30 Eylül 2016 Cuma

Kadife Darbeden Askerî Darbeye-11: HZ. MUSA, “KAVGA EDEN İKİ ADAM” VE “YARGISIZ İNFAZ”

 (Milli Gazete)

Giriş

15 Temmuz Askerî darbe girişimi sonrasında Türkiye’de “Açığa alma, Tutuklama ve İhraç listesinde” yer alan insanların, herhangi bir belge sunulmadan ve yargı önüne çıkarılmadan, memuriyetten ihraç edilmesi ve/veya “mallarına el konulması” (ihtiyatî tedbir) konusu, bu yazıda,“Hz. Musa ve Kavga Eden İki Adam” olayı çerçevesinde ele alınıp değerlendirilecektir. 

“Kavga Eden İki Adam”, Hz. Musa ve “Yargısız İnfaz” 

Burada, Gençlik döneminin belli bir evresine kadar sarayda büyüyen ve yaşayan Hz. Musa’nın, sokakta kavga eden iki adama rastladığı zaman, başına gelen olay, bizim konumuzla ilgili olduğu için, ele alınmaktadır. 

Kur’an, bu olaya yer vermeden önce, “erginlik çağına/”yiğitlik çağına” ulaşıp olgunlaşmış olan Hz. Musa’ya, Allah’ın “hüküm, hikmet” ve “ilim vererek” ödüllendirdiğini belirtmektedir (28 Kasas 14). 

Bundan sonraki ayette ise, Hz. Musa’nın şehirde, birisi kendi kavmi İsrail oğullarından, diğeri de, Firavun’un kavmi Kıptilerden olan iki kişinin kavgasına müdahale ettiği ifade edilmektedir:

“(Musa,) Halkının haberi olmadığı bir zamanda şehre girdi, orda kavga etmekte olan iki adam buldu; bu kendi taraftarlarından, şu da düşmanlarından. Derken taraftarlarından olan, düşmanlarından olana karşı ondan yardım istedi. Bunun üzerine ona bir yumruk attı ve işini bitiriverdi.” (28 Kasas 15).

Kendisine ilim, hikmet ve hüküm verilmiş olan Hz. Musa’nın ilk yapması gereken iş, kavga eden tarafları ayırıp, tarafları dinlemek, sonra da kararını açıklayıp gereğini yapmak şeklinde bir arabuluculuk/hakemlik yapmak olmalıydı. Ayete göre, Hz. Musa, böyle davranmadı; hiçbir sorgulama yapmadan, kendi kavminden olana yardım ederek Kıpti’yi bir yumrukla öldürmüş, yani “yargısız infaz” yapmıştır. 

İlim, hikmet ve hüküm sahibi olan Hz. Musa, bir an için, muhtemelen, İsrailoğullarının maruz kaldığı zulme karşı duyduğu öfkenin ve “heyecanlı kişiliğinin” tesiri altında kalarak yanlış bir tutum, tavır ve davranış sergilemiştir. 

Hz. Musa, yaptığı davranışın yanlış olduğunu hemen anlamış ve “Sonra da: «Bu şeytanın işindendir; o, gerçekten açıkça saptırıcı bir düşmandır»” (28 Kasas 15) demiştir. Yaptığı bu hatadan dolayı; «Rabbim, gerçek şu ki, ben kendi nefsime zulmettim, artık beni bağışla.» diyerek Allah’tan af dilemiştir (28 Kasas 16). Allah da onu bağışlamıştır (28 Kasas 16). Allah’ın kendisini bağışlaması üzerine, Allah’a «Rabbim, bana verdiğin nimetler adına, artık suçlu-günahkârlara destekçi olmayacağım.» (28 Kasas 17) sözünü vermiştir.

Bugün 15 Temmuz Askerî Darbe Girişimi sonrasında, darbecilerle ilgili başlatılan temizlik operasyonlarında, “Açığa Alma, Tutuklama ve İhraçla” ilgili işlemlerde, Hz. Musa gibi davranılmakta, gerekli belge, delil ortaya konmadan, muhataplar yargılanmadan öfke ile cezalandırılmaktadır. Bu kararları verip uygulayanlar, şeytanın tuzağına düşerek “kendi nefislerine zulmetmekte”; muhataplara da “yargısız infaz” uygulamaktadırlar. 

Ancak daha sonraları, “Açığa Alma, Tutuklama ve İhraçla” ilgili işlemlerde Başbakan ve Cumhurbaşkanı, “at izi, it izine karışmıştır” diyerek, hata yapıldığını ifade etmişlerdir. Tıpkı Hz. Musa’nın birinci günkü kavgada takındığı tavırdan dolayı hata yaptığını, söylemesi gibi.

Bir gün önce Hz. Musa’dan yardım isteyen, kendi kavminden olan şahıs, ertesi gün bir başka Kıpti ile kavga ederken gene Hz. Musa’dan yardım istemiştir:

“Bir de baktı ki, dün kendisinden yardım isteyen (kişi, bugün de) kendisine yardım için bağırıyor. Musa, ona dedi ki: «Sen gerçekten açıkça bir azgınsın.»” (28 Kasas 18)

Ancak ,«Sen gerçekten açıkça bir azgınsın.»” dediği, aynı “suçlu-günahkâra” gene “destekçi olmağa” kalkmıştır (28 Kasas 19). Bunun üzerine, Kıptilerden olan Şahıs, “«Ey Musa, dün birini öldürdüğün gibi, bugün de beni mi öldürmek istiyorsun? Sen yeryüzünde yalnızca bir zorba olmak istiyorsun, ıslah edicilerden olmak/ ara buluculardan olmak istemiyorsun.»” (28 Kasas 19) uyarısında bulunarak; yaptığı işin, adeta “yargısız infaz” olduğunu, “zorbalık olduğunu” hatırlatmak istemiştir.

Ne yazık ki 15 Temmuz ihanet hareketi sonrasında, darbecilerle ilgili başlatılan temizlik operasyonlarında, “Açığa Alma, Tutuklama ve İhraçla” ilgili işlemlerde, hata yapıldığı söylenmiş olmasına rağmen, Hz. Musa’nın yaptığı gibi, gene aynı hataların yapılmasına devam edilmektedir. 

Hz. Musa, ikinci günde karıştığı olayın devamını getirememiştir. Çünkü birinci gün öldürdüğü adamdan dolayı sarayda, kendisi hakkında ölüm kararı vermek üzere bir toplantı yapıldığı haberi, “Şehrin öbür yakasından koşarak gelen bir adam” tarafından kendisine ulaştırılmıştır. Haberci, şehri terk etmesinin yararlı olacağını ona söylemiştir (28 Kasas 20).

15 Temmuz ihanet hareketi de, sadece sürecin bir parçasıdır; süreç devam etmektedir. Ana amaç, sadece siyasî iktidarı iktidardan düşürmek değil; aynı zamanda da yeni sosyolojik fay hatları inşa ederek Türkiye’yi sosyolojik olarak bölmektir, Suriyeleştirmektir. Sosyolojik savaşın etkileri anında değil, yıllar sonra görülebilir, yavaş ve tedricidir. Farkına varıldığı zaman da “kurbağa haşlanmış” ve iş bitmiştir. 

Bu nedenle bugün, sosyolojik savaş amaçlı bir darbe girişimi stratejisinin izlendiği göz önüne alınarak bir tuzağa düşülmemelidir. Adil bir yargılama süreci, acilen devreye sokulmalıdır. Bu süreçte Türkiye, gizli sosyolojik savaş ajanlarına karşı teyakkuz halinde olmalıdır. 

Başta şer ittifakı (ABD-İngiltere-İsrail-Siyonizm) olmak üzere Batı dünyası, Türkiye’ye savaş açmış bulunmaktadır. Hz. Musa’yı uyararak yardımcı olmak için “şehrin öbür yakasından koşarak gelen adam” gibi, siyasal iktidarın dışında olup da Türkiye’nin ve İslâm dünyasının geleceği için yardımcı olmak isteyen insanlar, yapılar, hareketler vardır, var olacaktır. Bunlar farklı görüş ve teklifler yapabilirler. Lütfen, durun ve söz söyleyenleri dinleyin ve söylenenler üzerinde tefekkür edin. Bu süreçte, iyi niyetle ortaya konan her karşı görüşü, düşmanlık ve hainlik olarak görmek, nitelendirmek ve suçlamak yanlıştır, tehlikelidir. 

Hz. Musa’nın, yaptığı hatadan dolayı; «Rabbim, gerçek şu ki, ben kendi nefsime zulmettim, artık beni bağışla.» (28 Kasas 16) demesi gibi bu süreçte hata yaparak nefsine zulmetmiş olanlar olabilir.

“Nefsine Zulmetmek”

Hz. Musa, yaptığı davranışın yanlış olduğunu anladığında; “ «Bu şeytanın işindendir; o, gerçekten açıkça saptırıcı bir düşmandır»” (28 Kasas 15), «Rabbim, gerçek şu ki, ben kendi nefsime zulmettim, artık beni bağışla.»(28 Kasas 16) ve «Rabbim, bana verdiğin nimetler adına, artık suçlu-günahkârlara destekçi olmayacağım.» (28 Kasas 17) demesi, çok genel bir mesaj ihtiva etmektedir. 

O nedenle Hz. Musa’nın başına gelen bu olayı, sadece Hz. Musa’ya özgü olarak algılamak yanlıştır. Allah’ın ilim, hikmet ve hüküm verdiği, seçip peygamber yapacağı bir kulunun başına bu tür olayların gelmesine müsaade etmesinin sebebi, ondan sonra gelecek mü’min nesilleri eğitmek ve onlara yol göstermek içindir.

Öyleyse “nefsine zulmetmekten” kasıt nedir?

Zulüm, “haddini aşıp, bir hakkı/bir şeyi, ait olduğu yerin dışında başka bir yere koymaktır”(2). Adaletin zıddıdır. 

“Nefsine zulmetmek” tabiri, Kur’an’da değişik ayetlerde yer almaktadır (7 Araf 23; 11 Hud 101; 16 Nahl 118; 3 Ali İmran 117). Konuyu en güzel bir şekilde açıklayabilecek olan, ilk yaratılış olayından bahseden ayetlerdir. Allah, Hz. Âdem ile eşini Cennete yerleştirmiş ve onlara; «Ey Adem, sen ve eşin cennette yerleş. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.» (2 Bakara 35; 7 Araf 19), «Şeytan (İblis) gerçekten sana da, eşine de düşmandır; sakın sizi cennetten sürüp çıkarmasın, sonra mutsuz olursun.» (20 Taha 117), “Senin acıkmaman ve çıplak kalmaman cennette kalmana bağlıdır.» (20 Taha 118), “gerçekten sen burada susamayacaksın ve güneş altında yanmayacaksın da.» (20 Taha 119) şeklinde bir açıklama yaparak, tâbi oldukları hukuku belirlemiştir. Va’zedilen hukuk sisteminde tek yasak, özel bir ağaca yaklaşmamak, onun meyvesinden yememektir. Bu ihlâli yaptıkları zaman, “zalimlerden olacaklar, cennetten çıkarılacaklar, çıplak kalabilecekler, aç, susuz kalabilecekler, güneş altında yanabileceklerdir. 

Kendilerine tayin ettiği hukuk kurallarını çiğneyip yasak ağacın meyvesinden yediklerinde, Allah onlara, «Ben sizi bu ağaçtan men etmemiş miydim? Ve şeytanın da sizin gerçekten apaçık bir düşmanınız olduğunu söylememiş miydim?» (7 Araf 22) dediğinde; Hz. Âdemle eşi, «Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik, eğer bizi bağışlamazsan ve esirgemezsen, gerçekten hüsrana uğrayanlardan olacağız.» (7 Araf 23) şeklinde cevap vermişlerdir. 

Va’zedilen hukuk sistemini bozdukları için, “zalim” olmuşlar; zalim oldukları için de kendilerine bahşedilen nimetlerden mahrum kalmışlardır. Ruhlarının ve bedenlerinin ihtiyaçlarını karşılayacak nimetlere getirilen kısıtlama ile kendi kendilerini cezalandırarak, kendilerine zulmetmişlerdir.

Hz. Musa’nın “ben nefsime zulmettim” ifadesi ile “suçlu-günahkârlara destekçi olmayacağım” ifadesi arasında, Hz. Âdem olayına benzer bir ilişki vardır. Hz. Musa, kavga eden iki adam olayında, kendisine verilen ilim, hikmet ve hükme uygun davranmamış, gerçeği araştırmadan, suçlu suçsuz ayırımı yapmadan, kendi kavminden olanın tarafında yer alarak, ilâhi sünnete aykırı davranmış; ilâhi sünnetin yasalarını ihlal ederek suç işlemiştir. Bundan dolayı da nefsine zulmetmiştir.

Sonuç: Ey iman edenler “nefsinize zulmetmeyin”

Bugün, 15 Temmuz İhanet hareketi sonrasında “Açığa Alma, Tutuklama ve İhraç Etme” ile ilgili tutulan yol ve yaklaşım ile Hz. Musa’nın Kavga eden iki adamla ilgili takındığı tavır arasında bir benzerlik vardır.

15 Temmuz İhanet Hareketi sonrasında, 2400 civarında akademisyen, binlerce öğretmen ve memur, genel olarak, istisnaları olabilir, Hz. Musa’nın “kavga eden iki adam” olayında olduğu gibi, suçlananlara hiçbir şey sorulmadan, savunma hakkı verilmeden, yargı önüne çıkarılmadan, hattâ ve hattâ ne ile suçlandıkları gerektiği gibi izah edilmeden, MİT, istihbarat raporları ve idari amirlerin görüşlerine dayanılarak, üniversitelerden ve çeşitli devlet dairelerinden ihraç edilmişlerdir. 

Hz. Musa’nın sorgusuz sualsiz, bir adamı vurup öldürmesi ile bu uygulama arasında ne fark vardır?

İzlenen bu yol, yanlıştır ve “yargısız infazdır”. Bu, iyi bir gelenek oluşturmayacak; gelecekte de hep örnek alınacaktır. 

O nedenle Ey Allah’a ve Ahiret’e iman edenler, “Zulmedenlere eğilim göstermeyin, yoksa size ateş dokunur.”(11 Hud 113).

28 Kasas 15-19 ayetleri kapsamında dile getirilen hata, sadece farklı kavimlerle ilgili olmayıp, aynı zamanda farklı siyasî parti, cemaat, tarikat, mezhep ve din mensupları arasındaki adaletsiz tutum, tavır ve davranışlar için de geçerlidir. 

Kendisine ilim, hikmet ve hüküm verilmiş olan Hz. Musa, yukarıda ifade edilen hatayı yapabiliyorsa; bugünkü liderler de, hata yapabilir; hata yapma ihtimalleri çok çok daha yüksektir. Bugünkü liderlere hatırlatma yaparak yardımcı olmak; Allah’a ve Ahiret’e iman eden, “temiz akıl”, “salih amel” ve “fazilet” sahiplerinin” sorumluluğudur:

“… Yeryüzünde bozgunculuğu önleyecek fazilet sahibi kişiler bulunmalı değil miydi? Zulmedenler ise, içinde bulundukları refahın peşine düştüler. Onlar, suçlu-günahkârlardı.”(11 Hud 116).

Öyleyse; Ey Allah’a ve Ahiret’e iman eden “temiz akıl”, “salih amel” ve “fazilet” sahipleri, sorumluluğunuzu yerine getirin!

HENÜZ VAKİT VARKEN; YARIN ÇOK GEÇ OLABİLİR!

Kaynaklar

1- Yazır, E.H., Hak Dini Kur’an Dili, Azim Dağıtım, İstanbul, cilt 1, s: 276.

 

23 Eylül 2016 Cuma

KADİFE DARBEDEN ASKERİ DARBEYE-10: “At İzini İt İzine Karıştırtan” Fitne: “Yargısız İnfaz”

 (Milli Gazete)

15 Temmuz Askeri darbe girişimi sonrasında Türkiye’de “Açığa Alma, Tutuklama ve İhraç listesinde” yer alan insan unsurlarının, herhangi bir belge sunmadan ve yargı önüne çıkarılmadan, memuriyetten ihraç edilmesi ve/veya “mallarına el konulması”/”ihtiyatı tedbir” konulması konusu, Hz. Davud ve “İki Davalı/Hasım Kıssası” çerçevesinde, ele alınıp değerlendirilecektir.

“Açığa Alınan, Tutuklanan ve İhraç Edilen” İnsan Unsurları

“Açığa Alma, Tutuklama ve İhraç Listelerinde” kaba hatları ile1- Elinde silah olan Güvenlik Mensupları (asker, polis, istihbaratçı), 2- Yargı Mensupları (hâkim, savcı), 3- Eğitim Camiası (öğretmenler, akademisyenler), 4- Devletin değişik kurumlardaki personel, 5- Değişik STK üyeleri ve 6- Çzel sektör mensupları (mahalle esnafı, patronlar ve yöneticiler) yer almaktadır.

Bunlardan darbeye fiilen iştirak ettiği belgelenmiş her kim varsa, tutuklu olarak yargılanmalıdır. Fiilen darbeye iştirak etmemiş, “makul şüpheli” konumundaki silahlı polis-asker-istihbarat elemanlarını tedbir olarak açığa alarak ya da tutuklayarak etkisiz hale getirip sonra yargılamak adıl bir yaklaşımdır. Ancak bu sınıftaki insan unsurunu, mahkemeye çıkartmadan ihraç etmek adil değildir. Elinde silah olmayan yargı mensuplarını, karar verme sürecinde etkili olabilecekleri için, öncelikle “merkez valileri” gibi kızağa çekerek, karar verme sürecinde etkisiz hale getirmek, sonra da yargılamak, gerekmektedir. Elinde silah olmayan akademisyenleri, öğretmenleri ve diğer sivil devlet görevlilerini ise tedbir olarak her türlü idari görevden almak ve fakat diğer görevlerine devam etmesini sağlamak daha uygundur. Bu insan unsuru, hakkında sağlam deliller elde edildiğinde de, yargının önüne mutlaka çıkarılmalıdır.

Bugün işin pratiği böyle değildir. Sosyolojik savaş ajanları devrede olup ülkeyi bir kaosa doğru sürüklemeye çalışmaktadırlar.

Hz. Davud Ve İki Davacı: “Hasım Kıssası”

Hz. Davud, gençlik yıllarında Talut’un ordusunda Calut’a karşı savaşmak üzere yer almış ve düşman komutanı Calut’u öldürmüştür (2 Bakara 249-251). Allah, Hz. Davud’a, daha sonra, “mülk/iktidar”, “hikmet”, “Hitabet gücü” ve “Kitap vermiştir”, Zebur, (4 Nisa 163; 17 İsra 55; 38 Sad 18-20). Hz. Davud›un düzenli zikir yapması ve yaptığı zikre, “dağların ve kuşların iştirak etmiş olması, ona has bir özelliktir (34 Sebe 10, 38 Sad 18-19). Hz. Davud’a, “demir madenini işleme, şekillendirme” (“askeri zırh yapma”), güç ve yeteneği de verilmiştir(34 Sebe 10-11).

Peygamber ve hükümdar olan Hz. Davud, ibadet ve zikir ile meşgulken, her türlü güvenlik duvarını aşarak yanına girebilen (38 Sad 21) iki kişiyi, karşısında görünce tedirgin olmuştur:

“Davud(un yanın)›a girdiklerinde, o, onlardan ürkmüştü; onlar dediler ki: Korkma, iki davacıyız, birimiz diğerimize haksızlıkta bulundu. Şimdi sen aramızda hak ile hükmet, kararında zulme sapma ve bizi doğru yolun ortasına yöneltip-ilet. (38 Sad 22).

Calut gibi bir zalimi, gençliğinde öldürebilen bir kahraman olan Hz. Davud, çok yüksek olan güvenlik duvarını aşıp yanına gelebilen bu iki yabancıdan “korkmuştur”/”telaşlanmıştır”. Belki de yanına nasıl ulaşabildiklerinin şokunu yaşamıştır.

Buradan çıkarılabilecek önemli bir ders, hiç kimse, gücü, kuvveti ne olursa olsun kendini mutlak güvende hissetmemelidir. “Barış dönemlerinin geçici dönemler olduğunu unutmamalıdır.” Gururlanmamalı, kibirlenmemelidir. “Artık bundan sonra bu ülkede darbe olmaz diyenler”, “kafanızdan komploları atın”, ”siz hâlâ oralarda mısınız diyenler”, hiç beklenmedik bir anda başlayan Taksim Gezi Parkı olaylarını ve beraberinde gelen Kadife Darbe sürecini ve 15 Temmuz İhanet hareketini, bu açıdan bir kez daha değerlendirip kendi muhasebelerini iyi yapmalıdırlar.

“İki davacı” olduğunu söyleyenler, aralarındaki davanın ne olduğunu söylemeden, “birimiz diğerimize haksızlıkta bulundu” (38 Sad 22) diyerek; “hak ile hükmetmesini”, “zulme sapmamasını”, “kendilerini doğru yolun ortasına yöneltip iletmesini” Hz. Davud’dan istemişlerdir. Bu ifadeleri ile bu iki yabancı, sıradan insan olmayıp çok özel özellikleri olan iki şahıs olmalıdır. Çünkü kullandıkları ifadelerle, adeta, Hz. Davud’u uyarmakta, yol göstermekte, eğitmekte ve de imtihan etmektedirler. Aralarındaki meseleyi, bu ifadelerden sonra açıklamaktadırlar:

“Bu benim kardeşimdir, doksan dokuz koyunu vardır, benimse bir tek koyunum var. Buna rağmen Onu da benim payıma (koyunlarıma) kat dedi ve bana konuşma (tarzın) da üstün geldi.” (38 Sad 23).

Ayete göre gelen iki yabancı, birbirinin “kardeşidir”. Kardeşlerden birinin “99, diğerinin tek bir koyunu vardır”. Dava konusunu anlatan, tek koyunu olan kardeştir. 99 koyunu olan kardeş, tek koyunu olan kardeşinden, bu tek koyunu da almak istemiş ve onu konuşma tarzı ile de etkilemiştir.

Hz. Davud, tek koyun sahibi olan kardeşin dava konusu ile ilgili bu açıklamasından sonra, 99 koyun sahibini dinlemeden, kararını verip hemen açıklamaktadır:

“(Davud) Dedi ki: Andolsun senin koyununu, kendi koyunlarına (katmak) istemekle sana zulmetmiştir.

Doğrusu, (emek ve mali güçlerini) birleştirip katan (ortak)lardan çoğu, birbirlerine karşı tecavüz ederler; ancak iman edip de salih amellerde bulunanlar başka. Onlar da ne kadar azdır.”…(38 Sad 24).

38 Sad 24. ayetinden konumuzla ilgili aşağıdaki hükümleri çıkarmak mümkündür:

1- Mali gücü çok yüksek olanların, mali gücü zayıf olanların servetlerini ellerinden almak istemeleri zulümdür. Dolayısıyla tekelleşme, kartelleşme, gayrı İslami bir ekonomik model olup zulüm mekanizmasıdır.

Bugün, Küresel sermaye ile işbirliği içerisinde olan “İstanbul Sermayesi”/ “büyük sermaye”, “Anadolu sermayesini” yok etmek istemektedir. 15 Temmuz İhanet Hareketinin böyle bir boyutu da vardır.

2- Ayette geçen “halitlardan” ifadesi, sadece “ticari ortak” olmayıp “bir toplum içinde yaşayan insanlar, dostlar, kardeşler, arkadaşlar, yoldaşlar manasına” da gelmektedir (1). Dolayısıyla bir toplum içerisinde var olan insanlar, genel olarak , “birbirlerinin haklarına tecavüz ederler”. Ancak bu genel tutum ve tavır içerisinde bulunmayan, böyle bir tavır sergilemeyen insan unsuru, “iman edip de salih amellerde bulunanlardır.” Ancak “onlar da toplum içerisinde çok azdırlar”.

3- Hz. Davud, davalılardan birini dinlemiş; diğerine hiçbir şey sormadan, ona konuşma fırsatı vermeden, iddia sahibinin doğru söyleyip söylemediğini araştırmadan, delil istemeden, acele ile kararını vererek açıklamıştır.

Hz. Davud, hükmünü verdikten sonra, iki davalının durumunun ne olduğu ve ne tepki verdikleri açık değildir. Hz. Davud’un kararından sonra olağan dışı bir şeylerin meydana geldiği söylenebilir. Nitekim olağan dışı bir şey olmuş olmalı ki ayetin devamında; “Davud, gerçekten bizim onu denemeden geçirdiğimizi sandı, böylece Rabbinden bağışlanma diledi ve rükû ederek yere kapandı ve (bize gönülden) yönelip-döndü.” (38 Sad 24) denmektedir. Seyyid Kutba göre; “Muhakemenin bu safhasında o iki şahıs gözden kaybolmuşlardır. Bunlar Hz. Davud’u denemek için gelen iki melekti” (2).

Taksim Gezi Parkı olayları ile fiilen başlamış olan Kadife Darbe süreci, başta siyasi iktidar olmak üzere, genel olarak tüm toplumun, özel olarak da dini hassasiyeti yüksek olan tüm camiaların çok özel bir imtihanıdır. Adaletle, hakla, hukukla, şefkat ve merhametle olan bir imtihanı.

Hz. Davud iki davalı ile kendisinin bir imtihana tabi tutulduğunu ve yargılamada yanlış bir yol izlediğini anlayarak bağışlanma dilemiş olması; Allah’ın da, “Böylece onu bağışladık.” (38 Sad 25) demiş olması, Hz. Davud’un yanlış yaptığının bir göstergesidir. Nitekim devamında gelen ayet, Hz. Davud’a, karar vermede, izlemesi gereken yolu göstermektedir:

“Ey Davud, gerçek şu ki, biz seni yeryüzünde bir halife kıldık. Öyleyse insanlar arasında hak ile hükmet, istek ve tutkulara (hevaya) uyma; sonra seni Allah’ın yolundan saptırır. Şüphesiz Allah’ın yolundan sapanlar, hesap gününü unutmalarından dolayı onlar için şiddetli bir azab vardır.” (38 Sad 26).

Ayette; 1- Yeryüzünde bir halife olarak “İnsanlar arasında hak ile hükmetmesi” emrediliyor, 2- “Hevaya uyduğu takdirde “Allah’ın yolundan sapacağı” konusunda uyarılıyor, 3- Allah’ın yolundan sapmanın ana nedeninin, “hesap gününü unutma” olduğu belirtiliyor. 4- Hesap gününü unutup hevaya uyup Allah yolundan sapanlar için “şiddetli bir azabın olduğu” hatırlatılarak Hz. Davud, ikaz edilmektedir.

“İki davalı” meselesi ile ilgili ayetlerinde devamında, “gökyüzü, yeryüzü ve ikisi arasında bulunan şeylerin batıl olarak yaratılmadığına” ilişkin daha genel ilahi bir kanuniyete vurgu yapılmaktadır (38 Sad 27). Bunun anlamı, Kâinatta hak ve batıl düzleminde, adalet merkezli bir düzenin var olduğudur. Dolayısıyla yapılan işlerde, verilen kararlarda, bu düzeni bozacak hiçbir şey yapılmamalıdır. Ayete göre bu düzeni, “iman edip salih amellerde bulunanlar” korur; diğerleri ise, ifsad eder. (38Sad 28).

Bugün millet olarak çekilmek istenilen sosyolojik kaostan bu ülkeyi kurtarabilecek olanlar, “iman edip salih amellerde bulunanlar”dır. Bugün bu insan unsuru, sürece, daha aktif olarak müdahil olmalıdır.

İki davalı kıssasının son ayetinde muhatap, Hz. Muhammed(sas) olup kendisine indirilen Kur’an ayetleri üzerinde; “temiz akıl sahiplerinin”, “düşünmesi” ve “öğüt almaları” gerektiği belirtilmektedir (38 Sad 29).

Sonuç: Allah’a Ve Ahirete İman Eden, “Temiz Akıl” Ve “Salih Amel Sahiplerinin” Sorumluluğu

Bugün, 15 Temmuz İhanet hareketi sonrasında “Açığa Alma, Tutuklama ve İhraç Etme” ile ilgili tutulan yol ve yaklaşım ile Hz. Davud’un yargılama sürecindeki yaklaşımı arasında bir örtüşme mevcuttur.

15 Temmuz İhanet Hareketi sonrasında, 2400 civarında akademisyen, binlerce öğretmen ve memur, genel olarak, istisnaları olabilir, Hz. Davud’un iki davalı olayında olduğu gibi, suçlananlara hiçbir şey sorulmadan, savunma hakkı verilmeden, yargı önüne çıkarılmadan, hatta ve hatta ne ile suçlandıkları gerektiği gibi izah edilmeden, herkese gönderilen tek tip yazıya göre, MİT, istihbarat raporları ve idari amirlerin görüşlerine dayanılarak, üniversitelerden ve ilgili devlet dairelerinden ihraç edilmişlerdir. Açığa alınan akademisyenlerin ve diğer devlet memurlarının durumunun ne olacağı şu an için belli değildir.

İzlenen bu yol, yanlıştır ve “yargısız infazdır”. Bu, iyi bir gelenek oluşturmayacaktır. Bugün OHAL’e dayanılarak yapılan birçok uygulama, gelecekte, hep örnek alınacaktır. Müslüman camia, İstiklal Mahkemeleri ve Takriri Sükun Kanunu uygulamalarını yıllarca tenkit etmiştir.

28 Şubat Postmodern darbe döneminde yaşananlar, unutulmamalıdır.

Öyleyse, Ey Allah’a ve ahirete iman eden “temiz akıl” ve “salih amel sahipleri” sorumluluğunuzu yerine getirin.

38 Sad 26. ayetinde, sadece bir siyasal partinin, cemaatin, tarikatın, mezhebin ya da bir dinin veya bir kavmin mensupları arasında hak ile hükmedilmesi istenmemektedir; tüm insanlar arasında hak ile hükmedilmesi istenmektedir. Hak ile hükmedilmesi konusuna ateistler de, komünistler de, dinsizler de dâhildir. Bu noktada yapılan adaletsizliğin hesabı, ahrette verilecektir. Bu asla unutulmamalıdır.

O nedenle; “Ey iman edenler, adil şahidler olarak Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah›tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.” (5 Maide 8).

Öyleyse, Ey Allah’a ve ahirete iman eden “temiz akıl” ve “salih amel sahipleri” sorumluluğunuzu yerine getirin.

Hak ile hükmetmeyip, heva ve hevese uymak, “Hesap gününü unutmanın bir sonucu ortaya çıkan sapma olup “Allah’a ve Resulüne ihanet etmek” demektir(8 Enfal 27).

Öyleyse;

“Ey iman edenler, hepiniz topluca İslam›a girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin.” (2 Bakara 208)

Öyleyse;

“Ey iman edenler, Allah›a, Resulüne, Resulüne indirdiği Kitaba ve bundan önce indirdiği kitaba iman edin…” (4 Nisa 136).

Ve Unutmayın!

ADALET YOKSA BARIŞ DA OLMAYACAKTIR.

Kaynaklar

1-Yazır, E.H., Hak dini Kuran Dili, azim dağıtım, İstanbul, cilt 6, s: 464-467.

2- Kutup S., Fizilal-il –Kuran, Hikmet yayınları, İstanbul, cilt 12, s: 383-387.

 

16 Eylül 2016 Cuma

KADİFE DARBEDEN ASKERİ DARBEYE-9: “Büyük Ortadoğu Projesini” Anlamadan Ne Ortadoğu’da Ne de Türkiye’de Olanları ve Olacak Olanları Anlamak Mümkündür

 (Milli Gazete)

Giriş

Burada, Sosyolojik savaş amaçlı 15 Temmuz Askeri darbe girişimini çok yakından ilgilendiren bir Proje olarak “Büyük Ortadoğu Projesi”(BOP) ana hatları ile ele alınıp değerlendirilecektir.

‘Büyük Ortadoğu Projesi’ (BOP)

BOP, ABD’nin Avrasya hâkimiyeti için geliştirdiği bir proje olup ‘Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi (PNAC)’ ana projesinin bir alt projesidir. Kamuoyuna ilk kez Joint Forces Quarterly dergisinin (ABD Silahlı Kuvvetler dergisi) Sonbahar 1995 sayısında ‘The Greater Middle East’ ismi ile duyurulmuştur. Proje, ‘NNSS 02’ olarak kodlanan ‘Ortadoğu’da ABD’nin Yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi: Bir 11 Eylül Sonrası Analizi’ adlı belgenin üzerine oturtulmuştur(1).

26 Şubat 2003’te Amerikan Girişim Enstitüsü’nde ABD Başkanı Bush tarafından ‘Ortadoğu’da Demokratik Değerlerin Yayılmasını Öngören Plan’ açıklanırken ‘Büyük Ortadoğu Projesi’nden bahsedilmiştir.

Bush’un Ulusal Güvenlik Danışmanı Condolezza Rice, 7 Ağustos 2003’te The Washington Post gazetesindeki yazısında, BOP kapsamında 22 ülkenin “yeniden yapılandırılacaklarını” ifade etmiştir. Ulusal Demokrasi Vakfı’nda, 6 Kasım 2003’te Bush, ‘Ortadoğu’yu Özgürleştirme Stratejisini’ ve Başkan yardımcısı Dick Cheney de, Davos’ta Dünya Ekonomik Forumu’nda ‘Büyük Ortadoğu’ya Reform’ projesini açıklamıştır. ABD Dişişleri Bakanı Colin Powell, değişik zamanlarda yaptığı konuşmalarda İslam coğrafyasının siyasal olarak değiştirileceğini belirtmiştir (1).

ABD NATO Konseyi Daimi üyesi Nicholas Burns, 24 Ekim 2003’te, ‘NATO ve Büyük Ortadoğu’ adlı toplantıdaki konuşmasında, “NATO’ya yeni bir misyon biçilip Büyük Ortadoğu’da konuşlanmasını” istemiştir (2). Londra’da yayınlanan El Hayat gazetesi 13 Şubat 2004’te, ABD’nin G-8 zirvesi için hazırlatıp üye ülkelere dağıttığı taslak metni yayınlamıştır (3).

BOP ile ilgili yayınlanmış belgeler incelendiğinde, BOP’un birbiri ile iç içe geçmiş biri görünür, diğeri gizli (şer ittifakının bildiği) olan iki amacı olduğu anlaşılmaktadır.

Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP’un) Görünür Amaçları

ABD yönetiminin, kamuoyuna dönük yaptığı yazılı ve sözlü açıklamalardan BOP’un görünür amaçları aşağıdaki gibi özetlenebilir:

*          Bölgedeki Kitle İmha Silahlarının (KİS) kontrol edilmesi, üretiminin ve yaygınlaştırılmasının engellenmesi,

*          Bölgedeki terör odaklarının kurutulması, terörle mücadelenin sürekli hale getirilmesi,

*          Totaliter rejimlerin demokratikleştirilmesi,

*          Serbest piyasa ekonomisinin yaygınlaştırılması ve gerekli mekanizmaların kurulması,

*          Bölgenin modernleştirilmesi,

*          İnsan haklarının ve özgürlüklerin geliştirilmesi, yaygınlaştırılması,

*          Kadınlara eşit haklar tanınması,

*          Radikal İslami unsurların temizlenmesi,

*          Dini eğitimde reform yapılması.

Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP’un) Gizli Amaçları

BOP’un gizli amaçları, 8 başlık altında toplanabilir:

Müslümanlardan ABD’ye karşı meydana gelebilecek olan bir meydan okumayı kırmak.

‘Ilımlı İslam’ adında yeni bir din inşa ederek İslam dünyasında bir sapma hareketi meydana getirmek ve çatıştırmak.

Büyük Ortadoğu coğrafyasını, dini, etnik ve mezhepsel olarak bölebilmek için yeni uluslar inşa edip bölgedeki karışıklığı ve çatışmayı sürekli kılmak (“Kaos Projesi”).

Bu coğrafyada var olan devletlerin uluslararası sermayeye göre yapılandırılmasını sağlamak.

Bölgedeki enerji kaynaklarını ve ulaşım yollarını kontrol ederek enerji nedeniyle buralara bağımlı olan ve gelecekte ABD’ye rakip olabilecek güçleri kontrol etmek.

Bölgede var olan stratejik madenlere el koymak.

İsrail’in güvenliğini sağlamak ve Büyük İsrail’i kurmak.

Çin, Rusya, AB ve Hindistan’ın bölgede etkili olmasını engellemek.

Bir dönem Afganistan’ın geleceğinde Amerikan Politikası Koordinatörlüğü görevini üstlenmiş olan Richard Haass, ABD’nin işgal edeceği bölgelerde hâkimiyet kurabilmesi için önerdiği yol “…Değişik şekillerde karışıklık yaratarak ilk önce tüm karşı çıkanları yok edeceksin ve daha sonra başka bir topluluk yaratma işiyle meşgul olacaksın.” (4) şeklindedir. Bugün Şer ittifakı (ABD-İngiltere-İsrail-Siyonizm) tarafından, Afganistan, Pakistan, Irak, Suriye, Yemen, Sudan, Mısır, Libya ve Türkiye’de bu strateji fiilen uygulanmaktadır (Şekil 1-2).

Türkiye’yi Bekleyen Tehlike:    “Özerk Bölgeler”/ “Kanton Bölgeler”

ABD’de, Brookings Enstitüsü’nce Haziran 2015’te hazırlanan raporda, “Suriye’nin Kantonlara ayrılması” ön görülmektedir. Brookings’in stratejisine göre, “arazide savaşacak esas kuvvetler, yerel güçler olacaktır”. Ancak güvenli bölgeler (Kantonlar), ABD önderliğindeki koalisyon güçleri tarafından oluşturulacak ve korunacaktır. Türkiye de bu kantonlaşmaya ortak edilecektir (5).

Brookings’in Raporunda öngörülen strateji altı aşamalıdır:

Birinci aşama, hedef ülkelerde tüm otoriteleri yıkarak, toplumu etnik, dini ve mezhebi olarak birbiri ile savaştırarak, herkesin herkese düşman olduğu bir kaos ortamı meydana getirmek

İkinci aşama, kaostan yorgun düşmüş, iç göçlerle dini, mezhebi ve etnik olarak ayrışmış olan coğrafyada küçük “güvenli bölgeler” meydana getirmek

Üçüncü aşama, oluşturulan “güvenli bölgeleri”, “özerk bölgeler” haline getirmek

Dördüncü aşama, Eski sistemin mensupları tasfiye edildiği için yeni yönetimde görev alacak yeni insan unsuruna ihtiyaç vardır. İlgili bölgeden yeterli sayıda insan alınıp ülke dışına götürülecek ve şer ittifakının öngördüğü yerlerde, yeni sömürgeciliğe hizmet edecek tarzda 2-3 yıllık bir eğitime tabı tutulacak, sonra da ülkelerine geri getirilip özerk kanton bölge yönetimine getirilecektir.

Beşinci aşama, birbirlerine düşman olan özerk kanton bölgeleri, konfederal bir devlet yapısına dönüştürmek.

Altıncı aşama, birbirine düşman olan kanton bölge yönetimlerinin birlikte çalışma imkânı olmayacağından, onları ayrıştıracak politikalar uygulayarak, kanton bölgeleri ayrı devletlere dönüştürmek.

Şüphesiz ki öngörülen bu strateji, bugünden yarına sonuç alabilen bir strateji olarak değerlendirilmemelidir. Çatışan tüm dinamiklere bağlı olarak uzun vadeli bir strateji olarak düşünülmelidir. Bu yaklaşım, Irak’ta uygulanmış fakat süreç devam etmektedir.

“Kantonal Suriye Projesi”, Şer ittifakının ortak kararıdır:

İsrail Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı Moşe Yalon: Suriye, şimdiden yarı-bağımsız yapılara bölünmüştür. Dürziler güneydeki belirli alanlarda yoğunlaşırken, Suriyeli Kürtler de kuzeyde... Doğuda ise IŞİD gibi Sünni unsurlar vardır.” (Sputnik, 21 Temmuz 2015)(6).

ABD Dışişleri Bakanı John Kerry: “Bizim IŞİD ile mücadele konusundaki kararlılığımız, büyük ihtimalle yıllar içinde karşılığını bulacaktır. Kuzeyde ve Batıda Kürt birlikler cesurca savaşıyor ve Sünni aşiretler de sahaya çıkmaya başladı.” (6).

Bugün Irak-Suriye düzleminde uygulanan bu strateji yarın Türkiye’de uygulanmak istenecektir. ABD’nin Birinci Körfez operasyonu hemen sonrasında eski CIA şefi Graham Fuller’in yaptığı açıklamalar, Irak ve Suriye için öngörülen ve uygulamaya sokulan projenin, Türkiye için de geçerli olduğunu göstermektedir:

“…Kürtlerin bu üç ülkede (Irak, İran ve Türkiye) girişeceği özerklik, ardından gelebilecek bağımsızlık ve hatta birlik arayışları bölgeyi istikrarsız kılacaktır. Böyle bir eğilim artık en azından Irak’ta önüne geçilmez bir hal almıştır…

Eğer Ankara bu süreci durdurmaya çalışırsa ortaya çıkacak sonuç tehlikeli ve masraflı olabilir. Böyle bir deneme sadece Türkiye’nin önemli bir parçasını kaybetmesine yol açmayıp, kaçınılmaz olarak Türkiye’nin diğer bölgelerine dağılmış Kürt topluluğunun da istikrarsızlığına sebep olacaktır. Kürt sorunu, Türkiye’nin gelecekteki istikrarı, bölgedeki rolü ve Batı ve ABD ilişkileri için büyük önem taşımaktadır.” (7)

Fuller’in bu görüşleri, KCK sözleşmesinde (Madde 2, 4, 5, 45), Türkiye-Iran-Irak-Suriye düzleminde var olan Kürt halkının yoğun yaşadığı bölgeleri, “Özerk, Konfederal, Sınırları Olmayan Bir Devlet” olarak inşa etmek olarak yer almaktadır(8,9).

Benzer şekilde eski CIA ve Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA) Başkanı Michael Hayden, Ortadoğu’daki 20. yüzyıl politik mimarisinin çöktüğünü ve bölgede “otonom bir Kürt bölgesinin” kurulması gerektiğini ifade etmektedir: “Eski gitti ve yeninin yaratılması gerekiyor. Bu durumda yapılması ve konuşulması gereken Kürtler’in geleceğidir. Yani otonom bir Kürt bölgesi.” (10).

12 Eylül 1980 darbesini yapan, ABD’nin “Bizim Çocuklar” dediği 7’inci Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in, “…Kaç senesi var bilmiyorum ama Türkiye ileride eyalet sistemine geçebilir”… “Bu eyaletler, ‘Ankara, İstanbul, İzmir, Adana, Erzurum, Diyarbakır, Eskişehir, Trabzon’ olabilir” demiş olması ve darbe sonrasında “böyle bir çalışmayı başlattıklarını” itiraf etmiş olması, Türkiye’deki darbelerin arka planında çok değişik, pis pazarlıkların yapıldığının bir göstergesidir (11 ).

Sonuç: Türkiye Saddam’ın Düştüğü Tuzağa Düşmemeli ve Truva Atı Olmamalıdır

Şer ittifakı, 7 Haziran 2015 Genel seçimlerinden sonra Taşeron Örgütü HDP’yi, 15 Temmuz Askeri Darbe Girişiminde de Taşeron Örgütü Gülen Hareketini niçin harcamıştır? Şer ittifakının, Türkiye’den alamadığı ne vardı da, bu iki taşeron örgütünü harcamak zorunda kalmıştır?

Bu sorunun cevabını, Soros ve ABD Dişişleri Bakanı Kerry’nin yaptığı açıklamalar ışığında verebiliriz. Siyonizm’in önemli isimlerinden Kadife Darbeci Ekibin başı George Soros, Sabancı Üniversitesi’nde verdiği konferansta, “Türkiye’nin ihraç etmesi gereken şey ordusudur” (11) diyerek Türk Silahlı Kuvvetleri’ne Ortadoğu coğrafyasında jandarmalık rolü biçmiştir. Bunu, 2014 yılında, ABD Dışişleri Bakanı J.Kerry’nin; “Türkiye İŞİD ile mücadelede ön cephede yer alacak”, 2014 yılında NATO Genel Sekreteri Rasmussen’in “Türkiye’yi İŞİD tehditlerine karşı korumaya Hazırız” demiş olmaları (12) ve “Arazide savaşacak esas kuvvetler, yerel güçler olacaktır. Güvenli bölgeler (Kantonlar), ABD önderliğindeki koalisyon güçleri tarafından oluşturulacak ve korunacaktır. Türkiye de bu kantonlaşmaya ortak edilecektir (5) Brookings Enstitüsü’nün raporundaki bu öngörü ile birleştirdiğimizde; Türkiye’nin, Ortadoğu bataklığına sürüklendiğini ve Saddam Hüseyin’in düşürüldüğü tuzağa düşürülmek istendiğini söyleyebiliriz.

PKK ve PYD’ye karşı Türkiye’ye destek vermeyenlerin, İŞİD’e karşı Türkiye’ye destek vermek istemesi, anlamlı ve düşündürücüdür. Suriye’ye askeri müdahale etmekten kaçınan Türkiye’nin, 15 Temmuz İhanet hareketinden sonra Suriye’ye girmesinin Darbe Girişiminin amaçları ile bir ilgisi olmalıdır.

Türkiye’ye Irak-Suriye hattının haritası çizdirilmek istenmektedir. Bunun devamında Türkiye’nin eyalet sistemine geçmesi baskısı gelecektir. “Eyalet sistemine geçin, Irak ve Suriye’nin Kuzeyi ile Türkiye’nin Güneydoğusunu, Kürdistan eyaleti yapın, bölge hem barış ve huzura kavuşur hem de Türkiye büyür” havucu, Türkiye’ye uzatılmış olabilir. Rahmetli Özal’ın Körfez harekâtında “bir koyup üç alacağız” dediği havuç, muhtemelen, buydu.

Enerji havzasına kavuşan ve enerji sorununun çözen bir Türkiye, kısa zamanda bölgesel ardından küresel güç olur. Bunu, Şer İttifakının kabul etmesi mümkün değildir. O nedenle Türkiye, Saddam’ın düştüğü tuzağa düşmemelidir. Türkiye, şer ittifakının taşeronu ve Truva atı olmamalı; jandarmalığa soyunmamalıdır.

Türkiye, Müslüman halklarla birlikte şer ittifakının oyununu bozabilir, kurulmak istenen tuzakları deşifre ederek parçalayabilir:

“Gerçek şu ki, onlar hileli-düzenler kurdular. Oysa onların düzenleri, dağları yerlerinden oynatacak da olsa, Allah katında onlara hazırlanmış bir tuzak, bir düzen vardır.” (14 İbrahim46)

Türkiye, Cerablus- Halep Hattını Güvenli bölge kılıp Suriyelileri bu bölgeye yerleştirip güvenliklerini sağlamalı; bundan öteye gitmemelidir. Bunun için Türkiye, Rusya, İran, Suud ve Katar’la işbirliği yapmalıdır.

Unutmamak gerekir ki;

“Zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılaba uğrayıp-devrileceklerini pek yakında bileceklerdir.” (26 Şuara 227)

Kaynaklar

1.       Buze Ö., ‘Büyük Ortadoğu Projesi ve Yeni NATO’, Teori, İstanbul, Mayıs 2004, S:3-19

2.       R. Nicholas Burns (NATO Konseyi Daimi Üyesi) Yeni Nato Ve Büyük Ortadoğu 24 Ekim, 2003

3.       ‘Büyük Ortadoğu Girişimi’ Taslak Metni, Kudüs Dergisi, El Hayat Gazetesinden Çeviri, Kış 2004, Sayı 4 S: 112-121

4.       Foster J.B. ‘Emperyal Amerika ve Savaş’, Cosmo Politik, Sayı:6, Sonbahar 2003, S: 39-45

5.       Akfırat, F., Aydınlık, 20, 22, 07. 2015.

6.       Bulut, A., Yeniçağ, 21.07.2015.

7.       Vatandaş, A., Armagedon Türkiye–İsrail Gizli Savaşı, Timaş , İstanbul, 1997.

8.       Çiçek, N., PKK’NIN Yeni Stratejisi: ‘Şehir Gerillacılığı’, Timetürk 08.09.2015

9.       SDE Raporu, KCK Örgütlenme Modeli ve Amacı, Ankara, Temmuz 2011

10.       Milliyet 26.03.2016

11.       Bozkurt; C., Erboz, F., Öztük Kay, S., “Dost Görünen Düşman Kahpe Amerika”, Yeniçağ Gazetesi, 17 Ekim–08 Kasım 2007

12.       23.09.2014 Dünya. Arşiv

 

9 Eylül 2016 Cuma

KADİFE DARBEDEN ASKERİ DARBEYE-8: “At İzini İt İzine Karıştıran” Bir “İhbar Sistemi” Ülkeyi Kaosa Götürmekte ve Darbecilerin Sosyolojik Savaş Sürecine Hizmet Etmektedir

 (Milli Gazete)

Giriş

Burada, “açığa alma, tutuklama ve ihraç sisteminde”, “kurunun yanında yaşın da”, yakıldığı konusu ele alınmaktadır.

Gülen Terör ve Şantaj Hareketi Havuzuna Masum İnsanları Koyarak Yeni Bir Sosyal Fay Hattı İnşa Etmenin Anlamı Nedir?

Milli Gazetedeki, “Kadife Darbeden Askeri Darbeye-3: Ohal Sürecinde Dikkat Edilmesi Gereken Bazı Noktalar” (5.08.2016) ve “Kadife Darbeden Askeri Darbeye-6: Acil Bir Uyarı:“Açığa Alma Ve Tutuklamalar” İçin Kriz Masası/Masaları Kurulmalıdır” (26.08.2016) adlı iki yazıda, Gülen Şantaj ve Terör Hareketi ile ilgili yapılan “Açığa Alma, Tutuklama ve İhraçlarda” dikkat edilmesi gereken noktalara dikkat çekerek; bu süreçte oluşturulacak Gülen Şantaj ve Terör Hareketi listesine girebilecek muhtemel 15 farklı insan unsurunun bir değerlendirmesi yapılmıştır. 

Medyaya yansıyan boyutu ile şu anki uygulamalarda, ne yazık ki, tüm bu insan unsurları, “Paralelci”/”Fetö’cu”/”Gülenci” havuzuna atılmakta ve aynı muameleye tabi tutulmaktadır. 

“Açığa Alma, Tutuklama ve İhraçlarda” Teori İle Pratik Birbirini Tutmamaktadır

Türkiye’de Gülen şantaj ve terör hareketi ile ilgili yapılan temizlik operasyonları için Başbakan Yıldırım, 01.08.2016 tarihinde, özel bir açıklama yapmış ve süreçle ilgili bir yol haritası ortaya koymuştur: 

“Açığa alınanlarla ilgili titiz bir çalışma yürütülüyor. İntikam duygusuyla değil, adaletle hareket edeceğiz. Darbecilere hesap soracağız. …Burada FETÖ’ye katılan, onlarla birlikte hareket edenlerin tespitinde de kılı kırk yaracağız. Bir sürek avına çıkmayacağız. Elimizdeki sağlam verilerle hareket edeceğiz. Yaşla kurunun birlikte yanmasına da asla izin vermeyeceğiz. Bu çok titiz bir çalışma gerektiriyor. Bu dönemler karambol dönemleridir. Birbirlerine karın ağrısı olanlar piyasaya çıkar, haksızlığa neden olabilirler. Onun için Başbakanlık’ta kriz merkezi kurduk, bakanlıklarda kurullar oluşturuldu. Haksız yere işlem görmüş olanlar olabilir, yoktur diye iddia etmiyoruz. Onun için yeni baştan ele alınacak, haklıyla haksız, suçluyla suçsuz ayırt edilecek. …Sağlık Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, YÖK devreye girdi ve sistem tıkır tıkır işliyor… Burada biz ölçüyü şöyle koyuyoruz. 17- 25 Aralık’tan sonra hâlâ uyanmamış olanları masum kabul etmiyoruz. 17 Aralık buranın bir terör yapılanması olduğunun ortaya çıktığı tarihtir. Ondan sonra bunlara verilen destek hiçbir şekilde masum görülemez ve masum gibi muamele edilemez.” (1) 

Fakat işin pratiği buna uymamaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konu ile ilgili değerlendirmesi, hem anlamlı, hem düşündürücü hem de üzücüdür: 

“Şu var ki at izi, it izine karışmış vaziyette. ‘Ben bir şey atayım da nasılsa tutar’ diyenler var. Bazıları böyle yapıyor. Özellikle yazılı ve görsel medya dünyasında bu çok var… Öyle yorumlar yapıyorlar ki suçladıkları o insanın bu işle hiç alakası yok. Ama o insana o yaftayı yapıştırıyor. Bunlar doğru şeyler değil. Bu tür yanlışlıklardan uzak durmak lazım.” (2)

Öyleyse bu süreci, kim yönetiyor ve bu listeler kim tarafından, nasıl ve hangi kriterlere göre hazırlanıyor?

Diğer taraftan Cumhurbaşkanlığı Kurumsal İletişim Başkanı Mücahit Küçükyılmaz, “15 yıldır tanıdığım, ‘o gece’ tankın önüne yatan, FETÖ düşmanı Oktay Kılıç’ın evi FETÖ’den aranıyorsa, bu operasyon ‘bize’ dönmüş demektir!” “Namaz kılanı Fetullahçı sanan, Meşveretçi, Yazıcı, Okuyucu, Nakşi, Kadiri arasındaki farkı bilmeyen 28 Şubat’çılarla FETÖ temizliği yapılamaz.” (3), tarzındaki açıklaması, mesaj dolu ve daha da anlamlıdır.

Öyleyse bu süreci, kim yönetiyor ve bu listeler kim tarafından, nasıl ve hangi kriterlere göre hazırlanıyor?

Ahmet Taşgetiren’in Star’daki dört ayrı yazısında adaletsizliğe, duyarsızlığa karşı feryat edip isyan etmesi, tehlikenin büyüklüğünü göstermesi açısından önemlidir (4-7).

Öyleyse bu süreci, kim yönetiyor ve bu listeler, kim tarafından, nasıl ve hangi kriterlere göre hazırlanıyor?

Sürecin bir boyutuna ilişkin çok anlamlı ve tüyleri diken diken eden bir açıklama, AK Parti İstanbul Milletvekili Metin Külünk tarafından yapılmıştır:

“ İstanbul’da bir üniversitede bir fakültede herkes tarafından hakkında şehadet edilen tarihçesi de asla bu örgütle hiç ilişkisi olmayan bir öğretim üyesini bir dekan sırf kendisine itiraz etti diye bu alçak örgütün şemasına koymuş adamcağızı tasfiye ettirmek istiyor. Bu zalimliktir, açıkça söylüyorum. 

Bahsettiğim fakültede bir öğretim üyesini sırf hoşuna gitmediği için bu listenin içerisine dâhil eden dekanı uyarıyorum… O adama yaptığın zulmü geri al! O adama yaptığın zulmü geri al! Herkes etrafında şahit ki o adam asla bu örgütün adamı değil, sen sırf senin hoşuna gitmediği için o adamı bu listeye dâhil etmen zalimliktir.’’ (8)

Öyleyse, tekrar soruyoruz; bu süreci kim yönetiyor ve bu listeler, kim tarafından, nasıl ve hangi kriterlere göre hazırlanıyor? 

Başbakan Yıldırım’ın bahsettiği genel bir denetim mekanizması çalışıyor mu? 

Her birimde kriterler aynımı yoksa ayrımı? 

Doğudaki Erzurum Atatürk Üniversitesi’ndeki uygulama ve göz önüne alınan kriterler ile batıdaki 18 Mart Çanakkale Üniversitesi’ndeki uygulama ve kriterler aynı mı? İzlenen yol, gösterilen hassasiyet aynı mı? İdeolojik farklılıklar işin içine girmekte midir? Komisyonlar ideolojik olarak mı kuruluyor? 

Alt birimlerde hazırlanan listeler, Başbakan Yıldırım’ın ifade ettiği, merkezi bir komisyondan geçmekte mi; nihai karar vericiler alt birimler mi? 

Listelere giren insanların savunmaları alınıp mahkemeye çıkarılmayacaklar mı?

Savunmaları alınmadan, mahkemeye çıkarılmadan ihraç etmek, “Yargısız İnfaz” değil mi? Yoksa “Adalet mülkün temeli” olmaktan çıkarıldı mı?

Bu Listeler Kim Tarafından ve Nasıl Hazırlanmaktadır?

Bu noktada sorulması gereken soru şudur: 17-25 Aralık Maliye-Polis-Yargı darbe girişiminden sonra devlet, Gülen şantaj ve terör örgütünün aslı elemanları ile ilgili hiçbir hazırlık yapmamış mıdır? Devlet eğer bir hazırlık yapmış ise Gülen Hareketinin aslî unsurlarına ilişkin her türlü sağlam belge elde mevcut olması gerekmektedir. Öyleyse “Açığa Alma, tutuklama ve ihraç listesinde” yer alan ve suçlanan insan unsuru ile ilgili her türlü bilgi ve belge kapsamında sorgulamalarının yapılması ve mahkemeye çıkarılmaları gerekmez mi? 

Eğer devlet tarafından zamanında bu hazırlık yapılmadıysa/yapılamadıysa bunun bir sebebi olmalıdır? Şu söylenebilir: MİT, emniyet istihbarat ve askeri istihbarat dâhil devletin bütün birimlerine, Gülenciler sızmışlardı; o nedenle bir liste hazırlığına gidilememiştir. Bu çok doğrudur. Ancak bugün bu tehlike, düne nazaran gene mevcuttur. Kripto Gülenciler çok iyi kamuflaj olmuş bir şekilde bugünkü listeleri hazırlamakla görevlendirilmiş olabilirler. Bu nedenle, elde sağlam belge/delil olmadan insanlar hakkında acele ile karar verilmemelidir. 

Medyada yer alan ve açığa alınıp tutuklanan ya da ihraç edilenlerin verdikleri bilgilere göre listeler, aşağıdaki unsurlar tarafından oluşturulmaktadır:

İstihbaratlar (MİT, Emniyet İstihbarat, Jandarma İstihbarat) tarafından hazırlanan listeler,

Bizzat idareciler tarafından hazırlanan listeler, 

Bazı İdarecilerin amaçlı olarak oluşturdukları “ideolojik taraflı komisyonlar” tarafından hazırlanan listeler, 

Bazı İdarecilerin adil olduklarına inandıkları kişilerden oluşturdukları komisyonlar tarafından hazırlanan listeler.

Köşe yazarları tarafından sunulan listeler.

Bazı STK’lar tarafından hazırlanıp sunulan listeler.

Siyasiler tarafından hazırlanan listeler.

Başka alternatifler de olabilir.

Bu 7 farklı insan unsuru, listelerini merkezi ortak kriterlere göre hazırlamamaktadır. Listeleri hazırlayanlar, hazırlanan listelerde yer alan şahıslarla ilgili gerekli belgeleri sunmamaktadır/sunamamaktadır. Dahası, insanlar niçin açığa alındığını, niçin ihraç edildiklerini ve hangi belgelere dayanarak suçlandıklarını bilmemektedir ve de öğrenememektedir. Hukuk kurallarına göre “aksi ispatlanmadıkça insanlar masumdur”. “İddia makamı iddiasını ispatlamak zorundadır.” 

Medyada yer alan şikâyetlerden sürecin, merkezi bir denetime tabi tutularak yürütülmediği, birimden birime, bölgeden bölgeye, üniversiteden üniversiteye çok ciddi farklılıkların olduğu anlaşılmaktadır. Yeni Sosyolojik fay hatları inşa edilmektedir.

Şu denebilir/denmektedir: “Bir darbe ortamındayız tehlike çok büyüktür, yeni bir askeri darbe olabilir. Masum olup mağdur olanlar, %3-%10 gibi bir orandır; bu da normaldir.” Tehlikenin büyük olduğuna katılıyorum. Ancak masum insanları mağdur etmek İlahi adalet uygun değildir. Herkes Allah’ın huzurundaki yüce mahkemeyi düşünerek konuşmalı ve sorumlu davranmalıdır.

İdeolojik Hareketlerde Dört İnsan Unsuru

İdeolojik hareketlerin tümünde “sempatizan”, “taraftar”, “aza” ve “kadrolar” olmak üzere dört farklı insan unsuru mevcuttur. Sempatizanlar, harekete sempati duyar, takdir etmekle yetinir fakat fiiliyatta yokturlar. Taraftarların, hareket ile organik bağları yoktur, fakat maddi ve manevi kısmi yardımlarda bulunabilirler. Bazı faaliyetlere de iştirak edebilirler. Azalar, hayatını davasına adamış, vakfetmiş insanlardır. Tüm hayatlarını inandıkları davaya göre planlarlar. Kadrolar ise azalar içinden çıkan yönetici ekiplerdir.

Gülen hareketi için Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “aşağısı ibadet, ortası ticaret, yukarısı ihanet içinde” diye yaptığı tanımlama, yukarıdaki dört grup insanı ihtiva etmektedir. Gülen şantaj ve terör örgütünün “ihanet grubu”, azalar ve kadrolardır. İbadet ve ticaret grubu, sempatizan ve taraftarlardır. Medyaya yansıyan şekliyle, ihanet grubunun kahir ekseriyeti, 15 Temmuz askeri darbe girişiminden önce; geri kalanların bir kısmı da, darbenin hemen ardından yurt dışına kaçmışlardır. Dolayısıyla Gülen Hareketinin sempatizan ve taraftarları ile azaların bir kısmı, bugün ülke içerisinde bulunmaktadır. Bugün yürütülen operasyonlarda “açığa alınan, tutuklanan ve ihraç edilenler” içinde Gülen Hareketinin sempatizanları, taraftarları ile azalarının bir kısmı ve Gülen hareketi ile hiç alakası olmayan insanlar yer almaktadır. Eğer aza olanlarla diğerlerini ayırt edecek bir kriter, bir mekanizma bulunmaz ise, bir çok insanın canı yanacaktır. Azalar cezalandırılmalı diğerleri kazanılmalıdır.

Sonuç: Ne Yapılmalıdır/Ne Yapılmalıydı?

Bugünkü “Açığa Alma, Tutuklama ve İhraç listesinde” kaba hatları ile, güvenlik mensupları (asker, polis, istihbaratçı), yargı mensupları (hâkim, savcı), eğitim camiası (öğretmenler, akademisyenler), devletin değişik kurumlardaki personel, STK üyeleri ve özel sektör mensupları (patronlar ve yöneticiler) yer almaktadır.

Bunlardan darbeye fiilen iştirak etmiş her kim varsa, tutuklu olarak yargılanmalıdır. Fiilen darbeye iştirak etmemiş, “makul şüpheli” konumundaki silahlı polis-asker-istihbarat elemanlarını tedbir olarak açığa alarak, gerekirse tutuklayarak etkisiz hale getirip sonra yargılamak doğru bir yaklaşımdır. Ancak bu sınıftaki insan unsurunu, mahkemeye çıkartmadan ihraç etmek adil değildir. Elinde silah olmayan yargı mensuplarını öncelikle “merkez valileri” gibi kızağa çekerek, karar verme sürecinde etkisiz hale getirmek, sonra da yargılamak, doğru bir davranıştır, yapılması gerekendir. Elinde silah olmayan akademisyenleri, öğretmenleri ve diğer sivil devlet görevlilerini ise tedbir olarak her türlü idareci görevden almak ve fakat diğer görevlerine devam etmesini sağlamak daha uygundur. Bu insan unsuru hakkında sağlam deliller elde edildiğinde, yargının önüne çıkarılmalıdır. Aksi takdirde bu insanlar, kifayetsiz muhterislerin, kripto Gülencilerin, masonların, CIA, MOSSAD’ın, 28 Şubatçıların, Ergenekoncuların, Marksist-Leninistlerin kurbanı edilmiş olabilirler. 

Şu an açığa alınan ve ihraç edilenlerle ilgili olarak, yukarıdaki yaklaşıma uygun olarak, acilen yeniden bir değerlendirme yapılmalı; adalet gerçekleştirilmelidir. Aksi takdirde, Ülke çok kan kaybedecektir.

Çünkü; 

5862 - İbnu Abbâs(ra): «Bir kavimde devlet malından hırsızlık zuhur ederse, Allah o kavmin kalplerine korku atar… Bir kavim, ölçü ve tartılarda hile yaparsa Allah ondan rızkı keser. Bir kavmin (mahkemelerinde) haksız yere hükümler verilirse, o kavimde mutlaka kan yaygınlaşır. Bir kavim ahdinden dönüp gadre yer verirse, Allah onlara mutlaka düşmanlarını musallat eder.” (Muvatta, Cihâd 26, (2, 460).) 

Ve;

7170 - İbnu Ömer(ra): «Resülullah(sas) yanımıza gelip şöyle buyurdular: «Ey muhacirler! Beş şey vardır, onlarla imtihan olacağınız zaman artık cemiyette hiçbir hayır kalmamıştır…:

l) Zina… 2) Ölçü-tartıda hile… 3) Zekat vermemek… 4) Ahdin bozulması. … 5) Kitabullahla hükmetmeyi terk: Hangi milletin imamları Kitabullahla ameli terk ederek Allah›ın indirdiği hükümlerden işlerine gelenleri seçerlerse, Allah onları kendi aralarında savaştırır.” 

Öyleyse, unutmayın;

 ADALET YOKSA BARIŞ DA OLMAYACAKTIR. 

Kaynaklar

Çelik, M., Yaşla Kuru Bir Arada Yanmayacak, Vatan 01.08.2016 

2- Erdoğan’dan FETÖ operasyonları yorumu: At izi it izine karıştı, 07.09.2016, İHA

3- Mücahit Küçükyılmaz,06 Eylül 2016 Salı 17:20, twitter hesabı

4- Taşgetiren, A., FG ile akrabalığı var ama...belgelenemiyor, 24 Ağustos 2016, Star

5- Taşgetiren, A., FETÖ’cü tasfiyesi Mağduriyetler, 01 Eylül 2016, Star

6- Taşgetiren, A., Yan etkilere dikkat, 04 Eylül 2016, Star

7- Taşgetiren, A., Sorulması Gereken Sorular 06 Eylül 2016, Star

8- Arslan, H., Marmara İlahiyat’ta Haksız Tasfiye Rezaleti, Diriliş Postası, 30.08.2016

 

2 Eylül 2016 Cuma

KADİFE DARBEDEN ASKERİ DARBEYE-7: Üst Akıl ABD-NATO’ya Verilecek En Güzel Cevap: ABD ve NATO Üslerini Kapamak

(Milli Gazete)

Giriş

Geçen yazılarda, 15 Temmuz 2016 İhanet Hareketinin dış beyin takımından Siyonizm ve iç beyin takımından Masonluk, konumuzla ilgili boyutları ile ele alınıp incelenmişti.

Burada, 15 Temmuz 2016 İhanet Hareketinde ABD ve NATO’nun rolü ele alınacaktır.

“15 Temmuz 2016 Askeri Darbe Girişimin Arkasında ABD-NATO Var”

Darbe Girişimi sonrası, 16 Temmuz 2016 tarihinde, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu, 15 Temmuz İhanet Hareketiyle ilgili çok cesur bir açılama yaparak darbenin arkasında ABD’nin olduğunu söylemiştir:

“Bunları toprağa girdikten sonra söyleyecek değiliz. Darbe başarılmış olsa idi bugün ölmüş olacaktık. Ölmüş olduğumuzu varsayarak söylüyorum ve bas bas bağırıyorum. Bu darbenin arkasında ABD vardır. Bu darbenin arkasında ABD vardır. Bu darbenin arkasında ABD vardır... Bu çapulcu çetesi, uçakları kaldırma cesaretini kimden almıştır? Son 1 ayda bir buçuk ayda kim darbe söylentilerini ortaya koymuş? Bunların tesadüf olduğunu kimse bize söylemesin. Bu darbenin arkasında neyin ne olduğunu biliyoruz...”. (1)

Bakan Soylu’nun yaptığı bu açıklamaya, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry; «Türkiye’deki başarısız darbe girişiminde ABD’nin rolü olduğu yönündeki iddialar ve üstü kapalı açıklamalar tamamen yanlıştır ve ikili ilişkilere zarar vericidir.» (2) şeklinde bir cevap vermiştir. Kerry’nin bu açıklamasına Soylu, “ABD ‘Darbeye destek ithamı ilişkilerimize zarar verir.’ demiş. İlgililerine ricam, ‘Darbe olsaydı ilişkilerimiz ne olacaktı?’ diye soruversinler. Kerry, darbe teşebbüsünün ilk saatlerinde, “Umarım barış bir an önce sağlanır.’ dedi. Darbecilerin ismi ‘Yurtta Sulh Konseyi’ idi. İlgililerine.” (3) diyerek cevap vermiş ve geri adım atmamıştır.

1 Ağustos 2016’da Eski Genelkurmay Başkanı Org İlker Başbuğ, “darbe girişiminin ardında CIA’nın olduğuna inandığını” söylemiştir (4). Başbakan Binalı Yıldırım, isim vermeden Amerika’yı Türkiye’ye karşı bir savaşın içinde olmakla suçlamıştır:

«Fettullah Gülen, bir terör örgütünün başı olduğunu bildiğimiz birisidir. Hele dün akşam yaşanan olaydan sonra bu şahsın, bu adamın, bu çete liderinin, bu terör örgütü başının arkasında duracak ülke göremiyorum. Bunun arkasında duracak ülke Türkiye›ye dost değildir, Türkiye›ye karşı ciddi bir savaşın içindedir.»(5)

Darbe Planları NATO Üslerinde Hazırlanmıştır.     

ABD’nin, 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında olduğuna dair çok önemli bir delil, darbe planlarının, önce NATO’un Afganistan ve Kosova üslerinde hazırlanmış; sonra da, Adana İncirlik üssünde planlara son şeklinin verilmiş olmasıdır. Bu amaçla darbeci komutanlardan “39. Mekanize Tugay Komutanı Tuğgenaral Hasan Polat, darbe öncesinde İncirlik Hava Üssü›nde Amerikalılarla 12 kez buluşmuştur.» (6)

Darbe girişimi, ABD›li ISAF komutanı John F. Campel tarafından «İncirlik üssünden yönetilmiştir; Üsse paralar Nijerya bankası (UBA Bank) kanalıyla CIA ekibince ulaştırılmıştır”. Campell, darbe girişiminden önce iki kez Türkiye’ye gelmiş, Erzurum ve Adana’daki üslerde gizli görüşmeler yapmış ve orada ordudan tasfiye edileceklerin listelerini hazırlatmıştır(7):

“2015 yılının ikinci yarısından itibaren FETÖ lideri Fetullah Gülen’e bağlı subayların desteği ile İncirlik’te oluşturulan tetkik merkezinde, emrinde asker olan tüm birimlerin haritası çıkarıldı ve tek tek eğilimleri, kişilikleri, kökenleri konusunda ‘istişareler’ yapıldı. En küçük bir karakol komutanından başlanarak tüm birimler üzerinde çalışma yürütüldü. Karakol, birlik, bölük, alay, tugay, tümen, kolordu ve ordu içerisinde emrinde asker bulunduran ve asker üzerinde aktif etkisi olan komuta kademesinde görevli isimler yakın markaja alındı» (7).

NATO Üslerinden Darbecilere Lojistik Destek Verilmiştir

NATO İncirlik üssü, sadece darbe planlarının yapılması için kullanılmamış; aynı zamanda darbe gecesi, darbecilere lojistik destek de sağlamıştır. 30 Temmuz 2016’da, basında, İncirlik›ten kalkan uçakların radar kayıtları yayınlanmıştır (8,9):

«Kayıtlara göre 15 Temmuz›da ikisi gece yarısından önce biri sabaha karşı havalanan 3 tanker uçağı Ankara ve İstanbul üzerinde darbecilerin savaş uçaklarına yakıt ikmali yaparak İncirlik›e döndü. Kayıtlara göre 3 tanker uçağı, F-16›lara 20›den fazla yakıt ikmali yaptı. Darbeci General Van›ın, Türkiye›de sadece Adana›daki İncirlik Hava Üssü›nde bulunan 7 tanker uçağından 4›ünü hazırlattığı belirlendi.»

İncirlik üssünün bu şekilde kullanılmış olması üzerine, İncirlik Hava Üssü›nün elektrik enerjisi kesilmiş, giriş ve çıkışlar yasaklanmıştır (10).

Darbe Öncesi ve Gecesinde CIA Ajanları Türkiye’de

ABD’nin, darbe girişiminin beyin takımından olduğunun en önemli göstergelerinden biri de, CIA ajanlarının Türkiye’de cirit atması ve süreçte bizzat rol almış olmalarıdır (11). CIA ajanlarından Henry Barkey ve eski CIA Türkiye istasyon Şefi Graham Fuller, darbe öncesinde, Türkiye’ye gelip gizli toplantılar yapmışlardır (12). AK Parti Erzurum Milletvekili Orhan Deligöz, «Amerikan ajanı olan Türkiye CIA İstanbul masası şefi Fuller vardı. Muhtemeldir ki Yunanistan›a helikopterle giden 8 asker Fuller›i kaçırdı» (13) şeklinde bir açıklama yapmıştır. Yarbay Murat Bolat›ın itiraflarından anlaşıldığı kadarıyla «Cuntacıların suikast timine, Erdoğan’ın konum bilgileri, Amerikalılar tarafından verilmiştir” (14).

Türkiye’nin “Stratejik Ortağı”(!), “Dostu”(!) ve “Model Ortağı”(!) ABD ve Ortaklarını Darbecilere Sahip Çıkması

Darbe ile ilişkisi olmadığını ileri süren ABD ve ortakları, nedense tutuklanan darbecilere sahip çıkmakta bir mahsur görmemektedir ve acele etmektedirler. 29 Temmuz 2016 günü, ABD Ulusal İstihbarat Direktörü James Clapper ve ABD Merkez Kuvvetler Komutanı Joseph Votel›in açıklamaları, ABD’nin Darbenin arkasında durduğunun itirafı olarak değerlendirilmelidir(15):

“Clapper :“... Bizim bazı muhataplarımız, ya tasfiye edildi ya da tutuklandılar.”

“Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı Joseph Votel: “Darbe girişiminin ardından ABD ordusunun Türk ordusundaki birçok yakın müttefiki hapse konmuştur.”

“İsveç Dışişleri Bakanı Margot Wallström: Türkiye’deki gelişmeler ciddi, endişe verici ve kabul edilemez. Uluslararası anlaşmalar ve insan haklarına saygı gösterilmeli. En azından AB açısından Türkiye’nin üyelik başvurusunu nasıl değerlendireceğimiz açısından. Bu nedenle Türkiye’deki gelişmeleri protesto etmeli ve ülke üzerindeki baskıyı arttırmalıyız.” (16).

Türkiye’deki NATO Üsleri

Türkiye, NATO’ya girdiği günden beri sahip olduğu jeo-stratejik, jeo-politik, jeo-ekonomik ve jeo-kültürel öneminden dolayı, ABD-NATO tarafından vazgeçilmez bir ülke olmuştur. ABD ve NATO’nun Türkiye’de sürekli üsleri olmuş ve her fırsatta da üslerin ülkenin her tarafına yayılması için Türkiye’ye baskı uygulamıştır. Medyaya yansıdığı şekliyle Türkiye’yi bir örümcek ağı gibi saran NATO üsleri, aşağıda verilmiştir (17-21):

1-Adana - İncirlik Üssü, 2-İncirlik Hava Üssü, 3-Malatya – Kürecik, 4-İzmir – Çiğli, 5- Afyonkarahisar, 6- Şile Üssü, 7- Konya 3. Ana Jet Üs Komutanlığı, 8- Balıkesir 9. Hava Jet Üssü, 9- Muğla Aksaz Deniz Üssü, 10- Birleştirilmiş Hava Harekat Merkezleri (CAOC6); 11-Ankara, Karamürsel, Sinop, Hakkari, Hatay, Erzurum Kargapazarı dinleme üsleri, 12-Ankara Cevizlibağ, Elmadağ, İstanbul, İzmir dinleme ve harekat merkez üsleri, 13-Adana-Hatay Toroslar CIA, Gladio eğitim üssü, 14-Tekirdağ Çorlu Havaalanı; Lojistik destek üssü, 15-Gaziantep-Batman Havaalanı; Lojistik destek amaçlı havaalanları. Heronların üssü, 16-Sabiha Gökçen Havaalanı; Lojistik destek havaalanı, 17-Mersin Taşucu Limanı; Limanda liman ve helikopter pisti, 18-İskenderun Limanı (konteynır alanı), 19-Diyarbakır Hava üssü, (NATO askeri var) , 20-Şırnak-Silopi Lojistik depolama yeri, 21-Mardin( İncirlik Üssü’ne ve İskenderun’a gelen ABD asker ve teçhizatları için geçiş yeri), 22-Şanlıurfa yakıt ikmal üssü.

Şimdi “Türkiye Aynı Zamanda bir NATO Toprağı”mi?(!!!)

Bugün Başbakan Erdoğan’ın, Kasım 2012’de D-8 Zirvesi için gittiği Pakistan’ın başkenti İslamabad’da “NATO’dan talep edilen füzelerin yerleştirileceği yere ve sayısına ilişkin soru üzerine” yaptığı aşağıdaki açıklama üzerinde tekrar düşünülmesi gerekmektedir:

“… Atılan adım şudur; şu anda bizim topraklarımız aynı zamanda 4. maddeye göre NATO’nun da topraklarıdır. … Sayısal olarak ne kadar buraya NATO asker gönderir veya güvenlik elemanı gönderir bunu şu anda bilmemiz zaten mümkün değil, önemli değil. Bunun için NATO’nun şu anda bir uygulaması olacağı için de TBMM’den de herhangi bir izne gerek kalmayacaktır’’(22).

Dünün Başbakanı bugünün Cumhurbaşkanı, yukarıdaki kanaatlerini bugün aynen muhafaza etmekte midir? Eğer etmiyorsa, NATO’nun bu ihanetinden sonra NATO üslerinin kapatılması için gerekli girişimi başlatmalıdır.

Kendi savunmasını başkasının himmetine bağlayan bir ülke bağımsız değildir.

Sonuç: NATO Üslerinin Kapatılması ve Gönüllü Kuruluşların Sorumlulukları

İslam, 1995 yılında, NATO tarafından “düşman ve tehdit” olarak ilan edilmiştir. 2003 yılından itibaren her fırsatta NATO, Büyük Ortadoğu’da konuşlanmaya çalışmaktadır. NATO’da yapılan tüm değişikliklerle, ABD, NATO aracılığıyla İslam coğrafyasını parçalayıp işgal etmek istemektedir. 15 Temmuz İhanet Hareketinde NATO’nun üstlendiği röle, bu açıdan bakılmalıdır. İslam Coğrafyasında kaos çıkarmak amacıyla PKK-PYD-İŞİD, ABD-AB-NATO-İsrail-İngiltere koruması altında büyütülüp, bölgenin başına bela ettirilmişlerdir. NATO Genel Sekreteri, Stoltenberg’ın (08.12.2015) konuşması bu açıdan değerlendirilmelidir:

“Suriye’deki çatışma, Batı ve İslam dünyası arasındaki bir savaş değil, radikalizm ve terörizme karşı savaştır. Bu savaşta Müslümanlar ön cephede. Kurbanların çoğu Müslüman ve IŞİD’e karşı savaşanların çoğu da Müslüman. Bu mücadeleyi onlar için yürütemeyiz. Bu, koalisyonun ve NATO müttefiklerinin gündeminde yok. ABD’nin sınırlı sayıda özel kuvvetleri var.

Ön planda olan şey ise, yerel güçleri kuvvetlendirmek. Bu kolay değil ama tek seçenek bu.”(23)

Yaşadığımız olaylar, Türkiye’deki siyasi iktidarların, Küresel güçlerin çok yoğun baskı altında olduğunu ortaya koymaktadır. O nedenle Uluslararası ilişkiler ile ilgili alınacak tüm kararların TBMM’den geçmesi gerekmektedir.

15 Temmuz Askeri darbe girişiminden gerekli ders alınmalı, bu zalimler topluluğuna karşı halk teşkilatlandırılmalıdır. 15 Temmuz 2016 gecesi halkın direnişinin ne büyük bir güç olduğu görülmüştür. Gönüllü Kuruluşlar Darbe Gecesi ve sonrasında bu sorumluluğu gereğince yerine getirmişlerdir.

Tüm gönüllü kuruluşların, NATO, Fransa, Almanya, İngiltere, Rusya ve Çin’in bölgeyi terk etmesi için hem toplumsal şuuru hem de ümmet şuurunu harekete geçirmesi lazımdır. Bu bağlamda AGD’nin Adana İncirlik üssü ile ilgili yaptığı eylem çok anlamlı ve önemlidir:

“AGD Genel Başkanı Salih Turhan: “İncirlik Üssü ifsadın fitnenin merkez üssüdür.”

AGD Adana Şubesi Başkanı Abdülaziz Kıranşal: “Eğer bir daha bizim kardeşlerimize karşı, memleketimize karşı, milletimize karşı, böyle hain bir girişimde bulunursanız, Allah’ımız şahid olsun ki, İncirlik›te taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmayız.» (24)

Allah razı olsun

Türkiye Toprakları üzerinde, yabancı güçlerin üslerinin bulunması, en ciddi tehlikedir.

Öyleyse;

NATO üsleri kapansın,

Yabancı tüm güçler bölgeyi terk etsin,

Siyonizm’e karşı kesin ve kararlı bir mücadele verilsin,

AB’ye girmekten vazgeçilsin; AB uyum yasaları kapsamında yapılan tüm değişiklikler, gözden geçirilsin,

Tüm ikili anlaşmalar gözden geçirilsin.

Henüz Vakit Varken! Yarın Çok Geç Olabilir!

Kaynaklar

1- https://www.youtube.com/watch?v=_AL9hQPSpJk; BBCTürkçe, 17.07.2016.

2-http://www.milliyet.com.tr/abd-darbe-ithami-iliskilere-zarar-dunya-2279421/

3-http://www.yenisafak.com/gundem/darbe-girisiminin-arkasinda-abd-var-2495442

4- https://www.youtube.com/watch?v=zCFwGNff2Ys

5- http://www.aksam.com.tr/siyaset/basbakan-binali-yildirim-aciklama-yapiyor/haber-533653

6- http://www.gazetevatan.com/incirlik-te-abd-lilerle-12-sir-toplanti-967820-gundem/

7-http://www.yenisafak.com/dunya/kalkismayi-yoneten-abdli-komutan-2499022

8- http://www.hurriyet.com.tr/iste-darbe-girisiminin-perde-arkasi-40149376

9-http://www.sabah.com.tr/gundem/2016/07/30/incirlik-ussunden-kalkan-tanker-ucaklarinin-radar-kaydi-ortaya-cikti

10-http://t24.com.tr/haber/nn-international-incirlik-hava-ussu-turk-yetkililer-tarafindan-giris-cikislara-kapatildi,350326

11-http://www.aksam.com.tr/guncel/cia-ile-buyukadada-darbe-karari/haber-535649; http://www.sabah.com.tr/gundem/2016/07/26/o-gece-bu-otelde-cia-mesaideydi

12-http://www.sabah.com.tr/gundem/2016/07/23/15-temmuz-sabahi-abdli-o-isim-turkiyeye-gelmis

13-http://islamianaliz.com/haber/ak-partili-vekil-o-helikopterde-fuller-vardi-40799

14- Gültekin, M., Maşayı Tutan El: ABD Öncesi ve Sonrasıyla 15 Temmuz, 2016-Ağustos, www.islamianaliz.com.

15- http://www.hurriyet.com.tr/abdden-cok-onemli-aciklama-40174899; http://www.cnnturk.com/turkiye/abdli-komutandan-turkiyedeki-darbeyle-ilgili-aciklama

16- http://www.milliyet.com.tr/-turkiye-uzerindeki-baskiyi-dunya-2287054/

17- Yılmaz, A, – Turk North America; Raporun İngilizce aslı: http://www.washingtoninstitute.org/uploads/Documents/pubs/PolicyNote12.pdf;

18- Türkiye’de Kaç Tane NATO Üssü Var? Dünya, 21.09.2015

19- Milli Gazete’nin 21 Eylül 2015

20- http://www.hurriyet.com.tr/planet/19368830.asp;

21-blog.milliyet.com.tr/natoturk-ve-nato-nun-turkiyedeki-usleri/Blog/?...;

22- Anadolu ajansı 22.11.2012; http://aa.com.tr/tr/politika/tsk-karar-verecek/306568

23- Milliyet 08.12.2015; http://www.milliyet.com.tr/nato-hiristiyanlar-kulubu-mu-oldu-/dunya/detay/2159978/default.htm

24- 29 Temmuz 2016, Milli Gazete

1 Eylül 2016 Perşembe

Kadife Darbeden Askeri Darbeye-2: Üst Akıl/Dış Beyin Siyonizm, İç Akıl/Beyin Masonluk, Taşeron Yapı Gülen Hareketi

 (Umran Dergisi)


Bu yazı serisinde, “Kadife Darbeden Sosyolojik Savaşa” yazı serisinin ışığı altında, bir ihanet hareketi olan 15 Temmuz 2016 Askeri Darbe Girişimi ele alınıp değerlendirilmektedir. Geçen yazıda, 15 Temmuz 2016 askeri darbe girişimi kapsamında “Reyhanlı’dan Bugüne Taksim Kadife Darbe Sürecinin Farklı Aşamaları ve Taşeron Örgütleri/Truva Atları”, “Kadife Darbelerin Dayandığı Analizin Genel Çerçevesi”, “Cevaplandırılması Gereken Bazı Temel Sorular”, “İslâm Coğrafyasında Çatışan Projeler”, “15 Temmuz 2016 Askeri Darbe Girişiminin Temel Özellikleri”, “Önümüzdeki Günlerde Dikkat Edilmesi Gereken Noktalar”, “Teşkilatlı Halkın Gücü ve Ulemanın Sorumluluğu” konuları, ele alınıp değerlendirilmiştir. 15 Temmuz 2016 ihanet hareketi askeri darbe girişiminde dikkat çeken bir nokta, darbeci bazı kişilerin üzerinde 1 doların bulunmasıdır. Bir doların üzerindeki P ve F serilerinin, darbeciler arasında haberleşme şifresi ve hiyerarşi amacıyla kullanıldığı ifade edilmektedir. Acaba mesele, sadece bu mudur; yoksa bir dolar üzerinde varolan “piramitte” gizli olan başka bir sır ve mesaj da var mıdır? Burada, bir dolardaki piramidin anlamı, Siyonizm’in felsefesi, ana stratejisi ve sivil ve askeri bürokrasi içerisindeki ihanet şebekesi Masonluğun varlığı ve bunun Gülen Hareketi ile ilişkisi ele alınıp değerlendirilmektedir. 

“Dolar Darbesi” “Darbenin Parolası: 1 Amerikan Doları” 

15 Temmuz 2016 büyük ihanet hareketinde ortaya çıkan ilginç bir nokta, darbe girişiminde yakalanan bazı subayların üzerinden 1 Amerikan doları çıkmış olmasıdır. Medyadaki değerlendirme şekline göre, bir dolar üzerinde ki P(Pensilvanya), F(Fethullah) harfleri ve seri numaraları, birbirlerini tanımayan darbecilerin, karşılaştıklarında birbirlerini tanımalarına, aynı örgüte mensup olduklarına ve aralarında hiyerarşi olduğuna ilişkin şifre olarak kullanıldığıdır.1 Bu mümkün olabilir. Ancak niçin 1 dolar da 5, 10$ ya da herhangi bir TL değil veya başka bir şey değil. 1 doların seçilmesinin başka bir cevabı olmalıdır. Yine iddiaya göre Türkiye’de 81 ilde yaklaşık 200 organizasyon lideri seçilmiş, geçen ay(Ocak 2016) Londra ve Santa Monica’da eğitimleri tamamlanmıştır. Aralarında Silent Circle mesajlaşma programı ile iletişim kurmaktadırlar. Bu programı, CIA’nin bile çözemediği söylenmektedir. “Organizasyon liderleri, saat saat operasyonu ezberlediler… 15 Temmuz’u Türkiye’de çok ama çok kişi biliyordu. Paralel işadamları, askerler, Boğaz’daki aşiret ve Beyaz Türkler... Paralel işadamları, “Bizi .... komutanlar sattı!” diyor. Zincirde bir kopuş gerçekleşti ve girişim başarısız oldu. İkinci adımı kimse bilmiyor. Bir de herkese gönderilen şifreli dolarlar var!”.2 Bu ifadelere göre çok önceden, çok profesyonelce hazırlanan ve fakat acemice uygulanan ya da o görüntü verilen bir darbe girişimi ile karşı karşıyayız. Eğer durum gerçekte bu ise, o takdirde, darbe girişiminin asıl amacının ne olduğunun tartışılması ve berraklaştırılması, ona göre de tedbir alınması, çok daha hayati bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu konuyu şimdilik burada tartışmayacağız. Onun yerine “niçin 1 doları, şifre, iletişim ve mesaj aracı olarak kullanmışlardır?” konusunu ele alacağız. 1 dolar üzerindeki ana sır ve mesaj, rahmetli Erbakan’ın ısrarla gündeme getirdiği, Siyonizm’in Gizli Dünya Devleti Piramidinde gizlidir.

1 Dolardaki Ana Sır: Siyonist Ahtapotun Kolları 

Siyonizm’in gizli dünya devleti, piramit şeklinde yapılanmıştır. En üstten en alta doğru, kesin itaat içeren, kademeli hiyerarşik bir yapı vardır. Bu yapı, 1 dolarda piramit şeklinde gösterilmektedir. En üstte herkesi gözleyen, kontrol eden göz ile en altta varolan insanlık arasında 3 ana düzlemde, kademeli bir yapı bulunmaktadır3 :

1- Hiç Görünmeyenler: · RT (3 Kabbalistten Oluşan Üst Komuta Kademesi) · 13’ler Meclisi · 33’ler Meclisi · 300’ler Kulübü 13’ler Meclisi, 33’ler Meclis ve 300’ler Meclisi, Sanhedrin, En Üst Yönetim Meclisi olarak isimlendirilmektedir. 2- Ucu Gözüken Büyük Kısmı Gizli Olan Kademeler (5 Kademe) : · B’nai B’rıth-Bilderberg(Görünen En Üst Ara Koordinasyon ve Yönetim Kademesi) · Büyük Şark Locası Teşkilatı (Fransız Mason Locası) · Komünizm ( Rusya Mason Locası) · İskoç Locası Teşkilatı: 1-33 Derece (İngiliz Mason Locası) · York Locası Teşkilatı (Alman Mason Locası) 3- Halkın İçine Giren ve Yukarının Emirlerini Uygulayan Saçaklar (Alt Kademeler; Üç Kademe): · Rotary-Lions-Diner-Propeller, YMCA · Mavi Localar · Önlüksüz Masonlar

Siyonist gizli dünya devletinin yapılanışını ahtapota benzetirsek, yapının hiç görülmeyenler kademesini (RT ve Sanhedrin), ahtapotun baş ve gövdesi ile dünyaya yayılmış diğer tüm yapılarını da (2. ve 3. Düzlemdeki Kademeler), ahtapotun kolları ile temsil edebiliriz. Dışarıdan bakanlar, kolların bağlantı yerleri hariç, kolları kolaylıkla görebilmektedirler. Ancak, kolların nereye bağlı olduğunu görmeleri mümkün değildir. Sır dedikleri konu da budur. Sırra ancak belli eğitimleri alıp belli imtihanlardan geçenler, o da belli boyutu ile vakıf olabilir. Onlar da beyin ve gövde takımını oluşturan, Hahamlar topluluğudur. Gizli Dünya devleti, açık ve nispeten açık yapıları ile dünyayı örümcek ağına benzer bir ağla örmüştür. Her bir yapının ana amaçla bağlantılı ve uyumlu, ayrı ve özel bir amacı vardır. Her biri, bu amaca uygun olarak çalışmaktadır. Ahtapotun kolları, B’nai B’rith, Bilderberg, BM, Dünya Bankası, IMF, NATO, CFR, CIA, Business Round Table, AIPAC, AB, Trilateral, Mason Locaları, Rotary, Lions Klüpleri, Diner, Propeller, YMCA gibi yapılardan oluşmaktadır.4 15 Temmuz ihanet hareketinde, şifre ve iletişim aracı olarak 1 doların kullanılmış olmasının sebebi, böyle bir yapının darbecilerin arkasında olduğunun mesajını, her kesime vermek olmalıdır.

Bu noktada sorulması gereken en temel sorulardan biri, Gülen hareketinin 1 Dolarda varolan piramitteki yapılardan hangisinin içinde yer aldığıdır? Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu sorunun cevabını bulup çıkarmak ve kamuoyuna duyurmak zorundadır. Siyasi iktidarın, öncelikle yapması gereken işlerden biri de bu olmalıdır. 

Siyonizm’in Amentüsü (Temel Varsayımları) 

Siyonizm ile ilgili en tutarlı tanımlamayı Garaudy, Théodore Herzl’in eserlerine dayanarak yapmıştır. Garaudy’e göre Siyonizm, merkezinde Yahudiliğin olduğu Tevrat ve Talmud’a dayandırılan dini, siyasi, ulusal ve sömürgeci bir doktrindir. 5 Siyonizm’in dayandığı, olmazsa olmazları, onun amentüsüdür (temel varsayımları). Bunlar, bir Siyonist tarafından tartışılmadan doğru olduğuna iman edilir. Siyonizm’in temel kabulleri, aşağıdaki gibi özetlenebilir:6 

1- Allah tarafından Yahudilere ‘vaat edilmiş topraklar’(!) 

2- Yahudiler Allah tarafından ‘seçilmiş bir halktır’, ‘üstün bir ırktır’(!) 

3- Yahudiler ‘arı ırktır’, ‘saf ırk olarak kalmalıdır’ 

4- Yahudi olmayanlar için ‘etnik temizlik ya da soykırım’ yapılacaktır 

5- ‘Dünya Yahudileri için bir tek devlet vardır’: İsrail 

6- Yahudilerin ‘dünya hâkimiyeti’ için ‘gizli dünya devleti’ 

Bu temel kabullerden sadece birincisi, konumuzla çok yakından ilgili olduğu için burada, ana hatları ile ele alınıp incelenmektedir. 

‘Vaat edilmiş Topraklar’(!) ya da “Büyük İsrail Projesi” 

Siyonistler, dindar olmamış olmalarına karşın Yahudilerin dini duygularını harekete geçirebilmek için dini terminolojiyi çarpıtarak kullanmayı bir yöntem olarak benimsemişlerdir. En çok da Tevrat’taki Tekvin 15/18 ayetini istismar etmişlerdir: “Mısır ırmağından büyük ırmağa, Fırat nehrine kadar bu diyarı senin zürriyetine verdim.” (Tekvin, 15/18) Bu, Hz. İbrahim’i takip eden müminlere yapılan bir vaat olmasına rağmen Siyonist önderler bunu, İsrailoğulları’nın inançları ne olursa olsun, Allah tarafından yalnızca İsrailoğulları’na, yani bir ırka yapılmış bir vaat olarak kabul etmekteler ve tüm Yahudilere benimsetmeye çalışmaktadırlar. Hareketin başlatıcı önderi Herzl’in kafasında ‘Nil’den Fırat’a kadar olan topraklar’ gizli bir gündem maddesi olarak vardı. 1902’de Herzl yazdığı Altneuland adındaki romanında “Ülkenin toprakları Akdeniz’den Fırat nehrine, güney Filistin’den Lübnan’a kadar uzanıyordu”7 demektedir. Herzl’i takip eden tüm Siyonist önderlerin kafalarında, Yahudi devletinin sınırları konusunda, gizli bir gündem hep var olmuştur. Ancak pratikte bunu zamana yayarak Weizmann’ın ‘ihtiyatlı manipülasyon politikasıyla’ gizleyebilmişlerdir. Herzl’i takip eden bütün Siyonist önderler, yol boyu, bu toprakların elde edilmesini, çok önemli bir stratejik hedef olarak hep dile getirmişlerdir: “Madam Golda Meir: Bu ülke bizzat Allah tarafından yapılmış bir vaadin gerçekleşmesi olarak mevcuttur. O yüzden bu ülkenin yasallığı konusunda hesap sormaya kalkışmak gülünç olur. .” “Menahem Beghin: Bu toprak bize vaat edilmiştir ve bizim bu toprak üzerinde bir hakkımız vardır” ... “İsrail Peygamber’in toprağı İsrail halkına teslim edilecektir. Tamamı ve ilelebet.” “Ben Gurion: “Statükoyu devam ettirmek söz konusu değildir. Dinamik, genişlemeye yönelik bir devlet meydana getirmek zorundayız.” “Moşe Dayan: Bizler Tevrat’a sahipsek, kendimizi Tevrat ehli olarak görüyorsak, Tevrat topraklarına da, yani Hâkimler ve Hz. İbrahim’den Hz. Musa’ya kadarki peygamberlerin topraklarına, Kudüs’e, Halil’e, Eriha’ya ve daha başka yerlere sahip olmamız gerekecektir.” 

“... Bizler devletin sınırlarını tespit etmek mecburiyetinde değiliz.”8 “Dünya Yahudi Kongresi Başkanı Nahum Goldmann 1956 Siyonist Kongresi’nde: “Ben bir Arap lideri olsaydım İsrail’le asla görüşmeler yapmazdım. Çünkü biz onların vatanlarını aldık. Şüphesiz bu toprakları Tanrı bize vaat etmişti, fakat bu onlar için ne ifade eder? Bizim Tanrımız, onların Tanrısı değil ki…”9 . “Nil’den Fırat’a kadar olan toprakların ele geçirilmesinin” anlamı, Türkiye’nin parçalanması demektir. Siyonizm, doğduğu andan beri bu toprakları ele geçirmek istediğine göre Türkiye, bölünmesi, parçalanması gereken tehlikeli bir düşmandır. Hiçbir zaman belini doğrultmamalı, ayağa kalkamamalıdır. Türkiye’nin bağrında Siyonizm tarafından yürütülen sosyolojik bir savaş hep var olmuştur. Türkiye’deki bütün darbelere, özellikle, bu son darbe girişimine bu açıdan bakılmalıdır. Darbelerde iç beynin/aklın, Masonluk olmuş olması tesadüfi değildir. 15 Temmuz 2016 büyük ihanet hareketinin amacı, “Büyük İsrail Projesi’nin” (“Nil’den Fırat’a Kadar Vaat Edilmiş Topraklar”) hayata geçirilebilmesi için gerekli zeminin hazırlanmasıdır. Bu darbe girişiminin icra şeklinden asıl amacın, yeni sosyolojik fay hatları inşa ederek Türkiye’yi içe kapatmak ve bölge ile ilişkisini zayıflatmak olduğu anlaşılmaktadır. 

Siyonizm’in “Kudurmuş Köpek Stratejisi”nin Temelleri 

Moşe Dayan’ın, “İsrail kudurmuş bir köpek gibi olmalı, kimsenin dokunamayacağı kadar tehlikeli”10 ifadesi, Siyonist stratejide ana ilke olarak benimsenmiştir. Siyonizm’in amentüsünü esas alan ‘Kudurmuş Köpek Stratejisi’nin dayandığı esasları genel olarak aşağıdaki gibi özetleyebiliriz: · Irkçı ve dini temellere dayalı bir iç politika · Devamlı korku ve tehdit altında olmaya dayalı iç politika · İki yönlü göç ettirme politikası: Yahudilerin İsrail’e göç ettirilmesi, Yahudi olmayanların da Filistin topraklarından göç ettirilmesi · “Büyük İsrail”in gerçekleşmesine yönelik sürekli genişlemeyi esas alan bir dış politika · Savaşı ve Devlet terörizmini esas alan bir politika · Yalan ve aldatmaya dayalı bir Psikolojik Savaş · Her ülkede legal ve illegal örgütlenme ve lobicilik ile yönetimler üzerinde baskı oluşturmak ve yönlendirmek · Antisemitiz üzerinden yürütülen bir politika · Makyavelist yaklaşım: Hedefe varmada her şey mubah · Kolektif cezalandırma: Sivil asker, suçlu suçsuz ayırımı yapmama · Şantaj ve menfaat ile satın alarak işbirlikçi ihdas etmek veya yok etmek · Zamana yayma, alıştırma ve unutturma politikası · Bölge ülkelerini bölmeye, parçalamaya ve yok etmeye dönük Kaos Politikası Siyonistler, tam bir Makyavelistirler; politikalarına, stratejilerine uygun gelen ne varsa onu savunur ve uygularlar. Onlar, yeri geldiğinde komünist, yeri geldiğinde kapitalist ve yeri geldiğinde faşisttirler. Bu açıdan hiçbir ahlakı ölçüleri yoktur. Bu anlayışı, ilk olarak formüle eden Siyonizm’in kurucusu olan Herzl’dir: “Bizler, düştüğümüz zaman, ihtilalcı partinin maiyet memurları olan ‘ihtilalci Proleterya’ oluruz; yükseldiğimiz zaman ise, kesemizin korkunç kudreti de artar.” Henry Ford ise Herzl’in düşüncesini daha açık bir şekilde ifade eder: “Yahudi, Yahudi olmayanın her şeyine düşmandır. O, içgüdülerine uyduğu zaman kraliyete karşı cumhuriyetçi; cumhuriyete karşı sosyalist ve sosyalizme karşı Bolşevik kesilir.”11 Bu açıdan bakıldığında Gülen Hareketi, Makyavelist bir harekettir, kutsalı yoktur. Devlet katmanlarında ve iş dünyasında yükselebilmek, makam ve mevkileri elde edebilmek için helal ile haramı, hakla batılı, marufla münkeri birbirine karıştırmakta, yaşantılarını buna göre düzenlemekte çok mahirdirler. Onlara göre hedefe varabilmek için her şey mübah ve meşrudur. Bu ihanet şebekesi, bu boyutları ile belgeli ve delilli olarak teşhir edilmelidir. 

Siyonizm’in Böl, Parçala, Yönet veya Yok Et Politikası: Kaos Politikası 

Siyonist yöneticiler, “Nil’den Fırat’a kadar olan Vaat edilmiş Topraklar”ın(!) ele geçirilebilmesi için bu coğrafyada ki ülkelerin kaosa çekilerek bölünmesini ve yerlerine birbirleri ile kavgalı, İsrail’e muhtaç, küçük devletlerin kurulmasını, Siyon önderlerinin Protokolleri’ne (Beşinci Protokol ve Onuncu Protokol) dayalı stratejilerinin çok önemli bir ilkesi olarak benimsemişlerdir.12

Siyonistler, bu hedefe ulaşmayı tedrici bir yaklaşım olarak öngörmüşlerdir. Bazı ülkeleri para ve ticaret yoluyla, bazı ülkeleri de silah yoluyla almayı zamanın şartlarına bırakmışlardır. Birincil öncelikli hedef Filistin’di, Filistin’de tutunulması gerekmekteydi. Weizmann’a göre Ürdün ikinci planda bir hedef olmalıdır.13 Ben Gurion’a göre ise zincirin en zayıf halkası, Lübnan’dır ve ilk hedef o olmalıdır.14 Lübnan’ın parçalanması ve İsrail’in topraklarını Lübnan’da genişletebilmesinin yolu, General Moşe Dayan’a göre provokasyondur: “Bize topu topu bir subay bulmak kalıyor, basit bir yüzbaşı bile yeter. Onu davamıza kazanmalı, Maruni halkın kurtarıcısı olduğunu ilân etmesi için kendisini satın almalıyız. O zaman, İsrail ordusu Lübnan’a girecek, işgal ettiği topraklarda İsrail’in müttefiki bir Hıristiyan rejimi kuracak ve bundan sonra her şey kendiliğinden olup bitecektir. Lübnan’ın güneyindeki topraklar bütünüyle İsrail’e ilhak edilecektir.”15 Nil’den Fırat’a kadar olan toprakların ele geçirilebilmesi için Sudan, Lübnan, Libya, Mısır, Suriye, Irak, Iran ve Türkiye’nin parçalanması, buralarda birbirine düşman kukla devletlerin kurulması, Siyonizm’in değişmeyen stratejik hedefidir. Siyon Önderlerinin Yedinci protokolünde İsrail’e düşman komşu devletlerin çatıştırılması öngörülmektedir.16 

O nedenle Türkiye’yi Suriyeleştirmek amaçlı 15 Temmuz ihanet hareketi içerisinde yer almış, Siyonist işbirlikçisi, satılmış, gizli ve açık tüm subay kadrosu bulunup çıkarılmalı, belgeli bir şekilde teşhir ve tasfiye edilmelidir. Dünya Siyonist Örgütü tarafından Kudüs’te yayınlanan Kivunim (Yönelişler) dergisinde “80’li Yıllar İçin İsrail’in Stratejik Plânları” adlı bir makalede, bu strateji özetlenmektedir: “Merkezde yer alan gövde olması bakımından Mısır, özellikle Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasındaki giderek sertleşen çatışmalar gözüne alınırsa, şimdilik bir kadavradır. Bu ülkenin ayrı coğrafî eyaletlere bölünmesi, bizim Batı cephesi üzerinde, 1990’lı yıllar için siyasî hedefimiz olmalıdır. Böylece Mısır bir kere parçalandıktan ve merkezî iktidardan yoksun bırakıldıktan sonra, Libya, Sudan ve diğer uzak ülkeler aynı çözülmenin içine gireceklerdir. Yukarı Mısır’da bir Kıptî devletinin kurulması ve daha az öneme sahip bölgesel kimliklerin oluşturulması, barış anlaşması yüzünden şimdilik geciktirilmiş, fakat uzun vadede kaçınılmaz olan bir gelişmenin anahtarıdır. Dış görünüşüne rağmen, Batı cephesi Doğu cephesinden daha az problem çıkarıyor. Lübnan’ın beş eyalete bölünmesi... Arap dünyasının bütününde meydana geleceklerin müjdesini veriyor. Suriye ve Irak’ın etnik veya dinî kıstaslar bazında belli bölgelere ayrılması, uzun vadede, İsrail için öncelikli gaye olmalıdır. Bunun birinci safhası ise, söz konusu devletlerin askerî güçlerinin imha edilmesidir. Suriye’nin etnik yapıları, kendisini parçalanmaya hazır hâle getiriyor: Suriye’nin deniz sahili boyunca bir Şiî devleti, Halep’te ve Şam’da birer Sünnî devleti kurulabilir. Her halükârda Huran’la birlikte Ürdün’ün kuzeyinde -belki de bizim Golan’ımız üzerinde- kendi devletini oluşturmayı ümit eden bir Dürzi kimliği de ortaya çıkabilecektir... 

Böyle bir devlet, uzun vadede, bölge için bir barış ve emniyet garantisi olacaktır. Bu bizim rahatça gerçekleştirebileceğimiz bir hedeftir. Petrolce zengin ve iç mücadelelerin pençesindeki Irak, İsrail’in nişan çizgisindedir. Onun dağılması bizim için Suriye’ninkinden daha önemlidir, zira Irak, yakın vadede İsrail için en ciddî tehlikeyi temsil etmektedir.”17 Eskiden İsrail Yabancılar Bürosu’nda çalışmış olan Oded Yinon’a göre “Diğer cephelerde de aynı yaklaşım geçerlidir; Lübnan, Suriye, Irak ve Arap yarımadası, Osmanlı döneminde Doğu Akdeniz sahillerinin durumu gibi, dini ve etnik küçük parçalara ayrılmalıdır.”18 Bu son iki belgede ismi geçen, Libya, Sudan, Irak bugün fiilen bölünmüşlerdir. Suriye’nin geleceği, Türkiye, Iran ve Rusya’nın takınacağı tavra bağlı olarak ya yukarıdaki belgede öngörüldüğü gibi bölünebilir ya da tek bir devlet olarak varlığını sürdürebilir. Bu belgede Türkiye’nin ismi açık olarak geçmemektedir. Ancak bu noktada hatırlanması gereken bir başka belge, 1996 yılında P. Kur. Yb. Mehmet İlhan Ünver tarafından hazırlanan, “Ortadoğu Barış Süreci ve Türkiye Üzerine Etkileri” adlı rapordur. Bu raporda, “İsrail’in, Suriye ve Hatay’ın üçe bölünmesini” öngördüğü bilgisi yer almaktadır.19 Ayrıca Genelkurmay Başkanlığı tarafından hazırlanan “Güneydoğuda Devam Etmekte Olan Bölücü Hareketin Gelecekteki Muhtemel Seyri ve Türkiye’nin Bütünlüğüne Etkileri” adlı dökümanda, “İsrail’in PKK’yi destekleyen ülkelerin başında yer aldığı ve su sorununu Suriye’den çok İsrailli mahfiller tarafından seslendirildiği” belirtilmektedir.20 

Dolayısıyla Siyonizm, ortaya çıktığı andan itibaren, ne İslâm’ın, ne Osmanlı’nın ne de Türkiye’nin dostu olmuştur. Ana stratejileri, Türkiye’nin bölünmesini öngörmektedir. “1980’lı yıllardaki İsrail’in stratejisi ne olmalıdır belgesinde”, ilk hedefin Irak, ikinci ve üçüncü hedeflerin de Suriye ve İran olduğu kolayca görülebilmektedir. İsrail eski Başbakanı Ehud Barak’ın 4 Eylül 2002 tarihinde New York Times’ta yayınlanan makalesinde Saddam’ın düşürülmesinin domino etkisi yapacağı belirtilmektedir: “Saddam rejimine son vermek Arap dünyasındaki jeopolitik ortamı değiştirecektir.” “Saddam’sız bir Arap dünyası, iktidara gelecek neslin büyük çoğunluğunun, bazı Körfez ülkelerinde ve Ürdün’de olduğu gibi aşamalı olarak demokratik açılımlara başlamasını kolaylaştıracaktır”. 21 Mart 2003’ten önce İsrailli liderler, Irak operasyonu bitmeden Bush yönetiminin Suriye’ye yönelmesini istemiyorlardı. Ancak Nisanın ortalarında Bağdat düştükten sonra Şaron ve subayları, Washington’un Şam’ı hedef alması konusunda ısrar etmeye başlamışlardır:22 

“Savunma Bakanı Mofaz, Ma’ariv gazetesi, 16 Nisan 2003: “Suriye’den talep edilmesi gerektiğini düşündüğümüz konulara ilişkin uzun bir listemiz bulunmaktadır ve bunun Amerikalılar yoluyla yapılması uygun olmaktadır” Wolfowitz: “Suriye’de rejimin değişmesi gerekmektedir.” Richard Perle: “Ortadoğu’daki diğer saldırgan rejimlere iki kelimelik, kısa bir mesaj verebiliriz, sıra siz de.” Nisan ayının(2003) başında, WINEP açıkladığı raporda, “Saddam’ın sorumsuz ve küstah davranışlarını sürdüren ülkelerin Irak’la aynı kaderi paylaşacağını Suriye unutmamalıdır” mesajı verilmiştir. “Washington’daki İsrail elçisi, 2003 Nisan, Ha’aretz: “Amerika işine devam etmelidir. Hâlâ Suriye’den, İran’dan gelebilecek bir dizi büyük tehditle karşı karşıyayız.” Türkiye’de Taksim kadife darbe sürecinde, halkın oyu ile, hilesiz, hurdasız, şeffaf bir seçimle, seçilip gelmiş bir başbakanı/Cumhurbaşkanı’nı (Tayyip Erdoğan) Esed ve Saddam’a benzeterek diktatör ilan etmenin amacı, yukarıda yapılan “sıra size gelecek” açıklamalarında gizlidir. 

Osmanlı’da Ahtapotun Kolları: Masonluk, İttihat Terakki ve Yeni Osmanlılar 

19. Asırda, Siyonizm, Masonluk, Karbonari Hareketi, Lehistan Gizli Cemiyeti, B’nai B’rith(Bene Berit) adlı Yahudi örgüt, Osmanlı coğrafyasında etkin olan ihanet şebekeleridir. 1865 yılında Ebuzziya Tevfik ve 5 Arkadaşı, Karbonari Hareketi’ni+Lehistan Gizli Cemiyeti’ni referans alan Yeni Osmanlılar Cemiyeti’ni kurmuşlardır. İngiliz Başbakanı Lord Palmerston’un hem Kabonari Hareketi’ne hem de Yeni Osmanlılar Cemiyeti’ne ve hem de B’nai B’rith(Bene Berit) adlı Yahudi örgütüne gizli desteği bulunmaktadır.23 Yeni Osmanlılar Cemiyeti, Karbonari Hareketinin desteği ile 1876 yılında Abdülaziz’i tahtan indirmiş, Mason, ruh hastası V. Murat’ı tahta çıkarmıştır. Ancak V. Murat’ın sıhhat durumundan dolayı Şehzade Abdülhamid’i, Meşrutiyetin ilanı ve seçimlerin yapılması şartıyla tahta çıkarmışlardır. B’nai B’rith(Bene Berit), Karbonari ve İngiliz Başbakanı Lord Palmerston desteği ile etkinliğini gittikçe artırmıştır. Teşkilatın lideri, Selanikli üyelerinden Musevi Emanuel Karaso’dur.24 Tarihçi Yılmaz Öztuna’ya göre B’nai B’rith(Bene Berit) adlı Yahudi örgütün lideri Karaso, “ İtalya’dan para alan bir casusu olup, Libya’nın İtalya tarafından yutulmasında meşum bir rol oynamış, sonradan İtalya’ya kaçmış bir vatan hainidir…”25. 

Mason olan Karbonari’nın lideri Mazzini’nin dava arkadaşıdır. Vatan Haini Emanuel Karaso, İttihatçılar tarafından 1. Dünya Savaşında Osmanlı Ordusunun İaşe Müfettişliği’ne atanmış, halka dağıtılması gereken malları zimmetine geçirerek 2 milyon liradan fazla servet edinmiştir. Savaş sonrasında, 1919’da İtalya’ya kaçmıştır.26 Bu örgüt, Meşrutiyetçilerin güçlü isimlerinden Serasker Hüseyin Avni Paşa, Mithat Paşa ve Namık Kemal gibi liderleri kullanmış ve birbirlerine düşürmüştür. Bunlar birbirleri ile savaşırken B’nai B’rith(Bene Berit) adlı Yahudi örgüt, Osmanlı’nın kılcal damarlarına, sınır sistemine yerleşmiş ve Jön Türk hareketini Masonluğa bağlamıştır.

Selanikli Jön Türkler’in kurduğu Osmanlı Hürriyet Cemiyeti (İttihat ve Terakki), merkezi Selanik’te bulunan Mason Macedonia Risorta Locası ile iç içe geçmiş durumdadır: “Osmanlı Hürriyet Cemiyeti (İttihat ve Terakki) ’ne gireceklerin Mason olması şartı vardı. 1901- 1908 döneminde 23’ü karargahları Rumeli’de bulunan ve 2., 3. Orduların en üst rütbeli muvazzaf subayları olmak üzere 188 ittihatçı Masonluğa alınmış.”27 İttihatçıların önde gelenlerinden Talat Paşa, Emanuel Karaso, Macedonia Risorta Locası’nın ilk üyeleri olup 33. dereceli Üstad-ı Azam durumundadırlar. Emanuel Karaso’nun İttihatçılara yaptığı “Gizli belgelerimizi ben bir Mason mabedinde muhafaza altına alayım”28 teklifinin kabul edilmesi ile İttihat ve Terakki’nin tüm sırları masonların eline geçmiş ve örgüt, yeri ve zamanı geldiğinde İttihatçılarla ilgili gerekli operasyonları yapmıştır. II. Abdülhamid’e tahtan indirme kararını bildiren heyetin içerisinde Ermeni Aram Efendi, Arnavut Esad Toptani, Laz Arif Hikmet ile birlikte Mason, Musevi, Macedonia Risorta Locası’nın üyesi ve B’nai B’rith(Bene Berit) adlı Yahudi örgütün lideri Emanuel Karaso ve Bahriye Nâzırı Arif Hikmet Paşa’nın bulunmuş olması ibretlik bir durumdur! Meşrutiyet’in ilanından sonra Adalet Bakanlığı’na getirilen Manyasizade Refik Bey’in The Morning Post’a ve Le Temps gazetelerine verdiği demeçler, İttihat Terakki hareketinin çelik çekirdek kadrosunun ve kahir ekseriyetinin ihanet şebekesi Masonluğun üyesi olduğu, mason localarının emir ve direktifleri ile yönetildikleri ve kullanıldıklarını göstermektedir: 

“Manyasizade Refik Bey: Orada (Macedonia Risorta ve Labor et lux localarında) Masonlar olarak toplanıyorduk, çoğumuz da masonduk, fakat aslında örgütlenmek için toplanıyorduk. Bunun yanı sıra yoldaşlarımızın büyük bir bölümünü, üyelerini ince eleyip sık dokuyarak seçmeleri nedeniyle Cemiyetimiz için bir elek işlevi gören bu localardan seçtik… Ayrıca bu localar, ihtiyaç halinde İtalyan Sefaretinden müdahale teminatı almış olan İtalyan Grand Orienti’ne bağlıydı”.29 Manyasizade Refik Bey’in, 20 Ağustos 1908’de Le Temps gazetesine demeci: “Masonluk ve İtalyan masonluğu bize manen destek verdi… Hakikatte İtalyan Locaları İttihat Terakki’ye yardımcı oldular, bizleri korudular, Bizlere birer sığınak sağladılar. Çoğumuz mason olduğumuzdan teşkilatlanmak için genelde localarda toplanırdık. Üyelerimizi de localardan seçmeye çalışırdık, çünkü locaya üye olabilmek için sıkı bir kontrolden geçirilmekteydi.”30 

Türkiye’de Ahtapotun Kolları: “Nüfuz Casusları”, Masonluk ve Gülen Hareketi 

Cumhuriyet döneminde, Birinci meclisin tasfiye edilmesi ile başlayan süreçte, İstiklal Mahkemeleri ile başlatılan baskı ve sindirme dönemlerinde, Sabatayist, Mason ve bu milletin kültür ve medeniyetine yabancılaşmış tüm unsurlar, ülkenin kılcal damarlarına varıncaya kadar birçok kritik alana nüfuz etmişlerdir. Bunlar, küresel düzlemdeki bir kısım güç merkezleri ile irtibatlı olarak ülkeyi yönetmişlerdir. 1963 yılında Başbakan İsmet İnönü, bakanlar kurulunda, daha şahsiyetli bir dış politika izlenememesinin nedeni olarak, Türkiye’nin kılcal damarlarına sızmış olan yabancı bir insan unsurunun varlığını göstermektedir: “Daha bağımsız ve şahsiyetli dış politika izlenmesini istiyorsunuz. Nasıl yapacağım ben bunu? Karar vereceğim ve işi teknisyenlerime havale edeceğim. Onlar etraflı çalışma yapacaklar, teklifler hazırlayacaklar. Yapabilirler mi bunu? Hepsinin etrafında uzman denilen yabancılar dolu, iğfal etmeye çalışıyorlar, muvaffak olamazlarsa işi sürüncemede bıraktırmaya çalışıyorlar. O da olmazsa karşı tedbir alıyorlar. Bir görev veriyorum. Neticesi bana gelmeden Washington’un haberi oluyor. Sonucu memurumdan önce sefirimden öğreniyorum. Bana şimdiye kadar bunlar tarafından hazırlanmış derdimize deva bir rapor göstermediler. Hepsi yasak savma kabilinden şeyler. Ne yapıyorsak yine biz kendi elemanlarımızla yapıyoruz. 

Peki, bu binlerce adam, “avara kasnak” gibi dolaşmıyor. Elbette kendileri için önemli marifetleri var. İstiklal harbinden sonra sulh anlaşmasında esas mücadele bu uzmanlar konusunda oldu. Bütün mücadele, idaremize tasallut yüzünden çıktı. Bir tek uzman vermek için büyük tavizler vermeye hazırdılar. Dayattık, biz onların niçin ısrar ettiklerini biliyorduk. Onlar bizim niçin inatla reddettiğimiz biliyorlardı. Böyledir bu işler; Peygamber edası ile size dünyaları vaat ederler, imzayı attınız mı ertesi gün gelmişlerdir. Personeli gelmiştir, üsleri gelmiştir. Ondan sonra sökebilirsen sök, gitmezler. Ancak bu meselenin üzerine vakit geçirmeden eğilmek lazım. Yoksa bağımsız dış politika güdemeyiz. Fakat zannetmeyiniz ki kolay bir iştir. Savuşturulan iki üç badire bunun yanında çok kolay kalır. Teşebbüs ettiğimiz zaman başımıza neler geleceğini kestiremem.”31 Eski bakan ve senatörlerden Kamuran İnan, 1995 yılında yazdığı Hayır Diyebilen Türkiye kitabında, özellikle dış güç odakları ile irtibatlı bir ‘iç cephenin’ varlığına dikkat çekerek bir Türkiye fotoğrafı sunmaktadır: “Teslimiyet bizde işin icabı haline gelmiş; asıldır. İstisnaların, kaide dışına çıkanların başına gelmedik kalmıyor. Devletin menfaat ve onurunu korumakta kararlı olanların karşısına dikilen bir iç cephe vardır. Alışılmışın dışına çıkanlar, karşılarında bu cepheyi bulur... 

Bu gibi memleketlerdeki darbeleri tesadüfe bağlamak veya halk hareketi olarak görmek yanlıştır. Bunların arkasında, genellikle, dış menfaat bulunmaktadır. Büyük güçlerin, uzun süre, HAYIR işitmeye tahammülü yoktur. HAYIR diyenler gider, yerlerine EVET diyenler gelir. Bu hep böyle olmuştur. Olmaya da devam ediyor. Nerede ve nasıl şişirildiği belli olmayan paraşütlerle siyaset meydana inen “lider”ler bizde de görülmüştür… “Gizli kuvvetlerin gücünü ihmal etmemek lazım.”32 Keza eski dış işleri bakanı Sadettin Tantan, “Bu ülkede nüfuz casusları var” derken böyle bir gücün varlığına dikkat çekmeye çalışmıştır. 

Kim Bu Nüfuz Casusları? 

27 Mayıs darbesini organize eden, başlatıp yürüten güçlü ekip(14’ler), ani bir operasyonla (13 Kasım operasyonu), daha “başka bir güç tarafından” yurt dışına gönderilerek tasfiye edilmiştir.33 27 Mayıs darbe sürecinde ‘6 Haziran olayı’ diye adlandırılan olayla ilgili Albay Talat Aydemir, arkadaşına yazdığı mektupta, ordu içerisinde gittikçe kuvvetlenen “Masonik bir hâkimiyetten” şikâyet etmektedir: “Hava Kuvvetleri komutanının, emir subayının (Gürsel’in emir subayı Agasi Şen) marifetiyle tayininden sonra iş patlak verdi. Emir subayı Agası Şen, Mason cemiyetine girmişti, diğerleri de onun izinden yürüyorlar, tesir altında kalıyorlardı. Bugün devletin beş bakanı da Masondur, sen hükmünü ver…”34 Masonlar, arka planda birbirlerinden haberli, ön planda birbirleri ile mücadele, çatışma halinde görülme becerisine sahiptirler. Masonları tehlikeli kılan, birbirlerine zıt, karşıt olan cemiyetler, yapılar içerisinde kolaylıkla faaliyet gösterebilmedeki yetenekleri ve her rengi alabilmeleridir: “Atilla İlhan:… Atatürk masonluğu yasaklamıştı. Şimdi bakın, İki büyük Mason. Birisi Selanikli maliyeci Cavit Bey’dir. İttihatçılar zamanında Maşrık-ı Azam oydu. Yenildiler hepsi kaçtı, ama o İstanbul’da idi. İşgalciler geldiler, Hürriyet ve İtilafçıların içerisinde masonların en kıdemlisi de Filozof Rıza Tevfik Bey’di. İnanılmaz bir şey... Biri itilafçı, biri ittihatçı birbirlerine kedi köpek gibi düşman olmaları lazım gelen bu adamlardan birincisi Maşrık-ı Azamdı. Maliyeci Cavit Bey İttihatçıların Avrupalı adamıydı, Avrupalıların menfaat ve fikirlerini savunuyordu. Filozof Rıza Bey de Sevr maddesini imzalayan adam. Masonlar bunlar. … 

Gazi bunlardan birini astı birini sürdü.”35 Türkiye’deki kilit noktalarda masonların bulunmuş olması ve Türkiye’deki Sabatayist- Masonik Kadronun ABD-İsrail-İngiltere ile iç içe bulunması, Türkiye’nin ana sorunudur: “Atilla İlhan: Bakın ben 28 Şubat sürecinde de yazdım, Türkiye’de hiç lafı edilmeyen birtakım başka tarikatlar da vardır, Silahlı Kuvvetler bunları görmüyor mu? Soru buydu. Ve isimlerini sıralamıştım; masonlar, rotaryenler, lionslar, bunların hepsi tarikat, bu tarikatların aynı şekilde ilişkileri servetleri, aynı şekilde fırıldakları vardır. O zaman ses çıkarılmıyordu bunun da iki sebebi vardı; birincisi yüksek kumanda kademesinde masonlar vardı. Öyle olunca tabii dokunulmaz oluyorlar. Demek ki biraz ondan oluyor… Bana sorarsanız, 12 Eylül yani Turgut Özal’dan İsmail Hakkı Karadayı’nın Genelkurmay Başkanlığına kadar olan dönem içerisinde yönetim tamamıyla dış merkezliydi.”36 Türkiye’de Ordu ile halkı en keskin bir şekilde karşı karşıya getiren ve halkın temel değerlerine doğrudan cephe alan bir darbe özelliğinde ki 28 Şubat postmodern darbesi, Atilla İlhan’a göre Sabetayist-Masonik bir kadronun eseridir: “28 Şubat Sabetayist bir darbedir; ekonomiyi batırmak ve halkı devletten soğutmak için yapılmıştır. Bakın Çevik Bir, Amerika’nın adamı, tasfiye edildi, onu tasfiye ettiler. Çevik Bir, Doğan Güreş olacaktı, onun için yetiştirilmişti. Bilmediğiniz bir şey de söyleyeyim; Sabatayisttir, dönmedir. Son zamanlarda dönmelere çok cesaret verdiler... Çevik Bir, Türk askerinden çok bir Amerikan subayına benziyordu. Amerika desteğiyle parlatıldı ama bir de baktı ki en önemli yer olan Genelkurmay Başkanlığı yolu kendisine kapalı… 

Amerika’nın kontrolü, Çevik Bir’in tasfiyesinden sonra kayboldu…”37 Masonluğun gücü, sadece sivil ve askeri bürokrasi içerisinde kazandığı mevzilerden kaynaklanmamaktadır; ayni zamanda medya ve ekonomi üzerinde de önemli mevziler kazanmışlardır: “Atilla İlhan:..Çünkü büyük basının yarısından çoğu mason olduğu için bunları yazmadılar…Türkiye laiktir ama Türkiye’de laikliği din aleyhtarlığı, dine karşı gelme gibi yorumlayan bir kesim vardır. Bazı iş çevreleriyle masonlar ve farmasonlardır. Asıl ordadır bunların başı.38 Sanatkâr Özdemir Erdoğan’a göre de, sanat dünyası, reklam dünyası ve Dışişleri Bakanlığı Mason ve Sabatayistlerin kontrolündedir: “Türkiye’de bir kesim var, vatan-millet hamaseti yapıyor. Bir başka kesim de tamamen organize olmuş ve hınzırca planlarla Türkiye’yi çökertmek için çalışıyor. Pop star tarzı yarışmalar da bu planın bir parçası. Bu durum, para ve reyting kaygısından öte bir şey. Bir toplumun kültürünü, milliliğini, o toplumu bir arada tutan değerleri yok etmeye yönelik bir plan... Bilinçli bir şekilde uygulanan bu politikalar halen devam ettiriliyor. Pop star veya sanat güneşi gibi kavram ve yarışmalarla halkı etkilemek, kandırmak ve manevi değerlerinden uzaklaştırmak için yapılan bilinçli organizasyonların sonucudur bu durum... Bilinçli bir şekilde bu toplum batırılıyor. Ülke satılıyor... Atatürk zamanında tekke ve zaviyeler kapatılmıştır. Ama mason dernekleri de kapatıldı. Türkiye’de yıllardan beri MGK’da “Aman şeriat geliyor!”, “İrtica hortluyor!” fikri deklare ediliyor. Bunlar sadece muhafazakâr veya dinini yaşayan insanların organizasyonlarına yönelik söylemlerdir. Ancak Türkiye’de daha büyük, tehlikeli ve inanılmaz organizasyonlar var. Türkiye’de Sabetayist organizasyon var. Televizyon reklâmlarına bakın, çıkan sanatçıların büyük çoğunluğu Sabetayist’tir. Türk Dışişleri Bakanlığı ve sanat dünyası başta olmak üzere bütün köşeler Sabetayistler tarafından tutulmuştur.”39 

Sonuçlar 

Sonuç-1: Masonlar Ve Gülen Hareketi’nin “İhanet Gurubu”, Öncelikli Olarak Sivil ve Askeri Bürokrasiden Tasfiye Edilmelidir 

Türkiye’nin ana sorunlarından birisi de, ülkenin kılcal damarlarına yerleşmiş olan mason sabatayist yapıdır. Masonik yapı, Türkiye’den tasfiye edilmedikçe, Türkiye’deki kaos, değişik adlar ve görüntüler adı altında ve değişik örgütler ile devam edecektir. Gülen hareketinin yapılanış şekline, çalışma tarzına, şantaj ve darbe mantığına ve ilişki zincirine bakıldığı zaman, yeni bir İttihat ve Terakki Hareketi ile karşı karşıya kaldığımız daha rahat anlaşılacaktır. İttihat ve Terakki Masonluk ilişkisini göz önüne aldığımızda, Gülen Hareketindeki Emanuel Karasu’nun kim olduğu bulunmalı ve mutlaka deşifre edilmelidir. 15 Temmuz İhanet Hareketinde, Gülen Hareketi ile Türkiye’deki Masonik Kadro, birlikte hareket etmiştir. Bu ittifak zinciri bulunmalı ve kamuoyuna duyurulmalıdır. Masonlar ve Gülen Hareketinin “İhanet Gurubu”, genel olarak Türkiye’den, öncelikli olarak da, sivil ve askeri bürokrasiden tasfiye edilmelidir. 

Sonuç-2: “Emsal Çözüm” Tekliflerine Karşı Dikkatli Davranılmalıdır 

15 Temmuz İhanet hareketinin asıl amacı, ülkede sosyolojik savaş çıkarabilmek için gerekli bir alt yapı oluşturmaktır. Sivil ve askeri bürokrasi ile özel sektör alanında yapılan çok seri ve yoğun operasyonların, yeni bir sosyolojik ayrışmaya sebep olup olmayacağı, yeni fay hatları inşa edip etmeyeceği iyi hesaplanmalıdır. Yangını söndürürken yangına benzin taşımamaya gayret edilmelidir. Böyle dönemlerde sosyolojik savaş ajanlarının başka ülkelerde uygulanmış çözümleri, “emsal çözüm”40 olarak gösterip uygulamaya sokturarak ülkeyi çökertmek isteyeceklerdir. Geçmiş dönemlerde bu yaklaşım, çok denenmiştir. Uygulama sonuçları, genellikle, ülkenin aleyhine olmuştur. 

Sonuç-3: 17-25 Aralık Maliye-Polis-Yargı Darbe Girişimine Kadar Devlet Ricalinin El Üstünde Tuttuğu Gülen Hareketi’nin Halk Üzerindeki Etkisi Dikkate Alınmalıdır 

Bugün Gülen Hareketi ile ilgili seri operasyonlar yapılırken, şu noktanın dikkate alınması gerekmektedir: 1980 Darbesinden 17-25 Aralık MaliyePolis-Yargı Darbe Girişimine kadar olan süreçte, rahmetli Erbakan hariç, dönemin Cumhurbaşkanları, başbakanları, genelkurmay başkanları ve siyasi parti liderleri/kadroları, birçok STK/Gönüllü kuruluşlar/Cemaatler, Güleni ve Gülen hareketini övmüş, ödül vermiş, ödül almış ve ülkenin birçok imkânını ona tahsis etmişlerdir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Allah ve milletimiz bizi affetsin zamanında biz tehlikeyi göremedik”, Eski Genelkurmay Başkanı Nejdet Özel’in, Eski Meclis Başkanları Cemil Çiçek, Bülent Arınç’ın ve birçok siyasinin, benzer açıklamalarını göz önüne aldığımızda; 17-25 Aralık Maliye-Polis-Yargı Darbe girişimine kadar devletin elindeki tüm imkânlarla, göremediği bir tehlikeyi, göremediği için sade vatandaşı, iş adamlarını ve akademisyenleri, öğretmenleri, imamları suçlamak, ciddi deliller olmadan, gerçekten pişman olup olmadığı araştırılmadan cezalandırmak, çok daha büyük travmalara ve sorunlara neden olabilir. Bu noktada çok daha dikkatli ve hassas davranılmalı; insanlar, MOSSAD ve CIA’nın kucağına itilmemelidir. Abdülhamid Han’ın Jöntürklere ve kendisine suikast yapan Ermeni bombacıya karşı izlediği politikalardan yararlanılması faydalı olabilir. 

Sonuç-4: “Açığa Alma ve Tutuklamalar” Sürecinde Dikkat edilmesi Gereken Hususlar 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Aşağısı ibadet, ortası ticaret, yukarısı ihanet” olarak tasvir ettiği bir yapının tasfiyesinde, “ticaret ve ibadet erbabının”, “ihanet erbabından” ayrılması ve bunun için çok hassas davranılması gerekmektedir. Bunun için, iki kırılma noktası referans alınmalıdır: 1- 17-25 Aralık Maliye-Polis- Yargı Darbe Girişimi; 2- 15 Temmuz Askeri Darbe Girişimi. Bu iki kırılma noktasından sonra Gülen Hareketi mensuplarının tutum, tavır ve davranışları çok hassas bir şekilde ele alınıp değerlendirilmelidir. Bu değerlendirme yapılırken Sonuç-3’te dile getirdiğimiz psikoloji dikkate alınmalıdır. 15 Temmuz Askeri Darbe Girişiminden sonra Gülen Hareketi’ni desteklemiş olanların üzerine kesin bir şekilde gidilmelidir. 17-25 Aralık MaliyePolis-Yargı darbe girişimi ile 15 Temmuz Askeri Darbe Girişimi arasındaki dönemde, Gülen Hareketi mensuplarının bir kısmının, o günün şartları göz önüne alındığında, gelgitler yaşayabileceğine, kararsız kalabileceğine dikkat edilmelidir. Çocuklarını okullarından, yurtlarından almamış/alamamış olabilir, kurban yardımında bulunmuş olabilir. Bu dönemle ilgili olarak çocuklarını Gülen hareketinin okullarında okutmuş olmak veya onun yurtlarında kalmış olmak, temel kriterler zümresi içerisinde değerlendirilmemelidir. Yasal olarak hiçbir işleme tabi tutulmamış yurt veya okullarda bulunmayı, esaslı suçlayıcı bir unsur olarak görmemiş/görememiş olabilirler. O dönemin psikolojisi buna uygundu. 

Sonuç-5: Açığa Alma ve Tutuklamalarda Korku Şantaj İmparatorluğunun İnşa Ettiği Psikoloji Göz önüne Alınmalıdır 

Gülen Hareketi, Maliye-Polis-Yargı üçgeninde kurdukları şantaj şebekesi ile insanların yatak odasına ve banyolarına sızmış, pek çok işadamını, esnafı, devlet ricalini, sivil ve asker bürokratı ve siyasiyi tuzağa düşürmüştür. “Kasetler savaşı” diye literatüre geçen süreci unutmak yanlış olur. O nedenle bugün icra edilen açığa alma ve tutuklamalarda bu boyuta dikkat edilmelidir. Siyasi iktidarın Maliye-Polis-Yargı üçgeninde seri halde yaptığı görevden almalarda, yeni atananların da bir müddet sonra tekrar ve tekrar görevden alınması, bunun bugün bile devam etmiş olması, gerek Gülen hareketindeki “ibadet ve ticaret ehlinin” ve gerekse Gülen hareketine mensup olmayan insanların üzerinde, bir korku meydana getirmiştir. Bugün bu korku psikolojisi göz önüne alınmalıdır. 

Sonuç-6: Ekonomide “Domino Etkisi”ne Sebebiyet Verilmemelidir 

Gülen Hareketi’ndeki “ticaret erbabı” üzerine gidilirken, ilgili şirketlerle ticari olarak irtibatlı fakat Gülen Hareketi ile ilişiği olmayan başka şirketlerin varlığına dikkat edilmelidir. Ödemeler zincirinde meydana gelecek bir kırılma, domino etkisi yaparak Gülen Hareketi’yle ilgisi olmayan pek çok şirketin kapanmasına sebebiyet verebilir. Bu da ekonomik olarak Türkiye’yi sıkıntıya sokar, işsizlikte patlamaya sebep olur; yıllar içerisinde ortaya çıkan “Anadolu Sermayesi”nin tasfiye olmasına sebebiyet verebilir. 

Sonuç-7: “Beyin Göçüne” Sebebiyet Verilmemelidir 

Akademik dünyada yapılan operasyonlarda, suçlu suçsuz ayırımında, çok hassas davranılmalı, yanlış “beyin göçüne” sebebiyet verilmemelidir. 

Sonuç-8: Açığa Alma ve Tutuklama Listelerinin Hazırlanmasında Mason Kadrolara Fırsat Verilmemelidir 

15 Temmuz 2016 ihanet hareketine karşı başlatılmış olan temizlik harekâtında açığa alma ve tutuklama ile ilgili hazırlanan listelerde, Masonların, kargaşa çıkarmak amacıyla, etkili olup olmadığına bakılmalıdır. Tüm dikkatlerin Gülen şebekesine yoğunlaştığı ve yoğunlaştırıldığı bir dönemde, Mason kadronun arkadaki faaliyetleri gözden ırak tutulmamalıdır. 

Sonuç-9: Tüm Cemaat/Hareket/Tarikat/Teşkilatların Paralelci Olarak Yaftalanması Kampanyasına Dikkat Edilmelidir 

Masonik medyada, İslâmî cemaatlerin tümü, Gülen Hareketi bahane edilerek, aynı havuza konup yok edilmek istenmektedir. Bu kampanya, önümüzdeki günlerde yoğunluğunu artıracak ve ülke bir kargaşaya doğru sürüklenmek istenecektir. Türkiye’yi seven herkesin bu tehlikeyi görmesi ve gereğini yapması tarihi bir sorumluluktur. 

Sonuç-10: Türkiye’nin Askeri Gücü Yok Edilmek İstenmektedir 

İsrail’in 80’li yıllar için İsrail’in stratejik planlarında yer aldığı şekliyle hedef ülkelerde ilk yapılacak iş, “söz konusu devletlerin askerî güçlerinin imha edilmesidir.” Orduda yapılan ErgenekonBalyoz operasyonları ve 15 Temmuz 2016 ihanet hareketi sonrasında yapılan askeri temizlik operasyonu ile ordu, ciddi bir yara almış ve itibar kaybına uğramıştır. Bulunduğumuz çok önemli jeopolitik, jeo-stratejik ve jeo-ekonomik bir coğrafyadan dolayı ordunun, milletin ordusu olarak yeniden yapılandırılması ve güçlendirilmesi, şu gün en hayatı bir konudur. Bu yapılırken ordu içerisindeki cuntalarla/ihanet şebekeleri ile ordunun varlığı birbirine karıştırılmamalı, duygusal davranılarak ordu kurumu, aşağılanıp yıpratılmamalıdır. Eğer tersine bir tavır ortaya konursa, kanın su gibi aktığı bu coğrafyada, ülke olarak ödeyeceğimiz bedel, çok daha ağır olabilir. 15 Temmuz 2016 ihanet hareketinin amaçlarından birinin de, bu olduğu göz ardı edilmemelidir. 

Sonuç-11: Türkiye Savaşa Sokulmak İstenmektedir 

Diğer taraftan Türkiye, Saddam’ın Kuveyt’te düşürüldüğü tuzağa benzer şekilde Irak-Suriye hattında bir tuzağa düşürülmek istenmektedir. Türkiye, Irak-Suriye düzleminde savaşa girmesi için zorlanmaktadır. Çünkü Siyon Önderlerinin yedinci protokolüne göre, İsrail’e düşman komşu devletlerin birbiri ile savaştırılması, Siyonizm’in stratejik bir ilkesidir: “Bize muhalefet eden devletlere, komşuları tarafından harp açtırabilecek durumda olmalıyız. Eğer bu komşu devletlerde bize karşı birleşirlerse, bir dünya savaşı çıkarmalıyız.”41 

Sonuç-12: ABD’nin Türkiye’nin Ordusuna Darbe Yaptırabilme Gücü Nereden Kaynaklanmaktadır 

ABD eski diş işleri bakanı Henry Kissenger’in; “Dostumuz olan ülkeler, Washington tarafından çizilen genel çerçeve içerisinde kalmak kaydıyla bulundukları bölgedeki çıkarlarını kendileri hararetle takip etmeliler”42 derken; “Dost ülkenin”(!), diğer ülkelerle olan ilişkilerinin çerçevesini belirlemiş olmaktadır. ABD tarafından çizilen çerçevenin dışına çıkanlara karşı her türlü operasyonun yapılacağı, açık bir şekilde ifade edilmektedir. Türkiye’de yaklaşık olarak her on yılda bir darbe yapılmasının ana sebebi, Türkiye’yi yönetenlerin, ideolojik yapısı ne olursa olsun, şer ekseninin (ABD-İngiltereİsrail-Siyonizm) menfaatlerine karşı kendi ülkesinin menfaatlerini ön plana çıkarmasından dolayıdır. Taksim Kadife darbe sürecinin başlatılması ve 15 Temmuz askeri darbe girişimi aşamasına gelmesinin ana sebebi de budur. Şer ekseni, 15 Temmuz ihanet hareketinde yer alan askeri darbecileri savunmak için topyekûn bir psikolojik harekât başlatarak Türkiye’ye baskı yapmaktadır. Bunun anlamı, Şer ekseni orduya, darbe yaptırtabilecek bir şekilde sızmıştır/sızabilmektedir. 12 Eylül askeri darbesinde, dönemin ABD Başkanına, Türkiye’deki darbenin sonucu, haber verilirken kullanılan ve tarihe geçen “bizim çocuklar başardı” ifadesi, Türkiye’deki askeri darbelerin arkasında hep “Dostumuz”(!), “Stratejik Ortağımız”(!) ve “Model Ortağımız”(!) ABD’nin bulunduğunun en açık delilidir. Bu ifade, Türkiye için, Ordu için yüz karası bir ifadedir. O nedenle Şer ekseninin (ABD-İngiltere-İsrailSiyonizm) Türkiye’deki ordunun içine, orduya darbe yaptırtabilecek bir düzeyde sızabilmesinin sebepleri, mutlaka araştırılarak bulunmalı ve gereken yapılmalıdır. 

Sonuç-13: Ordu Yanlış Eğitim Almaktadır 

Tüm darbeler, dış etkenler yanında, halkını düşman gören bir yabancılaştırmanın ürünüdür. Devlet, tüm kurum ve kuruluşları ile yeniden yapılandırılırken, öncelikle Türkiye’deki askeri eğitim, baştan sona yeniden ele alınıp değerlendirilmelidir. Kendisine emanet edilen çocukları alıp “mankurtlaştıran” bir askeri eğitim sistemi, ciddiyetle masaya yatırılmalıdır. Ana sorun, şekil şartı değil zihniyettir. Orduda yeniden cuntaların meydana gelmemesi için, Askeri okullarda inşa edilen zihniyet, gerektiği gibi sorgulanıp değiştirilmelidir. Subaylarımızın NATO’da eğitim almasına mani olunmalıdır. Bunun için ordunun darbe yapmasının sebep ve sonuçlarını, çok objektif bir şekilde analiz edecek ve yeni bir senteze varacak ve ordunun yeniden yapılandırılmasına rehberlik edecek çok özel bir komisyon, çok acil olarak kurulmalıdır. 

Sonuç-14: Şer Eksenine Karşı Birleşik Cephe Hareketi Başlatılmalıdır 

15 Temmuz ihanet hareketi, sadece sürecin bir parçasıdır; süreç devam etmektedir. Ana amaç, yeni sosyolojik fay hatları inşa ederek Türkiye’yi sosyolojik olarak bölmektir, Suriyeleştirmektir. Sosyolojik savaşın etkileri anında değil yıllar sonra görülebilir, yavaş ve tedricidir. Farkına varıldığı zaman da “Kurbağa haşlanmış” ve iş bitmiştir. Siyasi iktidar yeniden yapılanma yaparken kendi başına hareket etmemeli, farklı siyasi görüşleri, daha da önemlisi milletin, gönüllü kuruluşların/STK’ların görüşlerini almalıdır. Gizli sosyolojik savaş ajanlarına karşı teyakkuz halinde olmalıdır. Bu süreçte, iyi niyetle ortaya konan her karşı görüşü, düşmanlık ve hainlik olarak görmek, nitelendirmek ve suçlamak yanlıştır, tehlikelidir. Başta siyaset olmak üzere tüm gönüllü kuruluşların/hareketlerin/cemaatlerin/STK’ların bu gerçeği görmesi, ona göre bir dil ve söylem kullanması, birlik ve beraberliği savunması ve dayanışma içerisine girmesi tarihi bir mecburiyettir. 

Henüz vakit varken, yarın çok geç olabilir

ŞER İTTİFAKI ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI İÇİN İKİ ANA EKSEN OLUŞTURMAYA ÇALIŞMAKTADIR

(Umran Dergisi)   Şer İttifakı (Siyonizm-ABD-İngiltere-İsrail, AB) 21. yüzyılı “dijital dönüşüm” yüzyılı olarak öngörmekte, bu nedenle “büyü...