1 Ocak 2015 Perşembe

Ey İman Edenler! Nereye Gidiyorsunuz?

 (Milli Gazete)

Giriş

Burada, Müslümanların zihin dünyasında meydana gelen kırılma ile ilgili Tekfir süresi çerçevesinde bir sorgulama yapılacaktır.

Kur’an Soruyor: “Nereye Gidiyorsunuz ”

Kur’an-ı Kerim’de Tekvir süresi, Mekke’de nazil olmuş, bu dünya (yerküre hayatı) ile ahiret arasında ilişki kuran, burada yapıp ettiklerimizi, sorgulama anlamında, tefekkür etmemizi isteyen ve bunun için kıyamet ile ilgili bazı sahnelere dikkat çekerek nereye gittiğimizi sorgulatmak isteyen sureler zincirinden birisidir. Üzerinde tefekkür edilmesi ve herkesin kendi durumunu değerlendirmesi ve sorgulaması açısından sürenin tamamı aşağıya alınmıştır:

“81.1- Güneş katlanıp dürüldüğünde,

81.2- Yıldızlar bulandığında,

81.3- Dağlar yürütüldüğünde,

81.4- Kıyılmaz mallar bırakıldığında,

81.5- Vahşi hayvanlar bir araya toplandığında,

81.6- Denizler ateşlendiğinde,

81.7- Nefisler eşleştirildiğinde,

81.8- Diri diri toprağa gömülen kıza sorulduğunda,

81.9- “Hangi günahtan dolayı öldürüldü ” diye.

81.10- Amel defterleri açıldığında,

81.11- Gök sıyrılıp açıldığında,

81.12- Cehennem kızıştırıldığında,

81.13- Ve cennet yaklaştırıldığında,

81.14- Herkes ne getirmiş olduğunu anlar.

81.15- Şimdi yemin ederim o sinenlere,

81.16- O akıp akıp yuvasına gidenlere,

81.17- Yöneldiği an geceye,

81.18- Nefeslendiği (ağardığı) an sabaha ki,

81.19- Kuşkusuz o Kur’an, değerli bir elçinin sözüdür.

81.20- O elçi güçlüdür, Arş’ın sahibinin yanında çok itibarlıdır.

81.21- Orada ona itaat edilir, güvenilir.

81.22- Arkadaşınızı cin çarpmış değildir.

81.23- Andolsun o, Cebrail’i açık ufukta gördü.

81.24- O, gayb hakkında cimri de değildir.

81.25- O, kovulmuş bir şeytanın sözü değildir.

81.26- Hâl böyle iken, siz nereye gidiyorsunuz

81.27- O, âlemler için öğütten başka bir şey değildir,

81.28- Sizden dosdoğru bir yön (istikamet) tutturmak isteyenler için.

81.29- Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemeyince, siz dileyemezsiniz.”(81Tekvir 1-29)

Sureyi ana hatları ile dört ana kısımda/grupta değerlendirmek mümkündür:

Birinci grup, Kıyametin vuku bulması ile ilgili aşağıdaki on iki büyük olayın yer aldığı kısımdır:

1. Güneşin dürülmesi,

2. Yıldızların bulanması,

3. Dağların yürütülmesi,

4. Kıyılmaz malların bırakılması,

5. Vahşi hayvanların toplanması,

6. Denizlerin ateşlenmesi,

7. Nefislerin eşleştirilmesi,

8. Diri diri gömülen kıza sorulması,

9. Amel defterlerinin açılması,

10. Göğün sıyrılıp açılması,

11. Cehennemin kızıştırılması,

12. Cennetin yaklaştırılması.

Bunların bir kısmı, insan havsalasının almadığı olaylardır. “Kıyılmaz malların bırakılması” ifadesinde, uğrunda çaba harcanan, mücadele edilen ve şehvetle bağlanılan malların bırakılıp gidileceğine özel bir vurgu yapılmaktadır. Böylelikle mal, mülk edinmeye bir anlam verilmektedir. “Amel defterlerinin açılması” ise bu dünyada yapılan her şeyin sorgulanıp ödül ve cezanın verilmesinin hatırlatılmasıdır. “Diri diri gömülen kıza sorulması”, kadınların evlerinden, yurtlarından, yuvalarından, ailelerinden koparılarak bir meta haline getirilmesi, fıtratını bozan ortamlarda çalıştırılması, ticaret aracı olarak, seks malzemesi olarak kullanılması için bir sorgulamanın yapılacağı hatırlatılmaktadır. Herkesin öteye ne getirdiğini görüp bilmesi ve anlaması, bu kısmın sonunda dile getirilmektedir (81/14).

İkinci grup, bazı şeyler üzerine yemin edilmekte olan kısım olup daha sonra ifade edileceklerin önemine, ağırlığına ve büyüklüğüne dikkat çekme ile ilgilidir. Bu kısmın sonunda, “Kuşkusuz o Kur’an, değerli bir elçinin sözüdür” denerek Kur’an’a ve elçiye dikkat çekilmektedir.

Üçüncü grupta, elçinin özelliklerine, itibarına, getirdiklerinin ve söyledikleri sözlerin önemine ve yaptığı çağrıya vurgu yapılmaktadır. Bu çağrıya kulak vermeyenlerin, gereğini yerine getirmeyenlerin “nereye gittiği” sorgulanmaktadır.

Dördüncü grupta ise “Kur’an’ın öğüt”, “doğru yolu arayanlar” ve doğru yola gitmek isteyenler için bir rehber olduğu ifade edilmektedir.

“Nereye gidiyorsunuz ” sorusu, Kur’an’ın çağrısı ve Kur’an’ın öngördüğü ve Allah’ın emrettiği hayat tarzı ortada varken, çağrıya uygun olmayan tüm düşünce, tutum, tavır ve davranışın sorgulanması gerektiğini ortaya koymaktadır.

Bu bağlamda genel olarak Türkiye’nin özel olarak da dini hassasiyeti yüksek olanların, nereye doğru gittiklerini sorgulaması gerekmektedir:

Sigara, alkol, uyuşturucu ve fuhşun 10-12 yaş düzeyine indiği bir Türkiye, nereye yelken açıp gitmektedir

Gökdelenleri ile komşulukların öldürüldüğü, cami ve minareleri ile İslam diyarı diye seslenen şehirlerin siluetlerinin yok edildiği bir Türkiye, nereye gitmektedir

1+1, 1+2 ev politikaları ile geniş ailenin parçalanıp çekirdek aileye dönüştürüldüğü, akrabalık ilişkilerinin çözülmeye başladığı bir Türkiye, nereye gitmektedir

İstanbul’un tarihi yarım adasını, otelleştirip turistleştirerek, evsizleştiren, camilerini cemaatsiz bırakan bir Türkiye, nereye gitmektedir

Kreş ve huzur evlerini çoğaltan bir Türkiye, nereye gitmektedir

Rantiyenin, rüşvet ve yolsuzluğun doğallaştırıldığı bir Türkiye, nereye gitmektedir

Cinsiyet farklılığının ortadan kaldırılmak istendiği, Eşcinselliğin doğallaştırıldığı, aldatmanın, gayrı meşru çocuk meydana getirilmesinin normalleştirildiği ve zinanın suç olmaktan çıkarıldığı bir Türkiye, nereye gitmektedir

Genç kız ve erkeklerin aynı evde yaşadıkları bir Türkiye, nereye gitmektedir

İnsanlarının birbirine güvenmediği, güven duygusunun her geçen gün aşındırıldığı bir Türkiye, nereye gitmektedir

Boşanmaların arttığı ve doğallaştığı, aile reisliğinin kalktığı, evlerin arenaya ve otele döndürülmek istendiği bir Türkiye, nereye yol almaktadır

Etnik, mezhepsel, sınıfsal ve cemaatsel olarak kamplaşan bir Türkiye, nereye gitmektedir

Zenginleşen dindarlarının (!) surlarla çevrili mekânlarda yaşadığı, kibir abidesine döndüğü, müstağnileşmeye doğru hızla yol aldığı bir Türkiye, nereye gitmektedir

Cuma, bayram namazlarında camileri tıklım tıklım olan, dindarlığı ile muhtevası uyuşmayan bir insan unsurunun her geçen gün sayısının arttığı bir Türkiye, nereye gitmektedir

Tüketen, tüketim toplumuna dönüşen, kredi kartları ile borçlandırılarak yaşatılan bir toplumun inşa edildiği bir Türkiye, nereye gitmektedir

İnsanların yatak odalarına, banyolarına, mahremlerine girerek her şeyi kasetlere çeken, otellerini güvenli olmaktan çıkaran bir Türkiye, nereye gitmektedir

Önünde engel gördüğü herkesi karalayan, ona tuzak kuran bir bürokrasiye, bir insan unsuruna sahip bir Türkiye, nereye gitmektedir

Muhatabını, rakip gördüğü kimseyi saf dışı bırakabilmek için her türlü iftirayı atan ve her türlü tuzağı kuran/kurmak isteyen kifayetsiz muhterislerinin sayısının her geçen arttığı bir Türkiye, nereye gitmektedir

Her türlü kötülüğün kaynağı olarak önce “Müslümanları” sonra “Ergenekoncuları” sonra da “Paralele Yapıyı” gören ve her taşın altında bunları arayan bir Türkiye, nereye gitmektedir

Her türlü kötülüğün kaynağı görülen, her taşın altında suçlu ve günahkâr olarak aranan Ergenekon’u, aklayan, sütten çıkmış ak kaşık yapmaya çalışan bir Türkiye, nereye yol almaktadır

Yılbaşlarına alkol, kumar ve dansözle giren bir Türkiye, nereye gitmektedir

Sokaklarında “Namaz kılan hırsızlar”, “Namaz kılan hainler” diye bağırılan bir Türkiye nereye gitmektedir “Hırsızız ama dinsiz değiliz”, “hırsızız ama hain değiliz”, “bal tutan parmağını yalar”, “çalıyorlar ama yapıyorlar, yapmadan çalanlar gibi değiller” savunma refleksini geliştiren Müslümanlar, nereye yol aldıklarının farkında mıdırlar Ne söylediklerinin farkında mıdırlar Müslümanlar ne yapmak istemektedir

Hucurat süresinin 9. ayetinin gereğini yapması gereken hak, hukuk, adalet aramadan, futbol takımı tutar gibi taraf tutarak yangına benzin sıkan Müslümanlar/camialar nereye yelken açmaktadırlar

“İman edenlere karşı kalbimizde kin bırakma” (59 Haşır 10) diye dua yapmayı emreden bir Kitab’a mensup Müslümanlar, etraflarına kin, nefret ve düşmanlık yayarak nereye gittiklerinin farkında mıdırlar

“Bir topluluğa olan kininiz sizi adaletten ayırmasın” (5 Maide 8) diyen bir Kitabın mensupları, bunun tam zıddını yaptıklarının farkında mıdırlar Allah’ın ayetlerinin bir kısmını oyun eğlence konusu edindiklerinin farkında mıdırlar Böyle yapmakla nereye gitmek istemektedirler

Peygamberi stadyumlara getirip gezdirten Müslümanlar (!), nereye gitmektedirler

İsrail’i “otorite” olarak tanıyıp ondan izin almayı meşru gören, “ABD ve İsrail’i kullandıklarını” söyleyip onları savunan Müslümanlar, nereye gitmektedirler

ABD ve İsrail safında yer alıp Müslümanları “Nemrut”, “Firavun” ve “diktatör” olarak ilan eden Müslümanlar nereye gitmektedirler

Tarihte çözülmemiş, fakat unutulmuş ve bugünün meselesi olmayan ihtilaflı konuları, bugüne taşıyan ve halkın kafasını karıştıran Müslüman ilim adamları ne yapmak istemektedirler

İhtilaflı ya da yeni olan konuları, kendi aralarında tartışıp bir mutabakata vardıktan sonra halka açıklaması gereken ilim adamlarımız, kendi dünyalarında ulaştıkları her çözümü, mutlak doğru mantığıyla kamuoyu ile paylaşarak, karşı çıkanlara hakaret ederek bir kaos meydana getirdiklerinin farkında mıdırlar TV ekranlarından birbirine kılıç sallayarak, hakaret ederek, Müslüman camia arasında kin, nefret ve düşmanlık tohumlarını ektiklerini ve her geçen gün yapıp ettikleri ve söyledikleri ile bu zehirli tohumları besleyip büyüttüklerinin farkında değiller midir Kendileri nereye gitmekte ve toplumu nereye götürmek istemektedirler

İyiliği emredip kötülükten alıkoyması gereken tebliğciler, camialar, ilim adamları, kanaat önderleri, yazarlar, düşünürler niçin susmaktadırlar Susarak Araf süresi 163-166 kapsamına girmekte değiller midir

Bu soruları daha da artırmak, genişletmek mümkündür. Bu soruları sormamızdaki amaç, Kur’an’daki “nereye gidiyorsunuz” sorusuna dikkat çekmektir. Maddi kalkınmaya manevi kalkınma eşlik etmedikçe, ahlak ve maneviyat öncelikle inşa edilmedikçe, bunalım, toplumun tüm katmanlarını saracak, hastalık kangrenleşecek, tedavisi imkansız hale gelecektir. “Henüz vakit varken ”, yol yakınken, hasta tedaviye cevap verebilecek durumda iken herkesin, kin ve nefreti bir tarafa bırakarak, elini taşın altına koyarak güçlü bir dayanışma içerisinde tüm sorunlarımızı çözebilir, kırılan dökülen her şeyi tamir edebiliriz.

Eğer bu dünyada bu sorumluluğun gereğini yapmaz isek öteki dünyada «Kaçacak yer neresi!» diye soracak ve cevabını da alacağız:

“Gözün kamaştığı, ayın tutulduğu, güneş ve ayın bir araya getirildiği zaman, işte o gün insan: «Kaçacak yer neresi!» diyecektir.

“Hayır hayır! Sığınılacak bir yer yok.

O gün, sonunda varılıp karar kılınacak yer (müstakar) yalnızca Rabbi’nin katıdır.

İnsana o gün, önceden takdim ettikleri ve erteledikleri şeylerle haber verilir. Daha doğrusu insan, kendi kendinin şahididir.

Kendi mazeretlerini ortaya atsa bile.” (75 Kıyamet 7-15).

Bu gidişatın temel sebebi nedir Nasıl bir zihinsel değişim, dönüşüm ya da kırılma yaşanmaktadır ki bunlar olmaktadır

Bunlar, dünyevileşmenin, sekülerleşmenin ve laikleşmenin doğal tezahürleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunlar, stratejik akıl noksanlığının doğal sonuçlarıdır. Müslümanlar ister kabul etsin ister kabul etmesin, genel olarak Müslümanlar, dünyevileşmekte, sekülerleşmekte ve laikleşmektedirler. Ve fakat farkında değillerdir. Aksını düşünenlerin Uhud’un okçularına bakmasında fayda vardır.

Tarihten Bir Ders: Uhud’un Okçuları

Uhud Savaşı, İslâm tarihinde, Bedir’den sonra yapılan ikinci önemli savaştır. Savaş öncesi, savaş esnası ve savaş sonrası vuku bulan olaylar, tarih boyu hep ders alınması gereken özelliktedir.

Hz. Peygamber, Mekkeli müşriklere karşı Uhud’daki geçidi tutarak oraya 40 civarında okçu yerleştirmiş ve kendilerine çok açık bir şekilde şu emri vermiştir: “Benden size ikinci bir emir gelinceye kadar biz savaşı kazansak da kaybetsek de bulunduğunuz yerden ayrılmayacaksınız!”

Geçidin bir tarafında 40 civarında Müslüman okçu, diğer tarafında da Halit bin Velid’in kumandasında 200 kişilik müşrik süvari birliği vardır ve bu 40 civarındaki okçu, Müslümanları arkadan vurmak isteyen Halit bin Velid’i durdurmakla görevlidir. Başlangıçta İslam ordusu savaşı kazanmıştır. Müşrik ordusu, panik halinde kaçmaktadır. Müslüman savaşçılar, harp meydanında ganimet toplamaya başlamışlardır. Savaşın kazanıldığını ve ganimetin toplandığını gören geçitteki okçulardan büyük bir kısmı, ganimetten paylarını almak için komutanlarının emrini dinlemeyip, görev bölgelerini terk ettiğinde geçidin ötesinde sabırla bekleyen Halit bin Velid, süvari birliği ile geçide saldırmış ve 10 okçuyu şehit ederek ganimet toplamaya dalmış olan İslam ordusunu arkadan vurmuştur. Bu haberin duyulması ile kaçan düşman ordusu geri dönmüş; Müslümanlar, iki ateş arasında kalmış ve dağa doğru çekilerek çok büyük kayıplar vermekten kurtulmuşlardır. Kazanılmış bir savaş, ganimetten pay alma duygusuna kurban edilerek kaybedilmiştir.

Görevi terk eden bu insanlar ya Muhacir veya Ensar’dı. Her ikisi de İslam davası için dünyayı gözlerinde ve gönüllerinde sıfırlamışlar; yalnızca Allah’ın davası için seferber olmuşlardı. Muhacirler, mallarını, mülklerini, her şeylerini Mekke’de bırakarak Medine’ye göç etmiş; Ensar ise göç eden bu mü’min kardeşlerine kucağını açmış, her şeylerini onlarla paylaşmıştı. Bir dava için dünyaya ve dünya nimetlerine başkaldırmış, tavır koymuşlardı.

Fakat Uhud günü samimi olmak yetmemişti. Cihadın kanuniyetlerine uymamışlardı. Geçidin diğer tarafına bakmış olmalarına karşılık orada, tam karşılarında duran ve sabırla bekleyen düşman süvari birliğini görememişlerdi. Onların gözünde mal sevgisi bir anda bile olsa mal tutkusuna dönüşmüş, gören gözleri görmez olmuştu.

Peki, neden o ana kadar kendi değerleri için mücadele verenler, şahsi menfaat elde etme kaygısına düştüler Nasıl oldu da dünya tamahı baskın gelmiş, emir unutulmuş ve gözlere perde inmişti Bunun için Uhud savaşı sonrasında nazil olan 3 Âli İmran 140-167 ayetlerine bakmak ve onların üzerinde tefekkür etmek zorundayız. Bu ayetlerde, müminleri çok yakından ilgilendiren aşağıdaki hükümlerin var olduğunu görmekteyiz:

•İman edenleri belirtip ayırt etmek

•Allah’ın müminlerden şahit edinmesi

•İman edenleri arındırmak

•Cihad edenleri belirtip, ayırt etmek

•Sabredenleri belirtip ayırt etmek

•Sinelerdekini denemek

•Kalplerdekini arındırmak

•Küfre sapanları yok etmek

•Münafıklık yapanları belirtmek

Mağlubiyetin kökeninde müminler içerisinde yayılan bir zaaf olduğu, “Bu belâyı kendi başınıza siz getirdiniz.” İbaresi kullanılarak çok açık bir şekilde ifade edilmektedir. Bu nedenle Allah, zafer ve mağlubiyet günlerini, kulları arasında tedavül ettirmektedir.

Demek ki Uhud savaşının ikinci evresi, bir arındırma evresidir. Art arda iki zafer kazanmış Müslümanların bir kısmında ortaya çıkmaya başlayan dünya tamahı, bütünü kirletmeden, zehirlemeden, zehirli ayrık otları gibi toplumsal bünyeyi sarmadan bir arınmaya, bunun için de bir uyarıya ihtiyaç vardı. Bu uyarı, hem o andaki insan unsuru için hem de gelecek nesiller için önemli, gerekli ve zaruri idi. Uhud’da görev bölgesini terk eden müminlerin, Allah’ı ve ahireti bir an için unutmaları, dünyayı ve ganimeti öne çekmeleri, böyle bir uyarıyı kaçınılmaz kılmıştı.

İlahi sünnete/Cihadın yasalarına/değer sistemleri arasındaki mücadelenin kanuniyetlerine uymamanın daima bir bedeli olduğu, mağlubiyetle Müslümanlara öğretilmiştir. İman etmiş olmak zafer için gerek şarttı ama yeter şart değildi. Yeter şart, cihadın yasalarına uymak onun gereğini yapmaktı.

Halit bin Velid’in süvari birliği, müşrik olmasına rağmen sabretmiş, en uygun anı beklemiş ve o an gelince de saldırıya geçerek müşriklerin mağlubiyetini zafere dönüştürmüştür.

Bugün Türkiye’de benzer bir tehlike söz konusudur. Yukarıda sorulan soruların cevaplarını Uhud Savaşının ikinci evresinde aramak gerekmektedir.

Henüz Vakit Varken!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...