(Milli Gazete)
‘Göz O ki Dağın Arkasını Göre,
Akıl O ki Başına Geleceği Bile’
ABD tarafından 1992 yılında başlatılan Irak operasyonu,
askeri ve ekonomik ağırlıklı bir operasyondu. Saddam, ilk askeri operasyonla
birlikte devrilebilir yerine ABD yanlısı merkezi bir yönetim getirilebilir ve
ülke bütünlüğü sağlanabilirdi. Ancak Saddam İktidarı düşürülmedi, sadece
hareket kabiliyeti ve nüfuz alanı kısıtlandı. Saddam ikinci operasyonla
düşürülene kadar, yaklaşık on yıllık bir sürede, provokasyonlarla, kitlesel
katliamlarla, suikastlarla iç göç yaptırılarak ülke, etnik ve mezhepsel temelde
ayrıştırıldı. Bu on yıl boyunca “Kuzeyde Kürtler, Ortada Sünniler, Güneyde
Şiiler” söylemiyle hemen hemen herkesin kafasında Irak zihnen bölündü. Saddam
sonrasında fiziksel bölünme, nüfus hareketleri ile daha da derinleştirildi.
İŞİD operasyonuyla birlikte Irak, hukuken değil amma fiilen etnik ve mezhepsel
temelde üçe bölündü. 1992 yılından bugüne geçen 24 yıl boyunca şer ekseni
dediğimiz ABD-İngiltere-İsrail-Siyonist ekseni, sosyolojik savaşa hizmet edecek
şekilde askeri, ekonomik, psikolojik ve gayrı nizamı bir savaşı ve terörü
birbiri ile entegre ve uyumlu olacak tarzda kullanmış ve de kullanmaktadır.
Başta ABD yöneticileri olmak üzere Batı dünyasının
yöneticileri, Irak’ta uyguladıkları stratejiye benzer şekilde, “Esed’i birinci
derecede tehlike olarak görmüyoruz”, “birinci derecede tehlike İŞİD’dir ve
“İŞİD’le mücadelemiz 20 yıl sürecek” demektedirler. Bu söylem, Irak’ta
yaptıklarının benzerini Suriye’de yaparak ülkeyi zihnen, sosyolojik ve fiziksel
olarak bölmek istediklerini açıkça ortaya koymaktadır. Sosyolojik savaşa uygun
bir alt zemin inşa etmek amacıyla İç savaş (askeri, ekonomik ve psikolojik
savaş) kullanılmaktadır. İç göç hızlandırılarak, Suriye dini, etnik ve
mezhepsel olarak önce kantonlara sonra da küçük devletçiklere bölünmek
istenmektedir.
Türkiye-Irak-Suriye Düzleminde icra edilen sürecin daha iyi
analiz edilebilmesi ve tedbir alınabilmesi için Sosyolojik Savaşın çok iyi
anlaşılması gerekmektedir.
Burada, bu konu, bir yazı serisi olarak ele alınıp
değerlendirilecektir.
Üç Nesil Kadife Darbe
Kadife darbeler, seçim endeksli, dış destekli, gayrı
memnunlar ittifakına ve gerilime dayalı, seçim öncesi, esnası ve sonrasında
sokak hâkimiyeti kurarak ve genellikle “yumuşak güç” (“Hard Power”) kullanarak
(zaman zaman, özel amaçla sert güç kullanılmaktadır), siyasi iktidarları
düşürmeyi hedefleyen yeni bir darbe türüdür.
Gene Sharp’ın şiddet içermeyen “sivil itaatsizlik teorisi”,
diktatörlükle yönetilen ya da yönetildiği iddia edilen ülkelerde iktidarın,
“şiddete başvurmadan”, “askeri darbe yapmadan”, sokak eylemleri ile
devrilmesine ilişkin bir teoridir (1).
Başlangıçtaki görünür amaç, ülkedeki mevcut diktatörü (!)
yıkmak iken, sonraları bu amaca, hedef ülkelerin bölünmesi eklenmiştir. Bugüne
kadar üç farklı coğrafyada, üç farklı kadife darbe türü denenmiştir. Bir kısmı
başarılı olmuş, bir kısmı da başarılı olamamıştır.
Kadife darbelerin ilk denendiği ve başarılı olduğu ülke
Sırbistan’dır. Sırbistan, kobay olarak kullanılmış, elde edilen tecrübe,
Ukrayna, Gürcistan ve Kırgızistan, Belucistan ve Kıbrıs’ta kullanılarak kadife
darbeler başarı ile sonlandırılmıştır. Bu darbelerin ortak özelliklerinden
dolayı bunlara Birinci Nesil Kadife Darbeler adını vermekteyiz. Birinci Nesil
Kadife Darbelerde, mevcut iktidarın devrilmesi, yerine, Batı, özellikle, Şer
ekseni (ABD-İngiltere-İsrail-Siyonizm) güdümlü bir iktidarın işbaşına
getirilmesi hedeflenmiştir.
Birinci nesil Kadife darbelerde, Kadife Darbelerde
kullanılan üçüncü halkadaki taşeron örgütler ve iktidara getirilmek istenen
liderler, açık olarak bellidir ve hepsi de Batının İşbirlikçileridir.
İkinci Nesil Kadife Darbeler, “Arap Baharı” denen süreçle
başlatılan darbelerdir. Siyasi iktidarların düşürülmesi aşamasında Tunus ve
Mısır’da başarılı olunmuş; fakat seçim aşamasında, her iki ülkede de Müslüman
Hareketler iş başına gelerek Kadife darbecilerin öngördükleri yönetimi
engellemişlerdir. Daha sonra Mısır’da Sisi Darbesi ile Müslüman kardeşler;
Tunus’ta ise provokasyonlar altında yapılan bir seçim ile Nahta Hareketi
düşürülmüştür. İkinci nesil Kadife darbe dediğimiz “Arap Baharında” amaç ve
hedef, sadece siyasi iktidarları düşürmek değil; aynı zamanda ülkeleri bölmek
de hedeflenmiştir. Nitekim Libya ve Suriye’de Kadife Darbe girişimi, iç savaşı
başlatmak üzere kurgulanmış ve uygulamaya sokulmuştur. Yapılan dış müdahale ve
istihbarat örgütlerince desteklenen bir kısım muhalefet güçlerinin savaşı,
sosyolojikbir savaşın zeminini hazırlayacak şekilde planlanmıştır. Libya ve
Suriye’deki iç savaş, sosyolojik olarak ülkeyi bölmeye dönük olarak devam
etmektedir.
İkinci Nesil Kadife Darbelerde, halka açık, aleni taktım
edilen tek bir taşeron örgüt ve Batı işbirlikçisi tek bir lider söz konusu
değildir. Ancak bu, Kadife Darbenin Birinci ve İkinci Beyin takımının kafasında
olmadığı manasına gelmemelidir.
Reyhanlı ve hemen ardından Taksim “Gezi Parkı” olayları ile
Türkiye’de Üçüncü Nesil Kadife Darbe adını verdiğimiz bir Kadife Darbe süreci,
başlatılmıştır. Taksim Gezi Parkı eylemleri ile birlikte başlatılan Kadife
Darbe sürecinin ana stratejisi, mahalli seçimler, Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve
2015 genel seçimleri göz önüne alınarak çizilmiş ve 7 Haziran Genel Seçimleri
ile birlikte AKP’nin tek başına iktidar olması engellenerek bir başarı
kazanılmıştır.
Taksim Kadife Darbe sürecini, ilk iki nesil Kadife
darbelerden ayıran en temel özellik, Lider Taşeron Örgütün, Kadife darbenin
farklı aşamalarında sürekli olarak değiştirilmesidir. İkinci önemli özellik de
iki farklı boyutta sosyolojik bir ayrıştırmanın ve fay hattının meydana
getirilmesidir: 1- AKP-Gülen Hareketi Fay Hattı; 2- Türk-Kürt Fay hattı. Bizim
üçüncü Nesil Kadife Darbe dediğimiz Taksim Kadife darbe süreci, Sadece Siyasi
İktidarı düşürmeyi değil aynı zamanda ülkeyi de bölmeyi hedeflemiş bir Kadife
Darbe Sürecidir. Ancak bu bölünme, şimdilik fiziksel bir bölünme değil, sosyolojik,
zihinsel bir bölünme olarak öngörülmektedir. Şuan Türkiye’de PKK ve İŞİD
aracılığıyla ve işbirliği ile yürütülen askeri savaş, gayrı nizamı savaş,
psikolojik savaş, ekonomik savaş ve terör tamamen sosyolojik savaşa hizmet
etmek amaçlıdır. Türkiye, tıpkı Irak ve Suriye’de olduğu gibi, şimdilik, etnik
boyutta zihnen bölünmek istenmektedir.
Yaklaşık üç yıllık çözüm süreci içerisinde alt yapı
çalışmalarını yaygınlaştıran ve derinleştiren PKK, kendi alt yapı
çalışmalarını, daha da yaygınlaştırma imkânına sahipken; HDP, 80 milletvekili
ile meclise girmişken ve kimse kendilerine dokunmaz iken, yaptıkları tüm
faaliyetlere “çözüm süreci aşkına göz yumulurken”, beklemeyip 7 Haziran
seçimlerinden hemen sonra niçin terör eylemlerine başvurmuş, silahlı mücadeleyi
başlatmıştır? “Kır gerillası” konusunda ihtisaslaşmış, yıllardır “kır
gerillası” yöntemlerini kullanan PKK, niçin, “Kıra Dayalı Şehir Gerillası”
stratejisine geçmiştir?
Bu soruların cevabı, PKK’nin yeni bir konsepti benimseyip
topyekûn bir mücadele safhasına, Kadife Darbeci ekiple organize olarak, geçtiği
ve seçim sonrasında da mücadeleyi “Topyekûn Özerklik” aşamasına taşımak ve
Türkiye’yi zihnen bölerek sosyolojik bölünmeye zemin hazırlamak şeklinde
verilebilir.
Kimlik
İnsanlar, kim olduğunu, kimlere ait olduğunu, nereden gelip
nereye gittiğini, hayatın başlangıcının ve sonun ne olduğunu sürekli
sorgulamışlar ve sorularına cevap aramışlardır. Soruların cevapları, tek
bireyin malı olmaktan çıkıp, bireylerin ortak doğruları olduğu zaman topluluk;
bireylerin toplamı -yığın-, olmaktan kurtulup toplum olmaya başlamış demektir.
Fertler arasında ki karşılıklı etkileşimin, ortak paydalar etrafında bir
senteze ulaşması, bir kimliğin ortaya çıkması demektir.
Fertler arasındaki ilişki ve tasnif, ortak paydalara göre yapılmakta,
ortak paydalar etrafında bütünleşme sağlanmakta, güven duygusu oluşmaktadır. Bu
ortak paydaları benimsemiş olmayanlardan farklı olunduğu kabul edilmekte ve
“farklılık” şuuru meydana gelmekte, “ben idraki” oluşmaktadır. Ben idrakinin
meydana gelmesi ile kişiden beklenen roller, görev ve sorumluluklar, istenerek
yapılmaktadır.
Kimlik, rızaya dayalı bir birlikteliğin doğal sonucudur.
Başkalarının onu nasıl görüp konumlandırdığı değil; kendisinin kendisini nasıl
görüp konumlandırdığı, kim ya da kimlerle kader birliği yaptığıdır. Kimlik,
bireyler arası bir olgu olup, toplumsal boyutludur.
Kimliğin inşasında geçerli olabilen en temel ortak
paydalar/ortak özellikler;
1-Değer Sistemi, 2- Kültür ve Medeniyet, 3-Tarih, Coğrafya,
4- Dil, 5- Kan ya da Soy Bağı, 6- Vatandaşlık bağı, 7- Özel sözleşme şeklinde
tasnif edilebilir.
Kimlikte en etkili unsur, değer sistemidir. Değer sistemi,
hem iç hukuku hem de dış hukuku belirler. Değer sisteminin değişmesi, hem iç
hem de dış hukukun değişmesine neden olur.
Bu açıklamaların uzantısında bir kimlikte olmazsa olmaz
unsurları, aşağıdaki gibi tasnif edebiliriz.
* Taraflar: Ben/Biz # Öteki/Ötekiler
* Ortak Payda-Ortak Özellikler
* Taraflar Arasında ki Etkileşim: Dost, Müttefik,
Rakip, Düşman
Toplumları farklı kılan, onlara ruh ve şekil veren
kimlikleridir. Sosyolojinin konusu, nihai analizde, kimlik oluşumu, çözülmesi
ve bunların neden olduğu tutum ve davranışlardır.
Sosyoloji (Toplum Bilim, İçtimaiyat)
Sociology kelimesi ilk kez 1838’de Auguste Comte tarafından
Latince socius (arkadaş, dost) ve Yunanca logos/logy (bilim) kelimelerinin bir
araya getirilmesi ile oluşturulup kullanılmıştır(2).
Sosyoloji ile ilgili farklı tanımlamalar aşağıda
verilmiştir:
1-“Toplumun oluşum, işleyiş ve gelişim yasalarını inceleyen
bilim dalıdır.”(3).
2- “Sosyal münasebetleri ve bu münasebetlerin düzenlenmesi,
teşkilatlanması, meydana geliş şekillerini araştıran bir ilim dalıdır”(4).
3- “Sosyoloji, toplumsal bir olayın hal ve geçmişteki oluşum
süreçlerini inceleyerek, geleceği biçimlendiren, müdahale etme imkânlarını da
araştıran ve uygulayan bir bilim dalıdır.” (5)
Yukarıdaki tanımları göz önüne alarak sosyolojide üç ana
unsurun var olduğunu söyleyebiliriz:
* Pratik Boyut: Toplumun geçmişteki hali, şimdiki
halı, toplumsal değişimin istikameti/gelecekteki muhtemel halı,
* Teorik Boyut: Öngörülen, tasavvur edilen toplum
ile var olan toplum arasındaki ilişki,
* Eylem Boyutu: Değişim ihtiyacı varsa ne
yapılmalıdır? Var olandan toplumsal yapıdan arzulanan toplumsal yapıya geçmek
için ne yapılmalıdır?
Sonuç
“Ey görmek ve anlamak gücüne sahip olanlar! Olan olaylardan
ibret alınız; görülmeyen olayları görülenlere kıyas ediniz” [59 Haşr sûresi 2].
Kaynaklar
1- Sharp G., Diktatörlükten Demokrasiye Kurtuluş İçin Teorik
Bir Çerçeve, ABD, The Albert Einstein Enstitüsü, Dördüncü Baskı, Mayıs 2010, S:
10-16; 34-36;77-85
2- Vikipedi, Özgür Ansiklopedi.
3- Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu, Ankara, 2005.
4- Doğan m., Büyük Türkçe Sözlük, Pınar yayınları, İstanbul,
2005.
5- Çağlayan, Y., Osmanlıdan Ortadoğu’ya Sosyolojik Savaş, Etkileşim, İstanbul, 2013, S: 43-45.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder