(Milli Gazete)
Giriş
Geçen yazıda Laiklikin sözlük anlamını (esas anlam) incelemiştik.
Burada Laiklik, Laikleşme, Laisizm kavramlarının ıstılahı anlamlarını ele
alınıp inceleyeceğiz.
Rönesans (Yeniden Doğuş) ve Reformasyon (Yeniden Biçimleniş)
Miladi V. asırda, Batı-Roma İmparatorluğu çökmeye başladığı bir dönemde bir kısım Romalılar, bu çöküşün sebebini, atalarının dinlerinin terk edilmiş olmasına bağlayarak Hıristiyanlık öncesi Kadim Antik çağa dönmeyi savunmuşlardır. Bu düşünce, mazinin ihtişamını hasretle anan ve arayan Romalılar arasında kısa zamanda bir tarafta kitle bulmuştur. Antik çağa dönüş düşüncesi (eski Yunan, Roma, Yahudi ve Roma da Hıristiyanlığın başlangıç dönemi) gittikçe ilgi görmeye başlamış ve bu arayış, Rönesans ve Reformasyon denilen, birbirinin devamı olan iki önemli sürecin başlamasına sebebiyet vermiştir. Kesin bir tarih belirtilmemekle beraber Rönesans'ın 1453 İstanbul un Osmanlılar tarafından fethiyle Reformasyon un da Alman Papazı Martın Luther in 1517 yılında 95 maddeden oluşan tezini Wüttenberg kilisesinin kapısına asmasıyla başladığı belirtilmektedir (1).
Rönesans ve reformasyon hareketleri, antik düşünceye dönüş olarak başlamışken; zamanla onu da aşarak yeni bir felsefenin, yeni bir dünya görüşünün ve yeni bir din anlayışının ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir. Bu nedenle Rönesans ın en karakteristik iki vasfı; 1- Antikiteye (antik çağa ) dönüş , 2- bir geçiş dönemi olmak tır (1). Rönesans hareketi, Batı Roma İmparatorluğunun yıkılmasının tüm günahını Hıristiyanlığa fatura ederek kadim Yunan, Roma ve Yahudi düşüncesinin yeniden ihya edilmesini hedeflemiştir. Kilisenin etkisini kırabilmek için de, Hıristiyanlığın başlangıçtaki Sezar ın Hakkı Sezar a Tanrı nın Hakkı Tanrı ya Aittir ilkesine ( iki kılıç doktrini ) geri dönülmesi ve iki devletin ayrılması, Papalığın/Kilisenin dünya işlerinden el etek çekmesi gerektiğini savunmaya başlamışlardır. Rönesans'ın meydana getirdiği sonuçları, aşağıdaki gibi özetlemek mümkündür (1-3):
* Zihniyet Değişmesi,
* İnsan Merkezli Bir Dünya Tasavvuru, Hümanizm,
* Bilgi Kaynağı Olarak Akıl ve Beş Duyunun Kabul
Edilmesi,
* Şüphecilik,
* Otoriterlerden Bağımsız Olmak,
* Bireycilik,
* Ulusçuluk,
* Yeni Bir Din ve Tanrı Anlayışı,
* Yeni Bir Devlet ve Hukuk Anlayışı,
* Felsefenin Dini Düşünceden Bağımsızlaştırılması,
* Papalık Derebeyi dayanışması Yerine Burjuva Milli
Kiliseler Dayanışması,
* Milli Kiliseler Fikrinin Ortaya Çıkması,
* Dış-Dünya ve Eşyanın Hakikatinin Eşyadan Sorgulanması,
* Dinden Bağımsız Bir Kültür,
* Dünyevileşme.
Bunların muhtevası Kilisenin savunduğu muhteva ile çatıştığından Kilisenin bu gelişmelere tepkisi sert olmuştur. Papalık makamının, kendisine bağlı Kilise teşkilatları vasıtasıyla, Katolik olan memleketlerdeki siyasi iktidarlar üzerinde kurduğu yoğun baskı, zamanla tepki almaya başlamış ve milliyetçilik duygularını harekete geçirmiştir. Almanya, İngiltere gibi ülkelerde Katolik Kiliseleri, Roma nın ajanı olarak görülmeye başlanmış ve Milli Kiliseler fikri ortaya atılmıştır (2-4). Hıristiyanlığı, ilk ve sade biçimine döndürmek düşüncesi gittikçe yaygınlaşmıştır. Bunun sonucu olarak da Almanya da Luther in, Fransa da Calvin in ve İsviçrede Zwingli nin geliştirdiği Protestan hareketler ortaya çıkmıştır (1-3). Calvin ve Zwingli nin geliştirdiği Protestan hareketler, İngiltere ye geçerek Anglikanizm'in doğmasına imkân vermiştir. Calvin ve Zwingli nin Protestan Hareketleri, Kuzey ve Kuzey Batı Avrupa da önemli etkileri olmuştur. Reformasyon süreci, Alman Papazı Martın Luther in Papalığa tavır koyması ile başladığı için dini bir hareket olarak kabul edilmektedir (1-3).
Reformasyon hareketi Kiliseyi; Dininin asıl dan ziyade şekil e yöneldiği , öz ü terk edip kabuk ile uğraştığı, ruhlar ile değil bedenler ile ilgilenmeyi tercih ettiği, Papalık ve Ruhbanlık kurumunun dejenere olduğu , onun dünyevi hâkimiyeti, Civitas Dei adına değil, Civitas Terrara adına bir hâkimiyet olduğu, Şeytani bir dünya saltanatı halini aldığı , dünyevi bir baskı kurumuna dönüştüğü , Papalığın, başlangıçta Hristiyanlara reva görülen zulümleri şimdi başkalarına karşı uyguladığı , Endüljans ın, dinin para ile satılması halini aldığı ve Kilise mensuplarının din i ticarete döktüğü şeklinde çok ciddi bir eleştiriye tabı tutmuştur. Luther in Doksan beş Tezi nin konumuzla ilgili bazı maddeleri aşağıdadır(1,4):
1: Dini konularda başvurulacak tek kaynak İncil dir; Konsil kararları ve Kilise Dogmaları değildir: İncil i okumak ve yorumlamak ise Kilise nin tekelinde değildir; bunu, aklı baliğ olan ve okuyabilen herkes yapabilir.
2: Ruhban (klerika/) ve gayri ruhban (laik, seküler) olan arasında bir fark, birinin diğerine bir üstünlüğü yoktur. Ruhban olmayanlar papazlık yapabilir, papazlar da evlenebilir.
3: Kilisede hiyerarşi olamaz. Papanın ve piskoposların Hristiyanlara hizmetten başka bir varlık sebebi yoktur.
4: Ayrı bir Kilise Hukuku olamaz.
5: Tanrı dan başka kimsenin günah affetmesi söz konusu olamaz.
6: Dünyevi İktidar Tanrı tarafından verilmiştir. Bu sebeple, Dünyevi İktidar Sahibi , Tanrı nın görevlisidir. Bu güç ve yetki ile o, din adına hizmet eder.
7: Yeryüzündeki tek otorite Dünyevi İktidardır. Papa'nın dünyevi hiçbir yetkisi yoktur ve imparatora üstün değildir. Ancak, Dünyevi İktidar da ruhani hususlarda yasa koyamaz. Luther in bu çıkışı, Papalığın otoritesini sarmış, geçen yazıda incelediğimiz İki Kılıç ve İki Devlet doktrinini yıkarak Kilise ile Devletin, Papa ile İmparatorun ayrılığı ilkesini savunmuş; Kilisenin ayrı bir hukuku olamayacağını ilan etmiştir. Protestanların bu mücadelesi uzun ve çileli yılları kapsamış, şiddetli çatışmalar ve din harpleri meydana gelmiştir. 1555 senesinde Augsburg Din Barışı imzalanmıştır (1). Antlaşmadaki Kimin Toprağı, Onun Dini (Cuius Egio, Eius Religio) ilkesini ne göre, bir prens Katoliklik ya da Protestanlık tan hangisini seçmişse tebaası da onun mezhebini (dinini) seçmek zorunda kalmıştır. Ayrıca dört yıllık (1644-1648) müzakerelerin sonucunda Westfalya Anlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşma metninde ilk defa olarak Sekülerizasyon ifadesi kullanılarak Kilise nin elinde bulunan emlakin kamulaştırılması gerçekleştirilmiş; böylece, resmi bir metinde ilk defa kullanılan sekülerleştirme ibaresi ile ruhani iktidara ait olan dünyevi gücün mülkiyet ve denetimi dünyevi iktidara verilmiştir (1).
Üç Hal Üç Akım
Katolik Kilisesi ne karşı verilen bu mücadele, Avrupa coğrafyasının her tarafında aynı muhteva ve şiddette olmamıştır. Mücadelenin şiddeti ve büyüklüğüne bağlı olarak üç farklı yaklaşım ortaya çıkmıştır:
* Dini tamamen reddetmek,
* Dinin bünyesinde bir ıslahata girişmek
* Dini tamamen pasifize etmek, hayattan izole etmek.
Birincisi, ateizm olup geniş kesimler tarafından tasvip görmemiştir. İkincisi, Luther ile birlikte başlayan Reformasyon olup German kökenli kuzey ülkelerde Sekülerizm olarak taban bulmuş, dini parçalayan ve özel hayata indirgeyen bir yaşam tarzı inşa etmiştir. Üçüncüsü, Fransa başta olmak üzere Latin kökenli güney ülkelerde gerçekleşmiş ve uzun sert mücadelelerin sonucunda Laisizm olarak Dine karşı Sekülerizmden daha sert bir tavır almış hatta dini yok varsaymıştır.
Laiklik/Laisizm/Laikleşme'nin Istılahı Anlamları
Laisizm, Laikliğin ideolojik kimlik kazanmış halıdır. Laisizasyon ise, bu fikirlerin eylem haline gelişini yanı Laikleşme yi ifade eder (1). Laiklik/Laisizm, dine karşı sert, katı, hatta yer-yer agresif nitelikler taşıyan keskin ve bir ideolojik harekettir. Laiklik/Laisizm, Sekülerizmin dine daha aşırı şekilde karşı olan özel bir halidir. Sekülerizm için daha önce ifade ettiklerimiz Laisizm için de geçerlidir. Laiklik, Latin/Katolik tarzı bir dünyeviliktir . Ancak Latin/Katolik ülke olan Fransa, Laiklik in hem teoride ve hem de pratikte kalesidir (1,5). Fransız Laisizmi, ateizme daha yakın olup dine karşı en köktenci, en sert, en yıkıcı, en müsamahasız ve ateizme daha yakın hatta ateizme kolaylıkla kayabilen bir ideolojidir, bir yaşam tarzıdır. Laikliğin lügat manası, Kilise mensubu olmayan halktan kişi iken, süreç içerisinde, Dinin hayattan el etek çektiği, hayata müdahil olmadığı, Allah ve Ahiretin unutulup önemsizleştiği, Allah ve Ahiret göz önüne alınarak hayatın tanzim edilmediği, Devlette/kamuda hiçbir şekilde etkisi görünür olmayan bir yaşam tarzı anlamına gelen Istılahı bir anlam kazanmıştır.
Laiklik, bilgi kaynağı olarak sadece akıl ve beş duyuyu alarak hayatı tanzim eder; Kur an ve sünneti dışlar, hatta ret eder. Laiklik/Laisizm, dinin devlet idaresinde/kamuda hiçbir etkisinin olmamasını öngörmekte ve uygulamaktadır. Laiklik/Laisizm, dinin toplumda, toplumsal var oluşun her alanında, devlet eliyle, siyasi güç kullanımı ile etkisizleştirilerek tamamıyla asosyal, tamamıyla bireysel bir hale getirilmesi yanı dinin tamamen devletin kontrolü altında olması demektir (1,5). Laiklik/Laisizmde din, sadece kişilerin özel dünyalarına, ahlak ve manevi dünyalarına hapsedilmiş, dünya ile olan bağlantısı koparılıp atılmıştır.
Devlet, sadece beşer aklının öngördüğü hukuku referans almakta, vahyin vazettiği hukuku kabul etmemektedir: Laik bir devlette hükümet ve idari işler ve bunları tanzim eden kanun ve kaideler, prensiplerini dini mülahazalardan değil, sırf ihtiyaçlardan ve hayat realitelerinden alır. Halbuki laik olmayan devlette kaide ve kanunlar dini esaslara dayanır Laiklik sadece devlet faaliyetlerine ve amme faaliyetleri sahasına ait bir prensiptir. Ferdin hususi ve manevi hayatı, ailesi ve sevdikleri muhit, bu prensibin dışında kalır. (6).
Sonuç: Yorumsuz
Laiklik bu çerçevede ilk defa Fransa da uygulanmıştır. Fransa da 1880 de Cizvit tarikatı kanun-dışı ilan edilmiş; 1882 de Mecburi ve Laik İlk-Öğretim Kanunu ile İlk-Öğretim okulları devletleştirilmiş; 1901 tarihli Dernekler ve Tarikatlar Kanunu ile tarikat okulları kapatılmış ve bütün dini kurumlar sıradan birer dernek (cemiyet) kategorisine indirgenmiş, manastırların birçoğu lağvedilmiş; 1904 de, Napoleon tarafından Papalık ile aktedilmiş olan konkorda iptal edilmiş, 1905 de Devlet ile Kilise arasındaki bağları kökten koparıp atan ve kısaca Ayrılık Kanunu olarak da bilinen, meşhur Kiliseler ile Devlet in Ayrılması Kanunu çıkarılmıştır. Laiklik ilkesi ise Fransız anayasasına 1946 yılında konmuştur. Cumhuriyet Dönemindeki laiklik uygulamaları, Fransız Laiklik uygulamalarının birer kopyası ve tekrarıdır. Arada başlangıçta ciddi bir fark yoktur. Türkiye de Başkanlık Sistemi mi daha felsefi, düşünce temellidir, yoksa Laiklik sistemimi daha felsefi temellidir Hangisi, teknik ve taktik konudur Hangisi, felsefi ve stratejik bir konudur. Hangisi Lozan da Batı kültür ve medeniyeti değerlerine göre kurulmuş sistemin felsefesini tartışmaya açar; hangisi göz ardı ettirir. Türkiye yeni bir anayasa yapmaya hazırlanırken öncelikli olarak hangisini tartışmalıdır Başkanlık sistemini mi Laik Sistemi mi.
Kaynaklar
1-Hocaoğlu, D., Laisizm den Milli Sekülerizm e Laiklik Sorununun Felsefi Çözümlenmesi, Selçuk Yayınlar, Ankara, 1995, S: 48-52, 80-90, 100-150.
2- Hançerlioğlu, O., Felsefe Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1975, S:266-269.
3- Gökberk M., Felsefe Tarihi, Bilgi Yayınevi, İstanbul, 1974, S: 187-253
4- Öktem N., Dinler ve laiklik, Cogito, Laiklik, Sayı 1 Yaz 1994, Yapı Kredi Yayıncılık, İstanbul, Mayıs 2007, S:33-49
5- Altındal, A., Laiklik Enigmaya dönüşen Paradigma, Alfa, İstanbul, 2007, S:6-10.
6- Başgil, A. F., Din ve Laiklik, yağmur Yayınevi, İstanbul, 1962, S: 147-173.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder