1 Ocak 2017 Pazar

Türkiye’deki Fitnenin Perde Arkası: ŞER İTTİFAKI, “HAYIR DİYEBİLEN BİR TÜRKİYE” İSTEMİYOR

 (Umran Dergisi)

Bence bütün mesele kendi kararımızı kendimizin uygulamasında. Biz başkalarının kararlarını uyguluyoruz.” Org. Necati Özgen


Türkiye’nin ABD ve Batı ile ilişkilerinde ne zaman bir sertleşme olmuşsa, Türkiye kendi bağımsız politikasını uygulamaya çalışmışsa, ülkede mutlaka çok özel cinayetler işlenmiş ve çok önemli stratejik alanlara sabotajlar yapılmış, toplu kitle katliamlarına sebebiyet verecek bomba ve canlı bomba olayları vuku bulmuştur. Bu yolla düşüremedikleri iktidarları, askeri darbe ile düşürmüşlerdir. Cumhuriyet’in başlangıcından bu yana bu politika hep yürürlükte olmuştur. Neden? 

Geçmişte gerçekleştirilen Kahramanmaraş, Çorum, Sivas, Malatya, 1 Mayıs Taksim, Gazi Mahallesi olayları, Güneydoğudaki “Hendek savaşları”, Diyarbakır, Ankara ve İstanbul’da değişik zamanlarda meydana gelen canlı bomba vakaları, Muavenet Zırhlısının ABD Saratoga Gemisi tarafından vurulması, Kırıkkale Silah fabrikasında ve Afyondaki Silah Deposunda meydana gelen patlamalar, CASA uçakları, Eşref Bitlis’in uçağının, Toryum üzerine çalışan ilim adamlarının içinde olduğu Atlas Jet uçağının ve değişik zamanlarda askeri uçak ve helikopterlerin düşmesi(!)/düşürülmesi, Malatya Belediye Başkanı Hamit Fendoğlu’nun, Gümrük Bakanı Gün Sazak’ın, Eski MİT’çi Hıram Abbas’ın, Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okan’ın, Org. Eşref Bitlis, Org. Hulusi Sayın, Org. Adnan Ersöz, Org. Kemal Kayacan’ın, JİTEM’li bazı subayların, Özdemir Sabancı, Nihat Erim, Abdi İpekçi, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Çetin Emeç, Uğur Mumcu, Turan Dursun, Kemal Türkler, Şemsi Denizer, Serkan Ciminli, Ömer Lütfi Topal, Nesim Malki, Ahmet Taner Kışlalı’nın öldürülmesi, Akyazı-Düzce-Hendek üçgeninde öldürülenler, Susurluk kazası, hapishane olayları, katliam ve firarlar; Türkiye ile Şer İttifakı (ABDİsrail-İngiltere-Siyonizm-AB) arasındaki ilişkiler de meydana gelen gerilim sonrasında vuku bulmuş olaylardır. Keza Ecevit’e İzmir Çiğli havaalanında suikast girişimi, Ecevit’in Taksim mitinginde vurulacağına ilişkin Demirel’den gelen mektup, Başbakan Turgut Özal’ın parti kongresinde, Org. Kıvrıkoğlu’nun Kıbrıs’ta kurşunlanması, İnsan Hakları Derneği Başkanı Akın Birdal’ın kurşunlanması, Türkiye’ye diz çöktürmek amaçlı ve tek merkez tarafından yürütülmüş operasyonlardır. Bunların hiçbiri tesadüf değildir, rastgele olmamıştır. 

Bir stratejinin uygulanmasının sonucudur. İstanbul Beşiktaş’ta Çevik Kuvvete ve Kayseri’de komandoları taşıyan otobüse yönelik yapılan canlı bomba saldırıları, Diyarbakır’da F-16 askeri uçağının düşürülmesi(!), son olarak da Rusya büyükelçisinin Ankara’da öldürülmesi de aynı sürecin bir parçasıdır. Bu son olaylar, MİT operasyonu (Hakan Fidan’ın Oslo görüşmeleri için ifade vermeye çağrılması) ve ardından başlayan Taksim kadife darbe süreci ve onun devamı olan sosyolojik savaş amaçlı 15 Temmuz darbe girişimi sürecinin devamından başka bir şey değildir. Şer İttifakının Irak-Suriye hattında, Türkiye’yi tuzağa düşürmesi, PKK, PYD-YPG’ye silah yardımı yapması ve PYD-YPG’yi “stratejik ortak” ilan etmesi, Türkiye’ye açılmış ve fakat adı henüz konmamış bir savaşın sonuçlarıdır. Bu yazı serisinde, Türkiye’nin girdiği bu yeni dönem, ana hatları ile ele alınacak ve geçmiş olaylar analiz edilip, gelecekle ilgili bazı tekliflerde bulunulacaktır. 

İslâm Coğrafyasında Çarpışan Projeler 

Bu konuyu, yol boyu çok sık gündeme getirmemizin sebebi, söz konusu projelerin kahir ekseriyetinin, genellikle uzun vadeli, 50-100 yıllık olarak hazırlanmış olmasından dolayıdır. Bu tür projeler, birkaç başarısız operasyondan dolayı gündemden kaldırılmazlar, genellikle revize edilir, yeni taktik ve stratejiler geliştirilerek yeniden sahaya sürülürler; ya da daha elverişli şartlar olgunlaşıncaya/olgunlaştırılıncaya kadar yürürlükten kaldırılıp ötelenirler. Şer İttifakı (ABD-İsrail-İngiltere-SiyonizmVatikan), yeni sömürgeleştirme hareketine uygun olarak İslâm coğrafyasını yeniden paylaşmak istemektedir. Bu paylaşım kavgasına, hem bölgesel, hem de küresel bazda, karşı çıkışlar söz konusudur. Bu coğrafyada hâkimiyet kavgasına dönük çatışan projeleri aşağıdaki gibi özetleyebiliriz: 

Birinci Grup Projeler:

• Büyük Ortadoğu Projesi (BOP; ABD-İsrail İngiltere-Küresel Sermaye) 

• Büyük İsrail Projesi (BİP; İsrail-Siyonizm, ABD destekli) 

• 2. Sevr Projesi (AB) • Büyük Ortadoğu’nun Hıristiyanlaştırılması (Dinler Arası Diyalog) projesi (Vatikan) 

• ‘NATO’nun Evrenselleşmesi ve İslâm coğrafyasına yerleşmesi projesi’ 

• “Serbest Piyasa”-“Özelleştirme projesi” (ABD Siyonizm-Küresel Sermaye-AB)  

• Bölge güçlerinin birbirini dengelemesi projesi– Ayrı Dengeli Güç Odakları (ABD) 

• İslâm’ın, İslâm’la savaştırılması projesi (ABD/ AB/Siyonizm) 

• İran’ın küresel sisteme entegrasyonu ve kadife darbe ile yönetimin değiştirilmesi projesi (ABD-İngiltere-Küresel Sermaye) 

• Türkiye-İran savaşı projesi (ABD-İsrail İngiltere-Siyonizm) • Türkiye’yi Irak-Suriye bataklığına çekme ve boğma projesi (ABD-İsrail-İngiltere-Siyonizm) 

• Çok Kutuplu Ortadoğu (Türkiye, İran, Mısır, Suud-i Arabistan) projesi (ABD-İsrail-İngiltere-Siyonizm) 

• Kadife Darbeler (ABD-İsrail-İngiltere Siyonizm) İkinci Grup Projeler: 

• Düşmanla/rakiple güvenlik alanının dışında hesaplaşma projesi (ABD/Çin/Rusya): Vekâlet savaşları

• Dinî-Etnik-Mezhepsel fay hatları oluşturma projesi- Kaos Projesi (ABD/İngiltere/AB/Rusya/ Çin/İsrail-Siyonizm) Üçüncü Grup Projeler: 

• Sıcak denizlere inme-eski müttefikleri kazanma projesi (Rusya) 

• ABD’nin yayılmasını engelleme projeleri (ŞİOBRIC Ülkeleri) Dördüncü Grup Projeler: 

• Şia Savunma Hattı Projesi (Iran-Irak-SuriyeLübnan; Iran-Bahreyn-Yemen) 

• Şia eksenini parçalama, yayılmasını engelleme ve sünni bir eksen meydana getirme projesi (Suudi Arabistan/Katar/Türkiye/Mısır; Sünni Arap Yönetimleri-İsrail) 

• Teröre Karşı Güç Birliği(Suudi Arabistan ve 30 ülke) Beşinci Grup Projeler: 

• Türkiye’nin “Yeni Osmanlı” projesi, Bölgesel Güç Olma Projesi 

• Türkiye ile birlikte Büyük Ortadoğu’yu Değiştirme Projesi (“Model Ülke Türkiye”)(ABD/Siyonizm) Şimdilik yürürlükte değil 

Ahmet Davutoğlu’nun, başbakan olduğu dönemde, tarihe atıfta bulunarak, “Ya Kûtü’l-Amare Kazanacak ya da Sykes-Picot” demesi; birinci gruptaki projelerin varlığına yapılan bir gönderme olmakla beraber; Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı tehlikelere de dikkat çekmek amaçlıdır. Büyük İsrail ve Büyük Ortadoğu Projeleri kapsamında, hukuken değil fakat fiilen, Libya’nın, Sudan’ın, Irak’ın ve Yemen’in bölünmüş olması, bu projelerin adım adım uygulanmaya çalışıldığının bir göstergesidir. Türkiye’de vuku bulan olayları, hele 15 Temmuz 2016 ihanet hareketi sonrasını, bu projeler kapsamında ele alıp değerlendirmek gerekmektedir. Türkiye’deki hiçbir olay, günü birlik, aniden ve tesadüfen meydana gelmemektedir. Arka planda vuku bulan çatışmayı, göz önüne almadıkça, sadece görünenle yetindikçe, anlık düşündükçe, hem gerçekleri göremez hem de gerekli çözümleri üretemeyiz. Bu coğrafyada vuku bulan olaylar, uzun vadeli çizilmiş stratejilerin bir sonucudur. Taktik zafer ve mağlubiyetler mutlaka önemlidir ve dikkate alınmalıdır. Ancak bundan daha önemli olan stratejik zafer ve mağlubiyetlerdir. Bazı taktik zafer ve mağlubiyetlerin yem olarak kullanıldığı da asla unutulmamalıdır! O nedenle Türkiye’deki gönüllü kuruluşlar, bilim adamları, kanaat önderleri, bu konuyu ciddiye almalı, birlikte konuyu enine boyuna tartışarak politikalar, projeler üretmeli ve siyasi yapılara sunmalıdırlar; bu, bugün için en tarihi görevlerden birisidir.

Genel Bir Değerlendirme 

Türkiye’de vuku bulan özel amaçlı eylemler, Şer İttifakı (“Üst Akıl”/Şeytanî akıl, Birinci Beyin/ Dış Beyin Halkası) tarafından tasarlanıp/planlanıp organize edilmektedir. Siyonist-Haçlı Şer İttifakının Türkiye içerisinde Mason-Sabetayist dostları ve İşbirlikçi ajanları vardır (İkinci Beyin/İç Beyin Halkası). Bu iki beyin tarafından çizilen strateji, CIA/MOSSAD/MI6/BND gibi istihbarat örgütleri tarafından alınıp eğitilmiş ve organize edilmiş taşeron örgütler (Üçüncü Halka) aracılığıyla hayata geçirilmekte/geçirilmek istenmektedir.

Türkiye’de ve dünyanın değişik ülkelerinde ortaya çıkarılan kaosu, askerî ve kadife darbeleri göz önüne aldığımızda farklı taşeron örgütler kullanıldığını görmekteyiz: 

1- Hedef ülkelerin vatandaşlarından oluşan terör eksenli çalışan örgütler, 

2- Hedef ülkelerin vatandaşlarından oluşan, kitlesel eylemlerde ve kamuoyu oluşumunda kullanılan farklı renklerde/ideolojilerde STK’lar, 

3- Hedef ülkelerin ordusu/polisi/istihbarat birimleri içindeki cuntalar, 

4- Hedef ülkelerdeki işbirlikçi Medya, Sermaye ve Siyasi Partiler

Birinci ve ikinci gruptaki taşeron örgütler, hedef ülke ve ideolojilere göre seçilmekte ve şekillendirilmektedir. Taşeron örgütlerin üst lider kadroları işbirliği içerisinde olduklarını bilmektedir; aza, taraftar ve sempatizanlar, işin farkında değillerdir. Farkına varanlar da değişik yöntemlerle tasfiye edilmektedir. Türkiye’de 1950-2000 dönemine ilişkin yazılan hatırata, yapılan ifşaata ve devletin resmi belgelerine bakıldığında bu tür yapıların varlığı kolaylıkla görülebilmektedir. Bunlara göre hemen hemen her kesimden, bu tür taşeron örgütler inşa edilip kullanılmıştır. Bugün bizi ilgilendiren boyutu ile küresel düzlemde bunlardan en meşhur olanları, PKK-PYD-YPG, ELKAİDE, IŞİD, BOKO HARAM ve Gülen Hareketi(“FETÖ”)’dir. 

Bunların yanı sıra hedef ülkelerin içinde lokal olarak çalışan, yeri ve zamanı geldiğinde kullanılan -uyuyan- kripto örgütler de bulunmaktadır. Şu ana kadar icra edilen operasyonları göz önüne aldığımızda, Şer İttifakının çalışma tarzına ilişkin bazı öngörülerde bulunma imkânını elde etmekteyiz. Şer İttifakı bir operasyona karar verdiğinde ilgili bütün yapıları uyarmakta, gerektiğinde eğitime tâbi tutmaktadır. Sansasyonel eylemler için olay öncesi, olay esnası ve olay sonrasına dönük olarak üç evreli bir psikolojik harekât planlamakta ve yürütmektedir. Eylem başlamadan önce, büyük bir kampanya açılarak toplumu tek yanlı olarak şartlandırmaya çalışmaktadır. Öngörülen operasyon icra edilir edilmez fesat kampanyası, kafaları allak bullak edecek tarzda, hem olayın sıcaklığında, hem de sonrasında çok yoğun, çok kirli ve pis bir şekil almaktadır. O nedenle olayları ele alıp değerlendirirken özellikle altının çizilmesi gereken nokta, medya üzerinden servis edilen ve birbirleri ile taban tabana zıt olan bilgilerin, istihbarat örgütleri tarafından, belli bir amaca dönük olarak servis edildiği gerçeğinin göz ardı edilmemesidir. İstenen, bu bilgilerin alınıp yaygınlaştırılması ile bir kaosun, ümitsizliğin meydana gelmesi istenmektedir. Ayrıca sosyolojik savaş kapsamında; hedef kitlenin ayrışması, fay hatları meydana gelmesi ve/veya var olan fay hatlarının enerji ile yüklenmesi hedeflenmektedir. Kin ve nefretin yaygınlaşarak uzlaşma ortamının ortadan kalkması; gerekirse hedef kitlenin çatıştırılması, temel amaçlardan biridir. 

O nedenle Allah, Nisa 83. ayette iman edenlere, hem yol göstermekte hem de onları özel bir tehditle uyarmaktadır: “Kendilerine güven veya korku haberi geldiğinde, onu yaygınlaştırıverirler. Oysa bunu Peygambere ve kendilerinden olan emir sahiplerine götürmüş olsalardı, onlardan sonuç çıkarabilenler onu bilirlerdi. Allah’ın üzerinizdeki fazlı ve rahmeti olmasaydı, azınız hariç herhalde şeytana uymuştunuz.” (4 Nisa 83) Ayette yer alan “Allah’ın üzerinizdeki fazlı ve rahmeti olmasaydı, azınız hariç herhalde şeytana uymuştunuz” ifadesinin, çok ciddi bir tehlikeye dikkat çekmek amaçlı bir uyarı olduğunun göz ardı edilmemesi gerekmektedir. Bu ifadenin farklı tonlarının, İfk hadisesini (Hz. Ayşe’ye zina iftirası) anlatan Nur suresinde (24/10, 14, 20, 21), dört kez geçmiş olması; ortalıkta dolaşan haberler noktasında, iman edenlerin çok temkinli ve çok büyük sorumluluk sahibi olarak hareket etmeleri gerektiğinin bir işareti olarak değerlendirilmelidir. 

Dikkat edilmesi gereken nokta bir nokta da, Türkiye’nin en gözde diyebileceğimiz güvenlik birimlerine (Çevik Kuvvet, Komandolar) güpegündüz saldırılmasıdır. Kayseri’de çarşı iznine giden Komando grubuna yapılan saldırı, geçmişte 33 silahsız erin öldürülmesi ile benzerlik arz etmektedir. Rus Büyükelçisinin Gülen terör örgütüne mensup olduğu söylenen tek bir polis tarafından, çok rahat bir şekilde öldürülmesi ve öldüren polisin de ardından öldürülmesi(!) Türkiye’deki kirli savaşın, hangi boyutlara geldiğinin bir göstergesidir. Rus Büyükelçisinin öldürülme şekli, geçmişteki Alpaslan Arslan tarafından gerçekleştirilen Yargıtay baskınına çok benzemektedir. Dikkat çeken bir başka nokta da, eş zamanlı sayılabilecek bir şekilde, değişik vilayetlerde sokaklara patlayıcılar atılarak halkta panik meydana getirilmeye çalışılmasıdır. Bütün bunlar, Türkiye’ye verilmek istenen mesajın önemini ve boyutunu göstermektedir. Türkiye’de çok ciddi bir güvenlik zafiyetinin var olduğu imajı oluşturulmak istenmektedir. Bu son olayların zamanlaması ve icra ediliş şekli, 1980 öncesi olayları çağrıştırmaktadır. 

Bu nedenle Polis, MİT ve Ordunun içerisinde Şer ittifakı ile ilişki halinde yeni bir grubun, uyuyan bir ekibin var olup olmadığı, harekete geçirilip geçirilmediği mutlaka araştırılmalıdır. Rus elçisinin öldürülmesi, sadece Türkiye’ye bir mesaj değil, aynı zamanda Rusya ve İran’a da bir mesajdır. Türkiye-Rusya-Iran, Suriye meselesini, ABD’ye rağmen birlikte çözmeye çalışmaktadırlar. Her üç ülkenin, şu an en ciddi ortak paydası, Suriye’nin bütünlüğü ve geleceğidir. Eğer Rus Büyükelçisi bu amaçla öldürülmüş ise o takdirde İran büyükelçisine de bir saldırı planlanıyor olabilir. Gerekli, acil tedbirlerin bir an önce alınması gerekmektedir. Şer ittifakı, Türkiye-Rusya-İran’a ‘bize rağmen Suriye meselesini çözemezsiniz!’ mesajı vermek istemiş olabilir. Eğer durum buysa taraflar arasında bir ortak payda oluşana, taraflar birbirlerini ikna edene kadar bu kaos devam edecek demektir. Türkiye, devlet olarak buna hazır olurken; milleti de, uygun ve güzel bir dil kullanarak buna hazırlamalıdır. Bu noktada, tüm gönüllü kuruluşlara çok özel sorumluluk düşmektedir. 

Cevap Arayan Sorular 

DP’ye karşı 27 Mayıs Darbesi, AP’ye karşı 12 Mart Muhtırası, AP+CHP+MSP+MHP’ye karşı 12 Eylül Darbesi, RP’ye karşı 28 Şubat Postmodern Darbesi, MNP, MSP, RP ve FP’yi kapatma darbeleri, DSP’ye karşı lidere darbe girişimi (Ecevit’i hastaneye gönderme ve partiyi Kemal Derviş-İsmail Cem-Hüsamettin Özkan’la bölme operasyonu), CHP’ye karşı lider darbesi (Baykal’ı düşürme), AK Parti’ye karşı partiyi kapatma darbe girişimi, 24 Nisan Elektronik Muhtırası, Taksim Kadife darbe süreci (Reyhanlı’dan 7 Haziran 2016 seçim sunucuna kadar olan süreç) ve 15 Temmuz Askeri Darbe Girişimi; bütün bunlar, Şer İttifakı tarafından Türkiye’de organize edilen darbelerdir. Darbenin, muhtıranın, entrikanın, terörün, ihanetin, muhatabı olan bütün bu partilerin (DP, AP, CHP, DSP, MNP, MSP, RP, FP, MHP, AKP), renkleri, felsefeleri, ideolojileri, ekonomi politikaları, Batı’ya, İslâm coğrafyasına, SSCB, Rusya ve Çin’e bakışları ve yaklaşımları birbirinden çok farklıdır. Buna rağmen bütün bu partiler, ABD’nin başını çektiği Şer İttifakının (ABD-İngiltere-İsrail/Siyonizm) darbelerine muhatap olmuşlardır. Niçin? Bu çok temel bir sorudur. İşin sırrını öğrenebilmek için bu sorunun cevabı, duygusallıktan uzak, gerçekçi bir şekilde araştırılıp verilmelidir. Bu kadar farklı renklere sahip olan bu partilerin, konumuzla ilgili tek ortak paydası, ABD destekli darbelerle düşürülmüş olmalarıdır. O nedenle bu sorunun cevabı hayatidir. İyi bir araştırma konusudur. Bunun kadar cevaplandırılması gereken daha başka ana sorular da vardır:

• Her darbeden sonra iş başına gelen siyasi partiler, geçmişten niçin ders alıp gerekli tedbiri almamışlardır/alamamışlardır? • Şer ittifak, her devirde nasıl oluyor da, sivil ve askeri bürokrasiden, medyadan ve STK’lardan destek bulabiliyor? • ABD, niçin ve nasıl, Türkiye’nin istihbaratını ve ordusunu bizzat organize edebiliyor, yapılandırabiliyor? • ABD, Türkiye’de sivil ve askeri bürokrasiye nasıl olup da kolayca sızabiliyor? • Türkiye ile ABD arasında imzalanmış ikili anlaşmalar nelerdir? Bu ikili Anlaşmalar, ABD’ye nasıl bir hareket kolaylığı sağlamaktadır. • NATO’da bulunmaktan dolayı çıkarılan yasalar nelerdir? NATO, meclis kararı olmadan Türkiye’de rahatça hareket edebiliyor mu? • ABD işbirlikçisi olduğu açıkça bilinen STK’lar, nasıl oluyor da, bu kadar rahat hareket edebiliyor, siyasi iktidarların desteğini alabiliyor ve imkânlarını kullanabiliyor? • Kriz dönemlerinde Türkiye’ye “emsal çözümleri” kimler sunmaktadır? Bu “emsal çözümler”, bugüne kadar bu ülkeye ne getirdi, ülkeden neler götürdü? • Türkiye’deki darbelerin, Türkiye’nin sanayileşmeye karar verdiği, kalkınmak istediği dönemlerde olması bir tesadüf müdür? • Türkiye, bağımsız dış politika uygulamaya kalktığı zaman darbelerin olması bir rastlantı mıdır? • Türkiye’nin menfaatleri ile Şer İttifakının menfaatleri çatıştığı dönemlerde, darbelerin olması tesadüf müdür? • Şer ittifakı, darbeye muhatap iktidarlardan isteyip de alamadıklarını, darbe dönemi hükümetlerinden ve sonrasında gelen sivil, seçilmiş iktidarlardan almış mıdır? • Darbeden önce, darbe sürecinde ve sivil yönetime geçmeye karar verildiği darbe sonrasında, aniden parlatılan şahsiyetler veya partiler var mıdır, varsa bunları hangi güç allayıp pullayıp kamuoyuna sunmaktadır? • Darbeden önce, darbe sürecinde ve sivil yönetime geçmeye karar verildiği darbe sonrasında, yıpratılan şahsiyetler veya partiler var mıdır, varsa bunları hangi güç yıpratmaktadır? • Her darbeden sonra üniversitelerde, askeri ve sivil bürokraside, Anadolu sermayesinde tasfiye yapılmasını ve ardından bir beyin göçünün olmasını nasıl izah etmek gerekir? • Bütün darbelerde yapılan tasfiyelerin listeleri, kim tarafından ve hangi ölçütlere/kıstaslara göre hazırlanmaktadır? 

Daha da genişletmek mümkün olan böylesi sorular amacımızın açıklanabilmesi için yeterlidir. Bu soruların sağlıklı bir şekilde cevaplarının verilebilmesi için, her darbe ile ilgili olarak darbe öncesi sivil iktidar dönemi, darbe geçiş süreci hükümetler dönemi ve darbe sonrası sivil iktidar dönemlerinde ABD’nin başını çektiği şer ittifakı ile olan ilişkileri, mukayeseli bir şekilde incelemek gerekmektedir. 

Türkiye’de Siyasi İktidarı Devirmenin Bilinmeyen Yolları 

Türkiye’de yapılmış darbeleri, bu çerçevede ele almadan önce, konumuza açıklık getirmesi açısından Bülent Ecevit’in yasaklı olduğu bir dönemde, “İngiliz Grenada televizyonu ile Amerikan CBS televizyonunun ortaklaşa düzenledikleri ve yayımladıkları bir tartışma programında” başından geçenleri, kendisinin bizzat kaleme aldığı olayı hatırlamamızda fayda vardır1 : “…Benim katıldığım tartışma senaryolarından biri, hayali bir ada devletiyle ilgiliydi. 

Varsayımsal senaryoya göre, bu ada devleti zalim bir diktatör tarafından yönetilmekteydi. ABD ve İngiltere, kendi çıkarlarına sadakatle hizmet ettiği için, bu diktatörü destekliyorlardı. Fakat ada devletinin halkından yükselen muhalefet ve tepki o kadar ile ri ölçülere varmıştı ki, ABD ve İngiltere, sonunda diktatörün devrilmesine razı olmuş ve bunun için gerekenleri yapmışlardı. Yine senaryoya göre, bu diktatörün yerine, Amerikan ve İngiliz tertibiyle bir başka lider getirilmişti. Fakat o lider de, bir süre sonra, fazlasıyla Moskova yanlısı bir tutum izlemeye başlamıştı. Onun için, ABD ve İngiltere, ondan da kurtulmaya karar vermiş ve gereğini yapmışlardı. 

Fakat yerine kim geçecekti? …

Tartışmaya katılanlar arasında, ABD ve İngiltere’nin bazı önde gelen devlet adamları ve komutanları yer alıyordu. O arada, General Haig, eski CIA başkanlarından biri ve o sırada FBI başkanı olan şimdiki CIA Başkanı Webster de bulunuyordu. Almanya’dan da birkaç önde gelen politikacı vardı. Bu ülkeden gelenler dışında, ayrıca, bir eski İtalyan devlet adamı ile Türkiye’den ben vardım. Hayali ada devletine yeni bir lider aramasına sıra geldiğinde, tartışmanın yöneticisi Amerikalı profesör tartışmacılara bir kopya verdi: - Ada devletinde, şimdilik bir köşeye çekilmiş, fakat halk arasında saygınlığı olan bir sosyal demokrat politikacı nasıl devletin başına gelecekti? 

Amerikalılar dediler ki: 

- Onun kolayı var... Eski diktatör bizim adamımız olduğuna göre, bu ada devletinin silahlı kuvvetlerinde de bizim hatırımızı kırmayacak yakın dostlarımız var demektir. Onlara söyleriz, sosyal demokrat politikacıyı iktidara getirmenin bir yolunu bulurlar. İngilizler de, Almanlar da bu çözümü hemen benimsediler. Ben, o zamana kadar, tartışmaya hiç katılmamıştım. …Tartışmayı yöneten Amerikalı profesör birden bire bana döndü ve -Mister Ecevit, diyelim ki o sosyal demokrat lider sizsiniz! Amerikalıların önerdiği çözümü kabul eder misiniz, diye sordu. Hiç duraksamadan özetle şu yanıtı verdim: - Dostumuz ve müttefikimiz de olsalar, bazı yabancı devletlerin içişlerimize böylesine karışmalarını ve silahlı kuvvetlerimizle böylesine içli dışlı olmalarını içime sindiremem. Onun için, bu çözümü kesinlikle kabul edemem. Kendi girişimimle ve serbest seçimlerle halkın desteğini alarak iktidara gelebilirsem gelirim; başka türlüsünü düşünemem bile. Tartışmanın ondan sonraki bölümünde, bir yandan Amerikalılar bir yandan İngilizler beni ikna etmek için uzun uzadıya dil döktüler. Nihayet, tartışmaya hararetle katılan, eski dostum bir İngiliz muhafazakâr milletvekili bana çıkıştı: - Görüyor musun bize yaptığını, senin direnmen yüzünden bu devlet sorununa bir çözüm bulamıyoruz, dedi.

Son olarak tartışma yöneticisi, General Haig’e dönerek: - Ecevit kabul etmemekte direniyor, bu durumda ne yapacaksınız, diye sordu. General Haig özetle şu yanıtı verdi: - Bizim bu gibi konularda deneyimimiz vardır. Ecevit istemese de biz uygun gördüğümüz bir çözümü uygulatmanın yolunu buluruz, dedi.”1 Ecevit yazısını şu şekilde sonlandırmıştır: ‘‘Aynı General Haig’in, 1983’te, Türkiye’deki genel seçimlerden kısa bir süre önce ülkemize gelip yaptığı temasları bilenler, kendisinin televizyon programındaki sözlerini herhalde pek yabana atamazlar.” Ecevit’in ifadelerine göre Şer İttifakı, Ecevit’e rağmen Ecevit’i, Türkiye’de iktidar yapmaya karar vermiştir. Bu gerçekleşti mi? Gerçekleştiyse, nasıl başarılmıştır? Bunun için tarihe tekrar dönmemiz gerekecektir. 28 Şubat postmodern darbesinden sonra Türkiye bir türlü hükümet krizini çözememiştir. Böyle bir dönemde devrin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Meclis’te dördüncü parti olan Ecevit’e azınlık hükümeti kurdurmuştur. 

Bu azınlık hükümeti zamanında, Askerlerin Suriye’ye baskısıyla Abdullah Öcalan Suriye’den çıkarılmıştır. Suriye’den çıkarılan, değişik ülkelerden sığınma talep eden ve alamayan Öcalan ABD tarafından “paketlenip” Türkiye’ye teslim edilmiştir. Azınlık Hükümetinin Başbakanı Ecevit’in halk indinde itibarı, çok hızlı bir şekilde artmış; ilk genel seçimlerde %22 civarında bir oy alarak birinci parti olmuştur. Bu arada Öcalan’ın teslim edilmesine denk düşen zaman dilimi ve sonrasında, İç Anadolu, Akdeniz, Ege ve Trakya’da, terör olaylarında ani bir artış meydana gelmiştir! Terör, MHP’yi yaklaşık %18 oy oranıyla ikinci parti yapmıştır. 

Seçimlerin ardından Ecevit’in başkanlığında bir koalisyon hükümeti kurulmuştur. Ecevit’e rağmen Ecevit, Abdullah Öcalan sayesinde önce birinci parti olmuş sonra da iktidar yapılmıştır. Ecevit ölünceye kadar, “Abdullah Öcalan bana niçin teslim edildi, bir türlü anlayabilmiş değilim”, deyip durmuştur. Şer İttifakı tarafından bu şekilde iktidar yapılmış olan Ecevit’ten, Şer İttifakı daha sonra şunları -medyaya yansıyanlar kadarıyla- istemiştir: · “Erbakan Hocanın İran’la yaptığı doğal gaz anlaşmasının iptal edilmesi. · Saddam Hüseyin’in devrilmesi için Türkiye’nin tüm üsleri ABD’ye açması ve ABD ile birlikte Irak’a girmesi. · Kıbrıs ve Ermenistan sorunlarının, Şer İttifakının öngördüğü şekilde çözülmesi. Bildiğimiz kadarıyla Ecevit, bunları gerçekleştirmemiştir. Bunun üzerine ülkede ekonomik kriz çıkartılmış ve kendisi, özel bir hastaneye yatırılmış; partisi, Kemal Derviş-İsmail Cem İpekçi Hüsamettin Özkan üçlüsü tarafından bölünmüştür/böldürülmüştür. 

İlk genel seçimlerde de DSP %2 civarında rey alarak siyaset sahnesinden tasfiye edilmiştir. V. Marchetti, J. D. Marks’ın CIA adlı kitabında Şer İttifakının şeytani çalışma tarzını ifade eden şu ifadeye burada yer vermekte fayda vardır: “Mesela büyük fakat kalkınmamış bir memleket söz konusu olduğu bir olayda, bir partinin sermayesine, partinin haberi olmadan para eklenmiştir.”2 Görülebileceği gibi Şer İttifakı Ecevit’e rağmen Ecevit’i iktidar yapmış ve yine ona rağmen, onu siyaset sahnesinden silebilmiştir. Bu operasyonunun ana sebebi nedir? 

“Hayır Diyebilen Bir Türkiye” İstenmemektedir 

Türkiye’deki darbeleri, genel hatları ile incelediğimizde, hepsinin en genel ve özgün ortak paydası, Şer İttifakının, Türkiye’de kendisine “hayır diyecek/diyebilecek” bir siyasi iktidar istememiş olmasıdır. Evet, uzun yıllar siyasette kalmış, değişik bakanlıklarda bulunmuş, bir siyasetçi olan Kamuran İnan’ın deyişi ile “Hayır Diyebilen Bir Türkiye” istenmemektedir:

“Teslimiyet bizde işin icabı haline gelmiş; asıldır. İstisnaların, kaide dışına çıkanların başına gelmedik kalmıyor. Devletin menfaat ve onurunu korumakta kararlı olanların karşısına dikilen bir iç cephe vardır. Alışılmışın dışına çıkanlar karşılarında bu cepheyi bulur... Büyük güçler hiçbir şeyi tesadüfe bırakmaz. Kendi menfaatlerini korumak, karşı tarafa kabul ettirmek için hiçbir tedbiri ihmal etmez, açık kapı bırakmazlar. Stratejik ve ekonomik bakımdan önemli menfaatleri bulunan memleket rejim ve idarecilerinin kendilerine yakın olması temel hedefleridir. Bu hedefi gelişme halinde olan memleketlerde kolay gerçekleştirirler. Bu gibi memleketlerde basın ve kamuoyunu yönlendirmek, iç müttefikler bulmak zor olmuyor. Bugün önemli sayıdaki memleket, özellikle Müslüman memleketteki idareler büyük güçlerin desteği ile ayakta durmaktadır; her bakımdan bağımlıdırlar. Kendi insanlarının menfaatinden ziyade, sanayileşmiş memleketlerin menfaatlerine hizmet ederler. 

Bu gibi memleketlerdeki darbeleri tesadüfe bağlamak veya halk hareketi olarak görmek yanlıştır. Bunların arkasında, genellikle, dış menfaat bulunmaktadır. Büyük güçlerin, uzun süre, HayIr işitmeye tahammülü yoktur. HayIr diyenler gider, yerlerine evet diyenler gelir. Nerede ve nasıl şişirildiği belli olmayan paraşütlerle siyaset meydana inen “lider”ler bizde de görülmüştür. ...Hiçbir şeyi tesadüfe bırakmayan büyük güçler, menfaatleri bulunan memleketlerde Evet’çilerin iktidar olmasını kolaylaştırıyor. Birçok memlekette -biz dâhil- iktidarların nasıl oluştuğu henüz ciddi bir şekilde araştırılmış, açıklık kazanmış değil. “Gizli kuvvetlerin gücünü ihmal etmemek lazım...”3 

Sonuç: Gereği Yapılırsa Sonu Zaferle Bitecek Zorlu ve Sıkıntılı Bir Süreç 

İstanbul Beşiktaş’ta Çevik Kuvvete ve Kayseri’de komandoları taşıyan bir otobüse yönelik canlı bomba saldırılarının ve Rusya büyükelçisinin çok garip bir şekilde Ankara’da öldürülmesinin, çok amaçlı ve çok mesajlı saldırılar olduğu kanaatindeyiz. MİT müsteşarı Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılmasının ardından başlayan Kadife Darbe süreci, nasıl 15 Temmuz ihanet darbe girişimine gelip dayanmış, çok aşamalı ve uzun vadeli bir stratejinin ürünü ise; Şer İttifakı tarafından Beşiktaş’ta Çevik Kuvvete yapılan saldırı da, kanaatimize göre yeni bir sürecin başlangıcıdır. Gözlemlerimize göre, “dolaylı harp stratejisi” kapsamında birbirine taban tabana zıt taktiklerle, çok farklı noktalarda, ortamlarda, farklı toplum kesimlerinde Türkiye’ye ard arda saldırılar düzenlenmek üzere bir strateji çizilmiş ve uygulamaya sokulmuş gibi gözükmektedir. Bu noktaya özel vurgu yapmamızın sebebi, Türkiye’nin Taksim Gezi Parkı olayını vaktinde, gerektiği gibi algılayamaması, değerlendirememesi ve yorumlayamaması; bundan dolayı da zamanında, gerekli tedbirleri alamaması, Şer İttifakına karşı gerekli birleşik cephe hareketini kurup, genişletip, geliştirememesidir. 

Türkiye bugün aynı hataya tekrar düşmemelidir. Dikkat edilmesi gereken bir başka nokta da, Gülen Hareketi merkezli, çeşitli tipte eylemler gerçekleştirebilecek yeni bir silahlı taşeron terör örgütünün sahaya sürülmesi ihtimalidir. Müslüman maskeli böyle bir örgütün sahaya çıkarılması, ciddi sosyolojik ayrışmaya sebebiyet verebilir. Şer İttifakının buradaki amacını ve hedefini iyi okumak gerekmektedir. Türkiye’nin bu gerçekleri görmesi, ders alması, özgür ve adil bir düzlemde tartışma imkânları ihdas ederek, güçlü ortak paydalar oluşturup bütünleşmesi ve Şer İttifakına karşı tek yürek olması tarihi bir sorumluluktur, zarurettir bugün. Henüz Vakit Varken; Yarın Çok Geç Olabilir. Zira Hz. Muhammed (s.) buyurur ki; “Şunu da bil ki nusret (i ilahî) sabırla birlikte gelir, kurtuluş da sıkıntıyla gelir, zorlukta da kolaylık vardır, bir zorluk iki kolaylığa asla galebe çalamayacaktır.”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...