(Milli Gazete)
Taksim Kadife Darbe Sürecinin 7 Haziran 2015 Genel Seçimler aşamasında, AKP’nin tek başına iktidar yapılmaması ile başlayan 1 Kasım 2015 genel seçimlerine kadar devam eden süreçte, Türkiye-Irak-Suriye düzleminde vuku bulan olaylara bağlı olarak Türkiye’nin arka odasında, Küresel güçlerle Türkiye arasında çok ciddi pazarlıkların yapıldığı ve kısmi bir uzlaşmaya varıldığı söylenebilir. Siyasi iktidarın çok anı bir değişiklikle, “2002 Fabrika ayarlarına döndüğünü” ilan ederek, NATO üslerini açması, AB sürecini yeniden başlatması, Çin füze ihalesini iptal etmesi ve İsrail Devletini dost ilan beyan etmesi, böyle bir sürecin sonucudur.
Ancak ABD ve NATO’ya üsleri açmış, AB’ye keskin bir dönüş yaparak “AB halkından” ve “AB ailesinden” olduğunu ve “İsrail devletini dost” olduğunu ilan etmiş bir Türkiye’de, hâlâ PKK’nın “Kıra Dayalı Şehir Gerillasını” yürütmeyi sürdürmesi, canlı bomba eylemlerinin devam etmesi, bazı ihtimallerin tekrar tartışılmasını ya da göz önüne alınmasını gerektirmektedir:
- Türkiye’nin 7 Haziran 2015-1 Kasım 2015 döneminde pazarlık yaparak anlaştığı güç (ABD+NATO+AB), Taksim Kadife darbe sürecini yürüten güç (Soros Ekibi-ABD’deki Necon-Siyonist İttifakı) değildir. Türkiye, ABD’de Obama’yı destekleyen WASP (Amerikan Milliyetçileri) ile anlaşmış olabilir. WASP’çılar ile Neocon-Siyonist İttifakı arasında var olan çatışma, Türkiye üzerinden devam etmiş olabilir. Kadife Darbeciler, siyasi iktidarı tasfiye etmekte ısrarlarını sürdürüyor olabilirler.
2- Türkiye anlaşma yaptığı gücün bazı isteklerine direnmekte ve bunları yerine getirmemektedir. Bundan dolayı operasyona tabi tutulmaktadır.
3- Türkiye anlaşma yaptığı gücün (ABD+NATO+AB), her zaman olduğu gibi, ihanetine uğramış olabilir.
4- Her üç ihtimalin birlikte vuku bulması mümkündür.
Sultanahmet canlı bomba vakası ile hemen hemen aynı zamana denk düşen ve Türkiye’yi son günlerde sürekli meşgul eden, bir sosyolojik savaş ürünü “Akademisyenler bildirisinin”, bu ihtimallerden biri ya da hepsi ile bir bağlantısı olmuş olabilir. O nedenle bu konunun özel olarak incelenmesi gerekmektedir.
Burada, “1128 akademisyenin” (Türkiye’nin 114’ü devlet, 76’sı özel olmak üzere toplam 190 üniversitesindeki, yaklaşık 80,000 öğretim elemanın %0,014’ü) Ankara ve İstanbul’da basın toplantısı ile birlikte yayınladıkları bildirinin muhtevası, amacı ve muhtemel hedefleri ele alınıp değerlendirilecektir.
“Akademisyenlerin Bildirisi”
Yurt içi ve yurt dışından 89 üniversiteden ve değişik akademik kariyere mensup “1128 akademisyen”, ‘Barış İçin Akademisyenler İnisiyatifi’ adı ile 11 Ocak 2016’da Ankara ve İstanbul’da düzenledikleri basın toplantılarında, “Bizler bu suça ortak olmuyoruz” adlı basın bildirisini kamuoyu ile paylaşmışlardır:
“Türkiye Cumhuriyeti; vatandaşlarını Sur’da, Silvan’da, Nusaybin’de, Cizre’de, Silopi’de ve daha pek çok yerde haftalarca süren sokağa çıkma yasakları altında fiilen açlığa ve susuzluğa mahkûm etmekte, yerleşim yerlerine ancak bir savaşta kullanılacak ağır silahlarla saldırarak, yaşam hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı başta olmak üzere anayasa ve taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ile koruma altına alınmış olan hemen tüm hak ve özgürlükleri ihlal etmektedir.
Bu kasıtlı ve planlı kıyım Türkiye’nin kendi hukukunun ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası antlaşmaların, uluslararası teamül hukukunun ve uluslararası hukukun emredici kurallarının da ağır bir ihlali niteliğindedir.
Devletin başta Kürt halkı olmak üzere tüm bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliam ve uyguladığı bilinçli sürgün politikasından derhal vazgeçmesini, sokağa çıkma yasaklarının kaldırılmasını, gerçekleşen insan hakları ihlallerinin sorumlularının tespit edilerek cezalandırılmasını, yasağın uygulandığı yerde yaşayan vatandaşların uğradığı maddi ve manevi zararların tespit edilerek tazmin edilmesini, bu amaçla ulusal ve uluslararası bağımsız gözlemcilerin yıkım bölgelerinde giriş, gözlem ve raporlama yapmasına izin verilmesini talep ediyoruz.
Müzakere koşullarının hazırlanmasını ve kalıcı bir barış için çözüm yollarının kurulmasını, hükümetin Kürt siyasi iradesinin taleplerini içeren bir yol haritasını oluşturmasını talep ediyoruz. Müzakere görüşmelerinde toplumun geniş kesimlerinden bağımsız gözlemcilerin bulunmasını talep ediyor ve bu gözlemciler arasında gönüllü olarak yer almak istediğimizi beyan ediyoruz. Siyasi iktidarın muhalefeti bastırmaya yönelik tüm yaptırımlarına karşı çıkıyoruz.
Devletin vatandaşlarına uyguladığı şiddete hemen şimdi son vermesini talep ediyor, bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak sessiz kalıp bu katliamın suç ortağı olmayacağımızı beyan ediyor, bu talebimiz yerine gelene kadar siyasi partiler, meclis ve uluslararası kamuoyu nezdinde temaslarımızı durmaksızın sürdüreceğimizi taahhüt ediyoruz.”(1)
Bu basın bildirisi, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından ağır bir eleştiriye tabi tutulmadan önce, pek fazla insanın ilgisini çekmemiş ve akademisyenlerin arzuladığı gündemi oluşturamamıştır:
“Cumhurbaşkanı Erdoğan: Bütün bu olaylar karşısında kalkıp da kapkara bir bildiri yayınlayıp o katliamların altına imzayı koyan akademisyenleri özellikle tekrar kınıyorum, şiddetle kınıyorum. Milletimizin kimin kim olduğunu çok daha yakından anlaması gerekir. Yani önünde bir profesör, doçent bilmem ne olması kimseyi aydın yapmaz. Bunlar kapkaranlık insanlardır ve bunlar zalimdir, bunlar alçaktır. Çünkü zalimlerle beraber olanlar da zalimdir, katliamlar yapanlarla beraber olanlar katliam içerisinde oldukları için onlar da aynı suçu işlemişlerdir. “Buradaki mesele, kendine akademisyen diyen kitlenin, terör örgütünün dilini, üslûbunu kamuoyuna dayatmasıdır. İlgili kurumların açık suç teşkil eden bu ihanet karşısında anayasal ve yasal gerekenleri yapacaklarına inanıyorum. Buradan asla taviz verilemez.” “Ey aydın müsveddeleri siz karanlıksınız, karanlık. Aydın falan değilsiniz. Sizler ne Güneydoğu’yu, ne Doğu’yu buraların adresini bilemeyecek kadar karanlıksınız ve cahilsiniz. Çoğu maaşını devletten alan, cebinde bu devletin kimliğini taşıyan sözde aydınların ihanetiyle karşı karşıyayız.”(1-3).
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmalarından sonra basın bildirisi, Türkiye’nin bir numaralı gündemi olmuştur. YÖK, Üniversiteler arası kurul ve değişik rektör ve savcılar harekete geçerek “Akademisyenler bildirisine” imza atanlar hakkında soruşturma başlatmışlar ve bir kısmının işine son vermişlerdir. Bu esnada farklı akademisyenler, karşı bildiri yayınlayarak ve birçok köşe yazarı, düşünür, siyasetçi, ‘Barış İçin Akademisyenler İnisiyatifi’nin bildirisini ve imzalayanların şahıslarını çok ağır ifadeler kullanarak tenkit etmişlerdir. Bu ağır ifadeleri tasvip etmemekle birlikte bildirinin çok özel bir amacının olduğu inancındayız. Bildiri analiz edildiğinde, bu gerçek daha iyi görülebilecektir:
* Türkiye Cumhuriyeti, “Sur’da, Silvan’da, Nusaybin’de, Cizre’de, Silopi’de ve daha pek çok yerde” kasıtlı olarak vatandaşları “fiilen açlığa ve susuzluğa mahkûm etmektedir”.
•Türkiye Cumhuriyeti, “masum vatandaşlara” “ancak bir savaşta kullanılacak ağır silahlarla saldırmaktadır”
* Türkiye Cumhuriyeti, “vatandaşlara işkence ve kötü muamele yapmaktadır ve “şiddet uygulamaktadır”.
* Türkiye Cumhuriyeti, “kasıtlı ve planlı kıyım ve katliam yapmaktadır.”
* Türkiye Cumhuriyeti, “Türkiye’nin kendi anayasasını, hukukunu ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası antlaşmaları, uluslararası sözleşmeleri”, uluslararası teamül hukukunu ve uluslararası hukukun emredici kurallarını” “ağır bir şekilde” ihlal etmektedir.
* Türkiye Cumhuriyeti, “başta Kürt halkı olmak üzere tüm bölge halklarına karşı katliam yapmakta ve “bilinçli sürgün politikası “uygulamaktadır”
* Türkiye Cumhuriyeti, “sokağa çıkma yasaklarını kaldırmalı”, “insan hakları ihlallerinin sorumlularını cezalandırmalıdır”.
* Türkiye Cumhuriyeti, “vatandaşların uğradığı maddi ve manevi zararları tazmin etmelidir”.
* Türkiye Cumhuriyeti, “ulusal ve uluslararası bağımsız gözlemcilerin yıkım bölgelerinde giriş, gözlem ve raporlama yapmasına izin vermelidir.”
* Hükümet, Kürt siyasi iradesinin taleplerini içeren bir yol haritası oluşturmalı ve müzakereleri başlatmalıdır.
* Müzakere görüşmelerinde “kendilerinin de aralarında yer aldığı bağımsız gözlemciler bulunmalıdır”.
* İmza atan akademisyenler olarak Devletin yaptığı katliamın “suç ortağı olmamak için siyasi partiler, meclis ve uluslararası kamuoyu nezdinde temaslarını durmaksızın sürdüreceklerdir.”
Bildiri, suçlama, tehdit, tahrik ve tahrif eksenli düzenlenmiştir. 7 Haziran 2015 sonrasında meydana gelen tüm olayların sorumluluğunu, “Türkiye Cumhuriyetine”, “Devlete” ve “Hükümete” yükleyen bir akademisyen topluluğunun, tek kelime ile PKK/KCK’dan bahsetmemesi, bildirinin objektif olarak hazırlanmadığını ortaya koymaktadır. Çünkü bilimsellik, her şeyden önce pratikte var olan, gözlemlenen olguların, tarafsız bir şekilde, araştırmacıların/gözlemcilerin duygu ve düşüncelerinden arınmış, objektif olarak tespit edilmesini gerektirmektedir. Pratikte var olanların sizin şahsi görüş, düşünce ve tezlerinizle uyuşup uyuşmaması, örtüşüp örtüşmemesi ayrı bir konudur.
7 Haziran 2015 sonrasında PKK yöneticilerinin “Kıra Dayalı Şehir Gerillası aşamasına geçtiklerini” açıklamalarını, KCK yayınlarında bunun açık bir şekilde tartışıldığını ve fiilen uygulama aşamasına sokulduğunu, “Konfederal bir sistem” öngörüldüğünü, bazı HDP yöneticilerinin “özerklik ilanında bulunmalarını”, “İç savaştan bahsetmelerini”, bu akademisyenlerin hiç görmemesi, duymaması mümkün müdür?
Bu mümkün olmadığına göre bu bildirinin amacı nedir ve ne hedeflemektedir?
Bildiride dikkat çeken hususlardan biri, “Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası antlaşmalara ve sözleşmelere”, “uluslararası teamül hukukuna” ve “uluslararası hukukun emredici kurallarına” özel bir vurgu yapılmış olmasıdır. Bu organizasyonu yapanlar, bütün bu hukuki süreci incelediklerini ve meseleyi uluslararası alana taşıyacaklarını ifade ederek Türkiye’yi tehdit etmektedirler.
Sonuç: Niyet nedir? Amaç nedir? Hedef nedir?
Hukuka bu kadar atıf yapanlar, böyle bir bildirinin üniversite disiplin yönetmeliğine ve Türk Ceza kanununa göre suç işlenip işlenmediğini incelememiş ve araştırmamışlar mıdır?
Bu mümkün mü? Bu yasal hükümleri bildiklerine göre amaçları nedir?
Bildiriye imza koyan araştırma görevlileri, okutmanlar, öğretim görevlileri ve yardımcı doçentler, 2547 sayılı Yüksek Öğretim Yasası’na göre sözleşmeli personel olup, 1 veya 2 yılda bir sözleşmeleri yenilenmektedir. En azından bunlarla ilgili yasal işlem yapılacağını hesaplamamış olabilirler mi? Ayrıca vakıf üniversitelerindeki öğretim elemanlarının işine son verilmesinin çok kolay olduğunu bilmemeleri mümkün mü?
Öyleyse Niyet nedir? Amaç nedir? Hedef nedir?
Kaynaklar
1-http://www.aljazeera.com.tr/haber/akademisyenlere-bir-sorusturma-daha, 14.01.2016,
2- Cumhurbaşkanı Erdoğan: “Zalimlerle Beraber Olanlar Da Zalimdir”, Cumhurbaşkanlığı, 15.01.2016.
3- Cumhuriyet, 16.01.2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder