(Milli Gazete)
Giriş
Laik–Seküler dünya, Allah’ın gönderdiği, Peygamberlerin
açıklayıp uyguladıkları bilgiler, değerler yerine, bazı düşünür, filozof ve
bilim adamlarının kabulleri, varsayımları ve öngörülerini doğru kabul ederek ve
Ahiret hayatını göz önüne almayarak bir hayat tarzı inşa etmiştir. Bu hayat
tarzına ilişkin kurdukları tüm modeller, filozof ve bilim adamlarının
öngörülerine dayalı olduğu için gerçeği bir bütün olarak yakalayamamış; sürekli
değişen modeller ve teoriler için insanoğlu kobay olarak kullanılmıştır.
Kapitalizm, Komünizm ve Faşizm, bu yanlış yaklaşımların ürünü olarak tüm
insanlığı bunalıma ve hüsrana uğratmıştır.
Geçen iki yazıda yasal çerçevesini ve felsefesini
incelediğimiz “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği”, böyle bir yaklaşımın sonucudur.
İnsanın rol ve davranışları üzerinde yaklaşık olarak %40 genetik, %40
kültürel-sosyal çevre ve %20 okuyup öğrendikleri etkili iken toplumsal cinsiyet
teorisyenleri ve savunucuları yaratılıştan, insan genetiğinden ve fıtratından
gelen tüm etkileri ret edip her şeyi çevresel etkilere indirgemektedirler.
Toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarına göre devlet, tüm politikalarını
bunun üzerine inşa etmeli, yaratılışın ön gördüğü rol farkları ret edilip yok
edilmelidir.
İnsan genetiğinin ve insan fıtratının yaratılışla birlikte
ön gördüğü cinsler arası rol farkı, pratik hayatta ret edilip tüm hayat ona
göre tanzim edilmeye başlanınca, İnsan fıtratı ile yaşanan hayat arasındaki
çatışma, nasıl bir sonuç doğurmaktadır İnsan daha mı mutlu ya da daha mı mutsuz
olmaktadır
Burada “toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarının” en iyi
uygulandığı ülkelerde bu soruların cevabı araştırılmaktadır.
“Kimin Toplumsal Cinsiyet Anlayışı” Esas Alınmalı
Toplumsal cinsiyet eşitliği teorisyenlerine göre cinsler
arasındaki genetik ve fıtri farklılık, hayatın pratiğinde hiçbir farklılık
meydana getirmemekte; bütün farklılıklar, içinde yaşanan sosyo-kültürel-dini
çevreden ve okuyup öğrenilenlerden dolayı ortaya çıkmaktadır. Bu teorisyenlere
göre bazı sosyo-kültürel ve dini çevreler, örfler, adetler, gelenek ve
görenekler, toplumsal cinsiyet eşitsizliği meydana getirmektedir (İstanbul
Sözleşmesi 2011; Madde 12, Madde 42). Bu nedenle bunların günlük hayattaki
etkileri kırılarak toplumsal cinsiyet eşitliği sağlanmalıdır.
Bu durumda aşağıdaki soruları sormak ve cevaplarını almak
tarihi bir sorumluluk olarak karşımıza çıkmaktadır:
• Hangi kültürün, dinin ve toplumun toplumsal cinsiyet
anlayışı, esas alınmalıdır
• Referans alınan toplumsal cinsiyet anlayışının doğru,
geçerli ve evrensel olduğunun delilleri, belgeleri nelerdir
• Bu noktada temel kıstasımız ne olmalıdır
• Toplumsal cinsiyet eşitliği adına kadına ya da erkeğe
yüklenen roller de bir “kültürün”, dinin ve törenin ürünü değil midir
• Bu kültürü veya dini diğer kültürlerden, dinlerden üstün
kılan nedir
• Toplumsal cinsiyet eşitliğinin göstergeleri/kıstasları
kültürden, dinden bağımsız mı oluşmaktadır (1).
Bu noktada, elde sağlam hiçbir ölçü, delil ve belge bulunmamasına
rağmen liberal Batı kültürünün ürettiği toplumsal cinsiyet anlayışı, tüm
dünyaya evrensel gerçeklik olarak sunulmaktadır. Gerçekte Toplumsal cinsiyet
eşitliği kavramı, batı kapitalizminin ucuz işçi elde etme aç gözlülüğü
içerisinde, anne olan kadına açtığı savaşın doğal sonucu olarak, kadının
metalaştırılıp sömürülmesi için ortaya çıkardığı bir kavramdır. Ciddi veri,
bulgu ve bilimsel sonuçlara dayanmamaktadır. Kadınların sosyal rollerine
ilişkin tartışmalar, küreselleşme hedefini gerçekleştirmek amacıyla dünya
insanlığını sürüleştirmek isteyen bir zihniyetin ürünüdür. Toplumsal cinsiyet
eşitliğini, açgözlü doymak bilmez kapitalistlerden, onların arzuladıkları
sömürü düzeninden ve dünya hâkimiyeti kurmak isteyen Siyonizm’den bağımsız
değerlendirmek, bizi doğru sonuçlara ulaştırmayacaktır.
Toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarında kadının
çalışması esastır ve çok temel bir göstergedir. Ancak “Kadının çalışması”
kavramı, sadece ofiste/fabrikada çalışan kadını ifade etmektedir. Tarlasında,
bağında, bahçesinde, çiftliğinde, evinde üretime katılan ve ekonomik gelir elde
eden kadın, “çalışan kadın” sınıflandırılması içine alınmamakta, “ev kadını”
olarak vasıflandırılıp dolaylı bir şekilde aşağılanmaktadır (1). Neden
Diğer taraftan toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarına
göre 15 yaşındaki kızla evlenen bir erkek suçlu bulunup cezalandırılmakta;
fakat 15 yaşındaki bir kızla karşılıklı rızaya dayalı cinsel ilişki yaşamak,
“özgürlük” kapsamında değerlendirilmekte ve buna müdahale suç sayılmaktadır
(1). Neden
Zinayı meşrulaştıran ve zinaya giden tüm yolları serbest
bırakan bir zihniyet, bir anlayış ve bir kültür, nasıl bize en doğru bir kültür
olarak sunulabilir. Böyle bir kültürün ürettiği toplumsal cinsiyet eşitliği
nasıl doğru olabilir
Bu kültür, evi, aileyi ve kocayı, kadına şiddetin asıl
sorumlusu olarak görmektedir. Ailede çatışmayı körükleyen ve sonuçlarını yargı
yoluyla telafi etmeye çalışan bir kültür, bir zihniyet, işyerlerindeki
şiddetten dolayı patronu ve yöneticileri suçlamamaktadır (1).
Böyle bir zihniyetin, bir kültürün, bir dünya görüşünün
öngördüğü toplumsal cinsiyet eşitliği, kime hizmet etmektedir, kimin işine
yaramaktadır
Anne ve babanın çocuklarına “edep”, “haya”, “namus” gibi
kavramları öğretip buna uygun davranmasını istemesi, kızların kız gibi,
erkeklerin erkek gibi giyinmelerini ve davranmalarını isteyip sağlamaları,
mahremiyet duygularını öğretip öne çıkarmaları, cinsiyet ayrımcılığı yapmak
olarak değerlendirilmektedir. Bu, çocukların özgür iradesine müdahale olarak
görülmektedir. Ergenliğe gelinceye kadar çocuklara, kız ya da erkek olduğunun
söylenmesine karşı çıkıp ergenlik döneminde gencin hangi cinsiyeti seçeceğine
karar vermesini savunmak, nasıl bir cinsiyet(unisex Çocuk) ve özgürlük
anlayışının ürünüdür (2)
Bu yaklaşım tarzı, bu anlayış, insan genetiğinin bozulması
ve insan neslinin geleceğinin tehlikeye atılması değil midir Bu kültür, bu
zihniyet mi insanlığı huzura, mutluluğa ve saadete ulaştıracaktır Mankenlerin
atacakları adımların şeklini menajerlerin tayin ettiği bir dünyada,
anne–babaların çocuklarına hiç karışmamasını, müdahale etmemesini istemek,
nasıl bir zihniyetin ve kültürün ürünüdür
Amaç nedir Hedeflenen nedir
“Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Temel Kriterleri”
2012 yılında yayınlanan “Dünya Cinsiyet Ayrımı” raporunda,
aşağıdaki dört özellik, toplumsal cinsiyet eşitliği için kıstas olarak kabul
edilmiştir (1):
• “Ekonomik Katılım Ve Fırsatlar
• “Eğitim Durumu”
• “Sağlık”
• “Siyasette Güçlenme”.
“Ekonomik katılım ve fırsatlar” kıstasına göre kadının iş
gücüne katılım oranı, kadın ve erkeklerin gelirlerinin karşılaştırılması ve
kadın-erkek çalışan oranları temel alınarak hesaplanmaktadır. İkinci kıstas,
“eğitim durumu” olup eğitim alanında eşitlik, kadın ve erkeklerin eğitim düzeyi
ve okuryazarlık oranlarının kıyaslanmasıyla hesaplanmaktadır. Üçüncü kıstas,
“sağlık” olup sağlık alanındaki eşitlik, kadın sağlığı ve erkek sağlığı
değerlerinin birbirine oranı ve doğumda cinsiyet oranı temel alınarak
hesaplanmaktadır. Dördüncü kıstas, “siyasette güçlenme” olup siyasi alandaki
eşitlik parlamentodaki koltuk sayısı, bakan sayısı ve iktidarda kalma süresine
göre hesaplanmaktadır (1).
2012 yılı verileri temel alınarak, bu kıstaslara göre
yapılan değerlendirilmede, 135 ülke içerisinde toplumsal cinsiyet
ayrımcılığının en az yaşandığı ilk dört ülke, sırasıyla, İzlanda, Finlandiya,
Norveç ve İsveç’tir (1).
Acaba bu dört ülkede kadının ve ailenin durumu nedir
Bu politikanın uygulanması ile arzulanan iyileşme meydana
gelmiş midir
Aile yapısı daha iyiye mi daha kötüye mi gitmiştir
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Politikalarının En İyi Uygulandığı
İzlanda, Finlandiya, Norveç ve İsveç’teki Sonuçlarla Türkiye’deki
Sonuçların Karşılaştırılması
Burada Toplumsal Cinsiyet Eşitliği politikalarının en iyi
uygulandığı İzlanda, Finlandiya, Norveç ve İsveç’te elde edilen sonuçlarla
Türkiye’de elde edilen sonuçlar, Evlenme ve Boşanma Oranları,
Evlilik Dışı Doğum Oranları, Kadına Yönelik Şiddet, İntihar oranları ve Alkol -
Madde Kullanımı göz önüne alınarak değerlendirilmektedir (Tablo1-Tablo 5).
Tablo 1’deki verilere göre 2011 yılında 5 ülke içerisinde en
yüksek boşanma oranına sahip ülkelerin Finlandiya ve İsveç olduğu
görülmektedir. 1960 ve 2011 yıllarının mukayesesi yapıldığında, boşanma artış
hızı en yüksek olan ülke Finlandiya’dır (%0,08’den, %0,2.5’e). Diğer ülkelerin
tamamında da boşanma oranları %100’ün üzerinde artış göstermiştir. 2011 yılında
Türkiye ve İzlanda’nın boşanma oranları aynıdır. Bununla birlikte iki ülkenin
evlenme oranlarında önemli farklılık vardır. Verilen ülkeler içerisinde en
yüksek evlenme oranına sahip ülke Türkiye’dir. Bununla beraber Türkiye’de de
boşanma oranlarında artış vardır (%0,04’ten %0,16’ya).
Evlilik dışı doğum oranları, İskandinav ülkelerinde çok
yaygın olup yıllara göre gittikçe artmaktadır (Tablo 2). Bu alanda en yüksek
oran, İzlanda’ya aittir. Bununla birlikte
diğer ülkelerdeki veriler de oldukça yüksektir. 2010 yılı
için Türkiye ile bir mukayese yapıldığında arada korkunç bir uçurum olduğu
rahatlıkla görülebilmektedir.
1- Türkiye’de diğer yıllara ilişkin verilere ulaşılamamıştır
Tablo 3’de İzlanda, Finlandiya, Norveç, İsveç ve Türkiye’de
kadına yönelik şiddet oranları verilmektedir. Aynı yıllara ilişkin verileri
elde etmek mümkün olmadığından fikir vermesi açısından farklı yıllara ilişkin
verilere yer verilmektedir. Veriler, kadına yönelik şiddetin, tüm ülkelerde
ciddi bir sorun olduğunu göstermektedir. Kadının ekonomik bağımsızlığı,
işgücüne katılımı, yüksek eğitim görme oranı, vb. konularda toplumsal cinsiyet
eşitliğinin en iyi uygulandığı bu ülkelerde, kadına yönelik şiddetin azalmamış
olması, toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarının istenen iyileştirmeyi
sağlamadığı şeklinde yorumlanabilir.
İzlanda, Finlandiya, Norveç, İsveç ve Türkiye arasında
intihar oranı en yüksek olan ülke, Finlandiya; en düşük olan ülke ise
Türkiye’dir (Tablo 4). Bununla birlikte yıllara göre diğer ülkelerin intihar
oranlarında küçük de olsa düşüşler olurken, Türkiye’de intihar oranlarında
küçük artışlar olmuştur.
İzlanda, Finlandiya, Norveç, İsveç ve Türkiye’de iki farklı
yaş grubuna göre uyuşturucu madde kullanım oranları göz önüne alındığında,
uyuşturucu madde kullanım oranının en yüksek olduğu ülke İsveç iken en düşük
kullanım oranının olduğu ülke ise Türkiye’dir (Tablo 5).
Sonuç: “Keler Deliğine Girmek”
Yukarıdaki veriler göz önüne alındığında Toplumsal Cinsiyet
Eşitliği politikalarının en iyi uygulandığı ülkelerde (İzlanda, Finlandiya,
Norveç ve İsveç) Toplumsal Cinsiyet Eşitliği politikaları, kadına ve aileye ilişkin
sorunların çözümüne katkı yapmadığı gibi kadının ve ailenin durumunu daha da
kötüleştirmiş ve sorunun bir parçası, hatta kaynağı haline gelmiştir.
Türkiye’nin durumu bu dört ülkeden çok daha iyi olmuş
olmasına karşılık daha kötü sonuçlar doğuran Toplumsal Cinsiyet eşitliği
politikalarını övünerek benimsemiş olmasının sebebi nedir
Yoksa !!!
“7162 - “Resülullah aleyhissalatu vesselâm: “Sizler,
kendinizden önce gelen ümmetlerin sünnetine kulacı kulacına, arşını arşınına ve
karışı karışına muhakkak tıpa tıp uyacaksınız. Hatta onlar, daracık bir “keler”
deliğine girseler oraya siz de gireceksiniz.”
Oradakiler, “Ey Allah’ın Resulü! (Onlar) yahudiler ve
hıristiyanlar mı ” diye sordular. Aleyhissalâtu vesselâm: “Bunlar değilse
kimler olur ” buyurdular.” (3)
Öyleyse Ey İman Edenler!
Laik-Seküler Batı Dünyasının insanlığı ifsad için ürettiği
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Politikalarının bu ülkede uygulanmasına karşı
çıkın.
Kaynaklar
1- Şahin M., Gültekin M., Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine
dayalı Politika Uygulayan Ülkelerde Kadın Ve Aile(İzlanda, Finlandiya, Norveç,
İsveç, Türkiye), SEKAM, Aile Akademisi, İstanbul, 2014.
2- Unisex çocuklar, Aktüel, sayı 247, 7-20 Temmuz 2011.
3- Kutub-i Sitte, Hadis no: 7162
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder