1 Eylül 2016 Perşembe

Kadife Darbeden Askeri Darbeye-2: Üst Akıl/Dış Beyin Siyonizm, İç Akıl/Beyin Masonluk, Taşeron Yapı Gülen Hareketi

 (Umran Dergisi)


Bu yazı serisinde, “Kadife Darbeden Sosyolojik Savaşa” yazı serisinin ışığı altında, bir ihanet hareketi olan 15 Temmuz 2016 Askeri Darbe Girişimi ele alınıp değerlendirilmektedir. Geçen yazıda, 15 Temmuz 2016 askeri darbe girişimi kapsamında “Reyhanlı’dan Bugüne Taksim Kadife Darbe Sürecinin Farklı Aşamaları ve Taşeron Örgütleri/Truva Atları”, “Kadife Darbelerin Dayandığı Analizin Genel Çerçevesi”, “Cevaplandırılması Gereken Bazı Temel Sorular”, “İslâm Coğrafyasında Çatışan Projeler”, “15 Temmuz 2016 Askeri Darbe Girişiminin Temel Özellikleri”, “Önümüzdeki Günlerde Dikkat Edilmesi Gereken Noktalar”, “Teşkilatlı Halkın Gücü ve Ulemanın Sorumluluğu” konuları, ele alınıp değerlendirilmiştir. 15 Temmuz 2016 ihanet hareketi askeri darbe girişiminde dikkat çeken bir nokta, darbeci bazı kişilerin üzerinde 1 doların bulunmasıdır. Bir doların üzerindeki P ve F serilerinin, darbeciler arasında haberleşme şifresi ve hiyerarşi amacıyla kullanıldığı ifade edilmektedir. Acaba mesele, sadece bu mudur; yoksa bir dolar üzerinde varolan “piramitte” gizli olan başka bir sır ve mesaj da var mıdır? Burada, bir dolardaki piramidin anlamı, Siyonizm’in felsefesi, ana stratejisi ve sivil ve askeri bürokrasi içerisindeki ihanet şebekesi Masonluğun varlığı ve bunun Gülen Hareketi ile ilişkisi ele alınıp değerlendirilmektedir. 

“Dolar Darbesi” “Darbenin Parolası: 1 Amerikan Doları” 

15 Temmuz 2016 büyük ihanet hareketinde ortaya çıkan ilginç bir nokta, darbe girişiminde yakalanan bazı subayların üzerinden 1 Amerikan doları çıkmış olmasıdır. Medyadaki değerlendirme şekline göre, bir dolar üzerinde ki P(Pensilvanya), F(Fethullah) harfleri ve seri numaraları, birbirlerini tanımayan darbecilerin, karşılaştıklarında birbirlerini tanımalarına, aynı örgüte mensup olduklarına ve aralarında hiyerarşi olduğuna ilişkin şifre olarak kullanıldığıdır.1 Bu mümkün olabilir. Ancak niçin 1 dolar da 5, 10$ ya da herhangi bir TL değil veya başka bir şey değil. 1 doların seçilmesinin başka bir cevabı olmalıdır. Yine iddiaya göre Türkiye’de 81 ilde yaklaşık 200 organizasyon lideri seçilmiş, geçen ay(Ocak 2016) Londra ve Santa Monica’da eğitimleri tamamlanmıştır. Aralarında Silent Circle mesajlaşma programı ile iletişim kurmaktadırlar. Bu programı, CIA’nin bile çözemediği söylenmektedir. “Organizasyon liderleri, saat saat operasyonu ezberlediler… 15 Temmuz’u Türkiye’de çok ama çok kişi biliyordu. Paralel işadamları, askerler, Boğaz’daki aşiret ve Beyaz Türkler... Paralel işadamları, “Bizi .... komutanlar sattı!” diyor. Zincirde bir kopuş gerçekleşti ve girişim başarısız oldu. İkinci adımı kimse bilmiyor. Bir de herkese gönderilen şifreli dolarlar var!”.2 Bu ifadelere göre çok önceden, çok profesyonelce hazırlanan ve fakat acemice uygulanan ya da o görüntü verilen bir darbe girişimi ile karşı karşıyayız. Eğer durum gerçekte bu ise, o takdirde, darbe girişiminin asıl amacının ne olduğunun tartışılması ve berraklaştırılması, ona göre de tedbir alınması, çok daha hayati bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu konuyu şimdilik burada tartışmayacağız. Onun yerine “niçin 1 doları, şifre, iletişim ve mesaj aracı olarak kullanmışlardır?” konusunu ele alacağız. 1 dolar üzerindeki ana sır ve mesaj, rahmetli Erbakan’ın ısrarla gündeme getirdiği, Siyonizm’in Gizli Dünya Devleti Piramidinde gizlidir.

1 Dolardaki Ana Sır: Siyonist Ahtapotun Kolları 

Siyonizm’in gizli dünya devleti, piramit şeklinde yapılanmıştır. En üstten en alta doğru, kesin itaat içeren, kademeli hiyerarşik bir yapı vardır. Bu yapı, 1 dolarda piramit şeklinde gösterilmektedir. En üstte herkesi gözleyen, kontrol eden göz ile en altta varolan insanlık arasında 3 ana düzlemde, kademeli bir yapı bulunmaktadır3 :

1- Hiç Görünmeyenler: · RT (3 Kabbalistten Oluşan Üst Komuta Kademesi) · 13’ler Meclisi · 33’ler Meclisi · 300’ler Kulübü 13’ler Meclisi, 33’ler Meclis ve 300’ler Meclisi, Sanhedrin, En Üst Yönetim Meclisi olarak isimlendirilmektedir. 2- Ucu Gözüken Büyük Kısmı Gizli Olan Kademeler (5 Kademe) : · B’nai B’rıth-Bilderberg(Görünen En Üst Ara Koordinasyon ve Yönetim Kademesi) · Büyük Şark Locası Teşkilatı (Fransız Mason Locası) · Komünizm ( Rusya Mason Locası) · İskoç Locası Teşkilatı: 1-33 Derece (İngiliz Mason Locası) · York Locası Teşkilatı (Alman Mason Locası) 3- Halkın İçine Giren ve Yukarının Emirlerini Uygulayan Saçaklar (Alt Kademeler; Üç Kademe): · Rotary-Lions-Diner-Propeller, YMCA · Mavi Localar · Önlüksüz Masonlar

Siyonist gizli dünya devletinin yapılanışını ahtapota benzetirsek, yapının hiç görülmeyenler kademesini (RT ve Sanhedrin), ahtapotun baş ve gövdesi ile dünyaya yayılmış diğer tüm yapılarını da (2. ve 3. Düzlemdeki Kademeler), ahtapotun kolları ile temsil edebiliriz. Dışarıdan bakanlar, kolların bağlantı yerleri hariç, kolları kolaylıkla görebilmektedirler. Ancak, kolların nereye bağlı olduğunu görmeleri mümkün değildir. Sır dedikleri konu da budur. Sırra ancak belli eğitimleri alıp belli imtihanlardan geçenler, o da belli boyutu ile vakıf olabilir. Onlar da beyin ve gövde takımını oluşturan, Hahamlar topluluğudur. Gizli Dünya devleti, açık ve nispeten açık yapıları ile dünyayı örümcek ağına benzer bir ağla örmüştür. Her bir yapının ana amaçla bağlantılı ve uyumlu, ayrı ve özel bir amacı vardır. Her biri, bu amaca uygun olarak çalışmaktadır. Ahtapotun kolları, B’nai B’rith, Bilderberg, BM, Dünya Bankası, IMF, NATO, CFR, CIA, Business Round Table, AIPAC, AB, Trilateral, Mason Locaları, Rotary, Lions Klüpleri, Diner, Propeller, YMCA gibi yapılardan oluşmaktadır.4 15 Temmuz ihanet hareketinde, şifre ve iletişim aracı olarak 1 doların kullanılmış olmasının sebebi, böyle bir yapının darbecilerin arkasında olduğunun mesajını, her kesime vermek olmalıdır.

Bu noktada sorulması gereken en temel sorulardan biri, Gülen hareketinin 1 Dolarda varolan piramitteki yapılardan hangisinin içinde yer aldığıdır? Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu sorunun cevabını bulup çıkarmak ve kamuoyuna duyurmak zorundadır. Siyasi iktidarın, öncelikle yapması gereken işlerden biri de bu olmalıdır. 

Siyonizm’in Amentüsü (Temel Varsayımları) 

Siyonizm ile ilgili en tutarlı tanımlamayı Garaudy, Théodore Herzl’in eserlerine dayanarak yapmıştır. Garaudy’e göre Siyonizm, merkezinde Yahudiliğin olduğu Tevrat ve Talmud’a dayandırılan dini, siyasi, ulusal ve sömürgeci bir doktrindir. 5 Siyonizm’in dayandığı, olmazsa olmazları, onun amentüsüdür (temel varsayımları). Bunlar, bir Siyonist tarafından tartışılmadan doğru olduğuna iman edilir. Siyonizm’in temel kabulleri, aşağıdaki gibi özetlenebilir:6 

1- Allah tarafından Yahudilere ‘vaat edilmiş topraklar’(!) 

2- Yahudiler Allah tarafından ‘seçilmiş bir halktır’, ‘üstün bir ırktır’(!) 

3- Yahudiler ‘arı ırktır’, ‘saf ırk olarak kalmalıdır’ 

4- Yahudi olmayanlar için ‘etnik temizlik ya da soykırım’ yapılacaktır 

5- ‘Dünya Yahudileri için bir tek devlet vardır’: İsrail 

6- Yahudilerin ‘dünya hâkimiyeti’ için ‘gizli dünya devleti’ 

Bu temel kabullerden sadece birincisi, konumuzla çok yakından ilgili olduğu için burada, ana hatları ile ele alınıp incelenmektedir. 

‘Vaat edilmiş Topraklar’(!) ya da “Büyük İsrail Projesi” 

Siyonistler, dindar olmamış olmalarına karşın Yahudilerin dini duygularını harekete geçirebilmek için dini terminolojiyi çarpıtarak kullanmayı bir yöntem olarak benimsemişlerdir. En çok da Tevrat’taki Tekvin 15/18 ayetini istismar etmişlerdir: “Mısır ırmağından büyük ırmağa, Fırat nehrine kadar bu diyarı senin zürriyetine verdim.” (Tekvin, 15/18) Bu, Hz. İbrahim’i takip eden müminlere yapılan bir vaat olmasına rağmen Siyonist önderler bunu, İsrailoğulları’nın inançları ne olursa olsun, Allah tarafından yalnızca İsrailoğulları’na, yani bir ırka yapılmış bir vaat olarak kabul etmekteler ve tüm Yahudilere benimsetmeye çalışmaktadırlar. Hareketin başlatıcı önderi Herzl’in kafasında ‘Nil’den Fırat’a kadar olan topraklar’ gizli bir gündem maddesi olarak vardı. 1902’de Herzl yazdığı Altneuland adındaki romanında “Ülkenin toprakları Akdeniz’den Fırat nehrine, güney Filistin’den Lübnan’a kadar uzanıyordu”7 demektedir. Herzl’i takip eden tüm Siyonist önderlerin kafalarında, Yahudi devletinin sınırları konusunda, gizli bir gündem hep var olmuştur. Ancak pratikte bunu zamana yayarak Weizmann’ın ‘ihtiyatlı manipülasyon politikasıyla’ gizleyebilmişlerdir. Herzl’i takip eden bütün Siyonist önderler, yol boyu, bu toprakların elde edilmesini, çok önemli bir stratejik hedef olarak hep dile getirmişlerdir: “Madam Golda Meir: Bu ülke bizzat Allah tarafından yapılmış bir vaadin gerçekleşmesi olarak mevcuttur. O yüzden bu ülkenin yasallığı konusunda hesap sormaya kalkışmak gülünç olur. .” “Menahem Beghin: Bu toprak bize vaat edilmiştir ve bizim bu toprak üzerinde bir hakkımız vardır” ... “İsrail Peygamber’in toprağı İsrail halkına teslim edilecektir. Tamamı ve ilelebet.” “Ben Gurion: “Statükoyu devam ettirmek söz konusu değildir. Dinamik, genişlemeye yönelik bir devlet meydana getirmek zorundayız.” “Moşe Dayan: Bizler Tevrat’a sahipsek, kendimizi Tevrat ehli olarak görüyorsak, Tevrat topraklarına da, yani Hâkimler ve Hz. İbrahim’den Hz. Musa’ya kadarki peygamberlerin topraklarına, Kudüs’e, Halil’e, Eriha’ya ve daha başka yerlere sahip olmamız gerekecektir.” 

“... Bizler devletin sınırlarını tespit etmek mecburiyetinde değiliz.”8 “Dünya Yahudi Kongresi Başkanı Nahum Goldmann 1956 Siyonist Kongresi’nde: “Ben bir Arap lideri olsaydım İsrail’le asla görüşmeler yapmazdım. Çünkü biz onların vatanlarını aldık. Şüphesiz bu toprakları Tanrı bize vaat etmişti, fakat bu onlar için ne ifade eder? Bizim Tanrımız, onların Tanrısı değil ki…”9 . “Nil’den Fırat’a kadar olan toprakların ele geçirilmesinin” anlamı, Türkiye’nin parçalanması demektir. Siyonizm, doğduğu andan beri bu toprakları ele geçirmek istediğine göre Türkiye, bölünmesi, parçalanması gereken tehlikeli bir düşmandır. Hiçbir zaman belini doğrultmamalı, ayağa kalkamamalıdır. Türkiye’nin bağrında Siyonizm tarafından yürütülen sosyolojik bir savaş hep var olmuştur. Türkiye’deki bütün darbelere, özellikle, bu son darbe girişimine bu açıdan bakılmalıdır. Darbelerde iç beynin/aklın, Masonluk olmuş olması tesadüfi değildir. 15 Temmuz 2016 büyük ihanet hareketinin amacı, “Büyük İsrail Projesi’nin” (“Nil’den Fırat’a Kadar Vaat Edilmiş Topraklar”) hayata geçirilebilmesi için gerekli zeminin hazırlanmasıdır. Bu darbe girişiminin icra şeklinden asıl amacın, yeni sosyolojik fay hatları inşa ederek Türkiye’yi içe kapatmak ve bölge ile ilişkisini zayıflatmak olduğu anlaşılmaktadır. 

Siyonizm’in “Kudurmuş Köpek Stratejisi”nin Temelleri 

Moşe Dayan’ın, “İsrail kudurmuş bir köpek gibi olmalı, kimsenin dokunamayacağı kadar tehlikeli”10 ifadesi, Siyonist stratejide ana ilke olarak benimsenmiştir. Siyonizm’in amentüsünü esas alan ‘Kudurmuş Köpek Stratejisi’nin dayandığı esasları genel olarak aşağıdaki gibi özetleyebiliriz: · Irkçı ve dini temellere dayalı bir iç politika · Devamlı korku ve tehdit altında olmaya dayalı iç politika · İki yönlü göç ettirme politikası: Yahudilerin İsrail’e göç ettirilmesi, Yahudi olmayanların da Filistin topraklarından göç ettirilmesi · “Büyük İsrail”in gerçekleşmesine yönelik sürekli genişlemeyi esas alan bir dış politika · Savaşı ve Devlet terörizmini esas alan bir politika · Yalan ve aldatmaya dayalı bir Psikolojik Savaş · Her ülkede legal ve illegal örgütlenme ve lobicilik ile yönetimler üzerinde baskı oluşturmak ve yönlendirmek · Antisemitiz üzerinden yürütülen bir politika · Makyavelist yaklaşım: Hedefe varmada her şey mubah · Kolektif cezalandırma: Sivil asker, suçlu suçsuz ayırımı yapmama · Şantaj ve menfaat ile satın alarak işbirlikçi ihdas etmek veya yok etmek · Zamana yayma, alıştırma ve unutturma politikası · Bölge ülkelerini bölmeye, parçalamaya ve yok etmeye dönük Kaos Politikası Siyonistler, tam bir Makyavelistirler; politikalarına, stratejilerine uygun gelen ne varsa onu savunur ve uygularlar. Onlar, yeri geldiğinde komünist, yeri geldiğinde kapitalist ve yeri geldiğinde faşisttirler. Bu açıdan hiçbir ahlakı ölçüleri yoktur. Bu anlayışı, ilk olarak formüle eden Siyonizm’in kurucusu olan Herzl’dir: “Bizler, düştüğümüz zaman, ihtilalcı partinin maiyet memurları olan ‘ihtilalci Proleterya’ oluruz; yükseldiğimiz zaman ise, kesemizin korkunç kudreti de artar.” Henry Ford ise Herzl’in düşüncesini daha açık bir şekilde ifade eder: “Yahudi, Yahudi olmayanın her şeyine düşmandır. O, içgüdülerine uyduğu zaman kraliyete karşı cumhuriyetçi; cumhuriyete karşı sosyalist ve sosyalizme karşı Bolşevik kesilir.”11 Bu açıdan bakıldığında Gülen Hareketi, Makyavelist bir harekettir, kutsalı yoktur. Devlet katmanlarında ve iş dünyasında yükselebilmek, makam ve mevkileri elde edebilmek için helal ile haramı, hakla batılı, marufla münkeri birbirine karıştırmakta, yaşantılarını buna göre düzenlemekte çok mahirdirler. Onlara göre hedefe varabilmek için her şey mübah ve meşrudur. Bu ihanet şebekesi, bu boyutları ile belgeli ve delilli olarak teşhir edilmelidir. 

Siyonizm’in Böl, Parçala, Yönet veya Yok Et Politikası: Kaos Politikası 

Siyonist yöneticiler, “Nil’den Fırat’a kadar olan Vaat edilmiş Topraklar”ın(!) ele geçirilebilmesi için bu coğrafyada ki ülkelerin kaosa çekilerek bölünmesini ve yerlerine birbirleri ile kavgalı, İsrail’e muhtaç, küçük devletlerin kurulmasını, Siyon önderlerinin Protokolleri’ne (Beşinci Protokol ve Onuncu Protokol) dayalı stratejilerinin çok önemli bir ilkesi olarak benimsemişlerdir.12

Siyonistler, bu hedefe ulaşmayı tedrici bir yaklaşım olarak öngörmüşlerdir. Bazı ülkeleri para ve ticaret yoluyla, bazı ülkeleri de silah yoluyla almayı zamanın şartlarına bırakmışlardır. Birincil öncelikli hedef Filistin’di, Filistin’de tutunulması gerekmekteydi. Weizmann’a göre Ürdün ikinci planda bir hedef olmalıdır.13 Ben Gurion’a göre ise zincirin en zayıf halkası, Lübnan’dır ve ilk hedef o olmalıdır.14 Lübnan’ın parçalanması ve İsrail’in topraklarını Lübnan’da genişletebilmesinin yolu, General Moşe Dayan’a göre provokasyondur: “Bize topu topu bir subay bulmak kalıyor, basit bir yüzbaşı bile yeter. Onu davamıza kazanmalı, Maruni halkın kurtarıcısı olduğunu ilân etmesi için kendisini satın almalıyız. O zaman, İsrail ordusu Lübnan’a girecek, işgal ettiği topraklarda İsrail’in müttefiki bir Hıristiyan rejimi kuracak ve bundan sonra her şey kendiliğinden olup bitecektir. Lübnan’ın güneyindeki topraklar bütünüyle İsrail’e ilhak edilecektir.”15 Nil’den Fırat’a kadar olan toprakların ele geçirilebilmesi için Sudan, Lübnan, Libya, Mısır, Suriye, Irak, Iran ve Türkiye’nin parçalanması, buralarda birbirine düşman kukla devletlerin kurulması, Siyonizm’in değişmeyen stratejik hedefidir. Siyon Önderlerinin Yedinci protokolünde İsrail’e düşman komşu devletlerin çatıştırılması öngörülmektedir.16 

O nedenle Türkiye’yi Suriyeleştirmek amaçlı 15 Temmuz ihanet hareketi içerisinde yer almış, Siyonist işbirlikçisi, satılmış, gizli ve açık tüm subay kadrosu bulunup çıkarılmalı, belgeli bir şekilde teşhir ve tasfiye edilmelidir. Dünya Siyonist Örgütü tarafından Kudüs’te yayınlanan Kivunim (Yönelişler) dergisinde “80’li Yıllar İçin İsrail’in Stratejik Plânları” adlı bir makalede, bu strateji özetlenmektedir: “Merkezde yer alan gövde olması bakımından Mısır, özellikle Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasındaki giderek sertleşen çatışmalar gözüne alınırsa, şimdilik bir kadavradır. Bu ülkenin ayrı coğrafî eyaletlere bölünmesi, bizim Batı cephesi üzerinde, 1990’lı yıllar için siyasî hedefimiz olmalıdır. Böylece Mısır bir kere parçalandıktan ve merkezî iktidardan yoksun bırakıldıktan sonra, Libya, Sudan ve diğer uzak ülkeler aynı çözülmenin içine gireceklerdir. Yukarı Mısır’da bir Kıptî devletinin kurulması ve daha az öneme sahip bölgesel kimliklerin oluşturulması, barış anlaşması yüzünden şimdilik geciktirilmiş, fakat uzun vadede kaçınılmaz olan bir gelişmenin anahtarıdır. Dış görünüşüne rağmen, Batı cephesi Doğu cephesinden daha az problem çıkarıyor. Lübnan’ın beş eyalete bölünmesi... Arap dünyasının bütününde meydana geleceklerin müjdesini veriyor. Suriye ve Irak’ın etnik veya dinî kıstaslar bazında belli bölgelere ayrılması, uzun vadede, İsrail için öncelikli gaye olmalıdır. Bunun birinci safhası ise, söz konusu devletlerin askerî güçlerinin imha edilmesidir. Suriye’nin etnik yapıları, kendisini parçalanmaya hazır hâle getiriyor: Suriye’nin deniz sahili boyunca bir Şiî devleti, Halep’te ve Şam’da birer Sünnî devleti kurulabilir. Her halükârda Huran’la birlikte Ürdün’ün kuzeyinde -belki de bizim Golan’ımız üzerinde- kendi devletini oluşturmayı ümit eden bir Dürzi kimliği de ortaya çıkabilecektir... 

Böyle bir devlet, uzun vadede, bölge için bir barış ve emniyet garantisi olacaktır. Bu bizim rahatça gerçekleştirebileceğimiz bir hedeftir. Petrolce zengin ve iç mücadelelerin pençesindeki Irak, İsrail’in nişan çizgisindedir. Onun dağılması bizim için Suriye’ninkinden daha önemlidir, zira Irak, yakın vadede İsrail için en ciddî tehlikeyi temsil etmektedir.”17 Eskiden İsrail Yabancılar Bürosu’nda çalışmış olan Oded Yinon’a göre “Diğer cephelerde de aynı yaklaşım geçerlidir; Lübnan, Suriye, Irak ve Arap yarımadası, Osmanlı döneminde Doğu Akdeniz sahillerinin durumu gibi, dini ve etnik küçük parçalara ayrılmalıdır.”18 Bu son iki belgede ismi geçen, Libya, Sudan, Irak bugün fiilen bölünmüşlerdir. Suriye’nin geleceği, Türkiye, Iran ve Rusya’nın takınacağı tavra bağlı olarak ya yukarıdaki belgede öngörüldüğü gibi bölünebilir ya da tek bir devlet olarak varlığını sürdürebilir. Bu belgede Türkiye’nin ismi açık olarak geçmemektedir. Ancak bu noktada hatırlanması gereken bir başka belge, 1996 yılında P. Kur. Yb. Mehmet İlhan Ünver tarafından hazırlanan, “Ortadoğu Barış Süreci ve Türkiye Üzerine Etkileri” adlı rapordur. Bu raporda, “İsrail’in, Suriye ve Hatay’ın üçe bölünmesini” öngördüğü bilgisi yer almaktadır.19 Ayrıca Genelkurmay Başkanlığı tarafından hazırlanan “Güneydoğuda Devam Etmekte Olan Bölücü Hareketin Gelecekteki Muhtemel Seyri ve Türkiye’nin Bütünlüğüne Etkileri” adlı dökümanda, “İsrail’in PKK’yi destekleyen ülkelerin başında yer aldığı ve su sorununu Suriye’den çok İsrailli mahfiller tarafından seslendirildiği” belirtilmektedir.20 

Dolayısıyla Siyonizm, ortaya çıktığı andan itibaren, ne İslâm’ın, ne Osmanlı’nın ne de Türkiye’nin dostu olmuştur. Ana stratejileri, Türkiye’nin bölünmesini öngörmektedir. “1980’lı yıllardaki İsrail’in stratejisi ne olmalıdır belgesinde”, ilk hedefin Irak, ikinci ve üçüncü hedeflerin de Suriye ve İran olduğu kolayca görülebilmektedir. İsrail eski Başbakanı Ehud Barak’ın 4 Eylül 2002 tarihinde New York Times’ta yayınlanan makalesinde Saddam’ın düşürülmesinin domino etkisi yapacağı belirtilmektedir: “Saddam rejimine son vermek Arap dünyasındaki jeopolitik ortamı değiştirecektir.” “Saddam’sız bir Arap dünyası, iktidara gelecek neslin büyük çoğunluğunun, bazı Körfez ülkelerinde ve Ürdün’de olduğu gibi aşamalı olarak demokratik açılımlara başlamasını kolaylaştıracaktır”. 21 Mart 2003’ten önce İsrailli liderler, Irak operasyonu bitmeden Bush yönetiminin Suriye’ye yönelmesini istemiyorlardı. Ancak Nisanın ortalarında Bağdat düştükten sonra Şaron ve subayları, Washington’un Şam’ı hedef alması konusunda ısrar etmeye başlamışlardır:22 

“Savunma Bakanı Mofaz, Ma’ariv gazetesi, 16 Nisan 2003: “Suriye’den talep edilmesi gerektiğini düşündüğümüz konulara ilişkin uzun bir listemiz bulunmaktadır ve bunun Amerikalılar yoluyla yapılması uygun olmaktadır” Wolfowitz: “Suriye’de rejimin değişmesi gerekmektedir.” Richard Perle: “Ortadoğu’daki diğer saldırgan rejimlere iki kelimelik, kısa bir mesaj verebiliriz, sıra siz de.” Nisan ayının(2003) başında, WINEP açıkladığı raporda, “Saddam’ın sorumsuz ve küstah davranışlarını sürdüren ülkelerin Irak’la aynı kaderi paylaşacağını Suriye unutmamalıdır” mesajı verilmiştir. “Washington’daki İsrail elçisi, 2003 Nisan, Ha’aretz: “Amerika işine devam etmelidir. Hâlâ Suriye’den, İran’dan gelebilecek bir dizi büyük tehditle karşı karşıyayız.” Türkiye’de Taksim kadife darbe sürecinde, halkın oyu ile, hilesiz, hurdasız, şeffaf bir seçimle, seçilip gelmiş bir başbakanı/Cumhurbaşkanı’nı (Tayyip Erdoğan) Esed ve Saddam’a benzeterek diktatör ilan etmenin amacı, yukarıda yapılan “sıra size gelecek” açıklamalarında gizlidir. 

Osmanlı’da Ahtapotun Kolları: Masonluk, İttihat Terakki ve Yeni Osmanlılar 

19. Asırda, Siyonizm, Masonluk, Karbonari Hareketi, Lehistan Gizli Cemiyeti, B’nai B’rith(Bene Berit) adlı Yahudi örgüt, Osmanlı coğrafyasında etkin olan ihanet şebekeleridir. 1865 yılında Ebuzziya Tevfik ve 5 Arkadaşı, Karbonari Hareketi’ni+Lehistan Gizli Cemiyeti’ni referans alan Yeni Osmanlılar Cemiyeti’ni kurmuşlardır. İngiliz Başbakanı Lord Palmerston’un hem Kabonari Hareketi’ne hem de Yeni Osmanlılar Cemiyeti’ne ve hem de B’nai B’rith(Bene Berit) adlı Yahudi örgütüne gizli desteği bulunmaktadır.23 Yeni Osmanlılar Cemiyeti, Karbonari Hareketinin desteği ile 1876 yılında Abdülaziz’i tahtan indirmiş, Mason, ruh hastası V. Murat’ı tahta çıkarmıştır. Ancak V. Murat’ın sıhhat durumundan dolayı Şehzade Abdülhamid’i, Meşrutiyetin ilanı ve seçimlerin yapılması şartıyla tahta çıkarmışlardır. B’nai B’rith(Bene Berit), Karbonari ve İngiliz Başbakanı Lord Palmerston desteği ile etkinliğini gittikçe artırmıştır. Teşkilatın lideri, Selanikli üyelerinden Musevi Emanuel Karaso’dur.24 Tarihçi Yılmaz Öztuna’ya göre B’nai B’rith(Bene Berit) adlı Yahudi örgütün lideri Karaso, “ İtalya’dan para alan bir casusu olup, Libya’nın İtalya tarafından yutulmasında meşum bir rol oynamış, sonradan İtalya’ya kaçmış bir vatan hainidir…”25. 

Mason olan Karbonari’nın lideri Mazzini’nin dava arkadaşıdır. Vatan Haini Emanuel Karaso, İttihatçılar tarafından 1. Dünya Savaşında Osmanlı Ordusunun İaşe Müfettişliği’ne atanmış, halka dağıtılması gereken malları zimmetine geçirerek 2 milyon liradan fazla servet edinmiştir. Savaş sonrasında, 1919’da İtalya’ya kaçmıştır.26 Bu örgüt, Meşrutiyetçilerin güçlü isimlerinden Serasker Hüseyin Avni Paşa, Mithat Paşa ve Namık Kemal gibi liderleri kullanmış ve birbirlerine düşürmüştür. Bunlar birbirleri ile savaşırken B’nai B’rith(Bene Berit) adlı Yahudi örgüt, Osmanlı’nın kılcal damarlarına, sınır sistemine yerleşmiş ve Jön Türk hareketini Masonluğa bağlamıştır.

Selanikli Jön Türkler’in kurduğu Osmanlı Hürriyet Cemiyeti (İttihat ve Terakki), merkezi Selanik’te bulunan Mason Macedonia Risorta Locası ile iç içe geçmiş durumdadır: “Osmanlı Hürriyet Cemiyeti (İttihat ve Terakki) ’ne gireceklerin Mason olması şartı vardı. 1901- 1908 döneminde 23’ü karargahları Rumeli’de bulunan ve 2., 3. Orduların en üst rütbeli muvazzaf subayları olmak üzere 188 ittihatçı Masonluğa alınmış.”27 İttihatçıların önde gelenlerinden Talat Paşa, Emanuel Karaso, Macedonia Risorta Locası’nın ilk üyeleri olup 33. dereceli Üstad-ı Azam durumundadırlar. Emanuel Karaso’nun İttihatçılara yaptığı “Gizli belgelerimizi ben bir Mason mabedinde muhafaza altına alayım”28 teklifinin kabul edilmesi ile İttihat ve Terakki’nin tüm sırları masonların eline geçmiş ve örgüt, yeri ve zamanı geldiğinde İttihatçılarla ilgili gerekli operasyonları yapmıştır. II. Abdülhamid’e tahtan indirme kararını bildiren heyetin içerisinde Ermeni Aram Efendi, Arnavut Esad Toptani, Laz Arif Hikmet ile birlikte Mason, Musevi, Macedonia Risorta Locası’nın üyesi ve B’nai B’rith(Bene Berit) adlı Yahudi örgütün lideri Emanuel Karaso ve Bahriye Nâzırı Arif Hikmet Paşa’nın bulunmuş olması ibretlik bir durumdur! Meşrutiyet’in ilanından sonra Adalet Bakanlığı’na getirilen Manyasizade Refik Bey’in The Morning Post’a ve Le Temps gazetelerine verdiği demeçler, İttihat Terakki hareketinin çelik çekirdek kadrosunun ve kahir ekseriyetinin ihanet şebekesi Masonluğun üyesi olduğu, mason localarının emir ve direktifleri ile yönetildikleri ve kullanıldıklarını göstermektedir: 

“Manyasizade Refik Bey: Orada (Macedonia Risorta ve Labor et lux localarında) Masonlar olarak toplanıyorduk, çoğumuz da masonduk, fakat aslında örgütlenmek için toplanıyorduk. Bunun yanı sıra yoldaşlarımızın büyük bir bölümünü, üyelerini ince eleyip sık dokuyarak seçmeleri nedeniyle Cemiyetimiz için bir elek işlevi gören bu localardan seçtik… Ayrıca bu localar, ihtiyaç halinde İtalyan Sefaretinden müdahale teminatı almış olan İtalyan Grand Orienti’ne bağlıydı”.29 Manyasizade Refik Bey’in, 20 Ağustos 1908’de Le Temps gazetesine demeci: “Masonluk ve İtalyan masonluğu bize manen destek verdi… Hakikatte İtalyan Locaları İttihat Terakki’ye yardımcı oldular, bizleri korudular, Bizlere birer sığınak sağladılar. Çoğumuz mason olduğumuzdan teşkilatlanmak için genelde localarda toplanırdık. Üyelerimizi de localardan seçmeye çalışırdık, çünkü locaya üye olabilmek için sıkı bir kontrolden geçirilmekteydi.”30 

Türkiye’de Ahtapotun Kolları: “Nüfuz Casusları”, Masonluk ve Gülen Hareketi 

Cumhuriyet döneminde, Birinci meclisin tasfiye edilmesi ile başlayan süreçte, İstiklal Mahkemeleri ile başlatılan baskı ve sindirme dönemlerinde, Sabatayist, Mason ve bu milletin kültür ve medeniyetine yabancılaşmış tüm unsurlar, ülkenin kılcal damarlarına varıncaya kadar birçok kritik alana nüfuz etmişlerdir. Bunlar, küresel düzlemdeki bir kısım güç merkezleri ile irtibatlı olarak ülkeyi yönetmişlerdir. 1963 yılında Başbakan İsmet İnönü, bakanlar kurulunda, daha şahsiyetli bir dış politika izlenememesinin nedeni olarak, Türkiye’nin kılcal damarlarına sızmış olan yabancı bir insan unsurunun varlığını göstermektedir: “Daha bağımsız ve şahsiyetli dış politika izlenmesini istiyorsunuz. Nasıl yapacağım ben bunu? Karar vereceğim ve işi teknisyenlerime havale edeceğim. Onlar etraflı çalışma yapacaklar, teklifler hazırlayacaklar. Yapabilirler mi bunu? Hepsinin etrafında uzman denilen yabancılar dolu, iğfal etmeye çalışıyorlar, muvaffak olamazlarsa işi sürüncemede bıraktırmaya çalışıyorlar. O da olmazsa karşı tedbir alıyorlar. Bir görev veriyorum. Neticesi bana gelmeden Washington’un haberi oluyor. Sonucu memurumdan önce sefirimden öğreniyorum. Bana şimdiye kadar bunlar tarafından hazırlanmış derdimize deva bir rapor göstermediler. Hepsi yasak savma kabilinden şeyler. Ne yapıyorsak yine biz kendi elemanlarımızla yapıyoruz. 

Peki, bu binlerce adam, “avara kasnak” gibi dolaşmıyor. Elbette kendileri için önemli marifetleri var. İstiklal harbinden sonra sulh anlaşmasında esas mücadele bu uzmanlar konusunda oldu. Bütün mücadele, idaremize tasallut yüzünden çıktı. Bir tek uzman vermek için büyük tavizler vermeye hazırdılar. Dayattık, biz onların niçin ısrar ettiklerini biliyorduk. Onlar bizim niçin inatla reddettiğimiz biliyorlardı. Böyledir bu işler; Peygamber edası ile size dünyaları vaat ederler, imzayı attınız mı ertesi gün gelmişlerdir. Personeli gelmiştir, üsleri gelmiştir. Ondan sonra sökebilirsen sök, gitmezler. Ancak bu meselenin üzerine vakit geçirmeden eğilmek lazım. Yoksa bağımsız dış politika güdemeyiz. Fakat zannetmeyiniz ki kolay bir iştir. Savuşturulan iki üç badire bunun yanında çok kolay kalır. Teşebbüs ettiğimiz zaman başımıza neler geleceğini kestiremem.”31 Eski bakan ve senatörlerden Kamuran İnan, 1995 yılında yazdığı Hayır Diyebilen Türkiye kitabında, özellikle dış güç odakları ile irtibatlı bir ‘iç cephenin’ varlığına dikkat çekerek bir Türkiye fotoğrafı sunmaktadır: “Teslimiyet bizde işin icabı haline gelmiş; asıldır. İstisnaların, kaide dışına çıkanların başına gelmedik kalmıyor. Devletin menfaat ve onurunu korumakta kararlı olanların karşısına dikilen bir iç cephe vardır. Alışılmışın dışına çıkanlar, karşılarında bu cepheyi bulur... 

Bu gibi memleketlerdeki darbeleri tesadüfe bağlamak veya halk hareketi olarak görmek yanlıştır. Bunların arkasında, genellikle, dış menfaat bulunmaktadır. Büyük güçlerin, uzun süre, HAYIR işitmeye tahammülü yoktur. HAYIR diyenler gider, yerlerine EVET diyenler gelir. Bu hep böyle olmuştur. Olmaya da devam ediyor. Nerede ve nasıl şişirildiği belli olmayan paraşütlerle siyaset meydana inen “lider”ler bizde de görülmüştür… “Gizli kuvvetlerin gücünü ihmal etmemek lazım.”32 Keza eski dış işleri bakanı Sadettin Tantan, “Bu ülkede nüfuz casusları var” derken böyle bir gücün varlığına dikkat çekmeye çalışmıştır. 

Kim Bu Nüfuz Casusları? 

27 Mayıs darbesini organize eden, başlatıp yürüten güçlü ekip(14’ler), ani bir operasyonla (13 Kasım operasyonu), daha “başka bir güç tarafından” yurt dışına gönderilerek tasfiye edilmiştir.33 27 Mayıs darbe sürecinde ‘6 Haziran olayı’ diye adlandırılan olayla ilgili Albay Talat Aydemir, arkadaşına yazdığı mektupta, ordu içerisinde gittikçe kuvvetlenen “Masonik bir hâkimiyetten” şikâyet etmektedir: “Hava Kuvvetleri komutanının, emir subayının (Gürsel’in emir subayı Agasi Şen) marifetiyle tayininden sonra iş patlak verdi. Emir subayı Agası Şen, Mason cemiyetine girmişti, diğerleri de onun izinden yürüyorlar, tesir altında kalıyorlardı. Bugün devletin beş bakanı da Masondur, sen hükmünü ver…”34 Masonlar, arka planda birbirlerinden haberli, ön planda birbirleri ile mücadele, çatışma halinde görülme becerisine sahiptirler. Masonları tehlikeli kılan, birbirlerine zıt, karşıt olan cemiyetler, yapılar içerisinde kolaylıkla faaliyet gösterebilmedeki yetenekleri ve her rengi alabilmeleridir: “Atilla İlhan:… Atatürk masonluğu yasaklamıştı. Şimdi bakın, İki büyük Mason. Birisi Selanikli maliyeci Cavit Bey’dir. İttihatçılar zamanında Maşrık-ı Azam oydu. Yenildiler hepsi kaçtı, ama o İstanbul’da idi. İşgalciler geldiler, Hürriyet ve İtilafçıların içerisinde masonların en kıdemlisi de Filozof Rıza Tevfik Bey’di. İnanılmaz bir şey... Biri itilafçı, biri ittihatçı birbirlerine kedi köpek gibi düşman olmaları lazım gelen bu adamlardan birincisi Maşrık-ı Azamdı. Maliyeci Cavit Bey İttihatçıların Avrupalı adamıydı, Avrupalıların menfaat ve fikirlerini savunuyordu. Filozof Rıza Bey de Sevr maddesini imzalayan adam. Masonlar bunlar. … 

Gazi bunlardan birini astı birini sürdü.”35 Türkiye’deki kilit noktalarda masonların bulunmuş olması ve Türkiye’deki Sabatayist- Masonik Kadronun ABD-İsrail-İngiltere ile iç içe bulunması, Türkiye’nin ana sorunudur: “Atilla İlhan: Bakın ben 28 Şubat sürecinde de yazdım, Türkiye’de hiç lafı edilmeyen birtakım başka tarikatlar da vardır, Silahlı Kuvvetler bunları görmüyor mu? Soru buydu. Ve isimlerini sıralamıştım; masonlar, rotaryenler, lionslar, bunların hepsi tarikat, bu tarikatların aynı şekilde ilişkileri servetleri, aynı şekilde fırıldakları vardır. O zaman ses çıkarılmıyordu bunun da iki sebebi vardı; birincisi yüksek kumanda kademesinde masonlar vardı. Öyle olunca tabii dokunulmaz oluyorlar. Demek ki biraz ondan oluyor… Bana sorarsanız, 12 Eylül yani Turgut Özal’dan İsmail Hakkı Karadayı’nın Genelkurmay Başkanlığına kadar olan dönem içerisinde yönetim tamamıyla dış merkezliydi.”36 Türkiye’de Ordu ile halkı en keskin bir şekilde karşı karşıya getiren ve halkın temel değerlerine doğrudan cephe alan bir darbe özelliğinde ki 28 Şubat postmodern darbesi, Atilla İlhan’a göre Sabetayist-Masonik bir kadronun eseridir: “28 Şubat Sabetayist bir darbedir; ekonomiyi batırmak ve halkı devletten soğutmak için yapılmıştır. Bakın Çevik Bir, Amerika’nın adamı, tasfiye edildi, onu tasfiye ettiler. Çevik Bir, Doğan Güreş olacaktı, onun için yetiştirilmişti. Bilmediğiniz bir şey de söyleyeyim; Sabatayisttir, dönmedir. Son zamanlarda dönmelere çok cesaret verdiler... Çevik Bir, Türk askerinden çok bir Amerikan subayına benziyordu. Amerika desteğiyle parlatıldı ama bir de baktı ki en önemli yer olan Genelkurmay Başkanlığı yolu kendisine kapalı… 

Amerika’nın kontrolü, Çevik Bir’in tasfiyesinden sonra kayboldu…”37 Masonluğun gücü, sadece sivil ve askeri bürokrasi içerisinde kazandığı mevzilerden kaynaklanmamaktadır; ayni zamanda medya ve ekonomi üzerinde de önemli mevziler kazanmışlardır: “Atilla İlhan:..Çünkü büyük basının yarısından çoğu mason olduğu için bunları yazmadılar…Türkiye laiktir ama Türkiye’de laikliği din aleyhtarlığı, dine karşı gelme gibi yorumlayan bir kesim vardır. Bazı iş çevreleriyle masonlar ve farmasonlardır. Asıl ordadır bunların başı.38 Sanatkâr Özdemir Erdoğan’a göre de, sanat dünyası, reklam dünyası ve Dışişleri Bakanlığı Mason ve Sabatayistlerin kontrolündedir: “Türkiye’de bir kesim var, vatan-millet hamaseti yapıyor. Bir başka kesim de tamamen organize olmuş ve hınzırca planlarla Türkiye’yi çökertmek için çalışıyor. Pop star tarzı yarışmalar da bu planın bir parçası. Bu durum, para ve reyting kaygısından öte bir şey. Bir toplumun kültürünü, milliliğini, o toplumu bir arada tutan değerleri yok etmeye yönelik bir plan... Bilinçli bir şekilde uygulanan bu politikalar halen devam ettiriliyor. Pop star veya sanat güneşi gibi kavram ve yarışmalarla halkı etkilemek, kandırmak ve manevi değerlerinden uzaklaştırmak için yapılan bilinçli organizasyonların sonucudur bu durum... Bilinçli bir şekilde bu toplum batırılıyor. Ülke satılıyor... Atatürk zamanında tekke ve zaviyeler kapatılmıştır. Ama mason dernekleri de kapatıldı. Türkiye’de yıllardan beri MGK’da “Aman şeriat geliyor!”, “İrtica hortluyor!” fikri deklare ediliyor. Bunlar sadece muhafazakâr veya dinini yaşayan insanların organizasyonlarına yönelik söylemlerdir. Ancak Türkiye’de daha büyük, tehlikeli ve inanılmaz organizasyonlar var. Türkiye’de Sabetayist organizasyon var. Televizyon reklâmlarına bakın, çıkan sanatçıların büyük çoğunluğu Sabetayist’tir. Türk Dışişleri Bakanlığı ve sanat dünyası başta olmak üzere bütün köşeler Sabetayistler tarafından tutulmuştur.”39 

Sonuçlar 

Sonuç-1: Masonlar Ve Gülen Hareketi’nin “İhanet Gurubu”, Öncelikli Olarak Sivil ve Askeri Bürokrasiden Tasfiye Edilmelidir 

Türkiye’nin ana sorunlarından birisi de, ülkenin kılcal damarlarına yerleşmiş olan mason sabatayist yapıdır. Masonik yapı, Türkiye’den tasfiye edilmedikçe, Türkiye’deki kaos, değişik adlar ve görüntüler adı altında ve değişik örgütler ile devam edecektir. Gülen hareketinin yapılanış şekline, çalışma tarzına, şantaj ve darbe mantığına ve ilişki zincirine bakıldığı zaman, yeni bir İttihat ve Terakki Hareketi ile karşı karşıya kaldığımız daha rahat anlaşılacaktır. İttihat ve Terakki Masonluk ilişkisini göz önüne aldığımızda, Gülen Hareketindeki Emanuel Karasu’nun kim olduğu bulunmalı ve mutlaka deşifre edilmelidir. 15 Temmuz İhanet Hareketinde, Gülen Hareketi ile Türkiye’deki Masonik Kadro, birlikte hareket etmiştir. Bu ittifak zinciri bulunmalı ve kamuoyuna duyurulmalıdır. Masonlar ve Gülen Hareketinin “İhanet Gurubu”, genel olarak Türkiye’den, öncelikli olarak da, sivil ve askeri bürokrasiden tasfiye edilmelidir. 

Sonuç-2: “Emsal Çözüm” Tekliflerine Karşı Dikkatli Davranılmalıdır 

15 Temmuz İhanet hareketinin asıl amacı, ülkede sosyolojik savaş çıkarabilmek için gerekli bir alt yapı oluşturmaktır. Sivil ve askeri bürokrasi ile özel sektör alanında yapılan çok seri ve yoğun operasyonların, yeni bir sosyolojik ayrışmaya sebep olup olmayacağı, yeni fay hatları inşa edip etmeyeceği iyi hesaplanmalıdır. Yangını söndürürken yangına benzin taşımamaya gayret edilmelidir. Böyle dönemlerde sosyolojik savaş ajanlarının başka ülkelerde uygulanmış çözümleri, “emsal çözüm”40 olarak gösterip uygulamaya sokturarak ülkeyi çökertmek isteyeceklerdir. Geçmiş dönemlerde bu yaklaşım, çok denenmiştir. Uygulama sonuçları, genellikle, ülkenin aleyhine olmuştur. 

Sonuç-3: 17-25 Aralık Maliye-Polis-Yargı Darbe Girişimine Kadar Devlet Ricalinin El Üstünde Tuttuğu Gülen Hareketi’nin Halk Üzerindeki Etkisi Dikkate Alınmalıdır 

Bugün Gülen Hareketi ile ilgili seri operasyonlar yapılırken, şu noktanın dikkate alınması gerekmektedir: 1980 Darbesinden 17-25 Aralık MaliyePolis-Yargı Darbe Girişimine kadar olan süreçte, rahmetli Erbakan hariç, dönemin Cumhurbaşkanları, başbakanları, genelkurmay başkanları ve siyasi parti liderleri/kadroları, birçok STK/Gönüllü kuruluşlar/Cemaatler, Güleni ve Gülen hareketini övmüş, ödül vermiş, ödül almış ve ülkenin birçok imkânını ona tahsis etmişlerdir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Allah ve milletimiz bizi affetsin zamanında biz tehlikeyi göremedik”, Eski Genelkurmay Başkanı Nejdet Özel’in, Eski Meclis Başkanları Cemil Çiçek, Bülent Arınç’ın ve birçok siyasinin, benzer açıklamalarını göz önüne aldığımızda; 17-25 Aralık Maliye-Polis-Yargı Darbe girişimine kadar devletin elindeki tüm imkânlarla, göremediği bir tehlikeyi, göremediği için sade vatandaşı, iş adamlarını ve akademisyenleri, öğretmenleri, imamları suçlamak, ciddi deliller olmadan, gerçekten pişman olup olmadığı araştırılmadan cezalandırmak, çok daha büyük travmalara ve sorunlara neden olabilir. Bu noktada çok daha dikkatli ve hassas davranılmalı; insanlar, MOSSAD ve CIA’nın kucağına itilmemelidir. Abdülhamid Han’ın Jöntürklere ve kendisine suikast yapan Ermeni bombacıya karşı izlediği politikalardan yararlanılması faydalı olabilir. 

Sonuç-4: “Açığa Alma ve Tutuklamalar” Sürecinde Dikkat edilmesi Gereken Hususlar 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Aşağısı ibadet, ortası ticaret, yukarısı ihanet” olarak tasvir ettiği bir yapının tasfiyesinde, “ticaret ve ibadet erbabının”, “ihanet erbabından” ayrılması ve bunun için çok hassas davranılması gerekmektedir. Bunun için, iki kırılma noktası referans alınmalıdır: 1- 17-25 Aralık Maliye-Polis- Yargı Darbe Girişimi; 2- 15 Temmuz Askeri Darbe Girişimi. Bu iki kırılma noktasından sonra Gülen Hareketi mensuplarının tutum, tavır ve davranışları çok hassas bir şekilde ele alınıp değerlendirilmelidir. Bu değerlendirme yapılırken Sonuç-3’te dile getirdiğimiz psikoloji dikkate alınmalıdır. 15 Temmuz Askeri Darbe Girişiminden sonra Gülen Hareketi’ni desteklemiş olanların üzerine kesin bir şekilde gidilmelidir. 17-25 Aralık MaliyePolis-Yargı darbe girişimi ile 15 Temmuz Askeri Darbe Girişimi arasındaki dönemde, Gülen Hareketi mensuplarının bir kısmının, o günün şartları göz önüne alındığında, gelgitler yaşayabileceğine, kararsız kalabileceğine dikkat edilmelidir. Çocuklarını okullarından, yurtlarından almamış/alamamış olabilir, kurban yardımında bulunmuş olabilir. Bu dönemle ilgili olarak çocuklarını Gülen hareketinin okullarında okutmuş olmak veya onun yurtlarında kalmış olmak, temel kriterler zümresi içerisinde değerlendirilmemelidir. Yasal olarak hiçbir işleme tabi tutulmamış yurt veya okullarda bulunmayı, esaslı suçlayıcı bir unsur olarak görmemiş/görememiş olabilirler. O dönemin psikolojisi buna uygundu. 

Sonuç-5: Açığa Alma ve Tutuklamalarda Korku Şantaj İmparatorluğunun İnşa Ettiği Psikoloji Göz önüne Alınmalıdır 

Gülen Hareketi, Maliye-Polis-Yargı üçgeninde kurdukları şantaj şebekesi ile insanların yatak odasına ve banyolarına sızmış, pek çok işadamını, esnafı, devlet ricalini, sivil ve asker bürokratı ve siyasiyi tuzağa düşürmüştür. “Kasetler savaşı” diye literatüre geçen süreci unutmak yanlış olur. O nedenle bugün icra edilen açığa alma ve tutuklamalarda bu boyuta dikkat edilmelidir. Siyasi iktidarın Maliye-Polis-Yargı üçgeninde seri halde yaptığı görevden almalarda, yeni atananların da bir müddet sonra tekrar ve tekrar görevden alınması, bunun bugün bile devam etmiş olması, gerek Gülen hareketindeki “ibadet ve ticaret ehlinin” ve gerekse Gülen hareketine mensup olmayan insanların üzerinde, bir korku meydana getirmiştir. Bugün bu korku psikolojisi göz önüne alınmalıdır. 

Sonuç-6: Ekonomide “Domino Etkisi”ne Sebebiyet Verilmemelidir 

Gülen Hareketi’ndeki “ticaret erbabı” üzerine gidilirken, ilgili şirketlerle ticari olarak irtibatlı fakat Gülen Hareketi ile ilişiği olmayan başka şirketlerin varlığına dikkat edilmelidir. Ödemeler zincirinde meydana gelecek bir kırılma, domino etkisi yaparak Gülen Hareketi’yle ilgisi olmayan pek çok şirketin kapanmasına sebebiyet verebilir. Bu da ekonomik olarak Türkiye’yi sıkıntıya sokar, işsizlikte patlamaya sebep olur; yıllar içerisinde ortaya çıkan “Anadolu Sermayesi”nin tasfiye olmasına sebebiyet verebilir. 

Sonuç-7: “Beyin Göçüne” Sebebiyet Verilmemelidir 

Akademik dünyada yapılan operasyonlarda, suçlu suçsuz ayırımında, çok hassas davranılmalı, yanlış “beyin göçüne” sebebiyet verilmemelidir. 

Sonuç-8: Açığa Alma ve Tutuklama Listelerinin Hazırlanmasında Mason Kadrolara Fırsat Verilmemelidir 

15 Temmuz 2016 ihanet hareketine karşı başlatılmış olan temizlik harekâtında açığa alma ve tutuklama ile ilgili hazırlanan listelerde, Masonların, kargaşa çıkarmak amacıyla, etkili olup olmadığına bakılmalıdır. Tüm dikkatlerin Gülen şebekesine yoğunlaştığı ve yoğunlaştırıldığı bir dönemde, Mason kadronun arkadaki faaliyetleri gözden ırak tutulmamalıdır. 

Sonuç-9: Tüm Cemaat/Hareket/Tarikat/Teşkilatların Paralelci Olarak Yaftalanması Kampanyasına Dikkat Edilmelidir 

Masonik medyada, İslâmî cemaatlerin tümü, Gülen Hareketi bahane edilerek, aynı havuza konup yok edilmek istenmektedir. Bu kampanya, önümüzdeki günlerde yoğunluğunu artıracak ve ülke bir kargaşaya doğru sürüklenmek istenecektir. Türkiye’yi seven herkesin bu tehlikeyi görmesi ve gereğini yapması tarihi bir sorumluluktur. 

Sonuç-10: Türkiye’nin Askeri Gücü Yok Edilmek İstenmektedir 

İsrail’in 80’li yıllar için İsrail’in stratejik planlarında yer aldığı şekliyle hedef ülkelerde ilk yapılacak iş, “söz konusu devletlerin askerî güçlerinin imha edilmesidir.” Orduda yapılan ErgenekonBalyoz operasyonları ve 15 Temmuz 2016 ihanet hareketi sonrasında yapılan askeri temizlik operasyonu ile ordu, ciddi bir yara almış ve itibar kaybına uğramıştır. Bulunduğumuz çok önemli jeopolitik, jeo-stratejik ve jeo-ekonomik bir coğrafyadan dolayı ordunun, milletin ordusu olarak yeniden yapılandırılması ve güçlendirilmesi, şu gün en hayatı bir konudur. Bu yapılırken ordu içerisindeki cuntalarla/ihanet şebekeleri ile ordunun varlığı birbirine karıştırılmamalı, duygusal davranılarak ordu kurumu, aşağılanıp yıpratılmamalıdır. Eğer tersine bir tavır ortaya konursa, kanın su gibi aktığı bu coğrafyada, ülke olarak ödeyeceğimiz bedel, çok daha ağır olabilir. 15 Temmuz 2016 ihanet hareketinin amaçlarından birinin de, bu olduğu göz ardı edilmemelidir. 

Sonuç-11: Türkiye Savaşa Sokulmak İstenmektedir 

Diğer taraftan Türkiye, Saddam’ın Kuveyt’te düşürüldüğü tuzağa benzer şekilde Irak-Suriye hattında bir tuzağa düşürülmek istenmektedir. Türkiye, Irak-Suriye düzleminde savaşa girmesi için zorlanmaktadır. Çünkü Siyon Önderlerinin yedinci protokolüne göre, İsrail’e düşman komşu devletlerin birbiri ile savaştırılması, Siyonizm’in stratejik bir ilkesidir: “Bize muhalefet eden devletlere, komşuları tarafından harp açtırabilecek durumda olmalıyız. Eğer bu komşu devletlerde bize karşı birleşirlerse, bir dünya savaşı çıkarmalıyız.”41 

Sonuç-12: ABD’nin Türkiye’nin Ordusuna Darbe Yaptırabilme Gücü Nereden Kaynaklanmaktadır 

ABD eski diş işleri bakanı Henry Kissenger’in; “Dostumuz olan ülkeler, Washington tarafından çizilen genel çerçeve içerisinde kalmak kaydıyla bulundukları bölgedeki çıkarlarını kendileri hararetle takip etmeliler”42 derken; “Dost ülkenin”(!), diğer ülkelerle olan ilişkilerinin çerçevesini belirlemiş olmaktadır. ABD tarafından çizilen çerçevenin dışına çıkanlara karşı her türlü operasyonun yapılacağı, açık bir şekilde ifade edilmektedir. Türkiye’de yaklaşık olarak her on yılda bir darbe yapılmasının ana sebebi, Türkiye’yi yönetenlerin, ideolojik yapısı ne olursa olsun, şer ekseninin (ABD-İngiltereİsrail-Siyonizm) menfaatlerine karşı kendi ülkesinin menfaatlerini ön plana çıkarmasından dolayıdır. Taksim Kadife darbe sürecinin başlatılması ve 15 Temmuz askeri darbe girişimi aşamasına gelmesinin ana sebebi de budur. Şer ekseni, 15 Temmuz ihanet hareketinde yer alan askeri darbecileri savunmak için topyekûn bir psikolojik harekât başlatarak Türkiye’ye baskı yapmaktadır. Bunun anlamı, Şer ekseni orduya, darbe yaptırtabilecek bir şekilde sızmıştır/sızabilmektedir. 12 Eylül askeri darbesinde, dönemin ABD Başkanına, Türkiye’deki darbenin sonucu, haber verilirken kullanılan ve tarihe geçen “bizim çocuklar başardı” ifadesi, Türkiye’deki askeri darbelerin arkasında hep “Dostumuz”(!), “Stratejik Ortağımız”(!) ve “Model Ortağımız”(!) ABD’nin bulunduğunun en açık delilidir. Bu ifade, Türkiye için, Ordu için yüz karası bir ifadedir. O nedenle Şer ekseninin (ABD-İngiltere-İsrailSiyonizm) Türkiye’deki ordunun içine, orduya darbe yaptırtabilecek bir düzeyde sızabilmesinin sebepleri, mutlaka araştırılarak bulunmalı ve gereken yapılmalıdır. 

Sonuç-13: Ordu Yanlış Eğitim Almaktadır 

Tüm darbeler, dış etkenler yanında, halkını düşman gören bir yabancılaştırmanın ürünüdür. Devlet, tüm kurum ve kuruluşları ile yeniden yapılandırılırken, öncelikle Türkiye’deki askeri eğitim, baştan sona yeniden ele alınıp değerlendirilmelidir. Kendisine emanet edilen çocukları alıp “mankurtlaştıran” bir askeri eğitim sistemi, ciddiyetle masaya yatırılmalıdır. Ana sorun, şekil şartı değil zihniyettir. Orduda yeniden cuntaların meydana gelmemesi için, Askeri okullarda inşa edilen zihniyet, gerektiği gibi sorgulanıp değiştirilmelidir. Subaylarımızın NATO’da eğitim almasına mani olunmalıdır. Bunun için ordunun darbe yapmasının sebep ve sonuçlarını, çok objektif bir şekilde analiz edecek ve yeni bir senteze varacak ve ordunun yeniden yapılandırılmasına rehberlik edecek çok özel bir komisyon, çok acil olarak kurulmalıdır. 

Sonuç-14: Şer Eksenine Karşı Birleşik Cephe Hareketi Başlatılmalıdır 

15 Temmuz ihanet hareketi, sadece sürecin bir parçasıdır; süreç devam etmektedir. Ana amaç, yeni sosyolojik fay hatları inşa ederek Türkiye’yi sosyolojik olarak bölmektir, Suriyeleştirmektir. Sosyolojik savaşın etkileri anında değil yıllar sonra görülebilir, yavaş ve tedricidir. Farkına varıldığı zaman da “Kurbağa haşlanmış” ve iş bitmiştir. Siyasi iktidar yeniden yapılanma yaparken kendi başına hareket etmemeli, farklı siyasi görüşleri, daha da önemlisi milletin, gönüllü kuruluşların/STK’ların görüşlerini almalıdır. Gizli sosyolojik savaş ajanlarına karşı teyakkuz halinde olmalıdır. Bu süreçte, iyi niyetle ortaya konan her karşı görüşü, düşmanlık ve hainlik olarak görmek, nitelendirmek ve suçlamak yanlıştır, tehlikelidir. Başta siyaset olmak üzere tüm gönüllü kuruluşların/hareketlerin/cemaatlerin/STK’ların bu gerçeği görmesi, ona göre bir dil ve söylem kullanması, birlik ve beraberliği savunması ve dayanışma içerisine girmesi tarihi bir mecburiyettir. 

Henüz vakit varken, yarın çok geç olabilir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...