12 Mayıs 2016 Perşembe

MECLİS BAŞKANI İSMAİL KAHRAMAN’I LİNÇ ETME GİRİŞİMİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ-3: Sekülerlik, Sekülerleşme

(Milli Gazete)

Giriş

Meclis Başkanının anayasa ve laiklikle ilgili konuşması üzerine başlatılan tartışmalarda kullanılan din, laiklik ve sekülerlik kavramlarına taraflar, aynı anlamı yüklememektedir. Kelime aynı ve fakat muhteva farklıdır. Bu da tarafların birbirini anlamasına mani olmaktadır. Bu nedenle konumuz açısından “Din”, “sekülerlik” ve “laiklik” kavramlarının taşıdığı anlamların tartışılmasında fayda vardır.

Burada sekülarizm/sekülerleşme kavramı ele alınıp incelenmektedir.

Sekülarizm

Kavramlar, toplumun ilişkileri, davranışları, anlayışları, kültür ve yaşantısı hakkında bilgi verirler. Bazı kelimelerin hem “esas anlamı” hem de “ıstılahı anlamı” vardır (1). Bazı kelimeler “anahtar ya da odak kelime özelliğine sahiptir. Bazı kelimeler, zamana bağlı olarak anlam kaymasına uğrayabilir, anlam alanları daralabilir ya da genişleyebilir. Bazı kelimeler de tamamen unutulup kullanılmaz hale gelebilir. Bunlar, toplumun zihinsel ve kültürel değişiminin bir ölçüsü olarak ortaya çıkmaktadır. Bazı kavramlar da, aydınlar, okumuşlar veya devlet eliyle yabancı bir toplumdan transfer edilip kendi toplumlarına sunulmakta hatta dayatılmaktadır.

Osmanlı’da Batıya giden jöntürklerin, kendilerinin dahi tam bilemedikleri, kendi toplumları için de bir karşılığı olmayan birçok kavramı Avrupa’dan alıp toplumlarına kabul ettirmeye çalışarak kavramsal bir kargaşaya neden olmuşlardır (2). Bu, Cumhuriyet döneminde Devlet eliyle yapılmak istenmiştir. Sekülerlik ve laiklik gibi birçok ithal kavram, kabullenmesi için halka baskı yapılmıştır.

Hem Sekülarizm hem de laiklik kelimesi, sosyal hayatta pek çok kelimeyi etkileyen ve şekillendiren çok önemli anahtar ve odak kelimelerdir. Zamanla anlam alanları, bazen daralmış bazen de genişlemiştir. Bunlar ortaya çıktığı günden bu güne anlam alanı değişiklik göstermiş kavramlardır. İlk kullanılışı ile şimdiki kullanılışı arasında çok ciddi anlam farklılıkları vardır.

“Seküler” kelimesi, Latince olup ‘ırk, çağ, dünya’ demek olan ‘saeculum’dan gelmektedir. ‘Saecularis’, ‘saeculum’a ait olan’ anlamına gelmektedir. Bu kelime eski Fransızcaya ‘seculer’ ve oradan İngilizceye ‘secular’ şeklinde intikal etmiştir. Kelime modern Fransızcada ‘seculaire’dir (3). Sekülarizm (secularisim), “saccularis”ten türemiş bir kavram olup çok geniş bir anlam alanı vardır. Sekülarizm, “yeryüzüne ait olan, içinde yaşanılan çağa ait olma, ömür boyu olan, dine ve kiliseye bağlı/bağımlı olmayan, ruhbanlara (clergy) ait olmayan, toplumsal ahlak standartlarının dine ve dinlere göre değil, güncel hayata göre düzenlenmesinden ve ayarlanmasından yana olmak, güncel-dünyevi hayatı ilgilendiren her konuda ve/veya özel konuda dinsel yargıları dıştalamak veya kasten dıştalamak anlamlarına gelmektedir” (3,4).

Sekülerleşme, doğduğu zamanki anlamıyla yol boyu kazandığı ıstılahı anlamı birbirinden çok farklılaşmıştır. Samuel Johnson’ın Sözlüğünde sekülerleşmeyle ilgili kavramlara yüklenen anlamlarda bunu görebilmekteyiz:

“Sekülerleştirmek (secularize): Uhrevi/dini olanı, gündelik hayattan uzaklaştırma. Sekülerleşme (secularization): Sekülerleştirme eylemi. Dinin gündelik hayattaki etkisini ve yerini azaltma, sınırlama süreci.” (5)

Loobster sözlüğünde ‘secularism’ sözcüğü şöyle açıklanmaktadır (6):

“a- Dünyevi ruh dünyevi yönelişler. İlke ve uygulamalardan oluşan ve her çeşit inanç ve ibadeti ret eden sistem.

b- Din ile kilisenin, devlete ve özellikle genel eğitim işlerine hiçbir şekilde müdahale edememesi anlayışı.”

Oxford sözlüğünde ‘secular’ sözcüğü şöyle tanımlanmaktadır(6):

“a- Dünyevi ya da maddi olan. Dini ve ruhi olmayan.

b- Dinin, ahlak ve eğitime temel olması gerekmediğini söyleyen görüş.”

“Uluslararası Üçüncü Yeni Sözlük”, ‘secularism’ sözcüğünü şöyle açıklamaktadır (6):

“Hayatın tamamında ya da bir bölümünde dinin veya dini değerlerin yönetime müdahalede bulunmaması veya bu değerlerin amaçlı bir biçimde hayatın dışına itilmesi anlayışı üzerine kurulu yöneliş, akım.

Davranışsal ve ahlakı değerler, din kesinlikle dikkate alınmaksızın hayatın çağdaş ve sosyal dayanışma değerleri üzerine kurulmalıdır düşüncesi üzerine kurulu sosyal ahlak sistemi”

Yukarıdaki tanımlardan görülebileceği gibi Sekülerleşmede insanın bütün ilgisi ve dikkati, yalnız ve yalnız bu dünyaya çevrilmiştir. Şu an, yaşanan an önemlidir. Ahiret hayatı ya inkâr edilmiş, ya unutulmuş ya da önemsiz bir hale gelmiştir. Harvey Cox, bu süreci şöyle tanımlamaktadır:

“İnsanların en temel ilgi ve yöneliminin bu dünyanın dışından-ötesinden ve üstünden, sadece ve sadece bu dünyaya yönelmesi hareketidir. Bu, bu dünyanın bağlı olduğu mitik, metafizik ve dini her çeşit düalizmden (iki dünya) arındırılmasını içermektedir. Bunun nihai anlamı ise, bütün hastalıkları ve günahlarıyla, bütün sağlık ve umutlarıyla sadece yeryüzü alanını kemaliyle ciddiye almaktır.”(7).

Sekülerleşme, hayatın tüm alanlarının, hatta düşünme sisteminin/zihnin bile dinin etkisinden tamamı ile arındırılması hareketidir dersek abartmış olmayız:

“Peter Berger: Mamafih kültür ve sembollerden bahsettiğimizde sekülarizasyonun toplumsal-yapısal bir süreçten daha fazla bir şey olduğunu kastediyoruz. Sanat, felsefe ve edebiyatta dini içeriklerin kayboluşu ve hepsinden önemlisi bilimin dünyada özerk ve tamamen seküler bir yöntem olarak yükselişinde gözlendiği gibi o, kültürel ve düşünsel bir hayatın tamamını etkisi altına alır.

Bununla kalsa iyi, burada sekülarizasyonun aynı zamanda öznel bir yanının da bulunduğu ima edilmektedir. Nasıl ki toplum ve kültürün sekülarizasyonundan bahsediyorsak, aynı şekilde bilincin sekülarizasyonundan da bahsedebiliriz. Yalın bir şekilde ifade edecek olursak, bu, modern Batı’nın dini açıklamalarından yararlanmaksızın dünyayı ve kendi öz yaşamlarını yorumlayan gittikçe artan sayıda bireyler ürettiği anlamına gelir.”(7)

Edward Bailey’e göre de sekülerleşmenin değişmeyen anlam boyutu, din karşıtlığıdır:

“Seküleri tanımlamak gayet kolaydır. Sekülerin anlamı sürekli değişmektedir, ama sürekli olan bir yönü de vardır: Her zaman açık bir şekilde dini olanın karşıtı anlamına gelir. Dini olan ne anlama gelirse gelsin bu öyledir.” (8)

Sekülaristler, sekülerleşme teorisi ile dini hem tüm toplumsal hayattan, günlük hayattan hem de bireyin düşünce/zihin ve ahlak hayatından tamamıyla tasfiye etmek istemişlerdir. Sekülerleşme kavramını ortaya ilk kez atan Max Weber’e göre, “Sosyal eylem için kesin bilgi sağlama anlamında ilahi otoriteye yöneliş geçmişe göre güvenirliliğini kaybetmiş pratik ekonomik faktörler bilginin değerini belirlemede giderek artan bir rol oynamaya başlamıştır.” (8)

Sekülerlere göre bilim ve sosyoloji geliştikçe, din etkisiz hale gelecektir: “Sekülerleşme teorisinin ana teması gayet nettir: Modernleşme ile hem toplumsal seviyede hem de bireyin zihninde (bilincinde) din gerileyecektir.” (9)

Ancak zaman bunun tersini ortaya koymuş, din bireylerin ve toplumların hayatında, ruh dünyalarında çok ciddi bir ihtiyaç olarak ortaya çıkıp yaygınlaşmıştır. Bu, sekülerleşme teorisine vurulan ciddi bir darbedir. Sekülerleşme teorisyenlerinden Bryan Wilson, Peter Berger, Thomas Lucman ve Karel Dobbelaere, Dinin insanın düşünce ve ahlak dünyasında bir ihtiyaç olarak var olması gerektiğini savunarak inşa ettikleri sekülerleşme teorisini eleştiriye başlamışlardır (8-10). Sekülerlere göre sekülerleşmenin bir “toplumsal boyutu” bir de “kişisel bilinç boyutu” vardır. Sekülerleşme, her iki boyutta da dine savaş açmıştır.

Ancak bu savaşta isteneni sağlayamamış, özellikle kişisel bilinç boyutunda ciddi bir başarısızlığa uğramıştır. Peter Berger bu noktada, “Toplumsal seviyedeki sekülerleşmenin mutlaka bireysel bilinç seviyesinde de gerçekleşmesi gibi bir zorunluluk söz konusu değildir” diyerek sekülerleşmenin tümüne değil bilinç düzeyindeki değişim zorlamasına karşı çıkmaktadır.

Burada dikkat edilmesi gereken şey, hayatın dini kurallarla tanzim edilmesi ile düşünce, inanç ve ahlak yapısında dinin etkili olması farklı şeylerdir. Sekülerleşme teorisine eleştiri yönelten bu seküler düşünürler, dinin birey için bir ihtiyaç olduğunu, bireyin özel hayatında/zihninde bir karşılığı bulunduğunu fakat bunun toplumsal, kamusal, siyasal hayatı tanzim etmek şeklinde anlaşılmaması gerektiğini ifade ederek önceki düşüncelerini bir miktar revize etmektedirler (8-11). Yoksa sekülerleşme teorisinin tamamından vazgeçmiş değillerdir.

Bu durum, Jürgen Habermas’ın 3 Haziran 2008, İstanbul Bilgi üniversitesinde yaptığı konuşmada açıkça görülmektedir:

“…Dindar vatandaşlar ve cemiyetler yasal düzene sadece yüzeysel olarak uymamalıdır; ayrıca, kendi inançlarının önermelerini anayasal prensiplerin seküler meşruiyetine uygun hale getirmeleri beklenir.

Katolik Kilisesi renklerini Liberalizm ve demokrasinin gönderine, 1965’te 2. Vatikan Konsülü’yle çekti. Ve Almanya’da, Protestan Kiliseleri de farklı davranmadı. Açıkça görülüyor ki, bugün İslam’i dünyada da, Kur’an’ın doktrinine ‘tarihsel – hermenötik’ bir yaklaşımın gerekli olduğu kavrayışı gelişiyor... Seküler devletin çatışan dini görüşlere karşı tarafsızlığıyla, siyasi kamusal alanın tüm dinsel katkılardan temizlenmesini birbiriyle karıştırmayalım.” (12)

Sonuç: Sekülerizm, Dinin Toplumsal Hayattan Tasfiye edildiği Bir Yaşam Tarzının Adıdır

Sekülarizasyon, varlık teorisi, bilgi teorisi ve değer teorisi açılarından dine açılmış bir savaşın adıdır. Günlük hayatta, sanatta, kültürde, eğitimde, dil de, bilimde, değerlerde, düşüncede, ekonomide, siyasette yönetimde ve devlet hayatında; kısaca günlük hayatın hiçbir yerinde dine ve dini düşünceye yer yoktur.

Seküler düşüncede, Allah’ın ve Ahiret hayatının var olup olmaması önemli değildir. Allah var olabilir. Ancak Allah, hiçbir şekilde bu dünyaya, bu dünyada ki hayata karışamaz, onu tanzim edemez. Bu dünyada ki hayat, Ahiret var diye düzenlenemez. “Biz bu dünyada varız, bu dünyada yaşar ve ölürüz. Öte bizi ilgilendirmez. Olsa da olur olmasa da olur, fark etmez” denmektedir. Nitekim İngiliz Ansiklopedisi, “Secularism”i, Ahiretten ilgilerini keserek insanları yalnızca dünyaya yönlendirme hareketi” (6) olarak tanımlamaktadır.

Özet olarak Seküler düşünce, Allah’ın ve Ahiretin bu dünyanın tanzim edilmesinde hiçbir rolü olmaması esasına dayanmaktadır.

Bir mümin bunu kabul edebilir mi?

Kaynaklar

1- Izutsu, T., Kur’an’da Allah ve İnsan, Ankara Ünv., Ankara, 1975, s.: 21, 22.

2-Ramsaur, E. E., Jöntürkler, 1908 İhtilalinin Doğuşu, Pınar yayınları, İstanbul, 2011, S: 18.

3- Hocaoğlu, D., Laisizm’den Milli Sekülerizm’e Laiklik Sorununun Felsefi Çözümlenmesi, Selçuk Yayınlar, Ankara, 1995, S: 80-90; 48-52;

4-Webster, 1976, S: 2053, Aktaran; Aytunç Altındal, Laiklik Enigmaya dönüşen Paradigma, Alfa, İstanbul, 2007, S: 6.

5- Kaplan Y., ‘Seküler Aklin Ötesi’, İslamiyat IV (2001), Sayı 3 S: 81-102.

6-Kardavi, Y., İslam ve Laiklik, Denge Yayınları, İstanbul, 1996, S: 59-60.

7- Güler İ., “Dünyanın başına gelen Derin sapkınlı: Dünyevileşme, İslamiyat IV

 (2001), Sayı 3, Sİ 35-58.

8 – Swatos, W., H., Christiano, K.,j., Sekülerleşme Teorisi: Bir Kavramın Serüveni, Sekülerizm Sorgulanıyor, Ufuk Kitapları, İstanbul, 2002, S: 95-122.

9- Berger, B., “Sekülerizmin Gerilemesi”, Sekülerizm Sorgulanıyor, Ufuk Kitapları, İstanbul, 2002, S: 7-10

10- Hadden J., K., “Sekülerizmden dönüş”, Sekülerizm Sorgulanıyor, Ufuk Kitapları, İstanbul, 2002, S: 123-159.

11- Berger, B., “Dinin Krizinden Sekülerizmin Krizine”, Sekülerizm Sorgulanıyor, Ufuk Kitapları, İstanbul, 2002, S: 75-94.

12- 6 Haziran 2008, Radikal, S. 10.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...