(Milli Gazete)
Giriş
İslam Ülkeleri Akademisyen ve Yazarlar Birliği’nin
düzenlediği konferansta, Meclis Başkanı İsmail Kahraman’ın “Yeni
Türkiye ve Yeni Anayasa” adlı konuşmasında, kendisine sorulan sorulara verdiği
cevaplarda, “Laiklik bir kere yeni anayasada olmamalıdır”, “tarifi
yapılmalıdır”, “Dindar anayasa meselesinden anayasamızın kaçınmaması
lazım” (1) demesi üzerine, Türkiye’de her zamanki gibi “bir kaşık suda fırtına
kopartanlar”, Meclis başkanı İsmail Kahramanı “linç etmeye
kalkmış lar” ve “İstifa etmesini” istemişlerdir.
Meclis Başkanının konuşması üzerine başlatılan tartışmalarda
kullanılan din, laiklik ve sekülerlik kavramlarına taraflar aynı anlamı
yüklememektedir. Kelime aynı ve fakat muhteva farklıdır. Bu da tarafların
birbirini anlamasına mani olmakta, gerilim artmakta, hakaret edilmeye
başlanmakta, kavga noktasına gelinmektedir. Bu nedenle konumuz açısından “Din”,
“sekülerlik” ve “laiklik” kavramlarının taşıdığı anlamların tartışılmasında
fayda vardır.
Bu tartışmaya girmeden önce, genel olarak, bir kelime
haznesinde/sözlükte yer alan “anahtar” ve “odak” kelimelerin anlam alanlarının
ne olduğunu, yanlış değerlendirildiklerinde neden olacağı sorunları, ana
hatları ile ele alıp incelemeliyiz.
Tarif Nedir?
Meclis Başkanı Kahraman, gerek yaptığı konuşmada ve gerekse
yaptığı basın açıklamasında, laikliğin açık, net bir tarifinin yapılmamış
olmasından ve bunun neden olduğu sıkıntılardan şikâyet etmektedir:
“Dünyada üç anayasada laiklik var. Fransa’da var. İrlanda’da
var. Bir de Türkiye’de var. Tarifi de yok. İsteyen, istediği gibi bunu
yorumluyor. Böyle bir şey olmamalıdır...” (1)
“…Bu kavram siyasi hayatımızda ve yargısal uygulamalarda
bireysel ve toplumsal hak ve özgürlükleri sınırlayıcı, yok edici bir araç
olarak kullanılmıştır ve ciddi mağduriyetlere yol açmıştır. Bu haksızlıkların
en temel sebebi laiklik kavramının tanımının yapılmamış olmasıdır.
Mevcut anayasamızda Türkiye’nin, demokratik, laik ve sosyal
bir hukuk devleti olduğu belirtilmekte ancak laikliğin tanımı yapılmadığından,
din ve vicdan hürriyeti kavramları da tartışmaların ortasında yer almaktadır.
Yersiz, lüzumsuz ve halkı kamplaştırıcı tartışmaların önüne
geçmek için, laiklik kavramı, kötü niyetli yorumlara yol açmayacak şekilde,
açık ve net bir biçimde tarif edilmeli, istismar edilmesinin önüne
geçilmelidir.” (2)
Türkçe sözlüklerde Tarif (Tanım), “1- Bir nesneyi bütün
vasıflarını içine alacak şekilde sözlü veya yazılı olarak anlatma; 2- Bir
kavramı kelimelerle ifade etme, 3- Bir nesneyi belli başlı noktalarını
zikrederek tanıtma.” (3) olarak ifade edilmektedir. Bir şeyin tarifi öyle
olmalı ki kafa karışıklığına, anlaşmazlığa sebebiyet vermesin. Bunun için
tarifin, ‘Ağyarini/Ağyarına mâni, efradını/efradına câmi’ olması gerekir
denmiştir (4). Bununla anlatılmak istenen tarifin, tarif edilen hususa ait
bütün nitelikleri toplaması, ondan farklı olan nitelikleri dışta bırakmasıdır.
Ne gereğinden fazla uzun olması ne de anlaşılamayacak kadar kısa kalmasıdır.
Herhangi bir şeyin tarifinin bu kapsamda olması gerektiği
gerçeğini göz önüne aldığımızda Türkiye’de laiklik, laisizm, sekülerlik ve
sekülerleşmenin açık bir tanımı olduğunu söylemek çok zordur.
Kelimelerin Anlam Alanları, Anahtar Kelime, Odak Kelime
İnsanoğlu hayatı boyunca, haberleşmenin, iletişimin,
karşılıklı anlaşmanın aracı olarak değişik kelimeleri türetmiş ve kullanmıştır.
Kelimeler, yalnızca bir konuşma aracı değil; aynı zamanda, toplumun içinde
bulunduğu durumu, dünya görüşünü, kültürü, sistemi algılayıp değerlendirebilme
aracıdır da. Toplumun ilişkileri, davranışları, anlayışları, kültür ve
yaşantısı hakkında bilgi verirler.
Bazı kelimeler tek anlamlı, bazıları ise birden fazla
anlamlıdır. Her kelimenin kendine özgü bir sözlük manası vardır ki biz o
kelimeyi, bulunduğu münasebet sistemi dışında da mütalaâ etsek, kelime yine o
manayı taşır. Buna kelimenin “esas manası” denmektedir. Esas mana, kelimenin
her zaman taşıdığı, hangi sisteme girerse girsin, toplum tarafından aynı kelime
olarak bilindiği sürece yitirmediği manadır (5).
Bazılarının ise sözlük anlamlarının yanı sıra, sözlük
anlamlarından daha öncelikli olarak kullanılan bir başka anlamları daha vardır.
Buna ıstılahı anlam denmektedir. Istılahı (izafî ) mana, kelimenin kökünden
gelmeyen, fakat içinde bulunduğu münasebet sisteminden ve bu sistemdeki diğer
kelimelerle kurduğu ilişkiden doğan özel bir anlamdır. Esas mana, kelimenin her
zaman taşıdığı asıl mana iken; ıstılahı (izafî) mana içinde bulunduğu özel
sistemden, bu sistemdeki diğer kelimelerle olan münasebetinden kazandığı özel
manadır.
Kur’ân’ın içinde yer alan Kitap, Yavm, Sâ’at, Kefere gibi
pek çok kelimenin hem esas manası hem de ıstılahı manası vardır. Kitap
kelimesinin esas manası, “yazılmış veya basılmış sayfaların bir araya
getirilmesi ile oluşan toplam” (3) iken vahiy alanında dini terminolojide
ıstılahı anlamı, “Kur’an”dır (2/174). Tıpkı bunun gibi, din ve laiklik
kelimelerinin bir esas anlamları bir de ıstılahı anlamları vardır. Din ve
laiklik tartışmalarına bu açıdan da bakmak gerekmektedir.
Kelimelerin ıstılahı anlamları, bir mıknatısın çekim alanına
benzer. Bir mıknatıs gibi kelimenin çevresinde bir anlam alanı meydana getirir.
Başka kavramlarla özel bir ilişki ağı kurarak, genel düşünce ve kültürel yapı
sisteminin içinde özel bir konum alır. Genel olarak bir sistem içinde yer alan
bu tür kelimelere “anahtar kelime” adı verilmektedir (5). Bazı anahtar
kelimeler, çok geniş bir alanda birçok farklı anahtar kelimenin anlam alanları
üzerinde etkili olabilme gücüne sahiptir. Bu tür anahtar kelimelere “odak
kelime” adı verilmektedir. Genel olarak kelimeler, özel olarak da, anahtar ya
da odak kelimeler, zamana bağlı olarak anlam kaymasına uğrayabilir, anahtar ya
da odak kelime olma özelliğini kaybedebilir. Anlam alanları daralabilir ya da
genişleyebilir. Bazıları tamamen unutulup kullanılmaz hale gelebilir. Bunlar,
toplumun zihinsel ve kültürel değişiminin bir ölçüsü olarak ortaya çıkmaktadır.
Hem din hem de laiklik kelimesi sosyal hayatta pek çok
kelimeyi etkileyen ve şekillendiren çok önemli anahtar ve odak kelimelerdir.
İnsanlık tarihi boyunca anlam alanları, bazen daralmış bazen de genişlemiştir.
Bir düşünce sisteminde, bir bilim dalında kendine özgü pek
çok anahtar kelime mevcuttur. Bu kelimeler; bu alanla ilgilenen şahıslarda,
kelimenin kuşattığı alanın, ilişki ağının toptan bir bütün olarak canlanmasına
neden olur. Bir bilgisayar mühendisinin, Bilgisayar dendiğinde donanımdan
yazılıma kadar birçok alt anlam alanlarını içeren terimler, konular hafızasında
canlanır. Bilgisayar kelimesinin oluşturduğu sistem, birçok anahtar sözcüğü
içermekte, onlarla karışık bir ilişki ağı kurmaktadır. Bu nedenle bir anahtar
sözcük olan bilgisayar, kendi özel alanı içerisinde odak kelime olarak
nitelendirilmektedir. Fakat aynı bilgisayar terimi, internet içerisinde odak
kelime olma özelliğini kaybeder, bir anahtar kelime olma özelliği kazanır.
Kelimeler, alanla ilgilenen bireyler tarafından aynı şekilde
algılanmalıdır. Kafalarda aynı çağrışım olmalı, hafızada aynı şey
canlanmalıdır. Aksi takdirde o özel alanla ilgilenenlerin anlaşmaları mümkün
değildir.
Günümüzdeki kavram kargaşasının biraz daha anlaşılabilmesi
için Televizyon kavramını, göz önüne alalım. Televizyon haberleşme sisteminde
ses ve görüntüyü insanlara aktaran teknik bir cihazdır. Televizyonda ses ve
görüntü aktarımı, birlikte olan iki önemli fonksiyondur. Televizyonda görüntü
yok, ses varsa, şekil olarak televizyon olmasına karşılık; bir radyo olarak
fonksiyon icra ediyor demektir. O teknik cihaza televizyon demiş olmanız, onun,
televizyonun fonksiyonunu icra ettiği anlamına gelmez.
İşte Türkiye’de belli zamanlarda canlanan din ve laiklik
tartışmalarında tarafların her iki kavrama yükledikleri anlamlar aynı değildir.
Dahası taraflar, her iki kelimenin anlam alanlarını, televizyon örneğinde
olduğu gibi, içini boşaltarak kullanmaktadırlar.
Kavramsal Kargaşa
Konfüçyüs’e, ‘Toplumun kaderi senin eline verilirse onu
düzeltmek ve iyileştirmek için ne yapardın?’ diye sormuşlar. Konfüçyüs soruyu;
“İlk işim isim ve kavramları değiştirmek olacaktır. Çünkü toplum,
isim ve kavramları yanlış tabir etmek ve kullanmakla bozulur.” (6) şeklinde
cevaplandırmıştır. Max Moller ise ‘Kelimelerin yanlış ve bozuk kullanılması
önce eserde dil hastalığı, sonra da ahlakta hastalık doğurur; çünkü bozuk bir
kelime ve yanlış bir deyim giderek yaşamanın bir parçası haline gelir.’ (6)
demek suretiyle kelimelerin anlamlarının bir toplum ve bir kültür ve medeniyet
için ne kadar hayatı öneme haiz olduğunu ortaya koymaktadır.
Kelimelerin Anlamlarını Çarpıtmak Suretiyle Tahrif Etme
Tevhidi değerlerin/İslam’ın meydana getirdiği dinamizm ve
direnç karşısında tutunamayanlar, Tevhidi değerleri/İslam’ı bulandırarak
tasfiye etmek için onun anahtar-odak kelimelerinin anlam alanlarını tahrif
etmeye kalkmışlardır. Birçok kelimenin anlamlarını çarpıtmak için onları
bulundukları anlam ağından, semantik alandan, koparmak istemişlerdir ve de
istemektedirler: “Onlar, kelimeleri konuldukları yerlerinden saptırırlar.
…İçlerinden birazı dışında, onlardan sürekli ihanet görür durursun.” (5 Maide
13, 41)
Gerçeklerin Üzerini Örterek Tahrif Etme
Bazı durumlarda Kur’an’da var olan bazı değerleri, eklemleme
yaparak veya anlam sahalarını kısıtlayarak çarpıtmak mümkün olamayabilir. Bu
durumda, kendi savundukları fikirlere karşı olan bu değerlerin gündeme
gelmemesi için gayret sarf ederler. Onlar için bunların üzerlerinin örtülmesi,
tartışılmasından daha yararlıdır:
“Allah’ın indirdiği Kitaptan bir şeyi gözardı edip
saklayanlar ve onunla değeri az bir karşılığı satın alanlar; onların yedikleri
karınlarında ateşten başkası değildir...” (2 Bakara 174)
Sonuç: Asıl Tehlike
Türkiye’nin en ciddi sıkıntısı, kavramların kendi anlam
alanlarından koparılarak çarpıtılmasıdır. Birçok kavram gibi Din ve Laiklik
kavramları kendi asli anlam alanlarından koparılarak yorumlanmakta ve
değerlendirilmektedir. Kavramların bu şekilde anlamlarının çarpıtılması,
kavramların tanımlanmasındaki sınırları muğlâklaştırmakta ve silah haline
dönüştürmektedir. Değer yüklü olan kavramların, bu şekilde çarpıtılarak
kullanılması, hakla batılın, maruf ile münkerin, adaletle zulmün, helal ile
haramın birbirine karışmasına ve bunun doğal sonucu olarak sosyal şizofreniye
sebebiyet vermektedir. O nedenle Baki, “Batıl her zaman batıldır,
asıl tehlike onun Hak suretinde görünmesindedir.” Demiştir.
Öyleyse;
“Hakkı batılın yerine geçirmeyin ve sizce de bilinirken hakkı
gizlemeyin.” (2-Bakara 42)
Kaynaklar
1-http://haber.star.com.tr/sondakika/kendimize-uygun-bir-anayasa-yapacagiz/haber-1106687;
Star 26.04.2016.
2-http://www.timeturk.com/mustafa-sentop-anayasa-teklifimizde-laiklik-var/haber-141317;
Timetürk 26.04.2016.
3- Doğan M., Büyük Türkçe Sözlük, Pınar Yayınları, İstanbul,
2005.
4- Ülken, H. Ü., Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, S.121.
5- Izutsu, T., Kur’an’da Allah ve I+nsan, Ankara Ünv.,
Ankara, 1975, s.21,22
6- Şeriati A. Medeniyet ve Modernizm, Düşünce Yayınları,
İstanbul, 1980, S:40-120.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder