20 Aralık 2012 Perşembe

Anlamı ve önemi kaybolmaya başlayan bir değer: Akrabalık

 (Milli Gazete)

Dinler, felsefeler ve bunlardan neşet eden kültür ve medeniyetler, insanin tüm ilişkilerini belirler; ilişkilere kıstaslar kor, standartlar getirir. Kültür ve medeniyetler, dayandığı temel değerlere bağlı olarak, insanın ilişkilerindeki önceliklere ve önem derecelerine farklı anlam ve ağırlık verirler. İnsanın Allah, kendisi, eşi, anne babası, çocukları, akrabası, komşusu, mahallesi, çalışma arkadaşları, toplum, devlet, doğa ve hayvanlar alemi ile olan ilişkileri, insanın sahip olduğu dünya görüşüne, mensup olduğu kültür ve medeniyete bağlı olarak şekillenir ve anlam kazanır. İslam, bu ilişki zincirinde yer alan her bir alana farklı bir anlam ve önem vermiştir. Yusuf Hemedani’ye göre “İnsanın bütün ilişkilerini belirleyen Allah ile arasında ki ilişkidir.” İnsanın Allah’la olan ilişkisi, kendisi, eşi, anne babası, çocukları, akrabası, komşusu, mahallesi, çalışma arkadaşları, toplum, devlet, doğa ve hayvanlar âlemi ile olan ilişkisini belirler, şekillendirir.

Burada bu ilişki zinciri içerisinde yer alan, Batılılaşmanın şiddeti ve derecesine göre anlam ve önem kaymasına uğrayan akrabalık konusu ele alınıp incelenecektir.

Akraba kimdir

Türkçe sözlüklerde akraba, 1- “Hısımlar, aralarında soydan gelme veya sıhrî yakınlık bulunanlar”; “2-oluşma yönünden aynı kaynağa dayananlar”; 3- Biri diğerinin doğurduğu sonuç veya olgular” anlamlarına gelmektedir(1) Tanımlamalarda, birbirine akraba olmak için, aralarında, nesep (soy) veya evlilikten doğan bir yakınlığın bulunması gerekmektedir. Burada ki iki farklı akrabalık türüne, İslam bir üçüncüsünü, süt akrabalığını eklemektedir. Dolayısıyla İslam’a göre üç tür akrabalık olabilmektedir:

1. Kan akrabalığı (aynı sülbden gelenler),

2. Evlilikle oluşan akrabalık(sıhrî akrabalar),

3. Süt akrabaları(İki yaşına kadar anne sütü emmeyle oluşan akrabalık)

Kan bağına dayanmayan “Evlat edinme”, “Velâ-i Ataka (Azad edilen köle ile efendi arasında teessüs eden bir râbıta (akrabalık bağı)”. “Velâ-i Müvâlât (Nesebi meçhul birisi ile tes’sîs edilen yardımlaşma rabıtası, akrabalığı), “Civâr (Bir yabancıya tanınan himâye, eman) ve muâhat (kardeşleme) gibi akrabalık müesseseleri İslam öncesi cahiliye devri Araplarında mevcuttu(2). İslam, evlat edinme şeklinde ki akrabalığı kaldırmıştır. Bunların bir kısmını Hz. Peygamber (sav) benimseyip İslam’ın İslam’ın kuvvetlenmesinde kullanmıştır. Muhacirlerle Ensar arasında Medine’de yapılan kardeşleştirme, çok önemli ve farklı bir akrabalık ilişkisi ihdas etmiştir. Kan bağının üstünde değer bağı üzerine oturtulan bir kardeşlik anlayışı ile kurulan bir akrabalık bağı söz konusudur. Ensar ve Muhacır Enfal Süresi 72. Ayet kapsamında birbirlerinin velileri olmuşlardır. Bu, başlangıçta birbirine mirasçı olabilecek tarzda inşa edilen yeni bir akrabalık ilişkisiydi. Ancak daha sonra bu şekilde inşa edilen akrabalık ile ilgili miras hükmü; “(Kan sebebiyle) akraba olanlar miras hususunda, Allah’ın Kitabı’nda birbirlerine, mü’minler ve muhacirlerden daha yakındırlar” (Ahzab 6) ayeti kapsamında iptal edilmiştir. Toplumsal dayanışmayı artırıcı rol ifa eden ve değişik toplum kesimleri tarafından benimsenmiş “kirvelik”, “sağdıçlık”, “hısımlık”, “ahiret kardeşliği” gibi bazı “sunî ve hükmî akrabalıkları” İslam kabul etmiştir.(2)

Kur’an-ı Kerim yol boyu, “gerek cahiliyye devrinden intikal eden, gerek Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in tesis ettiği ve gerekse vahiy yoluyla tesis edilmiş olan “hükmî akrabalık”ları, miras, evlenme gibi konularda yeniden tanzim ederek; “kan”a ve “akide”ye dayanan bağların tesis ettiği “hakiki” akrabalıklardan ayırmıştır.

Akrabalık hak ve hukukunun imanla ilişkisi

Her inanç sisteminin hayat tasavvurunda, hayattaki her şeye bir anlam ve konum verilmektedir. Akrabalık münasebetleri de, kişilerin mensup oldukları, inanç sistemine bağlı olarak değişmektedir. İslam’da bunu belirleyen en temel esas, İmandır. Kuranı Kerimde Nisa Süresi 36’da güzel ahlakla alakalı on vazife, imanla bağlantılı olarak zikredilmektedir: “Allah’a ibadet edin ve O’na hiç bir şeyi ortak koşmayın. Anne-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa ve sağ ellerinizin malik olduklarına güzellikle davranın. Çünkü, Allah, her büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez.”(4 Nisa 36)

Bu on vazife, “Allah’a ibadet edin” ve “Allah’a şirk koşmayın” emirlerinden sonra “Anne-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanındaki arkadaşa, yolda kalmışa ve sağ ellerin malik olduklarına” güzellikle davranılması şeklindedir. Önce imanı boyutun, sonra da güzel davranışın belirtilmesi, Allah’la olan ilişki düzeltilmeden ve bu ilişki gerektiği boyutta olmadan, istenen güzel davranışın gerektiği gibi gerçekleşmeyeceği manasına gelmektedir. Dolayısıyla akrabalık hak ve hukukunun imanı bir boyutu vardır. Ayette geçen Allah’ın güzel davranın emrini yerine getirmemek, kibirlenmenin sonucu olmalıdır ki ayetin sonunda, “Allah, her büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez.” ifadesi kullanılmaktadır. Dolayısıyla akrabalık hak ve hukukuna riayet etmemenin, kibirlenme ve müstağnileşme ile de bir bağlantısı vardır.

Allah’la ilişkisini olması gerektiği şekilde düzeltmiş olan bir müminin, güzel davranması istenilen insan unsurlarında ki sıralanışta, ilk sırada Anne-Baba, ikinci sırada yakın akraba yer almaktadır. Akrabalığın bu düzlemde yer almış olması, Kur’an-ı Kerim’in, akrabalık hak ve hukukuna verdiği özel önemden dolayıdır. Keza Bakara 83’de iyi davranılması emredilen insan unsurunda ki sıralanışta, yakınlar, anne babadan sonra gene ikinci sırada yer almaktadır: “Hani İsrailoğullarıdan, “Allah’tan başkasına kulluk etmeyin, anneye-babaya, yakınlara, yetimlere ve yoksullara iyilikle davranın, insanlara güzel söz söyleyin, namazı dosdoğru kılın ve zekâtı verin” diye kesin söz almıştık.”(2 Bakara 83) Bu ayette de dikkat edilmesi gereken nokta, “Allah’tan başkasına kulluk etmeyin”, emrinden sonra “yakınlara iyilikle davranın” emrinin yer almış olmasıdır. İbadet ve kulluk kavramlarını, en geniş anlamda ele aldığımızda, Allahın koyduğu kanunlar, ilkeler ve kurallara aykırı kanunlar, kurallar ve ilkelere uymak, Allah’tan başkasına kulluk ve ibadet etmek demektir. Dolayısıyla akrabalık ilişkilerini bozmak, ihlal etmek, değiştirmek, önemsememek ve unutmak ciddi bir hata, çok yanlış bir davranıştır; cahiliye sünnetine geri dönmektir (3)

Kur’an, 2 Bakara 177’de geçen Birr ehli (iyilik Ehli Olma) olmak için birinci sırada “Allah’a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman” etmek yer alırken; ikinci sırada, yakınlara malı yardımda bulunmak yer almaktadır. Bu ilişki, imanla akrabalık bağlarını koruma arasında ilişkidir. Birr ehli olmak için bu ilişkinin korunup kollanması gerekmektedir. Nitekim Hz. Peygamber, aşağıdaki hadisinde “Allah’a ve âhiret gününe iman” ile “akrabaya iyilik etme” arasında doğrudan bir ilişkinin var olduğunu söylemektedir: “Resûlullah (sav): “Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse misafirine ikram etsin. Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse akrabasına iyilik etsin. Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse ya faydalı söz söylesin veya sussun!” (4) İnfakın yapılacağı insan unsurunun sıralamasında da (2 Bakara 215), Anne babadan sonra ikinci sırada yakınların yer almış olması konunun öneminin bir başka göstergesidir. Zengin ve erdemli olanların, akrabasının kendilerine karşı yaptığı olumsuz, hatta çirkin davranışlardan dolayı, onlara yaptıkları yardımı kesmemeleri ve onları affetmeleri istenmektedir. Kur’an’da, böylesi yüksek olgunluk gösterenleri, Allah’ın bağışlayacağı müjdelenmektedir: “Sizden, fazileti ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar, affetsinler ve hoşgörsünler. Allah’ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz ” (24 Nur 22)

Bu ayetin geliş sebebi, İfk Hadisesinde (Hz. Ayşe’ye Zina iftirası) Hz. Ebubekir’in, akrabasına yardım yapmayı kesmeye yemin etmiş olmasıdır. Allah, bu büyük iftiraya rağmen, Hz. Ebubekir’den akrabasını affetmesi ve yardımı devam ettirmesini istemektedir. Bunun karşılığında da Allah’ın bağışlaması vaadi vardır. Akrabaya yardım ile Allah tarafından bağışlanmak arasında kurulan bu ilişki, çok sağlam bir toplumsal yapı inşa etmeye dönük olduğu göz ardı edilmemelidir. Nitekim Hz. Peygamber tam bu noktada, akrabaların olumsuz davranışlarına karşı olumlu davranabilmeyi övmektedir; bunun asıl iyilik yapmak olduğunu belirtmektedir: “Hz. Peygamber(sav): Akrabalarına iyilik eden kişi, sadece onların iyiliklerine karşılık veren değildir. Akrabalarına asıl iyilik eden kişi, akrabaları kendisiyle ilişkilerini kopardıklarında, onlara iyilik yapmaya devam edendir.” (5)

Akrabaya ait olan hakkın verilmesi, sosyal barış ve dayanışma için gereklidir. Akrabaya ait olan hakkın verilmesi, Allah’ın bir emri olup imanı bir sorumluluktur: “Akrabaya hakkını ver, yoksula ve yolda kalmışa da.”(17 İsra 26) Bir mümin için en büyük kazanç, Allah’ın rızasını kazanmaktır: “Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis, Razı edici ve razı edilmiş olarak Rabbine dön.” (89 Fecr 27-28) Kur’an, bize Allah’ın rızasını kazanmanın yollarından biri olarak, akrabaya hakkını vermeyi göstermektedir: “Öyleyse yakınlara hakkını ver, yoksula da, yolcuya da. Allah’ın yüzünü (rızasını) istemekte olanlar için bu daha hayırlıdır ve felaha erenler de onlardır.” (30 Rum 38). Hz. Peygambere göre akrabalık bağı, Rahmandan bir bağ olup akrabalık bağını koparanlar, Allah’la aralarındaki rahmet bağını koparmışlardır: “(1978)- Resûlullah(sav): “Allah, merhametli olanlara rahmetle muamele eder. Öyleyse, sizler yeryüzündekilere karşı merhametli olun ki, semâda bulunanlar da size rahmet etsinler. Rahim (akrabalık bağı) Rahmân’dan bir bağdır. Kim bunu korursa Allah onunla (rahmet bağı) kurar, kim de koparırsa, Allah da ondan (rahmet bağını) koparır.”(6)

Sonuç: Güzel ahlakın inşası için Allah korkusu ve akrabalık ilişkisi

Kur’an ve Sünnette, İslami hükümlerin, kuralların ve kanunların uygulanması noktasında herhangi bir aksama ve ihmal olmaması için, içinde tehdit ve uyarı barındıran “Allah korkusu”, “hesap günü”, “cennet-cehennem” gibi ifadeler çok sık kullanılmaktadır: “Ey insanlar, Rabbinizden korkup-sakının, çünkü kıyamet saatinin sarsıntısı büyük bir şeydir.” (Hacc 1) Bu kavramların kullanıldığı konular, bir taraftan hayatı ehemmiyete sahiptir; diğer taraftan da, genel olarak, tüm insanların özel olarak da iman edenlerin, o noktalarda zafiyetleri vardır. Aynı zamanda bu ifadeler, İslam’ın öngördüğü güzel ahlakın inşası için yumuşak güç olarak kullanılmaktadır: “Peygamberimiz (sav): Allah’tan korkun ve akrabalarınıza iyilik edin.” (7) Hz. Peygamber, insanların akraba ilişkilerindeki tutum ve tavırları ile ilişkili olarak dört grup insanın var olduğunu belirtmektedir: “Peygamber Efendimizin (sav): Size bir söz söyleyeceğim, onu hatırınızda iyi tutun. Dünya ancak şu dört grup insanındır:

• Bir kula Allah mal ve ilim vermiş, o da bu konuda Rabbinden korkuyor, bunlarla akrabalarına iyilik yapıyor ve Allah’ın bunda bir hakkı olduğunu biliyor. Bu kimse en üstün mertebededir.

• Bir kula da Allah ilim vermiş, mal vermemiş fakat iyi niyetlidir. “Eğer malım olsaydı, falan kimse gibi davranırdım” der. Bu kimse niyetine göre mükâfat alır. Bu ikisinin mükâfatı eşittir.

• Bir başka kula Allah mal vermiş, ama ilim vermemiş. Bu kimse malını bilgisizce harcar, malı konusunda Allah’tan korkmaz, onunla akrabalık haklarını yerine getirmez, Allah’ın onda bir hakkı olduğunu bilmez, îşte bu kişi en kötü derecededir.

• Bir kul da var ki, Allah ona ne mal vermiş, ne de ilim. “Eğer malım olsaydı, falan gibi davranırdım” der. Bu da niyetine göre karşılık görür. İkisinin de günahı aynıdır.” (8)

Sağlam bir toplum ve sağlam bir gelecek için akrabalık bağı, etkin ve önemli bir bağdır. Bu bağın sağlamlaştırılması kuvvetlendirilmesi ve toplumun tüm kesimlerine yaygınlaştırılması gerekmektedir. Bu gün, Hz. Peygamberin yukarıda belirttiği birinci grup insanın hakim olduğu bir toplum inşa etmek, tüm iman edenlerin önemli görevlerinden biridir. Çünkü;

• “Aralarında hükmetmesi için, Allah’a ve Resulüne çağrıldıkları zaman mü’min olanların sözü:

• “İşittik ve itaat ettik” demeleridir.

• İşte felaha kavuşanlar bunlardır.

• Kim Allah’a ve Resulüne itaat ederse ve Allah’tan korkup O’ndan sakınırsa, işte kurtuluşa ve mutluluğa’ erenler bunlardır.” (24 Nur 51-52).

Kaynaklar

1- Doğan. M., Büyük Türkçe Sözlük, Pınar Yayınları, İstanbul, 2005.

2- İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/16-17.

3- Buharî, Diyât 9, 5899.

4- Buhârî, Edeb 85; Müslim, Îmân 74, Buhârî, Nikâh 80, Edeb 31, Rikak 23; Ebû Dâvûd, Edeb 123; Tirmizî, Kıyâmet 50; İbni Mâce, Edeb 4

5- Buharı, Edeb: 15; Ebû Davud, Zekât: 45; Tırmizî, Birr: 10; Müsned, 2:163,190,193. 3305, 5:361, Hadîs No: 7586.

6- Tirmizî, Birr 16, (1925); Ebû Dâvud, Edeb 66, (4941).

7- İbni Asakir; 1:130, Hadîs No: 129.

8- Tirmizî, Zühd: 17. 1854. 3:299, Hadîs No: 3450.

13 Aralık 2012 Perşembe

Anlamı ve önemi kaybolmaya başlayan bir değer: Komşuluk

 (Milli Gazete)

Giriş

Dinler, felsefeler ve bunlardan neşet eden kültür ve medeniyetler, insanın tüm ilişkilerini belirler; ilişkilere kıstaslar koyar, standartlar getirir. Kültür ve medeniyetler, dayandığı temel değerlere bağlı olarak, insanın ilişkilerindeki önceliklere ve önem derecelerine farklı anlam ve ağırlık verirler. İnsanın Allah, kendisi, eşi, anne babası, çocukları, akrabası, komşusu, mahallesi, çalışma arkadaşları, toplum, devlet, doğa ve hayvanlar alemi ile olan ilişkileri, insanın sahip olduğu dünya görüşüne, mensup olduğu kültür ve medeniyete bağlı olarak şekillenir ve anlam kazanır. İslam, bu ilişki zincirinde yer alan her bir alana farklı bir anlam ve önem vermiştir. Yusuf Hemedani’ye göre “İnsanın bütün ilişkilerini belirleyen Allah ile arasındaki ilişkidir.” İnsanın Allah’la olan ilişkisi, kendisi, eşi, anne babası, çocukları, akrabası, komşusu, mahallesi, çalışma arkadaşları, toplum, devlet, doğa ve hayvanlar âlemi ile olan ilişkisini belirler, şekillendirir. Burada bu ilişki zinciri içerisinde yer alan, Batılılaşmanın şiddeti ve derecesine göre anlam ve önem kaymasına uğrayan komşuluk konusu ele alınıp incelenecektir.

Komşu kimdir

Komşu, Türkçe sözlüklerde, 1-“Ev, işyeri, arazi, köy, şehir, ülke bakımından yakın olan, yan yana veya çok yakın olanların birbirine göre aldıkları ad, 2- Çok yakın olan, mücavir.” anlamına gelmektedir. Komşuluk ise, “1- Komşu olma hali, 2- Komşular arası münasebet, 3- Yakınlık” demektir (1). İslam’da komşu, fiziksel mekân ve değerler sistemi ile bağlantılı olarak yakınlık, uzaklıkla irtibatlı bir kavramdır. Fiziksel ve değer sistemi olarak birbirine yakın olanlarla olmayanlar arasında ilişki farklılaşması söz konusudur. Kur’an-ı Kerim’de Nisa Süresi 36’da “yakın ve uzak komşu” kavramları bu çerçevede yer almaktadır: “Allah’a ibadet edin ve O’na hiç bir şeyi ortak koşmayın. Anne-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa ve sağ ellerinizin malik olduklarına güzellikle davranın. Çünkü, Allah, her büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez.” (4 Nisa 36)

Resûlullah(s.a.v.), mekân olarak açık bir ifade kullanmamış olmasına rağmen, “Haberiniz olsun kırk ev komşudur” dediği rivayet edilmiştir. Hz. Âişe (r.a), “Komşuluğun sınırı her cihetten kırk evdir” demiştir. İbnu Şihâb ise, kırk ev’ tanımlamasını, “Kişinin sağından, solundan, önünden ve arkasından kırk ev komşusudur” şeklinde yapmıştır. Bu tanımlama, İslam âlimleri tarafından “taksimi kastetmiş olma ihtimalinin bulunduğunu, bu durumda her bir cihete on ev düştüğü” şeklinde değerlendirilmiştir. Hz. Ali (r.a.), “Sesimizi işiten herkes komşudur” derken; bazı âlimler, “Mescidde seninle sabah namazını kılan komşudur.” Demişlerdir (2).

Üç tür komşu

Nisa 36. ayetinde geçen “uzak ve yakın komşu” kavramları ile iki farklı komşuluk tanımlanmaktadır. Hz. Peygamber ise, komşuluğu, hak ekseninde üç ana gruba ayırmıştır: “Komşu üç kısma ayrılır. Birisinin üç hakkı vardır; komşuluk hakkı, akrabalık hakkı ve İslamiyet hakkı. İkincisinin iki hakkı vardır; komşuluk hakkı ve İslamiyet hakkı. Üçüncüsünün bir hakkı vardır; komşuluk hakkı ki bu kitap ehlinden ve Allah’a şirk koşan komşudur.” (3) İslam alimleri, bu hadise dayanarak “Uzak komşu, evi uzak olan veya akrabalık ve din bağı olmayan komşudur. Yakın komşu, evi yakın veya akrabalık ve din bağı olan komşu demektir.” (2) tanımlamasını yapmışlardır. Bununla beraber, alimler arasında tam bir mutabakat bulunmamaktadır. Hadiste geçen birinci tür komşulukta komşuluk hakkının akrabalık ve İslamiyet hakkı ile birlikte zikredilmiş olması, komşuluk hak ve hukukunun, diğer iki bağın oluşturduğu hukuktan daha farklı bir hak ve hukuku olduğu anlamına gelmektedir. Komşuluk bağı, diğer iki bağın gerektirdiği haklardan farklı olarak daha başka hakları da ihtiva etmektedir. Hadiste özellikle dikkat edilmesi gereken bir nokta da, ne kan bağının ne de değer bağının var olduğu üçüncü tür bir komşuluğun, Hz. Peygamber tarafından ifade edilmiş olmasıdır. Bu komşuluk, mekân yakınlığından kaynaklanan bir komşuluk olup değer bağı ile alakası yoktur. Müşrik veya ehli kitap olan bir komşunun da komşuluk hakkına sahip olmuş olması, İslam’ın komşuluğa yüklediği anlamın önemini ortaya koymaktadır. Nitekim İbnu Ömer (r.a.) hadise dayanarak Yahudi komşusuna et göndermiştir:

“(3416)- Şu’ayb an ebîhi an ceddihî (radıyallâhu anhümâ): “İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) için bir koç kesildi. İbnu Ömer, ailesine: “Ondan yahudi komşumuza hediye ettiniz mi ”diye sordu. “Hayır!” cevabını alınca: “Bundan ona da gönderin. Zira ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ın: “Cebrail bana komşu hakkında o kadar aralıksız tavsiyede bulundu ki, komşuyu vâris kılacağını zannettim” dediğini işittim” buyurdu.” (4) Bu hadislerden ve ayetten çıkarılacak mana, komşuluğun, “Müslüman- kâfir, hür- köle, dindar -fâsık, dost- düşman, yerli- yabancı, faydalı-zararlı, akraba-gayr-ı akraba, evce yakın-uzak olanların hepsine şâmil” olduğudur (2). İslam’ın komşuluğu bu kadar geniş bir çerçevede ele alması, müminlere komşularının durumuna bağlı olarak bazı ek, özel görevleri, sorumlulukları da yüklemektedir.

Komşuluk hak ve hukukunun imanla ilişkisi

Her inanç sisteminin hayat tasavvurunda, hayattaki her şeyin anlamlandırılması ve konumlandırılması yer alır. Komşuluk münasebetleri de, kişilerin mensup oldukları, inanç sistemine bağlı olarak değişmektedir. İslam’da bunu belirleyen en temel esas, imandır. Kur’an-ı Kerim’de Nisa Süresi 36’da güzel ahlakla alakalı on vazife emredilmektedir. Bu on vazife, “Allah’a ibadet edin” ve “Allah’a şirk koşmayın” emirlerinden sonra “Anne-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanındaki arkadaşa, yolda kalmışa ve sağ ellerin malik olduklarına” güzellikle davranılması şeklindedir. Önce imani boyutun sonra da güzel davranışın belirtilmesi, Allah’la olan ilişki düzeltilmeden ve bu ilişki gerektiği boyutta olmadan, istenen güzel davranışın gerektiği gibi gerçekleşmeyeceği manasına gelmektedir. Dolayısıyla komşuluk hak ve hukukunun imanı bir boyutu vardır. Ayette geçen Allah’ın güzel davranın emrini yerine getirmemek, kibirlenmenin sonucu olmalıdır ki ayetin sonunda, “Allah, her büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez.” ifadesi kullanılmaktadır. Dolayısıyla komşuluk hak ve hukukuna riayet etmemenin kibirlenme ve müstağnileşme ile de bir bağlantısı vardır.

Allah’la ilişkisini olması gerektiği şekilde düzeltmiş olan bir müminin, güzel davranması istenilen insan unsurlarındaki sıralanışta, beşinci sırada yakın komşu, altıncı sırada ise uzak komşu yer almaktadır. Kur’an-ı Kerim’de komşu kavramının yer almış olması, komşuluk hak ve hukukunun özel öneme sahip olmasından dolayıdır. Nitekim Hz. Peygamberin aşağıdaki hadisi, konunun çok önemli olduğunun bir delilidir: “(1105), (3415), (3674), (7092) “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Hz. Cebrâil aleyhisselâm bana komşu hakkında o kadar aralıksız tavsiyede bulundu ki, komşuyu vâris kılacağını zannettim.” “Cebrail bana durmadan komşuya iyilik yapmayı tavsiye etti. Bu sıkı tavsiye¬den komşuyu komşuya mirasçı kılacağını zannettim.” (5) İslam âlimleri, mirastan maksat konusunda ihtilaf etmiş olmalarına karşılık, hadisin komşuluğa verdiği önem konusunda ittifak etmişlerdir. Hz. Peygamber, komşuya ihsanda bulunmayı ve onu rahatsız etmemeyi, Allah’a ve ahret gününe imanla ilişkilendirmiştir: “(3418), (1512), (1513),(6/310, 316), (7/311) - “Resûlullah(a.s.v.): “… Kim Allah’a ve âhirete inanıyorsa komşusuna ihsanda (iyilikte) bulunsun/komşusunu rahatsız etmesin….” (6)

Keza Hz. Peygamber, komşusuna eziyet eden, ona güven ve huzur vermeyen komşunun iman etmemiş olduğunu ve cennete gidemeyeceğini belirtmiştir: “(3886), (3302), (6: 448; 5:360; Hadîs No: 9964; 7582]), (3/307), (3417)- Ebu Hüreyre (r.a.): Peygamberimizin (s.a.v.)’in üç defa : “Vallahi iman etmiş olmaz”, dediğini işittim. - Ya Rasulallah kim iman etmiş olmaz diye sordular. - Yapacağı fenalıktan(şerrinden) komşusu emin olmayan kimselerdir, buyurdu.” “Komşuları şerrinden emin olmayan kişi, gerçek mü’min değildir.” “Komşusu zararından(şerrinden) emin olmayan kimse cennete giremez.” (7) Hz. Peygamberin bir başka hadisinde de, komşulukla kamil Müslüman olma arasında bağ kurulmaktadır: “1308. (4217) (7295)- Hz. Ebu Hureyre(r.a): “Resûlullah (s.a.v): “Ey Ebu Hureyre, verâ sahibi ol (harama düşme şüphesi olan şeylerden de kaçın) ki insanların Allah’a en iyi kulluk edeni olasın! Kanaatkârlığı esas al kî insanların Allah’a en iyi şükredeni olasın. Nefsin için sevdiğini insanlar için de sev ki (kâmil) mü’min olasın. Sana komşu olanlara iyi komşuluk et ki (kâmil bir) Müslüman olasın. Gülmeyi az yap, zira çok gülmek kalbi öldürür.” (8)

Komşulukla İman ve İslam arasında bağlantı kuran hadislerde dikkat edilmesi gereken nokta, komşuluk hak ve hukukunun varlığının İslami ve imanı bir boyutunun var olmuş olmasıdır. Bu boyutu inkar edenler, hem iman hem de İslam dairesinin dışına çıkmışlardır. Komşuluğun bir hak ve hukukunun var olduğunu kabul edip de gereğini yapamayanlar/yapmayanlar, kamil mümin ve kamil Müslim olmamakta; fakat iman ve İslam dairesinin dışına çıkmamaktadırlar. İslam âlimleri, birinci gruptakileri; kafir; ikinci gruptakileri, fâsık, günahkâr olarak nitelendirmişlerdir. Birinciler, tevbe ederse îmân ve İslam dairesine geri döner; ikinciler, tevbe ederse günahtan arınırlar. Komşuluk hak ve hukuku İman ve İslam dairesi ile alakalı olduğundan dolayı iyi ve kötü komşunun Allah katında ki konumu da buna göre şekillenmektedir: “9/313: Rasulullah (s.a.v.): … Allah katında komşuların hayırlısı komşusuna faydalı olandır.” (9) Diğer taraftan komşunun komşuya şahitlik yapacak olması ve o şahitliğe göre iyi ve kötü olarak nitelenmek, komşuluğun bir başka boyutunu ortaya koymaktadır: O da, komşuların birbirine iyiliği emredip kötülükten alı koyma ve denetleme boyutudur:

“[1:244, Hadîs No: 350] îbni Mes’ûd(r.a.) rivayet ediyor: Komşun seni “İyi” diye överse sen iyisin, “Kötü” diye yererse, sen kötüsün.” (10) “383- [1:378, Hadîs No: 688] îbni Mes’ud (r.a.) rivayet ediyor: Komşuların sana “İyi bir iş yaptın” dediklerini duyduğunda iyi bir iş yapmışsın, “Kötü bir iş yaptın” dediklerinde kötü bir iş yapmışsın demektir.”(11)

Sonuç: Komşuluk bir kültür ve medeniyet davasıdır

Hz. Peygamber kendisine sorulan “Ya Resulullah, komşunun komşuda hakkı nedir ” sorusuna verdiği cevap, toplumsal dayanışmanın, sağlıklı, huzurlu toplumun alt yapısına ilişkin çok önemli esasları ortaya koymaktadır: “Hz. Peygamber: Senden borç isterse borç vermen, yardım dileyince yardım etmen, hastalanınca ziyaret etmen, muhtaç olunca ihtiyacını görmen, fakirleşince yardım etmen, bir hayra kavuşunca tebrîk etmen, musîbete uğrayınca taziyette bulunman, ölünce cenâzesine katılman, izni olmadıkça binanı onun binasından daha yüksek yapıp rüzgârına mâni olmaman, çorbanda az da olsa ona da göndermek sûretiyle tencerenin kokusuyla onu rahatsız etmemen. Bir meyve satın alınca ona da hediye et, eğer bunu yapmazsan meyveyi evine (komşuna göstermeden) gizlice taşı. Onu, çocuğun da dışarı götürüp, komşunun çocuğunu gayza atmasın.” (12) Sağlam bir toplum ve sağlam bir gelecek için komşuluk bağı, değer bağı, akrabalık bağı ve cemaat bağı kadar önemli bir bağdır. Aşağıdaki hadiste, bu gerçeği daha açık bir şekilde görmekteyiz. “2483. [4:195, Hadîs No: 5001] Aişe’den (r.a) rivayetle: Akrabalarla iyi ilişkiler, güzel ahlâk ve hoş komşuluk, memleket¬leri mamur ve ömürleri uzun eder.” (13) Memleketleri mamur edecek bir komşuluk bizim için bir kültür ve medeniyet davasıdır. Komşuluk, İslam kültür ve medeniyetinin inşa ve ihya ettiği çok önemli bir ilişki zinciridir. Böyle bir komşuluğun yeniden inşa edilebilmesi için, yerleşim mekanlarının buna göre planlanması ve yapılanması gerekmektedir. İnsanı bireyselleştirip yalnızlaştıran, ruhsuzlaştıran Firavunun kulelerinden meydana gelen bir şehir, İslam kültür ve medeniyetinin öngördüğü bir şehir değildir.

Unutmayın gökdelenler, komşuluğu öldürerek insanı yalnızlığa mahkum edip köleleştirir. Henüz vakit varken sorumluluğunu yerine getir. Komşuna dolayısıyla kültür ve medeniyetine sahip çık. Ve “Ey iman edenler, Allah’a, Resulüne, Resulüne indirdiği Kitaba ve bundan önce indirdiği kitaba iman edin.”(4 Nisa 136)

Kaynaklar

1- Doğan. M., Büyük Türkçe Sözlük, Pınar Yayaınları, İstanbul, 2005.

2- İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/211.

3- El Münavi, et-Teysir, I, 492; Kenzü’l- Ummal,IX, (No: 24891)

4- Ebû Dâvud, Edeb: 132, (5152); Tirmizî, Birr: 28, (1944)

5- Buhârî, Edeb: 28; Müslim, Birr: 140, (2624); Ebû Dâvud, Edeb: 123,132, (5151); Tirmizî, Birr: 28, (1943).

6- Buhârî, Edeb: 31, 85, Nikâh: 80, Rikâk: 23; Müslim, İmân: 74, (47); Ebû Dâvud, Edeb: 132, (5154).

7- Buhari, Edeb 29; Müslim, İman 73; Tirmizî, Kıyame: 60; Müsned, 1:387; 2:288.

8- İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 17/590.

9- Tirmizi, Birr 28

10- Camiu’s- Sagir- Suyuti, İbni Asakir.

11- İbni Mâce, Zühd: 25; Müsned, 1:402.

12- Gazali, İhya-i Ulum-id- din, Arslan Yayınları, İstanbul, cild : 4 s: 572-581, 1972.

13- Müsned,5:291;6:159.

16 Kasım 2012 Cuma

Çatışan güçler açısından Suriye meselesi -5: Vatikan faktörü

 (Milli Gazete)

"Sen onların dinlerine uymadıkça, Yahudi ve Hıristiyanlar senden kesinlikle hoşnut olacak değillerdir. De ki: «Kuşkusuz doğru yol, Allahın (gösterdiği) dosdoğru yoldur.» Eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların hevalarına uyacak olursan, senin için Allahtan ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı." (2 Bakara 120)

Suriyedeki olaylar, 1-Suriye iç dinamikleri, 2-bölgesel dinamikler ve 3-küresel dinamikler olmak üzere 3 ana eksene bağlı olarak gelişmekte ve şekillenmektedir. Geçen haftalardaki yazılarda, Suriye üzerinde etkili olan ABD- Siyonizm-İngiltere-Küresel Sermaye (Şer Ekseni), Çin, Rus, İran ve Türkiye dış dinamiklerini incelemiştik. Burada, Suriyede çatışan güçlerden biri olan Vatikan faktörünü ele alıp inceleyeceğiz.

"100 Yıl Sürecek Haçlı Savaşı" ve "Vatikanın 3. Bin Yıl Projesi"

Laik-Seküler değerler merkezli bir Küreselleşmeye ve ABDnin patronluğuna en ciddi muhalefet, İslam dünyasından gelmektedir. İslam dünyası, sadece mevcut hegemonyaya baş kaldırmıyor, aynı zamanda insanlara ayrı bir yaşam tarzı ve ayrı bir dünya görüşü de sunuyor. Müslümanlar; tüketime, lüks ve israfa, sınıfsal ayırıma karşı olan bir düşünce ve hayat tarzını, alternatif olarak dünya insanlığına sunuyorlar. Batı toplumlarında insanlar, Batı türü yaşam tarzına karşı ciddi bir tepki göstererek İslamı benimsiyorlar. Batı yönetimleri için en tehlikeli durum, İslamın bir yaşam tarzı olarak 21. asırda ilgi görmüş olmasıdır.

1990lı yılların ortalarına doğru ABDde yapılan birçok filimde dünyanın doğal afetler dâhil büyük tehlikelerle karşı karşıya kalacağı işlenmeye başlanmıştır. Bu filmlerde, imalı bir şekilde düşmanın Müslümanlar olduğu; kurtarıcıların da, Evanjelik Hıristiyanlar ile Yahudi koalisyonu olduğu açık bir şekilde anlatılmaktadır. Oysa daha önceki yıllarda, çevrilen bu tür filmlerde kurtarıcılar, yalnızca Hıristiyanlar idi.(1) Bu, yeni bir dönemin başlayacağının ifadesi idi. Geniş kapsamlı olarak yürütülen özel Psikolojik savaşın sonucunda, ABDde, Evanjelik Hıristiyan(Neocon)- Yahudi ittifakı gerçekleştirilmiştir.

Hıristiyanlık açısından dikkat edilmesi gereken nokta, biri ABDde, diğeri Vatikanda olan iki ayrı ağırlık merkezinin var olmuş olmasıdır. ABD merkezi, Yahudilerle işbirliği halinde ya da Yahudilerin kontrolündedir. Vatikan ise, böyle bir ittifaka şimdilik mesafeli durmaktadır. İsanın Çilesi filminin piyasaya sürülmesi, ABDdeki koalisyonu çözmeye dönük, Vatikanın bir karşı hamlesidir.

Diğer taraftan gene 1990lı yılların başında, Avrupadaki Müslümanların batı toplumlarından ayrı bir "ulus" meydana getirdikleri ve bunlarla hesaplaşmanın kaçınılmaz olduğu üzerinde kamuoyu oluşturma çalışmaları yapılmıştır. 1992 yılında, New Perspectives Quarterlyde Joel Kotkin, bu durumun Batı için ciddi bir korku kaynağı olduğuna dikkat çekmiştir:

"Batıdaki Müslümanların çoğalmasıyla birlikte Avrupada on üçüncü ulus ortaya çıktı... Bunun yarattığı korku giderek bütün Batıyı sarıyor... Batı ile Avrupadaki on üçüncü ulus arasındaki sürtüşmenin bundan sonraki aşaması tarihi bir hesaplaşmaya kadar varabilir."(3)

18 Temmuz 1998de, İngilterenin Canterbury katedralinde dünyadaki Anglikan kiliselerinin üst düzey yöneticilerinin katıldığı 14. Lambeth toplantısında, Hıristiyanlığın yeni hedefi, Türki cumhuriyetler, Ortadoğu halkları ve Müslüman ülkelerde Hıristiyanlığın yaygınlaştırılması olarak belirlenmiştir. Bu toplantıdan 2 yıl sonra, 24 Aralık 2000de de Papa, "Birinci Bin Yılda Avrupa Hıristiyanlaştırıldı. İkinci Bin Yılda Afrika ve Amerika Hıristiyanlaştırıldı. Üçüncü Bin Yılda Asya Hıristiyanlaştırılacak" tarzında bir açıklamada bulunmuştur(2).

3. bin yılda Asyanın Hıristiyanlaştırılması hedefi, Vatikanın yeni misyon ve vizyonunu belirlemektedir. Dolayısıyla Büyük Ortadoğu coğrafyasının Hıristiyanlaştırılması, Vatikanın en önemli hedefleri arasındadır.

Papanın bu açıklamasından yaklaşık bir yıl sonra, 11 Eylül 2001, ABDde, İkiz Kuleler vurulmuştur ve suçlular da Müslümanlar ilan edilmiştir. Olay sonrasında, ABD başkanı Bush, "100 yıl sürecek haçlı seferleri başlatılmıştır." ifadesini kullanmıştır. Keza 19 Nisan 2004 tarihinde, ABDdeki seçim kampanyasında Bush, kendisinin 100 yıl sürecek bir haçlı seferinin içinde olduğunu açık bir şekilde tekrarlamıştır. Diğer taraftan, Huntingtonun medeniyetler çatışması tezinde, "asıl düşman İslamiyetle hesaplaşmanın kaçınılmaz olduğunu" ifade edilmektedir.(4) ABDli Senatör Joseph Lieberman; "teolojik demir perde artık inmiştir ve yeni bir soğuk savaş başlamıştır." (5) demiştir.

Bütün bunları göz önüne aldığımızda, Hıristiyanlığın her iki merkezinin İslam coğrafyasını Hıristiyanlaştırmak için ittifak içerisinde olduklarını söyleyebiliriz.

Büyük Ortadoğu Coğrafyasının Hıristiyanlaştırılması ve Vatikanın Dinler Arası Diyalog Projesi

2. Vatikan Konsili Hıristiyan Olmayanlar Sekretaryasının 1973 yılındaki sekreteri Pietro Rossano, Sekretaryanın yayın organı Bulletindeki yazısında, Dinler arası Diyalogdan amacın, Hıristiyanlığı yaymak olduğunu ifade etmektedir (2):

"Diyalogdan söz ettiğimizde, açıktır ki bu faaliyeti, Kilise şartları çerçevesinde misyoner ve İncili öğreten bir cemaat olarak yapıyoruz. Kilisenin bütün faaliyetleri, üzerinde taşıdığı şeyleri yani Mesihin sevgisini ve Mesihin sözlerini nakletmeye yöneliktir. Bu sebeple diyalog, Kilisenin İncili yayma amaçlı misyonunun çerçevesi içinde yer alır."

Papa II. John Paul, 1991 yılında, "Kurtarıcı Misyon (Redemptoris Missio)" isimli genelgesinde, diyalogdan ne anlaşılması gerektiğini aşağıdaki şekilde açıklamaktadır (2):

"Dinler arası diyalog, Kilisenin bütün insanları Kiliseye döndürme amaçlı misyonunun bir parçasıdır... Bu misyon aslında Mesihi ve İncili bilmeyenlere ve diğer dinlere mensup olanlara yöneliktir.

Tanrı, Mesih vasıtasıyla bütün insanları kendine çağırmakta, vahyinin ve sevgisinin mükemmelliğini onlarla paylaşmak istemektedir... Bu açıklamalar yapılırken, kurtuluşun Mesihten geldiği ve diyalogun evangelizasyon (misyon)dan ayrılmadığı gerçeği göz ardı edilmemiştir"

Bu çalışmalara katılmış olan Bulgaristan Müftüsü Mustafa Hacı, Dinler Arası Diyalogla ilgili, "Hıristiyanlar kendi dinlerini muhafaza edemeyince, Müslümanları da Hak Dinden saptırmaya çalışıyorlar." şeklinde yaptığı açıklama, projenin asıl amacını ortaya koymaktadır. Dolayısıyla Dinler arası Diyalog Projesi, Vatikanın Üçüncü Bin Yıl Projesinin Truva atıdır.

Vatikan Ve Suriye Denklemi

Büyük Ortadoğu Projesi, İslam coğrafyasının etnik ve mezhepsel parçalara ayrılarak, 100 yıl sürecek bir kaos döneminin ortaya çıkmasını; Vatikanın 3. Bin Yıl Projesi de, bu coğrafyada ki insanların Hıristiyanlaştırılmasını hedeflemektedir. Bu iki Proje, İslam coğrafyasında uygulamaya sokulmuştur. İslam coğrafyasında var olan Hıristiyan topluluklar, Arap Baharı denilen süreç içerisinde, hem Vatikan hem de ABD tarafından örgütlendirilmektedir. Hedef, Hıristiyanların bir arada toplu olarak bulundukları ülkelerde, parçalanma sürecinde ayrı birer devlet olarak ortaya çıkmalarını sağlamaktır. Zaman zaman Mısırda meydana gelen Müslüman Hıristiyan çatışmasının arkasında, batının kirli elleri vardır. Osmanlıya aynı tuzak kurulmuştur. Bugün Suriyede benzer oyun sahnelenmek istenmektedir.

Suriyenin etnik ve mezhepsel durumunu niceliksel olarak ortaya koymak çok zordur. 40 yıldır diktatörlükle yöneltilmiş bir ülkede, sağlam istatistiksel verilere ulaşmak mümkün değildir. Araplaştırma ve laikleştirme politikasının sonucu olarak elde sağlam veriler bulunmamaktadır. Bununla birlikte değişik kaynaklarda tahmini veriler yer almaktadır. Bu kaynaklara göre, Suriyenin 22 milyon nüfusu bulunmaktadır. Suriye nüfusunun dini ve mezhepsel dağılımı; % 3 Dürzî,  Hıristiyan,  Şii/Nusayrı,% 74 Sünni ve % 1 diğer şeklindedir. Suriye nüfusunun etnik dağılımı ise; % 1 Çerkez, % 2 Ermeni, % 4 Türkmen, % 9 Kürt, x Arap ve % 6 diğer şeklindedir(6, 7).

Dini dağılımı göz önüne aldığımızda Hıristiyan nüfusun % 10 civarında olmuş olması, Vatikanın ve Batının iştahını kabartmaktadır. Ayrıca Suriye meselesini daha da karmaşıklaştırmaktadır. Suriyedeki Ortodokslar, "ibadette Ortodoks ama idarede Vatikana bağlılar" (8). Suriyeli Hıristiyanların ibadet dili, Latince değil Arapçadır. İdari olarak Vatıkana bağlı oldukları için Papa, üç ay önce, Suriyedeki Hıristiyanların başı, Esadın çok yakınında olup Türkiye türü laikliği savunan İzidor Baktiyayı Arjantine gönderip hapse attırmıştır. Vatikan, İslam coğrafyasında Arapça konuşan Hıristiyanların gönlünü kazanabilmek için, Arapçayı Vatikanın resmi hitap dilleri arasına almıştır. Bunun yanı sıra Papa, haftalık konuşmasında ilk kez Arapça dua etmiştir(8).

Suriyedeki karmaşa, Vatikana sürece müdahil olma fırsatı vermektedir. Bu nedenle Vatikan, her fırsatta, Suriyeli Hıristiyanların baskı altında olduğunu dile getirerek Suriyede rol almaya çalışmaktadır. Papa 16. Benedikt, Lübnan ziyaretinde Suriyeye silah gönderilmemesi gerektiğini söyleyerek sürece müdahale etmiştir.

Sonuç: Suriyenin Geleceği ve Vatikan

Vatikan faktörünü göz önüne alarak Suriyenin geleceği ile ilgili muhtemel gelişmeleri, aşağıdaki gibi, sınıflandırabiliriz:

1- Laik-Seküler Beşir Esed Yönetiminin hâkim olduğu bütün bir Suriye,

2- İç Savaşın uzun yıllar devam ettiği bir Suriye,

3- Sistemin tüm güçleri ile hâkim olduğu ve fakat Müslümanların yönettiği bir Suriye( Mısır Modeli/1950 Türkiye Modeli).

4- Sistemin değiştirilip Müslümanların tamamen hâkim olduğu, Anti Siyonist, Anti Kapitalist bütün bir Suriye

5- Esed Sonrası, Batı yanlılarının hâkim olduğu, Batı İşbirlikçisi Laik-Seküler bütün bir Suriye

6- En az üçe bölünmüş(Sünni Devleti, Nusayri Devleti, Kürt Devleti, ) bir Suriye

7- En az dörde bölünmüş(Sünni Devleti, Nusayri Devleti, Hıristiyan Devleti, Kürt Devleti, ) bir Suriye.

Başta Vatikan olmak üzere Hıristiyanlar, genel olarak, Müslüman kardeşler hareketinin hâkim olduğu bir Suriye istememektedirler(dördüncü ve üçüncü ihtimaller). Bunun yerine Laik-Seküler bir yönetimi, bir sistemi tercih edebilirler. Batı yanlısı laik-seküler ve liberal bir yönetim garantisi olmadığı surece, Suriyeli Hıristiyanlar, Baas yönetiminden yana tavır alabilirler(Birinci ve Beşinci İhtimaller). Vatikan, kolları kanatları kırılmış bir Baas yönetimini, misyonerlik faaliyetlerine imkân tanıması açısından tercih edebilir.

Dikkate alınması gereken bir nokta da, Hıristiyan, Şii/Nusayrı, Dürzî yerleşim bölgelerinin birbiri ile komşu olmuş olmasıdır. Genellikle de Hıristiyanlar, Lazkiye-İdlip bölgesinde bulunmaktadırlar. Nüfusun coğrafi olarak böylesi bir dağılımı, Batı müdahalesi sonucunda Küçük bir Hıristiyan devletin ortaya çıkmasına sebebiyet verebilir. Bu, Vatikan için en arzulanan durum, fakat Türkiye için en istenmeyen bir durumdur (Yedinci İhtimal). Bunun gerçekleşmemesi durumunda Hıristiyanlar, Nusayri devleti içerisinde yaşamayı tercih edilebilirler (Altıncı İhtimal).

Suriye denkleminde Vatikan, önemli bir parametre olup Türkiyenin Suriyeye ilişkin geliştirdiği politikada, mutlaka göz önüne alınması gerekmektedir.

Kaynaklar

1- Turgut S., Kaos ve Savaşa Götüren Şifreler, Akşam Gazetesi, 20.04.2004.

2- Turgut S., Gizli Tarikatlar ve Savaş, Akşam Gazetesi, 21.04.2004.

3- Kotkin, J., Dünya Ekonomisine Yön Veren Kabileler, NPQ, c.1/3, 1992, s. 50-55.

4- Huntington S., Medeniyetler Çatışması, Vadi Yayınları, Ankara, 1997, S:15-45.

5- Kayapınar M.A. "Büyük Orta Doğu Kurtlar Sofrasında", Anlayış, Mart 2004 Sayı:10 S:70-71.

6- Dinçer, O.B. Suriyede Kürtler, PKK ve Türkiye, Analist, Sayı: 18, Ağustos 2012, S: 44-47.

7- Dinçer, O.B.; Boz, G., İhmal Edilen Eksen: Suriye Türkleri ve Türkiye, Analist, Sayı: 19, Eylül, 2012, S: 38-41.

8- www.iyibilgi.com , 12 Ekim 2012.

9 Kasım 2012 Cuma

Çatışan güçler açısından Suriye meselesi - 4: Türkiye faktörü

 (Milli Gazete)

"O, akıl erdiremeyenlerin üzerine iğrenç bir pislik kılar." (10 Yunus 100)

Suriyedeki olaylar, 1-Suriye iç dinamikleri, 2- Bölgesel dinamikler ve 3- Küresel dinamikler olmak üzere 3 ana eksene bağlı olarak gelişmekte ve şekillenmektedir. Geçen haftalardaki yazılarda, Suriye üzerinde etkili olan ABD- Siyonizm- Küresel Sermaye- Vatikan(Şer Ekseni), Çin, Rus ve İran dış dinamiklerini incelemiştik. Burada, Suriyede çatışan önemli güçlerden biri olan Türkiye faktörünü ele alıp inceleyeceğiz.

Türkiye'nin Dış Politikası ve Ortadoğu

1950'ye gelinceye kadar Türkiye Cumhuriyetinin Ortadoğu politikası, Müslüman bir milletin Kültür - medeniyeti ve coğrafyası ile olan bütün bağlarını koparmak üzerine kurulmuştur. Alfabenin değiştirilmesi, laikliğin getirilmesi, halifeliğin kaldırılması, ezanın Türkçeleştirilmesi, dini eğitimin yasaklanması ve Türkleştirme politikasının benimsenmesi ve Arap düşmanlığının işlenmesi ile yüz yıllar boyu birlikte yaşamış bir ümmetin arasına büyük bir fitne sokulmuştur. Özellikle Laikliğin getirilmesi ve halifeliğin kaldırılması ile, İslam coğrafyası ile olan ilişkilere öldürücü bir darbe vurulmuştur. Menderesle birlikte İslam ülkeleri ile bir yakınlaşma başlamıştır. ABDnin müsaade ettiği oranda ilişkiler geliştirilmiş, anlaşmalar yapılmış organizasyonlar kurulmuştur. Yeşil Kuşak yaklaşımı ile Sovyet yayılmacılığının güneyden kuşatılma projesi, İslam ülkelerine olan ilginin artmasına sebebiyet vermiştir.

Özal döneminde, Ortadoğu ile daha yakın ilişkiler kurulmaya başlanmıştır. Türkiyenin İslam coğrafyasına çok ciddi bir şekilde yönelmesi Rahmetli Erbakan Hoca zamanıdır. Milli Görüş hareketi olarak kurduğu ilişkiler, hükümet olduğu zaman çok işe yaramış, yarım yamalak bir hükümet döneminde, D-8leri kurmuş ve ilişkilerin geliştirilmesi için yoğun bir çaba harcamıştır. Rahmetli Erbakan Hocanın "İslam NATOsu", "İslam Dinarı", "İslam Birleşmiş Milletleri", "İslam Ortak Pazarı" düşüncesi, hep "Lider ülke Türkiye" temel varsayımına dayandırılarak seslendirilmiştir. "ABde 3. Sınıf vatandaş olmaktansa İslam coğrafyasında lider olmak", Erbakanın temel tezi olmuştur. Birinci AKP hükümeti zamanında, İslam ülkeleri ile daha yakın ilişki kurulma gayreti içerisinde olunmuştur. Fakat Erbakan Hocanın bütün fikirlerine karşı çıkılmıştır. D-8lere sahip çıkılmamıştır. İslam coğrafyası ile olan ilgi, daha ziyade "demokratikleşme", "kadın hakları", "insan hakları" ve "laiklik" konularının dikte edilmesi şeklindedir.

Başbakan Erdoğan ve Dışişleri bakanı Davutoğlu döneminde, Türkiyenin Ortadoğu politikasında yoğun bir değişim olduğu görülmektedir. Çok yönlü, çok boyutlu aktif bir dış politika dönemi başlatılmıştır. "Monşerlere" savaş açılmış dışlanmışlardır. Sıfır Sorunlu Dış Politika bu dönemin en belirgin özelliğidir. Sorunlu olduğumuz tüm ülkelerle sorunları sıfırlamak ve ilişkileri iyileştirmek, dış politikada ana yaklaşımdır. Arap Baharı denen sürece kadar komşularla yaşanan bahar, böyle bir yaklaşımın ürünüdür. Bu dönemde, gözlemleye bildiğimiz kadar, Türkiye, ABDye rağmen değil ABD ile birlikte her iki tarafın menfaatine yarayacak bir dış politika benimsemiştir. "Laiklikle, Demokrasi ile İslami birleştiren Model Ülke", "Model Ortaklık", "Yeni Osmanlıcılık", "Büyük Ortadoğu Projesinde Eş Başkanlık" ve "İran-Rusya-Çin Ekseninin Büyük Ortadoğu Coğrafyasında Yayılmasının Engellenmesi" konuları etrafında, ABD ile Ortak payda oluşturulmuştur. İki ülkenin politikaları arasında oluşan ortak payda ya da yol kesişimi, var oldukça, iki ülke ilişkileri iyi gitmekte; kavşaktan ayrılma durumunda, iki ülke arasında çatışma başlamaktadır. Erdoğanın "Büyük Ortadoğu Projesinde eş başkan" olarak yer alması ile, kendi ifadelerine göre, üstlendiği rol, Büyük Ortadoğu coğrafyasına "Demokrasiyi", "laikliği", "insan hakları" ile "kadın haklarını" getirmek şeklindedir. Bunlar, Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) açık olan hedefleridir. Arap Baharı sürecinde Başbakan Erdoğanın bu ülkelere giderek demokrasi, laikliği teklif etmesi ve Türkiyeyi model ülke olarak sunması ve ABD-AB ekseninden hiç tepki almaması, ortak payda nedeniyledir.

Laikliği, bu coğrafyaya empoze etmeye kalkması, Erdoğanın yaptığı en büyük hatadır. Laiklik, İslam dininin hayattan tasfiye edilmesidir. Ilımlı İslam projesinin bir uygulamasıdır. İnkılâpçı İslami hareketlerin önünü kesmek için Büyük Ortadoğu Projesinin kullandığı bir kalkandır Arap Baharı denilen süreçte ortaya çıkan krizler, kavşaktan ayrılmakla bağlantılıdır. Libyanın NATO tarafından bombalanmasına Başbakan Erdoğanın "NATOnun Libyada ne işi var" diyerek karşı çıkması ve ardından geri adım atması, kavşak noktasını muhafaza etme amaçlıdır. Benzer ayrışma, Suriyede yaşanmaktadır. Türkiyenin Suriye meselesinde Batı tarafından yalnız bırakılmasının sebebi, Türkiyenin izlediği politikanın, BOPun gizli amaçları ile uyuşmamasıdır. BOPun gizli olan hedeflerinden biri, "İslam coğrafyasının parçalanması" ve "yeni sömürgecilik döneminin" başlatılmasıdır. Eski Dış İşleri Bakanı Ricein, "Büyük Ortadoğuda 22 ülkenin sınırlarının değişme zamanı gelmiştir" demesi bundandır.

Diğer taraftan Türkiye, ABD içindeki WASPçılarla Neocon-Siyonist ittifakı arasında olan kavgada, WASPçılarla birlikte yol almaktadır. ABD içi hâkimiyet mücadelesinin aldığı şekil, Türkiyenin durumunu etkilemektedir. Hudson Enstitüsünde hazırlanan senaryoların, Neocon-Siyonistler tarafından organize edildiği hatırlanmalıdır. Türkiye, ayrıca ABDyi dengelemek amacıyla Rusya, İran ve Çin ile ilişkileri geliştirme noktasında yoğun bir çaba harcamaktadır. Erdoğanın Rusya devlet başkanı Putine, "Şanghay Beşlisine bizi de alın" teklifini yapması, ABDye bir mesajdi ve ABDyi dengeleme isteğindendi.

Türkiye- Suriye Denklemi

Türkiyenin Suriye politikasına, son yıllarda izlediği, aktif, girişimci, çok yönlü ve açılımcı politikanın bir sonucu olarak bakmak gerekmektedir. Halk hareketleri başlayana kadar, Türkiye Suriye ilişkileri, tarihte hiç olmadık tarzda iyileşmişti. Erdoğanla Esad birbirlerine "kardeşim" diye hitap etmekteydiler. Ortak askeri tatbikat, bakanlar kurulu toplantısı, açılışlar yapmışlardır. Suriyede çok partili seçim sistemine geçilmesi için reformlar yapılması çalışmalarına, Türkiye, destek ve yardımcı oluyordu. Tunusda başlayan halk hareketleri, Suriyeye ulaştığında Türkiye, Suriye ilişkileri tam bir bahar havasında idi. Olayların başlaması ile Türkiyenin Suriye üzerindeki, "reformları bir an önce yap" baskısı, artmaya başlamıştır. Esadın gösterilere müsaade etmemesi, gösterileri dağıtmak için güç kullanması, Türkiyenin üslubunu sertleştirmesine sebep olmuştur. Erdoğan, Esada, "yap", "et" gibi emir sığaları içeren ifadelerle hitap etmeye başlamıştır. Suriyedeki halk hareketinde silahların patlaması ile kullanılan ifadeler, "çekil git", bırak git" şeklini almıştır. Bundan sonra Türkiye, Suriye ile bütün köprüleri bıçak gibi kesip atmıştır. 

Türkiyenin Suriyedeki mazlum halkın yanında yer alması, çok haklı ve yerinde bir tavır olup doğrudur. Bununla beraber yönetimle bütün ilişkilerin kesilip atılması yanlış olmuştur. Türkiye, Suriyedeki her kesimle ilişki kuracak bir konumda tutulmalıydı. Cumhurbaşkanı, başbakan ve dışişleri bakanı dâhil bütün makamlar, çok sert tavır almışlardır. Bütün makamların bu sürece dahil edilmesi ile diyalog kuracak herhangi bir makamın olmaması, Türkiye yönetiminin yaptığı en ciddi hatadır. Erdoğanın ve Davudoğlunun bu denli sert tavır almalarına, gösterdikleri gerekçe, "aldatıldık", "oyalandık" şeklindedir. Bu ifadeler, Suriye yönetiminin iyi analiz edilmediği ve dış politikada duygusal davranıldığı anlamına gelir ki bu, daha büyük bir hatadır. Türkiyenin Suriye ile bu denli hızlı yakınlaşması ne derece hatalı idiyse, köprüleri hızlıca bıçak gibi kesip atması da, o denli hatalı olmuştur. Türkiye, Suriye yönetimi ile yeniden diyalog kuracak kanalları oluşturmalıdır. Buna da, şu an için en müsait makam, Cumhurbaşkanlığı ve Meclis başkanlığı gözükmektedir.

40 yıllık diktatörlük döneminin oluşturduğu kemikleşmiş bir yapının, çok hızlı bir şekilde, bugünden yarına değiştirilmesi mümkün değildir. Türkiye, 1950 yılından bu yana kurulmuş bir baskı, korku imparatorluğunu ıslah etmeye, değiştirmeye çalışmaktadır. Alınan yol bellidir. Sadece son on yılda, AKP döneminde, Ergenekoncular tarafından kaç darbe teşebbüsünde bulunulduğu ortadadır. Ergenekonun yer altında kalan yapıları, hala temizlenmiş değildir. Türkiye bütün bunları yaşamışken/yaşarken, Suriyeden bu kadar hızlı bir değişim beklemesi, yanlış olmuştur. Türkiyenin Suriye politikasında yaptığı hatalardan biri de budur. Hem Türkiye hem de NATO, Libyada Fransanın emrivakisi sonucu sürece dahil olmuşlardır. Muhtemeldir ki, benzer bir durumla Suriyede karşılaşmamak için Türkiye inisiyatif almak ve süreci yönlendirmek istemiştir. Ya da buna, ABD tarafından destek sözü verilerek zorlanmıştır. Erdoğanın sık sık,"Libyada ölenler insan da Suriyede ölenler insan değimli " şeklinde ki serzenişi, NATO ittifakı tarafından ihanete uğradığı anlamında yorumlanabilir. ABDnin Erdoğana verdiği sözlerin arkasında durulmamış, Türkiye, Suriye meselesinde yalnızlaştırılmıştır.

"Tampon Bölge" oluşturulmasına, NATOnun müdahale etmesine ve Türkiyenin Suriyenin kuzeyine yerleşen PKK-PYD güçlerine karşı askeri müdahale etmesine, ABD ve AB karşı çıkmaktadır. Bunun anlamı nedir ABD ve ABnin Suriyedeki olaylara paralel olarak tavrına baktığımızda, Büyük Ortadoğu Projesinin gizli amaçlarının devreye sokulduğunu, yanı Suriyenin parçalanmasının istendiğini söyleyebiliriz. Muhtemelen Erdoğan ve Davutoğlu, Tunus, Mısır ve Libyada iktidarların çok hızlı bir şekilde değiştirilmesini göz önüne alarak, Suriyede de benzer bir durumun yaşanacağını hesaplamışlardır. Bu kadar hızlı ve aceleci davranmış olmalarının sebebi bu da olabilir. Göz ardı edilen nokta, Suriyenin iç dinamikleri, Suriye üzerinde etkili bölgesel ve küresel güçlerin, aktörlerin tutum ve tavrının ne olacağı olmuştur. Suriye üzerinde, ABD-İsrail-AB ekseni ile İran-Rusya-Çin ekseninin menfaatleri çatışmaktadır. O nedenle İran-Rusya-Çin ekseni Türkiyenin uygulamak istediği politikalara karşı çıkmaktadır. Dahası, ABD-İsrail-AB ekseninin öngördüğü Suriye ile Erdoğanın öngördüğü Suriye farklıdır. O nedenle de Türkiyenin menfaatleri ile ABD-İsrail-AB ekseninin menfaatleri çatışmaktadır. Dolayısıyla her iki eksen, Türkiyenin politikalarına karşı çıkmakta ve Türkiyeyi durdurmaktadır. Laik Türkiye Cumhuriyeti devleti, laik Suriye devletinin yanında değil de, Müslüman halkın yanında yer alınca, Türkiyenin içinde de bir kırılma meydana gelmiş ve kamuoyu bölünmüştür. Süreç uzadıkça, iç kamuoyundan daha olumsuz sesler yükselecektir. Zaman Zaman Erdoğan ve Davutoğlu, İranın ve CHPnin Suriye politikasının mezhepsel olduğu şeklinde yaptıkları açıklamalar, Türkiye iç kamuoyu açısından sakıncalı ve tehlikelidir. Bu, Türkiyede, Alevi/Şii-Sünni geriliminin oluşmasına sebebiyet verebilir.

Türkiye- Suriye- İran Denklemi

İslam coğrafyasında etkili olan üç büyük rakip devlet, Türkiye, Mısır ve İrandır. Her üç ülkenin jeopolitik, jeostratejik ve jeoekonomik çıkarları, Suriyede çatışmaktadır. Özellikle bu çatışma bu günlerde Türkiye ile İran arasında yaşanmaktadır. Türkiyenin jeopolitik, jeoekonomik ve jeostratejik çıkarları, Suriye ve Irak üzerinden İslam coğrafyasına açılmayı gerektirirken; İranın menfaatleri de, Suriye üzerinden Lübnan ve Akdenize açılmayı gerektirmektedir. Bu tezat, Türkiye ile İranı karşı karşıya getirmiştir. Suriye yönetiminin Türkiyeye karşı uyguladığı taktik bir hamle ile kuzey bölgesini boşaltarak, oraya PKK-PYD güçlerini yerleştirmesi ve ardından Barzaninin bu bölgeye asker yerleştirmeye kalkması, Özerk Suriye Kürt bölgesi tezinin tartışılıyor olması, Türkiyenin aleyhine olan ciddi bir gelişmedir. 

Türkiyeyi istikrarsızlaştırmak ve kendi içine kapatmak için, Rusya-İran-Suriye ekseni tarafından, Türkiyenin her tarafında gerilla hareketleri yapması için PKK desteklenip teşvik edilebilir. Suriyede son zamanlarda, medyada yer alanlar doğru ise, PKK-PYD eksenli olarak Arap- Kürt çatışması meydana gelmiştir. Bu yaygınlaşırsa, Suriyedeki muhalefet arasında ciddi fay hatları meydana gelip bölünmeler yaşanabilir. Muhalefet cephesinde yer alan bir kısım aşiretler/gruplar saf değiştirip Esad güçleri yanına geçebilir. Türkiyeyi yönetenler bütün bu ihtimalleri düşünmek zorundadır. 

Sonuç: Suriyenin Geleceği ve Türkiye 

Bu nedenle Türkiye, bölgede ki istikrarsızlığı sona erdirecek tarzda daha yüksek bir strateji uygulayıp, İran ve Mısır ile birlikte ortak bir girişim başlatmalı, ortak hareket etmelidir. Suriyedeki yönetimle muhalefet cephesi masaya oturtulmalıdır. Rusyaya menfaatlerinin korunacağı noktasında güvence verilmelidir.

Suriyenin geleceği ile ilgili muhtemel gelişmeleri, aşağıdaki gibi sınıflandırabiliriz:

1- Beşir Esad Yönetiminin hâkim olduğu bütün bir Suriye

2- İç Savaşın uzun yıllar devam ettiği bir Suriye

3- Sistemin Tüm Güçleri ile hakim olduğu ve fakat Müslümanların yönettiği bir Suriye, Mısır Modeli, 1950 Türkiye Modeli.

4- Sistemin değiştirilip Müslümanların tamamen hâkim olduğu, Anti Siyonist, Anti Kapitalist bütün bir Suriye

5- Batı yanlılarının hâkim olduğu, Batı İşbirlikçisi bütün bir Suriye

6- En az üçe bölünmüş(Sünni Devleti, Nusayri Devleti, Kürt Devleti) bir Suriye

Birinci ve ikinci ihtimaller, Türkiyenin aleyhinedir. Üçüncü ihtimal, Baas güçlerinin devlete hakim olması nedeniyle Türkiye için kısa vadede yararlı olmayabilir. Ama ilk iki duruma göre kötünün iyisidir.

Dördüncü ihtimal, hem Türkiyenin hem de ümmetin lehine olan en iyi bir durumdur. Böyle bir durum Türkiyedeki laik, batıcı İsrail yanlısı derin mekanizmaları çok rahatsız edeceği unutulmamalıdır. ABD-AB-İsrail ekseni böyle bir yapıya şiddetle karşı çıkmaktadır. Bu ekseninin şu an Suriyeye müdahale etmemesi ve Türkiyeyi yalnız bırakmasının en önemli sebeplerinden birisi, Baas sonrası dönemde İslami bir gücün iş başına gelme ihtimalinin var olmasıdır. Şer ekseni, Suriyede yapılacak genel seçimler sonunda, Irak ve Mısırdakine benzer bir sonuçla karşılaşmayı istememektedir. Beşinci ihtimalin ortaya çıkması durumunda, İktidar bundan yıpranacaktır. Türkiyedeki laik mekanizmalar, bundan çok mutlu olacaklardır.

Altıncı ihtimal, kan davası olan üç küçük devletin Suriyede ortaya çıkması, Bölgeyi daha da istikrarsız yapacaktır. Kürt sorununu kendi içinde çözememiş bir Türkiye için sürekli tehdit ve istikrarsızlık kaynağı olacaktır. Siyasi iktidar, ağır ithamlar altında kalacak ve aşırı yıpratılacaktır. Suriye için altıncı ihtimal, en son çözüm ve ilginç bir rastlantı olarak, İranının, Rusyanın, ABD-AB-İsrailin işine gelmektedir. Ancak Kürt sorununun çözmüş bir Türkiyenin de işine gelebilir.

12 Ekim 2012 Cuma

Çatışan güçler açısından Suriye meselesi - 1

(Milli Gazete)

"O, akıl erdiremeyenlerin üzerine iğrenç bir pislik kılar." (10 Yunus 100)

Giriş

Yakın geçmişte, Milli Gazetede Suriye ile ilgili 3 yazı yazdım: Birincisi "Barıştan Savaşa Adım Adım", ikincisi, "Büyük İsrail Projesi ve Suriye" ve üçüncüsü, "Yeni NATO ve Suriye". Bu makalelerdeki amacım, Suriye meselesinin son derece karmaşık uluslar arası boyutlu bir sorun olduğunu ortaya koymaktı.

Burada, Suriyede çatışan güçler konusu ele alınıp incelenecektir.

Suriye Denklemi

Arap baharı diye isimlendirilen süreci, tek başına, o ülkelerin yalnızca içi dinamiklerine bağlayarak izah etmek mümkün değildir. Her bir ülkeye etki eden dinamikler, farklılık göstermekle beraber; ortak paydaları oldukça fazladır. Suriyede vukubulan olaylar da, tek başına, yalnızca Suriyenin iç dinamiklerinin sonucu değildir. Suriyedeki olaylar, 1- İç dinamikler, 2- Bölgesel dinamikler ve 3- Küresel dinamikler olmak üzere 3 ana eksene bağlı olarak gelişmekte ve şekillenmektedir. Bu üç eksenin ortak payda oluşturması durumunda da, Suriye olayları, bir şekilde, olumlu yada olumsuz bir denge durumuna kavuşacaktır.

Küresel Dinamikler

Soğuk Savaş sonrası dönemde, 21. Asrın başlangıcında dünya hâkimiyet mücadelesinde, ana hatları ile 6 ağırlık merkezinin var olduğunu söyleyebiliriz:

• ABD-AB

• Siyonizm

• Küresel Sermaye

• Vatikan

• İslam

• Çin -Rusya

ABD-Siyonizm-Küresel Sermaye-Vatikan (Şer Ekseni) ve Suriye

ABD, Siyonizm, Küresel Sermaye ve Vatikan (Şer Ekseni) İslam coğrafyasını, hem değer sistemi ekseninde hem de ekonomik eksende dönüştürmeye ve yok etmeye çalışmaktadır. Sovyetlerin çöküşünden sonra NATOda konsept değişikliği yapılmış "Düşman kırmızıdan yeşile dönüştürülerek" İslam, yeni düşman olarak ilan edilmiştir. 11 Eylülde, ABD derin devletinin yaptığı provokasyonla birlikte bu eksen, İslam coğrafyasına açık bir saldırıya geçmiştir. Afganistan ve Irak işgalleri bunun sonucudur.

Bugün için dünya ABD-AB-Siyonizm-Küresel Sermaye ile Rusya-Iran-Çin eksenli yeni bir kutuplaşmaya doğru sürüklenmektedir. ABDde Neocon - Siyonist ittifakı ile WASPçılar arasında ciddi bir kavga vardır. Bu kavga dünyanın her tarafına yansımaktadır. Ayrıca, her türlü bloklaşma ve ittifakın kendi iç tezatları bulunmaktadır. Bu kamplaşma, şu an için geçerli olup her türlü yeni değişim, saflaşma ve paylaşım olabilir.

Sovyetlerin çöküşü ile birlikte ABD Yeni Amerikan Yüzyılı Projesini (PNAC) devreye sokmuştur. Genişletilmiş Ortadoğu projesi, Din ve Medeniyetler arası Diyalog projesi, Kuzey Afrika ekonomik işbirliği projesi, Özelleştirme projesi, Uluslararası tahkim projesi, NATOnun evrenselleşmesi ve İslam coğrafyasında görev üstlenmesi projesi, PNACın alt proje grupları olarak ifade edilebilir.

Büyük Ortadoğu Projesinin amaçlarını, görünür ve gizli olmak üzere iki sınıfta toplayabiliriz. Projenin görünür amaçları aşağıdaki şekilde ifade edilmektedir:

• Bölgedeki Kitle İmha Silahlarının (KİS) kontrol edilmesi, üretiminin ve yaygınlaştırılmasının engellenmesi,

• Bölgedeki terör odaklarının kurutulması, terörle mücadelenin sürekli hale getirilmesi,

• Totaliter rejimlerin demokratikleştirilmesi,

• Serbest piyasa ekonomisinin yaygınlaştırılması

• Bölgenin modernleştirilmesi,

• İnsan haklarının ve özgürlüklerin geliştirilmesi, yaygınlaştırılması,

• Kadınlara eşit haklar tanınması,

• Radikal İslami unsurların temizlenmesi,

• Dini eğitimde reform yapılması.

Büyük Ortadoğu Projesinin Gizli Amaçları ise, değişik yayınlardan ve bazı gizli belgelerden tespit edilebilmektedir. Buna göre Projenin gizli amaçları;

• Müslümanlardan ABDye karşı meydana gelebilecek herhangi bir meydan okumayı kırmak.

• Şuurlu, Devrimci İslamı hareketlerin önünü kesmek ve yok etmek.

•  Ilımlı İslam adında yeni bir din inşa ederek kaos meydana getirmek.

•  Modernist Müslümanları veya Liberalleri iktidar yapmak.

• Bununla eş zamanlı olarak, etnik ve mezhebi temele dayalı yeni uluslar inşa edip bölgedeki karışıklığı ve çatışmayı sürekli kılmak.

• Bölgede ki 22 ülkenin sınırlarını değiştirecek şekilde parçalamak.

• Devletlerin, Uluslararası Sermayeye göre yapılandırılmasını sağlamak ve yeni tüketici pazarlar oluşturmak.

• Bölgedeki enerji kaynaklarını ve ulaşım yollarını kontrol ederek enerji nedeniyle buralara bağımlı olan ve gelecekte ABDye rakip olabilecek güçleri frenlemek.

• Bölgede var olan stratejik madenlere el koymak,

• İsrailin güvenliğini sağlamak ve Büyük İsraili kurmaktır.

Vatikan, Dinler arası Diyalog projesi ile İslam coğrafyası dâhil Asya- Afrikanın Hıristiyanlaştırılması için çalışmaktadır.

Siyonizm Büyük İsrail Projesi, Dünya Hâkimiyeti (Gizli Dünya Devleti) ve Özelleştirme Projesi ile dünya hâkimiyet mücadelesi vermektedir.

Bu projelerle ABD-AB-Siyonizm-Küresel Sermaye-Vatikanın (Şer ekseni) hakim olduğu bir dünya inşa edilmek istenmekte ve İslam coğrafyası yeniden paylaşılmaya çalışılmaktadır. Bu yeni paylaşım ve sömürge düzeninin adı da yeni dünya düzeni, küreselleşme olarak adlandırılmaktadır.

Yeni dünya düzeninin şeytanları, yüzlerine taktıkları maskelerle, İnsan Hakları, Özgürlük, Serbestlik, Diyalog, Hoşgörü, Serbest Pazar, Din Ve Vicdan Hürriyeti, Düşünce Hürriyeti, İfade Hürriyeti, Demokrasi, Laiklik gibi kavramları, Truva atı gibi kullanarak İslam coğrafyasına girmeye çalışmaktadırlar.

Şer ekseni, Arap baharı denen sürece bunun için destek vermektedir. Bazı yerlerde sürecin bizzat başlatıcısı olmuştur. Libyada olduğu gibi de askeri operasyonla yardımda bulunmuştur. Amaçları, bu ülkelerin öncelikle parçalanmasıdır. Bununla birlikte bu ülkelerde, Batı işbirlikçisi laik, liberal kesimlerin iş başına gelmesidir. Mevcut sistemleri, laikleştirmek, liberalleştirmek şartıyla çok partili bir sisteme dönüştürmek hedeflenmektedir. Türkiyede 1950de uygulanan sistem, bir model olarak uygulanmak istenmektedir. Tunus ve Mısırda, Sistemin ana dinamiklerinde ciddi değişiklik yapılmadan çok partili bir yapıya geçilmiştir. Eski, bütün kurum ve kuruluşlar, muhafaza edilmiş; parlamentonun hareket alanı kısıtlanmıştır. Şer ekseni, İslami bir devrimin önünü kesmek için uğraşmaktadır.

Şer ekseni, bu coğrafyayı paramparça etmek istediği için Libyadaki aceleciliğini Suriyede göstermemektedir. Kaddafi kuvvetleri, muhalif güçleri tasfiye etmeye başladığı anda, önce Fransa sonra da NATO devreye girmiştir. NATOnun müdahalesine Başbakan Erdoğanın tepkisi, "NATOnun ne işi var Libyada" şeklinde olmuştur. Libyada ölenleri insan kabul eden Batılı güçler, Suriyede ölenler için kıllarını kıpırdatmamışlardır. Başbakan Erdoğanın "Libyada ölenler insan da Suriyede ölenler insan değil mi " tepkisi, Batının art niyetine karşı yapılan bir çıkıştı.

Tunus Mısır hattında acele eden Şer ekseni, Suriyede niçin ağırdan almaktaydı "Demokrasi", "insan hakları" ve "özgürlüklerin" tamamıyla askıya alındığı, seri cinayetlerin işlendiği bir Suriye için şer ekseni niçin sağırlaşmıştı Dahası, silahsız bir direniş olan halk hareketini, niçin kana bulaştırmıştı Direnen bir halkın arasına ajan provokatörlerini sokarak, işi kan dökme aşamasına getirip halk hareketini gerilla savaşına dönüştürmüştü, niçin Çünkü şer ekseni, hem Suriyenin parçalanmasını hem de kurulacak devletlerin laik, liberal olmasını istemektedir. Suriyeyi parçalayabilmek için Irakta başlangıçta uygulanan 10 yıllık kaos modelinin Suriyede de uygulanması amaçlanmıştır.

Irakta on yıl boyunca yapılan propaganda, "Kuzeyde Kürtler, ortada Sünniler, güneyde Şiiler" şeklinde olmuştur. Suriyede de iç çatışma uzatılarak safların, iç göçle birlikte ayrışması öngörülmektedir. Irakta başlangıçta uygulanan bu model, seçim sistemine geçilince, Müslümanların hakim olduğu bir Irak ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte Irak, etnik ve mezhepsel olarak ikili bir görüntüyü muhafaza etmektedir. Benzer bir durumun, Suriyede de ortaya çıkmaması için, Esad sonrası dönemde mevcut yapılar korunarak seçim sonucunda laik, liberal bir iktidarın var olması istenmektedir. Bu noktada da Mısır ve Tunus modeli geçerli kılınmaya çalışılmaktadır. Yanı Müslümanlar hükümet olmuş olsalar bile iktidar olamayacaklar; sistemin bütün güç odakları laik, liberal, işbirlikçilerin elinde bulunacaktır. Suriyede hem Irak hem de Mısır modeli birlikte uygulanmak istenmektedir. Bu durum ortaya çıkana kadar, Şer ekseni kılını kıpırdatmayacaktır.

Suriyede akan kan arttıkça, kin ve nefretle oluşan fay hatları, etnik ve mezhepsel olarak Suriyenin parçalanmasını kolaylaştıracaktır. İç göç hızlanacaktır. Iraktakine benzer şekilde "Kürtler, Sünniler ve Nusayrıler" şeklinde bir ayrışma meydana gelebilecektir. Eğer iç, bölgesel ve küresel dinamikler Suriyenin parçalanmasına uygun değilse, o taktirde, Esat sonrası gelecek yönetimin nasıl olması gerektiği meselesi ön plan çıkmaktadır. Bir seçim sonucunda ortaya çıkacak sonuç Müslümanların iktidarı olabilir. Bu da istenmeyen bir durumdur. Bu noktada Şer ekseni ile birlikte Çin ve Rusya ortak hareket etmektedir.

Türkiye, tüm komşuları ile sıfır sorunlu dış politika ekseninde oluşturduğu dostluk, Suriye krizi ile birlikte berhava olmuştur. Bölgesel güç olmaya doğru giden bir Türkiye, Suriye krizinde, Şer ekseni tarafından aldatılarak tuzağa düşürülmüştür. Türkiye, Suriye diktatörlüğünün 3 ay gibi bir zamanda düşürüleceğine inandırılmıştır. Türkiye, kardeşim dediği Esat yönetimiyle bütün ilişkileri bıçak gibi kesip atmış, gelecek güç olarak muhalefete yatırım yapmıştır. Türkiyenin Suriye ile bütün köprüleri atmasının ardından Şer ekseni, her türlü lojistik desteği kesmiştir. Suriye yönetiminin, kuzeyini boşaltarak PYD-PKK güçlerine terk etmesinin ardından, Türkiyenin yapmak istediği askeri müdahale, ABD-AB tarafından engellenmiştir. Göçmenler için Suriye içerisinde tampon bölge oluşturulmasına, gene ABD-AB karşı çıkmaktadır. Böylelikle Türkiye, bölgesinde yalnızlaştırılmış ve İrandan Güney Kıbrıs Rum kesimine uzanan bir fay hattı ile güneyden kuşatılmıştır. Ayrıca Suriye üzerinden PKKya verilen destekle, Türkiyede kan dökülmesi hızlandırılmıştır. Türkiye kendi içine kapatılmaya çalışılmaktadır. Eğer Suriye, Iraktaki gibi gayrı resmi bir bölünmeye uğrarsa, oluşacak olan yeni durum, Türkiyeyi yıllarca sürebilecek bir bunalımın içine sürükleyebilir.

Şer ekseninin Suriyeye bakışını, Türkiye, bu açıdan değerlendirmeli, uyguladığı politikaları yeniden gözden geçirmelidir.

Çin ve Suriye

Çin, askeri ve ekonomik olarak dünyanın her tarafında, ABD-AB ekseni ile mücadele etmekte, Asya ve Afrikada yayılmaya çalışmaktadır. ABD-AB ekseni ile Balkanlarda ve Afrikada çok sert bir rekabet içerisindedir. Çin yabancı ülkelere verdiği kredilerde hiçbir ön şart koşmamakta, ihalelerde, kendi şirketlerini sübvanse ederek serbest piyasa şartlarına ağır darbe vurmaktadır. ABD, Çinin bu yayılmacılığını engellemek için kuvvetlerini, Asya pasifiğe kaydırmaktadır. Japonya ile Çin arasındaki ada krizi, ABD'nin Çini durdurma, meşgul etme operasyonu olarak değerlendirilebilir. Ayrıca, ABD Hindistan yakınlaşması, Çini güneyden çevreleme hareketidir.

Çin, genel olarak, ABD'nin ihtilaflı olduğu tüm ülkeleri, kendisinin ihtilaflı olduğu tüm ülkeler için birer silah, pazarlık unsuru olarak kullanma tarzında bir politika benimsemiştir. Bu nedenle Çin, ABDyi, kendi yakın çevresinden uzak tutmak için Suriye kartını kullanmaktadır. Çin için Suriye, ABD ile bir pazarlık aracıdır. Çin, Suriye üzerinden ABDnin itibarını sarsmak istemekte; üçüncü taraflara güçlü olduğu mesajını vermektedir. Akdenizde ben de varım demekte ve ABDyi Akdenizde meşgul edip durdurmaya çalışmaktadır.

Ayrıca Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında 22 ülkenin sınırlarının değişmesi ön görülmektedir. Bu, Pakistan, Afganistan, İran, Irak ve Suriyenin parçalanması anlamına gelmektedir. Çin açısından Suriyenin düşmesi, İranın da düşmesi olarak değerlendiriliyor olabilir. İran ve Irakın parçalanması ile Basra körfezinin kontrolü, tamamen ABD-AB ekseninin eline geçmiş olacaktır. Oysa Çin, enerji açısından Basra körfezine bağımlıdır. ABD, Irak işgali ile Basra körfezini kısmen kontrol altına alarak, Çinin hayat damarları üzerine, kontrolü, ABDde olan bir vana oturtmuştu. İranın düşmesi ile Basra körfezinin kontrolü, tamamen ABDnin eline geçmiş olacaktır. Çin bunu asla istememektedir.

Suriyedeki mevcut iktidarın düşmesi ya da Suriyenin parçalanması durumunda, Irak petrollerinin Suriye üzerinden Akdenize aktarılması söz konusu olabilir; böyle bir ihtimal vardır. Bu, Hem Irak hem de İrandan Basra körfezi üzerinden petrol alan Çinin işine gelmemektedir. Ayrıca Batının, İranın kontrolünde olmayan bir enerji hattına kavuşması da, Çin için uygun değildir. Böyle bir enerji nakil hattının kurulması ile Rusya, Iran ve Çin ekseninin ellindeki kozlar zayıflamaktadır.

Çin, kendi stratejik hedefleri ile ilgili ABD-AB ekseninden güvence almadığı sürece bu tavrını sürdürebilir. Ancak Çin, ABD-AB'den istediğini aldığı zaman, Suriye üzerindeki himayesini kaldırabilir. Çin için Suriye, hem ABD-AB'ye hem de Türkiye'ye karşı bir pazarlık konusudur. Doğu Türkistanın bağımsızlığı için Türkiyenin gelecekte takınacağı tavra karşılık, Çin, Suriye üzerinden Türkiyeyi meşgul etmeyi düşünmektedir.

5 Ekim 2012 Cuma

Ahtapotun kolları Gizli Dünya Devleti kuruluşları

 (Milli Gazete)

Gizli Dünya Devleti (Ahtapot), yaklaşık 3000 yıllık bir mücadelenin sonucudur. Mücadeleyi etkin kılan,  Gizli Dünya Devleti kurucularının, Kabala, Tevrat ve Talmut eksenli (Felsefi ve mistik bir teori) bir yapılanış içerisinde olmalarından dolayıdır. Acı ve mağlubiyetlerle dolu bir tarihten ders çıkararak kendilerini yenilemiş olması, bugünkü sonucu doğurmuştur. Gizli Dünya Devleti kitabı okunduğunda bu gerçek, daha güzel görülebilecektir.

İsrail oğullarının son sürgünden sonra, dağıldıkları bölgelerde gizli örgütlenme ve mücadele etme yeteneklerini geliştirmeleri ile birlikte bugün, merkezinde Siyonist Hahamların olduğu, kolları dünyanın dört bir tarafına uzanmış, gizli ve açık bir teşkilat yapısına sahiptirler. Bu yapının görülememesi, asıl tehlikedir. Geçmişteki yazılarda bu yapının varlığını ve değişik alanlarda verdiği mücadeleyi, beyin ve ana gövdesini ana hatları ile incelemiştik. Burada, Ahtapotun kolları, yanı değişik milletlerin ve devletlerin içerisinde kurdukları açık ve yarı açık yapılar, Gizli Dünya Devleti kitabı kapsamında ele alınmaktadır.

Ahtapotun Kolları

Gizli Dünya Devleti, piramit şeklinde yapılanmıştır. En üstten en alta doğru, kesin itaat içeren, kademeli hiyerarşik bir yapı vardır. Gizli Dünya Devleti kitabına göre, en üstte herkesi gözleyen, kontrol eden göz ile en altta var olan insanlık arasında 3 ana düzlemde, kademeli bir yapı bulunmaktadır (1,2):

• 1- Hiç Görünmeyenler:

a. RT (3 Kabbalisten Oluşan Üst Komuta Kademesi)

b. 13ler Meclisi

c. 33ler meclisi

d. 300ler Kulübü

13ler Meclisi, 33ler meclis ve 300ler meclisi, SANHEDRİN, En üst Yönetim Meclisi olarak isimlendirilmektedir.

• 2-Ucu Gözüken Büyük Kısmı Gizli Olan Kademeler (5 Kademe) :

a. Bnai Brıth- Bilderberg(Görünen en üst Ara Koordinasyon ve Yönetim Kademesi)

b. Büyük Şark Locası Teşkilatı(Fransız Mason Locası)

c. Komünizm( Rusya Mason Locası)

d. İskoç Locası Teşkilatı: 1-33 Derece( İngiliz Mason Locası)

e. York Locası Teşkilatı( Alman Mason Locası)

• 3- Halkın İçine Giren Ve Yukarının Emirlerini Uygulayan Saçaklar (Alt Kademeler; Üç Kademe):

a. Rotary-Lions-Diner-Propeller, YMCA

b. Mavi Localar

c. Önlüksüz Masonlar

Gizli Dünya devleti yapılanışını Ahtapota benzetirsek, hiç görülmeyenler kademesi (RT ve Sanhedrin), Ahtapotun baş ve gövdesi ile; dünyaya yayılmış diğer tüm yapıları da(2. Ve 3. Düzlemdeki Kademeler), ahtapotun kolları ile temsil edebiliriz. Dışarıdan bakanlar, kolların bağlantı yerleri hariç, kolları kolaylıkla görebilmektedirler. Ancak, kolların nereye bağlı olduğu, yanı bağlantı noktalarını görmeleri mümkün değildir. Sır dedikleri konu da budur. Sırra ancak belli eğitimleri alıp belli imtihanlardan geçenler, o da belli boyutu ile vakıf olabilir. Onlar da Beyin ve gövde takımını oluşturan, Hahamlar topluluğudur.

Gizli Dünya devleti, açık ve nispeten açık yapıları ile dünyayı örümcek ağına benzer bir ağla örmüştür. Her bir yapının ana amaçla bağlantılı ve uyumlu, ayrı bir amacı vardır. Her biri bu amaca uygun olarak çalışmaktadır. Gizli Dünya Devleti Kitabına göre, Ahtapotun kolları, BNAİ BRİTH VE BİLDERBERGİ, BM, DÜNYA BANKASI, IMF, NATO, CFR, CIA, BUSINESS ROUND TABLE, AIPAC, AB, TRİLATERAL, MASON LOCALARI, ROTARY, LIONS KLÜPLERİ, DINER, PROPELLER, YMCA gibi yapılardan oluşmaktadır.

Ahtapotun Kolları: Bnai Brith

Bnai Brith, Siyonizmin hedefi olan Dünya hâkimiyetini sağlamak için çalışmaktadır. Bunun için Birleşmiş Milletler, teşkilatının beyin kadrosuna sızarak alınan kararların, Gizli Dünya Devletinin menfaatlerine uygun çıkmasını sağlamaktır. Dünya bankası ve IMF, Bnai Brith e bağlı olarak çalışmaktadır. Kendisine bağlı " Aleph Zadik Aleph" adlı teşkilat vasıtasıyla, bütün dünyada ki 13-21 yaş grubuna mensup gençlere, Siyonist düşüncesini aşılamak için uğraşmaktadır. Türkiyedeki "Fakirleri Koruma derneğinin", Bnai Brith ile bağlantılı olduğu söylenmektedir(1).

Ahtapotun Kolları: Bilderberg Grubu("Dünyanın Efendileri")

Bilderberg Grubu, 1954 yılında Hollandada Ostertbeek kentinde ki Bilderberg otelinde, İsveç Farmasonluğunda Ustad-ı Azam olan Yahudi din adamı Joseph Retinger tarafından kurulmuştur(1). Gizli Dünya Devleti Kitabına göre, Bilderberg, Sanhedrin meclisinin altında en yetkili yönetim merkezidir. Bilderbergin yönetici kadrosunu, hahamlar ve 33. dereceden masonlar oluşturmaktadır. Grubun Yahudilerden oluşan 25 yönetici kadrosu, emirleri hahamlardan almaktadır (1).

Grupta gizlilik esas olduğu için, grubun çalışmaları hakkında açık bilgi elde etme imkanı yoktur. Örgüt, kara para, siyaset, gizli örgütler ve iş dünyasının ünlülerini bir araya getirmektedir. Yapılan yıllık toplantılara, mutlaka üst düzey bir NATO yetkilisi katılmaktadır(1). Grup,her yıl üç gün toplanır. Toplantılar esnasında konuların gizli kalacağına dair söz verilmektedir. Gizli, masonik bir teşkilat olan Bilderbergin en belirgin özelliği, devletlerin kilit noktalarında ki en üst düzey masonları bünyesinde toplamış olmasıdır.

Gizli dünya devletini kurabilmek amacıyla ihtilallar düzenlemek, devletler kurmak ve yıkmak gibi roller üstlenmiştir. Özgürleştirildiği söylenen pek çok ülkenin başına Mason Devlet başkanlarını getirerek ülkeyi yönetmeyi amaçlamaktadır(1). Dünya ekonomisini ve siyasetini, Siyonizmin menfaatleri istikametinde yönlendirmek istemektedir. İrlandada çıkan Newa Nation adlı derginin Ocak 1964 tarihli sayısında Bilderbergin amacı şu şeklide ifade edilmektedir:

"Bir Dünya Devleti Kurmak için Bilderberg Teşkilatı, Bnai Brith tarikatı ve diğer gizli Siyonist teşkilatları ile gayet sıkı işbirliği yapmaktadır."

ABnin temellerini oluşturan Ortak Pazar, Bilderberg toplantılarında kararlaştırılmıştır. Trilateral Komisyonu da, Bilderberg tarafından kurulmuştur (1).

Ahtapotun Kolları: CFR (Council of Foreign Relation= Dış İlişkiler Konseyi)

Siyonistler, Dünya politikalarını kendi kontrollerinde tutmak amacıyla, Walter Lippmann önderliğinde, CFR adlı kuruluşu ABDde kurmuşlardır. 37 daimi üyesinin 10 tanesi, Yahudi; diğerleri ise, yüksek dereceli masondur. ABDnin dışişleri bakanlığı göstermelik olup gerçek Dışişleri Bakanlığı, CFRdır(1).  ABDnin 6 başkanının dışişleri danışmanlığını ve CFR başkanlığını yapan John Mcloy, "Yeni bir isme ihtiyacımız olduğunda CFR üyelerine bir göz atmamız ve New Yorku aramamız yeterliydi." demek suretiyle, CFRnın gücünü ifade etmiş olmaktaydı(1).  Dış İşleri bakanlığının neredeyse kahir ekseriyeti, genellikle, CFR üyesidir. Amerikan ekonomisinin güçlü isimleri ve medya kuruluşları CFR üyesidir (1).

Ahtapotun Kolları: Business Round Table

Bilderbergin emir ve komutasına göre hareket eden, dünyanın en büyük şirket ve kuruluşlarını bünyesinde barındıran bu yapı, dünya ekonomisini kontrol etmekle sorumludur. En etkili 200 civarında ki şirketi bünyesinde barındırarak ABD içinde etkin lobi gücüne sahiptir(1). Bu kuruluş tüm endüstri ve iş sahasında ki masonları bir araya getirmektedir.

Dünyadaki Siyonist Petrol şirketleri, Standart Oil, Exxon, Texaco, Atlantik Richfield Oil, Golf Oil, Shell; Ağır sanayı alanında U.S. Çelik, Bethlehem Çelik, Boeing Co, Caterpillar Co.; üretim şirketlerinden Johnson

28 Eylül 2012 Cuma

Ahtapot Gizli Dünya Devleti

 (Milli Gazete)

Giriş

Tarih algımızı, anlayışımızı kendi öz bilgi ve usullerimizle değil de, başkaları tarafından bize sunulan bilgi ve usullerle inşa etmeye kalkarsak, ödeyeceğimiz bedel ağır olacaktır. Gene tarih anlayışımızı, insanlığın ilk yaratılışındaki, Hz. Ademle İblisin mücadelesinden soyutlayarak ele alırsak, insanlık tarihinde vuku bulup giden olayları, gerçek anlam ve boyutu ile anlama ve izah etme şansımız olmayacaktır. Secde olayı sonucu İblisin isyanı ile başlayan mücadelenin, büyüklüğünü ve derinliğini anlayabilmek için, İblisin yaptığı yemine ve yapacağı işlere ilişkin açıklamalara bakmak yeterlidir. Bunun için Kuran-ı Kerimin konuya ilişkin ayetlerine bakmakta fayda vardır. Konu ile ilişkili olarak Kuran ve Sunneti gerektiği gibi okuyanlar, İblis ve onun yolundan gidenlerin mücadelelerinde temel ilkenin, hiçbir kutsal tanımayan, hile, tuzak, entrika ve komplo kurmak olduğunu göreceklerdir. Tuzak ve komploları hep hayal ürünü olarak görmek, Hz. Peygamberin Harp Hiledir hadisinin ruhunu kavrayamamak demektir. Yeryüzüne seyahatimizin, İblisin Hz. Ademle eşine kurduğu tuzağın sonucu olduğunu görememek, anlayamamak demektir.

Meseleye bu derinlikte bakılmasını istememizin sebebi, Gizli Dünya Devleti kurucularının, Kabala, Tevrat ve Talmut eksenli bir yapılanış içerisinde olmalarından dolayıdır. İsrail oğullarının son sürgünden sonra, dağıldıkları bölgelerde gizli örgütlenme ve mücadele etme yeteneklerini geliştirmeleri ile birlikte bugün, merkezinde Siyonist hahamların olduğu, kolları dünyanın dört bir tarafına uzanmış, gizli ve açık bir teşkilat yapısına sahiptirler. Bu yapının görülememesi, asıl tehlikedir. Geçmişteki yazılarda bu yapının varlığını ve değişik alanlarda verdiği mücadeleyi, ana hatları ile incelemiştik. Burada, bu yapının ahtapota benzer bir tarzdaki yapılanışı ve yapılanışın dayandığı temel düşünce, Gizli Dünya Devleti kitabı kapsamında ele alınmaktadır.

Gizli Dünya Devleti: Kabala- Tevrat- Talmut Eksenli Bir Yapılanış

İsrail oğulları birinci sürgün ile birlikte değişik bölgelere götürülüp yerleştirilmişlerdir. Sürgünün neden olduğu travma, merkezinde hahamların olduğu gizli teşkilatlanma ile atlatılmak istenmiştir. Gizli teşkilatlanma ile, İsrail oğullarının inançları, örf, adet ve gelenek ve göreneklerini sloganlaştırılıp sembolleştirerek, farklı yerlere dağıtılmış olan İsrail oğullarının kimliği korunarak yeni nesillere aktarılmak istenmiştir.

Gizli Dünya Devleti kitabına göre, yaklaşık 3000 yıllık bir gizli teşkilatlanma anlayışı, Siyonizmin Herzl tarafından kurulmasıyla yeni bir boyuta taşınmıştır. Hedefler, daha müşahhas hale getirilmiş, İsrailde bir Yahudi devletinin kurulması ön görülmüş ve dünya çapında bir entegrasyonun sağlanması benimsenmiştir. Bu teşkilatlanmanın ana felsefesi, ana varsayımları, amentüsü, Kabala- Tevrat- Talmut ekseninde şekillenmiştir. Tarih boyu Teşkilatlanma, hahamların çevresinde meydana gelmiştir.

Tevrattan önce hahamlar, İsrail oğullarının mevcut inançlarını, örflerini, gelenek ve göreneklerini Kabbala adlı bir kitapta toplayarak İsrail oğullarının varlığını devam ettirmesini sağlamaya çalışmışlardır. Kabbalada yer alan pek çok yanlış, tehlikeli düşünce, Tevrat geldikten sonra değiştirilmesi gerekirken; Tevrat hükümleri, Hahamlar tarafından yanlış yorumlanarak değiştirme yoluna gidilmiştir.

Kabbala, "Gelenek" veya "Ağızdan kulağa" anlamına gelmektedir. Sır, gizlilik ve itaat esasına dayanır. Bu sırların tamamı, Jerusalem Lodge(Kudüs Locası)nın üç Kabbalisti tarafından ezberde tutulur. Kabbalistlerden bir öldüğünde, İsrailin 70ler meclisinden (Sanhedrin) seçilen bir aday aynı bilgileri devralır:

"Kabbala kitaplarının metinleri, sembollerle doludur. Her devirde, bunların manasını bilen Üç Yahudi bulunur. Bunlardan ölenin yerine, bir alt kademeden (Sanhedrin, 70ler meclisi) en iyisi seçilir, diğer ikisi tarafından sırlara vakıf edilir." (1; Türk Mason dergisi, Sayı: 21, S: 1059dan alıntı)

"Sanhedrin üyelerinin tümü büyü bilmek zorundadır." Kabbala, kara büyü ve şeytanlarla ilişki kurma bilgilerini ihtiva eder. Kabbaladaki ana yaklaşım, büyüye ve şeytanı güçlerle ilişki kurmayı esas alan teori ve pratiği içeren bir yaklaşım tarzıdır. Kabbala felsefesi, Negatif Güçlerin Öğretisi olarak tanımlanmaktadır:

"Kabbala büyücülüğün anlamını kavrar. Kabbala sayesinde kara büyü dünya çapında itibar görmüştür." (1; Das Reich Satans, Krl R.H. Frick, S: 10dan alıntı)

"Kabbala biliçaltının kapılarını açan ve ruhu saran manevi değerlerin dışarı çıkmasını sağlayan anahtardır. Masonluk onu, insanın yaşamı için gerekli görür." (1; New Age Mason Dergisi, Sayı: 77, S: 31den alıntı)

"Pratikte Kabbala, kötülüklerle ilgilenmenin yolu ve semboller yoluyla psikolojik dünya üzerinde güç kazanmanın tehlikeli bir sanatı ve büyüye dayalı bir formudur." (1; Kabbalah, Tradition of Hidden Kowledge, Zev Ben Shimon Halevi, S: 12 den alıntı)

Siyonizmin dayandığı bütün felsefi alt yapının kökeninin, Kabbala olduğunu söylemek bir abartı değildir. Kabbalanın Yahudiler üzerinde ki etkisi, teşkilatlanma mantığında ortaya çıkmaktadır. Gizli Dünya Devletindeki, özellikle Masonluktaki teşkilatlanma esasları, Kabbalada öngörülen esaslara dayanmaktadır:

"Modern Masonluk Kabbalist esasları muhafaza etmiştir. Bundan başka mason sistemleri, tamamıyla Kabbalist fikirlere ve ilme dayandırılır." (1, Çırak Kardeşlik Kolu, No: 3, s: 13-14dan alıntı)

Kabbaladaki teorik ve pratik uygulamalar ile ilgili bilgiler, 33 kademeye ayrılmıştır. Masonik kademenin 33 olmasının sebebi budur. Bu nedenle Masonik eğitim, 33 dereceye göre düzenlenmiş olup her kademedeki masonlara, farklı bilgi ve eğitim verilmektedir. Masonluk, insanın şer cephesine hitap edip ihtirasları körükleyerek insan kazanmayı benimsemiştir. Masonların dereceleri yükseldikçe, vakıf olduğu sırlar ona göre artmaktadır. En alt kademedekiler, masonluğun ana gerçek hedefleri hakkında bir şey bilmeyen, masonik sloganların etkisinde olan fakat her şeyi bildiğini sanan insanlardır. Mason adaylar, Üstad-ı Azamlar tarafından son derece dikkatli bir şekilde seçilmekte ve yükseltilmektedir. Bir kademedeki bilgileri hazmedip gereğini yapan adaylar, ancak yükselebilirler. Buna masonik dilde, " Uykulu gözlere ışığın yavaş yavaş verilmesi" denmektedir (1).

Hahamlar, Tevratin birçok ayetine farklı anlamlar yükleyerek yorumlamışlar ve tefsir etmişlerdir. Yüksek dereceli Masonlardan Hayrullah Örsun bu konuda yaptığı açıklama, ibret vericidir:

"Kahinler yazısı denen kısımlarda, Yahudi şeriatı artık son ve kesin şeklini alır. Bunların bir Hahamlar topluluğunun eseri olduğu anlaşılmaktadır. Bu topluluğun da bütün Musa kitaplarını(Tevratı) yeniden elden geçirmiş oldukları bellidir. Ama kendi koydukları kuralları, hep Musanınmış gibi göstermişlerdir. (1; Hayrullah Örs, Musa ve Yahudilik, S: 36-37dan alıntı)

Hahamlar Tevratın hükümlerini tahrif edip bozarlarken, kendi statülerini korumaya çok önem vermişlerdir. Gizli Dünya Devletinin bugünkü yapılanışında, bunun etkisi görülmektedir.

Milattan sonra 2. Yüzyılda Tevratla ilgili yapılan bütün yorum ve değerlendirmeler, Haham Nasi Yuda tarafından toplanıp Talmut adı verilen bir kitap haline getirilmiştir. Talmut, Tevratın tefsiri olarak kabul edilmektedir. Talmut, asıl kısmı Mişna ve yorum kısmı Gamera olarak isimlendirilen iki kısımdan oluşmaktadır(1). Yahudilikte, Talmutun hükümleri, yasa olarak kabul edilmekte olup eğitim öğretim sisteminin merkezinde yer alır:

"Her Yahudinin öğrenimini üç kısma ayırması ve üçte birini Tevratın eğitimine, diğerini Mişnanın eğitimine ve diğerini de Gemaranın eğitimine ayırması gerekir."(1; İbrani Edebiyetı, s: 14den alıntı.)

Hahamlar, Dünya hâkimiyeti, Yahudi ırkının üstünlüğü ve bunun gibi konularla ilgili birçok Tevrat hükmünü, yanlış yorumlayarak, çarpıtarak ve genişleterek Talmuta koymuşlardır. Özetle, Gizli Dünya Devleti, Kabala-Tevrat - Talmut eksenli, ideolojik bir yapılanıştır.

Gizli Dünya Devlet: Üç Düzlemde Hiyerarşik Bir Yapılanış

Kabala-Tevrat - Talmut düşüncesinin vücut verdiği yapılanışlarda, gizlilik, sır saklama ve itaat esastır. Birçok sır, kodlanmış olarak sembollerle saklanmaktadır. Semboller aracılığıyla sırlar ve dava, korunarak, nesilden nesile aktarılmaktadır.

1933 yılında ABD başkanı Roosevelt tarafından bir doların üzerine, daire içerisinde, tepesinde tek bir göz, en altında Latin harflerle 1776 tarihi yazılı olan bir piramit(ehram) yerleştirilmiştir. Piramidin en altı ile en üstü arası, katlara ayrılmış ve her katında ayrı bir yazı bulunmaktadır.      Dairenin içinde Piramidin dışında, en üstte, Annoit Koektist(Zafere Ulaşıldı), en altta, Novrus Kordosecolorun( Yeni Dünya Düzeni) yazıları bulunmaktadır.

Sade ABD vatandaşı için yapılan yorum, 1776 yılında ABD kurularak zafere ulaşılmış ve yeni bir dünya düzenine kavuşulmuştur şeklindedir. Gerçekte, 1776 tarihi, Adam Weisshavst tarafından İlluminatı( Mürşitler, Aydınlatıcılar) locasının kuruluş tarihidir. Annoit Koektist(Zafere Ulaşıldı) ise doların dünya parası yapılması ile gizli dünya devletinin zafere ve böylelikle Novrus Kordosecolorun (Yeni Dünya Düzeni) gidilmektedir. Gizli Dünya Devletinin müntesiplerine verilen mesaj budur.

Piramit, genel olarak, Gizli Dünya Devletinin yapılanışını temsil etmektedir. En üstten en alta doğru, kesin itaat içeren, kademeli hiyerarşik bir yapının var olduğunu göstermektedir. Gizli Dünya Devleti kitabına göre, en üstte herkesi gözleyen, kontrol eden göz ile en altta var olan insanlık arasında 3 ana düzlemde, kademeli bir yapı bulunmaktadır(1,2):

• 1- Hiç Görünmeyenler:

a. RT (3 Kabbalisten Oluşan Üst Komuta Kademesi)

b. 13ler Meclisi

c. 33ler meclisi

d. 300ler Kulübü

13ler Meclisi, 33ler meclis ve 300ler meclisi, SANHEDRİN, En üst Yönetim Meclisi olarak isimlendirilmektedir.

• 2-Ucu Gözüken Büyük Kısmı Gizli Olan Kademeler(5 Kademe) :

a. Bnai Brıth- Bilderberg(Görünen en üst Ara Koordinasyon ve Yönetim Kademesi)

b. Büyük Şark Locası Teşkilatı(Fransız Mason Locası)

c. Komünizm( Rusya Mason Locası)

d. İskoç Locası Teşkilatı: 1-33 Derece( İngiliz Mason Locası)

e. York Locası Teşkilatı( Alman Mason Locası)

• 3- Halkın İçine Giren Ve Yukarının Emirlerini Uygulayan Saçaklar(Alt Kademeler; Üç Kademe):

a. Rotary-Lions-Diner-Propeller, YMCA

b. Mavi Localar

c. Önlüksüz Masonlar

Piramidin tepesindeki üçgen içindeki göz, Mason ilahi olan Lüzifer(Şeytan)in gözü olup eğik bakmaktadır, şaşıdır. Bu göz, bütün yapıyı gözlemekte ve kontrol etmektedir. Masonlar, birbirleri ile tanışmak için bu bakış tarzını, parola olarak kullanmaktadırlar. Bu bakışla birlikte özel tokalaşma teknikleri bulunmaktadır.

Ahtapotun Beyni (Gizli Dünya Devletinin Beyni): RT

En üst kademe olup üç Hahamdan oluşmaktadır. Bunlar Kabbalizmin bütün sırlarını bilmektedir. Buranın üyeleri, Sanhedrin denilen meclis tarafından seçilirler(1).

Ahtapotun Gövdesi (Gizli Dünya Devletinin Gövdesi): Sanhedrin

Sanhedrin meclisi üyeleri, Kabbala eğitimi almış hahamlar arasından seçilen 70 üyeden oluşmaktadır. Genel Gözetim Meclisi olarak çalışır. Bu gruba bağlı olarak çalışan ayrıca, bir Yeminli 70ler Grubu var olup bunlar, Siyonizm adına tüm dünyanın yönetimi ile Gizli Dünya Devletinin yönetiminden sorumludurlar. Sanhedrinin altındaki tüm kademler, Yeminli yetmişler grubuna kayıtsız şartsız itaat emekle sorumludur. Yeminli yetmişler grubunun en önemli ve etkin üyeleri arasında, Rockfeller ve Rothshildler bulunmaktadır.

Sonuç: Gizli Dünya Devleti Kitabını Okuyun

Türkiyede, Suriyede, Irakta, Pakistanda, Afganistanda, özetle İslam coğrafyasının her tarafında, ne olduğunu ve nereye götürülmek istendiğini anlamak için Gizli Dünya Devleti kitabını okuyunuz.

Ne yapılmak istendiğini görürsek, ne yapacağımızı daha rahat anlar, planlar ve uygulamaya sokarız.

Kaynaklar

1- Allen, G., Gizli Dünya Devleti, Milli Gazete, İstanbul, S: XXVII- XXXI, 1996.

2- Mars, T., İllüminatı, Entrika Çemberi, Timaş Yayınları, İstanbul, S:54, 2002.

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...