(Milli Gazete)
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, ABD Başkanı
Barack Obama’nın Özel Temsilcisi Şerik Zafer ve beraberindeki heyeti kabul
ettiğinde yaptığı konuşma, bazı akademisyenler tarafından şiddetle eleştirilmiş
ve sosyal medyada Diyanet İşleri Başkanı Görmez, hakaret uğrayıp linç edilmek
istenmiştir. Görmez’in İslam coğrafyasında başlatılmak istenen mezhep
çatışmasını önlemek için İran’a yaptığı seyahat ve orada yaptığı konuşma, bu
kez farklı bir kesim tarafından yoğun tartışma konusu olmuştur.
Bu iki tartışmanın ateşi sönmeden “Din İşleri Yüksek Kurulu
Dini bilgilendirme Platformu’nun” verdiği iddia edilen bir fetva, diyanetle
ilgili yeni bir linç girişiminin başlatılmasına sebep olmuştur. Görmez’in
sekülerlik ile ilgili yaptığı konuşmanın ardından bunların gelmiş olması,
yaşanan sürecin tek bir merkez tarafından yürütülen bir psikolojik harekâtın
ürünü olduğunun işareti olabilir. Diyanet İşleri Başkanı Görmez’in Seküler
zihniyetin tahribatına dikkat çekmiş olması, tahmin edilenden öte fincancı
katırlarını ürkütmüştür.
Diyanet’e karşı girişilen son linç olayının bir “siber
saldırı” sonucuna bağlı olarak başlatılması (1), bundan sonra Diyanet üzerinden
geliştirilecek olan pek çok saldırının habercisi olarak değerlendirilmelidir. O
nedenle en küçük fırsatta saldıracak bir şer cephesinin var olduğu göz önüne
alınarak Diyanet İşleri Başkanlığı gerekli tedbirleri almalıdır.
Geçen iki yazıda Görmez’in yaptığı konuşma ve konuşmaya
karşı yapılan eleştiriler değerlendirilmiştir. Burada, sekülerlik ve laiklik
kavramlarının anlam alanları üzerinde durulacaktır.
Dünya Hayatı (“el-hayâtü’d-dünyâ”)
Gerek Kur’an’da ve gerekse hadislerde dünyevileşme,
sekülerleşme, laikleşme için anahtar, odak kavram diyebileceğimiz Dünya hayatı
(“el-hayâtü’d-dünyâ”) kavramı kullanılmaktadır. Burada kullanılan dünya
kavramı, arz, yer küre anlamında kullanılmamaktadır. Dünya kelimesinin genel
anlamı, zaman boyutlu olarak yakın, kısa; değer boyutlu olarak çok düşük,
basit, alçak, değersiz ve ölümlü anlamında kullanılmaktadır (2-5).
Dünya Hayatının (“El-hayâtü’d-dünyâ”nin) Birinci Anlam
Boyutu
Kur’an’da geçen “el-hayâtü’d-dünyâ” tabirinin, Ahiret
hayatı referans alınarak, zaman açısından “yakın/kısa hayat”; değer açısından,
ise, “alçak/değersiz hayat” anlamına geldiği söylenebilir. Dünya kelimesindeki
yakınlık anlamı, hali hazırda içerisinde yaşadığımız andan ahirete göre bize
daha yakın olma bağlamındadır. Yaşadığımız ana göre ahiret daha uzaktır.
Dolayısıyla bu anlam boyutu ile dünya yakın, kısa, sonlu ve önce olan; ahiret
ise uzak, uzun, ebedi ve sonra olandır.
Keza dünya kelimesindeki ‘çok düşük, basit, alçak, değersiz,
ölümlü’ anlamları ise gene ahirete göredir. Dolayısıyla arzda yaşanan hayat,
bizzat mahiyetinden dolayı değil, fakat ahiret hayatı referans
alındığında, zaman açısından gelip geçici, kısa ömürlü; değer
açısından önemsiz, değersiz olarak değerlendirilmektedir (10/24). Buradaki mesaj,
yer küredeki hayatın geçiciliğine, kısa ömürlü oluşuna dikkat ederek dünyadaki
nimetlere dalıp öte boyutunu unutmamaktır (35/5).
Dünya hayatı kavramının birinci anlam boyutu ile ilgili
dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta, arzdaki hayatın doğası, yapısı itibariyle
kötü, zararlı olmadığıdır. Burada kötü olan, değersiz olan yeryüzü, arz
anlamındaki dünyadaki hayat değil; kötü olan, Allah’tan uzaklaştıran,
sefahat ve çirkinlik dolu, öte’yi yok varsayan bir hayat ve bir yaşam tarzıdır
(7/31-32). Kur’an, İnsanlar için yaratılmış dünya nimetlerine karşı insanların
zaaf gösterip öte dünyayı unutmasına sebebiyet verecek bir anlayışa gelmemesi
noktasında uyarmaktadır(3/14, 15; 18/46).
Dünya Hayatının( “El-hayâtü’d-dünyâ”nın) İkinci Anlam
Boyutu
İkinci anlam boyutu, yer kürede ahiret hayatını ve vahyi
bilgiyi göz önüne almayan, insanın heva ve hevesine dayalı olan kötü, değersiz,
yararsız ve insan için zararlı yaşam tarzı ve biçimi anlamındadır. Bu boyutu
ile “el-hayâtü’d-dünyâ” kavramı, ahiret hayatını önemsemeyen,
unutan ve/veya ret eden insanların bu dünyada hevalarına dayalı bir değer
sistemine göre inşa ettikleri bir hayat tarzı anlamına gelmektedir (10/7-8).
Ahiret hayatını inkâr edenler için sadece bu dünya vardır,
ölümden sonra herhangi bir hayat yoktur( 6/29; 13/33; 23/33-37; 45/24, 32;
46/17). Ahiret hayatını unutanlar/ önemsemeyenler ise, ahiret hayatını inkâr
etmemekte; ancak gündemlerinde böyle bir hayata yer vermemekte dolayısıyla da
günlük yaşantılarına etki ettirmemektedirler (7/51, 169; 9/69; 14/3; 16/107;
18/28; 45/34-35).
Dünya Hayatının Anlam Boyutlarının Oluşturduğu Bütünlük
“Dünya hayatı” kavramının birinci anlam boyutu, mayınlı
araziye giden yolları gösteren uyarı levhası; ikinci anlam boyutu ise, mayınlı
arazının bizzat kendisidir. Birinci boyuttaki anlamlandırmaya önem verilmeyip
tedbir alınmadığı anda varılacak olan ikinci boyut olmaktadır: Dini, hayattan
dışlayan sadece ibadet boyutuna indirgeyen bir hayat tarzı
Dünyevileşme
Dünyevileşme olarak isimlendirdiğimiz zihinsel yapı, dünya
hayatı kavramının birinci anlam boyutunda meydana gelen kırılma ve sapma ile
ikinci anlam boyutuna zemin hazırlayan bir geçiş sürecinde yaşanan haldir. Bu
aşamada dünya sevgisi, dünya tutkusuna doğru yol alacak tarzda mecrasından
çıkma eğilimindedir. Ahiret hayatı ne ret edilmekte, ne de tamamen unutulup
önemsizmiş gibi davranılmaktadır. Referans alınmada unutkanlıklar baş
göstermiş, duyarlık kaybı oluşmaya başlamıştır. Bu bağlamda dünyevileşme,
Müslüman’ın zihniyetinde bir med cezir hali, bir kırılma ve bir hastalık halidir.
Sonuç: Sekülerizim ve Laiklik, Dinin hayattan Tasfiye edildiği bir Yaşam Tarzının Adıdır
Seküler ve laik düşüncede, Allah’ın ve ahiret hayatının var
olup olmaması önemli değildir. Allah var olabilir. Ancak Allah, hiçbir
şekilde bu dünyaya, bu dünyadaki hayata karışamaz, onu tanzim edemez. Bu
dünyadaki hayat, ahiret var diye düzenlenemez. “Biz bu dünyada varız, bu
dünyada yaşar ve ölürüz. Öte bizi ilgilendirmez. Olsa da olur olmasa da olur,
fark etmez”.
Seküler ve laik düşüncenin temeli budur.
Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta da, sekülarizm
ve laisizmin ateizm olmadığıdır. Tüm laik ve sekülerler
ateist değillerdir. Ancak ateistler, laik ve sekülerdir. Bunlar, dinin
varlığını ret etmiyorlar, ancak dine karşılar ve dinin, hayatın hiçbir alanında
etkisinin olmasını istemiyorlar.
Laisizm ile sekülarizim arasında dine karşı tavır almada
farklılıklar vardır. Laisizm, sekülarizme nazaran, dine karşı tutumu daha
sert ve katıdır. Ateizme daha meyilli, zaman zaman da ateizm
özellikleri göstermektedir. Katolik dünyevileşmesidir. Sekülarizm, Protestan
dünyevileşmesi olup ateizme daha uzak ve dine karşı daha mutedildir (9).
O nedenle Görmez Hoca bulunduğu makamın sorumluluğunu yerine
getirmiştir.
Sekülerleşme ve Laikleşme
Dünyevileşme, zihinsel kırılmanın hem genel adı hem de en
alt basamağıdır. Bu kırılmanın bir sonraki adımı, sekülerleşme daha sonraki
adımı ise laikleşmedir. Samuel Johnson’ın Sözlüğünde sekülerleşme ilgili
kavramlara yüklenen anlam, böyle bir tasnif yapmamıza imkan vermektedir:
“Sekülerleştirmek (secularize): Uhrevi/dini olanı, gündelik
hayattan uzaklaştırma.
Sekülerleşme (secularization): Sekülerleştirme eylemi. Dinin
gündelik hayattaki etkisini ve yerini azaltma, sınırlama süreci.” (6)
Gerek sekülerleşme gerekse laikleşmede insanın bütün ilgisi
ve dikkati, yalnız ve yalnız bu dünyaya çevrilmiştir. Şu an, yaşanan an
önemlidir. Ahiret hayatı ya inkâr, ya unutulmuş ya da önemsiz bir hale
gelmiştir. Harvey Cox, bu süreci şöyle tanımlamaktadır:
“İnsanların en temel ilgi ve yöneliminin bu dünyanın
dışından-ötesinden ve üstünden, sadece ve sadece bu dünyaya yönelmesi
hareketidir. Bu, bu dünyanın bağlı olduğu mistik, metafizik ve dini her çeşit
düalizmden (iki dünya) arındırılmasını içermektedir...” (7)
Dolayısıyla Sekülerleşme, hayatın tüm alanlarının dinin
etkisinden tamamı ile arındırılması olarak tanımlamaktadır:
“Mamafih kültür ve sembollerden bahsettiğimizde
sekülarızasyonun toplumsal-yapısal bir süreçten daha fazla bir şey olduğunu
kastediyoruz. Sanat, felsefe ve edebiyatta dini içeriklerin kayboluşu ve
hepsinden önemlisi bilimin dünyada özerk ve tamamen seküler bir yöntem olarak
yükselişinde gözlendiği gibi o, kültürel ve düşünsel bir hayatın tamamını
etkisi altına alır. Bununla kalsa iyi, burada sekülarizasyonun aynı zamanda
öznel bir yanının da bulunduğu ima edilmektedir.
Nasıl ki toplum ve kültürün sekülarizasyonundan
bahsediyorsak, aynı şekilde bilincin sekülarizasyonundan da bahsedebiliriz.
Yalın bir şekilde ifade edecek olursak, bu, modern Batı’nın dini
açıklamalarından yararlanmaksızın dünyayı ve kendi öz yaşamlarını yorumlayan
gittikçe artan sayıda bireyler ürettiği anlamına gelir.” (7)
Yukarıda ki ifadelere bakıldığında sekülarizasyon, varlık
teorisi, bilgi teorisi ve değer teorisi açılarından dine açılmış bir savaşın
adıdır. Allah, tamamen unutulmuş, insan ve dünya ile bütün irtibatı koparılıp
atılmıştır. Vahyi bilgi fonksiyonsuzdur. Ahiret hayatı, artık bırakın referans
alınmayı yok varsayılmaktadır.
Bütün bu ana kabullerin uzantısında günlük
yaşamda, sanatta, kültürde, eğitimde, dilde, bilimde, değerlerde,
düşüncede, ekonomide, siyasette yönetimde ve devlet hayatında; kısaca günlük
hayatın hiçbir yerinde dine ve dini düşünceye yer yoktur. Allah’ın ve ahiretin
önemsiz bir şeymiş gibi unutulması ve hayata müdahale etmesinin ret edilmesi
istenmektedir.
Jürgen Habermas, 3 Haziran 2008, İstanbul Bilgi
Üniversitesi’nde yaptığı konuşma, konunun daha iyi anlaşılmasını sağlayabilir:
“…Dindar vatandaşlar ve cemiyetler yasal düzene sadece
yüzeysel olarak uymamalıdır; ayrıca, kendi inançlarının önermelerini anayasal
prensiplerin seküler meşruiyetine uygun hale getirmeleri beklenir.
Katolik Kilisesi renklerini Liberalizm ve demokrasinin
gönderine, 1965’te 2. Vatikan Konsülü’yle çekti. Ve Almanya’da, Protestan
Kiliseleri de farklı davranmadı. Açıkça görülüyor ki, bugün İslam’i dünyada da,
Kur’an’ın doktrinine ‘tarihsel – hermenötik’ bir yaklaşımın gerekli olduğu
kavrayışı gelişiyor... Seküler devletin çatışan dini görüşlere karşı
tarafsızlığıyla, siyasi kamusal alanın tüm dinsel katkılardan temizlenmesini
birbiriyle karıştırmayalım.” (8)
Kaynaklar
1- “Siber Sabotaj”, Milli Gazete, 10.01.2016.
2- Ragib el-İsfahanı, Mufredat, (Çeviri), Pınar Yayınları,
İstanbul, 2008.
3-Altındaş R., Din ve Sekülerleime, Pınar Yayınları,
İstanbul, 2005.
4- Öztürk M., ‘Kuranın Değer Sisteminde Dünya ve Dünyevi
Hayatın Anlamı’
Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, yıl: [2006],
sayı: 16, ss. 65-86.
5- Ünal, A., Kuran’da temel Kavramlar, Beyan yayınları,
İstanbul,1990, s 244
6- Kaplan Y., ‘Seküler Aklin Ötesi’, İslamiyat IV (2001),
Sayı 3 S: 81-102.
7- Güler İ., “Dünyanın başına gelen Derin sapkınlı:
Dünyevileşme, İslamiyat IV
(2001), Sayı 3, Sİ 35-58.
8- 6 Haziran 2008, Radikal, S. 10.
9- Hocaoğlu D., ‘Batı Tarzı Dünyevileşme: Laiklik ve
Sekülerlik’, Türkiye Günlüğü, Sayı 72 (2003), S:
115-151.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder