28 Mayıs 2015 Perşembe

'İman edenler içerisinde çirkin hayasızlıkların yaygınlaştırılmasından hoşlananlar' ? 2

 (Milli Gazete)

Kadınların namusu, şerefi, iffeti ve can güvenliği devleti yönetenlere aittir. Bundan sonrası bu ülkeyi yönetenlerin işidir, görevidir.

Meral Akşener

Giriş

2010 da, CHP kongresinden hemen önce, Deniz Baykal ile ilgili bir seks kaseti yayınlanarak Baykal CHP genel başkanlığından tasfiye edilmiştir. 2011 seçimleri öncesi bazı MHP milletvekilleri ile ilgili seks kasetleri yayınlanarak seçimler etkilenmek istenmiştir. 2014 seçimlerinde AKP ile ilgili yolsuzluk kasetleri ve Numan Kurtulmuşla ilgili bir seks kaseti medyaya servis edilmiştir. Şimdi de, Haziran 2015 Genel Seçimlerine giderken MHP milletvekili Meral Akşener ile ilgili bir kasetin var olduğu kamuoyuna duyurulmuştur. 

Meral Akşener le ilgili kurulan tuzağı siyasi ve dini olmak üzere iki boyutta ele alıp değerlendirmekteyiz. Geçen makalede birinci boyutu inceledik; burada ise meselenin ikinci boyutunu yanı İslami yönünü inceleyeceğiz.

Fahşâ: Çirkin Hayasızlık

Meselenin İslami boyutunu açıklığa kavuşturabilmek için İslam da anahtar bir kavram olan fahşâ kelimesinin tanımını hatırlamakta fayda vardır. Fahşâ, fuhş, aşırı derecede çirkin ve iğrenç fiil ve söz , anlamında kullanılmaktadır. Elmalılı ya göre fahşâ, haddi aşmış, çok çirkin edepsizlik iken Cürcânî ye göre, temiz yaratılışın tiksindiği, saf-temiz aklın reddettiği şey anlamındadır. Fahişe, çirkin, tiksindirici iş yapan, ölçüyü taşıran anlamındadır(1,2). 

Kur an ı Kerim in fahşa diye nitelendirdiği davranışları aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

Zina (17 İsra 32).

Eşcinsellik (Livata) (7 Arafa 80; 21 Enbiya 74; 27 Neml 54; 29 Ankebut 28-29)

Kadınlarına Ziharda Bulunmak (58 Mücadele 2).

Babalarının Karılarını Nikâhlamak (4 Nisa 22).

Kur an-ı Kerim de fahşa diye açıkça nitelendirilen zinanın, değil yapılması, ona yaklaşılmaması ve ona götüren tüm yolların kapatılması emredilmektedir:

Zinaya yaklaşmayın, çünkü o, bir fahşa (iğrenç bir davranış) ve kötü (sâ e) bir yoldur (17 İsra 32) Fahşa kavramı, kötülük, çirkinlik ve iğrençlik anlamında kullanılması nedeniyle sû (seyyie) kavramı ile arasında bir ilişki vardır. Her ikisinin anlamları ve kullanıldığı alanlar incelendiğinde; fahşanın, sû nun aşırı şekli, haddi aşmış şekli olduğu görülmektedir. Bu açıdan her fahşâ, sû dur; fakat her sû fahşâ değildir diyebiliriz. Fahşa ile sû kavramları 2 Bakara 168-169, 4 Nisa 22, 12 Yusuf 24, 17 İsra 32 de beraber geçerler. Fahşa, mutedi ve mufsid kelimeleri ise 7 Araf 80-82 de birlikte yer alır. Fahşa ve Münker, 24 Nur 21 de birlikte bulunmaktadırlar.

Fahşa, Kur an-ı Kerim de hemen hemen şeytanla yan yana zikredilmektedir. Fahşâ nın menşei olarak şeytan gösterilmektedir (2 Bakara 168-169). Bu nedenle Allah, Kur an-ı Kerim de sık sık, şeytanın adımlarını izlemeyin buyurmakta; şeytanların, inanmayanların dostları olduğunu belirtmektedir (7 Araf Suresi 27-28)

Meral Akşener Olayının İslam ı Boyutu ve İfk Olayı

Meral Akşener ile ilgili iddia edilen olayda bir mümin nasıl davranmalı, nasıl tepki vermeli ve nasıl bir yol izlemelidir Allah ve Resulü, bu konuda bir şey söylemekte, yol göstermekte midir Bu konu ile ilgili en aydınlatıcı ve yol gösterici olay, Hz. Peygamberin Hanımı, Hz. Ebubekir in kızı olan Hz. Ayşe ye yapılan ve İfk hadisesi olarak tarihe geçen iftira olayıdır. Olayla ilgili genel bir açıklama, Kur an-ı Kerim de 24 Nur Süresi 10- 25. ayetlerinde yapılmakta ve Müslümanların bu tür olaylarla ilgili takınmaları gereken davranışın ne olması gerektiği noktasında yol gösterilmektedir. 

Bu sürede Eğer Allah ın sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı ifadesi, Nur 10, 14, 20, 21. ayetlerde dört kez tekrarlanmaktadır. Bu ibare, hem tehdidi, hem de Allah ın affediciliği, bağışlayıcılığı ile ilgili müjdeyi ihtiva etmektedir. Aynı zamanda da, ele alınan, söz konusu edilen konu ya da konuların çok önemli olduğuna ve fakat iman edenlerin bu noktalarda zaafları bulunduğuna işaret edilmektedir. Burada dikkat çekilen zaaf, mahiyeti bilinmeyen bir konu hakkında söz söylemek, çirkin hayâsızlıkların yaygınlaşmasına katkıda bulunmak, tecessüs etmek, dedikodu, gıybet ve laf taşıyıcılıktır.

11. ayette, Hz. Ayşe ye yapılan zina iftirasının, müminler içerisinde birlikte davranan, münafık bir ekip tarafından yapıldığı ifade edilmektedir.

Meral Akşener ile ilgili kaset olayında ise, Latif Erdoğan ın iddiasına göre, kaseti kendisine getirenin Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı Mustafa Yeşil olup ve Gülen Hareketi içerisinde Mustafa Özcan, Ahmet Kara, Soner, Sadık Kesmeci den oluşmuş müstakil bir şantaj bölümü tarafından üretilmiştir. Bu, ispatlanmalı, konu mutlaka açıklığa kavuşturulmalıdır. Eğer iddia doğruysa, ayet kapsamındaki münafık ekip , bu yapıdır. Hareket içerisinde bu tür operasyonlardan haberi olup da mani olmayanların, ses çıkarmayanların tümü, ayette bahsedilen münafık taifesine dâhildir.

12. ayette ise zina haberi duyulduğunda hayırlı zanda bulunup bunun iftira olduğu; 13. ayette zina iddiasında bulunanların dört şahit getirmeleri gerektiği; getirmedikleri takdirde yalancı oldukları; 14. ayette dedikodunun büyük bir azabı getirebileceği; 15. ayette ise müminlerin hakkında bilgi sahibi olunmayan konularda fikir serdedip, yaygınlaştırılmasının çok büyük bir suç olduğu, böyle yapmakla iftirayı atan münafık ekibin değirmenine su taşıyarak hizmet ettiği ortaya konmaktadır. 16. ayette çirkin hayâsızlıkların yaygınlaştırılmaması konusunda gene uyarı yapılmakta, 17. Ayette benzer hatalara düşülmemesi için Allah ın öğüt verdiği hatırlatılmaktadır.

19. ayette ise iman edenler içerisinde çirkin hayâsızlıkların yaygınlaşmasından hoşlananlar tehdit edilirken; buna bilerek ya da bilmeyerek yardımcı olanlar da, hem dünyada hem de ahrette azap görecekleri hatırlatılarak tehdit edilmektedir. Burada tehdit edilenler, sürece katkıda bulunan kâfirler, müminler ve münafıklardır. İman etmiş olmaları, onlara ayrıcalık sağlamamaktadır. Ancak 11. ayete göre azabın şiddetlisi, iftirayı organize bir şekilde ortaya atan münafıklar içindir. Meral Akşener olayında, erkek ve kadın müminler, olayı ilk duyduklarında, ilk yapmaları gereken şey, hayırlı bir zanda bulunup bu iftiradır demeleri; ardında da dört şahit istemeleri gerekirdi. Şahit getirilmediği takdirde olayı gündeme taşıyanları yalancılıkla itham edip susturmalı, dinlememeli, olayı başkalarına aktararak taşıyıcı olmamalı ve böylelikle münafık ekibin amacına hizmet etmemelidir. Latif Erdoğan böyle yapmamış, dört yıl saklı tuttuğu bir olayı, medya üzerinden kamuoyuna duyurarak, tezgâhı kuranların satranç tahtasında en iyimser ifade ile bir piyon olarak yer alıp onlara hizmet etmiş, sürece katkıda bulunmuştur. 19. ayet kapsamında dile getirilen çirkin hayâsızlıkların, iman edenler içerisinde yaygınlaşmasını isteyenlerin ekmeğine yağ sürmüştür.

21. ayette doğrudan doğruya iman edenlere hitap edilerek fahşayı insanlara emreden şeytanın adımlarına uyulmaması istenmekte ve müminlerin temiz kalabilmelerinin şeytanı izlememekle mümkün olacağı belirtilmektedir. Meral Akşener olayında bilerek ya da bilmeyerek taşıyıcı rolü görmüş olan herkes, şeytanın adımlarını izleyerek şeytana hizmet etmiştir. 22. ayette Hz. Ayşe ye zina iftirası atanların amaçlarına, şuursuzca hizmet edenlerin affedilmesi istenmektedir. Bu olayda da şuursuzca sürece katkıda bulunanları, tezgâhın asıl kurucuları olan ekibi değil, affetmek, onları bağışlamak, Meral Hanımın vereceği bir karara bağlıdır. Ancak Münafık Ekibin ortaya çıkarılması için hem şahıs hem de parti olarak gerekeni yapmalıdırlar. 23. ayette Namus sahibi, bir şeyden habersiz, mü min kadınlara (zina suçu) atanların hem dünyada ve hem de ahirette lanetlendiği ve onlar için büyük bir azabın var olduğu haberi verilerek müminler uyarılmaktadır.

24. ayette ise iftirayı atıp, yaygınlaştırıp da masum olduklarını, kendilerinin bir şey yapmadıklarını söyleyenlerin, ahrette kendi dilleri, elleri ve ayakları aleyhlerinde yaptıklarına dair şahitlik yapacakları uyarısında bulunulmaktadır. Meral Akşener olayında, yüksek teknolojiyi kullanarak insanların özel hayatlarına girenler, onlara komplo kuranlar, olmamış şeyleri olmuş gibi gösterenler ve bu taifeye yardımcı olanlar, namuslu, şerefli haysiyetli müminlere iftira atanlar, iftirayı yaygınlaştıranlar, hem dünyada hem de ahrette lanetlenmişlerdir . Yüksek teknolojinin sağladığı montaj yeteneğini kullanarak insanları aldatmış ve inandırmış olabilirler. Unutulmasın ki ahiret hayatında kendi dilleri, elleri ve ayakları aleyhlerinde yaptıklarına dair şahitlik yapacaktır . Eğer kalplerinde imandan bir zerre varsa, bir an önce tevbe etmeli, bu kumpası kuranları deşifre etmeli ve Meral Hanımdan özür, Allah tan af dilemelidirler.

Sonuç: Siyasetin ve Toplumun Arınmaya İhtiyacı Vardır

Siyasi mücadeledeki Kasetler Savaşı, sadece bir siyasi partiyi yıpratmamakta; aynı zamanda toplumun kalbini, nefsini, gönlünü ve zihnini de kirletmektedir. Kaset savaşının sürekliliği, ahlaksızlığın, çirkin hayâsızlığın toplumsal zeminde meşruiyet kazanmasına ve toplumda duyarsızlığın oluşmasına imkân vermektedir. Bu nedenle cemaatlerin/hareketlerin ve gönüllü kuruluşların, hangi partiyle ilgili olursa olsun, bu noktada ortak tepki vermesi, toplumun kirlenmesine/kirletilmesine karşı çıkması ve bu konuda gerekli uyarıları yapması tarihi bir sorumluluktur.

Onun için çağrımız; Ey iman edenler, hepiniz topluca İslam a girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır. (2 Bakara 208)

Onun için çağrımız; Ey iman edenler, Allah a, Resulüne, Resulüne indirdiği Kitaba ve bundan önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, kuşkusuz uzak bir sapıklıkla sapıtmıştır. (4 Nisa 136)

 

21 Mayıs 2015 Perşembe

İman edenler içerisinde çirkin hayâsızlıkların yaygınlaştırılmasından hoşlananlar - 1

 (Milli Gazete)

Kadınların namusu, şerefi, iffeti ve can güvenliği  devleti yönetenlere aittir.

Bundan sonrası bu ülkeye yönetenlerin işidir, görevidir.

Meral Akşener

Giriş

Siyası mücadelede, 2010 dan bu yana kullanılan vasıtalarda da çok ciddi değişiklikler olduğu görülmektedir. Siyasi mücadelede, özellikle, seçim süreçlerinde Kasetler Savaşının ortaya çıkması, Türkiye deki siyasi mücadelenin en pis, en ahlaksız boyutunu oluşturmaktadır. Haziran 2015 Genel Seçimlerine giderken MHP milletvekili Meral Akşener ile ilgili bir kasetin var olduğu kamuoyuna duyurulmuştur. Burada, Meral Akşener e kurulan pis, iğrenç, ahlaksız tuzakla ilgili iki boyutlu bir değerlendirme yapılacaktır. Birinci boyut, meselenin siyasi yönü ile ikinci boyut ise meselenin İslami yönü ile ilgilidir. Burada, meselenin birinci boyutu; gelecek yazıda da İslami boyutu ele alınıp incelenecektir.

Pis Bir Yaklaşım Şekli: Kaseti Var !!!

Türkiye de, Siyasi iktidarın ve yandaşlarının hoşuna gitmeyen bir şey söylendiği zaman, Cumhuriyetin başlangıcından 2007 lı yıllara kadar ilgili şahıs ya da yapı, gerici, yobaz ve irticacı olarak suçlanıp mahkemeye sevk edilmekteydi. Mustafa Kemal in izniyle Serbest Fırkayı kuran Fethi Okyar bile irtica ile suçlanmış, partisi kapatılmıştır. Menderes, Demirel, Özal, Erbakan ve Erdoğan gerici, yobaz ve irticacı olarak suçlanmış, karalanmış ve itham edilmişlerdir. Zaman değişmiş fakat mantık değişmemiştir. Son yıllarda hoşlanılmayan şeyler söyleyen herkes, ortaya hiçbir ciddi bilgi ve belge konulmadan, Ergenekoncu-Balyozcu , Paralelci olarak suçlanmaktadır. Bu mantık, çok tehlikeli; bu anlayış çirkindir.

Son on yıldır kamuoyuna darbe, hırsızlık ve seks olmak üzere 3 farklı muhtevada kaset servis edilmektedir. Ordu ile ilgili operasyonların tümünde darbe ve seks kasetleri, AKP ile ilgili operasyonlarda hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet ve seks kasetleri ve muhalefet partileri ile ilgili operasyonlarda seks kasetleri servis edilmektedir. Böylelikle, muhataplar karalanmakta, kirletilmekte ve de susturulmaktadır. Servis edilen kasetlerin birçoğu, ileri teknoloji kullanılarak sanal olarak üretilmektedir. Her iki kaset şeklinin üretilebilmesi için yüksek teknolojiye ve çok iyi yetişmiş, özel, profesyonel bir ekibe ihtiyaç vardır.

Dönemin Başbakanı Erdoğan ın Şantaj kasetleri var. Cumhurbaşkanının da şantaj kaseti bunlarda var, benim de vardı, Genelkurmay Başkanımın da. (1) var demiş olması, Türkiye nin karşı karşıya kaldığı tezgâhın büyüklüğünü ortaya koyması açısından önemlidir. Türkiye nin en üst ve en yetkili kişileri olan Genelkurmay Başkanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı ile ilgili kasetler üretilip şantaj yapılabiliniyorsa, diğer konumdaki insanlar için neler yapılamaz kiii

Öyleyse ana soru şudur: Kim bunlar Güçlerini nereden almaktalar Devletin, siyasi iktidarın bunlara mani olamamasının nedeni nedir. Sadece yakınmak ya da suçlamak, bu meseleyi çözer mi Söz konusu edilen hareket, organizasyonun beyni mi yoksa taşeronu mu

Meral Akşener e Kurulan Pis Bir Tuzak

Meral Akşener, 28 Şubat Postmodern darbesine karşı verdiği mücadele ile öne çıkmış ve darbeci generallerin boy hedefi haline gelmiş bir siyasetçidir. Herkesin fişlenip tehdit edildiği bir dönemde, darbeyi deşifre eden ve darbecilerin üstüne giden ender isimlerden biridir. Gidin söyleyin o kadına, onu Kızılay da kazığa oturturum şeklinde tehdit eden darbeci generale Söyleyin ona, ben Balkanlıyım. Kazık deyince aklıma Balkanlı olan Kazıklı Voyvoda geldi. Kazıklı Voyvoda yı da iyi tanırız. Ama unutulmasın ki, Kazıklı Voyvoda da bir homoseksüeldi şeklinde cevap verip karşı çıkan bir kahramandır (2).

28 Şubat Postmodern darbesi, CİA-Mossad destekli Mezhepçi-Sol Sabetayist bir darbe girişimidir. Ordu ile halkın arasını açma, orduda yeni bir yapılanış meydana getirme, ekonomiyi batırma ve köşe başlarına sabetayistleri yeniden yerleştirme, kaybedilmiş mevkileri yeniden kazanma harekâtıdır. Böyle bir darbe girişiminin vaktinden önce deşifre edilmesi, üzerine gidilmesi ve ana hedefine varamadan etkisizleştirilmesinde, Meral Akşener le Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu nun çok büyük emekleri vardır. Muhsin Yazıcıoğlu nun şehit edilmesinin arka planında, 28 Şubat ve sonrasında oluşan cuntalara karşı verdiği onurlu mücadele vardır.

Bugün Meral Akşener le ilgili bir kaset olayının servis edilmesinde şu amaçlar hedeflenmiş olabilir:

1- Meral Akşener i yıpratma ve susturma

2- 28 Şubat Post-modern Darbesinin intikamını alma,

3- AKP ile MHP arasında derin bir fay hattı meydana getirme ve Taksim Kadife darbe sürecinin başarılı olabilmesi için MHP yi sokağa çekme, sokak hareketlerini şiddetlendirme ve yaygınlaştırma,

4- MHP içinde ihtilaflar meydana getirme ve derinleştirme,

5- MHP ile Gülen Hareketi arasındaki fay hattını derinleştirme,

6- Gülen hareketinin tüm mensuplarını bu işin odağı, tezgâhlayıcısı ve savunucusu olarak göstererek, geri dönüşü olmayan bir yola sokarak teslim alma,

7- AKP ve CHP ile ilgili, kasetlerin yayınlayıp yayınlamamanın etkilerini ölçmek amacı ile psikolojik bir alt yapı analizi yapma,

8- Toplumsal kirlenmeyi yaygınlaştırma, derinleştirme ve toplumda güvensizlik tohumlarını ekerek kimsenin kimseye güvenmediği bir toplum inşa etme.

Masum Görüntülü Pis Bir Tezgâh

A Haber de yayınlanan bir programda gazeteci Cemil Barlas ın Meral Akşener i kast ederek Onun da kaseti mi var nesi var, nasıl ele geçirdiler demesi üzerine devreye giren Latif Erdoğan; Cemil Bey in dediği çok önemli. O kaseti olan birisidir ve şu an esaret altındadır Kaset... Biliyor da, paralelcilerin elinde bir kadın için hiç de yakışmayacak kasetler var. Dolayısıyla o artık bir esire durumundadır. Ne derlerse yaptırırlar. Samanyolu na da çıkar, hatta minarede röportaj yapacağız derlerse oraya da çıkar. Şu an acınacak halde. Bu kesin... Bunu ben bilgi olarak söylüyorum iddiasında (3) bulunarak masum görüntülü, pis bir senaryonun sahnelenmesini sağlamıştır.

Latif Erdoğan, daha sonra yaptığı şu açıklamayla işi daha da karmaşık hale getirip yaygınlaştırmıştır:

Ocak 2011 yılında Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı ndaki odama, Vakıf Başkanı Mustafa Yeşil geldi. Bana, Kemaleddin Özdemir hakkında bazı akıl almaz iddialarda bulundu. Bunların beni ikna etmediğini anlayınca da elimizde Meral Akşener le ilişkilerini belgeleyen kasedi var, istersen izle diyerek çantasından kasedi çıkartmaya yeltendi. Ben de gerek yok dedim. Bir mümin böyle durumlarda bu apaçık iftiradır demelidir ve ben de öyle diyorum diyerek konuyu kapattım.» (4,5)

Latif Erdoğan, 2011 yılında kendisine getirilip gösterilmek istenen kasetin, Kemalettin Özdemir in dini ataşe olarak atanmasının engellenebilmesi için dönemin Diyanet İşleri Başkanı na da götürüldüğünü iddia ederek Söz konusu kaset Fethullah Gülen in de elinde ve bazı insanlara gösterdi» açıklamasında bulunmuştur (6). 2011 yılında konuyu kapatan Latif Erdoğan, aradan 4 yıl geçtikten sonra kamuoyunun hiç ilgisi ve bilgisi yokken, kaset olayını açarak kamuoyuna duyurması, pek masumane değildir. O gün mümince bir tavır ortaya koyan Latif Erdoğan, bugün İslam a göre hangi tavrı sergilediğini kendisinin cevaplandırması gerekir.

Ancak bugün yaptığı açıklamalarla sürece Diyanet İşleri Başkanlığı nı da bulaştırarak, tartışmanın kapsam alanını genişletmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı nı, bu pis operasyona karşı üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmeyip susmakla, suç işlemiş konuma düşürmüş ve kirletmiştir. Latif Erdoğan, kişilerin ve kurumların böylesine tahrip edilip yıpratılmasının, halkın zihin dünyasında yapacağı tahribatı düşünmeden, sorumsuzca, eğer kasıt yoksa bir davranış ortaya koymuştur. 

Latif Erdoğan ın daha sonra medyada yaptığı; Ben kasetin, montaj ve şantaj gayeli iftira olduğunu da kaydettim. Yaptığım, Akşener e iyiliktir Benim kastım, alçakça hazırlanmış böyle bir kasetin varlığını söylemektir. Yoksa o kasetin içeriğini kabul anlamında değildir. (5,7) şeklindeki açıklamaları, iftiranın daha da gündemde tutulmasını sağlamaktan başka bir işe yaramamıştır.

Eğer amaç, Meral Akşener i korumak idiyse yapacağı ilk iş, kurulan tezgâh hakkında bizzat onu uyarmaktı. Kamuoyu üzerinden bir seks kaseti duyurusu yapmak, nasıl bir koruma mantığıdır, anlaşılamamaktadır.

Operasyonu Yapan Gücün Deşifre Edilmesi

Bir kasetin varlığının kamuoyuna duyurulması, seçime bir ay kala ve Meral Akşener in bir TV programında 17/25 Aralık yolsuzluk faillerinden hesap soracağız açıklamalarının hemen sonrasına denk getirilmiştir. Böylelikle oluşturulan psikolojik ortam ve intiba, bu operasyon, AKP nin bir operasyonudur. Nitekim Meral Akşener de, bu psikoloji ile hareket etmiş ve operasyonun arkasında AKP nin var olduğu imasında bulunarak savaş ilan etmiştir (8).

Meral hanımın, konu açıklığa kavuşmadan, faili ilan etmekle, asıl faillerin üzerlerinin örtülmesine ve uyguladıkları taktik ve stratejilerin daha etkili olmasına katkı sağlamış olabilir. Bu kasetlerin nerelerde, nasıl ve kimler tarafından üretildiğini açıklığa kavuşturmak Siyasi iktidarın görevidir. Siyası iktidar, Meral Akşener e kurulan bu tezgâhla ilgili sorumluluğu, geçmiş olsun demekle yerine getirmiş, görevini ifa etmiş değildir.

A Haber deki Program İptal Edilmelidir

Başbakan Tayyip Erdoğan, hoşuna gitmeyen yazılar yazan yazarlar ile ilgili medya patronlarına seslenerek yazıklar olsun size ifadelerini çok kullanmıştır. Bir kadının, bir annenin, bir milletvekilinin ve eski bir bakanın namusu söz konusu olduğunda, Cumhurbaşkanı Erdoğan, ilgili medya patronuna seslenerek yazıklar olsun size demeli ve programın iptal edilmesini istemeliydi.

Kaynaklar

1- Ilıcak, N., Bugün, 13.05.2015

2- Barlas, M., Sabah, 14.05.2015     

3- Cumhuriyet, 11.05.2015; Sözcü, 13.05.2015.

4- Altınok, M., Türkiye, 13.05.2015

5- Sabah, 16.05.2015; Sözcü 13.05.2015

6- Başyurt, E., Bugün, 13.05.2015

7- Alpay, K., Yeni Akit 14.05.2015.

8- Cihan Haber Ajansı, 11.05.2015.

14 Mayıs 2015 Perşembe

İSTANBULDA TARİHİ YARIMADANIN GELECEĞİ-3: Otelleştirme AB’ye Uyum Sağlama Mecburiyetinin Bir Sonucu mudur

 (Milli Gazete)

Giriş

İstanbul’da Tarihi yarımadayı kuşatan ve şehrin siluetini bozan gökdelenleşmeye şimdi, yeni bir tehlike daha eklenmiştir: Tarihi yarımadanın otelleştirilmesi. Tarihi yarımada, Eminönü-Sirkeci hattından surlara doğru hızla yayılan bir otelleşme yaşamaktadır. İstanbul’un görüntüsünün gökdelenlerle bozulması yanı sıra, tarihi yarımadanın otelleştirmek istenmesinde iki ihtimal söz konusu olabilir:

1- Yeni rantiye sınıfının Medyenlileşmesi, yeni bir rant alanı meydana getirme İsteği

2- AB projesi

Geçen yazıda birinci ihtimal üzerinde durulmuştur. Burada, ikinci ihtimal üzerinde durulacaktır.

Kültür ve Medeniyetlerin Mücadelesi

Kültür ve medeniyet, madalyonun iki yüzü; bir bütünün iki farklı yansımasıdır. Kültür, bütün değerleri içinde barındıran bir tohum; medeniyet de, bu tohumdan neşet eden bir ürün, bir meyvedir. Her kültür, kendine özgü, kendi rengini taşıyan bir medeniyet ortaya çıkarır. Kaba bir benzetmeyle kültür yazılım, medeniyet ise donanımdır.

İbn Haldun, kültür ve medeniyet kavramlarını birlikte içinde barındıran bir kavram olarak Umran kavramını kullanmıştır (1). Umran, kökü, kültür meyveler medeniyet olan bir ağaç olup bir toplumun ‘içtimai hayatının’ bütünüdür.

İstanbul’da tarihi yarımadada vuku bulanları, gerektiği gibi anlamlandırma ve halka önemini gerektiği gibi anlatabilmek için “Kültür ve Medeniyet değişiminin” ne anlama geldiğinin anlaşılması gerekmektedir. Sosyolog Malinowski’ye göre “kültürel değişme”, bir başka dünya görüşüne/akaide iltihak etme olayıdır:

“Kültür değişmesi, bir cemiyetin mevcut nizamını yani içtimai, maddi ve manevi medeniyetini bir tipten başka bir tipe kalbeden bir prosestir. Böylece kültür değişmesi, bir cemiyetin siyasi yapısında, idari müesseselerinde ve toprağa yerleşme ve iskân tarzında, iman ve kanaatlerinde, bilgi sisteminde, terbiye cihazında, kanunlarında, maddi alet ve vasıtalarında, bunların kullanılmasında, içtimai iktisadinin dayandığı istihlak maddelerinin sarfında az çok husule gelen tahavvülleri iktifa eder...” (2)

Kültür ve medeniyet, temel değerlerden neşet eden kendi içerisinde tutarlı bir bütünlüğü olan ve eklektizmi kabul etmeyen bir olgudur. Eklektik yapı, daima baskın kültür ve medeniyetin menfaatine çalışır ve muhatabını asimile edebilir. AB sürecinde Türkiye’de yaşanan ‘zina tartışmasına’ Verhaugen’in ‘Avrupa değerleri tartışılamazdır’ tarzında verdiği cevap, bunun en güzel bir örneğidir. Bu çıkıştan sonra halkı Müslüman olan Türkiye’de zina, AB’ye uyum aşkına, aileye ve topluma karşı işlenen suçlar hanesinden kaldırılmıştır.

AB sürecinde bizden kendimizi, kimliğimizi, değerlerimizi, kısacası bizi biz yapan her şeyi reddetmemizi, hatta onlara savaş açmamızı istemektedirler:

“Hatta ileri gidip şunu bile söyleyebiliriz: Avrupa’da kabul görmek istiyorsa Müslüman Türk imajının aleyhinde çalışmalar yapılmalı... Çünkü Türkiye’nin üyeliği konusunda yapılan tartışmalar gelip Türkiye’nin Müslümanlığına takılıyor... AB bugünkü Türkiye’yi istemiyor. Ne bugünkü siyasi yapıyı, ne de bugünkü kültürel yapıyı istiyor... Ve en önemlisi tabii, Türk halkının da Avrupalı değerleri içselleştirip yaşam tarzına yansıtmasını istiyor. Yani Avrupa gibi olan ve yaşayan bir Türkiye istiyor. Bu bağlamda azınlıkların, Kürtlerin, eşcinsellerin... vs. kimliklerini daha sesli telaffuz etmelerini sağlayacak bir süreç işleyecektir.” (3)

Farklılığını ortaya koymak

Farklı değer sistemlerinin oluşturduğu kültür ve medeniyetler, esas aldıkları temel değerlerinin gereği olarak hayatı şekillendirirler. Bireye, aileye, topluma çevreye, şehre, sanat ve teknolojiye ayrı bir renk ve görüntü verirler. Farklılıklarını ortaya koyarlar. Görüntü, şekil, bu farklılığın dışa yansımasıdır. Bir anlamıyla kendi farkındalığının, dışa vurmasıdır görüntü. Görüntü, bir yere, bir değere, bir umrana ait olmayı ifade eder. Toplumlar, kendi kimliklerini temsil edecek şekilde bazı giysileri, yapıları, mimariyi sembolleştirmişlerdir. Camiler, minareler, medreseler, kervansaraylar, bahçeli evler ve onların mimarisi, İslam kültür ve medeniyetini temsil ederler. Bunların var olduğu bir coğrafya, Müslümanların yaşadığının, farklı bir ruhun, farklı bir dünyanın var olduğunun, işareti olarak kabul edilir. Benzer şekilde Kiliseler, Havralar, Sinagoglar ve onların sahip olduğu mimarı de, Hıristiyan ve Yahudi medeniyetinin birer sembolleridir. Kibrit kutusu gibi yükselen gökdelenler, meyhaneler, birahaneler, barlar, pavyonlar ise seküler dünyanın, rantiyeci zihniyetin, ruhsuzluğunun, vicdansızlığının, aç gözlülüğünün, tamahkârlığının, her şeyi metalaştırmasının ve fıtratı ifsat etmesinin birer sembolleridirler. Farklı kültür ve medeniyetler, farklı sınıf ve zümreler, farklı kabileler/aşiretler, tarih içinde birbirinden ayrı özelliklerdeki yaşam tarzları, giysileri, mimarileri, şehir yerleşim ve görüntüleri ile birbirleri ile mücadele etmiş, rekabet etmiş ve birbirlerine muhalefet etmişlerdir. Bu açıdan toplumlar, başka toplumun kimliğini temsil eden giysilerin giyilmesine, mimarilerinin, şehirciliklerinin taklit edilmesine, bir kimlik sorunu olarak karşı çıkmış; başka toplumlara, kültür ve medeniyetlere benzememek kavgası vermişlerdir.

Hz. Peygamber bu konudaki temel bakış açısını, teşebbüh (bir başka kavme, onun temel ayırıcı alametini benimseyecek şekilde benzemek) hadisi ile ifade etmiştir (4). Bu nedenle Hz. Ömer, Azerbaycan’daki ordu komutanı Ukbe bin Ferkud’u, yazdığı mektupta, “Lükse, sefahata dalmaktan, müşrik elbisesi giymekten ve ipek kullanmaktan sakın!..” (4) şeklinde uyarmıştır. Aliyyu’l-Karî ise, teşebbühü (benzemek), bir toplumun sembolü olanları taklit etme, benimseme olarak değerlendirmiştir.

İnançları, örf ve adetleri gereği birbirlerine giyim, mimarı, yaşam tarzı, şehircilik konusunda muhalefet eden toplumlar ve onların yönetici kadroları, seri mağlubiyet ve başarısızlık durumlarında, bu olgunun tersi bir davranış gösterebilir ve galipleri taklidi edebilirler. İbni Haldun’a göre bu davranış, psikolojik ezikliğin, aşağılık kompleksinin bir sonucudur (5).

Osmanlı İmparatorluğunda ard arda gelen mağlubiyetlerin, başta padişahlar olmak üzere devletin ileri gelenleri ve aydınları üzerinde son derece olumsuz etkileri olmuştur. İbni Haldun’un ifade ettiği eziklik ve taklit etme duygusu tam anlamıyla ortaya çıkmıştır. Osmanlı tarihinde III. Selim, II. Mahmut ve Abdulmecid zamanında ve sonrasında İbn-i Haldun’un ifade ettiği, dikkat çektiği icraatlar yapılmıştır. Topkapı sarayında padişahların elbiselerinde meydana gelen değişimlere bakarak bunu rahatlıkla görebiliriz. III. Selim’e, yakınlarından birinin; “Padişahım, şapka giyip, Frenk olduk deyip, sokağa yürümekten gayrı çare yoktur” demesi böyle bir psikolojinin sonucudur (3). Almanya’ya bir heyetle ziyarete giden Seyit Bey’in; “Olmayacak bu iş. Bizim karının başına şapkayı giydirip sokağa çıkarmalı. Başka çare yok!” tarzındaki çözüm arayışları, mağlubiyetlerin Osmanlı aydınlarının zihni üzerinde yaptığı tahribatın şekil olarak dışa yansımasının bir ölçüsüdür (6). Bu dönemde aynı davranışı, İstanbul’da uygulanan şehircilik politikalarında görmek mümkündür.

Bu arayışlarda unutulan nokta, kültür ve medeniyetler arası mücadelede, görüntünün özel bir anlamı olduğudur. Toplumlar veya sosyal gruplar, birbirlerine mimarileri, şehircilikleri, giysileri ve yaşam tarzları ile muhalefet etmektedir. İki toplumsal yapı arasında mücadele varsa, çatışma varsa, bunun görüntüsü giyime, kuşama, mimariye, şehirciliğe, yaşam tarzına bir şekilde yansır ve bunlar mücadelenin sembolü haline gelir. ABD’de 11 Eylül sonrasında Başkan Bush’un yaptığı ilk açıklama, Müslümanları kast ederek, “Bunlar bizim yaşam tarzımıza karşılar.” demiş olması, 21. Asırda haçlı zihniyetini yeniden hortlatabilmek için yaşam tarzının farklılığını kullanmak istemesinden dolayıdır.

Sonuç: Tarihi Yarımada İçin Sesini Yükseltme Zamanı

Roma imparatoru Konstantin, İstanbul’u ele geçirdiği zaman, hem ismini (Kontantinepolis) hem de mimari yapısını, görüntüsünü değiştirmiştir. İstanbul’a Hıristiyan bir şehir görüntüsü vermek istemiştir. İstanbul’un fethiyle birlikte Ayasofya gibi Hıristiyanlığın önemli sembolleri camiye çevrilmiş, İstanbul görüntü olarak, mimarı olarak İslam kültür medeniyetine dâhil edilmiştir. Mahalleler, semtler, cami ve mescit merkezli olarak tasarlanmıştır. Önce cami/mescit yapılmış, sonra da buna uygun, külliyeler, yollar ve evler inşa edilmiştir. Evler, sokaklar, caddeler, İslam aile hayatının öngördüğü mahremiyet ve geniş aile yapısı esas alınarak planlanmış ve düzenlenmiştir.

Cumhuriyet dönemindeki Batılılaşma hareketinin bir sonucu olarak Osmanlı’dan kalan tarihi mekânların bir kısmı tahrip edilmiş, bir kısmi yıkılmaya terk edilmiş ve bir kısmının da görüntüsü farklı çevre düzenlemesiyle gölgelenmiştir. Geçmiş iktidarlar zamanında Dolmabahçe sarayı, Swiss Otelle, Yıldız Camii, Konrad Otelle, Taşkışla ve Dolmabahçe Camii, Sheraton ve Gök kafesle gölgelenmiştir.

Son yıllarda büyük şehirlerimiz özellikle cami ve minarelerle temsil edilen İstanbul şehri, ruhsuz, şekilsiz gökdelenlerle kirletilerek İslam Kültür ve medeniyetine ait olmaktan çıkarılmaktadır. Gökdelenlerle çevreden tarihi Yarımada’ya doğru ilerleyen bir kuşatma hareketi, içerden dışarıya doğru genişleyen bir otelleşme hareketi ile buluştuğunda tarihi yarımada, hangi kültür ve medeniyete ait olacaktır Bu sorunun cevabının şimdiden düşünülmesi gerekmektedir.

Tarihi yarımadada İslam Kültür medeniyetin ruhunu ve görüntüsünü yok etme, Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde Batı kültür medeniyetinin ön gördüğü bir muhtevaya uydurma bir AB projesi midir Bu nokta, açıklığa kavuşturulmalıdır.

Bir rey için yeri göğü inletenler, İstanbul için niçin ses çıkarmıyorsunuz?

Dillerinden ayet ve hadisleri düşürmeyenler niçin susuyorsunuz?

“Tanrı Dağı kadar Türk Hıra Dağı kadar Müslüman” olanlar, serap mı görüyorsunuz?

“Taksim’e Cami yaparak İstanbul’un fethini tamamlayacağız” diyen Milli Görüşçüler, nerelerdesiniz?

Unutmayın, bu meseleyi gündeme getirmenin ve çözüme bağlamanın tam zamanıdır.

Yarın çok geç olabilir.

Kaynaklar

1- Meriç C., Umrandan Uygarlığa, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1977, S: 95-120; 40-50.

2- Turhan M., Kültür Değişmeleri, M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları No, 16, İstanbul 1997, S: 40-50.

3- Güven,B., Sosyal Demokrat Alman-Türk Forumu Başkanı, Hamburg Eyaleti Yönetim Kurulu Üyesi Siyaset Bilimci, ile Yapılan Ropörtaj, Gerçek Hayat, 15 Ekim 2004 Sayı 2004-42(208) S:16-17.

4- Çakan, İ. Sünnette Giyim-Kuşam ve Örtünme, İslam’da Kılık-Kıyafet ve Örtünme, ISAV, İstanbul, 1987 s.:43-63.

5- Haldun. İ, Mukaddime, MEB. Ankara, c-I, s. 374.

6- Yalçın, H.C., Tanıdıklarım-Seyit Bey, Yedigün, No: 183, 9 Eylül 1936.

 

7 Mayıs 2015 Perşembe

İSTANBULDA TARİHİ YARIMADANIN GELECEĞİ-2: Otelleştirme Medyenlileşmenin sonucu mudur

 (Milli Gazete)

«Ölçüyü tam tutun ve eksiltenlerden olmayın.»

«Dosdoğru olan terazi ile tartın.»

«İnsanların eşyasını değerden düşürüp-eksiltmeyin ve yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın.»

(26 Şuara 181-183)

Giriş

Cumhuriyetle birlikte Ayasofya Camii nin müzeleştirilmesi, Batı karşısında alınan bir mağlubiyetin ve bir medeniyet değiştirme projesinin simgesi anlamına gelmektedir. Ayasofya müze olarak kaldıkça, bu mağlubiyet psikolojisi ve ezikliği devam edecektir. İstanbul un görüntüsü üzerinde cumhuriyetin başlangıcından bu yana yapılan tahribatlara rağmen İstanbul un cami ve minarelerle süslenmiş görüntüsü ciddi bir yara almamıştır. Zeytinburnu ndaki iki gökdelenin Sultanahmet Camii ni gölgelemesiyle ortaya çıkan İstanbul un siluet sorunun doğuracağı sonuçlar, ne siyasi iktidar tarafından ne de toplum tarafından yeterince anlaşılamamış ve algılanamamıştır (Bu konu, zamanında, Milli Gazetede 3 yazı ile ele alınmış ve tartışmaya açılmıştır). İki gökdelenle başlayan işgal, bugün İstanbul un her tarafında yükselen ruhsuz, hüviyetsiz gökdelenlerle geniş bir alana yayılmıştır. Tarihi yarımadayı kuşatan ve şehrin siluetini bozan gökdelenleşmeye şimdi, yeni bir tehlike daha eklenmiştir:

Tarihi yarımadanın otelleştirilmesi.

Tarihi yarımada, Eminönü-Sirkeci hattından surlara doğru hızla yayılan bir otelleşme yaşamaktadır. Geçen hafta Kapalıçarşı ve çevresinde yapılan restorasyonlar için başlayan tartışmalarda, Kapalıçarşı çevresindeki tarihi hanların otel yapılmasının düşünüldüğüne ilişkin tartışmalara yer verilmiş ve otelleştirme tehlikesine dikkat çekilmiştir. İstanbul un görüntüsünün gökdelenlerle bozulması, tarihi yarımadanın otelleştirmek istenmesinde iki ihtimal söz konusudur:

1- Yeni rantiye sınıfının Medyenlileşmesi, yeni bir rant alanı meydana getirme İsteği

2- AB projesi

Burada, birinci ihtimal üzerinde durulacaktır.

Medyenli Olmak

Medyen halkı, helak olan kavimlerden biri olup Kur an-ı Kerim de, Hz. Şuayb ın kavmi olduğu ifade edilmektedir. Hz. Şuayb, Medyen halkına Peygamber olarak gönderilmiş, onları içerisine düştükleri bataklıktan kurtararak sıratı müstakime ulaştırmak için mücadele etmiştir. Hz. Şuayb ın Medyen halkı ile olan mücadelesi, Kur an ın değişik ayetlerinde (7/85-99; 9/70; 11/84-95; 28/22, 45; 26/176-190) ana hatları ile anlatılmaktadır. Bu ayetlerden hareketle Medyen halkının en önemli vasıflarını, aşağıda ki gibi özetleyebiliriz:

Allah tan başkasını İlah edinmekte ve Allah tan başkasına ibadet etmekteler. Ölçü ve tartıda hile yapmaktadırlar. İnsanların (hakları olan mallarını) eşyasını değerinden düşürüp-eksiltmekteler (7 Araf 85, 11 Hud 84, 85).

Fesatçıdırlar. Bolluk ve refah içerisinde yaşamaktalar. İman edenleri Allah ın yolundan alıkoymakta ve Allah ın yolunda çarpıklık aramaktalar. İman edenleri tehdit etmekte, sürgün etmek istemektedirler. İman edenleri eski dinlerine çevirmek için uğraşmaktadırlar.

Allah ı önemsiz bir şey gibi unutmuşlardır. Kur an da ismi geçen, helak olmuş kavimlerin ortak özelliklerinin yanı sıra her birine özgü, özel olan özellikleri de vardır. Yukarıdaki özelliklerden 2. Madde hariç geri kalanlar, helak olmuş kavimlerin, genel olarak, ortak özellikleridir. 2. Madde ise yanı insanların mallarının değerinin eksiltilmesi, ölçü ve tartıda hile yapılması, Medyen halkına özgü, en baskın bir özelliktir.

Hz. Şuayb, kavminin bu tutum ve tavrı üzerinde özenle dururken; bu davranışın, dünyayı ifsat ettiğini, huzuru, güveni ve dayanışmayı yıktığını belirtmektedir. İnsanlara hile yapılarak, aldatılarak birilerine, önde gelen müstekbir takımına, rant sağlanmakta; böylelikle toplum ifsat edilmektedir. Bu nedenle de Hz. Şuayb kavmini ıslah ediciler olmamakla eleştirmektedir:

Medyen (toplumuna da) kardeşleri Şuayb ı (gönderdik. Şuayb onlara) Dedi ki: «Ey kavmim, Ölçüyü ve tartıyı tam tutun, insanların (hakları olan mallarını) eşyasını değerinden düşürüp-eksiltmeyin ve düzene (ıslaha) konulmasından sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesad) çıkarmayın. Bu sizin için daha hayırlıdır, eğer inanıyorsanız.» (7Araf 85, 11 Hud 84, 85). Medyenli olmak ya da Medyenlileşmek, İnsandaki mal-mülk-servet-makam sevgisinin, hiçbir ölçü tanımayan, hiçbir ahlaki kısıtlama kabul etmeyen mala-mülke-servete ve makama tapınma boyutuna ulaşması demektir.

Medyenli olmak, medyenlileşmek demek, ölçü ve tartıda hile yapmak, hileli ürünler üretmek, işlerini hileli yapmak, insanların mallarını mülklerini hile yaparak değerini düşürüp ellerinden almak, böylelikle aşırı rant elde etmek şeklindeki bir tutum, davranış içerisinde olmak, bunu bir yaşam tarzı olarak benimsemek demektir. Buna karşı çıkanları suçlama, tehdit edip susturma yoluna gitmek demektir. Bu tutum ve tavırları ile her türlü toplumsal dayanışmanın yıkılmasına, toplum içerisinde kin, nefret, hasedin yaygınlaşmasına, birlik, dirliğin yıkılmasına, kısaca fesada sebep olmaktadırlar.

İstanbul un her tarafında mantar gibi yükselen gökdelenler ve tarihi yarımadada her çeşit otelleşme, bu yaklaşımın sonucudur. Yapılan iş, ölçünün, mizanın, adaletin bozulması demektir. İnsanların ya da kamunun mallarını, mülklerini değerlerini düşürerek almak; arkasından yapılan hilelerle değerlerini yükselterek birilerine rant sağlamak adil bir tutum değildir. Gökdelenlerin ve otellerin inşa edildiği araziler, daha önce kimlerin elinde idi ve kaç katlı imara sahipti Kimlere satıldıktan sonra imar değişikliği yapılarak gökdelenlere ve otellere izin verilmiştir Gökdelen ve otel inşaatlarında, yabancı sermaye ortaklığı var mıdır Bu soruların cevapları önemlidir.

21. Asırda tarihi yarımadayı otelleştirmenin amacı ve hedefi nedir İstanbul un görüntüsünü bozan, camileri gölgeleyen, camileri insansızlaştıran bu imar planları ile yerel yönetimler, neyi elde etmeye çalışmaktadırlar.

Rant karşılığında bir İslam beldesinin görüntüsünü ve muhtevasını değiştirmek, Medyenlileşmiş olmaktan başka bir anlama gelir mi. Eğer rant, ölçü, tartıyı tam tutmayı ve adaleti engelliyorsa, o zaman namaz kılmanın anlamı nedir..

Namaz Adaletsizliğe, Haksızlığa Mani Olmalıdır.

Hz. Şuayb, Medyen halkının ölçü ve tartıda hile yapmasına, başkalarının elindeki malları eksik ölçerek, tartarak, değerini düşürerek almasına karşı çıktığında; Medyen halkı, bunun sebebini anlayamamıştır. Bunun sebebi olarak kendileri ile Hz. Şuayb arasında çok temel görünür bir fark olarak Hz. Şuayb ın namazını görmüşler ve bunu Hz. Şuayb a sormuşlardır:

Dediler ki: «Ey Şuayb, senin namazın mı atalarımızın taptığı şeyleri bırakmamızı ya da mallarımız konusunda dilediğimiz gibi davranmaktan vaz geçmemizi emretmektedir. Çünkü sen, gerçekte yumuşak huylu, aklı başında (reşid bir adam)sın.» (11 Hud 87) Hz. Şuayb ın namazı, onu sadece kötülük yapmaktan alıkoymuyor, aynı zamanda, onun her türlü kötülüğe karşı çıkmasını da sağlıyordu. Namazın çok temel fonksiyonlarından biri de buydu. Allah ın namaza yüklediği fonksiyonların yerine getirilmemesi, namazı şeklileştirip ruhundan uzaklaştırmaktadır: İşte (şu) namaz kılanların vay haline, Ki onlar, namazlarında yanılgıdadırlar, Onlar gösteriş yapmaktadırlar, Ve ufacık bir yardımı da engellemektedirler. (107 Maun 4-7)

Namaz şeklileşince, ruhunu kaybedince, Allah önemsiz bir şeymiş gibi unutulmaya başlanmakta; hayata müdahil olmayan, yeryüzüne karışmayan bir Allah inancı ortaya çıkmaktadır. Allah ın gücü ve otoritesi yerine paranın, beşerin gücü ve otoritesi etkin olmaktadır. Nitekim Medyen halkı, Hz. Şuayb e çevresinin güçlü oluşundan dolayı dokunamadığını söyleyerek bu durumu dile getirmişlerdir. Buna karşılık Hz. Şuayb, asıl korkulması, sakınılması gerekenin Allah olduğunu belirtmesi, bir müminin ortaya koyması gereken dik duruş açısından önemlidir (11Hud 91-92).

Namazın şeklileşmesi, gösterişe dönüşmesi ve Allah ın önemsiz bir şey olarak addedilip unutulması, sekülerleşmenin, laikleşmenin bir sonucudur. Ölçü ve tartıda hile yapanlar, insanların mallarının değerlerini eksilterek rant sağlayanlar, netice itibariyle Allah ın helal ve haram hudutlarına uymayıp Allah ı ve Ahret gününü unutanlardır. Gökdelenlerle, otellerle birilerine rant sağlayanlar ve tarihi yarımadanın görüntüsünü ve muhtevasını sekülerleştirenler, ahrette ne hesap vereceklerini düşünmelidirler: Eksik ölçüp tartanların vay haline, Ki onlar, insanlardan ölçerek aldıklarında noksansız alırlar. Kendileri onlara ölçtüklerinde veya tarttıklarında eksiltirler. Yoksa onlar, diriltileceklerini sanmıyor mu Büyük bir günde. İnsanların, alemlerin Rabbi için kalkacağı günde. (83 Mutaffifin 1-6)

Sonuç: Medyenlileşmek Helake Götürür

Medyenlileşen toplumlarda, dava adamlarının yapması gereken, en zor şartlar altında bile iyiyi, güzeli, hakkı ve doğruyu savunmak olmalıdır. Birilerini memnun etmek yerine Hakkı memnun etmek, birilerinin razı olması yerine Allah ın razı olmasını istemek, bir mümin için, bir dava adamı için en temel, en doğal davranış olmalıdır. Bu, kendi içerisinde tutarlı olmak, kendi kendisi ile tezada düşmemek demektir. Hz. Şuayb ın Medyen halkı ile olan mücadelesinde bu temel düsturu görmekteyiz:

Dedi ki: Ben, size yasakladığım şeylere (kendim sahiplenmek suretiyle) size aykırı düşmek istemiyorum. Benim istediğim, gücüm oranında yalnızca ıslah etmektir...» (11 Hud 88) Islahın olmadığı yerde ifsat vardır. Türkiye de siyaset, bu yapısından dolayı toplumu ifsat etmektedir. Allah a ve ahiret gününe iman edenlerin, namaz kılanların, rant karşısında yapması gereken şey, Hz. Şuayb ın ifadesi ile helal kazanç peşinde olmaktır (11 Hud 86). Aksi bir durum, çok daha tehlikeli sonuçlar doğurabilir:

Emrimiz geldiği zaman, tarafımızdan bir rahmetle Şuayb ı ve onunla birlikte iman edenleri kurtardık; o zulme sapanları dayanılmaz bir ses sarıverdi de kendi yurtlarında dizüstü çökmüş olarak sabahladılar. (11 Hud 94)

Allah, hepimizi böyle bir sondan korusun.

Allah, hepimize Medyenlileşmeye karşı mücadele etme güç, imkân, basiret ve feraseti versin.

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...