(Milli Gazete)
"O, akıl erdiremeyenlerin üzerine iğrenç bir pislik kılar." (10 Yunus 100)
Suriyedeki olaylar, 1-Suriye iç dinamikleri, 2- Bölgesel dinamikler ve 3- Küresel dinamikler olmak üzere 3 ana eksene bağlı olarak gelişmekte ve şekillenmektedir. Geçen haftalardaki yazılarda, Suriye üzerinde etkili olan ABD- Siyonizm- Küresel Sermaye- Vatikan(Şer Ekseni), Çin, Rus ve İran dış dinamiklerini incelemiştik. Burada, Suriyede çatışan önemli güçlerden biri olan Türkiye faktörünü ele alıp inceleyeceğiz.
Türkiye'nin Dış Politikası ve Ortadoğu
1950'ye gelinceye kadar Türkiye Cumhuriyetinin Ortadoğu politikası, Müslüman bir milletin Kültür - medeniyeti ve coğrafyası ile olan bütün bağlarını koparmak üzerine kurulmuştur. Alfabenin değiştirilmesi, laikliğin getirilmesi, halifeliğin kaldırılması, ezanın Türkçeleştirilmesi, dini eğitimin yasaklanması ve Türkleştirme politikasının benimsenmesi ve Arap düşmanlığının işlenmesi ile yüz yıllar boyu birlikte yaşamış bir ümmetin arasına büyük bir fitne sokulmuştur. Özellikle Laikliğin getirilmesi ve halifeliğin kaldırılması ile, İslam coğrafyası ile olan ilişkilere öldürücü bir darbe vurulmuştur. Menderesle birlikte İslam ülkeleri ile bir yakınlaşma başlamıştır. ABDnin müsaade ettiği oranda ilişkiler geliştirilmiş, anlaşmalar yapılmış organizasyonlar kurulmuştur. Yeşil Kuşak yaklaşımı ile Sovyet yayılmacılığının güneyden kuşatılma projesi, İslam ülkelerine olan ilginin artmasına sebebiyet vermiştir.
Özal döneminde, Ortadoğu ile daha yakın ilişkiler kurulmaya başlanmıştır. Türkiyenin İslam coğrafyasına çok ciddi bir şekilde yönelmesi Rahmetli Erbakan Hoca zamanıdır. Milli Görüş hareketi olarak kurduğu ilişkiler, hükümet olduğu zaman çok işe yaramış, yarım yamalak bir hükümet döneminde, D-8leri kurmuş ve ilişkilerin geliştirilmesi için yoğun bir çaba harcamıştır. Rahmetli Erbakan Hocanın "İslam NATOsu", "İslam Dinarı", "İslam Birleşmiş Milletleri", "İslam Ortak Pazarı" düşüncesi, hep "Lider ülke Türkiye" temel varsayımına dayandırılarak seslendirilmiştir. "ABde 3. Sınıf vatandaş olmaktansa İslam coğrafyasında lider olmak", Erbakanın temel tezi olmuştur. Birinci AKP hükümeti zamanında, İslam ülkeleri ile daha yakın ilişki kurulma gayreti içerisinde olunmuştur. Fakat Erbakan Hocanın bütün fikirlerine karşı çıkılmıştır. D-8lere sahip çıkılmamıştır. İslam coğrafyası ile olan ilgi, daha ziyade "demokratikleşme", "kadın hakları", "insan hakları" ve "laiklik" konularının dikte edilmesi şeklindedir.
Başbakan Erdoğan ve Dışişleri bakanı Davutoğlu döneminde, Türkiyenin Ortadoğu politikasında yoğun bir değişim olduğu görülmektedir. Çok yönlü, çok boyutlu aktif bir dış politika dönemi başlatılmıştır. "Monşerlere" savaş açılmış dışlanmışlardır. Sıfır Sorunlu Dış Politika bu dönemin en belirgin özelliğidir. Sorunlu olduğumuz tüm ülkelerle sorunları sıfırlamak ve ilişkileri iyileştirmek, dış politikada ana yaklaşımdır. Arap Baharı denen sürece kadar komşularla yaşanan bahar, böyle bir yaklaşımın ürünüdür. Bu dönemde, gözlemleye bildiğimiz kadar, Türkiye, ABDye rağmen değil ABD ile birlikte her iki tarafın menfaatine yarayacak bir dış politika benimsemiştir. "Laiklikle, Demokrasi ile İslami birleştiren Model Ülke", "Model Ortaklık", "Yeni Osmanlıcılık", "Büyük Ortadoğu Projesinde Eş Başkanlık" ve "İran-Rusya-Çin Ekseninin Büyük Ortadoğu Coğrafyasında Yayılmasının Engellenmesi" konuları etrafında, ABD ile Ortak payda oluşturulmuştur. İki ülkenin politikaları arasında oluşan ortak payda ya da yol kesişimi, var oldukça, iki ülke ilişkileri iyi gitmekte; kavşaktan ayrılma durumunda, iki ülke arasında çatışma başlamaktadır. Erdoğanın "Büyük Ortadoğu Projesinde eş başkan" olarak yer alması ile, kendi ifadelerine göre, üstlendiği rol, Büyük Ortadoğu coğrafyasına "Demokrasiyi", "laikliği", "insan hakları" ile "kadın haklarını" getirmek şeklindedir. Bunlar, Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) açık olan hedefleridir. Arap Baharı sürecinde Başbakan Erdoğanın bu ülkelere giderek demokrasi, laikliği teklif etmesi ve Türkiyeyi model ülke olarak sunması ve ABD-AB ekseninden hiç tepki almaması, ortak payda nedeniyledir.
Laikliği, bu coğrafyaya empoze etmeye kalkması, Erdoğanın yaptığı en büyük hatadır. Laiklik, İslam dininin hayattan tasfiye edilmesidir. Ilımlı İslam projesinin bir uygulamasıdır. İnkılâpçı İslami hareketlerin önünü kesmek için Büyük Ortadoğu Projesinin kullandığı bir kalkandır Arap Baharı denilen süreçte ortaya çıkan krizler, kavşaktan ayrılmakla bağlantılıdır. Libyanın NATO tarafından bombalanmasına Başbakan Erdoğanın "NATOnun Libyada ne işi var" diyerek karşı çıkması ve ardından geri adım atması, kavşak noktasını muhafaza etme amaçlıdır. Benzer ayrışma, Suriyede yaşanmaktadır. Türkiyenin Suriye meselesinde Batı tarafından yalnız bırakılmasının sebebi, Türkiyenin izlediği politikanın, BOPun gizli amaçları ile uyuşmamasıdır. BOPun gizli olan hedeflerinden biri, "İslam coğrafyasının parçalanması" ve "yeni sömürgecilik döneminin" başlatılmasıdır. Eski Dış İşleri Bakanı Ricein, "Büyük Ortadoğuda 22 ülkenin sınırlarının değişme zamanı gelmiştir" demesi bundandır.
Diğer taraftan Türkiye, ABD içindeki WASPçılarla Neocon-Siyonist ittifakı arasında olan kavgada, WASPçılarla birlikte yol almaktadır. ABD içi hâkimiyet mücadelesinin aldığı şekil, Türkiyenin durumunu etkilemektedir. Hudson Enstitüsünde hazırlanan senaryoların, Neocon-Siyonistler tarafından organize edildiği hatırlanmalıdır. Türkiye, ayrıca ABDyi dengelemek amacıyla Rusya, İran ve Çin ile ilişkileri geliştirme noktasında yoğun bir çaba harcamaktadır. Erdoğanın Rusya devlet başkanı Putine, "Şanghay Beşlisine bizi de alın" teklifini yapması, ABDye bir mesajdi ve ABDyi dengeleme isteğindendi.
Türkiye- Suriye Denklemi
Türkiyenin Suriye politikasına, son yıllarda izlediği, aktif, girişimci, çok yönlü ve açılımcı politikanın bir sonucu olarak bakmak gerekmektedir. Halk hareketleri başlayana kadar, Türkiye Suriye ilişkileri, tarihte hiç olmadık tarzda iyileşmişti. Erdoğanla Esad birbirlerine "kardeşim" diye hitap etmekteydiler. Ortak askeri tatbikat, bakanlar kurulu toplantısı, açılışlar yapmışlardır. Suriyede çok partili seçim sistemine geçilmesi için reformlar yapılması çalışmalarına, Türkiye, destek ve yardımcı oluyordu. Tunusda başlayan halk hareketleri, Suriyeye ulaştığında Türkiye, Suriye ilişkileri tam bir bahar havasında idi. Olayların başlaması ile Türkiyenin Suriye üzerindeki, "reformları bir an önce yap" baskısı, artmaya başlamıştır. Esadın gösterilere müsaade etmemesi, gösterileri dağıtmak için güç kullanması, Türkiyenin üslubunu sertleştirmesine sebep olmuştur. Erdoğan, Esada, "yap", "et" gibi emir sığaları içeren ifadelerle hitap etmeye başlamıştır. Suriyedeki halk hareketinde silahların patlaması ile kullanılan ifadeler, "çekil git", bırak git" şeklini almıştır. Bundan sonra Türkiye, Suriye ile bütün köprüleri bıçak gibi kesip atmıştır.
Türkiyenin Suriyedeki mazlum halkın yanında yer alması, çok haklı ve yerinde bir tavır olup doğrudur. Bununla beraber yönetimle bütün ilişkilerin kesilip atılması yanlış olmuştur. Türkiye, Suriyedeki her kesimle ilişki kuracak bir konumda tutulmalıydı. Cumhurbaşkanı, başbakan ve dışişleri bakanı dâhil bütün makamlar, çok sert tavır almışlardır. Bütün makamların bu sürece dahil edilmesi ile diyalog kuracak herhangi bir makamın olmaması, Türkiye yönetiminin yaptığı en ciddi hatadır. Erdoğanın ve Davudoğlunun bu denli sert tavır almalarına, gösterdikleri gerekçe, "aldatıldık", "oyalandık" şeklindedir. Bu ifadeler, Suriye yönetiminin iyi analiz edilmediği ve dış politikada duygusal davranıldığı anlamına gelir ki bu, daha büyük bir hatadır. Türkiyenin Suriye ile bu denli hızlı yakınlaşması ne derece hatalı idiyse, köprüleri hızlıca bıçak gibi kesip atması da, o denli hatalı olmuştur. Türkiye, Suriye yönetimi ile yeniden diyalog kuracak kanalları oluşturmalıdır. Buna da, şu an için en müsait makam, Cumhurbaşkanlığı ve Meclis başkanlığı gözükmektedir.
40 yıllık diktatörlük döneminin oluşturduğu kemikleşmiş bir yapının, çok hızlı bir şekilde, bugünden yarına değiştirilmesi mümkün değildir. Türkiye, 1950 yılından bu yana kurulmuş bir baskı, korku imparatorluğunu ıslah etmeye, değiştirmeye çalışmaktadır. Alınan yol bellidir. Sadece son on yılda, AKP döneminde, Ergenekoncular tarafından kaç darbe teşebbüsünde bulunulduğu ortadadır. Ergenekonun yer altında kalan yapıları, hala temizlenmiş değildir. Türkiye bütün bunları yaşamışken/yaşarken, Suriyeden bu kadar hızlı bir değişim beklemesi, yanlış olmuştur. Türkiyenin Suriye politikasında yaptığı hatalardan biri de budur. Hem Türkiye hem de NATO, Libyada Fransanın emrivakisi sonucu sürece dahil olmuşlardır. Muhtemeldir ki, benzer bir durumla Suriyede karşılaşmamak için Türkiye inisiyatif almak ve süreci yönlendirmek istemiştir. Ya da buna, ABD tarafından destek sözü verilerek zorlanmıştır. Erdoğanın sık sık,"Libyada ölenler insan da Suriyede ölenler insan değimli " şeklinde ki serzenişi, NATO ittifakı tarafından ihanete uğradığı anlamında yorumlanabilir. ABDnin Erdoğana verdiği sözlerin arkasında durulmamış, Türkiye, Suriye meselesinde yalnızlaştırılmıştır.
"Tampon Bölge" oluşturulmasına, NATOnun müdahale etmesine ve Türkiyenin Suriyenin kuzeyine yerleşen PKK-PYD güçlerine karşı askeri müdahale etmesine, ABD ve AB karşı çıkmaktadır. Bunun anlamı nedir ABD ve ABnin Suriyedeki olaylara paralel olarak tavrına baktığımızda, Büyük Ortadoğu Projesinin gizli amaçlarının devreye sokulduğunu, yanı Suriyenin parçalanmasının istendiğini söyleyebiliriz. Muhtemelen Erdoğan ve Davutoğlu, Tunus, Mısır ve Libyada iktidarların çok hızlı bir şekilde değiştirilmesini göz önüne alarak, Suriyede de benzer bir durumun yaşanacağını hesaplamışlardır. Bu kadar hızlı ve aceleci davranmış olmalarının sebebi bu da olabilir. Göz ardı edilen nokta, Suriyenin iç dinamikleri, Suriye üzerinde etkili bölgesel ve küresel güçlerin, aktörlerin tutum ve tavrının ne olacağı olmuştur. Suriye üzerinde, ABD-İsrail-AB ekseni ile İran-Rusya-Çin ekseninin menfaatleri çatışmaktadır. O nedenle İran-Rusya-Çin ekseni Türkiyenin uygulamak istediği politikalara karşı çıkmaktadır. Dahası, ABD-İsrail-AB ekseninin öngördüğü Suriye ile Erdoğanın öngördüğü Suriye farklıdır. O nedenle de Türkiyenin menfaatleri ile ABD-İsrail-AB ekseninin menfaatleri çatışmaktadır. Dolayısıyla her iki eksen, Türkiyenin politikalarına karşı çıkmakta ve Türkiyeyi durdurmaktadır. Laik Türkiye Cumhuriyeti devleti, laik Suriye devletinin yanında değil de, Müslüman halkın yanında yer alınca, Türkiyenin içinde de bir kırılma meydana gelmiş ve kamuoyu bölünmüştür. Süreç uzadıkça, iç kamuoyundan daha olumsuz sesler yükselecektir. Zaman Zaman Erdoğan ve Davutoğlu, İranın ve CHPnin Suriye politikasının mezhepsel olduğu şeklinde yaptıkları açıklamalar, Türkiye iç kamuoyu açısından sakıncalı ve tehlikelidir. Bu, Türkiyede, Alevi/Şii-Sünni geriliminin oluşmasına sebebiyet verebilir.
Türkiye- Suriye- İran Denklemi
İslam coğrafyasında etkili olan üç büyük rakip devlet, Türkiye, Mısır ve İrandır. Her üç ülkenin jeopolitik, jeostratejik ve jeoekonomik çıkarları, Suriyede çatışmaktadır. Özellikle bu çatışma bu günlerde Türkiye ile İran arasında yaşanmaktadır. Türkiyenin jeopolitik, jeoekonomik ve jeostratejik çıkarları, Suriye ve Irak üzerinden İslam coğrafyasına açılmayı gerektirirken; İranın menfaatleri de, Suriye üzerinden Lübnan ve Akdenize açılmayı gerektirmektedir. Bu tezat, Türkiye ile İranı karşı karşıya getirmiştir. Suriye yönetiminin Türkiyeye karşı uyguladığı taktik bir hamle ile kuzey bölgesini boşaltarak, oraya PKK-PYD güçlerini yerleştirmesi ve ardından Barzaninin bu bölgeye asker yerleştirmeye kalkması, Özerk Suriye Kürt bölgesi tezinin tartışılıyor olması, Türkiyenin aleyhine olan ciddi bir gelişmedir.
Türkiyeyi istikrarsızlaştırmak ve kendi içine kapatmak için, Rusya-İran-Suriye ekseni tarafından, Türkiyenin her tarafında gerilla hareketleri yapması için PKK desteklenip teşvik edilebilir. Suriyede son zamanlarda, medyada yer alanlar doğru ise, PKK-PYD eksenli olarak Arap- Kürt çatışması meydana gelmiştir. Bu yaygınlaşırsa, Suriyedeki muhalefet arasında ciddi fay hatları meydana gelip bölünmeler yaşanabilir. Muhalefet cephesinde yer alan bir kısım aşiretler/gruplar saf değiştirip Esad güçleri yanına geçebilir. Türkiyeyi yönetenler bütün bu ihtimalleri düşünmek zorundadır.
Sonuç: Suriyenin Geleceği ve Türkiye
Bu nedenle Türkiye, bölgede ki istikrarsızlığı sona erdirecek tarzda daha yüksek bir strateji uygulayıp, İran ve Mısır ile birlikte ortak bir girişim başlatmalı, ortak hareket etmelidir. Suriyedeki yönetimle muhalefet cephesi masaya oturtulmalıdır. Rusyaya menfaatlerinin korunacağı noktasında güvence verilmelidir.
Suriyenin geleceği ile ilgili muhtemel gelişmeleri,
aşağıdaki gibi sınıflandırabiliriz:
1- Beşir Esad Yönetiminin hâkim olduğu bütün bir Suriye
2- İç Savaşın uzun yıllar devam ettiği bir Suriye
3- Sistemin Tüm Güçleri ile hakim olduğu ve fakat
Müslümanların yönettiği bir Suriye, Mısır Modeli, 1950 Türkiye Modeli.
4- Sistemin değiştirilip Müslümanların tamamen hâkim olduğu,
Anti Siyonist, Anti Kapitalist bütün bir Suriye
5- Batı yanlılarının hâkim olduğu, Batı İşbirlikçisi bütün
bir Suriye
6- En az üçe bölünmüş(Sünni Devleti, Nusayri Devleti, Kürt
Devleti) bir Suriye
Birinci ve ikinci ihtimaller, Türkiyenin aleyhinedir. Üçüncü ihtimal, Baas güçlerinin devlete hakim olması nedeniyle Türkiye için kısa vadede yararlı olmayabilir. Ama ilk iki duruma göre kötünün iyisidir.
Dördüncü ihtimal, hem Türkiyenin hem de ümmetin lehine olan en iyi bir durumdur. Böyle bir durum Türkiyedeki laik, batıcı İsrail yanlısı derin mekanizmaları çok rahatsız edeceği unutulmamalıdır. ABD-AB-İsrail ekseni böyle bir yapıya şiddetle karşı çıkmaktadır. Bu ekseninin şu an Suriyeye müdahale etmemesi ve Türkiyeyi yalnız bırakmasının en önemli sebeplerinden birisi, Baas sonrası dönemde İslami bir gücün iş başına gelme ihtimalinin var olmasıdır. Şer ekseni, Suriyede yapılacak genel seçimler sonunda, Irak ve Mısırdakine benzer bir sonuçla karşılaşmayı istememektedir. Beşinci ihtimalin ortaya çıkması durumunda, İktidar bundan yıpranacaktır. Türkiyedeki laik mekanizmalar, bundan çok mutlu olacaklardır.
Altıncı ihtimal, kan davası olan üç küçük devletin Suriyede ortaya çıkması, Bölgeyi daha da istikrarsız yapacaktır. Kürt sorununu kendi içinde çözememiş bir Türkiye için sürekli tehdit ve istikrarsızlık kaynağı olacaktır. Siyasi iktidar, ağır ithamlar altında kalacak ve aşırı yıpratılacaktır. Suriye için altıncı ihtimal, en son çözüm ve ilginç bir rastlantı olarak, İranının, Rusyanın, ABD-AB-İsrailin işine gelmektedir. Ancak Kürt sorununun çözmüş bir Türkiyenin de işine gelebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder