(Milli Gazete)
Giriş
Meclis Başkanının anayasa ve laiklikle ilgili konuşması
üzerine başlatılan tartışmalarda kullanılan din, laiklik ve sekülerlik
kavramlarına taraflar, aynı anlamı yüklememektedir. Kelime aynı ve fakat
muhteva farklıdır. Bu da tarafların birbirini anlamasına mani olmaktadır. Bu
nedenle konumuz açısından “Din”, “sekülerlik” ve “laiklik” kavramlarının
taşıdığı anlamların tartışılmasında fayda vardır.
Burada sekülarizm/sekülerleşme kavramı ele alınıp
incelenmektedir.
Sekülarizm
Kavramlar, toplumun ilişkileri, davranışları, anlayışları,
kültür ve yaşantısı hakkında bilgi verirler. Bazı kelimelerin hem “esas anlamı”
hem de “ıstılahı anlamı” vardır (1). Bazı kelimeler “anahtar ya da odak kelime
özelliğine sahiptir. Bazı kelimeler, zamana bağlı olarak anlam kaymasına
uğrayabilir, anlam alanları daralabilir ya da genişleyebilir. Bazı kelimeler de
tamamen unutulup kullanılmaz hale gelebilir. Bunlar, toplumun zihinsel ve
kültürel değişiminin bir ölçüsü olarak ortaya çıkmaktadır. Bazı kavramlar da,
aydınlar, okumuşlar veya devlet eliyle yabancı bir toplumdan transfer edilip
kendi toplumlarına sunulmakta hatta dayatılmaktadır.
Osmanlı’da Batıya giden jöntürklerin, kendilerinin dahi tam
bilemedikleri, kendi toplumları için de bir karşılığı olmayan birçok kavramı
Avrupa’dan alıp toplumlarına kabul ettirmeye çalışarak kavramsal bir kargaşaya
neden olmuşlardır (2). Bu, Cumhuriyet döneminde Devlet eliyle yapılmak
istenmiştir. Sekülerlik ve laiklik gibi birçok ithal kavram, kabullenmesi için
halka baskı yapılmıştır.
Hem Sekülarizm hem de laiklik kelimesi, sosyal hayatta pek
çok kelimeyi etkileyen ve şekillendiren çok önemli anahtar ve odak
kelimelerdir. Zamanla anlam alanları, bazen daralmış bazen de genişlemiştir.
Bunlar ortaya çıktığı günden bu güne anlam alanı değişiklik göstermiş
kavramlardır. İlk kullanılışı ile şimdiki kullanılışı arasında çok ciddi anlam
farklılıkları vardır.
“Seküler” kelimesi, Latince olup ‘ırk, çağ, dünya’ demek
olan ‘saeculum’dan gelmektedir. ‘Saecularis’, ‘saeculum’a ait olan’ anlamına
gelmektedir. Bu kelime eski Fransızcaya ‘seculer’ ve oradan İngilizceye
‘secular’ şeklinde intikal etmiştir. Kelime modern Fransızcada ‘seculaire’dir
(3). Sekülarizm (secularisim), “saccularis”ten türemiş bir kavram olup çok
geniş bir anlam alanı vardır. Sekülarizm, “yeryüzüne ait olan, içinde yaşanılan
çağa ait olma, ömür boyu olan, dine ve kiliseye bağlı/bağımlı olmayan,
ruhbanlara (clergy) ait olmayan, toplumsal ahlak standartlarının dine ve
dinlere göre değil, güncel hayata göre düzenlenmesinden ve ayarlanmasından yana
olmak, güncel-dünyevi hayatı ilgilendiren her konuda ve/veya özel konuda dinsel
yargıları dıştalamak veya kasten dıştalamak anlamlarına gelmektedir” (3,4).
Sekülerleşme, doğduğu zamanki anlamıyla yol boyu kazandığı
ıstılahı anlamı birbirinden çok farklılaşmıştır. Samuel Johnson’ın Sözlüğünde
sekülerleşmeyle ilgili kavramlara yüklenen anlamlarda bunu görebilmekteyiz:
“Sekülerleştirmek (secularize): Uhrevi/dini olanı, gündelik
hayattan uzaklaştırma. Sekülerleşme (secularization): Sekülerleştirme eylemi.
Dinin gündelik hayattaki etkisini ve yerini azaltma, sınırlama süreci.” (5)
Loobster sözlüğünde ‘secularism’ sözcüğü şöyle
açıklanmaktadır (6):
“a- Dünyevi ruh dünyevi yönelişler. İlke ve uygulamalardan
oluşan ve her çeşit inanç ve ibadeti ret eden sistem.
b- Din ile kilisenin, devlete ve özellikle genel eğitim
işlerine hiçbir şekilde müdahale edememesi anlayışı.”
Oxford sözlüğünde ‘secular’ sözcüğü şöyle
tanımlanmaktadır(6):
“a- Dünyevi ya da maddi olan. Dini ve ruhi olmayan.
b- Dinin, ahlak ve eğitime temel olması gerekmediğini
söyleyen görüş.”
“Uluslararası Üçüncü Yeni Sözlük”, ‘secularism’ sözcüğünü
şöyle açıklamaktadır (6):
“Hayatın tamamında ya da bir bölümünde dinin veya dini
değerlerin yönetime müdahalede bulunmaması veya bu değerlerin amaçlı bir
biçimde hayatın dışına itilmesi anlayışı üzerine kurulu yöneliş, akım.
Davranışsal ve ahlakı değerler, din kesinlikle dikkate
alınmaksızın hayatın çağdaş ve sosyal dayanışma değerleri üzerine kurulmalıdır
düşüncesi üzerine kurulu sosyal ahlak sistemi”
Yukarıdaki tanımlardan görülebileceği gibi Sekülerleşmede
insanın bütün ilgisi ve dikkati, yalnız ve yalnız bu dünyaya çevrilmiştir. Şu
an, yaşanan an önemlidir. Ahiret hayatı ya inkâr edilmiş, ya unutulmuş ya da
önemsiz bir hale gelmiştir. Harvey Cox, bu süreci şöyle tanımlamaktadır:
“İnsanların en temel ilgi ve yöneliminin bu dünyanın
dışından-ötesinden ve üstünden, sadece ve sadece bu dünyaya yönelmesi
hareketidir. Bu, bu dünyanın bağlı olduğu mitik, metafizik ve dini her çeşit
düalizmden (iki dünya) arındırılmasını içermektedir. Bunun nihai anlamı ise,
bütün hastalıkları ve günahlarıyla, bütün sağlık ve umutlarıyla sadece yeryüzü
alanını kemaliyle ciddiye almaktır.”(7).
Sekülerleşme, hayatın tüm alanlarının, hatta düşünme
sisteminin/zihnin bile dinin etkisinden tamamı ile arındırılması hareketidir
dersek abartmış olmayız:
“Peter Berger: Mamafih kültür ve sembollerden
bahsettiğimizde sekülarizasyonun toplumsal-yapısal bir süreçten daha fazla bir
şey olduğunu kastediyoruz. Sanat, felsefe ve edebiyatta dini içeriklerin kayboluşu
ve hepsinden önemlisi bilimin dünyada özerk ve tamamen seküler bir yöntem
olarak yükselişinde gözlendiği gibi o, kültürel ve düşünsel bir hayatın
tamamını etkisi altına alır.
Bununla kalsa iyi, burada sekülarizasyonun aynı zamanda
öznel bir yanının da bulunduğu ima edilmektedir. Nasıl ki toplum ve kültürün
sekülarizasyonundan bahsediyorsak, aynı şekilde bilincin sekülarizasyonundan da
bahsedebiliriz. Yalın bir şekilde ifade edecek olursak, bu, modern Batı’nın
dini açıklamalarından yararlanmaksızın dünyayı ve kendi öz yaşamlarını
yorumlayan gittikçe artan sayıda bireyler ürettiği anlamına gelir.”(7)
Edward Bailey’e göre de sekülerleşmenin değişmeyen anlam
boyutu, din karşıtlığıdır:
“Seküleri tanımlamak gayet kolaydır. Sekülerin anlamı
sürekli değişmektedir, ama sürekli olan bir yönü de vardır: Her zaman açık bir
şekilde dini olanın karşıtı anlamına gelir. Dini olan ne anlama gelirse gelsin
bu öyledir.” (8)
Sekülaristler, sekülerleşme teorisi ile dini hem tüm
toplumsal hayattan, günlük hayattan hem de bireyin düşünce/zihin ve ahlak
hayatından tamamıyla tasfiye etmek istemişlerdir. Sekülerleşme kavramını ortaya
ilk kez atan Max Weber’e göre, “Sosyal eylem için kesin bilgi sağlama anlamında
ilahi otoriteye yöneliş geçmişe göre güvenirliliğini kaybetmiş pratik ekonomik
faktörler bilginin değerini belirlemede giderek artan bir rol oynamaya
başlamıştır.” (8)
Sekülerlere göre bilim ve sosyoloji geliştikçe, din etkisiz
hale gelecektir: “Sekülerleşme teorisinin ana teması gayet nettir: Modernleşme
ile hem toplumsal seviyede hem de bireyin zihninde (bilincinde) din
gerileyecektir.” (9)
Ancak zaman bunun tersini ortaya koymuş, din bireylerin ve
toplumların hayatında, ruh dünyalarında çok ciddi bir ihtiyaç olarak ortaya
çıkıp yaygınlaşmıştır. Bu, sekülerleşme teorisine vurulan ciddi bir darbedir.
Sekülerleşme teorisyenlerinden Bryan Wilson, Peter Berger, Thomas Lucman ve
Karel Dobbelaere, Dinin insanın düşünce ve ahlak dünyasında bir ihtiyaç olarak
var olması gerektiğini savunarak inşa ettikleri sekülerleşme teorisini
eleştiriye başlamışlardır (8-10). Sekülerlere göre sekülerleşmenin bir “toplumsal
boyutu” bir de “kişisel bilinç boyutu” vardır. Sekülerleşme, her iki boyutta da
dine savaş açmıştır.
Ancak bu savaşta isteneni sağlayamamış, özellikle kişisel
bilinç boyutunda ciddi bir başarısızlığa uğramıştır. Peter Berger bu noktada,
“Toplumsal seviyedeki sekülerleşmenin mutlaka bireysel bilinç seviyesinde de
gerçekleşmesi gibi bir zorunluluk söz konusu değildir” diyerek sekülerleşmenin
tümüne değil bilinç düzeyindeki değişim zorlamasına karşı çıkmaktadır.
Burada dikkat edilmesi gereken şey, hayatın dini kurallarla
tanzim edilmesi ile düşünce, inanç ve ahlak yapısında dinin etkili olması
farklı şeylerdir. Sekülerleşme teorisine eleştiri yönelten bu seküler
düşünürler, dinin birey için bir ihtiyaç olduğunu, bireyin özel
hayatında/zihninde bir karşılığı bulunduğunu fakat bunun toplumsal, kamusal,
siyasal hayatı tanzim etmek şeklinde anlaşılmaması gerektiğini ifade ederek
önceki düşüncelerini bir miktar revize etmektedirler (8-11). Yoksa sekülerleşme
teorisinin tamamından vazgeçmiş değillerdir.
Bu durum, Jürgen Habermas’ın 3 Haziran 2008, İstanbul Bilgi
üniversitesinde yaptığı konuşmada açıkça görülmektedir:
“…Dindar vatandaşlar ve cemiyetler yasal düzene sadece
yüzeysel olarak uymamalıdır; ayrıca, kendi inançlarının önermelerini anayasal
prensiplerin seküler meşruiyetine uygun hale getirmeleri beklenir.
Katolik Kilisesi renklerini Liberalizm ve demokrasinin
gönderine, 1965’te 2. Vatikan Konsülü’yle çekti. Ve Almanya’da, Protestan
Kiliseleri de farklı davranmadı. Açıkça görülüyor ki, bugün İslam’i dünyada da,
Kur’an’ın doktrinine ‘tarihsel – hermenötik’ bir yaklaşımın gerekli olduğu
kavrayışı gelişiyor... Seküler devletin çatışan dini görüşlere karşı
tarafsızlığıyla, siyasi kamusal alanın tüm dinsel katkılardan temizlenmesini
birbiriyle karıştırmayalım.” (12)
Sonuç: Sekülerizm, Dinin Toplumsal Hayattan Tasfiye
edildiği Bir Yaşam Tarzının Adıdır
Sekülarizasyon, varlık teorisi, bilgi teorisi ve değer
teorisi açılarından dine açılmış bir savaşın adıdır. Günlük hayatta, sanatta,
kültürde, eğitimde, dil de, bilimde, değerlerde, düşüncede, ekonomide,
siyasette yönetimde ve devlet hayatında; kısaca günlük hayatın hiçbir yerinde
dine ve dini düşünceye yer yoktur.
Seküler düşüncede, Allah’ın ve Ahiret hayatının var olup
olmaması önemli değildir. Allah var olabilir. Ancak Allah, hiçbir şekilde bu
dünyaya, bu dünyada ki hayata karışamaz, onu tanzim edemez. Bu dünyada ki
hayat, Ahiret var diye düzenlenemez. “Biz bu dünyada varız, bu dünyada yaşar ve
ölürüz. Öte bizi ilgilendirmez. Olsa da olur olmasa da olur, fark etmez”
denmektedir. Nitekim İngiliz Ansiklopedisi, “Secularism”i, Ahiretten ilgilerini
keserek insanları yalnızca dünyaya yönlendirme hareketi” (6) olarak
tanımlamaktadır.
Özet olarak Seküler düşünce, Allah’ın ve Ahiretin bu
dünyanın tanzim edilmesinde hiçbir rolü olmaması esasına dayanmaktadır.
Bir mümin bunu kabul edebilir mi?
Kaynaklar
1- Izutsu, T., Kur’an’da Allah ve İnsan, Ankara Ünv.,
Ankara, 1975, s.: 21, 22.
2-Ramsaur, E. E., Jöntürkler, 1908 İhtilalinin Doğuşu, Pınar
yayınları, İstanbul, 2011, S: 18.
3- Hocaoğlu, D., Laisizm’den Milli Sekülerizm’e Laiklik
Sorununun Felsefi Çözümlenmesi, Selçuk Yayınlar, Ankara, 1995, S: 80-90; 48-52;
4-Webster, 1976, S: 2053, Aktaran; Aytunç Altındal, Laiklik
Enigmaya dönüşen Paradigma, Alfa, İstanbul, 2007, S: 6.
5- Kaplan Y., ‘Seküler Aklin Ötesi’, İslamiyat IV (2001),
Sayı 3 S: 81-102.
6-Kardavi, Y., İslam ve Laiklik, Denge Yayınları, İstanbul,
1996, S: 59-60.
7- Güler İ., “Dünyanın başına gelen Derin sapkınlı:
Dünyevileşme, İslamiyat IV
(2001), Sayı 3, Sİ 35-58.
8 – Swatos, W., H., Christiano, K.,j., Sekülerleşme Teorisi:
Bir Kavramın Serüveni, Sekülerizm Sorgulanıyor, Ufuk Kitapları, İstanbul, 2002,
S: 95-122.
9- Berger, B., “Sekülerizmin Gerilemesi”, Sekülerizm
Sorgulanıyor, Ufuk Kitapları, İstanbul, 2002, S: 7-10
10- Hadden J., K., “Sekülerizmden dönüş”, Sekülerizm
Sorgulanıyor, Ufuk Kitapları, İstanbul, 2002, S: 123-159.
11- Berger, B., “Dinin Krizinden Sekülerizmin Krizine”,
Sekülerizm Sorgulanıyor, Ufuk Kitapları, İstanbul, 2002, S: 75-94.
12- 6 Haziran 2008, Radikal, S. 10.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder