3 Haziran 2016 Cuma

DİN?İN ANLAM ALANI

 (Milli Gazete)

Giriş

Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinden buyana Türkiye, “Başkanlık sistemini” tartışmaktadır. Başkanlık sistemini isteyen kesimler, başkanlık sisteminin her derde deva olduğunu, bugünkü parlamenter sistemin her türlü kötülüğün, çözümsüzlüğün ve bunalımın kaynağı olduğunu savunmaktadır.

Buna karşılık Türkiye’de başkanlık sistemine karşı olanlar da başkanlık sisteminin Türkiye’yi diktatörlüğe götüreceğini, çok daha vahim sonuçlar doğuracağını ileri sürmektedirler. Genel olarak her iki kesim de başkanlık sisteminin yapısı, muhtevası, ne getirip ne götüreceğini tartışmamakta, kamuoyunu bu noktalarda aydınlatmamaktadır.

Başkanlık dendiğinde ilk akla gelen ABD sistemidir. Her iki kesim de meseleyi, Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan üzerinden ele almakta ve tartışmaktadır. Sloganlar ve şahıslar üzerinden meseleyi tartışmak, gelecekte, bizi büyük bir mayınlı arazının içine getirip sokabilir. Meseleyi Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şahsı üzerinden değerlendirip ele alanların ve onu her derde deva görenlerin, onun bir beşer olarak ölümlü olduğunu (2 Alı Imran 144) asla unutmamaları gerekir.

Erdoğan sonrasında laik, liberal, ulusalcı bir başkanın gelmesi ile Müslüman camianın nelerle karşılaşabileceğini şimdiden düşünmelerinde fayda vardır. Birleşik bir Türkiye’yi, eyaletlere ayırıp ayrı bayraklarla ve yönetimlerle donatmanın, gelecek on yıl içerisinde Türkiye’ye bedelinin ne olacağını da göz önüne almaları gerekmektedir.

Ayrıca Başkanlık sisteminde, genel olarak, ikiden fazla partinin meclise girme şansı olmayacağına göre değer eksenli bir mücadele veren partilerin meclise girip giremeyeceklerini, Müslüman/İslamcı/Dindar/Millici camia, kendi arasında tartışmalı ve düşünmelidir. Cari liberal-kapitalist-materyalist ve Batı kültür ve medeniyet değerlerine göre kurulu bir sistemi, şimdilik kuvvetlendirmekten başka bir anlam taşımayan Başkanlık sistemini, bu kadar içten savunmak, çok ciddi zihinsel bir kaymanın sonucu olmalıdır.

Laik, kapitalist-materyalist, Batı kültür ve medeniyet değerleri üzerine Lozan’da kurulan cari sistem, revize edilmiş “Ilımlı İslam” (!) projesi ile kendine yeni bir hayat bulmaya çalışmaktadır. O nedenle hem milli hem de İslami değerlerimize yabancı olan cari sistemin felsefi temellerinin Müslüman/İslamcı/Dindar/Millici camia tarafından tartışılması daha öncelikli bir görev ve sorumluluk olmalıdır.

O nedenle geçen yazıda başkanlık sistemi ile laiklik/sekülerlikten hangisinin düşünsel, felsefi boyutlu ve teknik olduğunu, hangisinin taktik ve stratejik bir konu olduğunu sorduk. Varılacak sonuca göre o konu, öncelikli olarak sorgulanmalı ve de tartışılmalıdır. Bu iki konu birbirine de bağımlı değildir. 

Bize göre Yeni bir anayasa yapım sürecinde, sistemin felsefi temelini oluşturan Laiklik/Sekülerlik öncelikli olarak ele alınıp tartışılmalıdır. Bundan dolayı Meclis Başkanı İsmail Kahraman’ın  “Yeni Türkiye ve Yeni Anayasa” adlı konuşmasında, “Laiklik bir kere yeni anayasada olmamalıdır”, “tarifi yapılmalıdır”,  “Dindar anayasa meselesinden anayasamızın kaçınmaması lazım” demesi üzerine, başlatılan tartışmaların yararlı olduğuna inanarak laiklik/sekülerlik yazı serisini başlattık. Ne yazık ki AKP, MHP yöneticileri ve İslami ve milli hassasiyetleri öne çıkan yazar, düşünür, kanaat önderleri ve gönüllü kuruluşlar, başlatılan tartışmayı derinleştirmeyip aniden sonlandırmışlardır.

Bu ani ve sert refleks, Meclis Başkanı İsmail Kahraman’ın geri adım atmasına sebebiyet vermiş, akabinde yaptığı yazılı basın açıklamasında laikliliği savunmuştur. Buna karşılık laiklik/sekülerliği savunan kesim ise tam bir taarruz başlatarak toplumu tek yanlı olarak bilgilendirmiş ve yönlendirmiştir. Cumhuriyet Tarihi boyunca da benzer tavırlar ortaya konarak laiklik ve sekülerlik üzerinden yürütülen psikolojik harekât ile yol boyu, Müslüman camia tehdit edilmiş ve hakarete uğramış, hatta mahkûm edilmiştir. Yürütülen psikolojik harekâtın sonucunda, Müslüman camia içerisinde laikliği benimseyen, kafası karışık bir insan unsuru ortaya çıkmıştır.

Bu ülkenin asıl sorunu istikamet sorunu, kimlik sorunu, kültür ve medeniyet sorunudur. Bundan dolayı “Din”, “sekülerlik” ve “laiklik” kavramlarının taşıdığı anlamların tartışılmasında fayda vardır. Bu nedenle önceki yazılarımızda “Sekülerlik”/“Laiklik”, Sekülarizim/Laisizm ve Sekülerleşme/Laikleşme kavramları hem esas manaları hem de Istılahı manaları ele alınıp değerlendirilmiştir.

Burada da, Din kavramının esas ve Istılahı manaları ele alınıp değerlendirilecektir.           

Kur’an Ve Sünnet Dini Nasıl Tanımlamaktadır?

Din kelimesi, dil yönünden incelendiğinde; “baş eğmek”, “itaat etmek”, “hakkını almak”, “ödünç almak”, “borç etmek”, “borç vermek”, “adet edinmek”, “baş eğdirmek”, “zorlamak”, “hesaba çekmek”, “idare etmek”, “ceza veya mükâfat vermek” ve “hizmet etmek” gibi anlamları bulunmaktadır(1-3).

Kur’an-ı Kerim’de dinin bütün bu anlamları, birbiri ile bağlantı kurularak kullanılmakta ve 6 boyutlu bir uzay tanımlamaktadır:

Birinci Boyut: Yüce, yüksek egemenlik sahibinden gelen üstünlük, galibiyet ve mutlak hâkimiyet. Tek ve mutlak otorite.

İkinci Boyut: Bu yüce, tek ve mutlak otoriteden gelen değerler sistemi ve yol ve istikamet gösterme.

  Üçüncü Boyut: Bu yüce egemenlik sahibi otoritenin verdiklerine karşı kendini borçlu hissedip ona boyun eğmek, itaat etmek, tapınmak, hizmet yapmak, ibadet yapmak.

Dördüncü Boyut: Yüce egemenlik sahibi otoriteden gelen değerler sistemini benimseyip hayata aktaran İnsan, İnsan Topluluğu, Cemaat, Millet, Ümmet olmak.

Beşinci Boyut: Yüce egemenlik sahibi otoriteden gelen değerler sistemine ve vazedilen nizama karşı insanın gösterdiği tepki ve takındığı tavra bağlı olarak vazedilen ödül ve ceza sistemi.

Altıncı Boyut: Yüce egemenlik sahibi otoriteden gelen değerler sistemi çerçevesinde fıtrat üzerine inşa edilen ‘fikri ve ameli nizam’.

Kur’an-ı Kerim’de “Din” kelimesi, bazen birinci ve dördüncü manada (40 Mümin 64-65; 39 Zümer 2,3, 11-17; 16 Nahl 52; 3 Âli imran 83; 98 Beyyine 5); bazen ikinci ve üçüncü manada (10 Yunus 103,104; 12 Yusuf 40,76; 30 Rum 26-30; 24 Nur 2; 9 Tevbe 36; 6 Enam 137; 42 Şura 21; 109 Kafirun 6); bazen beşinci manada (2/130, 135; 3/95; 4/125; 6/161; 16/123; 22/78), bazen de altıncı manada (51 Zariyat 5,6; 107 Maun 1-3; 82 İnfitar 17-19), bazen de 6 manayı da içerecek şekilde kullanılmıştır (9 Tevbe 29, 33; 40 Mümin 26; 3 Âli İmran 19, 85; 8 Enfal 39; 110 Nasr 1-3).

 Mevdudi, Kur’an’da Din kavramına yüklenen asıl anlamın, bu altı boyutu ihtiva eden anlam alanı olduğunu ifade etmektedir(1). 9 Tevbe 29 ve 40 Mümin 26’da, din kelimesine yüklenen bütün anlamlar, birlikte yer almaktadır:

“Kendilerine kitap verilenlerden, Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Peygamberinin haram ettiği şeyleri haram tanımayan, hak dini din olarak kabul etmeyen kimselerle, zelil ve hakir (olmuş bir halde) kendi elleriyle cizye verecekleri zamana kadar muharebe edin.” (9 Tevbe 29).

Ayette ‘Allah’ın ve Peygamberinin haram ettiği şeyleri haram tanımayan’ tabirinde; aile hayatından, topluma ve günlük hayatın tanzim edilmesine kadar tüm ilişkilere ilişkin kanun, kural ve kaideler dile getirilmektedir. Daha açıkçası Allah’ın ve Peygamberin vazettiği genel hükümlerle inşa edilen bir sistemin varlığından bahsedilmektedir.

Hz. Peygamber, 9 Tevbe sûresinin 31. ayetini, “Onlar Allah’ı bırakıp hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih’i rableri olarak kabul ettiler. Oysa tek ilâhtan başkasına kulluk etmemekle emrolunmuşlardı. Ondan başka ilâh yoktur. Allah, koştukları eşlerden münezzehtir.” (9 Tevbe 31) okuyup aşağıdaki şekilde yorumlarken, din kelimesindeki 6 boyutun nasıl bir bütünlük içerisinde olduğunun da güzel bir örneğini vermiştir:

“Aslında onlar, bunlara (ruhbanlarına) tapınmadılar, ancak bunlar (Allah’ın haram ettiği bir şeyi) kendileri için helâl kılınca hemen helâl addediverdiler, (Allah’ın helâl kıldığı bir şeyi de) kendilerine haram edince hemen haram addediverdiler.” (4)

Hz. Musa’nın Firavun’a karşı verdiği mücadeleyi anlatan ayetler incelendiğinde, tarafların dini, yukarıdaki 6 boyutlu bir uzay çerçevesinde anlamlandırdıkları çok rahat görülebilir. Bu nedenle Firavun, Hz. Musa’ya; “Ey Musa, sizin Rabb’iniz kimdir?” (20/49) diyerek ilk tepkisini göstermiştir. Hz. Musa Firavun’a verdiği cevapta, Firavun’un dışında daha üst bir otorite olarak Allah’ı, Rab olarak adlandırmış ve onun yol göstericiliğini dile getirmiştir (20/50). Bu cevap karşısında Firavun’un, önde gelenlere hitaben; “Ey önde gelenler, sizin için benden başka bir ilah olduğunu bilmiyorum.” (28/38) demiştir. “Sonunda (yardımcı güçlerini) topladı, seslendi; dedi ki: Sizin en yüce Rabbiniz benim.” (79/23-24) Firavun’un çevresine bu tarzda bir konuşma yapmış olması, Rab kelimesindeki derin anlamı çok iyi bilmiş olmasından dolayıdır.

Eğer en yüksek otorite Allah ise hayat onun emir ve direktiflerine göre; yok eğer en yüksek otorite Firavun’sa hayat onun emir ve direktiflerine göre tanzim edilecektir. Hz. Musa ile Firavun arasındaki tartışmanın Rab kavramı etrafında şekillenmesinin ana nedeni budur. Hz. Musa’nın getirmek istediği Dinin anlamını, Firavun kavminin önde gelenleri ile sihirbazlar da Firavun gibi anlayıp benzer tepkiyi göstermişlerdir (7/127; 20/63).

“Firavun: “Bırakın beni dedi, Musa’yı öldüreyim; varsın Rabbine yalvarsın! Çünkü Ben O’nun, dininizi değiştireceğinden, yahut yeryüzünde fesat çıkaracağından korkuyorum.” (40 Mümin 26) demiş olmasının sebebi, Hz. Musa’nın anlattığı Dinin, sadece ibadeti içeren bir inanç sistemi değil; hayatın tamamını yeni değer sistemine göre bir bütün olarak tanzim etme boyutuna sahip olmuş olmasından dolayıdır.

Firavun’un endişesi, yeni dinin, var olan toplumun sadece ibadete ilişkin değerlerini değiştirmek istemesi değil; aynı zamanda halkın içinde yaşadığı ve kendisini bağımlı hissettiği kurallar, kaideler ve kanunlar bütününün oluşturduğu bir nizam ve bir yaşam tarzını da değiştirmek istemesidir. Bunu için Hz. Musa’yı fesat çıkarmakla, bozgunculuk yapmakla suçlamaktadır.

Kur’an’ın bu boyutu ile Din kelimesini, Hz. Yusuf olayında da kullandığını görmekteyiz:

“Böylece (Yusuf) kardeşinin kabından önce onların kaplarını (yoklamaya) başladı, sonra da onu kardeşinin kabından çıkardı. İşte biz Yusuf için böyle bir plan düzenledik. (Yoksa) Hükümdarın dininde (yürürlükteki kanuna göre) kardeşini (yanında) alıkoyamazdı.”(12/76).

Sonuç: Dinler Hayatın Tümünü Tanzim Etmek İsterler

Dinin anlam alanını yukarıdaki altı boyut ile tanımladığımızda ve Firavunun Hz. Musa’ya karşı tavrını göz önüne aldığımızda, temel olarak iki farklı eksende iki farklı din anlayışının olduğunu söyleyebiliriz.

İki farklı Din ekseni nedir ve neye göre şekillenmektedir? Bu bağlamda Tevhid Dini ile Şirk Dini arasındaki ilişki nedir? Eğer iki farklı ana, temel din varsa, Sekülerlik/Laiklik bu dinlerden hangisi ile irtibatlıdır? (Devamı Var)

Kaynaklar

1- Mevdudi, Kuran’ın Dört Temel Terimi, Özgün Yayıncılık, İstanbul, 1999, S:123-137

2- Attas N., İslam ve Laisizm, Pınar Yayınları, İstanbul, 2002, S: 69-99

3-Ünal A., Kur’an’da Temel Kavramlar, Beyan Yayınları, İstanbul, 1990, 122-132

4- Tirmizî, Tefsir, Berâe, (3094).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...