(Milli Gazete)
Giriş
Geçen yazıda, 27 Mayıs Darbesi ve 12 Mart Muhtırasını,
Türkiye’nin Şer İttifakından (ABD-İngiltere-İsrail/Siyonizm) bağımsız ekonomi
ve sanayileşme politikaları izlemesi açısından ele alıp incelemiştik.
Burada, 12 Eylül darbesini, Türkiye’nin bağımsız dış
politika, bağımsız ekonomi, sanayileşme ve kalkınma politikaları açısından ele
alıp inceleyeceğiz.
Yunanistan’ın NATO’ya Dönmesi
1974 yılında Yunanistan, kendi, isteği ile NATO’dan
ayrılmıştır. Bu durum, NATO ve ABD açısından, eksenler arası mücadelede,
SSCB’ne karşı bir mevzi kaybetmek demekti. Bu nedenle, Yunanistan’ın NATO’ya
dönmesi, tekrar eski konumuna gelmesi, başta ABD olmak üzere, Batılı ülkelerin
ciddi bir hedefi olmuştur. Ancak Yunanistan’ın NATO’dan ayrılması, Türkiye için
bir avantaj olmuş; Kıbrıs ve Ege sorunlarında Türkiye’nin elini
güçlendirmiştir. ABD ve NATO yöneticileri, Yunanistan’ı NATO’ya tekrar dönmeye
razı ettikleri bir dönemde; Türkiye’yi yöneten siyasi iktidarlar, Yunanistan’la
aramızdaki Kıbrıs ve Ege sorunlarını çözmeden, Yunanistan’ın NATO’ya elini
kolunu sallayarak tekrar girmesine karşı çıkmışlar, müsaade etmemişlerdir.
O dönemde Türkiye koalisyonlarla yönetilmekteydi. Koalisyon
dönemlerinde gerek Ecevit ve gerekse Demirel, sorunlar çözülmeden Yunanistan’ın
NATO’ya dönmesine müsaade etmemişlerdir. Her iki lider de, bu nokta’da NATO ve
ABD’nin yoğun baskısına tâbi tutulmuşlar ve fakat direnmişlerdir. Ecevit, 12
Eylül Askeri darbesinin Yunanistan’ın NATO’ya dönmesi ile alâkası olduğu
inancındadır:
“12 Mart müdahalesinin ardında sivil siyasal güçlerin haşhaş
ekimi yasağına karşı direnmelerinin önemli bir rolü olduğuna inanıyorum.
12 Eylül askeri müdahalesi de Amerika tarafından teşvik
edilmiş olduğu duygusunu da, izlenimini de kuvvetlendiriyor. …
Ve 12 Eylül askeri müdahalesinin hemen ardından, Türkiye’nin
koşulsuz olarak Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönmesine izin vermesi
çok ilginçtir. …
12 Eylülden kısa bir süre sonra bildiğiniz gibi bizzat
Devlet Başkanı Sayın Evren’in attığı bir adımla Yunanistan’ın şartsız olarak
dönüşüne izin verilmiştir.” (1)
Demirel ise, aramızda var olan Kıbrıs ve Ege sorunları
çözülmeden Yunanistan’ın, NATO’ya dönmesine şiddetle karşı çıktığını ifade
etmekte ve 12 Eylül darbesinde bu olgunun çok etkin olduğuna inanmaktadır:
“Biz 79’un Kasımında hükümeti yeniden kurduk. Kasımın sonu
ya da Aralık ayıydı, General Rogers bana geldi dedi ki:
Benim kendisine dediğim şuydu:
Sonra döndüm adama dedim ki:
Ben onların getirdikleri teklifi kabul etmedim.
Daha sonra 80’in içerisinde onların getirdikleri teklifi
benim önüme birkaç defa bu Haydar Saltık Paşa falan da getirdi. Rogers Planı
diye. Ben kabul etmedim.
Sonra 12 Eylül geldi. 12 Eylül’den kısa bir süre sonra benim
önüme getirdikleri o Rogers Planı kabul edilmiştir. Evet, hemen ardından!
…
Birleşik Amerika’nın çok ısrarla isteyip de bizim
yapmadığımız afyon yasağı, 12 Mart’ın arkasından gelmiştir. 12 Eylül’ün hemen
arkasından da Rogers Planı kabul edilmiştir.” (1)
Demirel’in ifadelerinde geçen ve Rogers Planı adı altında
Yunanistan’ın NATO’ya dönüşünü sağlamak için uğraşan Haydar Saltık için 12
Eylül tarihli New York Times gazetesinde kullanılan ifadeler, 12 Darbesinin
arkasında NATO’nun olduğunun bir göstergesi olarak değerlendirilebilir:
“Türkiye’de ordu yönetime el koydu. Yapılan açıklamada bir
Milli Güvenlik Konseyi kurulduğu, genel sekreterliğine Org. Haydar Saltık’ın
getirildiği bildirildi.
General saltık, Türkiye’nin NATO ile askeri ilişkilerini
yürüten generaldi. Saltık’ın bu göreve getirilmesi yeni askeri yönetimin önceliklerinin
NATO ve ABD ile ilişkiler olacağını gösteriyor.
Pentagon, Türkiye’ye yeterli yardım yapıldığı takdirde,
Ankara’nın yeni liderlerinin Ege’deki komuta sorumluluk sahası sorununu unutup…
Yunanistan’la ciddi müzakereye oturacağını belirtiyorlar.” (2)
Gerek Ecevit ve gerekse Demirel’in Yunanistan’ın NATO’ya
dönmesine karşı çıkması sonucu, ABD, daha düşündürücü ve daha tehlikeli bir
yöntem benimsemiştir. TC Hükümetlerini devre dışı bırakarak NATO aracılığıyla
Türk ve Yunan genelkurmay başkanlıkları arasında doğrudan ilişki kurdurarak
sorunun çözümlenmesi için çalışmalar yürütmüştür:
“Büyük bir gizlilik içinde ve ABD’nin çabaları sonucu, NATO
Avrupa Kuvvetleri Komutanı General Rogers ile Türk ve Yunan Genelkurmay
Başkanlıkları arasında sürdürülen pazarlıklar hakkında, Türk Dışişleri
Bakanlığı tamamen devre dışı bırakıldığı gibi, NATO’daki askeri delegasyonlara
dahi ayrıntılı bilgi verilmemektedir.” (3)
Genelkurmaylar düzeyinde yapılan görüşmelerin sonucunda,
Yunanistan’ın NATO’ya dönmesi, şartsız kabul edilecek; Kıbrıs ve Ege sorunları,
daha sonra taraflar arasında müzakere edilecektir.Yapılan bu gizli, sözlü
anlaşma, 12 Eylül askeri darbesinden sonra fiilen yürürlüğe sokulmuştur. Kenan
Evren’in anılarında bu gerçeği rahatlıkla görebilmekteyiz:
“21 Haziran Pazartesi], [1982]- … Bugün kendisine [NATO
Avrupa Müttefik Kuvvetleri Başkomutanı General Rogers’a] Ege konusunda
Yunanistan’ın takındığı tavırdan duyduğumuz sıkıntıyı ve Yunanistan’ın NATO’nun
askeri kanadına dönüşü için yapılmış anlaşmaya uymadığı ve dolayısıyla Ege’deki
komuta kontrol konusunun halledilemediğinden dolayı hissettiğimiz üzüntüyü dile
getirdikten sonra: Ben size söylememiş miydim, deyince, dedi”.
“NOT: Rogers bu konunun üzerinde hakikaten ısrarla durdu.
Çeşitli girişimleri oldu. Fakat onun talihsizliği, Papandreu gibi bir kişinin
Yunanistan’da söz sahibi bulunmuş olmasıdır.” (4).
Ülkenin menfaatleri, 12 Eylül Cuntasının şahsi ihtirasları
ve menfaatleri için satılmıştır. Türkiye’de kuvvet komutanlığı ve Genelkurmay
Başkanlığı yapmış insanların, devletlerarası ilişkileri, hukuka ve yazılı
metinlere göre değil de; şahsî sözlere dayanarak hayata geçirmesi, Türkiye’nin
en ciddi çıkmazlarından biri olup, üzerinde özel olarak düşünülmelidir. Türkiye
ile arasındaki sorunların hiçbirini çözmeden, Yunanistan’ın, NATO’ya
dönebilmesi, böyle vahim bir hatanın sonucudur.
Evren’in hatıratında kullandığı ifadeler üzerine
söylenebilecek olan, Türkiye’nin de en büyük talihsizliği, kifayetsiz
muhterislerin Türkiye’de söz sahibi olabilmesi; şahsî iktidarları için ülke
menfaatlerini hiçe saymış olmalarıdır. Verilen “asker sözleri” ile yetinenler,
Türkiye’nin başına hep dert olmuşlar ve dert açmışlardır. Anadolu halkının “Söz
uçar, yazı kalır’ özdeyişi, bir defa daha doğrulanmış; sözler uçmuş,
Türkiye’nin menfaatleri heder edilmiştir. Ancak bu tür yöneticiler, ABD’nin
gözünde “dünya lideri” olarak görüldüğü ifade edilerek kandırılır, aldatılır ve
işler onlara yaptırıldıktan sonra da, tarihin çöplüğüne atılırlar.
Tütün Tekeli’nin Kaldırılması
12 Eylül Darbesinin önemli sebeplerinden biri de, gittikçe
bağımsızlaşan Türkiye ekonomisini, küresel sisteme entegre etmek için gerekli
alt yapı çalışmalarının başlatabilmektir. İstihbaratçı Mahir Kaynak’a göre 12
Eylül’ün önemli nedenlerinden biri, “Türk ekonomisindeki bağımsızlığa gidiştir”
(1). Nitekim 12 Eylül Darbesinden sonra Türkiye’deki yerli üretim tekeli
kırılarak Uluslararası tekel ve kartellerin Türkiye ekonomisi üzerinde
etkilerini artıracak alt yapı çalışmaları yapılmıştır.
Yerli ve milli sermayesi zayıf olan bir ülkenin, çok uluslu
şirketlerin ülke içinde üretim yapacak sanayi kurmasına değil; sadece pazarı
olacak bir ithalata izin vermesi, bugüne kadar o ülkenin ekonomik olarak dışa
bağımlı olmasını sağlamıştır, bundan sonra da sağlayacaktır.
Gerek liberal, özel sektörcü Demirel ve gerekse sosyal
demokrat Ecevit, ABD ve çok uluslu sigara şirketlerinin baskılarına karşı
yıllarca direnmişler ve yerli üretimi yok edecek yabancı sigara ithalatına izin
vermemişlerdir.
Demirel’e göre; “Türkiye’nin bir numaralı meselesi, ödünç
para bulma mecburiyetinden kurtulma hadisesidir”. Bu nedenle, sigara
ithalatının serbest bırakılması yanlış olmuştur:
“Tütünden sağladığın 4 milyon dolarlık kaynağı kurutacaksın
ve bunun yanında 5 milyon dolarlık sigara ithal edeceksin. Döviz geliri ve
giderleri arasındaki denge böyle bozulur…” (1).
Ecevit de Demirel gibi tütün tekelinin kaldırılmasına karşı
çıkanlardandır:
“Ne açıdan bakılırsa bakılsın döviz açısından, dışsatım
açısından, istihdam açısından Türk tütününün yerini Virginia tütününün alması,
Türkiye’de sigara alanında devlet tekelinin yerini yabancı tröstlerin alması
son derece sakıncalıdır… ” (1)
12 Eylül Ulusu hükümetinin Gümrük ve Tekel Bakanı emekli
Korgeneral Recai Baturalp, Başbakan Ulusu’ya 27 Kasım 1981 günlü ve 5-2-7943
sayılı yazısında, “sigara darboğazının aşıldığını, 1977 yılından beri
yurtdışında yaptırılan fason sigara imalatının son bulduğunu, iç tüketimin
tamamen karşılanarak ilk defa bir miktar ihracatın gerçekleştirildiğini”
bildirmiştir (1).
Bakan Baturalp, 10 Aralık 1981’de 6-1/7852 sayılı bir yazı
daha yazarak, tütün tekelinin kaldırılması ile ilgili yasa tasarısının
çıkmasına gerek olmadığını gerekçeleri ile açıklamıştır (1).
Bakan Baturalp bu yazıyı yazdıktan 11 gün sonra, 21 Aralık
1981, bakanlıktan ayrılmak zorunda kalmıştır. Daha sonra da Gümrük ve Tekel
Bakanlığı’nda ciddi bir eleman tasfiyesi yapılmıştır (1). Bu ABD ve uluslararası
sigara tekellerinin baskısının bir sonucuydu.
Uluslararası sermaye, silah satışından sonra en büyük parayı
sigara üzerinden kazanmaktaydı. Tütün tekelinin kaldırılması ile Türkiye
kaybetmiş, uluslararası sermaye kazanmıştır. Bunu da, memleketi kurtardıklarını
iddia eden 12 Eylül cuntacıları yapmıştır.
12 Mart Muhtıra Hükümeti Başbakanı Nihat Erim, haşhaş
ekimini yasakladığı gibi; 12 Eylül Bülent Ulusu darbe hükümeti de, tütün
tekelini kaldırmak için gerekli alt yapıyı hazırlamıştır.
Sonuç: 12 Eylül Darbesi Olmasaydı Yunanistan NATO’ya
Dönemezdi
Dönemin ABD Dış İşleri Bakanı General Haig, her
istediklerini yapan Evren’i, dünya lideri ilan etmiştir:
“Arkadaşım General Evren’in bölge sorunlarına bir dünya
lideri gözüyle baktığını bir kez daha müşahede etmekten mutlu oldum” (2).
Keza eski ABD başkanı Nixon, 1985 yılında, İstanbul’da bir
grup gazeteciye;
“Cumhurbaşkanı Evren’in sadece kendi ülkesinin çıkarlarını
düşünmeyecek kadar, kıymetli bir devlet adamı” olduğunu söylemiş olmasının
sebebi aynıdır (2).
Demirel ve Ecevit’ten istediklerinin alamadıkları için
onları, “keseri hep kendilerine dönük vuran, aşırı milliyetçi politikacılar”
(2) olarak nitelendirirlerken; her istediklerini aldıkları Kenan Evren’i de bir
dünya lideri olarak görmeleri, 12 Eylül darbesinin karanlık yüzünü aydınlatan
bir olgu olarak değerlendirilmelidir. 12 Eylül darbesi ile ABD ilişkisini en
acık şekilde ortaya koyan dönemin ABD başkanı Carter’dir:
“Asıl zorlandığım konu, Yunanistan’ın NATO’nun askeri
kanadına entegrasyonu sağlamak olmuştu. Gerçi bu sorun sonraları, daha kolay
çözüldü. Biraz General Rogers sayesinde. Sayın Evren ile çok yakın dosttu.
Sayın Evren’in, çok takdir ettiğim bu güçlü liderin iyi niyetli yaklaşımı
olmasaydı, bu sorun çözülemezdi.
Yıllarca uğraşıp, vaatler yapıp, telkinlerde bulunup
başaramamıştık, ama dostlukla oldu. 1980 Harekâtı olmasaydı bu mümkün
olamazdı.” (5).
Allah, basiret ve ferasetimizi artırsın; sis perdesinin
arkasını görmeyi nasip etsin.
Kaynaklar
1- Yetkin, Ç., Türkiye’de Askeri Darbeler ve Amerika, Kilit
Yayınları, Ankara, 2011, S: 198-208. “
2- Güldemir, U., Çevik kuvvetin Gölgesinde
Türkiye(1980-1984), Tekin Yayınevi, İstanbul, 1986. S: 131, 153, 31.
3- Bırand, M., A., “Yunanistan, NATO’nun Askeri Kanadına
Dönüyor”, Milliyet, 23 Ağustos 1980; aktaran Çetin Yetkin, age s: 199.
4- Evren K., Kenan Evren’in Anıları; III, Milliyet
yayınları, İstanbul, 1991, S: 191
5- Cemal, H., Tank Sesiyle Uyanmak-12 Eylül Günlüğü; 5. Basım, Bilgi yayınları, Ankara, 1986, S: 105)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder