(Milli Gazete)
Giriş
İstanbul’da Tarihi yarımadayı kuşatan ve şehrin siluetini
bozan gökdelenleşmeye şimdi, yeni bir tehlike daha eklenmiştir: Tarihi
yarımadanın otelleştirilmesi. Tarihi yarımada, Eminönü-Sirkeci hattından
surlara doğru hızla yayılan bir otelleşme yaşamaktadır. İstanbul’un
görüntüsünün gökdelenlerle bozulması yanı sıra, tarihi yarımadanın
otelleştirmek istenmesinde iki ihtimal söz konusu olabilir:
1- Yeni rantiye sınıfının Medyenlileşmesi, yeni bir rant
alanı meydana getirme İsteği
2- AB projesi
Geçen yazıda birinci ihtimal üzerinde durulmuştur. Burada,
ikinci ihtimal üzerinde durulacaktır.
Kültür ve Medeniyetlerin Mücadelesi
Kültür ve medeniyet, madalyonun iki yüzü; bir bütünün iki
farklı yansımasıdır. Kültür, bütün değerleri içinde barındıran bir tohum;
medeniyet de, bu tohumdan neşet eden bir ürün, bir meyvedir. Her kültür,
kendine özgü, kendi rengini taşıyan bir medeniyet ortaya çıkarır. Kaba bir
benzetmeyle kültür yazılım, medeniyet ise donanımdır.
İbn Haldun, kültür ve medeniyet kavramlarını birlikte içinde
barındıran bir kavram olarak Umran kavramını kullanmıştır (1). Umran, kökü,
kültür meyveler medeniyet olan bir ağaç olup bir toplumun ‘içtimai hayatının’
bütünüdür.
İstanbul’da tarihi yarımadada vuku bulanları, gerektiği gibi
anlamlandırma ve halka önemini gerektiği gibi anlatabilmek için “Kültür ve
Medeniyet değişiminin” ne anlama geldiğinin anlaşılması gerekmektedir. Sosyolog
Malinowski’ye göre “kültürel değişme”, bir başka dünya görüşüne/akaide iltihak
etme olayıdır:
“Kültür değişmesi, bir cemiyetin mevcut nizamını yani
içtimai, maddi ve manevi medeniyetini bir tipten başka bir tipe kalbeden bir
prosestir. Böylece kültür değişmesi, bir cemiyetin siyasi yapısında, idari
müesseselerinde ve toprağa yerleşme ve iskân tarzında, iman ve kanaatlerinde,
bilgi sisteminde, terbiye cihazında, kanunlarında, maddi alet ve vasıtalarında,
bunların kullanılmasında, içtimai iktisadinin dayandığı istihlak maddelerinin
sarfında az çok husule gelen tahavvülleri iktifa eder...” (2)
Kültür ve medeniyet, temel değerlerden neşet eden kendi
içerisinde tutarlı bir bütünlüğü olan ve eklektizmi kabul etmeyen bir olgudur.
Eklektik yapı, daima baskın kültür ve medeniyetin menfaatine çalışır ve
muhatabını asimile edebilir. AB sürecinde Türkiye’de yaşanan ‘zina
tartışmasına’ Verhaugen’in ‘Avrupa değerleri tartışılamazdır’ tarzında verdiği
cevap, bunun en güzel bir örneğidir. Bu çıkıştan sonra halkı Müslüman olan
Türkiye’de zina, AB’ye uyum aşkına, aileye ve topluma karşı işlenen suçlar
hanesinden kaldırılmıştır.
AB sürecinde bizden kendimizi, kimliğimizi, değerlerimizi,
kısacası bizi biz yapan her şeyi reddetmemizi, hatta onlara savaş açmamızı
istemektedirler:
“Hatta ileri gidip şunu bile söyleyebiliriz: Avrupa’da kabul
görmek istiyorsa Müslüman Türk imajının aleyhinde çalışmalar yapılmalı... Çünkü
Türkiye’nin üyeliği konusunda yapılan tartışmalar gelip Türkiye’nin
Müslümanlığına takılıyor... AB bugünkü Türkiye’yi istemiyor. Ne bugünkü siyasi
yapıyı, ne de bugünkü kültürel yapıyı istiyor... Ve en önemlisi tabii, Türk
halkının da Avrupalı değerleri içselleştirip yaşam tarzına yansıtmasını
istiyor. Yani Avrupa gibi olan ve yaşayan bir Türkiye istiyor. Bu bağlamda
azınlıkların, Kürtlerin, eşcinsellerin... vs. kimliklerini daha sesli telaffuz
etmelerini sağlayacak bir süreç işleyecektir.” (3)
Farklılığını ortaya koymak
Farklı değer sistemlerinin oluşturduğu kültür ve
medeniyetler, esas aldıkları temel değerlerinin gereği olarak hayatı
şekillendirirler. Bireye, aileye, topluma çevreye, şehre, sanat ve teknolojiye
ayrı bir renk ve görüntü verirler. Farklılıklarını ortaya koyarlar. Görüntü,
şekil, bu farklılığın dışa yansımasıdır. Bir anlamıyla kendi farkındalığının,
dışa vurmasıdır görüntü. Görüntü, bir yere, bir değere, bir umrana ait olmayı
ifade eder. Toplumlar, kendi kimliklerini temsil edecek şekilde bazı giysileri,
yapıları, mimariyi sembolleştirmişlerdir. Camiler, minareler, medreseler,
kervansaraylar, bahçeli evler ve onların mimarisi, İslam kültür ve medeniyetini
temsil ederler. Bunların var olduğu bir coğrafya, Müslümanların yaşadığının,
farklı bir ruhun, farklı bir dünyanın var olduğunun, işareti olarak kabul
edilir. Benzer şekilde Kiliseler, Havralar, Sinagoglar ve onların sahip olduğu
mimarı de, Hıristiyan ve Yahudi medeniyetinin birer sembolleridir. Kibrit
kutusu gibi yükselen gökdelenler, meyhaneler, birahaneler, barlar, pavyonlar
ise seküler dünyanın, rantiyeci zihniyetin, ruhsuzluğunun, vicdansızlığının, aç
gözlülüğünün, tamahkârlığının, her şeyi metalaştırmasının ve fıtratı ifsat
etmesinin birer sembolleridirler. Farklı kültür ve medeniyetler, farklı sınıf
ve zümreler, farklı kabileler/aşiretler, tarih içinde birbirinden ayrı
özelliklerdeki yaşam tarzları, giysileri, mimarileri, şehir yerleşim ve
görüntüleri ile birbirleri ile mücadele etmiş, rekabet etmiş ve birbirlerine
muhalefet etmişlerdir. Bu açıdan toplumlar, başka toplumun kimliğini temsil
eden giysilerin giyilmesine, mimarilerinin, şehirciliklerinin taklit edilmesine,
bir kimlik sorunu olarak karşı çıkmış; başka toplumlara, kültür ve
medeniyetlere benzememek kavgası vermişlerdir.
Hz. Peygamber bu konudaki temel bakış açısını, teşebbüh (bir
başka kavme, onun temel ayırıcı alametini benimseyecek şekilde benzemek) hadisi
ile ifade etmiştir (4). Bu nedenle Hz. Ömer, Azerbaycan’daki ordu komutanı Ukbe
bin Ferkud’u, yazdığı mektupta, “Lükse, sefahata dalmaktan, müşrik elbisesi
giymekten ve ipek kullanmaktan sakın!..” (4) şeklinde uyarmıştır. Aliyyu’l-Karî
ise, teşebbühü (benzemek), bir toplumun sembolü olanları taklit etme, benimseme
olarak değerlendirmiştir.
İnançları, örf ve adetleri gereği birbirlerine giyim,
mimarı, yaşam tarzı, şehircilik konusunda muhalefet eden toplumlar ve onların
yönetici kadroları, seri mağlubiyet ve başarısızlık durumlarında, bu olgunun
tersi bir davranış gösterebilir ve galipleri taklidi edebilirler. İbni Haldun’a
göre bu davranış, psikolojik ezikliğin, aşağılık kompleksinin bir sonucudur
(5).
Osmanlı İmparatorluğunda ard arda gelen mağlubiyetlerin,
başta padişahlar olmak üzere devletin ileri gelenleri ve aydınları üzerinde son
derece olumsuz etkileri olmuştur. İbni Haldun’un ifade ettiği eziklik ve taklit
etme duygusu tam anlamıyla ortaya çıkmıştır. Osmanlı tarihinde III. Selim, II.
Mahmut ve Abdulmecid zamanında ve sonrasında İbn-i Haldun’un ifade ettiği,
dikkat çektiği icraatlar yapılmıştır. Topkapı sarayında padişahların
elbiselerinde meydana gelen değişimlere bakarak bunu rahatlıkla görebiliriz.
III. Selim’e, yakınlarından birinin; “Padişahım, şapka giyip, Frenk olduk
deyip, sokağa yürümekten gayrı çare yoktur” demesi böyle bir psikolojinin
sonucudur (3). Almanya’ya bir heyetle ziyarete giden Seyit Bey’in; “Olmayacak
bu iş. Bizim karının başına şapkayı giydirip sokağa çıkarmalı. Başka çare yok!”
tarzındaki çözüm arayışları, mağlubiyetlerin Osmanlı aydınlarının zihni
üzerinde yaptığı tahribatın şekil olarak dışa yansımasının bir ölçüsüdür (6).
Bu dönemde aynı davranışı, İstanbul’da uygulanan şehircilik politikalarında
görmek mümkündür.
Bu arayışlarda unutulan nokta, kültür ve medeniyetler arası
mücadelede, görüntünün özel bir anlamı olduğudur. Toplumlar veya sosyal
gruplar, birbirlerine mimarileri, şehircilikleri, giysileri ve yaşam tarzları
ile muhalefet etmektedir. İki toplumsal yapı arasında mücadele varsa, çatışma
varsa, bunun görüntüsü giyime, kuşama, mimariye, şehirciliğe, yaşam tarzına bir
şekilde yansır ve bunlar mücadelenin sembolü haline gelir. ABD’de 11 Eylül
sonrasında Başkan Bush’un yaptığı ilk açıklama, Müslümanları kast ederek, “Bunlar
bizim yaşam tarzımıza karşılar.” demiş olması, 21. Asırda haçlı zihniyetini
yeniden hortlatabilmek için yaşam tarzının farklılığını kullanmak istemesinden
dolayıdır.
Sonuç: Tarihi Yarımada İçin Sesini Yükseltme Zamanı
Roma imparatoru Konstantin, İstanbul’u ele geçirdiği zaman,
hem ismini (Kontantinepolis) hem de mimari yapısını, görüntüsünü
değiştirmiştir. İstanbul’a Hıristiyan bir şehir görüntüsü vermek istemiştir.
İstanbul’un fethiyle birlikte Ayasofya gibi Hıristiyanlığın önemli sembolleri
camiye çevrilmiş, İstanbul görüntü olarak, mimarı olarak İslam kültür
medeniyetine dâhil edilmiştir. Mahalleler, semtler, cami ve mescit merkezli
olarak tasarlanmıştır. Önce cami/mescit yapılmış, sonra da buna uygun,
külliyeler, yollar ve evler inşa edilmiştir. Evler, sokaklar, caddeler, İslam
aile hayatının öngördüğü mahremiyet ve geniş aile yapısı esas alınarak
planlanmış ve düzenlenmiştir.
Cumhuriyet dönemindeki Batılılaşma hareketinin bir sonucu
olarak Osmanlı’dan kalan tarihi mekânların bir kısmı tahrip edilmiş, bir kısmi
yıkılmaya terk edilmiş ve bir kısmının da görüntüsü farklı çevre düzenlemesiyle
gölgelenmiştir. Geçmiş iktidarlar zamanında Dolmabahçe sarayı, Swiss Otelle,
Yıldız Camii, Konrad Otelle, Taşkışla ve Dolmabahçe Camii, Sheraton ve Gök
kafesle gölgelenmiştir.
Son yıllarda büyük şehirlerimiz özellikle cami ve
minarelerle temsil edilen İstanbul şehri, ruhsuz, şekilsiz gökdelenlerle
kirletilerek İslam Kültür ve medeniyetine ait olmaktan çıkarılmaktadır.
Gökdelenlerle çevreden tarihi Yarımada’ya doğru ilerleyen bir kuşatma hareketi,
içerden dışarıya doğru genişleyen bir otelleşme hareketi ile buluştuğunda
tarihi yarımada, hangi kültür ve medeniyete ait olacaktır Bu sorunun cevabının
şimdiden düşünülmesi gerekmektedir.
Tarihi yarımadada İslam Kültür medeniyetin ruhunu ve
görüntüsünü yok etme, Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde Batı kültür
medeniyetinin ön gördüğü bir muhtevaya uydurma bir AB projesi midir Bu nokta,
açıklığa kavuşturulmalıdır.
Bir rey için yeri göğü inletenler, İstanbul için niçin ses çıkarmıyorsunuz?
Dillerinden ayet ve hadisleri düşürmeyenler niçin
susuyorsunuz?
“Tanrı Dağı kadar Türk Hıra Dağı kadar Müslüman” olanlar,
serap mı görüyorsunuz?
“Taksim’e Cami yaparak İstanbul’un fethini tamamlayacağız”
diyen Milli Görüşçüler, nerelerdesiniz?
Unutmayın, bu meseleyi gündeme getirmenin ve çözüme
bağlamanın tam zamanıdır.
Yarın çok geç olabilir.
Kaynaklar
1- Meriç C., Umrandan Uygarlığa, Ötüken Yayınları, İstanbul,
1977, S: 95-120; 40-50.
2- Turhan M., Kültür Değişmeleri, M.Ü. İlahiyat Fakültesi
Vakfı Yayınları No, 16, İstanbul 1997, S: 40-50.
3- Güven,B., Sosyal Demokrat Alman-Türk Forumu Başkanı,
Hamburg Eyaleti Yönetim Kurulu Üyesi Siyaset Bilimci, ile Yapılan Ropörtaj,
Gerçek Hayat, 15 Ekim 2004 Sayı 2004-42(208) S:16-17.
4- Çakan, İ. Sünnette Giyim-Kuşam ve Örtünme, İslam’da
Kılık-Kıyafet ve Örtünme, ISAV, İstanbul, 1987 s.:43-63.
5- Haldun. İ, Mukaddime, MEB. Ankara, c-I, s. 374.
6- Yalçın, H.C., Tanıdıklarım-Seyit Bey, Yedigün, No: 183, 9
Eylül 1936.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder