30 Ekim 2014 Perşembe

Reyhanlı Operasyonundan Ayn El Arap (Kobani) Operasyonuna Kadife Darbe Süreci – 3: Kadife Darbenin Farklı Aşamalarındaki Taktik Hedefleri

 (Milli Gazete)

Giriş

Reyhanlı operasyonundan Ayn El Arap (“Kobani”) operasyonuna kadar olan Taksim Kadife darbe süreci, Mahalli seçimler, Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve genel seçimler olmak üzere üç seçim dönemi göz önüne alınarak uzun vadeli ana bir strateji üzerine oturtulmuş olup farklı aşama ve evreleri ihtiva etmektedir. Her bir aşama ve evrede ana stratejinin ön gördüğü farklı hedefleri elde etmek için farklı taktikler uygulanmaktadır.

Burada Reyhanlı’dan Ayn El Arab’a Kadife Darbe sürecinin farklı aşamalarındaki taktik hedefleri ele alınacaktır.

Reyhanlı’dan Ayn El Arab’a Taksim Kadife Darbe Sürecinin Farklı Aşamaları

Taksim Kadife Darbe Sürecinde uygulanan ana strateji- temel taktikler, “dolaylı harp stratejisine” uygun olarak gerçekleştirilmektedir. Belli konularda/alanlarda/noktalarda beklenti oluşturup tam ters bir konudan/alandan/noktadan harekete geçip yıkıcı/yıpratıcı darbe vurulmaktadır/vurulmak istenmektedir. Ana strateji, futboldaki “ters köşeye yatırmak” tabirine uygun taktikler ihtiva etmektedir. Çizilen stratejiye uygun olarak bir dizi taktik hamle gerçekleştirilmektedir. Düşülecek en büyük hata, ana stratejiyi göz önüne almadan sadece taktik hamlelere, karşı genel bir strateji oluşturmadan, anlık taktik hamlelerle cevap verme, karşı koyma ve başarısız kılma gayreti içerisinde olmadır.

Taksim kadife darbesinin farklı aşamalarında/evrelerinde stratejik/taktik hedefler/amaçlar, biri görünür, açık olan; diğeri, gizli olan, açıkça söylenmeyen, olmak üzere iki boyutludur. Açık olan amaçlar, her bir taktiğe uygun olarak halkın belli bir kesiminin ya da tümünün rahatsız olduğu ya da rahatsızlık duyabileceği konuların gündeme taşınması ve seslendirilmesidir. Görünürde siyasi bir amaç güdülmemektedir. Gizli amaçlar (açıkça ifade edilmeyen) ise, siyasi iktidarın karşısında gayrı memnunlar ittifakı oluşturmak ve yaygınlaştırmak, var olan fay hatlarını enerji ile yüklemek ve derinleştirmek, siyasi iktidarı zayıflatmak, taviz vermeye zorlamak, bazı politikalardan vazgeçmesini sağlamak, iktidardan düşürmek, Erdoğan’ı ve/veya AKP’yi tasfiye etmek ve ülkeyi dizleri üzerine çökerterek bölgesel güç olma amacından vazgeçirmektir. Gizli amaçlar, Kadife darbenin bütün aşama/evrelerinde geçerlidir.

Taksim Kadife Darbe Sürecinin Birinci Aşaması: Taksim Gezi Parkı Olayları Stratejik/Taktik Hedefler/Amaçlar

Gezi Parkı olaylarının görünür amacı, Taksim gezi meydanındaki, çevreyi ve ağaçları koruma, parkı muhafaza etme ve AVM yapılmasını engelleme olarak seslendirilmiştir. Koç üniversitesi, Arena stadyumu ve 100’e yakın AVM ve birçok gökdelen yapılırken kesilen ağaçlar için ve AVM’ler için seferber olmayanların, Gezi Parkı için harekete geçmesinin ve bu amaç için Türkiye’yi günlerce kaosa sürüklemesinin tutarlı, mantıklı bir izahı yoktur. O nedenle asıl üzerinde durulması gereken Gezi Parkı olaylarının gizli amaçlarının ne olduğudur. Gezi Parkı olaylarının gizli amaçlarını aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

• Çok güçlü gözüken, dokunulamaz olan siyasi iktidara yara aldırmak/dokunmak, korku duvarını aşmak, eşik seviyeyi geçmek, karşı çıkılabilir olduğu kanaatini yerleştirmek.

• Siyasi iktidarın dengesini bozmak, partide şok dalgalar oluşturmak.

• Eylemcilerin çok güçlü olduğunu göstermek için etrafa korku salmak ve halkı sindirmek.

• Sokak hâkimiyeti kurmak, eylemlere süreklilik kazandırmak

• Çevrecilik üzerinden gayrı memnunların ittifakını sağlamak

• Gelecek eylemler için kitleyi hazırlamak.

• Çekirdek bir eylemci kadro/örgüt ortaya çıkarmak

• İç ve dış kamuoyu oluşturmak, iç ve dış medya desteği sağlamak

• Dış güçlerin dikkatini çekmek ve desteğini almak

• Ekonomiye zarar vermek

• Mısır’da Müslüman Kardeşler iktidarına karşı yapılması planlanan Sisi darbesine Türkiye’nin müdahale etmesini engellemek için kendi içine kapatmak.

Taksim kadife darbesinin Gezi Parkı aşamasında yukarıdaki hedeflerin birçoğu gerçekleşmiştir. Dönemin Başbakanı Erdoğan’ın karşı hamle olarak başlattığı

milyonluk mitingler ile kadife darbecilerin sokak hakimiyeti kurması ve partide panik meydana getirilmesi engellenmiş ve gerilim stratejisi ile AKP seçmenin kenetlenmesi sağlanmıştır.

Taksim Kadife Darbe Sürecinin İkinci Aşaması: Dershaneler Savaşı Stratejik/Taktik Hedefler/Amaçlar

Açık amacı, 5580 sayılı yasaya uygun olarak kurulmuş olan dershanelerin, özel okullara dönüştürülmesinin engellenmesidir.

Gizli amaçları ise aşağıdaki gibi özetlenebilir:

• Taksim Kadife darbesinin meydana getirdiği gayrı memnunlar ittifakını genişleterek daha büyük gayrı memnun kitle oluşturmak

• Siyasi iktidar ile Dershanelerin %20’sine sahip olan Gülen Hareketini karşı karşıya getirmek

• Kadife Darbenin öncü teşkilat konumuna (Üçüncü halka), Gülen Hareketini yerleştirmek ve mücadeleyi Gülen Hareketi üzerinden yürütmek.

• Siyasi İktidarın dengesini daha da bozmak, imajını yıpratmak

• Siyasi iktidarın içinde ihtilaflar meydana getirmek.

•  AKP’yi oy kaybına uğratmak, Gülen hareketi mensup ve sempatizanları ile liberal seçmeni partiden koparmak

• Başbakan Erdoğan’ı tahrik ederek hata yapmasına sebebiyet vermek; hem parti içinde hem de kamuoyunda yıpratmak.

• Ekonomiye zarar vermek

• İran, AB, ABD yakınlaşması ve İsrail öncülüğünde Sünni Arap yönetimlerinin bir araya gelip bir anti Şia cephesi oluşturulması sürecinde, Türkiye’nin dershane savaşları ile kendi içine kapanmasını sağlamak ve devre dışı bırakmak.

Kadife darbenin beyin takımının Kadife darbenin ikinci aşamasındaki en büyük başarısı, Gülen hareketi İle AKP’yi karşı karşıya getirilmesi ve Kadife darbe organizasyonundaki üçüncü halkaya Gülen hareketinin yerleştirilmesidir. Özel dershanelerin özel okullara dönüştürülmesi 2015 yılına ertelenmesi sağlanmış hükümete geri adım attırılmıştır. Yeni gayri memnunların oluşması ile cephe genişletilmiştir. Türkiye’nin içine kapatılması başarılmış, bölgeyle gerektiği gibi ilgilenilememiştir. Siyasi İktidar içinde gerilim ve ihtilaflar meydana getirilmiş, milletvekili istifaları olmuştur. 5580 sayılı yasaya göre kurulmuş dershanelere, iktidar tarafından yöneltilmiş haksız ve tutarsız eleştiriler siyasi iktidarı yıpratmıştır.

Diğer taraftan Gülen hareketi yıpranmış, toplumun kendilerine gösterdiği teveccühte bir kırılma meydana gelmiştir.

Taksim Kadife Darbe sürecinin Üçüncü Aşaması: Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu ile İtibarsızlaştırma/ Polis-Yargı Kıskacı Stratejik/Taktik Hedefler/Amaçlar

Bu aşamadaki açık amaç, rüşvet ve yolsuzluk olaylarının üzerine giderek milleti ve devleti soyanları cezalandırmak ve bir temizlik hareketi yapmaktır.

Bu aşamanın muhtemel gizli amaçlarını aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

• Rüşvet ve yolsuzluklara batmış bir siyasi iktidarın var olduğu kanaatini yaygınlaştırmak. Bu yolla siyasi iktidarı itibarsızlaştırmak.

• Bakan çocuklarının tutuklanması ve ardından gelen “25 Aralık operasyonu” ile Başbakan Erdoğan’a ulaşmak onu yolsuzluğun başı olarak kamuoyuna sunmak

• Gerek 17 gerekse 25 Aralık operasyonları üzerinden yürütülen psikolojik savaşla AKP’nin tüm üst düzey kadrolarına özel bir mesaj vererek siyasi iktidardan istediklerini alarak uzlaşmak

• Siyasi iktidarın oy kaybına uğramasını sağlamak.

• Siyasi iktidarın, AKP’nin ve tabanın üzerinde şok dalgaları oluşturarak iradelerini çözmek, parti içi ihtilafları körüklemek, Milletvekillerinin istifa etmelerini sağlamak

• AKP, Gülen Hareketi arasındaki fay hattını daha da derinleştirmek, enerji ile yüklemek ve kavgayı şiddetlendirmek; tarafları geri dönüşü olmayan bir yola sokmak

• Siyasi iktidarın kaset ve dosyaların montaj, uydurma, sahte olduğunu açıklaması ile Ergenekon Soruşturmasının şaibeli hale getirilmesi sağlanmıştır.

• Türkiye ekonomisini zarara uğratmak (yaklaşık 101 milyar $)

• Halk Bankası üzerinden yapılan uluslararası ticareti engellemek ve ticaretin, Halk Bankası yerine ABD/İngiltere bankalarına yatırılmasını sağlamak

• Ekonomik kriz çıkacak propagandası ile stokçuluk-karaborsayı başlatmak, Doları yükseltmek

Kadife darbenin bu aşamasında kadife darbecilerin en büyük başarısı, siyasi iktidarı, rüşvet ve yolsuzlukla özdeşleştirecek bir kamuoyu oluşturması ve itibarsızlaştırmasıdır. Polis- yargı kıskacı ile siyasi iktidar, aciz bırakmış ve otoritesi ciddi bir şekilde sarsılmıştır. Dört bakanın istifa etmesi sağlanmıştır. İdris Naim Şahin’in milletvekilliğinden istifası ve yaptığı açıklamalar ve Erdoğan Bayraktar’ın bakanlıktan ve milletvekilliğinden istifası ve yaptığı açıklamalar, siyasi iktidarı daha da yıpratmıştır.

Bütün bunlara rağmen Başbakan Erdoğan’a halk desteği ve STK desteği devam etmiştir. AKP içerisinde ciddi bir ihtilaf meydana gelmemiştir. Başbakan Erdoğan polis içerisinde büyük bir operasyon yaparak süreci şekillendirmeye çalışmıştır. Yargıya yönelik eleştiriler yargının yıpranmasına neden olmuştur.

Kadife Darbenin Dershaneler ve Hukuk savaşları aşamasında ortaya çıkan en ciddi sıkıntı, Kadife darbenin öncülüğünün Gülen hareketine yüklenmesi, İki büyük camianın karşı karşıya getirilmiş olmasıdır. Yeni bir Timur ile Yıldırım Beyazıt vakasına benzer yeni bir Ankara meydan savaşının yaşanmasıdır. Yine Bizanslar ve yine Galata Tüccarları sevinmiştir.

Taksim Kadife Darbe Sürecinin Dördüncü ve Beşinci Aşamaları: MİT’in Tırları-Dışişleri Bakanlığı’nın Dinlenmesi Stratejik/Taktik Hedefler/Amaçlar

Taksim Kadife Darbe Sürecinin Dördüncü Aşamasında açık amaç, kaçak silah ve mühimmat taşıyan tırların yakalanması ve suçluların cezalandırılmasıdır. Mesele basit bir kaçakçılık olayıdır.

Gizli amaçlar ise Irak ya da Suriye’ye devlet kurumları tarafından gönderilen TIR’ları yakalayıp deşifre etmek suretiyle MİT’i ve Hükümeti iktidarsız ve itibarsız kılma, Hükümeti “teröre yardım yataklık suçu işleme konumuna sokma”, böylelikle Uluslararası Mahkemelerde yargılatma, askeri, sürece dâhil ederek hem asker içerisinde hem de siyaset asker arasında ihtilaf çıkarma- o görüntüyü verme-, İran-Irak-Suriye-Mısır ile ihtilafları derinleştirme ve Kadife darbecilerin çok güçlü olduğunu, her istediklerini yapabilecekleri imajını oluşturmak olarak açıklanabilir. MİT’in Tırları olarak anılan yıpratma kampanyası her iki yönüyle ve her iki kesim açısından etkili olmuş, her iki kesimi de daha fazla yıpratmıştır. Asıl amaç olan, teröre yardım yataklık suçu işleme konumuna sokarak Uluslararası Mahkemelerde yargılatma başarılamamış ve fakat geleceğe dönük bir alt yapı oluşturulmuştur. Türkiye’nin Suriye içerisinde ki bazı “terörist”(!) gruplara silah yardımı yaptığı kanaati meydana getirilmiştir.

MİT’in Tırları ve ardından gelen Dışişleri Bakanlığı’nın dinlenmesi, siyasi iktidarın hem otoritesini hem de itibarını sarsmıştır. Buna karşılık Erdoğan’ın Gülen Hareketine karşı açtığı “Küresel, Karanlık Güç Merkezinin Taşeronu”/“Ajanı”, “Vatan haini”/”Haşhaşı”/ “Çete” kampanyası çok etkili olmuş, Pensilvanya iktidarın psikolojik harekâtının merkezine konarak Gülen hareketi ciddi bir şekilde yıpratılmış ve seçimler şekillendirilmiştir.

Gülen Hareketini yıpratmak için açılmış olan kampanyada siyasi iktidar mensuplarının şuursuzca kullandıkları, cemaat, hizmet, imam, abi-abla, vaiz, dua-beddua gibi bizce önemli ve ağırlığı olan kavramlar kirletilmiş ve itibarsızlaştırılmıştır.

Bir tarafın diğerini hırsız, sahtekâr olarak diğer tarafın da ajan, taşeron, hain ve haşhaşı olarak niteleyerek karalaması genel olarak Müslüman camianın yıpranmasına ve itibarsızlaşmasına sebebiyet vermiştir.

Taksim Kadife Darbe Sürecinin Altıncı ve Yedinci Aşamaları: Mahalli ve Cumhurbaşkanlığı Seçimleri Süreci Stratejik/Taktik Hedefler/Amaçlar

Kadife Darbenin gerek mahalli seçimler ve gerekse Cumhurbaşkanlığı seçimleri aşamasının en önemli özelliği, yeni bir seçim modelinin denenmiş olmasıdır: CHP- MHP Seçim İttifakı. CHP ve MHP Mahalli seçimlerde Ankara, Yalova ve İstanbul’da açık olmayan dolaylı seçim ittifakı yapmışlardır. İstanbul ve Ankara’da istenen sonuçlar alınamamış fakat Yalova’da alınmıştır. Mahalli seçimlerde bu ittifak başarılı olmuş olsaydı Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı adaylığı engellenmiş; genel seçimlerde de AKP iktidarına son verilmiş olacaktı. Mahalli seçimlerde “İttifaktan” beklenen başarı elde edilememiştir. Bununla beraber Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Özellikle CHP zihniyeti ve tabanı için çok sürpriz ve şok edici bir isim olarak Ekmellettin İhsanoğlu CHP ve MHP ittifakının adayı olarak ortaya çıkarılmıştır. Bundan da istenen sonuç elde edilememiştir. O zaman da ifade ettiğimiz gibi İhsanoğlu gerçekten Cumhurbaşkanlığı için mi yoksa daha sonraki dönemler için mi öne çıkarılmıştır, henüz açıklığa kavuşmamıştır.

İhsanoğlu’yla beraber CHP’nin yeni dönem için formatlandığını, sağa daha da yaklaştırıldığını görmekteyiz. İhsanoğlu operasyonu, Türkiye’nin ABD’deki iki partili bir sisteme geçmesine ilişkin daha büyük bir operasyonun bir parçası olabilir. Genel Seçimlerde gerek CHP’nin ve Gerekse MHP’nin milletvekili profili, ittifak olup olmaması bu yaklaşımın bir ölçüsü olarak değerlendirilebilir.

Mahalli seçimlerde denenen ittifaka rağmen istenen elde edilemeyince, salt seçim yoluyla AKP iktidarını düşürmenin mümkün olmadığı görüldüğünden, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde siyasi iktidarı rüşvet ve yolsuzluğun yanı sıra yıpratacak başka tekniklerin kullanılması gerekmiş ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde SOMA Maden Kazası ve İŞİD’in Musul Konsolosluğu’ndaki personeli rehin alması operasyonları gerçekleştirilmiştir.

Soma kazası sonrasında yaşananlar Taksim Gezi Parkı olaylarının benzeri olmuştur. Sorumluluk zinciri birinci derecede, madeni işleten firma, ikinci derecede, denetleyen ve rapor veren kurum, üçüncü derecede ilgili bakanlık ya da bakanlıklar, dördüncü derecede sendika, beşinci derecede Başbakanlık olmasına rağmen hedefe Başbakan konularak Türkiye’nin her tarafında vilayetlerde eş zamanlı eylemler yapılmış; “Her Yer Soma; Her Yer Direniş”, Ya Direniş Ya Ölüm” sloganları ile sokak hâkimiyeti kurulmak istenmiştir. Eylemci örgüt olarak Taksim’de yer alan `Sol-alevi’ örgütler başı çekmiş ve Alevi- Sünni Fay Hattı daha yüksek bir enerji İle yüklenmiştir. Batı medyası ve onların yerli uzantıları, Taksim Gezi Parkı aşamasındaki dili kullanarak sürece katkıda bulunmuşlardır.

Kadife darbenin yedinci aşamasının ikinci evresi diyebileceğimiz en önemli olay, IŞİD olarak isimlendirilen örgütün Suriye-Irak hattını ortadan yararak yeni bir devlet kurduğunu ve halifeliği ihdas ettiğini açıklamasının Türkiye’deki yansımalarıdır. İŞİD’in Musul konsolosluğunu işgal ederek konsolosluktaki tüm personeli rehin almış olması ve Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde de teslim etmemiş olması, Türkiye’ye karşı girişilmiş büyük bir operasyondur. İlginç olan nokta, bu operasyonun AKP iktidarı ile birlikte danışıklı dövüş olarak yapıldığı, Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde Türkiye’ye teslim edileceği ve seçimin şekillendirileceğinin ısrarla dile getirilmesi, seslendirilmesidir.

İŞİD’i bahane ederek Irak Suriye hattında yeni bir strateji uygulamak isteyen Şer İttifakı (ABD-İsrail-İngiltere-AB), Suud ve bazı Arap devletlerini de yedeğine alarak İŞİD üzerinden yeni bir operasyon başlatmıştır. Önemli olan nokta bu operasyona Türkiye’nin kara harekâtı ile katılması için baskı uygulanması ve bunun da her geçen gün şiddetinin artırılmasıdır. Türkiye bu baskılar karşısında rehineler meselesini gündeme getirerek operasyona iştirak edemeyeceğini söyleyerek direnirken aniden rehineler teslim edilmiş ya da teslim alınmıştır. Türkiye’nin gerekçesi geçersiz kılınmıştır.

İŞİD’in Ayn el Arap’a (Kobanı) saldırması ile birlikte Türkiye’de, “Kobani’de katliam yapılıyor” kampanyası açılmış ve ardından Türkiye’de kanlı sokak hadiseleri başlatılmıştır. Ayn El Arap (Kobani) üzerinden yürütülen bu operasyonla birlikte Türkiye’deki Kadife darbe süreci sekizinci aşamasına, genel seçimler aşamasına geçmiş bulunmaktadır. Bu aşamanın birinci evresi, “Kobani olaylarıdır”

Gelecek hafta Ayn El Arap (Kobani) operasyonun da hedeflenen taktik hedeflerin ne olduğu üzerinde durulacaktır.

 

23 Ekim 2014 Perşembe

Reyhanlı Operasyonundan Ayn el Arap (Kobani) Operasyonuna Kadife Darbe Süreci - 2: Kadife Darbenin Farklı Aşamaları

 (Milli Gazete)

Giriş

Reyhanlı operasyonundan Ayn el Arap (“kobani”) operasyonuna kadar olan Kadife darbe süreci, ana bir strateji üzerine oturtulmuş olup farklı aşama ve evreleri ihtiva etmektedir. Her bir aşama ve evrede ana stratejinin ön gördüğü farklı hedefleri elde etmek için farklı taktikler uygulanmaktadır. Aşamalar arasında meydana gelen olaylar birbirinden bağımsız ve kopuk olmayıp birbiri ile koordinelidir. Stratejinin ana hedefi, Türkiye’nin ABD’den/NATO’dan/Batıdan bağımsız politika geliştirmesini ve bölgesel güç olmasını engellemek, dizlerinin üzerine çökertmek ve siyasi iktidarı tasfiye etmektir.

Burada Reyhanlı’dan Ayn el Arab’a Kadife Darbe sürecinin farklı aşamaları ele alınacaktır.

Kadife Darbelerin Dayanak Noktası: Diktatör/Diktatörlük

Kadife darbelerde uygulanan yöntemin temel felsefesi, siyaset bilimci Gene Sharp’a aittir. ‘Şiddet İçermeyen Hareketin Politikası’ (`The Politics of Nonviolent Action’) ve ‘Diktatörlükten Demokrasiye’ (`From Dictatorship to Democracy’) adlı kitaplarında öngörülen yöntem anlatılmaktadır. Gene Sharp’ın Şiddet içermeyen “sivil itaatsizlik teorisi”, diktatörlükle yönetilen ülkelerde diktatörlüklerin “şiddete başvurmadan”, “askeri darbe yapmadan”, sokak eylemleri ile devrilmesine ilişkin bir teoridir. Şiddet içermeyen mücadele metodu, 1980’li yıllardan bu yana Estonya, Letonya, Litvanya, Polonya, Doğu Almanya, Çekoslovakya, Slovenya, Madagaskar, Mali, Bolivya, Filipinler, Nepal, Zambiya, Güney Kore, Şili, Arjantin, Haiti, Brezilya, Uruguay, Malavi, Tayland, Bulgaristan, Macaristan, Nijerya, Sırbistan, Ukrayna, Gürcistan, Kırgızistan, Kıbrıs, Tunus ve Mısır’da uygulanmış ve teori sürekli geliştirilmiştir. (1)

Bu mücadele metodunun nirengi noktası, diktatörün varlığı ve diktatöre karşı verilecek mücadelenin şiddet içermemesidir. Mücadelenin etkin olabilmesi için kamuoyu, halk, iş başındaki liderin ve yönetimin diktatör olduğuna inanması veya inandırılması gerekmektedir. İnsanlar, genel olarak diktatörlerden ve diktatörlüklerden nefret ederler ve fakat bu duygularını çevresi ile paylaşmaktan korkarlar. Sharp’a göre bütün mesele, bu korkuyu yıkmak ve halka güven vermektir:

“İnsanlar genellikle diktatörlüğe karşı nefretlerini ve özgürlüğe olan açlıklarını aileleriyle ve arkadaşlarıyla bile paylaşmaktan korkar. Toplum, genellikle ciddi bir halk direnişini düşünmekten çok korkar. Geçmişte, bazı insanlar direniş girişiminde bulunmuş olabilir. Kısa ömürlü geniş protestolar ve gösteriler gerçekleşmiş olabilir.…

Söz konusu geçmiş direniş hareketleri ne kadar soylu olursa olsun, yine de insanların korkularının ve itaat etme alışkanlıklarının üstesinden gelmeye yetmemiş, diktatörlüğü yıkmak için gerekli ön koşulu sağlayamamıştır.” (1)

Diktatörlüklerin Yıkılabilmesi İçin “Yabancı Güç Desteği”

Bu acizlik psikolojisinden dolayı halk, diktatörlüklerin yıkılmasının ancak yabancı güçlerin yardım ve destekleri ile mümkün olabileceğine inanır:

“Acımasız bir diktatörlükten muzdarip veya bu diktatörlüğün pençesinden kurtulmak için sürgüne gitmiş çoğu insan, baskı gören kesimin kendilerini özgür kılabileceği düşüncesine inanmamaktadır. Kendi halklarının, sadece başkalarının eylemleri yoluyla kurtarılabileceğini düşünürler. Bu insanlar, dış güçlere umut bağlarlar. Sadece uluslararası yardımın diktatörleri alaşağı etmek için yeterince güçlü olabileceğine inanırlar. (1)

Çok ilginç bir rastlantı, 2003 yılında AK Parti yönetimi “Statükoyu”, “Derin devlet çarkını” yıkmak için bu psikoloji ile hareket edip içerdeki zalimlerin zulmünden, zalimlerin efendisi olan AB’ye sığınmıştır. AB uyum yasaları çerçevesinde AB’nin tüm hukuk sistemi alınmış ve alınmaya devam edilmektedir.

Diktatörlüğün Yıkılması İçin İç Direniş Hareketi

Şiddete dayanmayan mücadele anlayışına göre dış destek önemlidir. Dış desteğin istenen sonucu verebilmesi için diktatörün karşısına dikilebilecek bir “iç kitleye”, “güce” ve “güçlü bir direnişe” ihtiyaç vardır:

“Güçlü bir iç direniş hareketini desteklediklerinde ise uluslararası baskılar çok faydalı olabilir, Örneğin, o zaman, uluslararası ekonomik boykotlar, ambargolar, diplomatik ilişkilerin askıya alınması, uluslararası kuruluşlardan dışlanma, Birleşmiş Milletler organları tarafından kınama ve benzeri eylemler büyük ölçüde yardımcı olabilir. Ancak, güçlü bir iç direniş hareketinin yokluğunda, başkaları tarafından bu tür eylemlerin gerçekleştirilme ihtimali de zayıf.” (1)

Patronların Taksim Gezi Parkı olaylarına açık destek vermiş olması, “korkmayın biz sizin arkanızdayız, biz bütün servetimizi riske ederek buraya geldiğimize göre iktidarın işi bitmiş demektir” mesajını vermeye dönüktü. Bir iş adamının “Ne sağcıyım ne solcu, çapulcuyum çapulcu” pankartı ile Taksim Gezi parkına çıkıp gösteri yapmış olmasının sebebi buydu. Ardından gelen dış güçlerin destekleri, bu duyguyu pekiştirmek, eylemlere katılan güçlere moral vererek stratejik planın diğer safhalarına geçmelerini sağlamak içindi.

Sharp’a göre diktatörlükler genellikle ilgili ülkenin iç güç dağılımından dolayı meydana gelmektedir. Bir tarafta azınlık olan zenginler diğer tarafta çoğunluk olan fakirler vardır:

“Nüfus ve toplum diktatörlük için ciddi problemler yaratmak için fazlasıyla zayıftır; zenginlik ve güç çok az kişi arasında dağılmıştır. Diktatörlükler uluslararası eylemlerden yararlanabilse ya da bir miktar zayıflasa bile, devam etmeleri öncelikle iç etkenlere bağlıdır.” (1)

Ne garip bir tecellidir ki, AKP zamanında servetlerini, 5 ile 10 kat artırmış olan küresel sermayenin iç temsilcileri, “İstanbul Dukalığı”, “Boğazın Baronları”, “Faiz Lobisi”, Taksim’de boy gösteriyorlar, yabancı istihbaratçılara otellerini açıyorlar ve “Erdoğan’ı diktatör” olarak ilan ediyorlar.

Şiddet içermeyen mücadele yaklaşımının en dikkat çekici noktalarından biri, diktatörü inşa etmek, inşa ettikten sonra da en zayıf noktasını (Diktatörün Aşılın Topuğu) tespit edip tüm silahları o noktaya yönelterek kesintisiz saldırı düzenlemektir (2). Bunun kadar önemli diğer bir konu da, diktatörün dayandığı güç kaynaklarını dağıtacak bir “stratejik saldırının” ve “stratejik planlamanın” yapılmış olmasıdır (3).

Diktatörü Yıkmak İçin Gayrı Memnunlar İttifakı ve Ülkenin Kantonlara Ayrılması/Bölünmesi

Şiddet içermeyen mücadelenin dayanak kitlesi, mevcut siyasi iktidara karşı olan tüm gayrı memnunların koalisyonudur. Diktatör ilan edilen kişi ve yönetim yıkıldığında, ülkelerin daha rahat bölünebilmesi ve sömürülebilmesi için olsa gerek , “yeni diktatörlüklerin oluşmaması propagandası yapılarak “mikro ulusçuluğa imkân sağlayan federal bir yapı”nın kurulması öngörülmektedir:

“Demokratik sistemi korumak ve muhtemel diktatörlük akımlarını önlemek amacıyla anayasada bölgesel, merkezi ve yerel düzeyde kayda değer imtiyazlar sağlayan bir federal sistem oluşturulmalıdır. Diğerlerine göre küçük bölgelerin büyük ayrıcalıklara sahip olup aynı zamanda ülkenin bir parçası olmaya devam ettiği İsviçre’deki kanton sistemi kimi durumlarda örnek teşkil edebilir.” (3)

Türkiye’de Diktatör İnşasında İlginç Bir Koalisyon

Psikolojik harekâtlarda yok olanı oluşturmak önemlidir ve gereklidir. Türkiye’de diktatör yoksa bulunup inşa edilmeli, hedefe oturtulmalı ve halkın şuuraltına yerleştirilmelidir. Türkiye’de diktatör inşası için hem ulusal hem de uluslararası gazete ve televizyon kanalları senkron bir şekilde çalışmıştır. Kuzey’deki kadife darbelerden önce diktatörlerin devrilişini anlatan belgesellerin yayınlandığı gibi Taksim olaylarından önce de Türkiye’de, “Amerikan Derin Devleti” ve “Hitler belgesi” yayınlanmıştır(4). Bu belgeseller yayınlanarak halkta bir şuuraltı oluşturulmak istenmiştir ve sosyal medyada konu işlenerek “diktatörü”(!) devirmek için belli bir kesim, eyleme geçmeye hazır hale getirilmiştir. Diktatör imajını, eş zamanlı olarak uluslararası medya da işleyerek dış kamuoyu oluşturulmuştur. (5,6).

Taksim olaylarına gelinirken CHP/Kılıçdaroğlu Mayıs (2013) ayının başından beri Erdoğan’ın, her fırsatta, diktatörlüğünü işlemiş onun Esed’den bir farkı olmadığını seslendirmiştir (7,8). Fethullah Gülen, 8 Mayıs 2013 tarihinde kendi sitesinde yaptığı ve Samanyolu TV’de yayımlanan video kaydındaki açıklamalarında, “…Bazen kuvvet insanı küstahlaştırabilir. Mümin bile olsa ahlaken Firavun olur. Sıfatları itibarıyla Firavun olur. Bazen nimetlerin sağanak sağanak baştan yağması o da insanı böyle Nemrutlaştırır, Firavunlaştırır.” “…İmkânların bolluğu şirazeden çıkarır… onu küstahlaştırır.” diyerek diktatör inşa etme koalisyonuna katılmıştır (7).

Bir başka toplantıda gazetecilerin sorduğu bir soruya, “O Güç zehirlenmesi yaşıyor.’’ (9) şeklinde cevap vermiştir. 10 Haziran 2013 tarihinde, kendi sitesinden; “…Baskı yapma değil… totaliter sistemler tesis etme değil... diktatörlükler tesis etme değil… tiranlıklar kurma değil.’’ şeklinde yaptığı açıklama ile birilerinin diktatör olduğunu ima etmiştir. Dershaneler olayından bugüne Gülen Hareketi mensupları, her fırsatta, Erdoğan’ın diktatörlüğüne devamlı vurgu yapmıştır/yapmaya da devam etmektedirler.

Taksim operasyonu sonrasında Ayn el Arap (Kobani) operasyonuna gelinceye kadar “Sivil dikta/Diktatörlük” söylemi şiddeti değişmekle beraber hep kullanıla gelmiştir. Ayn el Arap (Kobani) operasyonu öncesinden başlayarak olaylarla beraber Sivil dikta/diktatörlük söyleminde ciddi bir yoğunlaşma olduğu görülmektedir. Özellikle geçmişin sol kökenli yazar kadrosu, bunun başını çekmektedir. HDP üzerinden kurulan Sol-Alevi–PKK-BDP ittifakı, Ayn el Arap operasyonu sürecinde etkisini göstermiştir. Ahmet Türk’ün, “Halkın gözünde Erdoğan artık bir diktatör olmuş durumda...” derken Hasan Cemal de ona iştirak etmektedir (10).

Nuray Mert, Ayn el Arap operasyonundan çok önce (Yaz aylarında) “Sivil dikta” sözünü ilk defa üretip servis ederken, “Barış sürecinde samimiyet yok. Her an bir patlama olabilir. Dış konjonktür de buna müsait… Gidişat kötü… Bir iç savaş başlayabilir” kehanetinde bulunarak kamuoyu oluşturmaya çalışmıştır. Ayn el Arap Operasyonundan sonra Nazlı Ilıcak, “Nuray Mert müneccim mi ” başlıklı yazısında iktidarın diktatörlüğünü, “Dolaylı Harp Taktiği” kullanarak kamuoyu oluşturmak istemiştir (11).

“Otoriterleşme, ülkeyi badirelere sürüklüyor” isimli makalesinde Şahin Alpay,

“…AKP hükümetinin, son yıllarda artan keyfileşme ve otoriterleşme yolu, ne yazık ki, ülkenin Türk-Kürt, Sünni-Alevi, dindar-laik, hükümet yandaşı ya da muhalifi bütün fay hatlarını harekete geçirme ve tüm kesimlerini birbirine düşürme tehlikesi doğuruyor”. Diyerek “sivil dikta” kavramının yaygınlaşmasına katkıda bulunmaktadır (12).

Cengiz Çandar, “Anlayamadılar, Göremiyorlar...” adlı makalesinde, “Bir iktidarın sıkıyönetim ilân etmesi ya da sokağa çıkma yasağı koyması, ülkeyi normal biçimde yönetme yeteneğini kaybettiğinin işaretidir. “Ben, askersiz ve sert güvenlik önlemlerine başvurmadan bu ülkeyi yönetemiyorum, yönetemeyeceğim” itirafının bir biçimidir.” İfadeleri ile siyasi iktidarın, diktatörlüğe giden bir yola girdiği imasında bulunmaktadır (13).

Görülebileceği gibi Taksim Kadife Darbe sürecinin bundan önceki aşamalarında, diktatörlük söylemi seslendirildiği gibi Ayn el Arap operasyonu öncesi, esnası ve sonrasında da seslendirilmiştir. Amaç, kitleleri tahrik edip sokağa dökerek Türkiye’nin Kanton bölgelere bölünebilmesi için gerekli ortamı hazırlamaktır.

Kadife Darbelerde Kullanılan Yöntemin Genel yapısı

Gene Sarp’ın yukarıda adı geçen eserlerinde iktidarları devirmek için ön görülen stratejinin ana eksenlerini aşağıdaki gibi sınıflandırabiliriz:

1-  Kadife darbenin üzerine inşa edilmesi gereken temel değerler: Demokrasi, İnsan hakları, özgürlükler, çevre, adil seçim…

2-  Ülke üzerinde etkili olan iç, bölgesel ve küresel dinamiklerin analizi.

3-  Kadife Darbenin sembolü olacak  bir isim

4- Lider/Liderlik: Kitleleri peşinden sürükleyecek bir lider/liderlik

5- Kitlelere Önderlik Edecek Bir Örgüt:

6- Slogan Üretme: Kitleleri sürükleyecek basit ve etkileyici sloganlar

7- Medya Desteği: Ulusal ve uluslararası medya desteği.

8- Finansman: Ulusal ve Uluslararası Vakıf-STK’ların ekonomik desteği.

9- Eyleme Öncülük eden örgütlerin eğitimleri

10- Psikolojik Harekât: Olayların başlamasından önce, olaylar esnasında ve olaylar sonrasında dozajı gittikçe artan bir psikolojik harekât uygulanması.

11- Sürekli Gerilim için Ülkenin Fay Hatlarını Harekete Geçirmek: “Ekonomik manipülasyon yaparak bunalımı körüklemek”; “Etnik ve mezhepsel farklılıkları kaşımak”.

12- Gayri Memnunların İttifakını Sağlama: Birleşik Cephe Hareketi.

13- Güvenlik güçlerini (Asker, polis) kazanma ya da tarafsızlaştırma

14- Yargının Desteğini kazanma ya da tarafsızlaştırma

15- Dış Güçlerin (Bölgesel ve Küresel) Desteğinin sağlaması

16- Eylemlerin Başlama Zamanı: Seçime 8-12 ay kala ilk eylemler başlatılmaktadır.

17- Sokak Hâkimiyeti: Taraftarları sürekli olarak sokakta tutarak yönetimin otoritesini ve iradesini kırmak.

18- Siyasi iktidarı itibarsızlaştırma operasyonları

19- Siyasi İktidarın iradesini çözme, Panik hali oluşturma ve hata yapmasını sağlama operasyonları

20- Siyasi İktidar içerisinde ihtilaflar meydana getirme, bölme, parçalama operasyonları

21- Siyasi İktidarı Yalnızlaştırma Operasyonları

22- Kadife Darbenin Ana Amacını Gölgeleme/Perdeleme Operasyonları

23- Seçimlere Hazırlık: “Biz Öndeyiz Fakat Seçimlere Hile Karıştırılacak”

23- Dış Güçlerin Seçim Sonuçlarına İtirazını ve Gayrı Meşru İlan etmesini Sağlamak.

24- Seçim Sonuçlarına İtiraz ederek Sokak Eylemleri ile Siyasi İktidarları düşürmek.

Reyhanlı’dan Ayn el Arab’aTaksim Kadife Darbe Sürecinin Farklı Aşamaları

Taksim Kadife darbesi, mahalli seçimler, Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve Genel seçimler olmak üzere üç seçim dönemi göz önüne alınarak stratejisi çizilmiş, gerekli taktikler belirlenmiş ve uzun vadeli olarak planlanmış bir harekâttır. Reyhanlı’dan Ayn el Arab’a gelinceye kadarki dönemde yapılan bütün eylemler, birbiri ile koordineli, bağlantılı ve “dolaylı harp stratejisine” uygun olarak gerçekleştirilmiştir. Sadece siyasi iktidarı devirmeye değil ülkeyi çökertmeye yönelik bir harekâttır. Kadife darbenin planlayıcısı küresel güçlerin karşısında, açıkça ifade edilmemiş ve ismi konmamış karşı bir cephenin var olduğunu ifade edebiliriz. Kadife Darbecilerin öngördükleri şeylerin istedikleri anlamda gerçekleşmemesinin sebebi, böyle bir karşı birleşik cephenin duruşu ve halkın kadife darbecilere destek vermemiş olması olabilir.

Kadife Darbenin (Taksim Kadife Darbe Süreci) Reyhanlı’dan Ayn el Arab’a kadar olan dönemini aşağıdaki şekilde farklı aşamalara göre tasnif etmemiz mümkündür:

Birinci Aşama: Eylemci Bir Yapı ve Dayanak Bir Kitle Ortaya Çıkarma

Birinci Evre: Reyhanlı Olayları Alevi-Sünni Gerilimi Meydana Getirme

İkinci Evre: Taksim Gezi Parkı Olayları ile Türkiye’nin dört bir tarafında eylem yaparak sokak hâkimiyeti kurmaya çalışma

İkinci Aşama: İttifakı Genişletme-Gülen Hareketinin Öncülüğü: Dershaneler Savaşı

Üçüncü Aşama: Polis-Yargı Kıskacı

Birinci Evre: 17 Aralık “Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu” ile İtibarsızlaştırma

İkinci Evre: 25 Aralık “Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu” ile İtibarsızlaştırma- Yalnızlaştırma-İhtilaflar çıkarma

Üçüncü Evre: İzmir “Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu”

Dördüncü Aşama: MİT’in Tırları- Teröre yardım yataklıktan suçlu gösterme operasyonu ve acziyet içerisine sokma operasyonu.

Beşinci Aşama: Diş İşleri Bakanlığı’nın dinlenmesi, Teröre yardım yataklıktan suçlu gösterme operasyonu ve acziyet içerisine sokma operasyonu.

Altıncı Aşama: Mahalli seçimlerde yeni model deneme (Ankara/Yalova Modeli)

Yedinci Aşama: Cumhurbaşkanlığı Meydan Savaşları

Birinci Evre: Soma Maden Sabotajı 13 Mayıs 2014

İkinci Evre: Işid Vakası ve Musul Konsolosluğu Personelinin Rehin Alınması

Üçüncü Evre: Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığı

Sekizinci Aşama: Genel Seçimler için Sol-Alevi-Gülen Hareketi-PKK-HDP İttifakının Kurulması

Birinci Evre: Rehinelerin Serbest Bırakılması

İkinci Evre: İŞİD’in Ayne el Arab’a (Kobani) saldırması

Üçüncü Evre: PKK-HDP-BDP-KCK Sokak Terörü provokasyonu (Kobani Provokasyonu).

Kaynaklar

1- Sharp G., Diktatörlükten Demokrasiye Kurtuluş Için Teorik Bir Çerçeve, ABD, The Albert Einstein Enstitüsü, Dördüncü Baskı, Mayıs 2010, S: 10-16

2- Sharp G., age S: 34-36

3- Sharp G., age S: 77-85

4- Habervaktim 08.06.2013

5- Prof. Avi Shlaim: Erdoğan, Arap diktatörlerinden farksız davranıyor. T24 10.06.2013

6- Brent E. Sasley (The National Interest) dünya bülteni 08.06.2013

7-Sinanoğlu, E., “#OCUUPYTURKEY” Yenildi, Mayıs, 2013.

8- Yeni Şafak 04.06.2013

9- Yardakaş, B., 5 Mayıs 2013-05-06 www.gercekgundem.com

10- Cemal, H., Apoletli Kemalizm’den Cübbeli Kemalizm’e! T-24 09.10.2014.

11-Ilıcak, N., Nuray Mert Müneccim Mi Bugün 10.10.2014.

12- Alpay,Ş., Otoriterleşme, Ülkeyi Badirelere Sürüklüyor, Zaman, 09.10.2014.

13- Cengiz Çandar, Anlayamadılar, Göremiyorlar... Radikal 09.10.2014

 

16 Ekim 2014 Perşembe

Reyhanlı Operasyonundan Ayn El Arap Kobani Operasyonuna Kadife Darbe Süreci - 1

 (Milli Gazete)

Giriş

Sovyetler sonrası yeni soğuk savaşın en önemli ve etkin araçları, Sivil Toplum Kuruluşlarıdır (STK)/örgütleridir (NGO). Batı hem kendi ülkesinde hem de diğer ülkelerde, özellikle, sömürgeleştirmek istediği ülkelerde, STK’lar kurmakta veya var olanlara sızmakta, onları finanse etmekte, eğitmekte, yönlendirmekte ve onlar üzerinden menfaatlerini gerçekleştirecek operasyonlar yapmakta ve stratejiler uygulamaktadır. ABD-İngiltere-İsrail-Küresel Tefeci Sermaye (Siyonist)-AB (Şer Ekseni), hedef ülkelerde işbirlikçi STK’lar bulmayı ve bulunan yerli işbirlikçiler aracılığıyla söz konusu ülkelerde kendi politikalarını uygulamayı, iktidarları askeri devreye sokmadan devirmeyi, sistemi kilitlemeyi, iktidarda olanları yıpratmayı, bir strateji olarak belirlemiştir. STK’lar aracılığıyla siyasi iktidarın düşürülmesine, sert güç kullanılmadığından dolayı, “Kadife Darbe/Devrim” denmektedir. Kadife darbelerin en önemli özelliği, yumuşak güç kullanması ve seçim odaklı olarak seçim sonrasında öldürücü darbeyi vurmayı hedeflemesidir.

İlk Kadife Darbe dalgası, Sırbistan, Moldavya, Belarus, Ukrayna, Gürcistan, Kırgızistan, Kıbrıs ve Lübnan darbe zinciridir. Bu darbelerin ortak özelliğinden dolayı bunları Birinci Nesil Kadife Darbeler olarak nitelendirmekteyiz. “Arap Baharı” olarak nitelendirilen Kadife darbeler ise birincisinden farklı özellikler taşıdığından dolayı buna da İkinci Nesil Kadife Darbeler adını vermekteyiz.

Türkiye’nin bölgesel/küresel güç olma, “yeni Osmanlı misyonunu” inşa etme, İsrail’le uzlaşmama, Kıbrıs ve Ermenistan meselelerini Batının istediği şekilde çözmeme ve Rusya/Çin ile iyi ilişkiler geliştirme nedeniyle ABD’nin “Büyük Ortadoğu Projesi”, İsrail’in “Büyük İsrail Projesi”, AB’nin “2. Sevr projesi”, Rusya’nın “Sıcak denizlere Açılma Projesi” ve İran’ın “Şia Güvenlik Hattı Projesi” ile çatışmaktadır. Ayrıca Türkiye’nin Hamas ve Müslüman kardeşler politikaları nedeniyle Suud ile bir gerilim yaşamaktadır.

Reyhanlı operasyonu ile başlayan süreç, Taksim “Gezi Parkı” olayları ile farklı bir boyuta gelmiştir. Türkiye’de yeni bir tür Kadife darbe başlatılmıştır. Biz bunu, öncekilerinden farklı bazı özelliklerinden dolayı, Üçüncü Nesil Kadife Darbe olarak isimlendirmiştik (Geçmişteki Milli Gazete Yazıları). Taksim Gezi parkı hadiseleri ile başlayan süreç, 3. Nesil Kadife Darbenin başlangıç evresi olup Reyhanlı Psikolojik Harekâtı üzerine inşa edilmiştir. Türkiye’deki 3. Nesil Kadife Darbe Süreci, bundan sonra Taksim Kadife Darbe Süreci olarak anılacaktır. Kadife darbelerin seçim odaklı olmasını göz önüne aldığımızda Reyhanlı olaylarının başladığı zaman itibarıyla Türkiye’nin önünde mahalli seçimler, cumhurbaşkanlığı seçimleri ve 2015 genel seçimler olmak üzere üç seçim dönemi vardı. Taksim’le birlikte başlayan Kadife Darbe sürecinin ana stratejisinin, en azından bu üç seçim dönemi göz önüne alınarak çizildiğini önceki yazılarımızda ifade etmiştik. Bu gerçek, önümüzdeki günlerde olabilecek olaylarda göz ardı edilmemelidir.

Taksim Kadife darbe sürecinin 2. aşaması, Dershaneler Savaşı, 3. aşaması 17-25 Aralık Polis- Yargı Girişimi, 4. aşaması MİT’in TIRları Operasyonu, 5. aşaması Dış İşleri bakanlığının dinlenmesi, 6. aşaması Soma Sabotajı ve 7. aşaması Kobani nedeniyle başlatılan PKK-HDP-BDP-KCK provokasyonudur (Kobani Provokasyonu). Kadife darbenin 7. aşaması, 2015 seçimlerine dönük ilk ciddi eylem türü olup Reyhanlı’da olduğu gibi gene Suriye merkezli olarak planlanmış ve yürürlüğe sokulmuştur. Bu nedenle Reyhanlı - Kobani eksenini birlikte ele alıp değerlendirmemiz gerekmektedir.

Bu ve bundan sonraki birkaç yazıda “Ayn el Arap” (Kobani) üzerinden yürütülen kadife darbe süreci ele alınıp değerlendirilecektir.

Kadife Darbelerin Genel Yönetim Yapısı

Kadife Darbelerin teorik alt yapısı, Avusturyalı düşünür Karl Popper’in `Açık Toplum ve Düşmanları’ adlı kitabındaki düşüncelerine dayanmaktadır. Kadife darbelerde uygulanan yöntemin temel felsefesi ise, siyaset bilimci Gene Sharp’a aittir. `Şiddet İçermeyen Hareketin Politikası’ ve `Diktatörlükten Demokrasiye’ adlı kitaplarında uygulanan yöntem anlatılmaktadır.

Bugüne kadarki kadife darbelerin ana stratejisini çizen beyin takımı, Soros merkezli Siyonist-Mason bir kadro olmuştur. Bu, kadife darbelerin yönetimi anlamında ilk halkayı oluşturmaktadır ve uygulanan ülkelerin dışındadır (Şekil 1). Bu nedenle hedef ülkelerde ana stratejiye uygun bir şekilde Kadife darbelerin yönetilebilmesi için o ülke içerisinde var olan, o ülkenin vatandaşı konumundaki mason-sabatayist-Siyonist-işbirlikçilerden oluşan 2. Derecede bir beyin takımı vardır. Bunlar, mevcut siyasi iktidara ve sisteme karşı olan “gayrı memnun örgütleri” ve “kitleleri” harekete geçirip kadife darbe ana stratejisinin hayata geçirilmesini sağlamaktadırlar. Eylemci grup, ülkedeki tüm gayrı memnunları kuşatacak tarzda öngörülen eylem türlerini devreye sokmakta ve ona göre davranmaktadır (Şekil1).

Kadife Darbelerde yerli işbirlikçiler aracılığıyla, iktidarları düşürerek ülkeleri içerden ele geçirmek ana yaklaşım tarzıdır. Şer Ekseni tarafından ülkeler içerden karıştırılmakta, etnik, mezhebi ve diğer tüm ayrılıklar tahrik edilmekte, tüm gayrı memnunlar iktidar karşıtı bir safta birleştirilmek istenmektedir. Finansman ve medya desteği, Şer Ekseni (Özellikle ABD ve Siyonizm) STK’larınca karşılanmaktadır.

Reyhanlı Operasyonu

11.05.2013’de, Reyhanlı’da ard arda meydana gelen patlamalarla, 100 civarında insan ölmüş, çok ciddi maddi hasar meydana gelmiş, manevi tahribat ise çok daha yüksek olmuştur. “Telefon düzenekli ve zaman ayarlı füze başlıklarında kullanılan RDX’le güçlendirilmiş, 100-250 kilo TNT ihtiva eden bombalar” 2 veya 3 araç kullanılarak patlatılmıştır.

Reyhanlı olayını, sadece ölü sayısı, maddi ve manevi hasar boyutu ile değerlendirirsek, hem ana aktörleri bulma, hem de kısa ve uzun vadeli gerçek niyetlerini anlama konusunda yanılgıya düşer, yanlış sularda yüzmeye devam ederiz. Bunun için olayın öncesinde ve sonrasında meydana gelen daha başka olaylara, iç, bölgesel ve küresel değişikliklere bakmak gerekmektedir.

Bu olaydan bir hafta önce Reyhanlı’da gece yarısı “Suriyelilerin Türk bayrağı yaktığına” dair bir söylenti çıkarılmıştır. Bu şayiayı kimin çıkardığı belli değildir. Ancak bu şayiadan sonra, ellerine Türk bayrağı alarak sokağa çıkan, kim oldukları konusunda hiçbir bilgi verilmeyen, bir grup insan, slogan atarak Suriyelilere saldırmıştır. Patlamalardan sonra da, kim oldukları ve kim tarafından tahrik edilip sokağa sürüklendikleri bilinmeyen bir grup genç, gene Suriyelilere saldırmıştır.

Ayrıca Suriye’de ki Banyas katliamı ile ilgili bir isim, Mihraç Ural ve bir örgüt, DHKP-C Acilciler ismi, bir hafta öncesinden İngiliz Times gazetesi tarafından gündeme sokulmuş, Türkiye kamuoyunun şuur altına yerleştirilmiştir. Reyhanlı’daki patlamaların ardından, aynı isim ve örgüt, eylemi icra edenler olarak merkeze yerleştirilerek büyük bir psikolojik harekât başlatılmıştır.

Reyhanlı olayının bir hafta öncesinden başlayıp olay anında ve sonrasında tek merkezden yürütülen ve toplumu kamplaştırmaya dönük çok planlı bir kampanya yapılmıştır. Medya tarafından bir hafta öncesinde, kamuoyuna taktım edilip hakkında her türlü bilgi verilen bir şahsın ve örgütün, bu eylemi nasıl bu kadar kolay icra ettiği ve yakalanmadığı / yakalanamadığı ve olayın hemen ardından, faillerinin nasıl bu kadar hızlı bir şekilde tespit edilebildiği üzerinde durulmamıştır. Olay oluncaya kadar hiç bir şey bilinmiyor ve fakat olayın hemen ardından her türlü bilgiye ve ayrıntıya sahip olunabiliniyor. Bir şahıs, bir örgüt ve iki ülke, olayın failleri olarak hemen suçlu ilan edilmiştir. Mültecilerin suçlu olarak gösterilerek mültecilere saldırılması, Reyhanlı psikolojik hareketinin ilginç yönlerinden biridir.

Israrla “Sünniler öldürülüyor”, “dövülüyor” ve “hastanelere alınmıyor” tarzında iddialar ortaya atılmıştır. Alt kimlikler üzerinden siyaset yapılması, ister istemez şuur altının harekete geçmesine sebebiyet vermiştir. Gelecek mücadeleler için tarlaya zehirli tohumlar ekilmiştir. Bu noktada şu soru ya da soruların cevapları aranmamıştır: Bu insanların Sünni oldukları anında nasıl tespit edilip dövülmüş/öldürülmüş/ tedavi edilmemiştir. Böyle bir dilin kullanılması, kimin işine yaramıştır Bu bilgileri, kim servis etmiş, kimler de araştırmadan alıp kullanmıştır

Reyhanlı ile birlikte Türkiye’de eski bir fay hattı (Alevi –Sünni Fay hattı) enerji ile yüklenip harekete geçirilmeye, hazır hale getirilmiştir. Taksimde Alevi- Sol örgütler devreye sokularak Kadife darbe süreci için gerekli olan eylemci ve dayanak kitle inşa edilmiştir. Reyhanlı Operasyonunu yapanların amacı, Türkiye’deki her kesimi, sarmalın içine sokarak, herkesin herkesi suçladığı, düşüncenin dumura uğradığı bir kaos ortamı meydana getirmekti.

Taksim Kadife Darbe Süreci

Taksim Kadife Darbesinin çelik çekirdek kadrosu, ilk halka olup ABD-İngiltere-İsrail-Küresel Tefeci Sermaye (Siyonist)-AB’den oluşan küresel operasyonları yöneten kadrodur. İkinci halkası, “İstanbul Dukalığı/Baronlar” diye anılan ve Taksim’e çıkıp çapulcu olduklarını açıklayan kadrodur. Bunlar işin strateji boyutu ile meşgul iken stratejinin ve stratejinin öngördüğü taktiklerin uygulayıcısı operasyonel güç/yapı, Taksim Kadife Darbesinin “Gezi Parkı” aşamasında (başlangıç aşaması) Alevi-Sol örgütler, “Dershaneler Savaşı” aşamasında ise Gülen hareketi, üçüncü halkada yer almıştır ya da konumlandırılmıştır (Şekil 2-Şekil 3).

Taksim Kadife Darbesinin 7. Aşaması: Ayn El Arap (Kobanı) Provokasyonu

Taksim kadife darbe süreci, sadece siyasi iktidarı değil Türkiye’yi dizleri üstüne çökertme, yere serme operasyonudur. 1960 kanlı ihtilalı ile başlayan ihanet hareketinin yeni bir aşamasıdır. Her ne zaman Türkiye, kendi kendine yeter hale gelmeye, ayakları üzerine durmaya çalışırsa Türkiye’de darbe olmuştur. Bu süreç, siyasi iktidarların kimliğinden bağımsız bir süreçtir. Menderes, Demirel, Özal, Erbakan, Ecevit ve Erdoğan farklı zihniyetlerin, farklı düşüncelerin insanları olmuş olmasına ve Erbakan hariç diğerleri, mevcut sistemi savunmuş olmasına rağmen, Türkiye’yi güçlendirdikleri, Küresel güçlerin politikalarına karşı geldikleri, Türkiye’nin menfaatlerini savundukları an, farklı darbe türleri ile iktidardan uzaklaştırılmış/uzaklaştırılmak istenmiş ve cezalandırılmış/cezalandırılmak istenmişlerdir. Öncelikle darbeler sürecinin bu çerçevede değerlendirilmesinin zaruret olduğuna inanıyorum.

Millet tarafından seçilmiş siyasi iktidarların cezalandırılmasının, gene millet tarafından yapılması gerekir. Siyası iktidarlara olan öfke ve kin, yabancı güçlerin satranç tahtasında piyon olarak kullanılmaya razı olmak gibi bir basiretsizliğe, ferasetsizliğe ve ahlakı zafiyete sebebiyet vermemelidir.

AKP döneminde Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı Kadife darbe eksenli küresel operasyon, kadife darbenin ilk altı aşamasında istediği sonucu alamamıştır. Şimdi 2015 seçimlerine doğru giderken yeni taktikler geliştirilmektedir. Suriye üzerinden başlatılan Kadife darbe süreci, gelinen aşamada, gene Suriye üzerinden devam ettirilmeye edilmeye çalışılmaktadır. Sürecin yeni adı Kobani provokasyonudur.

Suriye –Irak hattında Büyük Ortadoğu, Büyük İsrail ve 2. Sevr Projeleri kapsamında yürütülen bölme, parçalama, kaos meydana getirme operasyonu, Şer ittifakının (ABD-İngiltere-AB-İsrail- Siyonizm) Irak’ı işgal etmesi ile başlamış, Arap baharı denilen süreçle devam etmiş, İŞİD denilen yapının ortaya çıkması/çıkarılması ile zirveye doğru tırmanmaktadır. İŞİD hareketi, Suriye-Irak hattını ortadan yararak Sünnilik üzerine dayandığı iddia edilen bir bölge meydana getirmiş ve her geçen gün sınırlarını genişletmiştir. Erbil’e yaklaştığı zaman ABD tarafından durdurulmuş, bu arada da Kerkük, Barzani kuvvetleri tarafından işgal edilmiştir. Ermeniler, Yezidiler, Sünni ve Şii Araplar/Kürtler/Türkmenler, kendi bağlarını, bahçelerini ve evlerini terk etmişlerdir. Özel bir plan ve stratejiye göre etnik ve mezhepsel göç olayları gerçekleştirilmiştir. İŞİD’in doğuyu ve güneyi bırakarak aniden Kuzeye, Kobani’ye yönelmesi, Kobani’deki PYD güçlerine büyük zayiatlar verdirmesi ile birlikte Batı ayağa kalkmıştır. Kobanı’de büyük bir katliam vardır; buna seyirci kalınamaz propagandası yapılarak ABD öncülüğünde AB, İngiltere, Arap ülkeleri ve Türkiye’den ibaret bir koalisyon oluşturulmak istenmiştir. Koalisyondaki Türkiye harici güçlerin hava harekâtı yapması, Türkiye’nin ise kara harekâtı yapması öngörülmüştür.

Amaç, Türkiye’nin bir kara harekâtı yaparak Suriye’ye girmesi, işgalci konumuna sokulması, Suriye’de çatışan tüm gruplar, Suriye yönetimi, Iran ve Rusya ile karşı karşıya getirilerek yıllarca sürecek ve nasıl sonuçlanacağı belli olmayan bir kaosa sürüklenmesi; belki de parçalanmasıdır. Türkiye bu oyunu bozmak ve Suriye topraklarına girmemek için ayrı bir tez ortaya koymuştur. Türkiye’nin tezi, sorun sadece İŞİD değil; sorun, Suriye’nin içinde bulunduğu durum ve Suriye yönetimidir. Bundan dolayı mesele bir bütün olarak ele alınmalıdır. Ayrıca Kobani’ye gelinceye kadar İŞİD, Irak-Suriye hattında pek çok yeri işgal etmiş, insanları göç ettirmiştir. Kürt bölgesine yönelince gösterilen hassasiyet, diğer bölgelerde niye gösterilmemiştir Diğer taraftan İŞİD bir terör örgütü ise PKK ve PYD’de de bir terör örgütüdür. PKK ve PYD terör örgütlerine askeri yardım yapmanın mantığı nedir, amacı nedir İki terör örgütü birbirleri ile savaşmaktadır. Birini diğerine tercih etme sebebi nedir

Bu tez, oyunun birinin bozulmasına fakat diğerinin kapısının aralanmasına imkân vermiştir. İkinci oyun, PKK-HDP-BDP-KCK’nin Kadife darbenin üçüncü halkasında, Kadife darbenin eylem strateji ve taktiklerini uygulayacak bir örgüt olarak yerleştirilmesi ve Kürt Kavmiyetçiliğinin ağına takılmış olan kitlelerin sokağa çıkartılarak ülkeyi kaosa sürüklemesidir. Bu ikinci oyun, 7 Ekim 2014’de, KCK’nin ve HDP eş başkanı Selahattin Demirtaş’ın ve diğer HDP yöneticilerinin Kürtleri, solcuları ve tüm siyasi iktidar karşıtlarını sokağa, eyleme çağırması yürürlüğe sokulmuştur. Türkiye’nin pek çok vilayetinde, son derece vahşi, kanlı eylemler gerçekleşmiş, 40 civarında vatandaşımız ölmüş, yüzlerce insan yaralanmış ve iş yerleri, sokaklar yangın yerine çevrilmiş, yağmalama hadiseleri gerçekleşmiştir. 7 Ekim 2014 tarihinden itibaren Türkiye’deki Kadife Darbe sürecinin genel yönetim yapısındaki üçüncü halkasında örgüt bazında bir değişiklik olmuştur. Gülen hareketi PKK-HDP-BDP-KCK’ya yerini terk ederek bir dış halkaya kaydırılmıştır (Şekil 4).

Dikkat edilmesi gereken nokta, kitlelerin bu denli vahşice davranmasının sebebi o anki çağrı ve onun muhtevası olmayıp Reyhanlı’dakine benzer bir Psikolojik Harekâtın aylar öncesinden yürütülmeye başlanmış ve bir şuur altının oluşturulmuş olmasıdır.

Kadife Darbenin Kobani aşamasının diğer boyutları daha sonra ele alınacaktır.

 

9 Ekim 2014 Perşembe

Türkiye’nin Çıkmaz Sokağı-3: “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Politikaları Aileye Açılmış Bir Savaştır

 (Milli Gazete)

Giriş

Laik–Seküler dünya, Allah’ın gönderdiği, Peygamberlerin açıklayıp uyguladıkları bilgiler, değerler yerine, bazı düşünür, filozof ve bilim adamlarının kabulleri, varsayımları ve öngörülerini doğru kabul ederek ve Ahiret hayatını göz önüne almayarak bir hayat tarzı inşa etmiştir. Bu hayat tarzına ilişkin kurdukları tüm modeller, filozof ve bilim adamlarının öngörülerine dayalı olduğu için gerçeği bir bütün olarak yakalayamamış; sürekli değişen modeller ve teoriler için insanoğlu kobay olarak kullanılmıştır. Kapitalizm, Komünizm ve Faşizm, bu yanlış yaklaşımların ürünü olarak tüm insanlığı bunalıma ve hüsrana uğratmıştır.

Geçen iki yazıda yasal çerçevesini ve felsefesini incelediğimiz “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği”, böyle bir yaklaşımın sonucudur. İnsanın rol ve davranışları üzerinde yaklaşık olarak %40 genetik, %40 kültürel-sosyal çevre ve %20 okuyup öğrendikleri etkili iken toplumsal cinsiyet teorisyenleri ve savunucuları yaratılıştan, insan genetiğinden ve fıtratından gelen tüm etkileri ret edip her şeyi çevresel etkilere indirgemektedirler. Toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarına göre devlet, tüm politikalarını bunun üzerine inşa etmeli, yaratılışın ön gördüğü rol farkları ret edilip yok edilmelidir.

İnsan genetiğinin ve insan fıtratının yaratılışla birlikte ön gördüğü cinsler arası rol farkı, pratik hayatta ret edilip tüm hayat ona göre tanzim edilmeye başlanınca, İnsan fıtratı ile yaşanan hayat arasındaki çatışma, nasıl bir sonuç doğurmaktadır İnsan daha mı mutlu ya da daha mı mutsuz olmaktadır

Burada “toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarının” en iyi uygulandığı ülkelerde bu soruların cevabı araştırılmaktadır.

“Kimin Toplumsal Cinsiyet Anlayışı” Esas Alınmalı

Toplumsal cinsiyet eşitliği teorisyenlerine göre cinsler arasındaki genetik ve fıtri farklılık, hayatın pratiğinde hiçbir farklılık meydana getirmemekte; bütün farklılıklar, içinde yaşanan sosyo-kültürel-dini çevreden ve okuyup öğrenilenlerden dolayı ortaya çıkmaktadır. Bu teorisyenlere göre bazı sosyo-kültürel ve dini çevreler, örfler, adetler, gelenek ve görenekler, toplumsal cinsiyet eşitsizliği meydana getirmektedir (İstanbul Sözleşmesi 2011; Madde 12, Madde 42). Bu nedenle bunların günlük hayattaki etkileri kırılarak toplumsal cinsiyet eşitliği sağlanmalıdır.

Bu durumda aşağıdaki soruları sormak ve cevaplarını almak tarihi bir sorumluluk olarak karşımıza çıkmaktadır:

• Hangi kültürün, dinin ve toplumun toplumsal cinsiyet anlayışı, esas alınmalıdır

• Referans alınan toplumsal cinsiyet anlayışının doğru, geçerli ve evrensel olduğunun delilleri, belgeleri nelerdir

• Bu noktada temel kıstasımız ne olmalıdır

• Toplumsal cinsiyet eşitliği adına kadına ya da erkeğe yüklenen roller de bir “kültürün”, dinin ve törenin ürünü değil midir

• Bu kültürü veya dini diğer kültürlerden, dinlerden üstün kılan nedir

• Toplumsal cinsiyet eşitliğinin göstergeleri/kıstasları kültürden, dinden bağımsız mı oluşmaktadır (1).

Bu noktada, elde sağlam hiçbir ölçü, delil ve belge bulunmamasına rağmen liberal Batı kültürünün ürettiği toplumsal cinsiyet anlayışı, tüm dünyaya evrensel gerçeklik olarak sunulmaktadır. Gerçekte Toplumsal cinsiyet eşitliği kavramı, batı kapitalizminin ucuz işçi elde etme aç gözlülüğü içerisinde, anne olan kadına açtığı savaşın doğal sonucu olarak, kadının metalaştırılıp sömürülmesi için ortaya çıkardığı bir kavramdır. Ciddi veri, bulgu ve bilimsel sonuçlara dayanmamaktadır. Kadınların sosyal rollerine ilişkin tartışmalar, küreselleşme hedefini gerçekleştirmek amacıyla dünya insanlığını sürüleştirmek isteyen bir zihniyetin ürünüdür. Toplumsal cinsiyet eşitliğini, açgözlü doymak bilmez kapitalistlerden, onların arzuladıkları sömürü düzeninden ve dünya hâkimiyeti kurmak isteyen Siyonizm’den bağımsız değerlendirmek, bizi doğru sonuçlara ulaştırmayacaktır.

Toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarında kadının çalışması esastır ve çok temel bir göstergedir. Ancak “Kadının çalışması” kavramı, sadece ofiste/fabrikada çalışan kadını ifade etmektedir. Tarlasında, bağında, bahçesinde, çiftliğinde, evinde üretime katılan ve ekonomik gelir elde eden kadın, “çalışan kadın” sınıflandırılması içine alınmamakta, “ev kadını” olarak vasıflandırılıp dolaylı bir şekilde aşağılanmaktadır (1). Neden

Diğer taraftan toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarına göre 15 yaşındaki kızla evlenen bir erkek suçlu bulunup cezalandırılmakta; fakat 15 yaşındaki bir kızla karşılıklı rızaya dayalı cinsel ilişki yaşamak, “özgürlük” kapsamında değerlendirilmekte ve buna müdahale suç sayılmaktadır (1). Neden

Zinayı meşrulaştıran ve zinaya giden tüm yolları serbest bırakan bir zihniyet, bir anlayış ve bir kültür, nasıl bize en doğru bir kültür olarak sunulabilir. Böyle bir kültürün ürettiği toplumsal cinsiyet eşitliği nasıl doğru olabilir

Bu kültür, evi, aileyi ve kocayı, kadına şiddetin asıl sorumlusu olarak görmektedir. Ailede çatışmayı körükleyen ve sonuçlarını yargı yoluyla telafi etmeye çalışan bir kültür, bir zihniyet, işyerlerindeki şiddetten dolayı patronu ve yöneticileri suçlamamaktadır (1).

Böyle bir zihniyetin, bir kültürün, bir dünya görüşünün öngördüğü toplumsal cinsiyet eşitliği, kime hizmet etmektedir, kimin işine yaramaktadır

Anne ve babanın çocuklarına “edep”, “haya”, “namus” gibi kavramları öğretip buna uygun davranmasını istemesi, kızların kız gibi, erkeklerin erkek gibi giyinmelerini ve davranmalarını isteyip sağlamaları, mahremiyet duygularını öğretip öne çıkarmaları, cinsiyet ayrımcılığı yapmak olarak değerlendirilmektedir. Bu, çocukların özgür iradesine müdahale olarak görülmektedir. Ergenliğe gelinceye kadar çocuklara, kız ya da erkek olduğunun söylenmesine karşı çıkıp ergenlik döneminde gencin hangi cinsiyeti seçeceğine karar vermesini savunmak, nasıl bir cinsiyet(unisex Çocuk) ve özgürlük anlayışının ürünüdür (2)

Bu yaklaşım tarzı, bu anlayış, insan genetiğinin bozulması ve insan neslinin geleceğinin tehlikeye atılması değil midir Bu kültür, bu zihniyet mi insanlığı huzura, mutluluğa ve saadete ulaştıracaktır Mankenlerin atacakları adımların şeklini menajerlerin tayin ettiği bir dünyada, anne–babaların çocuklarına hiç karışmamasını, müdahale etmemesini istemek, nasıl bir zihniyetin ve kültürün ürünüdür

Amaç nedir Hedeflenen nedir

“Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Temel Kriterleri”

2012 yılında yayınlanan “Dünya Cinsiyet Ayrımı” raporunda, aşağıdaki dört özellik, toplumsal cinsiyet eşitliği için kıstas olarak kabul edilmiştir (1):

• “Ekonomik Katılım Ve Fırsatlar

• “Eğitim Durumu”

• “Sağlık”

• “Siyasette Güçlenme”.

“Ekonomik katılım ve fırsatlar” kıstasına göre kadının iş gücüne katılım oranı, kadın ve erkeklerin gelirlerinin karşılaştırılması ve kadın-erkek çalışan oranları temel alınarak hesaplanmaktadır. İkinci kıstas, “eğitim durumu” olup eğitim alanında eşitlik, kadın ve erkeklerin eğitim düzeyi ve okuryazarlık oranlarının kıyaslanmasıyla hesaplanmaktadır. Üçüncü kıstas, “sağlık” olup sağlık alanındaki eşitlik, kadın sağlığı ve erkek sağlığı değerlerinin birbirine oranı ve doğumda cinsiyet oranı temel alınarak hesaplanmaktadır. Dördüncü kıstas, “siyasette güçlenme” olup siyasi alandaki eşitlik parlamentodaki koltuk sayısı, bakan sayısı ve iktidarda kalma süresine göre hesaplanmaktadır (1).

2012 yılı verileri temel alınarak, bu kıstaslara göre yapılan değerlendirilmede, 135 ülke içerisinde toplumsal cinsiyet ayrımcılığının en az yaşandığı ilk dört ülke, sırasıyla, İzlanda, Finlandiya, Norveç ve İsveç’tir (1).

Acaba bu dört ülkede kadının ve ailenin durumu nedir

Bu politikanın uygulanması ile arzulanan iyileşme meydana gelmiş midir

Aile yapısı daha iyiye mi daha kötüye mi gitmiştir

Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Politikalarının En İyi Uygulandığı İzlanda, Finlandiya, Norveç ve İsveç’teki  Sonuçlarla Türkiye’deki Sonuçların Karşılaştırılması

Burada Toplumsal Cinsiyet Eşitliği politikalarının en iyi uygulandığı İzlanda, Finlandiya, Norveç ve İsveç’te elde edilen sonuçlarla Türkiye’de elde edilen sonuçlar,  Evlenme ve Boşanma Oranları,  Evlilik Dışı Doğum Oranları, Kadına Yönelik Şiddet, İntihar oranları ve Alkol - Madde Kullanımı göz önüne alınarak değerlendirilmektedir (Tablo1-Tablo 5).

Tablo 1’deki verilere göre 2011 yılında 5 ülke içerisinde en yüksek boşanma oranına sahip ülkelerin Finlandiya ve İsveç olduğu görülmektedir. 1960 ve 2011 yıllarının mukayesesi yapıldığında, boşanma artış hızı en yüksek olan ülke Finlandiya’dır (%0,08’den, %0,2.5’e). Diğer ülkelerin tamamında da boşanma oranları %100’ün üzerinde artış göstermiştir. 2011 yılında Türkiye ve İzlanda’nın boşanma oranları aynıdır. Bununla birlikte iki ülkenin evlenme oranlarında önemli farklılık vardır. Verilen ülkeler içerisinde en yüksek evlenme oranına sahip ülke Türkiye’dir. Bununla beraber Türkiye’de de boşanma oranlarında artış vardır (%0,04’ten %0,16’ya).

Evlilik dışı doğum oranları, İskandinav ülkelerinde çok yaygın olup yıllara göre gittikçe artmaktadır (Tablo 2). Bu alanda en yüksek oran, İzlanda’ya aittir. Bununla birlikte

diğer ülkelerdeki veriler de oldukça yüksektir. 2010 yılı için Türkiye ile bir mukayese yapıldığında arada korkunç bir uçurum olduğu rahatlıkla görülebilmektedir.

1- Türkiye’de diğer yıllara ilişkin verilere ulaşılamamıştır

Tablo 3’de İzlanda, Finlandiya, Norveç, İsveç ve Türkiye’de kadına yönelik şiddet oranları verilmektedir. Aynı yıllara ilişkin verileri elde etmek mümkün olmadığından fikir vermesi açısından farklı yıllara ilişkin verilere yer verilmektedir. Veriler, kadına yönelik şiddetin, tüm ülkelerde ciddi bir sorun olduğunu göstermektedir. Kadının ekonomik bağımsızlığı, işgücüne katılımı, yüksek eğitim görme oranı, vb. konularda toplumsal cinsiyet eşitliğinin en iyi uygulandığı bu ülkelerde, kadına yönelik şiddetin azalmamış olması, toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarının istenen iyileştirmeyi sağlamadığı şeklinde yorumlanabilir.

İzlanda, Finlandiya, Norveç, İsveç ve Türkiye arasında intihar oranı en yüksek olan ülke, Finlandiya; en düşük olan ülke ise Türkiye’dir (Tablo 4). Bununla birlikte yıllara göre diğer ülkelerin intihar oranlarında küçük de olsa düşüşler olurken, Türkiye’de intihar oranlarında küçük artışlar olmuştur.

İzlanda, Finlandiya, Norveç, İsveç ve Türkiye’de iki farklı yaş grubuna göre uyuşturucu madde kullanım oranları göz önüne alındığında, uyuşturucu madde kullanım oranının en yüksek olduğu ülke İsveç iken en düşük kullanım oranının olduğu ülke ise Türkiye’dir (Tablo 5).

Sonuç: “Keler Deliğine Girmek”

Yukarıdaki veriler göz önüne alındığında Toplumsal Cinsiyet Eşitliği politikalarının en iyi uygulandığı ülkelerde (İzlanda, Finlandiya, Norveç ve İsveç) Toplumsal Cinsiyet Eşitliği politikaları, kadına ve aileye ilişkin sorunların çözümüne katkı yapmadığı gibi kadının ve ailenin durumunu daha da kötüleştirmiş ve sorunun bir parçası, hatta kaynağı haline gelmiştir.

Türkiye’nin durumu bu dört ülkeden çok daha iyi olmuş olmasına karşılık daha kötü sonuçlar doğuran Toplumsal Cinsiyet eşitliği politikalarını övünerek benimsemiş olmasının sebebi nedir

Yoksa !!!

“7162 - “Resülullah aleyhissalatu vesselâm: “Sizler, kendinizden önce gelen ümmetlerin sünnetine kulacı kulacına, arşını arşınına ve karışı karışına muhakkak tıpa tıp uyacaksınız. Hatta onlar, daracık bir “keler” deliğine girseler oraya siz de gireceksiniz.”

Oradakiler, “Ey Allah’ın Resulü! (Onlar) yahudiler ve hıristiyanlar mı ” diye sordular. Aleyhissalâtu vesselâm: “Bunlar değilse kimler olur ” buyurdular.” (3)

Öyleyse Ey İman Edenler!

Laik-Seküler Batı Dünyasının insanlığı ifsad için ürettiği Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Politikalarının bu ülkede uygulanmasına karşı çıkın.

Kaynaklar

1- Şahin M., Gültekin M., Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine dayalı Politika Uygulayan Ülkelerde Kadın Ve Aile(İzlanda, Finlandiya, Norveç, İsveç, Türkiye), SEKAM, Aile Akademisi, İstanbul, 2014.

2- Unisex çocuklar, Aktüel, sayı 247, 7-20 Temmuz 2011.

3- Kutub-i Sitte, Hadis no: 7162

 

2 Ekim 2014 Perşembe

Türkiye'nin Çıkmaz Sokağı - 2: Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Politikaları Fıtrat Düzenine Açılmış Bir Savaştır

 (Milli Gazete)

Giriş

Avrupa Birliği ne üye olmak , her derde deva olarak sunulmakta ve AB uyum yasaları çerçevesinde ne varsa ülkeye transfer edilmektedir. AB uyum yasaları çerçevesinde övünülerek ithal edilen bir kavram ve bir politika da, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği (TCE) politikasıdır. Geçen yazıda 2000 yılından bu yana Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Politikaları (TCEP) kapsamında ithal edilen yasal mevzuat üzerinde genel olarak durulmuştur. Burada Toplumsal Cinsiyet Eşitliği kavramının felsefi temelleri üzerinde durulacaktır.

Kâinatta Her Şey Çift/Eş Olarak Yaratılmıştır

Kâinatta her şey belli bir kanuniyete göre çift ve eş (zevc, parity) olarak yaratılmıştır. Kur an da bu anlamı ifade eden kavram, zevc olup isim ve fiil olarak yaklaşık 70 yerde geçmektedir. Ragib el İsfahani ye göre kendi cinsinden bir diğeri ile bulunana zevc denir. Bu, insan, hayvan, bitki ve diğer varlıklardan olabilir. Zevcler birbirlerinin benzeri olabileceği gibi tam zıdları da olabilirler. Zevciyet, erkeklik- dişilik ikiliği olabileceği gibi, başka ikilikler de olabilir. Eşya; cevher, araz, madde, suret gibi ikiliklerin sentezinden ibarettir. Hiçbir şey, bu ikiliğe dayalı terkibin dışında kalamaz Türler, cinsler, sınıflar da birer zevciyat oluştururlar. (1,2)

Kâinatta her şeyin çift/eş (zevc) olması, Kur an a göre insanların öğüt alıp düşünmesi için Allah tarafında vazedilen genel bir kanuniyettir:

Ve biz, her şeyi iki çift yarattık. Umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz. (51/49)

Yerin bitirmekte olduklarından, kendi nefislerinden ve daha bilmedikleri nice şeylerden bütün çiftleri yaratan (Allah çok) yücedir. (36/36)

Yasın suresinin 36. Ayetinde, zevç (eş, çift) yaratılma ile ilgili üç sınıflama yapılmaktadır:

Arzın Bitirdiklerinde

İnsan Nefsinde

İnsanların Bilmediklerinde

Bu sınıftaki çiftler kendi aralarında aşağıdaki gibi alt gruplara ayrılabilir:

Arzın bitirdiklerindeki Zıd Çiftler: Karakter açısından zıd benzer çiftler/eşler (Metaller-ametaller(Metal olmayanlar), Biyolojik Açıdan Zıd Eşler (Bitki ve hayvanların dişi ve erkek türleri), Elektrik Ve Manyetikte Zıd Eşler (Birbirinin zıddı olan elektrik yükleri, Manyetik zıd kutuplar), Topraktaki ölüm ve hayat olayları (Analiz-Sentez olayları).

İnsanların Bilmediklerindeki Eşler/Zevcler

Kur an ın nazil olduğu ve hitap ettiği o anki toplumu göz önüne aldığımızda, o çağdakilerin bilmediği/bilemediği fakat zamanla insanların keşfedeceği/keşfedebileceği eşlerin/çiftlerin varlığı söz konusudur. Her çağda insanlar, kâinattaki birçok şeyi bilemezler. Ancak bugünkü bilinmezler, bir gün bilinir, keşfedilir olacaktır. Bu nokta da, Kuran ın İnsanların Bilmediklerindeki Eşler/Çiftler ifadesinin kıyamete kadar olan süreci ihtiva ettiğini göz önüne almak gerekmektedir. Kur an ın indiği çağdaki insanların bilmediği ve fakat günümüzde bilinen birçok zevç (eş, çift) vardır. Parçacık fiziğinin bugün için bulup ortaya çıkardığı, o gün için bilinmeyen elektron-pozitron, nötron-anti nötron müon-anti müon gibi yığınla elemanter parçacık, bu sınıflama içerisinde değerlendirilmelidir. Keza dönen tüm cisimlere etki eden Merkezkaç-merkezil kuvvetler , uzaydaki ak ve kara delikler hep sonradan bulunmuş, keşfedilmiş çiftlerdir. 

Schrodinger Denkleminin daima iki eş çözümü vardır. Bu denklemlerin uygulandığı her alanda daima birbirinin zıddı (pozitif-negatif) çözümler vermesi, kâinatta var olan her şeyin bir antisinin bulunduğunu göstermektedir. Zıt işaretli yükler, parçacıklar birbirini çekerken; aynı işaretli yükler, parçacıklar, birbirlerini itmektedirler. Pozitif yük pozitif yükü, negatif yük negatif yükü iterken pozitif yük negatif olan yükü çekmektedir. Zevc olan varlıklar arasında daima bir cazibe, çekim kuvveti vardır. Zıdların birliği ilkesi, kâinatta bir denge ve sükûn halinin ortaya çıkmasına sebebiyet vermektedir.

İnsan Nefsindeki Eşler/Çiftler

İnsanların kadın ve erkek olarak iki karşıt cins olarak var olması da, zıdların birliği ilkesi ile ilgili ilahi kanuniyetin bir sonucudur: Ey insanlar, sizi tek bir nefisten yaratan, ondan da eşini yaratan (4 Nisa 1)

Onda sükûn bulup-durulmanız için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da, O nun ayetlerindendir... ( 30 Rum 21)

Bu eş yaratılmanın yanı sıra insan bünyesinde de birbirinin zıddı olan iki cephe/yapı (İyilik/melek ve kötülük/hayvan) bulunmaktadır. Bu iki zıt cephe de yer alan karakterler/özellikler de, birbirine zıddır (cesur-korkak, cömert-cimri ). Bu nedenle cinsiyet, tüm eşyaya yaratılışla birlikte verilmiş bir özelliktir; sonradan kazanılmış bir özellik değildir.

Cinsiyet ve Toplumsal Cinsiyet

İnsan nesli için cinsiyet, eş (zevc) yaratılma kanuniyetinin ortaya çıkardığı bir olgudur. Cinsiyet farklılığı, biyolojik bir gerçekliktir. İnsan neslinde cinsiyet, anne babanın ya da doktorların belirlediği, planladığı bir olgu değildir. İnsan iradesinden bağımsız ilahi hikmetin bir sonucudur. İnsanların beyninde cinsiyet şeması adı verilen bir yapılanış/yazılım bulunmaktadır (3,4). Cinsiyet şemaları, erkeklerin ve kadınların nasıl davranması gerektiğiyle ilgili bilgi ve kurallardan oluşmaktadır. Dolayısıyla cinsiyet farklılığı, kadın ve erkeğin anatomik, fizyolojik, genetik, psikolojik, zihinsel ve beyin yapılarında farklılıklara sebebiyet vermektedir. 

Kadınlarda sağ beyin lobu gelişkinken erkeklerde sol beyin lobu gelişkindir. Sağ beyin lobu, duygusal zekâya; sol beyin lobu, sayısal zekâya göre organize olmuştur. Loblar arasındaki çapraz bağlar, sayısal ve duygusal zekâların geliştirilmesinde önemli rol oynamaktadır. Kadın ve erkek beyninin farklı olması, kadın ve erkeğin psikolojisinde, zihinsel faaliyetlerinde, düşünme ve davranışlarında farklılıklara sebebiyet vermektedir. Erkek ve Kadın, dinleme-konuşma, üzüntü-mutsuzluk, motivasyon, ilgi- beğenilme, duygularda dalgalanma, para kullanma-sarf etme, şikayet etme, geçmişi yaşama-unutma, risk alma-zorluklarla mücadele, sorun çözme/sorun karşısında tavır, zaman kullanımı, sabır, güven duygusu, meslek seçimi, ağlama, eleştirme-çekiştirme, empati, fonksiyonellik ve görünüş, hastalıklar, beklenti gibi konularda çok ciddi farklılıklar göstermektedir (5). 

Cinslerin beyin yapısından kaynaklanan belli alanlardaki gelişme farklılıkları, onlara hayatta, doğal olarak, farklı rol ve sorumluluklar yüklemektedir. Bu farklı rol ve sorumluluklar, evlilik ile birlikte(aile hayatı) eşlerin birbirinin eksikliğini tamamlamasını, bütünleşmesini, olgunlaşmasını ve mükemmelleşmesini sağlamaktadır (2 Bakara suresi 187) İnsan iki ana kaynaktan beslenmektedir: Birincisi: Genetik yapımıza yerleştirilmiş olanlar, İkincisi: Kesbi olan, sonradan kazanılmış olanlar. Kesbi olan kaynak, insanın içinde doğup büyüdüğü çevrenin, kültür-medeniyetin, değerlerin örf, adet, gelenek ve göreneklerin etkisi ve ferdin okuyup öğrendiklerinin etkisinden oluşan iki bileşenli bir kaynaktır. 

Bugünkü bilimsel verilere göre insan genetik yapısından gelen özellikler, insan davranışları üzerinde %40, içinde yaşanılan sosyal, kültürel çevre %40, sonradan okunup öğrenilenler %20 oranında etkili olmaktadır (5). Dolayısıyla bu dünyaya gelen bir çocuğun üzerinde genetik yapının dışında, çevresel etkilerin (okunup öğrenilenler dahil) ağırlığı %60 dır. Hz. Peygamberin fıtrat hadisi, bu durumu teyit etmektedir: Hiçbir doğan çocuk yoktur ki, fıtrat üzere doğmuş olmasın. Sonra onu annesi babası Yahudileştirir, Hıristiyanlaştırır veya Mecusileştirir... (6)

Kâinatta olan her şeyin eş yaratılmış olmasını göz önüne aldığımızda genetik yapımızda (İşletim sistemi- yazılım) birbirinin zıddı olan ve insanı zıd istikametlere sevk etmeye çalışan iki ana yapı bulunmaktadır:

1-Fıtrat, 2 Heva.

Fıtrat insanın iyilik yönüne, saf ve temiz haline ilişkin bir karar mekanizması iken; Heva, kötülük yönüne ilişkin bir karar mekanizmasıdır. İnsan davranışları, bu iki mekanizmanın bileşke kuvvetinin yönüne ve şiddetine bağlı olarak şekillenmektedir. Hz. Peygamberin yukarıdaki hadisi, çocuğun dünyaya saf, temiz ve iyilik yönü baskın olarak geldiğini ve fakat ilk çevresel ortam olan aile ortamının onu ifsad edebileceğini ifade etmektedir. Aşağıdaki kudsi hadis, insan üzerinde etkili olan çevresel etkenlerin aileden daha geniş olduğunu; içinde yaşadığı kültür ve medeniyeti, sistemi de ihtiva ettiğini belirtmektedir:

5900- Resülullah aleyhissalâtu vesselâm: Ben bütün kullarımı hanif (=müslüman, hakka taraftar) olarak yarattım. Ancak şeytanlar onlara gelip fıtri dinlerinden alıp götürdüler, kendilerine helal kıldığım şeyleri haram kıldılar. Kendisine bir güç vermediğim şeyi bana şirk koşmalarını emrettiler. (7)

Genetik etkilerle çevresel etkilerden dolayı cinsiyet farklılığı, cinsiyet rolünde farklılaşmaya neden olmaktadır. Cinsiyet farklılığı doğumdan hemen sonra çocuklarda etkisini göstermekte, kız ve erkek çocukların pek çok davranışı, cinsiyete bağlı olarak şekillenmektedir. Bu konuda yapılan pek çok araştırma, biyolojik olarak meydana gelen cinsiyet farklılığının, cinslerin farklı düşünme, tutum, tavır ve davranış göstermesine neden olduğunu ortaya koymaktadır(8,9).

Batı dünyası, genel olarak, fıtrat farklılığının cinslere yüklediği bazı ana fonksiyon ve rol farklılığını kabul etmemekte; her şeyin sonradan çevresel etkilerle şekillendirildiğini öngörmektedir. Böylece genetik kodlamadan gelen %40 lık etkiyi yok saymaktadır. Bu amaçla cinsiyet (sex) kavramından ayrı olarak toplumsal cinsiyet (gender) kavramını üretmiştir. Cinsiyet (sex), kadın ve erkek arasındaki doğuştan gelen biyolojik farklılığı (genetik/kesbi olan) ifade ederken; toplumsal cinsiyet (gender) kadın ve erkeğe toplumun yüklediği (çevresel etkiler) anlamı; ondan beklentilerini, rol ve görev tanımlarını içermektedir (3, 4). Toplumsal cinsiyet, 2011 İstanbul Sözleşmesi nde şu şekilde tanımlanmaktadır:

Madde 3 Tanımlar: Toplum tarafından kadın ve erkeğe yüklenen ve sosyal olarak kurgulanan roller, davranışlar ve eylemler anlamına gelir.

Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün (KSGM) toplumsal cinsiyete ilişkin yaptığı çalışmalarda toplumsal cinsiyet kavramı, şu şekilde tanımlanmaktadır:

Toplumsal cinsiyet kavramı kadın ve erkekler arasındaki ilişkiler ve rol dağılımının biyolojik farklılıklar tarafından değil; siyasi, sosyal ve ekonomik yapılanmalar tarafından belirlendiğini ifade eder. Diğer bir deyişle, kadın ve erkek arasındaki biyolojik farklılık dışında onlara atfedilen tüm farklılıkların ve onların yüklendikleri tüm rollerin ve ilişkilerin sosyal olarak yapılandırılmış olduğunu ifade eder. Dolayısıyla bu rollerin ve ilişkilerin değiştirilebilir ve eşitlikçi bir biçimde yeniden yapılandırılabilir olmasını öngörür. Toplumsal cinsiyet bakış açısı biyolojik olanla sosyal ve kültürel olan arasındaki farkı anlamak ve dönüştürülebilir olanı (sosyal kültürel yapılanmalar) dönüştürmek için çaba harcamak olarak tanımlanabilir. (3, 10, 11)

Bu tanımlardan görülebileceği gibi yaratılıştan gelen cinsiyetler arası genetik yapı farklılığının günlük hayatta cinsler arasında hiçbir rol farkına sebebiyet vermemesi öngörülmekte, fıtratın insan düşüncesi ve davranışları üzerindeki etkisi yok sayılmaktadır. Aksi durum toplumsal cinsiyet teorisyenleri tarafından, cinsiyet ayrımcılığı yapmak olarak nitelendirilmektedir. Yönetimler buna mani olucu tedbirleri almak zorundadır. Dolayısıyla toplumsal cinsiyet eşitliği felsefesine aykırı dinlerin, mezheplerin, örf, adet, gelenek, görenek ve törelerin etkisi yok edilmelidir. İstanbul Sözleşmesi 2011 in Madde 12 nin 1. ve 5. fıkralarında bu durum açıkça belirtilmektedir:

1-Taraf Devletler, kadınların aşağı bir cins olduğu veya erkekler ile kadınlar için alışılagelmiş rollerin bulunduğu düşüncesine dayanan önyargıları, örf ve adetleri, gelenekleri ve her türlü uygulamaları yok etmek amacıyla kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değiştirilmesi için gerekli tedbirleri alır.

5-Taraf Devletler, kültür, örf ve adet, din, gelenek veya sözde namus un bu Sözleşme kapsamında yer alan şiddet eylemlerinin bir gerekçesi olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Madde 12 nin 5. Fıkrasında yer alan şiddet kavramı, sözleşme metninde, özellikle psikolojik şiddet kavramı gerektiği gibi açıklanmamaktadır. Kur an ve sünnetin öngördüğü, özellikle kadın erkeğe tavsiye ettiği/emrettiği bir kısım tutum tavır ve davranışlar, İstanbul sözleşmesi 2011 de şiddet olarak kabul edilmektedir. İstanbul Sözleşmesi 2011 in Suçların kabul edilemez gerekçeleri; sözde namus adına işlenen suçlar da dâhil adlı Madde 42 nin hem kendinde hem de 1. fıkrasında namus kavramının başına sözde ifadesi eklenerek namus kavramı itibarsızlaştırılmaktadır:

Madde 42-1: Taraf Devletler, bu Sözleşme kapsamında yer alan şiddet eylemlerinden herhangi birinin gerçekleşmesini takiben başlatılan cezai işlemlerde kültür, örf ve adet, gelenek veya sözde namus un bu eylemlerin gerekçesi olarak kabul edilmemesini sağlamak üzere gereken yasal veya diğer tedbirleri alır. Bunlar arasına, özellikle, mağdurun, kültürel, dinî, toplumsal ya da geleneksel olarak kabul gören uygun davranış normlarını ve âdetlerini ihlal ettiği iddiaları da dâhildir. Gerek madde 12 ve gerekse madde 42, İslam ın çok önemli bir görev olarak iman edenlere yüklediği iyiliği emredip kötülükten alı koyma /tebliğ faaliyeti, psikolojik şiddet kavramında yorumlanıp, cezai işlemlere tabi tutulmasına imkân vermektedir. İstanbul sözleşmesi 2011 de partner kavramını kullanarak (Madde 59-1.ve 2.; Madde 3-b ; Madde 36-3. ; Madde 46-a fıkraları) dost hayatını, nikahsız beraberliği; cinsel yönelim kavramını kullanarak da(Madde 4-3. fıkra) eşcinselliği meşrulaştırmaktadır.

Sonuç: Bu gidiş Nereye

Bizim toplumsal yapımızla, kültür ve medeniyet değerlerimizle uyuşmayan hatta çatışan toplumsal cinsiyet eşitliği kavramı ve buna dayalı politikalar, uygulamaya girdiğinde, toplumsal yapıda derin yaralar açılacaktır. Ayrıca AB uyum yasalarında yer alan bazı maddeler ile İstanbul sözleşmesi 2011, AB nin doğrudan Türkiye ye müdahale etmesine imkân vermektedir. Batının benimsediği politikalar, kendi toplumsal yapısını altüst etmekte ve bunalım toplumu meydana getirmektedir. 

Batı dünyası insan neslini kendine yabancılaştırıp bunalıma sürüklerken Türkiye nin bu kervana katılması üzücüdür. Bu nedenle fıtratın %40 etkisinin öngördüğü cinsiyet rolü ile çevresel etkilerin(sonradan kazanımların) öngördüğü cinsiyet rolü arasında farklılaşma, çatışma olmamalıdır. Fıtratın öngördüğü cinsiyet rolünü, çevresel etkiler desteklemeli ve beslemelidir. Herhangi bir çatışma, insan ruhunda çatışmaya ve bunalıma sebebiyet vermektedir. Batı dünyasının bugünkü bunalımının temel nedeni budur. Türkiye yi yönetenlerin bu gerçeği görüp hatalı yoldan bir an önce dönmeleri hem kendilerinin hem de ülkenin yararına olacaktır.

Kaynaklar

1- Öztürk y. N., Kuran ın Temel Kavramları, Yeni Boyut yayınları, İstanbul, 1991, s: 707-714.

2- Yazır E., M,.H., Hak Dini Kuran Dili, Azim dağıtım, İstanbul, c:6, 415-416

3- Şahin M., Gültekin M., Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine dayalı Politika Uygulayan Ülkelerde Kadın Ve Aile(İzlanda, Finlandiya, Norveç, İsveç, Türkiye), SEKAM, Aile Akademisi, İstanbul, 2014.

4- Dökmen, Y. Z., Toplumsal Cinsiyet/Sosyal Psikolojik Açıklamalar, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2010.

5 Tarhan, N., Son Sığınak Aile, Nesil yayınları, İstanbul, 2010.

6- Müslim, Bab no: 6

7- Müslim, Cennet 63, (2865).

8- Bee, H., Boyd, D. (2009), Çocuk Gelişim Psikolojosi, Kaknüs Yayınları, İstanbul.

9- Karaçay, B. (2013) Erkek Beyni Kadın Beyni, Bilim ve Teknik Dergisi, Şubat, sayı:543

10- Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü(KSGM), http://www.kadininstatusu.gov.tr/tr/19131/Uluslararasi-Belgeler

11- Toplumsal Cinsiyete Duyarlı Bütçeleme ve Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü nün Rolü, 2006-Aralık, (http://www.kadininstatusu.gov.tr/upload/kadininstatusu.gov.tr/mce/eski_site/Pdf/butceleme.pdf)

 

ŞER İTTİFAKI ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI İÇİN İKİ ANA EKSEN OLUŞTURMAYA ÇALIŞMAKTADIR

(Umran Dergisi)   Şer İttifakı (Siyonizm-ABD-İngiltere-İsrail, AB) 21. yüzyılı “dijital dönüşüm” yüzyılı olarak öngörmekte, bu nedenle “büyü...