9 Ekim 2014 Perşembe

Türkiye’nin Çıkmaz Sokağı-3: “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Politikaları Aileye Açılmış Bir Savaştır

 (Milli Gazete)

Giriş

Laik–Seküler dünya, Allah’ın gönderdiği, Peygamberlerin açıklayıp uyguladıkları bilgiler, değerler yerine, bazı düşünür, filozof ve bilim adamlarının kabulleri, varsayımları ve öngörülerini doğru kabul ederek ve Ahiret hayatını göz önüne almayarak bir hayat tarzı inşa etmiştir. Bu hayat tarzına ilişkin kurdukları tüm modeller, filozof ve bilim adamlarının öngörülerine dayalı olduğu için gerçeği bir bütün olarak yakalayamamış; sürekli değişen modeller ve teoriler için insanoğlu kobay olarak kullanılmıştır. Kapitalizm, Komünizm ve Faşizm, bu yanlış yaklaşımların ürünü olarak tüm insanlığı bunalıma ve hüsrana uğratmıştır.

Geçen iki yazıda yasal çerçevesini ve felsefesini incelediğimiz “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği”, böyle bir yaklaşımın sonucudur. İnsanın rol ve davranışları üzerinde yaklaşık olarak %40 genetik, %40 kültürel-sosyal çevre ve %20 okuyup öğrendikleri etkili iken toplumsal cinsiyet teorisyenleri ve savunucuları yaratılıştan, insan genetiğinden ve fıtratından gelen tüm etkileri ret edip her şeyi çevresel etkilere indirgemektedirler. Toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarına göre devlet, tüm politikalarını bunun üzerine inşa etmeli, yaratılışın ön gördüğü rol farkları ret edilip yok edilmelidir.

İnsan genetiğinin ve insan fıtratının yaratılışla birlikte ön gördüğü cinsler arası rol farkı, pratik hayatta ret edilip tüm hayat ona göre tanzim edilmeye başlanınca, İnsan fıtratı ile yaşanan hayat arasındaki çatışma, nasıl bir sonuç doğurmaktadır İnsan daha mı mutlu ya da daha mı mutsuz olmaktadır

Burada “toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarının” en iyi uygulandığı ülkelerde bu soruların cevabı araştırılmaktadır.

“Kimin Toplumsal Cinsiyet Anlayışı” Esas Alınmalı

Toplumsal cinsiyet eşitliği teorisyenlerine göre cinsler arasındaki genetik ve fıtri farklılık, hayatın pratiğinde hiçbir farklılık meydana getirmemekte; bütün farklılıklar, içinde yaşanan sosyo-kültürel-dini çevreden ve okuyup öğrenilenlerden dolayı ortaya çıkmaktadır. Bu teorisyenlere göre bazı sosyo-kültürel ve dini çevreler, örfler, adetler, gelenek ve görenekler, toplumsal cinsiyet eşitsizliği meydana getirmektedir (İstanbul Sözleşmesi 2011; Madde 12, Madde 42). Bu nedenle bunların günlük hayattaki etkileri kırılarak toplumsal cinsiyet eşitliği sağlanmalıdır.

Bu durumda aşağıdaki soruları sormak ve cevaplarını almak tarihi bir sorumluluk olarak karşımıza çıkmaktadır:

• Hangi kültürün, dinin ve toplumun toplumsal cinsiyet anlayışı, esas alınmalıdır

• Referans alınan toplumsal cinsiyet anlayışının doğru, geçerli ve evrensel olduğunun delilleri, belgeleri nelerdir

• Bu noktada temel kıstasımız ne olmalıdır

• Toplumsal cinsiyet eşitliği adına kadına ya da erkeğe yüklenen roller de bir “kültürün”, dinin ve törenin ürünü değil midir

• Bu kültürü veya dini diğer kültürlerden, dinlerden üstün kılan nedir

• Toplumsal cinsiyet eşitliğinin göstergeleri/kıstasları kültürden, dinden bağımsız mı oluşmaktadır (1).

Bu noktada, elde sağlam hiçbir ölçü, delil ve belge bulunmamasına rağmen liberal Batı kültürünün ürettiği toplumsal cinsiyet anlayışı, tüm dünyaya evrensel gerçeklik olarak sunulmaktadır. Gerçekte Toplumsal cinsiyet eşitliği kavramı, batı kapitalizminin ucuz işçi elde etme aç gözlülüğü içerisinde, anne olan kadına açtığı savaşın doğal sonucu olarak, kadının metalaştırılıp sömürülmesi için ortaya çıkardığı bir kavramdır. Ciddi veri, bulgu ve bilimsel sonuçlara dayanmamaktadır. Kadınların sosyal rollerine ilişkin tartışmalar, küreselleşme hedefini gerçekleştirmek amacıyla dünya insanlığını sürüleştirmek isteyen bir zihniyetin ürünüdür. Toplumsal cinsiyet eşitliğini, açgözlü doymak bilmez kapitalistlerden, onların arzuladıkları sömürü düzeninden ve dünya hâkimiyeti kurmak isteyen Siyonizm’den bağımsız değerlendirmek, bizi doğru sonuçlara ulaştırmayacaktır.

Toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarında kadının çalışması esastır ve çok temel bir göstergedir. Ancak “Kadının çalışması” kavramı, sadece ofiste/fabrikada çalışan kadını ifade etmektedir. Tarlasında, bağında, bahçesinde, çiftliğinde, evinde üretime katılan ve ekonomik gelir elde eden kadın, “çalışan kadın” sınıflandırılması içine alınmamakta, “ev kadını” olarak vasıflandırılıp dolaylı bir şekilde aşağılanmaktadır (1). Neden

Diğer taraftan toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarına göre 15 yaşındaki kızla evlenen bir erkek suçlu bulunup cezalandırılmakta; fakat 15 yaşındaki bir kızla karşılıklı rızaya dayalı cinsel ilişki yaşamak, “özgürlük” kapsamında değerlendirilmekte ve buna müdahale suç sayılmaktadır (1). Neden

Zinayı meşrulaştıran ve zinaya giden tüm yolları serbest bırakan bir zihniyet, bir anlayış ve bir kültür, nasıl bize en doğru bir kültür olarak sunulabilir. Böyle bir kültürün ürettiği toplumsal cinsiyet eşitliği nasıl doğru olabilir

Bu kültür, evi, aileyi ve kocayı, kadına şiddetin asıl sorumlusu olarak görmektedir. Ailede çatışmayı körükleyen ve sonuçlarını yargı yoluyla telafi etmeye çalışan bir kültür, bir zihniyet, işyerlerindeki şiddetten dolayı patronu ve yöneticileri suçlamamaktadır (1).

Böyle bir zihniyetin, bir kültürün, bir dünya görüşünün öngördüğü toplumsal cinsiyet eşitliği, kime hizmet etmektedir, kimin işine yaramaktadır

Anne ve babanın çocuklarına “edep”, “haya”, “namus” gibi kavramları öğretip buna uygun davranmasını istemesi, kızların kız gibi, erkeklerin erkek gibi giyinmelerini ve davranmalarını isteyip sağlamaları, mahremiyet duygularını öğretip öne çıkarmaları, cinsiyet ayrımcılığı yapmak olarak değerlendirilmektedir. Bu, çocukların özgür iradesine müdahale olarak görülmektedir. Ergenliğe gelinceye kadar çocuklara, kız ya da erkek olduğunun söylenmesine karşı çıkıp ergenlik döneminde gencin hangi cinsiyeti seçeceğine karar vermesini savunmak, nasıl bir cinsiyet(unisex Çocuk) ve özgürlük anlayışının ürünüdür (2)

Bu yaklaşım tarzı, bu anlayış, insan genetiğinin bozulması ve insan neslinin geleceğinin tehlikeye atılması değil midir Bu kültür, bu zihniyet mi insanlığı huzura, mutluluğa ve saadete ulaştıracaktır Mankenlerin atacakları adımların şeklini menajerlerin tayin ettiği bir dünyada, anne–babaların çocuklarına hiç karışmamasını, müdahale etmemesini istemek, nasıl bir zihniyetin ve kültürün ürünüdür

Amaç nedir Hedeflenen nedir

“Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Temel Kriterleri”

2012 yılında yayınlanan “Dünya Cinsiyet Ayrımı” raporunda, aşağıdaki dört özellik, toplumsal cinsiyet eşitliği için kıstas olarak kabul edilmiştir (1):

• “Ekonomik Katılım Ve Fırsatlar

• “Eğitim Durumu”

• “Sağlık”

• “Siyasette Güçlenme”.

“Ekonomik katılım ve fırsatlar” kıstasına göre kadının iş gücüne katılım oranı, kadın ve erkeklerin gelirlerinin karşılaştırılması ve kadın-erkek çalışan oranları temel alınarak hesaplanmaktadır. İkinci kıstas, “eğitim durumu” olup eğitim alanında eşitlik, kadın ve erkeklerin eğitim düzeyi ve okuryazarlık oranlarının kıyaslanmasıyla hesaplanmaktadır. Üçüncü kıstas, “sağlık” olup sağlık alanındaki eşitlik, kadın sağlığı ve erkek sağlığı değerlerinin birbirine oranı ve doğumda cinsiyet oranı temel alınarak hesaplanmaktadır. Dördüncü kıstas, “siyasette güçlenme” olup siyasi alandaki eşitlik parlamentodaki koltuk sayısı, bakan sayısı ve iktidarda kalma süresine göre hesaplanmaktadır (1).

2012 yılı verileri temel alınarak, bu kıstaslara göre yapılan değerlendirilmede, 135 ülke içerisinde toplumsal cinsiyet ayrımcılığının en az yaşandığı ilk dört ülke, sırasıyla, İzlanda, Finlandiya, Norveç ve İsveç’tir (1).

Acaba bu dört ülkede kadının ve ailenin durumu nedir

Bu politikanın uygulanması ile arzulanan iyileşme meydana gelmiş midir

Aile yapısı daha iyiye mi daha kötüye mi gitmiştir

Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Politikalarının En İyi Uygulandığı İzlanda, Finlandiya, Norveç ve İsveç’teki  Sonuçlarla Türkiye’deki Sonuçların Karşılaştırılması

Burada Toplumsal Cinsiyet Eşitliği politikalarının en iyi uygulandığı İzlanda, Finlandiya, Norveç ve İsveç’te elde edilen sonuçlarla Türkiye’de elde edilen sonuçlar,  Evlenme ve Boşanma Oranları,  Evlilik Dışı Doğum Oranları, Kadına Yönelik Şiddet, İntihar oranları ve Alkol - Madde Kullanımı göz önüne alınarak değerlendirilmektedir (Tablo1-Tablo 5).

Tablo 1’deki verilere göre 2011 yılında 5 ülke içerisinde en yüksek boşanma oranına sahip ülkelerin Finlandiya ve İsveç olduğu görülmektedir. 1960 ve 2011 yıllarının mukayesesi yapıldığında, boşanma artış hızı en yüksek olan ülke Finlandiya’dır (%0,08’den, %0,2.5’e). Diğer ülkelerin tamamında da boşanma oranları %100’ün üzerinde artış göstermiştir. 2011 yılında Türkiye ve İzlanda’nın boşanma oranları aynıdır. Bununla birlikte iki ülkenin evlenme oranlarında önemli farklılık vardır. Verilen ülkeler içerisinde en yüksek evlenme oranına sahip ülke Türkiye’dir. Bununla beraber Türkiye’de de boşanma oranlarında artış vardır (%0,04’ten %0,16’ya).

Evlilik dışı doğum oranları, İskandinav ülkelerinde çok yaygın olup yıllara göre gittikçe artmaktadır (Tablo 2). Bu alanda en yüksek oran, İzlanda’ya aittir. Bununla birlikte

diğer ülkelerdeki veriler de oldukça yüksektir. 2010 yılı için Türkiye ile bir mukayese yapıldığında arada korkunç bir uçurum olduğu rahatlıkla görülebilmektedir.

1- Türkiye’de diğer yıllara ilişkin verilere ulaşılamamıştır

Tablo 3’de İzlanda, Finlandiya, Norveç, İsveç ve Türkiye’de kadına yönelik şiddet oranları verilmektedir. Aynı yıllara ilişkin verileri elde etmek mümkün olmadığından fikir vermesi açısından farklı yıllara ilişkin verilere yer verilmektedir. Veriler, kadına yönelik şiddetin, tüm ülkelerde ciddi bir sorun olduğunu göstermektedir. Kadının ekonomik bağımsızlığı, işgücüne katılımı, yüksek eğitim görme oranı, vb. konularda toplumsal cinsiyet eşitliğinin en iyi uygulandığı bu ülkelerde, kadına yönelik şiddetin azalmamış olması, toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarının istenen iyileştirmeyi sağlamadığı şeklinde yorumlanabilir.

İzlanda, Finlandiya, Norveç, İsveç ve Türkiye arasında intihar oranı en yüksek olan ülke, Finlandiya; en düşük olan ülke ise Türkiye’dir (Tablo 4). Bununla birlikte yıllara göre diğer ülkelerin intihar oranlarında küçük de olsa düşüşler olurken, Türkiye’de intihar oranlarında küçük artışlar olmuştur.

İzlanda, Finlandiya, Norveç, İsveç ve Türkiye’de iki farklı yaş grubuna göre uyuşturucu madde kullanım oranları göz önüne alındığında, uyuşturucu madde kullanım oranının en yüksek olduğu ülke İsveç iken en düşük kullanım oranının olduğu ülke ise Türkiye’dir (Tablo 5).

Sonuç: “Keler Deliğine Girmek”

Yukarıdaki veriler göz önüne alındığında Toplumsal Cinsiyet Eşitliği politikalarının en iyi uygulandığı ülkelerde (İzlanda, Finlandiya, Norveç ve İsveç) Toplumsal Cinsiyet Eşitliği politikaları, kadına ve aileye ilişkin sorunların çözümüne katkı yapmadığı gibi kadının ve ailenin durumunu daha da kötüleştirmiş ve sorunun bir parçası, hatta kaynağı haline gelmiştir.

Türkiye’nin durumu bu dört ülkeden çok daha iyi olmuş olmasına karşılık daha kötü sonuçlar doğuran Toplumsal Cinsiyet eşitliği politikalarını övünerek benimsemiş olmasının sebebi nedir

Yoksa !!!

“7162 - “Resülullah aleyhissalatu vesselâm: “Sizler, kendinizden önce gelen ümmetlerin sünnetine kulacı kulacına, arşını arşınına ve karışı karışına muhakkak tıpa tıp uyacaksınız. Hatta onlar, daracık bir “keler” deliğine girseler oraya siz de gireceksiniz.”

Oradakiler, “Ey Allah’ın Resulü! (Onlar) yahudiler ve hıristiyanlar mı ” diye sordular. Aleyhissalâtu vesselâm: “Bunlar değilse kimler olur ” buyurdular.” (3)

Öyleyse Ey İman Edenler!

Laik-Seküler Batı Dünyasının insanlığı ifsad için ürettiği Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Politikalarının bu ülkede uygulanmasına karşı çıkın.

Kaynaklar

1- Şahin M., Gültekin M., Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine dayalı Politika Uygulayan Ülkelerde Kadın Ve Aile(İzlanda, Finlandiya, Norveç, İsveç, Türkiye), SEKAM, Aile Akademisi, İstanbul, 2014.

2- Unisex çocuklar, Aktüel, sayı 247, 7-20 Temmuz 2011.

3- Kutub-i Sitte, Hadis no: 7162

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ŞER İTTİFAKI ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI İÇİN İKİ ANA EKSEN OLUŞTURMAYA ÇALIŞMAKTADIR

(Umran Dergisi)   Şer İttifakı (Siyonizm-ABD-İngiltere-İsrail, AB) 21. yüzyılı “dijital dönüşüm” yüzyılı olarak öngörmekte, bu nedenle “büyü...