18 Eylül 2015 Cuma

ÇÖZÜM SÜRECİ BUZDOLABINDA-5: “BM’nin İkiz Sözleşmeleri”, PKK-HDP’nin “Özerklik” ve “Madenlerden Pay Alma” İstekleri

 (Milli Gazete)

Giriş

PKK-HDP’nin farklı yöneticileri, değişik zamanlarda, belli bölgelerde, “özerklik ilan etmekte”, bölgelerinde çıkan madenlerden pay talep etmektedirler. PKK- HDP yöneticileri, bu isteklerini nereye dayandırmaktadırlar Türkiye, farkına varmadan AB uyum yasaları ve uluslararası sözleşmeler kapsamında, özerklik isteklerine zemin hazırlayacak herhangi bir yasal düzenleme yapmış mıdır

Burada, bu konu ele alınacaktır.

“Birleşmiş Milletlerin İkiz Sözleşmeleri” ve 4867, 4868 İkiz Yasaları

BM, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne dayanarak 1966 yılında kabul edilen ve 1976 yılında yürürlüğe giren “İkiz Sözleşmeler” adı ile de bilinen “Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Sözleşme” ile “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Sözleşme”leri yayınlamıştır. Türkiye, Birleşmiş Milletler Antlaşmasını ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni kabul etmiş bir ülke olarak “İkiz sözleşmeleri” kabul etmesi noktasında sürekli baskı altında tutulmuştur. ANASOL-M Hükümeti zamanında, 15 Ağustos 2000 tarihinde, sözleşmeler, Bülent Ecevit, Mesut Yılmaz ve Devlet Bahçeli tarafından imzalanmış fakat TBMM onayına sunulmamıştır.

“Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi” Aralık 2002’de, “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi” ise, Nisan 2003’de meclise sevk edilmiştir. Her iki sözleşme, 4 Haziran 2003 tarihinde, AKP ve CHP’nin oyları ile 4867 ve 4868 sayılı kanunlar ile TBMM’de kabul edilmiş, 17 Haziran 2003 tarihinde Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından onaylanmış ve 23.09.2003 tarihinde de yürürlüğe girmişlerdir.(1)

Her iki sözleşmenin 1. Maddesi aynı olup özerkliğe giden yolun alt yapısını oluşturmaktadır:

“Madde 1:

1. Bütün halklar kendi kaderlerini tayin etme hakkına sahiptirler. Bu hak ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmelerini özgürce sağlarlar.

2. Bütün halklar, kendi amaçları doğrultusunda, karşılıklı yarar ilkesine dayanan uluslararası ekonomik işbirliği ve uluslararası hukuktan doğan yükümlülüklerine halel getirmemek kaydıyla, kendi doğal zenginlik ve kaynaklarından özgürce yararlanabilirler. Bir halk, hiç bir durumda, kendi varlığını sürdürmesi için gerekli olan kendi olanaklarından yoksun bırakılamaz.

3. Özerk olmayan ve Vesayet altında bulunan ülkelerin yönetilmesinden sorumlu olan Devletler de dahil, bu Sözleşme’ye Taraf Devletler, Birleşmiş Milletler Şartı’nın hükümleri uyarınca, halkların kendi kaderlerini tayin etme hakkının gerçekleştirilmesini kolaylaştıracaklar ve bu hakka saygı göstereceklerdir.”

PKK-HDP’nin “Özerklik”, “Madenlerden Pay alma” ve “İç Savaş” Söylemleri Büyük Stratejinin Bir parçasıdır

Şer ekseni, bir taraftan Irak-Suriye hattında “Kaostan Kaynaklanan Düzen” teorisine uygun “Özerk Bölge” inşa ederken; diğer taraftan Türkiye’de de, PKK-HDP üzerinden özerk bölge çalışmaları yapmaktadır. Şer ittifakı, hem Türkiye’de, hem Irak-Suriye hattında, hem de tüm dünyada PKK-PYD’yi meşrulaştırmak için İŞİD’i kullanmaktadır. Böylelikle PKK-PYD’nin, silah kullanması meşrulaştırılmakta ve terör örgütü listesinden çıkarılmaktadır. Kobani, Suruç operasyonlarına bu açıdan da bakılmalıdır. HDP eş başkanı Figen Yücedağ’ın “Biz sırtımızı YPJ’ye, YPG’ye ve PYD’ye yaslıyoruz. Bunu söylemekte ve savunmakta hiçbir sakınca görmüyoruz” (2) ifadesi, bu bağlamda değerlendirilmelidir.

