadan, ona konuşma fırsatı vermeden, iddia sahibinin doğru söyleyip söylemediğini araştırmadan, delil istemeden, acele ile kararını vererek açıklamıştır.
Hz. Davud, hükmünü verdikten sonra, iki davalının durumunun ne olduğu ve ne tepki verdikleri açık değildir. Hz. Davud’un kararından sonra olağan dışı bir şeylerin meydana geldiği söylenebilir. Nitekim olağan dışı bir şey olmuş olmalı ki ayetin devamında; “Davud, gerçekten bizim onu denemeden geçirdiğimizi sandı, böylece Rabbinden bağışlanma diledi ve rükû ederek yere kapandı ve (bize gönülden) yönelip-döndü.” (38 Sâd 24) denmektedir. Seyyid Kutub’a göre; “Muhakemenin bu safhasında o iki şahıs gözden kaybolmuşlardır. Bunlar Hz. Davud’u denemek için gelen iki melekti”11. Taksim Gezi Parkı olayları ile fiilen başlamış olan Kadife darbe süreci, başta siyasi iktidar olmak üzere, genel olarak tüm toplumun, özel olarak da dini hassasiyeti yüksek olan tüm camiaların çok özel bir imtihanıdır. Adaletle, hakla, hukukla, şefkat ve merhametle olan bir imtihanı. Hz. Davud iki davalı ile kendisinin bir imtihana tabi tutulduğunu ve yargılamada yanlış bir yol izlediğini anlayarak bağışlanma dilemiş olması; Allah’ın da, “Böylece onu bağışladık.” (38 Sâd 25) demiş olması, Hz. Davud’un yanlış yaptığının bir göstergesidir. Nitekim devamında gelen ayet, Hz. Davud’a, karar vermede, izlemesi gereken yolu göstermektedir: “Ey Davud, gerçek şu ki, biz seni yeryüzünde bir halife kıldık. Öyleyse insanlar arasında hak ile hükmet, istek ve tutkulara (hevâya) uyma; sonra seni Allah’ın yolundan saptırır. Şüphesiz Allah’ın yolundan sapanlar, hesap gününü unutmalarından dolayı onlar için şiddetli bir azab vardır.” ( 38 Sâd 26).
Ayette; 1- Yeryüzünde bir halife olarak “İnsanlar arasında hak ile hükmetmesi” emredilmekte, 2- “Hevaya uyduğu takdirde “Allah’ın yolundan sapacağı” konusunda uyarılmakta, 3- Allah’ın yolundan sapmanın an nedeninin, “hesap gününü unutma” olduğu belirtilmekte, 4- Hesap gününü unutup hevaya uyup Allah yolundan sapanlar için “şiddetli bir azabın olduğu” hatırlatılarak Hz. Davud, ikaz edilmektedir. “İki davalı” meselesi ile ilgili ayetlerinde devamında, “gökyüzü, yeryüzü ve ikisi arasında bulunan şeylerin batıl olarak yaratılmadığına” ilişkin daha genel ilahi bir kanuniyete vurgu yapılmaktadır (38 Sâd 27). Bunun anlamı, Kâinatta hak ve batıl düzleminde, adalet merkezli bir düzenin var olduğudur. Dolayısıyla yapılan işlerde, verilen kararlarda, bu düzeni bozacak hiçbir şey yapılmamalıdır. Ayete göre bu düzeni, “iman edip salih amellerde bulunanlar” korur; diğerleri ise, ifsad eder. (38 Sâd 28). Bugün millet olarak çekilmek istenilen sosyolojik kaostan bu ülkeyi kurtarabilecek olanlar, “iman edip salih amellerde bulunanlar”dır. Bugün bu insan unsuru, sürece, daha aktif olarak müdahil olmalıdır.
İki Davalı Kıssasının son ayetinde muhatap, Hz. Muhammed (s.) olup kendisine indirilen Kur’ân ayetleri üzerinde; “temiz akıl sahiplerinin”, “düşünmesi” ve “öğüt almaları” gerektiği belirtilmektedir (38 Sâd 29).
“Kavga Eden İki Adam”, Hz. Musa ve “Yargısız İnfaz”
Hz. Musa, Kur’ân’da kendisinden en çok bahsedilen peygamberlerden biridir. Doğumundan ölümüne kadar olan zamanda, son derece önemli, düşündürücü ve ibret dolu bir mücadele hayatı vardır. Nitekim Kuran; “Musa olayında da düşündürücü ayetler vardır.” (51 Zariyat 38) diyerek bu noktaya özel vurgu yapmaktadır. Burada amacımız, Hz. Musa’nın bütün mücadelesini ele alıp değerlendirmek değildir. Gençlik döneminin belli bir evresine kadar sarayda büyüyen ve yaşayan Hz. Musa’nın, sokakta kavga eden iki adama rastladığı zaman, başına gelen olay, bizim konumuzla ilgili olduğu için ele alınıp incelenecektir. Kur’ân, olaya yer vermeden önce, “erginlik çağına/”yiğitlik çağına” ulaşıp olgunlaşmış olan Hz. Musa’ya Allah’ın “hüküm, hikmet” ve “ilim vererek” ödüllendirdiğini belirtmektedir (28 Kasas 14). Bundan sonraki ayette ise şehre inen Hz. Musa’nın şehirde kavga eden, birisi kendi kavminden, İsrailoğulları’ndan, diğeri de, Firavun’un kavminden, Kıptilerden olan iki kişinin kavgasına müdahale ettiği ifade edilmektedir: “(Musa,) Halkının haberi olmadığı bir zamanda şehre girdi, orda kavga etmekte olan iki adam buldu; bu kendi taraftarlarından, şu da düşmanlarından. Derken taraftarlarından olan, düşmanlarından olana karşı ondan yardım istedi.
Bunun üzerine ona bir yumruk attı ve işini bitiriverdi.” (28 Kasas 15). Kendisine ilim, hikmet ve hüküm verilmiş olan Hz. Musa’nın ilk yapması gereken iş, tarafları ayırıp, tarafları dinlemek, sonra da kararını açıklayıp gereğini yapmak şeklinde bir arabuluculuk/hakemlik yapmak olmalıydı. Ayete göre, Hz. Musa, böyle davranmadı; hiçbir sorgulama yapmadan, kendi kavminden olana yardım ederek Kıpti’yi bir yumrukla öldürmüştür. Yanı “yargısız infaz” etmiştir. İlim, hikmet ve hüküm sahibi olan Hz. Musa, bir an için, muhtemelen, her türlü zulme karşı duyduğu isyanın etkisi, İsrail oğullarının maruz kaldığı zulme karşı duyduğu öfkenin ve “heyecanlı kişiliğinin” tesiri altında kalarak yanlış bir tutum, tavır ve davranış sergilemiştir. Hz. Musa, yaptığı davranışın yanlış olduğunu hemen anlamış ve “Sonra da: “Bu şeytanın işindendir; o, gerçekten açıkça saptırıcı bir düşmandır” (28 Kasas 15)demiştir. Dahası, yaptığı bu hatadan dolayı; “Rabbim, gerçek şu ki, ben kendi nefsime zulmettim, artık beni bağışla.” diyerek Allah’tan af dilemiştir(28 Kasas 16). Allah’ta onu bağışlamıştır (28 Kasas 16).
Allah’ın kendisini bağışlaması üzerine, Allah’a “Rabbim, bana verdiğin nimetler adına, artık suçlu-günahkârlara destekçi olmayacağım.” (28 Kasas 17) sözünü vermiştir. Bugün 15 Temmuz Askeri darbe Girişimi ihanet hareketi sonrasında darbecilerle ilgili başlatılan temizlik operasyonlarında, “Açığa Alma, Tutuklama ve İhraçla” ilgili işlemlerde, Hz. Musa gibi davranılmakta, gerekli belge, delil ortaya konmadan, muhataplar yargılanmadan öfke ile cezalandırma yapılabilmektedir. Bu kararları verip uygulayanlar, “kendi nefislerine zulmetmekte; muhatap şahıslara da yargısız infaz uygulamaktadırlar. Ancak daha sonraları, “açığa alma, tutuklama ve ihraçla” ilgili işlemlerde Başbakan ve Cumhurbaşkanı, “at izi it izine karışmıştır” diyerek hata yapıldığını ifade etmişlerdir. Tıpkı Hz. Musa’nın birinci günkü kavgada takındığı tavırdan dolayı hata yaptığını söylemesi gibi. Bir gün önce Hz. Musa’dan yardım isteyen, kendi kavminden olan şahıs, bir başka Kıpti ile kavga ederken gene Hz. Musa’dan yardım istemiştir:
“Böylece şehirde korku içinde (çevreyi) gözetleyerek sabahladı. Derken, bir de baktı ki, dün kendisinden yardım isteyen (kişi, bugün de) kendisine yardım için bağırıyor. Musa, ona dedi ki: “Sen gerçekten açıkça bir azgınsın.” (28 Kasas 18) İlim, hikmet ve hüküm sahibi olan Hz. Musa, yanlış bir iş yaptığını kendine itiraf etmiş ve bunun için Allah’tan bağışlanma istemiş; bağışlandıktan sonra da Allah’a “suçlu-günahkârlara destekçi olmayacağına” dair söz vermiş birisi olarak, ertesi gün, «Sen gerçekten açıkça bir azgınsın.” dediği, aynı “suçlu-günahkâra” gene “destekçi olmağa” kalkmıştır ( 28 Kasas 19). Bunun üzerine, Kıptilerden olan Şahıs, “Ey Musa, dün birini öldürdüğün gibi, bugün de beni mi öldürmek istiyorsun? Sen yeryüzünde yalnızca bir zorba olmak istiyorsun, ıslah edicilerden olmak/ ara buluculardan olmak istemiyorsun.” uyarısında bulunarak yaptığı işin, adeta “yargısız infaz” olduğunu, “zorbalık olduğunu” hatırlatmak istemiştir. Ne yazık ki 15 Temmuz askeri darbe girişimi ihanet hareketi sonrasında darbecilerle ilgili başlatılan temizlik operasyonlarında, “açığa alma, tutuklama ve ihraçla” ilgili işlemlerde hata yapıldığı söylenmiş olmasına rağmen, Hz. Musa’nın yaptığı gibi, gene aynı hataların yapılmasına devam edilmektedir. Hz. Musa, ikinci gün de karıştığı olayın devamını getirememiştir. Çünkü birinci gün öldürdüğü adamdan dolayı sarayda kendisi hakkında ölüm kararı vermek üzere bir toplantı yapıldığı haberi kendisine ulaşmıştır. Haberci şehri terk etmesinin yararlı olacağını ona söylemiştir: “Şehrin öbür yakasından bir adam koşarak gelip dedi ki: “Ey Musa, önde gelenler, seni öldürmek konusunda aralarında görüşmektedirler, artık sen çık git; gerçekten ben sana öğüt verenlerdenim.” (28 Kasas 20) 15 Temmuz İhanet hareketi, sadece sürecin bir parçasıdır; süreç devam etmektedir. Ana amaç, yeni sosyolojik fay hatları inşa ederek Türkiye’yi sosyolojik olarak bölmektir, Suriyeleştirmektir. Sosyolojik savaşın etkileri anında değil, yıllar sonra görülebilir, yavaş ve tedricidir. Farkına varıldığı zaman da “Kurbağa haşlanmış” ve iş bitmiştir. Siyası iktidar, yeniden yapılanma yaparken kendi başına hareket etmemeli, farklı siyasi görüşleri, daha da önemlisi milletin, gönüllü kuruluşların/STK’ların görüşlerini almalıdır. Gizli sosyolojik savaş ajanlarına karşı teyakkuz halinde olmalıdır. Bu süreçte, iyi niyetle ortaya konan her karşı görüşü, düşmanlık ve hainlik olarak görmek, nitelendirmek ve suçlamak yanlıştır, tehlikelidir. Lütfen durun ve söz söyleyenleri dinleyin ve söylenenler üzerinde tefekkür edin.
Ne Yapılmalıydı, Ne Yapılmalıdır?
“Açığa alma, tutuklama ve ihraç listelerinde” kaba hatları ile 1- Elinde silah olan Güvenlik Mensupları(asker, polis, istihbaratçı), 2-Yargı Mensupları( hâkim, savcı), 3- Eğitim Camiası(öğretmenler, akademisyenler), 4- Devletin Kritik Kurumlarında olan personel, 5- Devletin Kritik olmayan Kurumlarındaki personel, 6- Değişik STK üyeleri ve 7- özel sektör mensupları(mahalle esnafı, patronlar ve yöneticiler) yer almaktadır. Bunlardan darbeye fiilen iştirak ettiği belgelenmiş her kim varsa tutuklu olarak yargılanmalıdır. Fiilen darbeye iştirak etmemiş, “makul şüpheli” konumundaki silahlı polis-asker-istihbarat elemanlarını tedbir olarak açığa alarak ya da tutuklayarak etkisiz hale getirip sonra yargılamak doğru ve adil bir yaklaşımdır. Ancak bu sınıftaki insanları, mahkemeye çıkartmadan ihraç etmek adil değildir. Elinde silah olmayan yargı mensuplarını ve kritik kurumlardaki personeli, karar verme süreçlerinde etkili olabilecekleri için, öncelikle “merkez valileri” gibi kızağa çekerek, karar verme süreçlerinde etkisiz hale getirmek, sonra da yargılamak, gerekmektedir. Elinde silah olmayan akademisyenleri, öğretmenleri ve diğer sivil devlet görevlilerini ise tedbir olarak her türlü idari görevden almak; ancak diğer görevlerine devam etmesini sağlamak daha uygundur. Bunlar hakkında sağlam deliller elde edildiğinde de, yargının önüne mutlaka çıkarılmalıdır.
Sonuç: Allah’a ve Ahiret’e İman Eden,“Temiz Akıl” ve “Salih Amel Sahiplerinin” Sorumluluğu
Bugün, 15 Temmuz ihanet hareketi sonrasında “açığa alma, tutuklama ve ihraç etme” ile ilgili tutulan yol ve yaklaşım ile Hz. Davud’un iki kardeşle ilgili yargılama sürecindeki yaklaşımı ve Hz. Musa’nın kavga eden iki adamla ilgili takındığı tavır arasında bir örtüşme mevcuttur. 15 Temmuz ihanet hareketi sonrasında, 2400 civarında akademisyen, binlerce öğretmen ve memur, genel olarak, istisnaları olabilir, Hz. Davud’un “iki davalı”, Hz. Musa’nın “iki kavga eden adam” olayında olduğu gibi, suçlananlara hiçbir şey sorulmadan, savunma hakkı verilmeden, yargı önüne çıkarılmadan, hatta ve hatta ne ile suçlandıkları gerektiği gibi izah edilmeden, herkese gönderilen tek tip yazıya göre, MİT, istihbarat raporları ve idari amirlerin görüşlerine dayanılarak, üniversitelerden ve çeşitli devlet dairelerinden ihraç edilmişlerdir. Açığa alınan akademisyenlerin ve diğer devlet memurlarının durumunun ne olacağı şu an için belli değildir. İzlenen bu yol, yanlıştır ve “yargısız infazdır”. Bu, iyi bir gelenek oluşturmayacaktır. Bugün OHAL’e dayanılarak yapılan birçok uygulama, gelecekte, hep örnek alınacaktır. Müslüman camia, İstiklal Mahkemeleri ve Takrir-i Sükûn kanunu uygulamalarını yıllarca tenkit etmiştir. 28 Şubat Postmodern darbe döneminde yaşananlar unutulmamalıdır.
Öyleyse, Ey Allah’a ve ahirete iman eden “temiz akıl” ve “salih amel sahipleri” sorumluluğunuzu yerine getirin. 38 Sâd 26. ayetinde, sadece bir siyasal partinin, cemaatin, tarikatın, mezhebin ya da bir dinin veya bir kavmin mensupları arasında hak ile hükmedilmesi istenmemektedir; tüm insanlar arasında hak ile hükmedilmesi istenmektedir. Hak ile hükmedilmesi konusuna ateistler de, komünistler de, dinsizler de dâhildir. Kendilerine ilim, hikmet ve hüküm verilmiş olan Hz. Davud ve Hz. Musa, yukarıda ifade edilen hataları yapabiliyorsa; bugünkü liderler de, hata yapabilir; hata yapma ihtimalleri çok çok daha yüksektir. Bugünkü liderlere hatırlatma yaparak yardımcı olmak, Allah’a ve ahirete iman eden, “temiz akıl” ve “salih amel sahiplerinin” sorumluluğudur. Adaletsizlik, beraberinde kaosu getirir; kanı getirir: 5862 - İbn Abbas (r.a.): “Bir kavimde devlet malından hırsızlık zuhur ederse, Allah o kavmin kalplerine korku atar….Bir kavim, ölçü ve tartılarda hile yaparsa Allah ondan rızkı keser. Bir kavmin (mahkemelerinde) ha ksız yere hükümler verilirse, o kavimde mutlaka kan yaygınlaşır. Bir kavim ahdinden dönüp gadre yer verirse, Allah onlara mutlaka düşmanlarını musallat eder.” (Muvatta, Cihâd 26, (2, 460).) 7170 - İbn Ömer (r.a.): “Resûlüllah (s.) yanımıza gelip şöyle buyurdular: “Ey muhacirler! Beş şey vardır, onlarla imtihan olacağınız zaman artık cemiyette hiçbir hayır kalmamıştır: l) Zina… 2) Ölçü-tartıda hile… 3) Zekât vermemek… 4) Ahdin bozulması… 5) Kitabullah’la hükmetmeyi terk: Hangi milletin imamları Kitabullah’la ameli terk ederek Allah’ın indirdiği hükümlerden işlerine gelenleri seçerlerse, Allah onları kendi aralarında savaştırır.” Öyleyse; adalet yoksa barış da olmayacaktır. O nedenle yapılması gereken iş; “Ey iman edenler, adil şahitler olarak Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adil olun. O, takvaya daha yakındır. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.” (5 Maide 8) ayetinin şuurunda olarak hareket etmektir.
Öyleyse, Ey Allah’a ve Ahirete iman eden “temiz akıl” ve “salih amel sahipleri” sorumluluğunuzu yerine getirin. Hak ile hükmetmeyip, hevâ ve hevese uymak, “Hesap gününü unutmanın bir sonucu ortaya çıkan bir sapmadır; “Allah’a ve Resûlü’ne ihanet etmek” demektir (8 Enfal 27). Öyleyse; “Ey iman edenler, hepiniz topluca İslam’a girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin.” (2 Bakara 208) Öyleyse; “Ey iman edenler, Allah’a, Resûlü’ne, Resulü’ne indirdiği Kitab’a ve bundan önce indirdiği kitaba iman edin…” (4 Nisa 136). Henüz vakit varken; yarın çok geç olabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder