(Umran Dergisi Aralık 2017 Yazısıdır)
“Bağımsız Kürdistan Referandumu” sonucunun kısa, orta ve
uzun vadede, özelde bölgeye, genelde İslâm dünyasına ne getirip ne
götüreceğinin, iç dinamikler, bölgesel dinamikler ve küresel dinamikler
açısından, derinlemesine, duygusallıktan uzak, objektif bir şekilde, tüm
ayrıntıları ile analiz edilmesi gerekmektedir.
Barzani
yönetimi (Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi/IKBY) tarafından, 25 Eylül
2017 tarihinde “İhtilaflı bölgeleri” de kapsayan “Bağımsız Kürdistan Referandumu” yapılmış
ve sonuç, “evet” çıkmıştır. Bu yeni durum, Ortadoğu
coğrafyasını uzun yıllar meşgul edecek ve süreç iyi yönetilemezse, belki de
kaosa götürebilecek bir olgudur.
Bu referandum sonucunun kısa, orta ve uzun vadede, özelde
bölgeye, genelde İslâm dünyasına ne getirip ne götüreceğinin, iç dinamikler,
bölgesel dinamikler ve küresel dinamikler açısından, derinlemesine,
duygusallıktan uzak, objektif bir şekilde, tüm ayrıntıları ile analiz
edilmesi gerekmektedir.
Referandum öncesinde herkese meydan okuyan Barzani
kuvvetleri, Irak Ordusu ile karşılaşınca, ciddi hiçbir çatışmaya girmeden hemen
hemen tüm ihtilaflı bölgeleri, Irak ordusuna terk etmiştir. Neden?
Barzani kuvvetlerinin takındığı bu tavır, IŞİD Irak
topraklarına girdiğinde, Irak ordusunun tüm silahlarını ve bankalardaki
paraları bırakarak geri çekilmesinde takındığı tavırla çok benzerdir, strateji
benzerdir.
Dolayısıyla süreç, aynı karanlık merkez tarafından
yönetilmektedir. Öyleyse bu karanlık merkezin orta ve uzun vadede hedefinin ne
olduğu mutlaka tartışılmak zorundadır.
Bugün Mesut Barzani harcanmış gözükmektedir. Mesut
Barzani’nin karşı karşıya kaldığı bu durum, geçmişte, Babası Molla Mustafa
Barzani’nin karşı karşıya kaldığı durumla çok benzerdir. Bunu, Molla Mustafa
Barzani’nin, dönemin ABD başkanı Jimmy Carter’a yazdığı mektuplarda
görebilmekteyiz.
Mesut Barzani’ye Referandum öncesi destek verenler,
Referandum sonrasında sessizliğe gömülmüşlerdir. Neden? Hedef “Büyük Kürdistan
mı” yoksa “Büyük İsrail mi”? Hiç şüphe yok ki “Büyük İsrail”. Şer
ittifakının(ABD-İngiltere-İsrail-Siyonizm) bu bölgede çizdiği ana strateji,
“Büyük İsrail Projesini” gerçekleştirmek üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla Şer
ittifakının yeni karşı hamlelerinin olacağı göz ardı edilmemelidir.
Bu yazıda, Molla Mustafa Barzani’nin, dönemin ABD başkanı
Jimmy Carter’a yazdığı iki mektup, Henry Kissenger’in Molla Mustafa Barzani’ye
yazdığı mektup ve Molla Mustafa Barzani’nin “satılmasına” neden
olan İran ile Irak arasında yapılan Cezayir anlaşması, Mesut Barzani’nin ve komutan
Aziz Weysi’nin yaptığı açıklamalar ele alınıp değerlendirilecektir.
Allah’a ve Ahirete iman ettiğini söyleyen ve kendisini
Müslüman kabul edenlerin, Baba ve Oğul Barzani’lerin başına gelenlerden
çıkaracağı çok dersler olmalıdır.
Molla Mustafa Barzani’nin ABD Başkanı Jimmy Carter’a Yazdığı Mektuplar
İran ile Irak arasında yapılan Cezayir Antlaşması’ndan sonra
(6 Mart 1975), İran üzerinden Mustafa Barzani’ye gelen ABD yardımı kesilmiştir.
Antlaşma sonrasında Mustafa Barzani Kuvvetleri silahları bırakarak İran’a
sığınmış; Mustafa Barzani de ABD’ye gitmiştir. Molla Mustafa Barzani,
Virginia’dan ABD başkanına iki mektup yazmış ve her ikisine de cevap alamamış,
kendisi ile ABD’de iken görüşülmemiştir. Mustafa Barzani’nin ABD başkanına
yazdığı iki mektup aşağıda verilmektedir.
Birinci
Mektup (9 Şubat 1977)
“Başkanlık seçimini kazanmanızdan dolayı sizi yeniden
kutlarım.
Başkanlık seçiminiz sırasında, dünyanın her yerindeki halkların temel insan
haklarını açıkça destekleyeceğinizi defalarca belirtmeniz beni çok sevindirdi
ve yüreklendirdi.
İşte bu umutladır ki size, Kürt halkının yenilgisine ve bunu izleyen
dağılmasına yol açan sorun ve olayların nedenlerini kısaca belirtmek için
yazıyorum.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun
çöküşüyle, Güney Kürdistan, “İki Nehir Arası Ülke” olarak
bilinen yerle birleştirilerek Irak oluşturuldu ve İngiltere’nin yönetimine
verildi. Müttefik Devletler, özerk bir Kürdistan’ın kurulmasını vaat
etmişlerdi. Çünkü Kürtler, Araplar, Türkler ve Perslerden sonra
dördüncü büyük etnik grubu oluşturuyorlardı.
1920’de yapılan Sevr Antlaşması geniş
Osmanlı İmparatorluğu’nun diğer halklarıyla eşit temeller üzerinde, Kürtlerin
kendi kaderini tayin hakkını içeriyordu. Ama uluslararası çıkarlar,
antlaşmanın gerçekleşmesine olanak vermedi. Böylece Kürt halkının durumu bir
çözüme ulaşmadan olduğu gibi kaldı. Ondan sonra Kürtler, kendilerini zorla
asimile etmek isteyen işgalcilere karşı kendi ülkelerinde asgari düzeyde
eşitlik ve adalete kavuşmak için, sık sık kendilerini savunmaya zorlandılar.
Irak’ta monarşik sisteme son veren ve General Kasım
liderliğinde bir askeri yönetim oluşturan 1958 darbesinden sonra Kürt halkının
ulusal haklarının tanınacağı vaat edildi. Yeni rejim Sovyet etkisi
altına girer girmez, komünistlerin Irak’ta yarattıkları kargaşa içinde vaatler
unutuldu.
Demokrasi ve özgürlük konusunda Kürtlere düşen sorumluluk
nedeniyle, Irak komünistlerinin yaptıkları kitle halindeki katliamlara karşı
seyirci kalamazdım. Ancak General Kasım ve diğer yüksek rütbeli subaylara
durumun ciddiyetini anlatınca, onların öfkelerine maruz kaldım. Yerel
komünistlerin desteği ve Sovyetler Birliği’nin cesaret vermesi ile Irak
Hükümeti 1961 yılında silahlı kuvvetlerini, silahsız Kürt halkına karşı hücuma geçirdi.
Kürt halkının kendisini kurtarmak için başlattığı devrim, o zamandan beri devam
ediyor.
Bu süre içinde Irak’ta 9 hükümet ve 5 rejim değişti. Bu
zulümlerin her aşamasında, ilişkileri yeniden düzeltmek için, çok mütevazı bir
dille ricada bulunduk. Ancak bizim tekrarlanan ricalarımıza yalnızca
tekrarlanan hakaretlerle karşılık verildi.
Bizim acılarımız, sayın başkan, sizin dedelerinizin
acılarından farklı değildir. Ki, onları değerli Amerikalı Thomas Jefferson, en
iyi şekilde dile getirmiş, belgelendirmişti.
Son olarak 1968 yılında, bugünkü BAAS rejimi iktidara gelir
gelmez, bize savaş ilan etti. Fakat amacına savaş yoluyla ulaşamayacağını
anlayınca 1970’te barış görüşmelerine başvurmak zorunda kaldı ve bu görüşmeler
aynı yıl 11 Mart Antlaşması’yla sonuçlandı.
Antlaşma, Irak halkının iki asli milliyetten, Araplar ve Kürtlerden
oluştuğunu kabul ediyordu. Antlaşma aynı zamanda Kürt milliyetinin haklarını
sayıyordu ki bunlar arasında en önemlisi, dört yıl içerisinde Irak Cumhuriyeti
çerçevesi içinde bir özerk Kürdistan oluşturulmasıydı.
Antlaşmayı imzalamaya istekli oluşumuz, yalnızca, onun
şartlarının bizi derinden tatmin ettiği için değildi, fakat aynı zamanda
Irak’ta barışın sağlanmasını istiyor ve Kürtlerin hükümete katılmasının,
BAAS’ın Irak halkına ve komşu ülkelere karşı sert ve uzlaşmaz politikasını
değiştirebileceğini umuyorduk.
Fakat çok geçmeden, bu antlaşmanın, BAAS’ın zaman
kazanmak için başvurduğu bir taktik olduğunu fark ettik. Onların iç barışa
ihtiyaçları vardı ve Irak’ın komşularına karşı giriştikleri yeni harekelerde,
Kürtlerin desteğini almayı umuyorlardı. İran, Kuveyt, Suudi Arabistan ve Suriye
ile yaratılan sürtüşmelerde bizi savaşa sürüklemek istiyorlardı.
Biz bir araç olmayı reddedince, bu kez Kürt bölgesini
özellikle zengin petrol sahalarını- ki bu sahalar Irak petrol üretiminin yüzde
65’ini, petrol rezervlerinin yüzde 70’ini kapsamaktadır- Araplaştırma
politikasını başlattılar. Aynı zamanda barışı, ülke içindeki politik
düşmanlarını tasfiye için kullandılar. Demokratik partiler kapatıldı ve onların
yüzlerce üyesi kitle halinde katledildi ya da işkence ile öldürüldü. Arkasından
dört yıllık sürenin bitiminde antlaşma tüm hükümleri ile uygulanacağına, bize
karşı yeni bir savaşın hazırlığına geçildi. Bağdat’la Moskova’nın bağları, 1972
başlarında imzalanan 20 yıllık Dostluk Antlaşması’yla daha da güçlendirildi.
Büyük miktarda, geliştirilmiş Sovyet silahları, askeri uzmanlar ve
teknisyenlerle birlikte Irak’a ulaşmaya başladı. Buna paralel olarak Irak’taki
Sovyet nüfuzu da arttı. BAAS rejimi hemen Moskova yanlısı Irak Komünist Partisi
ile Birleşik Cephe oluşturmak için çağrıda bulundu. Bizim Kürdistan Demokrat
Partisinin de katılması istendi. Liberal milli partilerin cephe dışında
bırakıldıklarını göz önüne alarak, en iyimser bir yargıyla bile katılmayı
reddettik. Bu da BAAS liderlerinin husumetini arttırdı. Siyasal cinayetler
düzenlemeye ve Kürt halkını zorla yerinden sürmeye başladılar. Bana karşı iki
kez suikast teşebbüsü yapıldı. BAAS rejimi ile bir arada barış içinde yaşamamız
imkânsız hale geldi. Böylece biz de Amerikalı ve İranlı dostlarımıza döndük.
Onlara durumu ve BAAS’ın politikası böyle devam ederse, yalnız bizim açımızdan
değil, bölgedeki diğer uluslar için de, doğacak sonuçların ciddiyetini izah
ettik. Aynı zamanda Sovyetler Birliği tarafından desteklenen bir rejime karşı
tek başımıza duramayacağımızı belirttik. Onlar düşüncelerimizi tümüyle haklı
buldular.
Bize Kürt devriminin, hem Birleşik Devletler’den hem de
İran’dan destek göreceği söylendi, o şekilde ki, Kürtler için gerçek bir
özerkliği ve Irak için demokratik bir cumhuriyeti gerçekleştirmek için mücadele
eden Kürtlerin, Irak rejimi karşısında dayanabilmeleri mümkün olsun.
Bunu ilgili taraflar arasında heyetlerin gidiş gelişi izledi
ve bizimle dostlarımız arasında koordinasyon sağlandı.
Asgari Kürt ulusal haklarını tanımayan özerklik yasası, 1974
Mart’ında Irak Hükümeti tarafından kasıtlı bir biçimde ilan edildiği zaman,
dostlarımızın bize vaat ettikleri yardıma güvenerek onu reddettik.
Irak ordusunun 8 tümeni, yüzlerce tankı ve yüzden fazla
modern savaş uçağıyla karşılaşınca -bunlardan bir kısmı Rus ve Hintli pilotlar
tarafından yönetilmekteydi- böylesine iyi donanmış bir orduya karşı etkin
biçimde savaşabilmek için, dostlarımızın bize yaptığı yardımın hem miktar, hem
de kalite bakımından düşük olduğunu çok geç de olsa fark ettik. Üstelik,
yardımlar daima ‘çok az ve çok geç’ti.”
Bütün bu güçlüklere rağmen halkımız kahramanca savaştı.
Birçok zafer kazandı ve Irak silahlı kuvvetlerine ve donatımına büyük kayıplar
verdirdi; Sovyetlerden anında gelen yardımlar olmasaydı, bu kayıplar Irak
tarafından doldurulamaz cinstendi.
1975 kışına halkımız, dondurucu soğuk ve kara rağmen,
düşmana bir karşı taarruz başlatınca, Irak rejimi çok umutsuz bir duruma düştü.
Moskova’nın öğüdü üzerine, bir kez daha hile ve ikiyüzlülük yöntemine başvurdu.
Cezayir Devlet Başkanı Bumedyen vasıtasıyla İran Şahıyla
temas kurulmuştu. Ayrıca, Kürt sorunu sona erdiği takdirde, BAAS’ın komşularına
karşı politikasını değiştirmeye ve Moskova ile olan ilişkilerini kısmaya
hazırlıklı olduğu, dolaylı yollardan Amerika’ya duyuruldu.
6 Mart 1975’te İran Şahı ile Devrim Komite Konseyi Başkanı
Saddam Hüseyin Tikriti arasında Cezayir İhanet Antlaşması imzalandı. Antlaşma,
yiğitçe savaşmış ve böylece bu görüşmeleri mümkün kılmış olan İran’ın Kürt
müttefikleri yararına hiçbir şey içermiyordu.
Sayın başkan, biz, İran ile Irak arasında iyi ilişkiler
kurulmasına karşı değiliz. Ama bu, bizim kurban edilişimiz pahasına mı olmalı?
Biz Kürtler, ABD’ye ve İran’ın şeref sözüne güvenerek düşmana karşı koyduk ve
onunla savaştık. Bize mükâfat olarak söz verilen özerklik nerede?
İran mülteci kamplarında mı? Kürt halkının kitle halinde
Güney Irak’a sürülmesinde mi? Batılı ülkelere doğru dağılmada mı? Ailelerin,
kadın, çocuk ve yaşlıların bölünmesinde mi? İşkence altında ölümde mi? Kürt
mültecilerinin İran makamlarınca ansızın sürülme ve geri gönderilme korkusunda
mı?
Bütün halklar için onur, birlik, özgürlük ve demokrasinin
temel ilkelerini ilan etmiş olan Amerika Birleşik Devletleri ulusu gibi büyük
bir ulus, Kürt yenilgisindeki rolünden sonra, olanlara kayıtsız kalabilir mi?
Biz sizden, öylesine, yaptığımız iyiliğin iki
mislini istemiyoruz. Hatta eşitini bile. Biz yalnızca Kürtlere vaat
edilen özerkliğin verilmesini istiyoruz.
Sayın başkan, biz dostlarımızın yardım vaadine güvenerek bir savaşa girdik;
fakat ansızın, savaş alanında kendimizi yalnız bulduk; Amerikan ve İran
yardımından yoksun, arkamızda kapalı bir İran sınırı ve karşımızda durmadan
akan son model Sovyet silahlarıyla donanmış modern bir ordu.
Kötüleşen ekonomik koşullar, ihanete uğrama duygusunun yarattığı
düşük moral ve bunların yanı sıra, İran’da mülteci olarak 250 bin kadın çocuk
ve yaşlının bulunuşu yüzünden, istemeyerek ve acı içinde İran’a çekilmekten ve
yurdumuzu BAAS’a terk etmekten başka çaremiz yoktu.
Biz düşmanlarımız tarafından askeri yenilgiye uğratılmış değildik. Dostlarımız
tarafından yıkılmıştık.
Sayın
başkan, Kürt halkının son perdesi henüz yeni başlıyor. O, ya bir trajedi ile
bitecek veya onun sonu, yeni bir başlangıç olacak. Bu size bağlı.
Kürt halkının bir düşü var, belki sizin Thomas
Jefferson’unki kadar büyük değil; ama bir özerklik düşü bu. Onlar, onun için
savaştılar, onun için öldüler ve daima onun özlemini duydular. Onlar,
inançlarını ve yüreklerini ona bağladılar ve inandılar ki Amerika’nın verdiği
söz, ister yazılı, ister sözlü olsun, demir bir zırh gibi sağlamdır. Onlar söz
verilen mükâfatın verilmesini benden bekliyorlar. Ben de sayın başkan, sizden
bekliyorum.
Sayın başkan, halkımın uğradığı felaketin nedeni, onların
demokrasiye olan inançları, batı ile olan dostlukları, Amerika’nın
prensiplerine olan güvenleri, bu prensiplerin, zayıf ulusların korunması ve
onların temel insan haklarına kovuşmaları için destek sağlanmasını öngördüğüne
dair kanılarıdır.
Biz hiçbir zaman başka ülkeleri işgal etmeyi veya başka
halklara baskı yapmayı düşünmedik. Biz, yalnızca, kendi ülkemizde barış
içerisinde ve özgür olarak yaşadığımız halklar gibi adil ve eşit biçimde
davranılmasını istiyoruz. Biz Irak’ın yeni sakinleri ya da göçmeni değiliz.
Atalarımız binlerce yıldan beri bu ülkede yaşamışlar.
Sayın başkan, eğer Amerika’nın verdiği söze tam olarak
inanmasaydım, halkımı bugün içine düştüğü felaketten kurtarabilirdim. Bu,
BAAS’ın politikasını tam olarak desteklemek ve onunla güçleri birleştirmek
yoluyla yapılabilirdi. Ama bu tutum Amerika’nın ilkelerine ters düşer, Irak’ın
komşularına da zarar verirdi. Ancak üst dereceli Amerikan yetkililerinin
teminatı üzerine bu alternatife iltifat etmedim, onun yerine, ABD ve İran’la
işbirliğini tercih ettim. Böylece biz kendi hedefimizi-özerkliği- ve
Irak halkının hedefini-demokrasiyi- gerçekleştirmiş olacaktık ki, bu da tüm
bölgenin çıkarına olacaktı.
Sizin de seçim kampanyanızda birçok kereler belirttiğiniz
gibi, sizden önceki Amerikan yönetiminin dost ve müttefik uluslara karşı izlediği
politika, hem bu uluslara, hem de Amerika’ya zarar verici cinstendi. Bu
politika, dostlarının Amerika’ya güvenlerini yitirmelerine, bunun sonucu olarak
Amerika’nın etkisinin azalmasına neden oldu; böylece Amerika’nın saygınlığını
dünya ölçüsünde tehlikeye sokucu nitelikteydi.
Sayın başkan, Amerikan halkı güvenini size belirtti; çünkü
onlar, sizin bu güvensizlik havasını değiştireceğinize ve Amerika’nın
geleneksel insani prensiplerini gerçekleştirmek için çalışacağınıza derinden
inanmaktadırlar.
Kendisini daima Amerika için güvenilir bir dost saymış
olan Kürt halkı, yüklü çalışma programınıza rağmen, onların geleceği
üzerinde düşünmeye zaman bulacağınız ve sorunlarının çözümü için çaba
göstereceğiniz umudundadır.
Sayın başkan, Kürt sorunu, Ortadoğu’nun diğer önemli
sorunlarıyla yakından ilişkilidir ve sizin ihtimamla ilgilenmenize değerdir.
Ümit ediyoruz ki, bu sorun, sizin Ortadoğu’ya yönelik ve giderek önem kazanan
dış politika müzakerelerinizde özel bir yer tutacaktır.
Yine derinden ümit ediyoruz ki, Irak Hükümetinin temel insan
haklarına saygı göstermesi, Kürtlere karşı gayri insani politikasını
değiştirmesi, Güneye sürülmüş Kürtleri yeniden kuzeydeki anayurtlarına
döndürmesi ve 11 Mart 1970 Antlaşması’na tam olarak uyması hususlarında
ikna edilmesi için Amerikan Hükümeti, bölgedeki dost ulusları etkinliklerini
kullanmaya zorlayacaktır.
Kürt sorunu sükût etmemiştir ve Kürt devrimi yok
edilmemiştir. Bunu Irak Hükümeti iyi bilir. Her türden saldırgana karşı
yüzyıllar boyu direnmiş olan Kürt ulusu, öyle kolayca yok edilemez. Acı
olayların üstünden daha bir yıl bile geçmeden halkımız ve partimiz yeniden
örgütlenmiş ve öncesine oranla daha dar bir alanda da olsa devrim yeniden
başlamıştır. Bu durum Iraklı yöneticilere çok uykusuz geceler yaşatacaktır.
Bu arada, ümit ediyoruz ki, İran’daki Kürt mültecilerinin
Amerika’ya gelmelerine müsaade edilecek ve onlara makul bir maddi yardım tahsis
edilecektir; daha önceleri başka ülkelerden gelen mültecilere tahsis edildiği
gibi.
Sayın başkan, dilerim ki, halkımın yaralarına deva bulmak
için çaba göstereceksiniz ve onların yurtlarına dönmesi ve temel insan
haklarına kavuşmalarını sağlayan kahraman siz olacaksınız. Bir zamanlar onların
da sizin için kahramanlık yaptıkları gibi.
Yarım asırdan fazla bir zamandır halkım bütün güvenini,
umudunu bana bağladı. Şimdi ben bu umudu size devrediyorum.
İçten dilekler ve derin kişisel saygılarımla.”[1]
İkinci Mektup (3 Mart 1977)
Molla
Mustafa Barzani’nin ABD Başkanı Jimmy Carter’a yazdığı, 9 Şubat 1977 Tarihli
Mektup, ABD başkanı tarafından cevaplandırılmamıştır. Bunun üzerine Molla
Mustafa Barzani, 3 Mart 1977’de yeni bir mektup yazarak, “ABD
Başkanının sessizliğini eleştirmiş ve kendisiyle görüşme dileğini belirtmiştir”:
“Sayın
başkan dolaysız ya da dolaylı sizce bir karşılık verilmemiş olan 9 Şubat
tarihli mektubuma ilaveten, Birleşik Devletler’in her taraftaki insanlar için
özgürlüğün destekleyicisi olma tarihsel imajını yeniden tesis etme çabalarınıza
karşı olan hayranlığımı bir kez daha ifade etmek isterim.
Önceki
yönetim döneminde insan haklarının Birleşik Devletler dış politikasında hiç
yeri yoktu. Dışişleri Bakanlığı aslında, Kongre önüne çoğu kez diktatörleri
kötüye kullanmanın savunucusu olarak çıkıyordu.
Haklarını almaya çalışan Kürtler gibi sadık ve dost insanlar, belirsiz Amerikan
ulusal çıkarları nedeniyle feda edildi. Birleşik Devletler yetkililerince
verilmiş gizli teminatlar reddedilmiş ve daha sonra da ‘dış ilişkilere
gizli kapaklı çalışma karıştırılmamalıdır’ gerekçesiyle haklı gösterilmiştir.
Bay
başkan, Kürtler alt düzeydeki CIA memurlarıyla gizli olarak iş yapmıyordu. Eski
Dışişleri Bakanı Henry Kissenger’in ilişikteki mesajının da kanıtladığı gibi,
bizim ilişkilerimiz en yüksek düzeyde U.S. yetkilileri ile olmuştur.
Bay başkan,
Amerikan değerlerini gerçekten geliştiren, dış politikada meşru bir hedefe
yöneliyorsunuz. Birleşik Devletlerin insan hakları üzerindeki
pozisyonunu, Sovyet Bloğu dışındaki ülkelere hâlihazırda yapmış olduğunuz ve
Irak’ın Kürtlere karşı tutumu temel insan haklarının büyük bir ihlali olduğu
için, bu yayılmanın şu sıralarda Irak’ı da içine almasının uygun olduğuna
inanıyorum.
Sizin
ve Başkan yardımcısı Mondale’nin, Vladimir Burkovsky ile yapmış olduğu son
görüşmeler, sizin baskı altındaki insanlar için duyduğunuz büyük ilgiyi ve
‘kişilerin özgürlüğü ve görüşlerini açıklamak haklarını’ geliştirmeye yardımcı
olmak konusundaki samimi arzunuzu açıkça göstermiştir. Bu hiç şüphesiz tüm
Sovyet muhaliflerinin moralini güçlendirdi.
6 Mart 1975 Cezayir ihanet Antlaşması’nın öncesi ve sonrası olaylarıyla
maneviyatı kırılmış lrak’taki 3 milyon Kürt insanı, sizin ilgi ve dikkatinize
herkesten daha çok layıktır. Sizinle ve Başkan Yardımcısı Mondale ile
yapılacak bir görüşme, onların moralini güçlendirmede büyük ölçüde katkıda
bulunacak ve Kürt tarihindeki, bu en karanlık saatlerde, onların koşullarını
tanımanıza da yardımcı olacaktır.
Sizinle görüşmeyi büyük umut ve memnunlukla bekliyorum.”[2]
Molla Mustafa Barzani, ABD başkanına yazdığı bu iki mektubu,
Virginia’dan yazmış ve her ikisine de cevap alamamış, kendisi ile
görüşülmemiştir.
Henry
Kissenger’in Molla Mustafa Barzani’ye Mektubu
Peşmergelerin silahlarını bırakmasından bir ay önce Molla Mustafa Barzani,
Amerikan Dışişleri Bakanı H. Kissinger’e 22 Ocak 1975 tarihli bir
mektup yazıp yardım istemiştir. Kissenger de, Molla Mustafa
Barzani’ye aşağıdaki mektubu yazmıştır:
“Sayın General,
22 Ocak 1975 tarihli mektubunu almakla çok memnunum.
Size, halkınıza ve yürüttüğünüz yiğitçe mücadeleye hayranlık duyduğumuzu
bilmenizi isterim. Karşı karşıya bulunduğunuz güçlükler korkunçtur. Askeri ve
politik durum hakkındaki değerlendirmenizi çok takdir ettim. Emin
olmalısınız ki, mesajlarınıza verdiğimiz önem nedeniyle, Amerika Birleşik Devletleri
Hükümetince üst düzeyde büyük bir dikkatle göz önüne alınıyor.
Eğer Amerika Birleşik Devletleri Hükümetine durum
hakkında daha fazla bilgi vermek için Washington’a bir kurye göndermek
isterseniz, Onu memnuniyetle kabul edeceğiz. Şimdiye kadar yapmış olduğumuzu
sürdürebilmek için gizliliğin büyük önem taşıdığı kanısındayım. Yalnız bu
nedenle ve özellikle sizin kişisel güvenliğinizi düşündüğümüzden, sizinle
burada şahsen görüşmeyi istemekte tereddütlüyüm.
Cevabınızı bekliyorum.
İçten dileklerimle ve derin saygılarımla.”[3]
İran ve Irak’ın aralarında yaptığı “Cezayir AnTlaşması’nın”
sonucunda Molla Mustafa Barzani’ye İran üzerinden gönderilen Amerikan para ve
silah yardımı kesilmiş ve Barzani kuvvetleri, Irak ordusu karşısında yalnızlığa
terk edilmiştir. Bunun üzerine Molla Mustafa Barzani kuvvetleri, silahları
bırakarak büyük bir kesimi İran’a sığınırken Molla Mustafa Barzani de ABD’ye
gitmek zorunda kalmıştır.
Kissenger’in övgülerine muhatap olan ve ABD’ye sığınmak
zorunda kalan Mustafa Barzani’ye, Kissenger dâhil ABD yönetimi sahip çıkmamış
ve kendisi ile ABD’de görüşmemişlerdir. Bir dönem el üstünde tuttukları
Barzani, ABD’de yalnızlığa terk edilmiş ve orada ölmüştür. Molla Mustafa
Barzani’nin sonu böylemi olmalıydı? Molla Mustafa Barzani nerede hata
yapmıştır? Molla Mustafa Barzani’nin başına gelenlerden alınabilecek dersler
nelerdir?
Referandum Sonrasında Irak Kuvvetleri Karşısında Geri Çekilen Mesut Barzani’nin Yaptığı Açıklamalar
Mesut Barzani, 25 Eylül 2017 Referandumu sonrasında, Irak
Ordusu karşısında aldığı acı mağlubiyetin sonucu, başta Kerkük olmak
üzere “ihtilaflı bölgelerin” büyük bir kesimini kaybedince
yaptığı açıklamalar, hem üzücü hem de ibret vericidir:
“Değerli Kürdistan halkı, kahraman Peşmergeler ve şehit
aileleri.
…16 Ekim gecesi Kerkük'te meydana gelen büyük bir
ihanetti. Kerkük teslim edildi ve zehirli bir hançer hem halkımız hem de
peşmergenin sırtına vuruldu. Bu ihanetle referanduma 'evet' diyen 3 milyon
insanın iradesi zor bir sürece sokuldu ve durum zorlaştı. Bu ihanet olmasaydı
durum çok daha farklı olacaktı. Kerkük ve diğer bölgelerin korunması için daha
önce çok iyi bir hazırlık yapmıştık çünkü saldırı planı masadaydı. Ancak bu
ihanet hem Peşmerge hem de halkın moralini düşürdü ve istenilen savunma
yapılamadı.
…Tuhaf olan şey, ABD'nin terörist ilan ettikleri
kişilerin Abraham tanklarına binip Kürtlere saldırmalarına seyirci kalması.
…ABD'nin gözleri önünde onun silahlarını kullanarak
Kürdistan'a saldırdılar. Bu bazı soruların sorulmasını zorunlu kıldı çünkü onun
silahlarıyla bize saldırıldı ve Peşmergelerimiz şehit edildi.
Burada bir sorun var. 'Acaba ABD buna neden sessiz
kaldı?”[4]
Mesut Barzani, yaptığı bu açıklamalarla hem Kürt Yönetimi içinden hem de
dışarıdan ABD/İsrail tarafından ihanete uğradığını açık bir şekilde dile
getirmektedir.
Babası Molla Mustafa Barzani için yukarıda sorduğumuz
soruları, Mesut Barzani için de sorabiliriz: Mesut Barzani’nin sonu
böylemi olmalıydı? Mesut Barzani nerede hata yapmıştır? Mesut Barzani’nin
başına gelenlerden alınabilecek dersler nelerdir?
General Aziz Weysi: “ABD Bize İhanet Etti”
Kürdistan Peşmerge Güçleri Zerevani Özel Birlikleri Komutanı
General Aziz Weysi, Times'ta yayınlanan makalesinde, hem içerden
hem de dışarıdan “ihanete uğradıklarını”, “Kürdistan'daki bazı siyasi
ve askeri liderlerin, İran ve Irak'la anlaşma yaparak askeri güçlerini
savaşmadan geri çektiklerini” ve “Batının Irak askeri güçlerinin ilerlemesi
karşısında ses çıkarmadığını”, “Barzani’yi yalnız bıraktıklarını” ifade
etmektedir:
“…İran Devrim Muhafızları’nın bu yeni duruma verdiği
yanıt, M1 Abrams tankları da dâhil olmak üzere en son teknoloji ürünü Amerikan
silahlarını kullanarak, kilit bir müttefike saldırmaktı. 'Taraf tutmayacağım'
diyen Başkan Trumph’ın, silahların teröristlerin eline geçmesine izin vermesi
ve onlara halkımıza soykırım yapılmasını sağlamak için özgür bir irade tanıması
kesinlikle ironidir ve tarafsızlıktan uzaktı.
…Irak’ın kaybedilmemesine yatırım yapma konusunda son
derece iştahlı görünen Batı, güçlerimize asla kıyaslanabilir yatırım
yapmadılar. Peşmergelerimiz için aldığımız sadece 22 milyon dolarlık direkt
yardım, ABD'nin "30. Birlik" olarak bilinen başarısız bir birimde birkaç
Suriyeli asiyi eğitmek için harcadığı 500 milyon dolarlık meblağla
kıyaslandığında çok komik kalıyor.
…Müttefiklerimiz, kendisini uzun süre önce İran’a satan
ve asla Batı’nın kollarına dönmeyecek olan Irak merkezi yönetimini kazanmak
için Kürdistan'ı sattılar. Hiçbir ABD doları ya da yaşamı, Irak'ı uygar dünyaya
birleşik, demokratik ve istikrarlı bir müttefik yapamaz; artık bu rüyadan
vazgeçmenin ve değişim için bize şans vermenin zamanıdır.
Amerika ve Batı’nın özgürlüğün yanında durmak için,
bizimle birlikte durmaktan başka çareleri yok. Bu sözlerden bazıları
müttefiklerimiz için acı bir ilaçtır, ancak geçmişten ders alınmadan Irak'taki
bir sonraki felaket hemen köşede bizi bekliyor.”[5]
Üç Dinamiğin Etkileşimi
Genel olarak beşeri olayları incelerken, iç ve dış dinamikleri göz önüne
almamız gerekmektedir. Olaylar, bu iki ana dinamiğe bağlı olarak vuku bulmakta,
şekillenmekte ve gelişmektedir. Dış dinamikleri de, bölgesel ve küresel
dinamikler olarak ikiye ayırabiliriz. Bölgesel ve küresel
dinamikler önemli ve etkili olmakla beraber, kalıcı bir sonuç
alabilmeleri iç dinamiklere bağlıdır. Strateji ve taktikler, bu üç
ana dinamiği göz önüne alarak kurulur, yürütülür, bu dinamiklere bağlı olarak
değiştirilir ya da revize edilirler.
İşbirlikçi İnsan Unsurları
Bölgesel ve küresel güçler, bir ülkenin bölünmesini, parçalanmasını,
dağılmasını istiyorsa ona uygun iç ortaklar, işbirlikçiler ararlar; yok eğer o
ülkenin parçalanmasından öte kalkınmasını, gelişmesini engellemek istiyorlarsa,
ona uygun işbirlikçiler ararlar.
Konumuz bağlamında işbirlikçileri dört ana sınıfa ayırmamız
mümkündür:
1- Gönüllü işbirlikçiler, şuurlu ve hain olanlar:
2- Bölgesel ve/veya küresel güçlerle karşılıklı menfaati
olduğunu sanıp, kendine aşırı güven duyup iş tutanlar.
3- İşbirlikçilik çizgisine itilenler (zoraki
işbirlikçiler=gönülsüz işbirlikçiler; “Denize düşüp yılana sarılanlar”),
4- İşbirlikçi olduğunun farkında olmayan saflar,
Böyle bir ayırımı yapmamızın sebebi, olaylarda
karşılaştığımız çok farklı insan unsurunun varlığından dolayıdır. Birinci ve
ikinci gruptaki insan unsuru hariç, diğerleri genellikle içinde yaşadığı
şartlardan etkilenen ve fakat şuuru, dirayeti, basireti stratejik aklı zayıf
olanlardır. Bunların ortaya çıkmasının sebepleri, özel olarak analiz edilmeli,
kendilerini bu duruma sürükleyen etkenler ve ortam, mutlaka göz önüne
alınmalıdır.
Eğer bir ülkenin içerisinde memnuniyetsizlik üreten
bir bataklık varsa, doğal olarak sivrisinekler üreyecektir. Tek tek
sivrisineklerle uğraşmak yerine bataklığı kurutmak en köklü çözümdür. Hak hukuk
ve adalet tanımayan sistemler, bataklıktır ve sivrisineklerin üremesine
elverişli ortamlardır. Öyleyse farklı inanç sistemlerine ve farklı etnik yapıya
sahip halkların haklarını, ilahi yaratılış kanuniyetine uygun bir şeklide
vermek, bataklığı kurutmak için gereklidir.
Osmanlı ve Ortadoğu’nun tarihi, bu konuda çok
zengindir. Şerif Hüseyin ve Oğulları, bu bağlamda güzel bir örnektir.
Osmanlı’ya karşı İngilizler’le işbirliği yaparak Ortadoğu coğrafyasının İngiliz
ve Fransız hegemonyasına girmesini sağlayan gönüllü ve şuurlu işbirlikçilerdir.
Mektupların Değerlendirilmesi: Barzani’lerin Başına Gelenlerden Alınacak Dersler
Yazılan mektupları ve yapılan açıklamaları, iç, bölgesel ve küresel dinamikler
açısından incelememiz gerekmektedir.
İç Dinamikler
Molla Mustafa Barzani’nin yazdığı mektuplarda Kürt halkının
içinde bulunduğu olumsuz şartları dile getirmekte ve bu olumsuz şartların
düzelmesi için mücadeleye başladıklarını ifade etmektedir. Molla Mustafa
Barzani’nin “Kürtler, kendilerini zorla asimile etmek isteyen işgalcilere
karşı kendi ülkelerinde asgari düzeyde eşitlik ve adalete kavuşmak için, sık
sık kendilerini savunmaya zorlandılar.”[6] ifadesinde “asimilasyon”,
“eşitlik ve adalet” kavramlarına vurgu yapmış olmakla, Kürt halkının
içinde yaşadığı Irak sisteminin olumsuz temel özelliklerinden bir kısmının
varlığına dikkat çekmiş olmaktadır. Böyle bir sistem, gayrı memnun sayısını
artırır ve barışı değil savaşı getirir.
1968 yılında Irak’ta iktidara gelen BAAS yönetimi, Barzani ile “11
Mart 1970 anlaşmasını” yaparak iç savaşı sonlandırmıştır. Bu anlaşmaya
göre “Irak halkının iki asli milliyetten, Araplar ve Kürtlerden
oluştuğu kabul edilmiş” ve “dört yıl içerisinde Irak Cumhuriyeti
çerçevesi içinde bir özerk Kürdistan oluşturulması” öngörülmüştür.
Barzani’nin ifadesine göre “BAAS rejimi Moskova yanlısı Irak
Komünist Partisi ile Birleşik Cephe oluşturmak için” çağrıda bulunmuş ve fakat
“Kürdistan Demokrat Partisi birleşik cepheye katılmayı reddetmiştir”. Bu ret
ediş, hem Kürt halkına hem de Kürt liderlere baskı uygulanmasına sebebiyet
vermiştir.
Bunun üzerine Molla Mustafa Barzani, kendi tabiri ile
“Amerikalı ve İranlı dostlarına dönmüş”, Iran ve ABD ile iş tutmayı Kürt
halkının geleceği için daha avantajlı görmüştür. “Barzani’nin Dostları”
Ona, “ Kürt devriminin, hem Birleşik Devletlerden hem de İran’dan destek
göreceği” vaadini yapmışlardır.
BAAS yönetimi, 11 Mart 1970 anlaşmasında yer alan “dört yıl
sonra Kürtlere özerklik verilecektir” maddesini, Mart 1974’de “özerklik
yasası” olarak çıkarıp ilan etmiştir. Barzani ise, (Iran ve ABD’li dostları)
“dostlarının vaat ettikleri yardıma güvenerek onu reddetmiştir”.
Barzani, Irak yönetiminin kendilerine verdiği özerkliği
kabul etmiyor ve fakat ABD ve İran’dan özerklik istiyor:
“Sayın başkan, biz, İran ile Irak arasında iyi
ilişkiler kurulmasına karşı değiliz. Ama bu, bizim kurban edilişimiz
pahasına mı olmalı? Biz Kürtler, ABD’ye ve İran’ın şeref sözüne güvenerek
düşmana karşı koyduk ve onunla savaştık. Bize mükâfat olarak söz verilen özerklik
nerede?
…Biz sizden, öylesine, yaptığımız iyiliğin iki
mislini istemiyoruz. Hatta eşitini bile. Biz yalnızca Kürtlere vaat
edilen özerkliğin verilmesini istiyoruz.”[7]
Barzani’nin Kürt halkı için yürüttüğü hak, hukuk, adalet ve
özerklik mücadelesi, bir noktadan sonra ana amaçtan saparak, İran ve ABD’nin
Ortadoğu stratejisinde kullanılacak bir araç olma hüviyetine bürünmüştür. BAAS
yönetiminin Kürtlerin özerkliğini kabul eden bir yasa çıkarıp ilan etmesi
karşısında Barzani’nin bunu reddetmesi, kendi halkına karşı yapılmış bir
haksızlıktır. Kendisi de bunu dolaylı bir şekilde itiraf etmektedir:
“Sayın başkan, eğer amerika’nın verdiği söze tam olarak
inanmasaydım, halkımı bugün içine düştüğü felaketten kurtarabilirdim. Bu,
BAAS’ın politikasını tam olarak desteklemek ve onunla güçleri birleştirmek
yoluyla yapılabilirdi. Ama bu tutum Amerika’nın ilkelerine ters düşer, Irak’ın
komşularına da zarar verirdi. ANCAK üst dereceli Amerikan yetkililerinin
teminatı üzerine bu alternatife iltifat etmedim, onun yerine, abd ve iran’la
işbirliğini tercih ettim.”[8]
Üzücü olan, Molla Mustafa Barzani’nin, ABD ve İranlı
dostlarına güvenerek ret ettiği 11 Mart 1970 antlaşmasının, İran ile Irak
arasında yapılan Cezayir antlaşmasından sonra Irak yönetimi tarafından
tamamıyla uygulamaya sokulması için Irak yönetimine baskı yapılmasını ABD’den
talep etmiş olmasıdır:
“Irak Hükümetinin temel insan haklarına saygı göstermesi,
…11 Mart 1970 Antlaşmasına tam olarak uyması hususlarında ikna edilmesi için
Amerikan Hükümeti, bölgedeki dost ulusları etkinliklerini kullanmaya zorlayacaktır.”[9]
Küresel Dinamikler
1970’li yıllarda iki Küresel güç olarak SSCB ile ABD arasında veya NATO ile
Varşova Paktı arasında sert bir mücadele sürmekteydi. SSCB ile ilişki kurmak
isteyen ülkelerin üzerine ABD gitmekte ve darbelerle hükümetleri iktidardan
düşürmekteydi.
ABD, komünizmin yayılmasını engellemek, özellikle petrol
üretim ve ulaşım yollarını kontrol etmek istemekteydi. Ortadoğu, hem ABD için
hem de Sovyetler için hayati öneme haizdi. Irak hem enerji üretim hem de enerji
nakil bölgesiydi. O nedenle Irak’ın Sovyetlerin etki alanına girmesi, Basra
Körfezi’ni ve körfez ülkelerini tehlikeye sokardı. O nedenle ABD, Irak ile özel
olarak ilgilenmekte BAAS rejiminin devrilmesini ya da Sovyetlerden
uzaklaşmasını, Batı bloğuna kaymasını istemekteydi.
1972’de Irak yönetimi, “SSCB ile dostluk ve işbirliği
Antlaşması” imzalamıştır. Çok önemli bir enerji bölgesinin SSCB’nin
etki alanına girmesini istemeyen ABD, İran Şahı üzerinden devreye girerek Molla
Mustafa Barzani ile İran Şahı Rıza Pehlevi arasında bir anlaşmanın yapılmasını
sağlamıştır. ABD, Barzani’ye Iran aracılığıyla para, silah yardımı yapmayı
üstlenmiştir.[10]
Irak içindeki Kürt hareketi, Irak yönetimini zayıflatma,
hatta iktidardan düşürme konusunda bir imkân, hatta bir araçtı. ABD’nin
bu amacına hizmet ettiği sürece Barzani hareketinin ve Barzani’nin bir anlamı
vardı. ABD’de yaşadığı dönemde kendisi ile konuşulmamış ve görüşülmemiş
olmasının anlamı, ABD için Barzani ömrünü doldurmuş bir aktörden başka bir şey
değildi. Mektubundaki sitemde bunu görebilmekteyiz:
“Haklarını almaya çalışan Kürtler gibi sadık ve dost
insanlar, belirsiz Amerikan ulusal çıkarları nedeniyle feda edildi. Birleşik
Devletler yetkililerince verilmiş gizli teminatlar reddedilmiş ve daha sonra
da ‘dış ilişkilere gizli kapaklı çalışma karıştırılmamalıdır’
gerekçesiyle haklı gösterilmiştir.
Bay başkan, Kürtler alt düzeydeki CIA memurlarıyla gizli
olarak iş yapmıyordu. Eski Dışişleri Bakanı Henry Kissenger’in ilişikteki
mesajının da kanıtladığı gibi, bizim ilişkilerimiz en yüksek düzeyde U.S.
yetkilileri ile olmuştur.”[11]
ABD için asıl amaç Kürtlerin özerk olması, bağımsız bir
devlet kurması değildi; Onların insan haklarına kavuşması, insanca yaşaması da
değildi:
…Sayın başkan, biz dostlarımızın yardım vaadine güvenerek
bir savaşa girdik; fakat ansızın, savaş alanında kendimizi yalnız bulduk;
Amerikan ve İran yardımından yoksun…
Biz düşmanlarımız tarafından askeri yenilgiye uğratılmış
değildik. Dostlarımız tarafından yıkılmıştık.
…Bütün halklar için onur, birlik, özgürlük ve
demokrasinin temel ilkelerini ilan etmiş olan Amerika Birleşik Devletleri ulusu
gibi büyük bir ulus, Kürt yenilgisindeki rolünden sonra, olanlara kayıtsız
kalabilir mi?”[12]
Bölgesel Dinamikler: Cezayir Antlaşması (6 Mart 1975) ve “Molla Mustafa Barzani’nin Satılması”
İran Şahı, Bölgesel güç olmak ve İran ile Irak arasında körfezde var olan sınır
ihtilafının (Irak’ın körfezdeki bir kaç küçük adası) İran’ın lehine çözülmesini
istemekteydi. Bu nedenle Irak yönetiminin iç ihtilaflarla uğraşması, zayıf
düşmesi onun işine gelmekteydi. Onun için ABD ile birlikte Barzani’ye para ve
silah yardımı yapmayı kabul etmişti. Barzani hareketinin bağımsızlık ya da
özerklik kazanması, İran’ın da işine gelmemekteydi. Çünkü kendi ülkesinde de
belli bir nüfusa sahip Kürt halkı yaşamaktaydı.
İran’la Irak’ın kavgası, 1975 yılına kadar sürmüştür. Bağlantısız hareketinin
liderlerinden Cezayir’in devreye girmesi ile 6 Mart 1975’de “Cezayir Anlaşması”
yapılarak İran’la Irak arasında ki ihtilafları çözmüşlerdir.
Cezayir Antlaşması’na göre İran, Iraktaki Molla Mustafa
Barzani hareketine her türlü yardımı kesecek, Amerikan yardımlarına aracılık
yapmayacak; Irak da, Şattü’l-Arab sınır meselesinde sınırın, nehrin tam
ortasından geçmesini kabul ederek üç küçük adayı İran’a verecektir. Ayrıca Irak
yönetimi, Sovyetlerle arasına belli bir mesafe de koyacaktır. Molla Mustafa
Barzani, birinci mektubunda bu noktaya özel olarak dikkat çekmiştir:
“Cezayir Devlet Başkanı Bumedyen vasıtasıyla İran Şahıyla
temas kurulmuştu. Ayrıca, Kürt sorunu sona erdiği takdirde, BAAS’ın komşularına
karşı politikasını değiştirmeye ve Moskova ile olan ilişkilerini kısmaya
hazırlıklı olduğu, dolaylı yollardan Amerika’ya duyuruldu.”[13]
Sonuç: Şer İttifakının Sadece Menfaatleri Vardır, Dostları ve Değerleri Yoktur
Gerek ABD ve gerekse İran Şahı Rıza Pehlevi, Irak
yönetiminden elde etikleri tavizlere karşılık, “Barzani ile
yaptıkları anlaşmayı bozmuşlar” ve “Molla Mustafa Barzani’yi satmışlardır”.
Gerek Mesut Barzani ve gerekse Peşmerge Komutanı General
Aziz Weysi’nin açıklamalarından Şer
ittifakının(ABD-İsrail-İngiltere-Siyonizm), Irak’ı, İran ve Rusya
safına itmemek için Mesut Barzani’yi sattıkları anlaşılmaktadır.[14]
Şer İttifakı (ABD-İngiltere-Siyonizm-İsrail) için gerçek
dost yoktur. Menfaat ortaklığı vardır. “Adam satmak” onlar
için sıradan işlerdendir. Tarihi süreçte Barzani’lerin başına gelenler, Şer
ittifakının ihanetinin belgelendirilmesi ve Şer İttifakının kendi menfaatinden
başka hiçbir menfaat düşünmediği gerçeğinin tezahüründen ibarettir.
Şer ittifakının ne kutsalı, ne de değerleri vardır.
Sadece menfaatleri vardır. Demokrasiyi ilahlaştıran Batının Türkiye’deki tüm
darbeleri planlamış ve desteklemiş olması, tesadüf değildir. İnsan hakları,
özgürlükleri ve demokrasi sloganları ile başlattıkları ve “Arap Baharı” adını
verdikleri ikinci nesil kadife darbe zincirinde, Mısır’da bekledikleri
olmayınca, Sisi darbesini demokrasi zaferi olarak kutlayan ve destekleyen,
ikiyüzlü Batıdan başkası değildi.
Analiz edilmesi gereken bir nokta da, İslam coğrafyasında bir kısım insanları,
Şer İttifakının kucağına iten nedenler nelerdir?
Mevcut yönetimlerin ve Müslüman halkların bunda bir katkısı
var mıdır?
Müslüman coğrafyada hiçbir halk, Batı ile işbirliği yapacak
duruma düşmemeli ve de düşürülmemelidir!
O nedenle, “Selahattin Eyyubi’nin torunları bu duruma
düşmemeli, düşürülmemeliydi”, diyoruz.
Kendi sorunlarımızı, kendi içimizde, en adil bir şekilde
çözmenin usul ve yollarını bulmalıyız, bulmak zorundayız. Türkiye,
öncelikle kendi içinde bütünleşmeli sonra da bölgenin bütünleşmesini
sağlamalıdır. Bunu sağlayacak strateji ve politikalar üretmeli, buna uygun da
bir dil ve üslup kullanmalıdır.
Henüz Vakit Varken!
[1] Tuşalp,
E, Zehir Yüklü Bulutlar, Halepçe’den Hakkâri’ye, Bilgi Yayınevi, 2.
Baskı, 1990, s. 44-55.
[2] Tuşalp, E,
a.g.e., s. 44-55.
[3] Tuşalp, E,
a.g.e., s. 44-55.
[4] A.A.
29.10.2017; http://aa.com.tr/tr/dunya/-ikby-parlamentosunda-gerginlik/951023
Başkan Barzani: ABD'nin gözleri önünde, onun silahlarıyla Kürdistan'a
saldırdılar Kurdistan24 -Türkçe / 29.10.2017; http://www.kurdistan24.net/tr/news/900eb0c2-9249-4329-ae9a-0078adde6fc8
[5] Aziz Weysi: ABD
bize ihanet etti, Şiiler topraklarımızı istila etti, Kurdistan24 -Türkçe /
29.10.2017; http://www.kurdistan24.net/tr/news/b0ef05ff-182d-4f24-a9e8-ad854301
48a1
[6] Tuşalp, E,
a.g.e., s. 44-55.
[7] Tuşalp, E,
a.g.e., s. 44-55.
[8] Tuşalp, E,
a.g.e., s. 44-55.
[9] Tuşalp, E,
a.g.e., s. 44-55.
[10] Tuşalp, E,
a.g.e., s. 44-55.
[11] Tuşalp, E,
a.g.e., s. 44-55.
[12] Tuşalp, E,
a.g.e., s. 44-55.
[13] Tuşalp, E,
a.g.e., s. 44-55.
[14] A.A.
29.10.2017; http://aa.com.tr/tr/dunya/-ikby-parlamentosunda-gerginlik/951023 Başkan
Barzani: ABD'nin gözleri önünde, onun silahlarıyla Kürdistan'a saldırdılar
Kurdistan24 -Türkçe / 29.10.2017; http://www.kurdistan24.net/tr/news/900eb0c2-9249-4329-ae9a-0078adde6fc8