(Milli Gazete)
Giriş
Türkiye’de yapılan bütün darbelerle ilgili yayınlanan belge,
makale, yorum ve hatıratların analizinden, rengi ne olursa olsun, siyasi
iktidarların düşürülme nedenlerini, aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:
Şer ittifakı;
Türkiye’nin sanayileşmesini ve ileri teknolojiye sahip
olmasını,
Türkiye’nin savunma sanayiine sahip olmasını,
Türkiye’nin çok güçlü bir tarım ülkesi olmasını,
Türkiye’nin küresel sermayeyi sınırlandırmasını ve stratejik
alanlara girmesine mani olmasını,
Türkiye’nin kendi yağıyla kavrulup ayakları üzerinde dik
durmasını,
Türkiye’nin komşuları (İran/Irak/Suriye/Yunanistan… v.b.)
ile ilişkilerinin çok iyi olmasını,
Türkiye’nin NATO karşıtı ülkelerle (SSCB/Rusya v.b.) iyi
ilişkiler geliştirmesini,
Türkiye’nin eksen değiştirmesini,
Türkiye’nin İslâm ülkelerinin liderliğini üstlenmesini,
Türkiye’nin Osmanlı coğrafyasında etkili olmasını,
Türkiye’nin bölgesel güç olmasını,
Türkiye’nin millet olarak/ülke olarak bir ve bütün olmasını,
Türkiye’nin, şer ittifakının Türkiye’den istediklerini
sorgulamasını, “Hayır demesini”,
Türkiye’nin ABD’den bağımsız bir şekilde kendi kendini
yapılandırmasını, Mason, Sabatayist ve Amerikan işbirlikçilerini tasfiye
etmesini,
Türkiye’nin kendi kültür ve medeniyet kodlarına geri
dönmesini istememektedir.
Henry Kissinger, “Dostumuz olan ülkeler, Washington
tarafından çizilen genel çerçeve içerisinde kalmak kaydıyla bulundukları
bölgedeki çıkarlarını kendileri hararetle takip etmelidirler.” (1) derken
“dost” (!) dedikleri ülkelerin birer ABD uydusu, kölesi olmaları gerektiğini;
bu çerçevenin dışına çıkanların iktidarda kalamayacağını, direndikleri sürece
de başlarına her türlü belanın açılmak isteneceğini ifade etmiştir.
Son bir ay içerisinde yapılan dört büyük eylem, Şer ittifakı
tarafından yönetilen dört ayrı terör örgütü tarafından
üstlenilmiştir/üstlendirilmiştir. Bunun anlamı, Şer ittifakı, Türkiye’yi bir
terör kıskacına almak ve Türkiye için öngördükleri “dairenin içine” yani
2000’deki “fabrika ayarlarına geri dönmesini” istemektedir. Ana mesaj
budur.
Türkiye, yukarıda ifade edilen 15 maddeden vazgeçmediği
sürece, Şer ittifakı Türkiye’yi, her türlü terör sarmalına sokmak isteyecektir.
Bu gerçeğin, öncelikle tüm siyasi aktörler tarafından sonra da, milletimiz
tarafından iyi görülmesi ve anlaşılması gerekmektedir. Bunun için biz
yukarıdaki 15 maddeden bazılarını (6.-11. Maddeler) genel hatları ile ele alıp
inceleyeceğiz. Bunu yapmaktaki amacımız, geçmişteki iktidarların başına
gelenlerle, bugün vuku bulan olaylar arasında ilişki kurarak karşı karşıya
kaldığımız sorunun, partiler üstü bir sorun, Türkiye’nin geleceğine ilişkin bir
sorun olduğunu ortaya koymaktır. Eğer bunda, öncelikle siyasal, sonra bir
toplumsal bir mutabakat sağlanabilirse; şer ittifakına karşı gerçek anlamda,
Geniş Katılımlı Birleşik Cephe kurulup bir karşı harekât başlatılabilir.
Bu amaçla burada, yol boyu, tüm darbelerde ortak birer payda
olan 6.-11. maddeleri, ele alıp değerlendireceğiz.
DP’nin NATO Dışı Ülkelerle İlişki Kurması ve 27 Mayıs
Darbesi
27 Mayıs 1960 Darbesinde önemli etkenlerden biri, DP
(Demokrat Parti) iktidarının Varşova Paktı ülkeleri ve Üçüncü Dünya Ülkeleri ile
de ilişki kurmak istemesidir. DP’nin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, NATO
dışındaki ülkelerle de ilişki kurulmasının, Türkiye’nin menfaatine olduğuna
Menderes’i ikna etmeye çalışmış ve de ikna etmiştir:
“Bizim en büyük hatamız, kayıtsız şartsız Amerika’ya tâbi
olmamız.
Böyle bir politika sonsuza kadar devam edemez. Türkiye
sırtını Amerika’ya dayamakla hiçbir sonuca varamaz. Aksine, kendimizden çok şey
veririz, yine de onları memnun edemeyiz…
Türkiye, NATO ve Amerika’nın yanı sıra üçüncü Dünya ülkeleri
ve Sovyetler ile belli ölçüde ve Türkiye’nin çıkarları doğrultusunda yeni bir
politika izlemek zorundadır…
Bir yıldan beri Adnan Beye bunu telkin ediyorum…
Adnan Bey, bu ısrarlarım karşısında Sovyetlerle ekonomik
alanda işbirliği yapılmasını ve Üçüncü Dünya ülkelerinin lideri durumunda
bulunan Hindistan ile ilişki kurulmasını kabul etti. Ben de Başbakan Adnan
Menderes’in Moskova’yı resmen ziyaret etmesi için gerekli girişimlerde
bulundum.
Bu girişimlerin özellikle Amerika’yı rahatsız ettiğini de
biliyorum.
Tahminime göre 1960 ortalarına doğru Adnan Menderes
Moskova’ya gidecek.” (2,3).
Menderes’in özel kaleminde çalışmış bulunan Dışişleri
Bakanlığı eski Müsteşarı Büyükelçi Ercüment Yavuzalp ile Büyükelçi Semih Günver
de, bakanın açıklamaları ile paralellik arz eden bazı değerlendirmelerde
bulunmuşlardır (4,5). Semih Günver açıklamalarında, NATO dışı ülkelerle ilişki
kurulmasından dolayı CIA’nın DP’ye karşı bir harekât başlattığını ifade
etmiştir:
‘CIA’nın derhal harekete geçtiği, ziyareti önlemeye
çalıştığı intibaı alındı.
Aslında Washington, Moskova ziyaretinden hiç mi hiç
hoşlanmamıştı.
1947’den beri Amerika’nın dümen suyuna girmiş bir ülkenin
hükümeti ilk kez kendi başına bir harekete tevessül ediyordu. …NATO üyesi bir
müttefikin Amerika’dan izin almadan Moskova ile diyalog kurmaya kalkışması,
NATO içinde ve hür dünyada siyasi dalgalanmalara yol açabilecek bir olaydı.”
(5)
Eski Başbakanlardan Nihat Erim, Kıbrıs meselesinde tam
bağımsız ve millî bir dış politika uygulayarak Kıbrıs’ın elden gitmesini
engelleyen insan olarak Fatin Rüştü Zorlu’yu görmektedir:
“…Zorlu, gerçekten zorlu bir diplomattı. Kariyerden yetişmiş
bir hariciyeci idi.
Bize Kıbrıs’a müdahale hakkını tanıyan Zürih ve Londra
Antlaşmalarının hazırlanış ve imzalanmasında onun büyük hizmetleri olmuştur.”
(6)
Eski Dışişleri Bakanlarından İhsan Sabri Çağlayangil ise,
ABD’ye rağmen Kıbrıs’ta elde ettiği başarının, Zorlu’yu, idama kadar
götürdüğünü, imalı bir şekilde ifade etmektedir:
“Fatin Zorlu’nun Dışişleri Bakanlığı’ndaki icraatı, parlak
neticelerle doludur.
Akıbeti ile icraatı arasında bir ilişki kurmak mümkün
değildir.
Akıbetine, siyasi demekten başka çare yoktur.
Meselâ, Kıbrıs’ı ele alalım.
Kıbrıs’ta Türkiye’nin vazgeçilmiş bütün haklarını yeniden
tesis eden, sonunda Türk askeri kuvvetlerini Kıbrıs’a şan, şerefle ithal eden
bütün antlaşmaları hazırlayan, çalışan ve sonunda imza eden hep Sayın Zorlu
olmuştur.
Lozan Antlaşmasındaki Kıbrıs’ın, İngiltere’ye terk edileceği
sarahatine rağmen, Türkiye’nin Kıbrıs üzerinde yeniden konuşması ve yeniden hak
kazanması, Fatin Beyin yürüttüğü çok başarılı siyaset sayesinde neticelenmiştir.”(3)
Türkiye, Zürih ve Londra Antlaşmalarına dayanarak Kıbrıs’a
yaptığı tüm müdahalelerde, hep “dostumuz” (!) ve “stratejik ortağımız” (!) olan
ABD’nin ambargosuyla karşılaşmıştır.
Sonuç olarak, 27 Mayıs darbesine giden süreçte, DP’nin
ABD’ye rağmen, günün şartlarına uygun olarak uyguladığı bu bağımsız ve millî
dış politikanın, çok önemli bir etken olduğu görülmektedir.
Türkiye’nin yol boyu böyle bir bağımsız ve millî politika
uygulaması durumunda, ABD, Türkiye’yi yola getirecek yeni bir formül olarak
Ermeni ve Kürt sorununu masaya yatırmış; daha sonra Türkiye’nin başına bela
olacak Asala ve PKK terörünün alt yapısını inşa etmeye başlamıştır. Bundan da
ilk haberdar olan Fatin Rüştü Zorlu olmuştur:
“1958’in ortalarına doğru ABD, Türkiye’ye karşı yeni bir
plan hazırlamıştı.
Buna göre Türkiye’yi emirlerine uyan bir uydusu gibi
gördüğünden, yeni izlenecek siyasette Türkiye, Amerika’nın çıkarları oranında
desteklenecekti.
Türkiye tarafından Amerika’nın başını ağrıtacak veya
çıkarlarına aykırı düşecek davranışlarda bulunulursa Türkiye desteklenmeyecek
veya çeşitli alternatiflerle Türkiye için sorunlar yaratılabilecekti.
Bunlar arasında Ermeni ve Kürt sorunları, hazırlanan yeni
planda yerini almıştı. Amerika’nın gizli olarak hazırladığı yeni planı ilk öğrenen,
zamanın Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu olmuştu” (2,3).
Şimdi soru şudur: 27 Mayıs darbesi niçin olmuştur ve niçin 3
kişi idam edilmiştir? Ele aldığımız konu açısından bu sorunun cevabı, ABD ve
NATO’dan bağımsız ve millî olan bir dış politikanın yürürlüğe sokulması ve
bunun da öncülüğünü, idam edilen üç kişinin yapmış olmasıdır.
AP’nin NATO Dışı Ülkelerle İlişki Kurması ve 12 Mart
Muhtırası
AP (Adalet Partisi)’nin ABD ile ilişkilerinin dış politika
açısından bozulmasında; 1- Kıbrıs Politikası, 2- İslâm ülkeleri ile iyi
ilişkiler kurulması, 3- SSCB ile iyi ilişkiler kurulması, 4- Üçüncü Dünya
Ülkeleri, Bağlantısızlar Hareketi ile ilişkilerin geliştirilmesi olmak üzere
dört parametre etkilidir.
Dönemin Başbakanı Demirel’in değişik zamanlarda, bu konularla
ilgili yaptığı açıklamalar, konuya ışık tutacak mahiyettedir:
“Biz komşularımızla iyi münasebetler içinde olmaya, ticari
ve kültürel münasebetlerimizi geliştirmeye, etrafımızdaki bir dostluk halesi
kurmaya giriştiğimiz zaman Birleşik Amerika Devletleri bundan rahatsız
oldu.
Bilhassa bizim Sovyetlerle münasebetlerimizi düzeltmeye
girişmemizden rahatsız oldu.”…İlk mesele buradan başlar.”
“… Sovyetler bir U-2 uçağı düşürdüler. Bu U-2 uçağı
İncirlikten kalkmış. Ankara’da Sovyetlerle müzakerelerde bulunurken, ilk
müzakerelerdir bunlar, Kosigin bundan şikâyet etti: “Bu, iyi komşuluğa
yakışmaz” dedi.
Biz düşündük, hakikaten dediği laf doğrudur. Sonra
askerlerimize sorduk; “bize lâzım mıdır bu uçağın çektiği fotoğraflar. Hayır,
dediler, bunlar bize lâzım değil, Pentagon’a lâzımdır. Biz bunların çok zaman
neticelerini dahi bilmeyiz.
Biz de Ruslara, Boğaz’ın önünde bulundurdukları hidrografi
gemilerini şikâyet ettik. Çekin dedik hidrografi gemisini, biz de U-2
uçaklarına izin vermeyiz.
Biz U-2 uçaklarının uçuşunu durdurmuşuzdur ve Birleşik
Amerika’ya demişizdir ki, buradan uçmayın. Hoşlanmamışlardır bundan.”
…Sanki kendi ülkelerinin bir parçası gibi Türkiye’yi
kullanır durumda olmaları kolaylarına geliyordu.” (7).
“Bizim 1967’de bazı projelerimiz vardı. … Bunları batılılara
söyledik. Bunları finanse eder misiniz dedik. Etmeyiz dediler.
Sovyetlere sorduk, siz bunları finanse eder misiniz? Ederiz
dediler.
Sovyetler ile müzakere ettik, bunların inşasına geçtik.
Bundan da rahatsız oldular. Batı rahatsız oldu bundan.
1967’de Amerikan Sefiri Başbakanlığa geldi, beni ziyaret
etti…
Kapıdan girdi, daha oturmadan. diye bana sordu. Yani,
.
Sovyetlerle bizim münasebetlerimizi düzeltmemizden çok
rahatsız olmuştu Amerika.” (7).
Demirel Döneminde SSCB ile başlatılan ilişkiler sonucu, ilk
kez bir SSCB Başbakanı, A. Kosigin, 20-27 Aralık 1966 tarihleri arasında
Türkiye’yi ziyaret etmiştir. 25 Mart 1967’te TC ile SSCB arasında, Türkiye’de
kurulacak yedi sanayi birimi için teknik ve parasal yardım antlaşması
imzalanmıştır. 19-29 Eylül 1967 tarihleri arasında Başbakan Süleyman Demirel,
SSCB’yi ziyaret etmiştir. Bu görüşmelerin ardından TC ile SSCB arasında yeni anlaşmalar
imzalanmış, üst düzey ziyaret trafiği çok sıklaşmıştır (8).
Demirel döneminde ABD’yi rahatsız eden önemli dış politika
konularından biri de, Arap- İsrail savaşında Türkiye’nin tutumudur. 1967
Arap-İsrail savaşında Türkiye, Araplardan yana tavır koymuş, bir taraftan
Kızılay kanalı ile yardımları başlatmış; diğer taraftan Birleşmiş Milletler
Genel Kurulu’nda olağanüstü toplantıda konu görüşülürken Türkiye, Araplara
destek vermiş, İsrail’i işgalci olarak göstermiştir (7).
1970 yılında Ürdün ile Filistin kurtuluş Örgütü arasında
çıkan çatışma, Suriye’yi de içine alacak tarzda genişleyince, ABD olaylara
müdahale etmek için Türkiye’deki üsleri kullanmak istemiştir; Türkiye, buna
müsaade etmemiştir (7).
Bütün bu gelişmelerin sonucunda Demirel Hükümeti, ABD/NATO
işbirlikçisi bir askeri cunta tarafından 12 Mart Muhtırası ile düşürülmüştür.
Sonuç: Yorumsuz!
Gerek Menderes ve gerekse Demirel Hükümetleri, uyguladıkları
dış politika ile ABD tarafından Türkiye’ye “çizilen dairenin dışına
çıkmışlardır”. Bu nedenle her iki lider de, darbe/muhtıra ile düşürülmüştür.
ABD/NATO, sivil İktidarlardan alamadıklarını ve sivil iktidarlara
yaptırtamadıklarını, darbe dönemi hükümetlerinden almışlar ve her istediklerini
onlara yaptırtmışlardır. Dönemin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil, bu
konuda önemli bir tespitte bulunmaktadır:
“Amerika, şuna aldırmaz: Bir memlekette demokratik idare
olmuş, şoven idare olmuş, faşist idare olmuş, ona hiç bakmaz.
Amerika, o memleketin kendisine ne ölçüde tâbi olduğuna,
kendi politikasına ne dereceye kadar satelit (uydu) haline gelebileceğine
bakar.
Amerika, eğer bir Nihat Erim Hükümeti ile haşhaşı men
ettirebilecekse, Türkiye’nin lâyık olduğu idare tarzı Nihat Erim hükümetidir.”
(8).
Kaynaklar:
Chomsky, N., ABD Terörü-Terörizm Kültürü, Pınar Yayınları,
İstanbul, 1991, s. 200-205.
Bağlum, K., Anıpolitik 1945-1960, Bilgi Yayınları, Ankara,
1991, s. 229-230
Yetkin, Ç., Türkiye’de Askeri darbeler ve Amerika, Kilit
Yayınları, Ankara, s.63-68
Yavuzalp, E., Menderes’le Anılar, Bilgi yayınları, Ankara,
1991, s.72.
Günver, S., Fatin Rüştü Zorlunun Öyküsü, Bilgi yayınları,
Ankara, 1985, s.133.
Ilıcak, N., 15 Yıl sonra 27 Mayıs Yargılanıyor; Kervan
Yayınları, İstanbul, 1978, C:1, s.169
Yetkin, Ç., age. s. 111-121.
Cem , İ., Tarih Açısından 12 Mart, C. II-Tarihteki Yeri ve
Sonuçları, Cem Yayınları, İstanbul, 1977, s. 51.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder