29 Ocak 2015 Perşembe

11 Eylül 2001 İkiz Kuleler Provokasyonundan 7 Ocak 2015 Karikatür Provokasyonuna Kirli Savaş - 3

 (Milli Gazete)

Geçen iki haftadaki yazılarda, 11 Eylül 2001 provokasyonu ile 7 Ocak 2015 Charlie (Çarli) provokasyonu belli boyutları ele alınıp incelenmişti. Çarli provokasyonunu yapan gücün, kimliği, bu operasyonu yapma nedenleri, amaçları ve hedeflerini daha iyi anlayabilmek için 11 Eylül İkiz Kuleler Provokasyonunu yapan gücün amaçları, nedenleri ve hedefleri üzerinde öncelikle durmakta fayda vardır. Burada, bu konu ele alınacaktır.

11 Eylül 2001 İkiz Kuleler Provokasyonuna doğru ABD yi Rahatsız Eden Gelişmeler

ABD dev tekeller, karteller ve uluslararası şirketlerin hakim olduğu bir ülkedir. Her şey bunların menfaatine göre ayarlanmıştır. Gerek ulusal ve gerekse uluslararası ilişkilerde ölçü, bunların menfaatlerinin korunmasıdır. Bu dev organizasyonların dünya hâkimiyetinin yeni adı Küreselleşme dir. Siyasi programı, Yeni Dünya Düzeni ; hâkim kılma aracı ise Özel Savaş tır (1). Başkan Clinton ın Çalışma Bakanı Robert Reich e göre Küreselleşme sürecinde; ne ulusal ürün ve teknolojiler, ne ulusal şirketler, ne ulusal sanayiler olacak , sınırlar, ekonomik açıdan iyice anlamsız hale gelecektir (1). 1981 yılında Reagan ın Dışişleri Bakanı Alexander Haig, ulusal kurtuluş savaşları ile ABD nin menfaatleri arasındaki zıt bir ilişkinin olduğunu ifade etmiştir (2). 

Prof. Michael Parenti 1995 te yazdığı İmparatorluğa Karşı adlı kitabında, ABD askeri operasyonlarını asıl amacının rakip toplumsal düzenlerin ortaya çıkmasını önlemek , kapitalist bağımlı devlete karşı işleyebilir tüm alternatifleri ortadan kaldırmak ve bağımsız bir gelişme rotası izleyen hiçbir ülkenin, öteki halklar için tehlikeli bir örnek oluşturmasına izin vermemek olduğunu ifade etmektedir (3). Dolayısıyla Öteki uluslar için tehlikeli bir örnek oluşturmak , küreselleşmenin önünde en ciddi ve en tehlikeli bir engel olarak görülmektedir.

İşte 11 Eylül 2001 öncesindeki ABD ye ve dünyaya baktığımızda, kötü örnek oluşturan ve küreselleşmeye ve onun baş patronuna kafa tutan yeni bir dünyanın varlığına şahit oluyoruz:

* Birleşmiş Milletler de İsrail in ırkçı uygulamalarının protesto edilmesi sonucu ABD ve İsrail toplantıdan çekilmiştir.

* Ortadoğu da İsrail sıkışıp kalmıştır. Her geçen gün İsrail e olan düşmanlık artmaktadır. İsrail, sivilleri öldürmekten dolayı uluslararası arenada giderek yalnızlaşmaktadır.

* AB, bir Avrupa ordusu kurarak NATO dışı yeni bir güç oluşturma gayreti içindedir.

* Rusya-İran-Hindistan-Çin yeni bir cephe meydana getirmiştir ve hele Çin, ABD yi hemen hemen hiç kaale almamaktadır.

* Fransa ve Almanya, ABD politikalarına ciddi muhalefet etmektedir.

* Almanya, yeni bir güç olarak, Rusya üzerinden Türki cumhuriyetlerdeki enerji kaynaklarına ve kıymetli madenlere göz dikmektedir.

* Çin, Hindistan ve Pakistan yeni birer nükleer güç olma çabası içindedirler.

* Yapılan tüm baskılara rağmen İran rejimi yıkılmamakta ve yeni ittifaklar içine girerek Çin ve Rusya dan teknoloji transferi yaparak durumunu kuvvetlendirmektedir.

* Afganistan da Taliban yönetimi gittikçe kuvvetlenmekte, Bin Ladin i topraklarında barındırmakta ve korumaktadır. Afyon tarlaları onların kontrolündedir.

* Endonezya ve Malezya da İslâmî hareketler gittikçe kuvvetlenmektedir.

* Sudan da ABD karşıtı İslâmî bir yönetim mevcuttur.

* Somali petrol yatakları birçoğunun iştahını kabartmaktadır.

* Saddam ve Kaddafi, ABD ye rağmen iktidardadırlar

* Kıbrıs ve Ege sorunu çözülememektedir.

* 2030 yıllara doğru dünya doğalgaz ve petrol ihtiyacının %75 ini karşılayacak olan Ortadoğu ve Türki cumhuriyetler enerji ve kıymetli madenler havzası, ABD tarafından kontrol edilmek istenmektedir. Ancak Mevcut durum, buna imkân vermemekte; buralar, yeni oluşan Rusya-İran-Hindistan-Çin ittifakının nüfuz alanı içinde bulunmaktadır.

* Japonya, dünyanın her tarafında ABD firmaları ile çok ciddi rekabet halindedir.

 * ABD savaş sektörünün bir krize girmemesi için dünyanın değişik yörelerinde savaşın devam ediyor olması gerekmektedir. ABD halkı ise, silahlanmaya ve çocuklarının dünyanın başka bölgelerinde ölüme gönderilmesine karşı çıkmakta, yönetimin Füze Savunma Kalkanı Projesine destek vermemekte, yeni bir soğuk savaş sürecini başlatacak her şeye karşı çıkmaktadır. Dev tekellerin istekleri ile halkın istekleri arasındaki çelişki gittikçe derinleşmektedir.

 * Sanayileşmiş toplumlarda özellikle ABD de halkın toplumsal değerlerinde (toplumsal sermaye) çok ciddi çözülmeler meydana gelmekte ve insanlar bunalıma girerek yeni değerler aramaktadır. ABD içinde mevcut hâkim kültürün karşısında yeni bir kültür ( karşı kültür ) oluşmaktadır. İnsanlar, başta İslam olmak üzere diğer doğu dinlerini tercih etmektedirler.

Yukarıdaki maddelere dikkat edilirse Küreselleşmeye, ABD nin patronluğuna ve İsrail in politikalarına en ciddi muhalefet, İslam dünyasından ve Rusya-İran-Hindistan-Çin ittifakından gelmektedir. İslam dünyası sadece ABD nin hegemonyasına başkaldırmıyor, aynı zamanda insanlara ayrı bir yaşam tarzı ve ayrı bir dünya görüşü de sunmaktadır. Müslümanlar; tüketime, lüks ve israfa, sınıfsal ayırıma karşı olan bir düşünce ve yaşama tarzını bir alternatif olarak dünya insanlığına sunmaktadırlar. Batı toplumlarında insanlar, Batı türü yaşam tarzına karşı ciddi bir tepki göstererek İslam ı benimsemeye başlamışlardır.

Batı yönetimleri için en kötü ve en tehlikeli örnek, İslam ın bir yaşam tarzı olarak 21. asırda ilgi görmüş olmasıdır. 1990 lı yıllarda Avrupa da on üçüncü ulus olarak kabul edilen Müslümanların tasfiye edilmesi bir hesaplaşmanın yapılması öngörülmektedir (4).

11 Eylül gününün hemen ertesinde, tüm İslam coğrafyasını suçlu konumuna sokacak, hiçbir delile dayanmayan bir suçlular listesinin kamuoyuna sunulması, bir rastlantı değildi. İslami terör , yeni bir kavram olarak üretilip kamuoyuna servis edilmiş ve olay, İslam a mal edilerek bizzat İslam hedef alınmıştır. Amaç, Medeniyetler çatışması tezine uygun olarak İslami, büyük, tehlikeli bir düşman olarak Batı dünyasının şuur altına yerleştirmekti. 

Başkan Bush un konuşmasında, 21. Yüzyıl Haçlı Seferleri başlatılmıştır ifadesinin yer almış olması, bir tesadüf değildi. İfadeler son derece dikkatlice seçilmişti ve Hıristiyan bir dünyaya verilen özel bir mesajdı. Başlatılmış olan uzun soluklu bir savaşın mahiyetini bu kavramla anlatmak istiyordu. Başlatılan bu yeni dönem savaşın ( Özel Savaş ) en temel özelliği, Yarbay Oliver North a göre, hiçbir ahlaki değerinin olmaması, tamamen yalana ve aldatma üzerine inşa ediliyor olmasıdır (5). Halkı İkna Etmek: Korku ve Terör Düşük yoğunluklu ve uzun süreli kirli bir savaşı başlatabilmek için önce ABD halkının, sonra da Batı toplumlarının ikna edilmesi gerekmekteydi. Halkı dehşete düşürecek, çok büyük bir tehlike ile karşı karşıya kaldığına ikna edecek ve o panikle savaş baltalarını biletecek bir eyleme, bir olaya ihtiyaç vardı. 11 Eylül böyle bir olaydır. ABD yönetimleri; halka korku salarak halkın hükümet politikalarına reaksiyon göstermesini engellemeyi, özel savaşın bir gereği olarak görmüşlerdir. Yarbay Oliver North a göre, Amerikan vatandaşları dünyanın büyük tehlikelerle dolu olduğunu, Amerikan ulusunun bu tehlikeli dünyada risk altında olduğunu bilmek zorundadır (2). 

Diğer taraftan dönemin dışişleri bakanı George Shultz; düşük yoğunluklu bir savaşın yeni dünya düzeninin güvenliği açısından kaçınılmaz olduğunu ileri sürerken, gerekçe olarak Amerikalıların büyük bir tehdit ve tehlike altında olduğunu göstermiştir (2).

11 Eylül İkiz Kuleler Provokasyonu: ABD Derin Devletinde Bir İç Hesaplaşma

ABD, ABD nin Politikalarına ters düşen ülkeleri, istenen dairenin içine almak ve dünyanın önemli enerji kaynak ve yollarını kontrol altına alabilmek için girişeceği kirli savaşın haklılığına, ABD halkını ikna etmek zorundaydı. Bunun için ABD halkının büyük bir düşman, tehdit altında olduğunu ona göstermesi gerekmekteydi. Bu olayın bir boyutu idi, diğer boyutu ise, Neocon-Siyonist ittifakı ile ABD milliyetçileri (WASP) arasında gittikçe keskinleşen ve derinleşen kavgadır. 

ABD milliyetçileri (WASP) ikiz kuleleri vurarak bir taraftan Neocon-Siyonist ittifakına mesaj verirken diğer taraftan hem ABD halkını hem de dünya kamuoyunu teröre karşı mücadeleye ikna etmiştir. İkiz Kulelerin, Siyonist sermayenin merkezi olduğunu, olaydan sonra Siyonist sermayenin, Londra ya taşınarak İngiltere ile özel bir ittifak yaptığını göz önüne alırsak, ABD deki iç çatışmanın boyutunu daha açık görebiliriz.

Sonuç

11 Eylül Provokasyonu; Amerikan kamuoyunu düşük yoğunluklu bir savaşa ikna edebilmek için, Küresel ABD Derin Devleti tarafından şeytanca hazırlanmıştır. Suçlu ilan edilenlerin listesine baktığımızda; İslam coğrafyasının tümü, boy hedefi haline getirilip dolaylı olarak hem suçlu, hem de düşman konumuna sokulmuşlardır. Dolayısıyla düşük yoğunluklu savaşın ilk muhatapları Müslüman ülkeler olmuştur. Afganistan ve Irak farklı zamanlarda işgal edilmiş; Yemen, Sudan, Somalı, Pakistan iç kargaşa içine sokulmuştur. Iran iki bölgeden kuşatılmıştır. Diğer taraftan Küresel ABD Derin Devleti, bu eylemi Müslümanlara yamamakla, Batıda kesif bir Müslüman düşmanlığını başlatmış; Batı insanının İslam a bakışını olumsuz yönde etkilemiştir.

Kaynaklar

1 Akfırat, A., Özel Savaş Pentagon ve CIA Belgeleriyle, Kaynak y., İstanbul. (1997) s:111

2 Akfırat, A., age s:199-201

3 Parenti, M., İmparatorluğa Karşı, Çeviren Özcan Buze, Kaynak y., İstanbul. (1996) s:49-50

4 Kotkin, J., Dünya Ekonomisine Yön Veren Kabileler , NPQ, c.1/3, 1992, s. 50-55

5 Akfırat, A., age s: 69-71.

22 Ocak 2015 Perşembe

11 Eylül 2001 İkiz Kuleler Provokasyonundan 7 Ocak 2015 Karikatür Provokasyonuna Kirli Savaş - 2

 (Milli Gazete)

Giriş

7 Ocak 2015 Fransa nın başkenti Paris te haftalık dergi Charlie (Çarli) Hebdo ya, 12 kişinin hayatını kaybettiği profesyonelce bir saldırı düzenlenmiştir. Yapılışı itibarıyla 11 Eylül 2001 saldırısı ile mukayese kabul etmeyen bir eylem olmasına rağmen, Fransa nın 11 Eylül ü , İslam ın 11 Eylül ü olarak dünya kamuoyuna servis edilmiş ve İslam a daha örtülü ifadeler kullanılarak savaş açılmıştır. Bu iki olayın büyüklüğü hariç, birbirleri ile benzer tarafları bulunmaktadır. 

Olayların yapılış şekilleri, İslam ve Hıristiyan dünyasında meydana getireceği etkiler, olayların muhtemel sonuçları açısından her iki olayın mukayese edilmesinde fayda vardır. Geçen hafta, her iki olayın icra ediliş ve kamuoyuna sunuluş şekli ele alınarak incelenmiştir. Burada her iki olayda çatışan/savaşan karanlık güçlerin kimler olabileceği konusu ele alınıp tartışılacaktır.

İhtimaller

7 Ocak 2015, Fransa nın başkenti Paris te haftalık dergi Charlie (Çarli) Hebdo ya, 12 kişinin ölümüyle sonuçlanan baskının stratejisini kimin çizdiği, planladığı, organize edip icra ettiği ya da ettirdiği, kimi taşeron olarak kullandığı En hayatı soru budur. Medyada yürütülen Psikolojik Harekât, olayın çok uzun vadeli sonuçlarının olabileceği ve bu olaya dayalı olarak birilerinin uzun vadeli stratejik hedeflerinin olduğu anlaşılmaktadır. Psikolojik savaşın şiddeti bunun bir göstergesi olarak değerlendirilmelidir. Bu olayın gerçekleştirilmesi ile ilgili muhtemel ihtimalleri, aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

1- Fransa da yaşayan ve Fransız vatandaşı olan göçmenlerin 3. ve 4. Kuşağının içinde bulunduğu duruma dikkat çekmek için Fransa daki göçmenler tarafından organize edilen ve iki kardeş tarafından icra edilen bir intihar saldırısıdır.

2- 2012 yılında Hz. Peygambere karikatür üzerinden yapılmış bir hakareti, yeni duymuş(!) Fransız vatandaşı olan Cezayir kökenli iki kardeş, intikam almak arzusuyla kendi başlarına planlamış, organize etmiş ve icra etmişlerdir.

3- 2012 yılında Hz. Peygambere karikatür üzerinden yapılmış bir hakareti, yeni duymuş olan(!) El Kaide (Yemen El Kaidesi), IŞİD gibi örgütler, bunun hesabını sormak, intikamını almak için planlamışlar, organize etmişler ve icra edilmek üzere Fransız vatandaşı, Cezayir kökenli iki kardeşi bu iş için görevlendirmişlerdir.

4- Yaşlanan Fransa, kökenleri Müslüman olan ve fakat kendi dil ve dinlerini gereği gibi bilmeyen ve fakat sisteme tam olarak da entegre olup asimile olmayan bu insanları, Fransız kabul etmeyip öteki olarak görmektedir. Fransız derin devleti, bunların nüfuslarının Fransızların aleyhine artmasını tehlike olarak kabul etmektedir. Bunları ülkelerine geri gönderebilmek, hareket alanlarını kısıtlamak çoğalmalarını azaltmak için bir provokasyon yapmıştır.

5- Yaşlanan Avrupa, kökenleri Müslüman olan, fakat kendi dil ve dinlerini gereği gibi bilmeyen ve fakat sisteme tam olarak entegre olup asimile olmayan bu insanları, Avrupalı kabul etmeyip öteki olarak görmektedir. AB nin derin güçleri bunların nüfuslarının Avrupalıların aleyhine artmasını tehlike olarak kabul etmektedir. Bunları ülkelerine geri gönderebilmek, hareket alanlarını kısıtlamak, artışlarını engellemek ve pegida hareketine destek verip kuvvetlenmesini sağlamak için bir provokasyon yapmıştır. Bu provokasyonla, olay bahane edilerek İslam coğrafyasında birçok stratejik ülkeye müdahale etme gerekçesi hazırlanmıştır, tıpkı 11 Eylül 2001 İkiz Kuleler provokasyonunda olduğu gibi.

6- ABD-İsrail/Siyonizm-İngiltere ittifakı, son zamanlarda Fransa nın ittifaka rağmen daha bağımsız politikalar izlemesinden şikayetçidir. Çizginin dışına çıkan, bağımsız politikalar uygulayan Fransa daki mevcut yönetime iyi bir ders vererek kendilerine çizilen dairenin dışına çıkmamaları için yapılmış bir uyarıdır. Aynı zamanda Avrupa coğrafyasındaki Pegida hareketinin şiddete başvurması, baskıyı artırması; böylelikle AB yönetimlerini istikrarsızlaştıracak bir ortamın hazırlanması için yapılmıştır.

Bu 6 ihtimalden hangisi daha gerçekçidir Bunu anlamak için Fransa üzerinde etkili olan dinamiklere bakmakta fayda vardır.

Fransa ve Etkili Dinamikler

Stratejiler, genel olarak ülkeleri değerlendirirken iç, bölgesel ve küresel üç dinamiği birlikte ele alırlar. Fransa da vuku bulan 7 Ocak 2015 Çarli provokasyonunu, bu üç dinamiği ele alıp incelemekte yarar vardır.       

Fransa ve Avrupa nın İç dinamikleri

Fransa, Avrupa coğrafyasında tarihi, kültürel arka planı ve coğrafi konumu itibariyle en stratejik ülkelerinden biridir. Tarih boyu sömürgeci ülke olmuş, hâlâ rengi ve şekli değişmiş olmakla birlikte Afrika da ciddi sömürgeleri vardır. Laikliğin kalesi olarak bilinir ve Fransız aydınlarının tüm dinlere karşı keskin bir muhalefeti vardır. Laiklik anlayışları, ateizme yakın olarak nitelendirilebilir. Fransa da Fransızların haricinde etkili olan iki ana dinamik daha vardır: 1- Nüfus olarak, her geçen gün etkisi artan Müslümanlar, Göçmenler; 2- Çok güçlü olan Siyonist lobi.

Fransız laikler, hem Fransa da hem de Avrupa da Müslüman nüfusun çoğalmasından ve etkili olmasından rahatsızdırlar. Laiklerin yanı sıra Fransız mason ve Siyonistleri de, bu durumdan çok rahatsızdırlar. Türkiye de AKP ve MHP işbirliği ile mecliste, 411 oyla üniversitede başörtüsünün serbest olması yasası çıkarılmıştır. Bu yasaya en sert tepki, Fransız masonluğu meşriki azamlığından gelmiştir. Meşriki azam, başörtüsünün serbest kalmasının irtica, geriye dönüş olduğunu, buna müsaade etmelerinin mümkün olmadığını ve Türk Masonları ile çok iyi dost olduklarını söylemiştir. 

Bununla bağlantılı olup olmadığını bilememekle beraber bu açıklamanın hemen ardından Anayasa Mahkemesi, meclisten çıkarılan bu kanunu acil bir şekilde görüşüp ret etmiştir. Bu, Fransız Masonluğunun gücünün bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Özelde Fransa ve genelde AB ülkeleri için göçmenler ve Müslümanlar, çok ciddi bir sorun olarak kabul edilmektedir. Eski Alman Başbakanı Schmidt Geleceğin Devletleri kitabında, ABD, dünyayı bir medeniyetler çatışmasına sürüklüyor. Avrupa açısından bu medeniyetler çatışması , ülkelerimizde çalışan Müslüman Afrikalılar ve Türklerle çatışmadır. Avrupa bu çatışmanın yaratacağı istikrarsızlıkları nasıl göğüsleyebilecektir. Bu durumda, bırakın milyonlarca Türkü Avrupa ülkelerine kabul etmeyi, bugün çalışan milyonlarca Türkü kendi yurtlarına nasıl geri göndereceğiz, bunun yollarını bulmamız gerekir. (1) demiş olması, bugün AB de yükselen Pegida hareketini anlamlandırma açısından çok önemlidir. 

Alman Eski Başbakanı Schmidt, kitabında üstü kapalı bir şekilde, ABD nin, medeniyetler çatışması tezi çerçevesinde, Avrupa daki Müslüman unsurları istismar ederek AB yi istikrarsızlaştırabileceği tehlikesine dikkat çekmekte; buna bir tedbir düşünülmelidir, demektedir. Diğer taraftan Avrupa nın İslamlaşmasını korkuya dönüştürme noktasında en fazla gayret sarf edenler, Siyonistlerdir. Medeniyetler Çatışması tezini ortaya atan, katı bir Siyonist olan Samuel Hantington olduğunu unutmamak gerekmektedir. Huntinton gibi keskin bir Siyonist olan Bernard Levis, 1990 yılında yazdığı bir makalede, Batının tarihi şuur altına hitap ederek, medeniyetler çatışmasına dikkat çekerek İslam düşmanlığını uyandırmaya ve diri tutmaya gayret sarf etmiştir: Bir medeniyetler çatışmasından daha az bir şey değildir bu: belki irrasyonel ama bizim Judeo-Hıristiyan mirasımıza seküler varlığımıza ve her ikisinin dünya çapında ki genişlemesine karşı, kesinlikle eski bir rakibin tarihi bir tepkisidir... (2) 

Keza gene Bernard Levis, Almanya da yayınlanan Die Welt (28.7.2004) e verdiği röportajda Avrupa İslamlaşacak diyerek Avrupalıları İslam la mücadeleye çağırmaktadır: Bu yüzyılın sonunda Avrupa İslamîleşecek... Avrupa, Arap dünyasının batısı olan Mağribin bir parçası olacak. Göç ve demografi bunu göstermektedir. Avrupalılar geç evleniyorlar ve çocuk yapmıyorlar ya da az çocukları oluyor. Fakat büyük bir göç söz konusu; Almanya da Türkler, Fransa da Araplar, İngiltere de de Pakistanlılar var. Bunlar erken evlenip çok çocuk yapıyor. Bugünkü eğilime bakılırsa, en geç 21. yüzyılın sonunda Avrupa nın nüfusunda Müslümanlar çoğunlukta olacak. (3) 1990 lı yıllarda 12 ülkeden/ulustan meydana gelen AB içerisinde yaşayan ve on üçüncü ulus olarak kabul edilen Müslümanlarla bir hesaplaşma öngörülüyordu: Batıdaki Müslümanların çoğalmasıyla birlikte Avrupa da on üçüncü ulus ortaya çıktı... Bunun yarattığı korku giderek bütün Batıyı sarıyor... Batı ile Avrupa daki on üçüncü ulus arasındaki sürtüşmenin bundan sonraki aşaması tarihi bir hesaplaşmaya kadar varabilir. (4) Avrupa nın İslam la olan ilişkisi ABD nin İslam la olan ilişkisinden çok farklı olup kökleri tarihin derinliklerine kadar uzanır. Avrupa, Endülüs le batıdan, Osmanlı ile doğudan kuşatılmanın şuuraltında meydana getirdiği kırılmayı unutamamaktadır. 

Avrupa nın şuuraltında İslam a karşı oluşmuş fay hatları ve bir İslamofobi (İslam Düşmanlığı) vardır. Bu açıdan bakıldığında Pegida hareketinin yükseldiği bir dönemde göçmenler ve Müslümanlar üzerindeki baskının şiddetlenmesi ve göçe zorlanmaları ve düşmanlıkların tazelenmesi amacıyla Fransız ve/veya AB derin devlet mekanizmaları bu provokasyonu gerçekleştirmiş olabilirler. Bu bir ihtimal olarak göz önüne alınmalıdır. Ancak Alman Eski Başbakanı Schmidt in kitabında, ABD nin, Medeniyetler çatışması tezi çerçevesinde Avrupa daki Müslüman unsurları istismar ederek AB yi istikrarsızlaştırmak istediği iddiasını göz önüne aldığımızda; istikrarsızlaşma politikalarının AB nin işine gelmediği, yaramadığı anlamında değerlendirilmelidir. Diğer taraftan Bernard Levis gibi katı Siyonistlerin AB içerisinde Müslüman nüfusun artışını AB için ciddi bir tehlike olarak görüp hesaplaşma çağrısı yapmaları, bu yolla AB yi istikrarsızlaştırmak istemeleri, 7 Ocak 2015 Çarli Provokasyonunda, Fransız ve AB derin devlet mekanizmalarından daha ziyade ABD-İsrail/Siyonizm-İngiltere İttifakının daha ciddi bir rol aldığını göstermektedir.

Kaynaklar

1- Aydınlık, 13.11.2005. S:46.

2-. Huntıngton S., Medeniyetler Çatışması, Vadi Yayınları, Ankara, 1997.

3- Birol Akgün, Faşizm, Bilim ve Çatışmacı Zihniyet: Huntıngton, Lewis ve Batının Bitmeyen Düşmanları, Liberal Düşünce, yıl 9, sayı 35 yaz 2004 S: 109-112

4- Kotkin, J., Dünya Ekonomisine Yön Veren Kabileler , NPQ, c.1/3, 1992, s. 50-55.

16 Ocak 2015 Cuma

11 Eylül 2001 İkiz Kuleler Provokasyonundan 7 Ocak 2015 Karikatür Provokasyonuna Kirli Savaş - 1

 (Milli Gazete)

Giriş

11 Eylül 2001 günü ABD iki sivil uçak New York taki ikiz kulelere, bir sivil uçak Pentagon a(!) çarpıyor. Bir sivil uçak da, ABD Başkanının olduğu söylenen Air Force One uçağını vurmak için ararken boş bir araziye düşüyor ya da düşürülüyor. İslami terör (!) denerek İslam dünyasına, 21. Asrin haçlı seferleri adı ile bir savaş ilan edilmiş ve ardından Afganistan ve Irak işgal edilmiştir. 7 Ocak 2015 Fransa nın başkenti Paris te haftalık dergi Charlie Hebdo ya, 12 kişinin hayatını kaybettiği profesyonelce bir saldırı düzenlenmiştir. 

Yapılışı itibarıyla 11 Eylül 2001 saldırısı ile mukayese kabul etmeyen bir eylem olmasına rağmen, Fransa nın 11 Eylülü , İslam ın 11 Eylülü olarak dünya kamuoyuna servis edilmiş ve İslam a daha örtülü ifadeler kullanılarak savaş açılmıştır. Bu iki olayın büyüklüğü hariç, birbirleri ile benzer tarafları bulunmaktadır. Olayların yapılış şekilleri, İslam ve Hıristiyan dünyasında meydana getireceği etkiler, olayların muhtemel sonuçları açısından her iki olayın mukayese edilmesinde fayda vardır. Burada, öncelikle her iki olayın icra ediliş ve kamuoyuna sunuluş şekli ele alınarak bir sorgulama yapılacaktır.

İki Olayın İcra edilmesinde ve Kamuoyuna Sunulmasındaki Benzerlikler

Birinci Benzerlik:

11 Eylül 2001, ABD ikiz kulelerinin vurulması provokasyonunda, ilk günlerdeki yorumlar; eylemin çok uzun vadede (en az üç yıl), uzun bir eğitim döneminden sonra, yüksek istihbarat ve yüksek teknolojiye sahip, her tarafta eli ayağı bulunan uzman bir ekip tarafından, son derece zekice ve mesaj yüklü bir tarzda yapıldığı istikametinde olmuştur. Ancak bu ilk değerlendirmeler, ABD yönetiminin Usame bin Ladin i hedef göstermesinden sonra birden değişmiş; buraları vurmanın sıradan bir iş olduğu , profesyonelliğe gerek olmadığı ve herkesin bunu başarabileceği ifade edilmeye başlanmıştır. Neden 7 Ocak 2015 Fransa da Charlie Hebdo Provokasyonunda, Paris in göbeğinde, Charlie Hebdo dergisine çok profesyonelce bir baskın düzenlenmiş ve 12 kişi öldürülmüştür. Başlangıçta, olayın çok profesyonelce yapıldığı yorumları yapılırken; daha sonra amatörlük çağrışımı yapan bilgiler servis edilmeye başlanmıştır. Neden?

İkinci Benzerlik:

11 Eylül 2001, ABD ikiz kulelerinin vurulması provokasyonunda, toplam 50-100 kişilik bir eylemci gruptan söz edilmiş olmasına rağmen böylesi büyük bir operasyondan haberdar olamayan istihbarat örgütleri, 24 saat içinde 19 kişi oldukları iddia edilen eylemcilerin kimliklerini, hangi ülkelerden ve hangi örgütlerle irtibatlı olduklarını, anında tespit edebilmiş, çeliği eriten bir yangının külleri arasında yanmayan kimlik kartlarını bulabilmiştir. FBI ajanı (Adnan Burkarı), bir yıl önce ölen (Amir Abbas Burkarı) ve Kazablanka da bulunan şahıslar, listeye nasıl girdiği ise bir türlü anlaşılamamış ve de açıklanamamıştır. 

7 Ocak 2015 Fransa da Charlie Hebdo Provokasyonunda, eylemcilerin tüm kimlik bilgileri, arabalarında unuttukları iddia edilen kimlikten tespit edilip medyaya servis edilmiştir. Olay, Cezayir kökenli, Fransız vatandaşı iki kardeşe anında mal edilmiş, bütün şecereleri belirlenip kamuoyuna sunulmuştur. Sabıkalı Şerif Kouachi nin El Kaide örgütüne destek vermekten dolayı Fransa da hapis yattığı, abisi Said Kouachi Yemen de El Kaide terör kampında eğitim gördüğü, Kouachi kardeşlerin yıllardan beri CIA tarafından, El Kaide teröristi olarak bilindiği ve terörist listesinde yer aldığı, haklarında ABD ye giriş yasağı bulunduğu ve karıştıkları tüm eylemler, kamuoyuna servis edilmiştir. İkiz kuleler olayında olduğu gibi aranan bu terörist kardeşlerin Fransa ya nasıl girdikleri ya da sokuldukları, kimlerle temas kurdukları, lojistik desteği kimin sağladığı hiç sorgulanmamaktadır. 

Belki de 11 Eylül İkiz Kulelerin vurulmasında olduğu gibi hiçbir zamanda sorgulanmayacak, tüm delil ve failler yok edilecektir. Eylemi yapanlarla öldürülenlerin farklı şahıslar olabileceği hiç sorgulanamayacaktır.

Üçüncü Benzerlik:

11 Eylül 2001, ABD ikiz kulelerinin vurulması provokasyonunda, uluslararası bir terörle karşı karşıya kalındığı; uluslararası teröre ve bunları barındıran devletlere karşı uluslararası bir savaş verilmesi gerektiği şeklinde bir kampanya başlatılmıştır. Ancak dikkati çeken husus, uluslararası terörden kastedilenin yalnızca halkı Müslüman olan ülkeler olmuş olmasıdır. Medya aracılığıyla yapılan şartlandırmayla teröristle Müslüman özdeşleştirilmek istenmiş, yeni bir kavram olarak İslami terör literatüre sokulmuştur. 

7 Ocak 2015 Fransa da Charlie Hebdo Provokasyonunda, baskını yapanların Allahuekber diye bağırdıkları, El Kaide mensubu oldukları , Peygambere yapılan hakaretin intikamını aldıkları ve Charlie Hebdo yu öldürdük şeklinde konuşmalar yaptığı iddiası ile provokasyon, İslam ı terör olarak nitelendirilip büyük bir kampanya başlatılmıştır. Bu eylemi yapan herkesin, bu ifadeleri bilinçli bir şekilde kullanarak yanlış hedef gösterme ihtimalinin olabileceği, tartışmaya bile açılmadan hüküm verilmiş, suçlu ilan edilmiştir.

Dördüncü Benzerlik:

11 Eylül 2001, ABD ikiz kulelerinin vurulması provokasyonunda, herkesi uydudan takip edebildiğini söyleyen ABD istihbarat örgütleri, 4-5 sivil uçağın aynı anda kaçırılmasından haberdar olamamıştır. Nedense kaçırılan uçaklardan hiçbiri, kulelerle irtibata geçememiş ve fakat yolcular aileleriyle görüşebilmiştir. Yolcuların görüştüğü ailelerden hiç kimse, polise haber vermeyi akıl edememiştir. Ya da haber vermişlerse niçin güvenlik harekete geçmemiş; hiçbir savunma sistemi otomatik olarak devreye girmemiştir Pentagon un erken uyarı ve güvenlik sistemini kimin devre dışı bıraktığı açıklanmamıştır. 

7 Ocak 2015 Fransa da Charlie Hebdo Provokasyonunda, medya yer alan bilgilere göre eylemciler oldukça sakin ve profesyonel , özel askeri eğitim aldıkları anlaşılmaktadır. Böylesi profesyonel bir ekip, Charlie Hebdo nun bulunduğu sokakta önce derginin arşivinin bulunduğu binaya (6 numaralı bina) gitmiş, oranın merkez olmadığını anlayınca iki el ateş edip çıkmış, derginin merkezine (10 numaralı bina) girdiklerinde ise ofislerin hangi katta olduklarını bilememiş, sorarak öğrenmişlerdir. Son derece profesyonel bir ekip, son derece amatör bir eylem yapmaktadır. Bu sizce mantıklı mıdır Derginin çalışanları, etrafa rastgele ateş ederek karikatüristlerin çalıştığı ofisi soran maskeli silahlı kişileri, polise niçin bildirmediği; bildirdi ise polisin niçin gelmediği anlaşılabilir değildir.

Beşinci Benzerlik:

11 Eylül 2001, ABD ikiz kulelerinin vurulması provokasyonundan önce Amerikan istihbarat servislerinin bir terör saldırısı bekledikleri, ama zamanını bilemedikleri sürekli ifade edilmeye başlanmış ve bu çerçevede bir kamuoyu oluşturulmuştu. Buna rağmen 50-100 kişilik bir grup ABD ye sızıp eylemi gerçekleştirebilmiş olması mantıklı mıdır? 

7 Ocak 2015 Fransa da Charlie Hebdo Provokasyonundan önce, bir saldırının Paris te olacağı bekleniyordu; ama ne zaman olacağı bilinmiyordu. Yılbaşından önce Fransız polisi ve istihbaratı yüksek alarma geçirilmişti. Böylesi yüksek bir alarma karşılık iki gariban Cezayirli kökenli kardeş, Fransız devletini ters köşe yaparak eylem gerçekleştirebiliyor, tüm dünyayı ayağa kaldırabiliyor. İlginç değimli

Altıncı Benzerlik:

11 Eylül 2001, ABD ikiz kulelerinin vurulması provokasyonunda, sivil uçakların nasıl ele geçirildiği bilinemediği gibi 7 Ocak 2015 Fransa da Charlie Hebdo Provokasyonunda da, farklı katlardaki şifreli iki çelik kapının nasıl açıldığı, şifrenin nasıl elde edildiği bilinmemektedir.

Yedinci Benzerlik:

11 Eylül 2001, ABD ikiz kulelerinin vurulması provokasyonunda, Başkan ın Air Force One adlı uçakta olduğu bilgisi, eylemcilere nasıl ulaştığı izah edilememiştir. Başkanın uçağını koruyacak savaş uçaklarının, başkanın çevresinde olmadığı bilgisi medyada sürekli yer almıştır. 7 Ocak 2015 Fransa Charlie Hebdo provokasyonunda, Pazartesi olan dergi yönetim kurulu, Çarşamba gününe alınmış ve toplantılara katılmayan karikatüristler, topluca toplantıya davet edilip katılmaları sağlanmıştır. Gün değişimi ve katılımcalar bilgisi saldırganlara nasıl ve kim tarafından ulaştırılmıştır; bu, bilinmemektedir. Bu bilgileri servis edenlerin kimler olduğu sorgulanmamaktadır. Yaptığı yayınları sebebiyle 2011 den beri dergi, polis korumasına alınmıştır. Ancak baskın günü hiçbir güvenlik mensubu görev bölgelerinde bulunmamıştır. Güvenlik kameraları, devre dışı bırakılmıştır. 

Güvenlik kameralarının devre dışı bırakıldığı bir mekânda, medyaya servis edilen görüntüler, kim tarafından hangi amaçla çekilmiştir Görüntülerin montaj olup olmadıkları hiç sorgulanmamış, tesadüfen orada bulunan ve eylemciler tarafından vurulan polis memurunun, Hayır, sorun yok şef diye katillerine cevap vermesi, kim tarafından, nasıl duyulup kayıt altına alındığı bilinmemektedir.

Sekizinci Benzerlik:

11 Eylül 2001, ABD ikiz kulelerinin vurulması provokasyonunda, ABD içerisinde en az 3 yıllık bir hazırlık döneminde uçak kullanmayı öğrenip hiç iz bırakmayan profesyoneller, nasıl olup da kullandıkları arabalarda Kur an ve Arapça yazılı uçak kullanma kılavuzları bırakabilmişlerdir Ertesi gün ölüme gidecek bir mücahit(!), nasıl olurda bir gece önce bara gidip kafayı çeker ve ertesi günün çok muhteşem olacağını söyleyebilir Bu bilgiyi kim nasıl elde etmiştir 7 Ocak 2015 Fransa Charlie Hebdo provokasyonunda, son derece profesyonel oldukları ifade edilen eylemciler, her nedense kimlikleri arabada unutmakta; cihadist bayrak bulundurmaktadır. Profesyonel bir eylemde herkesin dikkatini çekecek şekilde arabanın kapıları açık tutulmaktadır.

Sonuç: Eylemin Amacı İki Yıl Önceki Karikatürlerin İntikamını Almak İmiş

Eylemcilerin, Hz. Peygambere yapılan hakaretin intikamını almak amacıyla eylemi gerçekleştirdikleri, medyaya servis edilmiş ve ısrarla gündemde tutulmaya çalışılmıştır. 2011 yılından bu yana, iki yıl içerisinde, Hz. Peygamberle ilgili hakaret içeren herhangi bir karikatür çizilmediğine göre bu eylemciler ya da onların dâhil olduğu örgüt, bu hakaret olayını anlaşılan iki yıl sonra duymuş, öğrenmiş ve intikam almaya kalkmıştır. Bu mantıklı mıdır Yeniçerinin biri, Yahudi nin birini ulan siz Hz İsa yı öldürdünüz diyerek öldürmeye kalkmış. Yahudi kaçarken arkadaş o olay 1500 sene önce vuku buldu, benim suçum ne dediğinde; yeniçeri ben onu bunu anlamam, ben şimdi duydum diye bir cevap vermiştir. 7 Ocak 2015 Fransa Charlie Hebdo provokasyonunun bundan farklı bir tarafı var mıdır?

İki yıl önceki bir olayın iki yıl sonra intikamını almaya kalmak mantıklımıdır?

Öyleyse ne planlanmaktadır?

Çizilen strateji nedir?

Olayın gerçek aktörleri kimlerdir?

8 Ocak 2015 Perşembe

Ey İman Edenler! Nereye Gidiyorsunuz? - 2: Talut'un Mücadelesinden Alınacak Dersler

(Milli Gazete)

Giriş

Müslüman ın zihin dünyasında bir med cezir hali olan dünyevileşme, ne laikleşme ne de sekülerleşmedir. Geçici bir kalp kararması, baskın nefsi emare halidir. Dünyevileşme, Makam-Asalet Tutkusu ve Mal-Mülk-Servet Tutkusu olmak üzere iki ana eksende tezahür etmektedir. Burada, Müslümanların zihin dünyasında meydana gelen kırılma/med cezir ile ilgili Bakara süresi 246-253 ayetleri çerçevesinde bir sorgulama yapılacaktır.

Allah Yolunda Savaş ve Arınma

Talut ile Calut un mücadelesi, Hakla Batılın mücadelesinde ilginç örneklerden biridir. Mücadelenin başlangıcından sonucuna kadar vuku bulan bir kısım olaylar, tevhidi mücadelede daima göz önüne alınması gereken dersler içermektedir. Tefsirlerde yer aldığı şekliyle İsrail oğulları, Mısır ile Filistin arasında yerleşmiş bulunan Calut un hükümdarları olduğu Amalıkalılar, İsrail oğulları ile yaptıkları savaşlarda galip gelmişler, ülkelerinin büyük çoğunluğunu işgal edip kendi ülkelerine katmışlar, çocuklarını alıp götürmüşler, Tevratlarını almışlar ve kalanlarını da vergiye bağlamışlardır (1-4).

 Ülkelerinin büyük bir kısmını kaybetmiş olmaları, çocuklarının esir alınması, Tevratlarının alınması ve kendilerinin vergiye bağlanması nedeniyle İsrail oğullarında büyük bir öfke ve intikam arzusu meydana gelmiştir. Bu psikolojinin etkisi ile Peygamberlerine baskı yaparak Allah tan kendilerine bir melik/komutan göndermesini ve savaş izni verilmesini talep etmişlerdir:

[002.246] Musa dan sonra İsrail oğullarının önde gelenlerini görmedin mi Hani, peygamberlerinden birine: «Bize bir melik gönder de Allah yolunda savaşalım» demişlerdi, O: «Ya üzerinize savaş yazıldığı halde, savaşmayacak olursanız » demişti. «Bize ne oluyor ki Allah yolunda savaşmayalım Ki biz yurdumuzdan çıkarıldık ve çocuklarımızdan (uzaklaştırıldık.) « demişlerdi. Ama onlara savaş yazıldığı (öngörüldüğü) zaman, az bir kısmı dışında (çoğunluğu) yüz çevirdiler. Allah zalimleri bilir. Peygamberleri, İsrail oğullarının savaş izni talebine karşılık onları uyarmıştır. Savaş izninin verilmesi durumunda, savaşmayacak olurlarsa, çok daha kötü sonuçların doğabileceği konusunda Peygamberleri onları uyarmıştır. Bu uyarı, dikkat çeken önemli bir noktadır. 

Çünkü genellikle duygusal talep ve tepkiler, hamasi konuşmalar, hayatın pratik gerçekleri ile yüz yüze gelindiğinde, tereddütlere sebebiyet verebilmektedir. Peygamberlerinin İsrail oğullarını bu anlamda uyarması, mücadelenin genel kanuniyetine uygundur. Bu uyarıya rağmen, İsrail oğullarının Bize ne oluyor ki Allah yolunda savaşmayalım Ki biz yurdumuzdan çıkarıldık ve çocuklarımızdan (uzaklaştırıldık.) demeleri, yurtlarını ve çocuklarını kaybetmiş olmalarının neden olduğu intikam alma arzusunun dışsallaşmasından başka bir şey değildir. Böyle durumlarda dikkat edilmesi gereken asıl mesele, iş ciddiye bindiği, mücadele/savaş kesinlik kazandığı zaman, ortaya nasıl bir tavrın konulacağıdır. Nitekim ayete göre savaş narası atanların büyük bir çoğunluğu, savaş izninin verilmesi durumunda yüz çevirmiş, isteklerinin gerektirdiği sebatı göstermemiş olmalarıdır. Bu, mücadele edecek insan unsurunun ilk arınması, ayıklanması sürecini oluşturmaktadır.

Mal -Makam Tutkusu ve Arınma

İsrail oğulları, peygamberlerinden hem komutan gönderilmesini hem de savaş izni verilmesini talep etmişlerdi. İlk imtihanlarını savaş izni çıktığında vermişler ve büyük bir kesim, bu imtihanı kaybetmiştir. İkinci imtihanları daha sarsıntılı olmuştur. Allah tarafından kendilerine komutan olarak Talut un gönderilmiş olması, İsrail oğulları içerisinde ciddi tartışmaların çıkmasına neden olmuş, Talut un komutanlığına onun mal ve servet bakımından durumunu öne sürerek itiraz etmişlerdir: Onlara peygamberleri dedi ki: «Allah size Talut u (melik olarak) gönderdi.» Onlar: «Biz hükümdarlığa, ona göre daha çok hak sahibiyken ve ona bir mal (servet) bolluğu verilmemişken, nasıl bizi (yönetmek üzere) hükümdarlık (mülk) onun olabilir » demişlerdi. 

O (şöyle) demişti: «Doğrusu Allah size onu seçti ve onun bilgi ve vücud gelişimini arttırdı. Allah, kime dilerse mülkünü verir; Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir.»(2/247) Ayetten Talut un zengin ve o anda sözü geçen bir ailenin mensubu olmadığı anlaşılmaktadır. Burada Mal, mülk ve servet tutkusu, makam tutkusuna neden olduğu görülmektedir. Keza bunun terside doğrudur. O nedenle dünyevileşmiş, sekülerleşmiş ve laikleşmiş insanlardaki psikolojiye göre zengin olmak, her türlü hakka, imkâna sahip olmayı gerekli kılar. Aynı gerekçe ile müşrikler, Hz. Peygamberin peygamberliğine karşı çıkmışlardır (38/8; 43/31) 

Zengin olmak için gerekli şartlar ile komutan olmak için gerekli şartlar aynı değildir. Her iki kesimin farklı ehliyet ve liyakatte olması doğaldır. Nitekim Peygamberleri onlara, kumandanlık için olmazsa olmaz şartlardan olan vücut gelişimi ve komutanlık bilgi ve becerisi gibi iki özelliğe Talut un sahip olduğunu dile getirerek cevap vermiştir. Bu, yönetim felsefesi açısından çok önemlidir. Emanetin ehline verilmesi ilahi emir olarak bütün peygamberlere emredilmiş bir ilkedir(4/58). Ayetin ifade tarzından Talut un komutanlığına itiraz eden kesimden bir kısmının Allah yolunda savaşmaktan vazgeçtiğini söyleyebiliriz. Bu ikinci arınma ve ayrık otlarından temizlenme safhası olmuştur. Peygamberlerinin onlara Talut un komutanlık meziyetlerine sahip olmasını söylemesi, İsrail oğullarını tatmin etmemiş, onlar için yeterli olmamıştır. 

Bu nedenle Talut un komutanlığını pekiştirecek, kuvvetlendirecek başka bir delile ihtiyaç duyulmuştur. O delil de İsrail oğulları için çok önemli bir özelliğe, kutsallığa sahip olan, kayıp, çalınmış olan Tabuttur . Melekler tarafından taşınan, içerisinde Hz. Musa ve Hz. Harun dan arta kalanların, on emir levhalarının ve Tevrat ın bulunduğu kabul edilen(1,2,4) bir Tabuttur: Peygamberi, onlara (şöyle) dedi: «Onun hükümdarlığının belgesi, size Tabut un gelmesi (olacaktır ki) onda Rabbinizden bir güven duygusu ve huzur ile Musa ailesinden ve Harun ailesinden artakalanlar var; onu melekler taşır. Eğer inanmışlarsanız, bunda şüphesiz sizin için bir delil vardır.» (2/248) Böylesi kutsal bir Tabut un kendilerine geri iade edilmiş olması, Talut un komutanlığının hem bir delili olmuş hem de onlar için bir moral, bir güven ve huzur kaynağı olmuş, onların enerji ile yüklenmelerini sağlamıştır.

Emre İtaatsizlik ve Arınma/Dünya Tamahı ve Arınma

Talut, geri kalan ve kendisine destek veren ordusu ile yola çıktığında Allah, Talut un ordusunu geçecekleri ırmaktan içme miktarına kısıtlama getirerek yeni bir imtihana daha tabı tutmuştur: Talut, ordusuyla birlikte ayrıldığında dedi ki: «Doğrusu Allah sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim bundan içerse, artık o benden değildir ve kim de -eliyle bir avuç avuçlayanlar hariç- onu tadmazsa o bendendir. Onlardan az bir bölümü dışında ondan içtiler. O, kendisiyle beraber iman edenlerle onu (ırmağı) geçince onlar (geride kalanlar) : «Bugün bizim Calut a ve ordusuna karşı (koyacak) gücümüz yok.» dediler. (O zaman) Elbette Allah a kavuşacaklarını umanlar (şöyle) dediler: «Nice az bir topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah ın izniyle galib gelmiştir; Allah sabredenlerle beraberdir.» (2/249)

Tefsirlerde yapılan yorumlara göre Irmaktan su içme noktasında emre itaat etmeyenler, avuç avuç su içenler ordudan ayrılıp geride kalmışlardır. Emre itaat edip ırmağı geçenlerin bir kısmı, Calut un ordusunu kalabalık görünce, moralleri bozulup ayrılmışlardır. Tefsirlerdeki yoruma göre «Bugün bizim Calut a ve ordusuna karşı (koyacak) gücümüz yok.» deyip ayrılmış olanlar, her iki kesim de olabilir.

Talut un Ordusunun Arınarak Zafere Yürümesi

İsrail oğullarına Allah yolunda savaş izni verildiği andan Talut un ordusu ile Calut un ordusunun karşı karşıya geldiği ana kadar, dört ciddi arınma ve ayrılma gerçekleşmiştir: Savaş isteyip savaş izni verildiğinde korkuya kapılıp ayrılanlar Talut un komutanlığına itiraz edip ayrılanlar Irmaktan geçerken Allah ın koyduğu bir avuç sudan daha fazla içerek ayrılanlar Irmağı geçip Calut un ordusunun büyüklüğünü görüp korkuya kapılıp ayrılanlar. 

Dört ciddi imtihandan geçip tüm ayrık otlarından, kirden, pastan temizlenmiş, arınmış ve imanın zirvesine ulaşmış olan azınlık bir grup, imanlarının gerektirdiği bir tavrı, Nice az bir topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah ın izniyle galib gelmiştir; Allah sabredenlerle beraberdir.» diyerek göstermişler, ardından aşağıdaki duayı yaparak Calut un Ordusu ile hesaplaşmaya girmişler ve Allahın izniyle galip gelmişlerdir: [2.250] Onlar, Calut ve ordusuna karşı meydana (savaşa) çıktıklarında, dediler ki: «Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır, adımlarımızı sabit kıl (kaydırma) ve kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.» [2.251] Böylece onları, Allah ın izniyle yenilgiye uğrattılar. Davud Calut u öldürdü. Allah da ona mülk ve hikmet verdi; ona dilediğinden öğretti. Talut un ordusunun geçmekte olduğu ırmağı, biraz farklı bir şekilde ele alıp yorumlamak yararlı olacaktır. 

Irmağı, dünya nimetlerine benzetirsek, ondan hakkıyla alan, onu hak edildiği şekilde kullanan ve harcayanlar ile ondan hakkından fazlasını alan, başkasının hakkını gasp eden, hak edilmeyecek şekilde kullanan kimselerin tutum ve tavrı, davranışı farklıdır. Birinci grup hak, hukuk, adalet ve Allah için cihad ederken; ikinci grup, hak, hukuk, adalet ve Allah için mücadele edemez. Tıpkı Talut un ordusundan Irmaktan kana kana su içip, asla doymayan kimselerin ortaya koyduğu tavır gibi. Hz. Peygamber in şu hadisi, bu olguyu kuvvetlendirmektedir:

Hz. Peygamber (sas): Hayır, hayırdan başka bir şey getirmez.

Şüphesiz bu dünya malı yeşildir, tatlıdır. Baharın bitirdiği şeylerin hepsi, çok yiyen ve karnını şişiren hayvanı öldürür yahut da ölüme yaklaştırır. Ancak yeşil ot yiyen hayvan böyle değildir, onu otlayan hayvan ölüm tehlikesinden uzaktır. Bu hayvan o yeşil otu yer, nihayet iki böğrünü şişirince bahar güneşini karşılar. Kolayca gübresini çıkarır, işer, genişler. Sonra yine otlamaya döner ve bol bol otlar. İşte bu dünya malı da (yeşil ot gibi) tatlıdır. Bundan hakkıyla alan ve aldığını da hakkı olan yere koyup harcayan kimseye bu ne güzel bir nimettir.

Dünya malını haksız olarak hırsla alan kimseye gelinci o da daima yiyen, fakat bir türlü doymayan obur kimse gibi olmuştur. (5) Talut olayından çıkarılacak bir başka önemli ders, Ragıb ın Talut un komutanlığının delili olarak gönderilen Tabut ve Sekine ile ilgili yorumudur. Ragıb e göre Tabut, kalb, Sekine (huzur) ise ondaki ilimden ibarettir. Kalbe, İlmin düşüp biriktiği yer , hikmet evi , ilim tabutu , ilim kabı ve ilim sandığı isimleri de denmektedir(1). Bu durumda Tabut ile ifade edilen delili şöyle yorumlayabiliriz: Onun hükümdarlığının gerçek alameti, isyan ve gururla zayi olmuş ve sizi perişan etmiş olan kalbinizin yerine gelmesi ve hakikate iman ederek, huzur ve sükûnete ermenizdir. Siz bozgunculuk düşüncesiyle zayi olmuş kalbinizi tamir edip arındırdığınızda, davaya sahip çıkacaksınız. Dava insanı olduğunuzda, mal ve serveti putlaştırmayacak, mal ve servet gücünü, makam gücünü ele geçirmek için kullanmaktan vazgeçecek, yeteneklileri görüp koruyacak, onlara hak ettikleri yeri vereceksiniz.

Liyakat ve Ehliyetli Olanları Keşfetmek ve Yükseltmek

Bu savaş, bir taraftan Talut un komutanlığını, önderliğini sağlamlaştırırken diğer taraftan da Davud gibi bir gencin önünü açmıştır. Davut un, Calut gibi tecrübeli, zorba bir hükümdar-Komutanı öldürmüş olması, İsrail oğulları içerisinde çok özel bir yer edinmesini ona sağlamıştır. Allah da ona mülk ve hikmet verdi; ona dilediğinden öğretti. Ayetinde ifade edildiği gibi geleceğin peygamberi ve hükümdarı olarak özel bir eğitime tabı tutulmuştur. İnsanların yeteneklerinin ortaya çıktığı ortamlar, mücadelenin fiili ortamlarıdır. Rahat zamanların kahramanları çoktur. 

Gerçek kahramanlar ve dava adamları zor, tehlikeli zamanlarda, gereğini yaparak, varlıklarını ispatlayarak ortaya çıkarlar. Liderlere düşen görev, farklı yetenek sahiplerini tespit edip, koruma altına almak, yeteneklerinin bir bütün olarak ortaya çıkmasını sağlamak, gerekli konuma getirmek ve kifayetsiz muhterislerin onları harcamasına mani olmaktır. Bu Allah ın koyduğu bir kanuniyettir: Hiç şüphe yok Allah, size emanetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor!.. (4 Nisa 58)

Talut olayından çıkarılacak önemli derslerden biri de budur.

Sonuç: Fesadı Önleyecek Dava Adamlarına Olan İhtiyaç

Eğer Allah ın, insanların bir kısmı ile bir kısmını def i (engellemesi) olmasaydı, yeryüzü mutlaka fesada uğrardı. (2 Bakara 251) ayetinde yeryüzünün bütünüyle fesada uğramaması için özel bir kanuniyeti ifade etmektedir. Allah, yeryüzünün tümüyle fesada verilmesine müsaade etmeyecek, mutlaka fesadı önleyecek bazı kullarını ortaya çıkarıp kuvvetlendirecek ve destekleyecektir. Calut un fesadını, zulmünü Talut ile ortadan kaldırmasında olduğu gibi; Firavun un fesadını ve zulmünü Hz. Musa ile ortadan kaldırmasında olduğu gibi. Bugün her türlü fitne ve fesadın kol gezdiği İslam coğrafyasını, temizleyip arındıracak, mazlumları koruyup kollayacak, zulme meydan okuyup zulmü yok edecek, Yeni Talut lara ve Davut lara ihtiyaç vardır. 

Unutmayın! Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri döner (irtidat eder) se, Allah (yerine), kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği, mü minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı ise güçlü ve onurlu, Allah yolunda cihad eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, Allah ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir. (5 Maide 54). Allah ın vaadi haktır ve o vaat mutlaka gerçekleşecektir. Bu şerefe nail olanlara selam olsun!

Kaynaklar

Elmalılı, H.Y., Hak Dini Kuran Dili, Azim Dağıtım, İstanbul, c:2, S:132-147.

İbn Kesir, Hadislerle Kuran-ı Kerim Tefsiri, Çağrı yayınları, İstanbul, C:3, S:967-988.

Toptaş, M., Kuran-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları, İstanbul, C: 1, S:492-501

Kutup, S., Fızılal-il Kuran, Hikmet yayınları,İstanbul, C:1, S:534-554. Buhari, 14: 6366-67/15.

 

1 Ocak 2015 Perşembe

Ey İman Edenler! Nereye Gidiyorsunuz?

 (Milli Gazete)

Giriş

Burada, Müslümanların zihin dünyasında meydana gelen kırılma ile ilgili Tekfir süresi çerçevesinde bir sorgulama yapılacaktır.

Kur’an Soruyor: “Nereye Gidiyorsunuz ”

Kur’an-ı Kerim’de Tekvir süresi, Mekke’de nazil olmuş, bu dünya (yerküre hayatı) ile ahiret arasında ilişki kuran, burada yapıp ettiklerimizi, sorgulama anlamında, tefekkür etmemizi isteyen ve bunun için kıyamet ile ilgili bazı sahnelere dikkat çekerek nereye gittiğimizi sorgulatmak isteyen sureler zincirinden birisidir. Üzerinde tefekkür edilmesi ve herkesin kendi durumunu değerlendirmesi ve sorgulaması açısından sürenin tamamı aşağıya alınmıştır:

“81.1- Güneş katlanıp dürüldüğünde,

81.2- Yıldızlar bulandığında,

81.3- Dağlar yürütüldüğünde,

81.4- Kıyılmaz mallar bırakıldığında,

81.5- Vahşi hayvanlar bir araya toplandığında,

81.6- Denizler ateşlendiğinde,

81.7- Nefisler eşleştirildiğinde,

81.8- Diri diri toprağa gömülen kıza sorulduğunda,

81.9- “Hangi günahtan dolayı öldürüldü ” diye.

81.10- Amel defterleri açıldığında,

81.11- Gök sıyrılıp açıldığında,

81.12- Cehennem kızıştırıldığında,

81.13- Ve cennet yaklaştırıldığında,

81.14- Herkes ne getirmiş olduğunu anlar.

81.15- Şimdi yemin ederim o sinenlere,

81.16- O akıp akıp yuvasına gidenlere,

81.17- Yöneldiği an geceye,

81.18- Nefeslendiği (ağardığı) an sabaha ki,

81.19- Kuşkusuz o Kur’an, değerli bir elçinin sözüdür.

81.20- O elçi güçlüdür, Arş’ın sahibinin yanında çok itibarlıdır.

81.21- Orada ona itaat edilir, güvenilir.

81.22- Arkadaşınızı cin çarpmış değildir.

81.23- Andolsun o, Cebrail’i açık ufukta gördü.

81.24- O, gayb hakkında cimri de değildir.

81.25- O, kovulmuş bir şeytanın sözü değildir.

81.26- Hâl böyle iken, siz nereye gidiyorsunuz

81.27- O, âlemler için öğütten başka bir şey değildir,

81.28- Sizden dosdoğru bir yön (istikamet) tutturmak isteyenler için.

81.29- Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemeyince, siz dileyemezsiniz.”(81Tekvir 1-29)

Sureyi ana hatları ile dört ana kısımda/grupta değerlendirmek mümkündür:

Birinci grup, Kıyametin vuku bulması ile ilgili aşağıdaki on iki büyük olayın yer aldığı kısımdır:

1. Güneşin dürülmesi,

2. Yıldızların bulanması,

3. Dağların yürütülmesi,

4. Kıyılmaz malların bırakılması,

5. Vahşi hayvanların toplanması,

6. Denizlerin ateşlenmesi,

7. Nefislerin eşleştirilmesi,

8. Diri diri gömülen kıza sorulması,

9. Amel defterlerinin açılması,

10. Göğün sıyrılıp açılması,

11. Cehennemin kızıştırılması,

12. Cennetin yaklaştırılması.

Bunların bir kısmı, insan havsalasının almadığı olaylardır. “Kıyılmaz malların bırakılması” ifadesinde, uğrunda çaba harcanan, mücadele edilen ve şehvetle bağlanılan malların bırakılıp gidileceğine özel bir vurgu yapılmaktadır. Böylelikle mal, mülk edinmeye bir anlam verilmektedir. “Amel defterlerinin açılması” ise bu dünyada yapılan her şeyin sorgulanıp ödül ve cezanın verilmesinin hatırlatılmasıdır. “Diri diri gömülen kıza sorulması”, kadınların evlerinden, yurtlarından, yuvalarından, ailelerinden koparılarak bir meta haline getirilmesi, fıtratını bozan ortamlarda çalıştırılması, ticaret aracı olarak, seks malzemesi olarak kullanılması için bir sorgulamanın yapılacağı hatırlatılmaktadır. Herkesin öteye ne getirdiğini görüp bilmesi ve anlaması, bu kısmın sonunda dile getirilmektedir (81/14).

İkinci grup, bazı şeyler üzerine yemin edilmekte olan kısım olup daha sonra ifade edileceklerin önemine, ağırlığına ve büyüklüğüne dikkat çekme ile ilgilidir. Bu kısmın sonunda, “Kuşkusuz o Kur’an, değerli bir elçinin sözüdür” denerek Kur’an’a ve elçiye dikkat çekilmektedir.

Üçüncü grupta, elçinin özelliklerine, itibarına, getirdiklerinin ve söyledikleri sözlerin önemine ve yaptığı çağrıya vurgu yapılmaktadır. Bu çağrıya kulak vermeyenlerin, gereğini yerine getirmeyenlerin “nereye gittiği” sorgulanmaktadır.

Dördüncü grupta ise “Kur’an’ın öğüt”, “doğru yolu arayanlar” ve doğru yola gitmek isteyenler için bir rehber olduğu ifade edilmektedir.

“Nereye gidiyorsunuz ” sorusu, Kur’an’ın çağrısı ve Kur’an’ın öngördüğü ve Allah’ın emrettiği hayat tarzı ortada varken, çağrıya uygun olmayan tüm düşünce, tutum, tavır ve davranışın sorgulanması gerektiğini ortaya koymaktadır.

Bu bağlamda genel olarak Türkiye’nin özel olarak da dini hassasiyeti yüksek olanların, nereye doğru gittiklerini sorgulaması gerekmektedir:

Sigara, alkol, uyuşturucu ve fuhşun 10-12 yaş düzeyine indiği bir Türkiye, nereye yelken açıp gitmektedir

Gökdelenleri ile komşulukların öldürüldüğü, cami ve minareleri ile İslam diyarı diye seslenen şehirlerin siluetlerinin yok edildiği bir Türkiye, nereye gitmektedir

1+1, 1+2 ev politikaları ile geniş ailenin parçalanıp çekirdek aileye dönüştürüldüğü, akrabalık ilişkilerinin çözülmeye başladığı bir Türkiye, nereye gitmektedir

İstanbul’un tarihi yarım adasını, otelleştirip turistleştirerek, evsizleştiren, camilerini cemaatsiz bırakan bir Türkiye, nereye gitmektedir

Kreş ve huzur evlerini çoğaltan bir Türkiye, nereye gitmektedir

Rantiyenin, rüşvet ve yolsuzluğun doğallaştırıldığı bir Türkiye, nereye gitmektedir

Cinsiyet farklılığının ortadan kaldırılmak istendiği, Eşcinselliğin doğallaştırıldığı, aldatmanın, gayrı meşru çocuk meydana getirilmesinin normalleştirildiği ve zinanın suç olmaktan çıkarıldığı bir Türkiye, nereye gitmektedir

Genç kız ve erkeklerin aynı evde yaşadıkları bir Türkiye, nereye gitmektedir

İnsanlarının birbirine güvenmediği, güven duygusunun her geçen gün aşındırıldığı bir Türkiye, nereye gitmektedir

Boşanmaların arttığı ve doğallaştığı, aile reisliğinin kalktığı, evlerin arenaya ve otele döndürülmek istendiği bir Türkiye, nereye yol almaktadır

Etnik, mezhepsel, sınıfsal ve cemaatsel olarak kamplaşan bir Türkiye, nereye gitmektedir

Zenginleşen dindarlarının (!) surlarla çevrili mekânlarda yaşadığı, kibir abidesine döndüğü, müstağnileşmeye doğru hızla yol aldığı bir Türkiye, nereye gitmektedir

Cuma, bayram namazlarında camileri tıklım tıklım olan, dindarlığı ile muhtevası uyuşmayan bir insan unsurunun her geçen gün sayısının arttığı bir Türkiye, nereye gitmektedir

Tüketen, tüketim toplumuna dönüşen, kredi kartları ile borçlandırılarak yaşatılan bir toplumun inşa edildiği bir Türkiye, nereye gitmektedir

İnsanların yatak odalarına, banyolarına, mahremlerine girerek her şeyi kasetlere çeken, otellerini güvenli olmaktan çıkaran bir Türkiye, nereye gitmektedir

Önünde engel gördüğü herkesi karalayan, ona tuzak kuran bir bürokrasiye, bir insan unsuruna sahip bir Türkiye, nereye gitmektedir

Muhatabını, rakip gördüğü kimseyi saf dışı bırakabilmek için her türlü iftirayı atan ve her türlü tuzağı kuran/kurmak isteyen kifayetsiz muhterislerinin sayısının her geçen arttığı bir Türkiye, nereye gitmektedir

Her türlü kötülüğün kaynağı olarak önce “Müslümanları” sonra “Ergenekoncuları” sonra da “Paralele Yapıyı” gören ve her taşın altında bunları arayan bir Türkiye, nereye gitmektedir

Her türlü kötülüğün kaynağı görülen, her taşın altında suçlu ve günahkâr olarak aranan Ergenekon’u, aklayan, sütten çıkmış ak kaşık yapmaya çalışan bir Türkiye, nereye yol almaktadır

Yılbaşlarına alkol, kumar ve dansözle giren bir Türkiye, nereye gitmektedir

Sokaklarında “Namaz kılan hırsızlar”, “Namaz kılan hainler” diye bağırılan bir Türkiye nereye gitmektedir “Hırsızız ama dinsiz değiliz”, “hırsızız ama hain değiliz”, “bal tutan parmağını yalar”, “çalıyorlar ama yapıyorlar, yapmadan çalanlar gibi değiller” savunma refleksini geliştiren Müslümanlar, nereye yol aldıklarının farkında mıdırlar Ne söylediklerinin farkında mıdırlar Müslümanlar ne yapmak istemektedir

Hucurat süresinin 9. ayetinin gereğini yapması gereken hak, hukuk, adalet aramadan, futbol takımı tutar gibi taraf tutarak yangına benzin sıkan Müslümanlar/camialar nereye yelken açmaktadırlar

“İman edenlere karşı kalbimizde kin bırakma” (59 Haşır 10) diye dua yapmayı emreden bir Kitab’a mensup Müslümanlar, etraflarına kin, nefret ve düşmanlık yayarak nereye gittiklerinin farkında mıdırlar

“Bir topluluğa olan kininiz sizi adaletten ayırmasın” (5 Maide 8) diyen bir Kitabın mensupları, bunun tam zıddını yaptıklarının farkında mıdırlar Allah’ın ayetlerinin bir kısmını oyun eğlence konusu edindiklerinin farkında mıdırlar Böyle yapmakla nereye gitmek istemektedirler

Peygamberi stadyumlara getirip gezdirten Müslümanlar (!), nereye gitmektedirler

İsrail’i “otorite” olarak tanıyıp ondan izin almayı meşru gören, “ABD ve İsrail’i kullandıklarını” söyleyip onları savunan Müslümanlar, nereye gitmektedirler

ABD ve İsrail safında yer alıp Müslümanları “Nemrut”, “Firavun” ve “diktatör” olarak ilan eden Müslümanlar nereye gitmektedirler

Tarihte çözülmemiş, fakat unutulmuş ve bugünün meselesi olmayan ihtilaflı konuları, bugüne taşıyan ve halkın kafasını karıştıran Müslüman ilim adamları ne yapmak istemektedirler

İhtilaflı ya da yeni olan konuları, kendi aralarında tartışıp bir mutabakata vardıktan sonra halka açıklaması gereken ilim adamlarımız, kendi dünyalarında ulaştıkları her çözümü, mutlak doğru mantığıyla kamuoyu ile paylaşarak, karşı çıkanlara hakaret ederek bir kaos meydana getirdiklerinin farkında mıdırlar TV ekranlarından birbirine kılıç sallayarak, hakaret ederek, Müslüman camia arasında kin, nefret ve düşmanlık tohumlarını ektiklerini ve her geçen gün yapıp ettikleri ve söyledikleri ile bu zehirli tohumları besleyip büyüttüklerinin farkında değiller midir Kendileri nereye gitmekte ve toplumu nereye götürmek istemektedirler

İyiliği emredip kötülükten alıkoyması gereken tebliğciler, camialar, ilim adamları, kanaat önderleri, yazarlar, düşünürler niçin susmaktadırlar Susarak Araf süresi 163-166 kapsamına girmekte değiller midir

Bu soruları daha da artırmak, genişletmek mümkündür. Bu soruları sormamızdaki amaç, Kur’an’daki “nereye gidiyorsunuz” sorusuna dikkat çekmektir. Maddi kalkınmaya manevi kalkınma eşlik etmedikçe, ahlak ve maneviyat öncelikle inşa edilmedikçe, bunalım, toplumun tüm katmanlarını saracak, hastalık kangrenleşecek, tedavisi imkansız hale gelecektir. “Henüz vakit varken ”, yol yakınken, hasta tedaviye cevap verebilecek durumda iken herkesin, kin ve nefreti bir tarafa bırakarak, elini taşın altına koyarak güçlü bir dayanışma içerisinde tüm sorunlarımızı çözebilir, kırılan dökülen her şeyi tamir edebiliriz.

Eğer bu dünyada bu sorumluluğun gereğini yapmaz isek öteki dünyada «Kaçacak yer neresi!» diye soracak ve cevabını da alacağız:

“Gözün kamaştığı, ayın tutulduğu, güneş ve ayın bir araya getirildiği zaman, işte o gün insan: «Kaçacak yer neresi!» diyecektir.

“Hayır hayır! Sığınılacak bir yer yok.

O gün, sonunda varılıp karar kılınacak yer (müstakar) yalnızca Rabbi’nin katıdır.

İnsana o gün, önceden takdim ettikleri ve erteledikleri şeylerle haber verilir. Daha doğrusu insan, kendi kendinin şahididir.

Kendi mazeretlerini ortaya atsa bile.” (75 Kıyamet 7-15).

Bu gidişatın temel sebebi nedir Nasıl bir zihinsel değişim, dönüşüm ya da kırılma yaşanmaktadır ki bunlar olmaktadır

Bunlar, dünyevileşmenin, sekülerleşmenin ve laikleşmenin doğal tezahürleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunlar, stratejik akıl noksanlığının doğal sonuçlarıdır. Müslümanlar ister kabul etsin ister kabul etmesin, genel olarak Müslümanlar, dünyevileşmekte, sekülerleşmekte ve laikleşmektedirler. Ve fakat farkında değillerdir. Aksını düşünenlerin Uhud’un okçularına bakmasında fayda vardır.

Tarihten Bir Ders: Uhud’un Okçuları

Uhud Savaşı, İslâm tarihinde, Bedir’den sonra yapılan ikinci önemli savaştır. Savaş öncesi, savaş esnası ve savaş sonrası vuku bulan olaylar, tarih boyu hep ders alınması gereken özelliktedir.

Hz. Peygamber, Mekkeli müşriklere karşı Uhud’daki geçidi tutarak oraya 40 civarında okçu yerleştirmiş ve kendilerine çok açık bir şekilde şu emri vermiştir: “Benden size ikinci bir emir gelinceye kadar biz savaşı kazansak da kaybetsek de bulunduğunuz yerden ayrılmayacaksınız!”

Geçidin bir tarafında 40 civarında Müslüman okçu, diğer tarafında da Halit bin Velid’in kumandasında 200 kişilik müşrik süvari birliği vardır ve bu 40 civarındaki okçu, Müslümanları arkadan vurmak isteyen Halit bin Velid’i durdurmakla görevlidir. Başlangıçta İslam ordusu savaşı kazanmıştır. Müşrik ordusu, panik halinde kaçmaktadır. Müslüman savaşçılar, harp meydanında ganimet toplamaya başlamışlardır. Savaşın kazanıldığını ve ganimetin toplandığını gören geçitteki okçulardan büyük bir kısmı, ganimetten paylarını almak için komutanlarının emrini dinlemeyip, görev bölgelerini terk ettiğinde geçidin ötesinde sabırla bekleyen Halit bin Velid, süvari birliği ile geçide saldırmış ve 10 okçuyu şehit ederek ganimet toplamaya dalmış olan İslam ordusunu arkadan vurmuştur. Bu haberin duyulması ile kaçan düşman ordusu geri dönmüş; Müslümanlar, iki ateş arasında kalmış ve dağa doğru çekilerek çok büyük kayıplar vermekten kurtulmuşlardır. Kazanılmış bir savaş, ganimetten pay alma duygusuna kurban edilerek kaybedilmiştir.

Görevi terk eden bu insanlar ya Muhacir veya Ensar’dı. Her ikisi de İslam davası için dünyayı gözlerinde ve gönüllerinde sıfırlamışlar; yalnızca Allah’ın davası için seferber olmuşlardı. Muhacirler, mallarını, mülklerini, her şeylerini Mekke’de bırakarak Medine’ye göç etmiş; Ensar ise göç eden bu mü’min kardeşlerine kucağını açmış, her şeylerini onlarla paylaşmıştı. Bir dava için dünyaya ve dünya nimetlerine başkaldırmış, tavır koymuşlardı.

Fakat Uhud günü samimi olmak yetmemişti. Cihadın kanuniyetlerine uymamışlardı. Geçidin diğer tarafına bakmış olmalarına karşılık orada, tam karşılarında duran ve sabırla bekleyen düşman süvari birliğini görememişlerdi. Onların gözünde mal sevgisi bir anda bile olsa mal tutkusuna dönüşmüş, gören gözleri görmez olmuştu.

Peki, neden o ana kadar kendi değerleri için mücadele verenler, şahsi menfaat elde etme kaygısına düştüler Nasıl oldu da dünya tamahı baskın gelmiş, emir unutulmuş ve gözlere perde inmişti Bunun için Uhud savaşı sonrasında nazil olan 3 Âli İmran 140-167 ayetlerine bakmak ve onların üzerinde tefekkür etmek zorundayız. Bu ayetlerde, müminleri çok yakından ilgilendiren aşağıdaki hükümlerin var olduğunu görmekteyiz:

•İman edenleri belirtip ayırt etmek

•Allah’ın müminlerden şahit edinmesi

•İman edenleri arındırmak

•Cihad edenleri belirtip, ayırt etmek

•Sabredenleri belirtip ayırt etmek

•Sinelerdekini denemek

•Kalplerdekini arındırmak

•Küfre sapanları yok etmek

•Münafıklık yapanları belirtmek

Mağlubiyetin kökeninde müminler içerisinde yayılan bir zaaf olduğu, “Bu belâyı kendi başınıza siz getirdiniz.” İbaresi kullanılarak çok açık bir şekilde ifade edilmektedir. Bu nedenle Allah, zafer ve mağlubiyet günlerini, kulları arasında tedavül ettirmektedir.

Demek ki Uhud savaşının ikinci evresi, bir arındırma evresidir. Art arda iki zafer kazanmış Müslümanların bir kısmında ortaya çıkmaya başlayan dünya tamahı, bütünü kirletmeden, zehirlemeden, zehirli ayrık otları gibi toplumsal bünyeyi sarmadan bir arınmaya, bunun için de bir uyarıya ihtiyaç vardı. Bu uyarı, hem o andaki insan unsuru için hem de gelecek nesiller için önemli, gerekli ve zaruri idi. Uhud’da görev bölgesini terk eden müminlerin, Allah’ı ve ahireti bir an için unutmaları, dünyayı ve ganimeti öne çekmeleri, böyle bir uyarıyı kaçınılmaz kılmıştı.

İlahi sünnete/Cihadın yasalarına/değer sistemleri arasındaki mücadelenin kanuniyetlerine uymamanın daima bir bedeli olduğu, mağlubiyetle Müslümanlara öğretilmiştir. İman etmiş olmak zafer için gerek şarttı ama yeter şart değildi. Yeter şart, cihadın yasalarına uymak onun gereğini yapmaktı.

Halit bin Velid’in süvari birliği, müşrik olmasına rağmen sabretmiş, en uygun anı beklemiş ve o an gelince de saldırıya geçerek müşriklerin mağlubiyetini zafere dönüştürmüştür.

Bugün Türkiye’de benzer bir tehlike söz konusudur. Yukarıda sorulan soruların cevaplarını Uhud Savaşının ikinci evresinde aramak gerekmektedir.

Henüz Vakit Varken!

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...