5 Mayıs 2016 Perşembe

MECLİS BAŞKANI İSMAİL KAHRAMAN’I LİNÇ ETME GİRİŞİMİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ-2: Kavramsal Kargaşa

 (Milli Gazete)

Giriş

İslam Ülkeleri Akademisyen ve Yazarlar Birliği’nin düzenlediği konferansta, Meclis Başkanı İsmail Kahraman’ın  “Yeni Türkiye ve Yeni Anayasa” adlı konuşmasında, kendisine sorulan sorulara verdiği cevaplarda, “Laiklik bir kere yeni anayasada olmamalıdır”, “tarifi yapılmalıdır”,  “Dindar anayasa meselesinden anayasamızın kaçınmaması lazım” (1) demesi üzerine, Türkiye’de her zamanki gibi “bir kaşık suda fırtına kopartanlar”, Meclis başkanı İsmail Kahramanı “linç etmeye kalkmış  lar” ve “İstifa etmesini” istemişlerdir.

Meclis Başkanının konuşması üzerine başlatılan tartışmalarda kullanılan din, laiklik ve sekülerlik kavramlarına taraflar aynı anlamı yüklememektedir. Kelime aynı ve fakat muhteva farklıdır. Bu da tarafların birbirini anlamasına mani olmakta, gerilim artmakta, hakaret edilmeye başlanmakta, kavga noktasına gelinmektedir. Bu nedenle konumuz açısından “Din”, “sekülerlik” ve “laiklik” kavramlarının taşıdığı anlamların tartışılmasında fayda vardır.

Bu tartışmaya girmeden önce, genel olarak, bir kelime haznesinde/sözlükte yer alan “anahtar” ve “odak” kelimelerin anlam alanlarının ne olduğunu, yanlış değerlendirildiklerinde neden olacağı sorunları, ana hatları ile ele alıp incelemeliyiz.

Tarif Nedir?

Meclis Başkanı Kahraman, gerek yaptığı konuşmada ve gerekse yaptığı basın açıklamasında, laikliğin açık, net bir tarifinin yapılmamış olmasından ve bunun neden olduğu sıkıntılardan şikâyet etmektedir:

“Dünyada üç anayasada laiklik var. Fransa’da var. İrlanda’da var. Bir de Türkiye’de var. Tarifi de yok. İsteyen, istediği gibi bunu yorumluyor. Böyle bir şey olmamalıdır...” (1)

“…Bu kavram siyasi hayatımızda ve yargısal uygulamalarda bireysel ve toplumsal hak ve özgürlükleri sınırlayıcı, yok edici bir araç olarak kullanılmıştır ve ciddi mağduriyetlere yol açmıştır. Bu haksızlıkların en temel sebebi laiklik kavramının tanımının yapılmamış olmasıdır.

Mevcut anayasamızda Türkiye’nin, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu belirtilmekte ancak laikliğin tanımı yapılmadığından, din ve vicdan hürriyeti kavramları da tartışmaların ortasında yer almaktadır.

Yersiz, lüzumsuz ve halkı kamplaştırıcı tartışmaların önüne geçmek için, laiklik kavramı, kötü niyetli yorumlara yol açmayacak şekilde, açık ve net bir biçimde tarif edilmeli, istismar edilmesinin önüne geçilmelidir.” (2)

Türkçe sözlüklerde Tarif (Tanım), “1- Bir nesneyi bütün vasıflarını içine alacak şekilde sözlü veya yazılı olarak anlatma; 2- Bir kavramı kelimelerle ifade etme, 3- Bir nesneyi belli başlı noktalarını zikrederek tanıtma.” (3) olarak ifade edilmektedir. Bir şeyin tarifi öyle olmalı ki kafa karışıklığına, anlaşmazlığa sebebiyet vermesin. Bunun için tarifin, ‘Ağyarini/Ağyarına mâni, efradını/efradına câmi’ olması gerekir denmiştir (4). Bununla anlatılmak istenen tarifin, tarif edilen hususa ait bütün nitelikleri toplaması, ondan farklı olan nitelikleri dışta bırakmasıdır. Ne gereğinden fazla uzun olması ne de anlaşılamayacak kadar kısa kalmasıdır.

Herhangi bir şeyin tarifinin bu kapsamda olması gerektiği gerçeğini göz önüne aldığımızda Türkiye’de laiklik, laisizm, sekülerlik ve sekülerleşmenin açık bir tanımı olduğunu söylemek çok zordur.

Kelimelerin Anlam Alanları, Anahtar Kelime, Odak Kelime

İnsanoğlu hayatı boyunca, haberleşmenin, iletişimin, karşılıklı anlaşmanın aracı olarak değişik kelimeleri türetmiş ve kullanmıştır. Kelimeler, yalnızca bir konuşma aracı değil; aynı zamanda, toplumun içinde bulunduğu durumu, dünya görüşünü, kültürü, sistemi algılayıp değerlendirebilme aracıdır da. Toplumun ilişkileri, davranışları, anlayışları, kültür ve yaşantısı hakkında bilgi verirler.

Bazı kelimeler tek anlamlı, bazıları ise birden fazla anlamlıdır. Her kelimenin kendine özgü bir sözlük manası vardır ki biz o kelimeyi, bulunduğu münasebet sistemi dışında da mütalaâ etsek, kelime yine o manayı taşır. Buna kelimenin “esas manası” denmektedir. Esas mana, kelimenin her zaman taşıdığı, hangi sisteme girerse girsin, toplum tarafından aynı kelime olarak bilindiği sürece yitirmediği manadır (5).

Bazılarının ise sözlük anlamlarının yanı sıra, sözlük anlamlarından daha öncelikli olarak kullanılan bir başka anlamları daha vardır. Buna ıstılahı anlam denmektedir. Istılahı (izafî ) mana, kelimenin kökünden gelmeyen, fakat içinde bulunduğu münasebet sisteminden ve bu sistemdeki diğer kelimelerle kurduğu ilişkiden doğan özel bir anlamdır. Esas mana, kelimenin her zaman taşıdığı asıl mana iken; ıstılahı (izafî) mana içinde bulunduğu özel sistemden, bu sistemdeki diğer kelimelerle olan münasebetinden kazandığı özel manadır.

Kur’ân’ın içinde yer alan Kitap, Yavm, Sâ’at, Kefere gibi pek çok kelimenin hem esas manası hem de ıstılahı manası vardır. Kitap kelimesinin esas manası, “yazılmış veya basılmış sayfaların bir araya getirilmesi ile oluşan toplam” (3) iken vahiy alanında dini terminolojide ıstılahı anlamı, “Kur’an”dır (2/174). Tıpkı bunun gibi, din ve laiklik kelimelerinin bir esas anlamları bir de ıstılahı anlamları vardır. Din ve laiklik tartışmalarına bu açıdan da bakmak gerekmektedir.

Kelimelerin ıstılahı anlamları, bir mıknatısın çekim alanına benzer. Bir mıknatıs gibi kelimenin çevresinde bir anlam alanı meydana getirir. Başka kavramlarla özel bir ilişki ağı kurarak, genel düşünce ve kültürel yapı sisteminin içinde özel bir konum alır. Genel olarak bir sistem içinde yer alan bu tür kelimelere “anahtar kelime” adı verilmektedir (5). Bazı anahtar kelimeler, çok geniş bir alanda birçok farklı anahtar kelimenin anlam alanları üzerinde etkili olabilme gücüne sahiptir. Bu tür anahtar kelimelere “odak kelime” adı verilmektedir. Genel olarak kelimeler, özel olarak da, anahtar ya da odak kelimeler, zamana bağlı olarak anlam kaymasına uğrayabilir, anahtar ya da odak kelime olma özelliğini kaybedebilir. Anlam alanları daralabilir ya da genişleyebilir. Bazıları tamamen unutulup kullanılmaz hale gelebilir. Bunlar, toplumun zihinsel ve kültürel değişiminin bir ölçüsü olarak ortaya çıkmaktadır.

Hem din hem de laiklik kelimesi sosyal hayatta pek çok kelimeyi etkileyen ve şekillendiren çok önemli anahtar ve odak kelimelerdir. İnsanlık tarihi boyunca anlam alanları, bazen daralmış bazen de genişlemiştir.

Bir düşünce sisteminde, bir bilim dalında kendine özgü pek çok anahtar kelime mevcuttur. Bu kelimeler; bu alanla ilgilenen şahıslarda, kelimenin kuşattığı alanın, ilişki ağının toptan bir bütün olarak canlanmasına neden olur. Bir bilgisayar mühendisinin, Bilgisayar dendiğinde donanımdan yazılıma kadar birçok alt anlam alanlarını içeren terimler, konular hafızasında canlanır. Bilgisayar kelimesinin oluşturduğu sistem, birçok anahtar sözcüğü içermekte, onlarla karışık bir ilişki ağı kurmaktadır. Bu nedenle bir anahtar sözcük olan bilgisayar, kendi özel alanı içerisinde odak kelime olarak nitelendirilmektedir. Fakat aynı bilgisayar terimi, internet içerisinde odak kelime olma özelliğini kaybeder, bir anahtar kelime olma özelliği kazanır.

Kelimeler, alanla ilgilenen bireyler tarafından aynı şekilde algılanmalıdır. Kafalarda aynı çağrışım olmalı, hafızada aynı şey canlanmalıdır. Aksi takdirde o özel alanla ilgilenenlerin anlaşmaları mümkün değildir.

Günümüzdeki kavram kargaşasının biraz daha anlaşılabilmesi için Televizyon kavramını, göz önüne alalım. Televizyon haberleşme sisteminde ses ve görüntüyü insanlara aktaran teknik bir cihazdır. Televizyonda ses ve görüntü aktarımı, birlikte olan iki önemli fonksiyondur. Televizyonda görüntü yok, ses varsa, şekil olarak televizyon olmasına karşılık; bir radyo olarak fonksiyon icra ediyor demektir. O teknik cihaza televizyon demiş olmanız, onun, televizyonun fonksiyonunu icra ettiği anlamına gelmez.

İşte Türkiye’de belli zamanlarda canlanan din ve laiklik tartışmalarında tarafların her iki kavrama yükledikleri anlamlar aynı değildir. Dahası taraflar, her iki kelimenin anlam alanlarını, televizyon örneğinde olduğu gibi, içini boşaltarak kullanmaktadırlar.

Kavramsal Kargaşa

Konfüçyüs’e, ‘Toplumun kaderi senin eline verilirse onu düzeltmek ve iyileştirmek için ne yapardın?’ diye sormuşlar. Konfüçyüs soruyu; “İlk işim isim ve kavramları değiştirmek olacaktır.  Çünkü toplum, isim ve kavramları yanlış tabir etmek ve kullanmakla bozulur.” (6) şeklinde cevaplandırmıştır. Max Moller ise ‘Kelimelerin yanlış ve bozuk kullanılması önce eserde dil hastalığı, sonra da ahlakta hastalık doğurur; çünkü bozuk bir kelime ve yanlış bir deyim giderek yaşamanın bir parçası haline gelir.’ (6) demek suretiyle kelimelerin anlamlarının bir toplum ve bir kültür ve medeniyet için ne kadar hayatı öneme haiz olduğunu ortaya koymaktadır.

Kelimelerin Anlamlarını Çarpıtmak Suretiyle Tahrif Etme

Tevhidi değerlerin/İslam’ın meydana getirdiği dinamizm ve direnç karşısında tutunamayanlar, Tevhidi değerleri/İslam’ı bulandırarak tasfiye etmek için onun anahtar-odak kelimelerinin anlam alanlarını tahrif etmeye kalkmışlardır. Birçok kelimenin anlamlarını çarpıtmak için onları bulundukları anlam ağından, semantik alandan, koparmak istemişlerdir ve de istemektedirler: “Onlar, kelimeleri konuldukları yerlerinden saptırırlar. …İçlerinden birazı dışında, onlardan sürekli ihanet görür durursun.” (5 Maide 13, 41)

Gerçeklerin Üzerini Örterek Tahrif Etme

Bazı durumlarda Kur’an’da var olan bazı değerleri, eklemleme yaparak veya anlam sahalarını kısıtlayarak çarpıtmak mümkün olamayabilir. Bu durumda, kendi savundukları fikirlere karşı olan bu değerlerin gündeme gelmemesi için gayret sarf ederler. Onlar için bunların üzerlerinin örtülmesi, tartışılmasından daha yararlıdır:

“Allah’ın indirdiği Kitaptan bir şeyi gözardı edip saklayanlar ve onunla değeri az bir karşılığı satın alanlar; onların yedikleri karınlarında ateşten başkası değildir...” (2 Bakara 174)

Sonuç: Asıl Tehlike

Türkiye’nin en ciddi sıkıntısı, kavramların kendi anlam alanlarından koparılarak çarpıtılmasıdır. Birçok kavram gibi Din ve Laiklik kavramları kendi asli anlam alanlarından koparılarak yorumlanmakta ve değerlendirilmektedir. Kavramların bu şekilde anlamlarının çarpıtılması, kavramların tanımlanmasındaki sınırları muğlâklaştırmakta ve silah haline dönüştürmektedir. Değer yüklü olan kavramların, bu şekilde çarpıtılarak kullanılması, hakla batılın, maruf ile münkerin, adaletle zulmün, helal ile haramın birbirine karışmasına ve bunun doğal sonucu olarak sosyal şizofreniye sebebiyet vermektedir. O nedenle Baki,  “Batıl her zaman batıldır, asıl tehlike onun Hak suretinde görünmesindedir.” Demiştir.

Öyleyse;

“Hakkı batılın yerine geçirmeyin ve sizce de bilinirken hakkı gizlemeyin.” (2-Bakara 42)

Kaynaklar

1-http://haber.star.com.tr/sondakika/kendimize-uygun-bir-anayasa-yapacagiz/haber-1106687; Star 26.04.2016.

2-http://www.timeturk.com/mustafa-sentop-anayasa-teklifimizde-laiklik-var/haber-141317; Timetürk 26.04.2016.

3- Doğan M., Büyük Türkçe Sözlük, Pınar Yayınları, İstanbul, 2005.

4- Ülken, H. Ü., Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, S.121.

5- Izutsu, T., Kur’an’da Allah ve I+nsan, Ankara Ünv., Ankara, 1975, s.21,22

6- Şeriati A. Medeniyet ve Modernizm, Düşünce Yayınları, İstanbul, 1980, S:40-120.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ŞER İTTİFAKI ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI İÇİN İKİ ANA EKSEN OLUŞTURMAYA ÇALIŞMAKTADIR

(Umran Dergisi)   Şer İttifakı (Siyonizm-ABD-İngiltere-İsrail, AB) 21. yüzyılı “dijital dönüşüm” yüzyılı olarak öngörmekte, bu nedenle “büyü...