Irak- Suriye Hattının sosyokültürel ve sosyoekonomik yapısı ile Türkiye’nin sosyokültürel ve sosyoekonomik yapısı nispeten benzerdir. Şer ekseni, Irak- Suriye hattında kazandığı deneyimi, Türkiye’nin şartlarına uyarlayarak Türkiye’de uygulamak istemektedir. Bu nedenle Türkiye’de kanton bölgelerin oluşması için PKK ile İŞİD’in iş birliği içerisinde kaos çıkarması öngörülmektedir:

“Times dergisinin Ortadoğu muhabiri Tom Coghlan: “IŞİD’in uyuyan hücrelerini ve Cihadçıların destek ağını kullanarak Türkiye’de daha fazla istikrarı bozan gayretlere girmesi beklenmelidir. Bu amaçla ülkenin turizm sektörünü hedef alarak yıkıcı işlere girebilir.” (3)

Bugün Suriye’de PKK, KCK, PYD ile Suriye Süryani silahlı savunma gücü MFS arasında güç birliği sağlanmıştır. PKK, MFS üzerinden “Christian Army” ile dirsek temasında bulunmaktadır. Bunun manası, Avrupa, Amerika, Asya ve Afrika’dan Hıristiyan savaşçıların bölgeye gelmeye başlayacağıdır (4). Dolayısıyla, şer ittifakının patronluğunda PKK, KCK, PYD, YPG, DHKPC, bazı Hristiyan, Ezidi, Ermeni, Sosyalist, Alevi sol yapılar arasında ciddi bir ittifak oluşturulmaktadır. Bu ittifaka, boğazda oturan küresel, işbirlikçi, aşiret ve baronları da eklediğimizde Türkiye’de, “Kaostan Kaynaklanan Düzen” teorisyenlerinin istediği aktörler tamamlanmış olmaktadır.

Medyada değişik zamanlarda yer alan bilgilere göre şer ekseninin taşeronu PKK, “Ağrı, Kars-Kağızman, Iğdır, Doğu Beyazıt, Ardahan, Göle ve Erzurum’un bir bölümünde” kanton bölge inşa edebilmek için çalışmalarını yoğunlaştırmış, hatta bu amaçla, Kandil’deki PKK liderlerinden Cemil Bayık, en yakın adamlarından Yusuf Şek’yi “sözde eyalet sorumlusu” olarak bölgeye göndermiştir. Ermenistan üzerinden lojistik destek sağlanmaktadır (5).

Yol boyu bazı HDP yöneticilerinin, “barajı geçemezsek biz de kendi meclisimizi kurarız, özerklik ilan ederiz” tarzında çıkışlar yapması, bir psikolojik alt yapı oluşturma amaçlıdır. Al Jazeera Türkçe Diyarbakır muhabiri Mahmut Bozarslan’a konuşan Gülten Kışanak, “Diyarbakır’da çıkarılan petrolden pay istiyoruz, yereldeki tüm enerji kaynaklarından, yeraltı, yerüstü zenginliklerinden, ekonomik varlıklardan, yerelin pay alması lazım”dir ifadesini, ne dediğini bilerek ve hukuki altyapısının farkında olarak kullanmıştır (5). Kışanak, muhtemelen, kamuoyunun bilmediği fakat Kadife darbeci kadronun çok iyi bildiği 4867 ve 4868 sayılı yasaları göz önüne alarak bu konuşmayı yapmaktadır.

Diğer taraftan Cizre Belediye Başkanı Leyla İmret, İngiliz Vice News’a “Bir söz vardır, barış olacaksa Cizre’den başlayacaktır ve savaş da olacaksa o da Cizre’den başlayacaktır. Türkiye’de bir iç savaş yürüttüğümüzü söyleyebiliriz” şeklinde bir beyanatta bulunmuş ve İngiliz Vice News bu açıklamayı, “Türkiye’de iç savaş çıkacak: Kürt direnişinin merkezine hoş geldiniz” başlığıyla sunmuştur (6).

Şer cephesi, Cizre’de üzerinden bir iç savaş çıkarmak ve bunu tüm Güneydoğu Anadolu’ya yaymak istemiştir. Bu amaçla da, iç ve dış basın desteğini sağlamaya çalışmaktadırlar. 1 ay önce, Independent, BBC, Guardian, Daily Telegraph, Financial Times, The Times ve Vice News muhabirleri, Cizre’ye gelmiş değişik röportajlar yapmış, haberler hazırlayıp ülkelerine dönmüşlerdir (6). Taksim Gezi parkı olaylarında olduğu gibi Dünya kamuoyu, Türkiye aleyhine şartlandırılmak istenmektedir. Fakat güvenlik kuvvetlerinin sabırlı, basiretli operasyonu ile şimdilik bu amaçlarına ulaşamamışlardır. Ancak PKK tasfiye edilinceye kadar bu amaçlarından vazgeçmeyeceği asla unutulmamalıdır.

Sonuç: 1 Kasım Seçim Sonrasında Türkiye’yi Bekleyen Tehlike: “Güneydoğunun Özerk Bölge” İlanı Edilmesi

Bugünkü “İç savaş” çığlıkları ve tehditler, milleti özerkliğe razı etme amaçlı psikolojik harekatın bir parçası olarak yapılmaktadır. Ama asıl çıkış, 1 Kasım seçimlerinden sonra yapılacaktır. Türkiye’yi yönetenlerin unutmaması gereken en önemli nokta, 1 Kasım sonuçlarından sonra tüm Güneydoğu için Özerklik isteğinin çok yüksek sesle, koro halinde, hem Türkiye’nin hem de dünyanın gündemine taşınması ihtimalidir. Kadife darbeci kadro, Türkiye’de vuku bulan bu son olayları ve olabilecek olan olayları, uluslararası mecraya taşımak için gerekli bir alt yapı, bir psikolojik ortam hazırlamaya çalışmaktadır. Bu amaçla Kadife darbeci aktörler, 12 Eylül 1980 öncesinde olduğu gibi, başta devletin resmi güçleri olmak üzere her kesime ve her yapıya saldıracaklar, insanları ülkenin her tarafında sokağa inmeye zorlayacaklardır.

Türkiye böyle bir tehlikeye karşı şimdiden hazır olmalıdır. Bunun için;

• Çözüm süreci buzdolabından çıkarılıp özelde Kürt halkının, genelde tüm halkların doğal, fıtri hakları iade edilmelidir. Bunun için gerçek muhatap halkların kendileridir. Terör ve taşeron örgütler değildir, olmamalıdır. Bundan sonra yanlış muhatap seçilmemelidir.

• PKK, DHKP-C, El Kaide, İŞİD vb. örgütler, taşeron birer örgüt olup homojen değildir. PKK bünyesinde ABD, İsrail, Iran, Suriye, Rusya, Almanya, Fransa, İngiltere’nin ve belki de Türkiye’nin iş tuttuğu değişik fraksiyonları barındırmaktadır. HDP’nin siyasi başarısı üzerine PKK’nin dağ kadrosu lideri Karayılan, “PKK’nın Türkiye içinde silahlı mücadeleyi sürdürmek için gerekli ve yeterli bir nedeni kalmamıştır!” şeklinde bir açıklama yapmıştır. Bu açıklamalardan sonra Cemil Bayık liderliğinde bir ekip, karşı bir darbe yaparak örgütü ele geçirmiştir(6).

• PKK içinde bulunan değişik fraksiyonların arkasındaki güçler kimdir Öncelikle bu güçler, deşifre edilmeli ve bu ülkelerle ilişkiler yeniden tanzim edilmelidir. Kısas hükümleri uygulanması için gerekli tüm alt yapı çalışmaları yapılmalıdır.

•PKK, DHKP-C, El Kaide, İŞİD içerisindeki Ermeni ASALA militanları ile yabancı istihbarat ajanları teşhir edilmelidir. “Sünnetsizler” kimlerdir Bunlar, Müslüman Kürt halkına iyi anlatılmalıdır.

•Suruç Provokasyonundan sonra Türkiye’nin başlattığı operasyonlar, PKK, DHKP-C ve varsa İŞİD’in Türkiye uzantıları tarihten silininceye kadar ısrarla ve büyük bir kararlılıkla, halka zarara vermeden, devam ettirilmelidir.

•“İkiz sözleşmelerin” kanunlaştırıldığı 4867 ve 4868 sayılı yasalar ve bununla bağlantılı 7 Mayıs 2004 tarihinde 5170 sayılı Anayasanın bazı maddelerinin değiştirilmesi hakkındaki kanunun 7. Maddesine göre Anayasanın 90. Maddesine ve varsa diğer maddelere eklenen paragraflar lağvedilmelidir.

•AB uyum yasaları çerçevesinde, ülkenin geleceğinde ayak bağı olacak ne kadar yasal mevzuat varsa, yeniden gözden geçirilmeli ve iptal edilmelidir.

Evet, Henüz Vakit Varken!

Kaynaklar

1- Şen, E., Anadilde Savunma ve İkiz Yasalar, 29 Ağustos 2015, Haber 7 Com.

2- Karakaya, H., HDP Parti Mi... Türkiye Düşmanlarının Taşeronu Mu Yeni Akit, 23.07.2015.

3-Güner, A. O., Kan, gözyaşı ve utanç, Yeniçağ, 23.07.2015.

4- Kaya, M., “Kışanak Ne Dediğini Biliyor”, 15/04/2014; 29.08.2015,

http://www.tv5haber.com/makale_yazdir.php Yazi_id=7284 2/2.

5- Takan, A., PKK’nın ilk kantonu; Ağrı-Iğdır-Kars- Ardahan hattı, Yeniçağ, 23.07.2015.

6- Diler E., “Neden Cizre” , Eylül 2015.

 

11 Eylül 2015 Cuma

ÇÖZÜM SÜRECİ BUZDOLABINDA-4: Ey İman Edenler! Kavmiyetçilik Ateşini Söndürün

 (Milli Gazete)

Giriş

Kadife Darbecilerin gerçekleştirdiği Suruç provokasyonun hemen arkasından devletin, PKK ve İŞİD’e karşı başlattığı operasyonlarla Türkiye, yeni bir sürece girmiştir. Bu süreçte, PKK, kır ve şehir gerilla taktikleri uygulayarak hemen hemen her gün ya bir polisi ya da bir askeri şehit etmektedir. Son bir hafta içerisinde Dağlıca’da 16 asker, Iğdır’da 13 polis şehit edilmiştir. Bu son olaylar, Türkiye’yi ayağa kaldırmış, öfkeli kalabalıklar, PKK ve HDP’yi sokak eylemleri ile protesto etmektedir. Maksadı aşan ve kavmiyetçilik ateşini alevlendirecek olaylar vuku bulmaktadır.

Kavmiyetçilik sosyal bir hastalıktır. Bu dünyada sürünmeyi, yatalak hasta olmayı; öteki dünyada da ağır cezayı gerektiren sosyal bir hastalık. Yanı her iki dünyada da sahibine bedel ödettiren bir sosyal hastalık. Burada bu konu ele alınacaktır.

Kavmiyetçilik, Irkçılık

Geçen yazıda akrabayı, soyu, kavmi sevmenin, onlara yardım etmenin ve dua etmenin meşru olduğunu ve bunları yapmanın teşvik edildiğini Kur’an ve Sünnet çerçevesinde ele alıp incelemiştik. Bunlar, meşru olduğuna göre kavmiyetçiliği, ırkçılığı nasıl anlayacak ve değerlendireceğiz

Eşler arasına konulan sevgi ve merhamet, nasıl Allah’ın ayeti ise akraba, kabile ve kavmin bireyleri arasındaki sevgi ve merhamet de, Allah’ın bir ayetidir. Sorun sevgi, merhamet ve şefkatin olmasında değildir. Sorun, kavme ya da soya olan sevginin, bir tutku ve şehvet boyutuna ulaşması ile bir başka kavmin, soyun hakkının, hukukunun çiğnenmesi, adaletin ortadan kalkması ve zulmün icra ediliyor olmasıdır.

Asabiye konusu Hz. Peygambere sorulmuştur. Hz. Peygamberin verdiği cevap, “asabiye”, sevgi ve zulüm arasındaki ilişkiyi ortaya koyarak asabiyeden ne anlaşılması gerektiğine açıklık getirmiştir:

“Vâsile İbnu’l-Eskâ: “Ey Allah’ın Resulü dedim, kişinin kavmini sevmesi, (merdud olan) asabiye midir ” “Hayır buyurdular, asabiye, kişinin zulümde kavmine yardımcı olmasıdır.” (1)

Hz. İbrahim, soyundan da peygamber gelmesi için dua yaptığında, Allah’ın verdiği cevapta, «Zalimler benim ahdime erişemez» denmiş olması (2 Bakara 124), kavmiyetçiliğin gizli şifresinin, bir başka kavme zulüm yapmak olduğunu ortaya koymaktadır.

Kavmiyetçilik ile zulüm arasındaki bu ilişkiyi, Hz. Musa’nın kavga yapan taraflar arasında haklı ile haksızı ayırt etmeden, herhangi bir sorgulama yapmadan, kendi kavminden olana yardım etmiş olmasında da görmekteyiz (28 Kasas 15-19). Bu ayetlerde geçen Hz. Musa’nın “Bu şeytanın işindendir”, “ben kendi nefsime zulmettim”, “suçlu- günahkârlara destekçi olmayacağım” demiş olmasının sebebi, kavga eden taraflardan haklı haksız sorgulamasını, araştırmasını yapmadan, kendi kavminden olduğu için birine sahip çıkmış olmasının yanlışlığını görüp pişman olmuş olmasından dolayıdır. Keza ikinci gün kavminden olmayan bir başka şahsın Hz. Musa’ya “Sen yeryüzünde yalnızca bir zorba olmak istiyorsun, ıslah edicilerden olmak istemiyorsun.»” demiş olması da, Hz. Musa’nın sadece kavminden olduğu için birine yardıma kalkmış olmasının, yanlışlığını ortaya koymuş olması bağlamında değerlendirilmelidir.

Kavmiyetçilik Cahili Bir Düşünce ve Tavırdır

Milletin/Ümmetin dayanışmasını yıkıp birlik ve beraberliği parçaladığından dolayı kavmiyetçiliğe neden olan her türlü tutum ve tavır, İslam tarafından yasaklanmış ve cahili bir davranış olarak nitelendirilmiştir (2). Böyle bir dava güdenler, Müslümanların birlik ve beraberliğini bozduğundan dolayı Hz. Peygamber tarafından ‘bizden değildir’ denerek İslam kültür ve medeniyetinin inşa ettiği ümmettin/milletin/cemaatin dışına itilmişlerdir/itilmelidirler (3).

Kavmiyetçilik İçin Savaşanlar Allah Yolunda Değiller Ve Yerleri Cehennemdir

Bir mümin için soy, renk ve genetik yapı, bir ayırımcılık aracı olmadığına göre, bir kavmin bir başka kavme zulmetmesi, onun yaratılıştan kendisine bahşedilmiş haklarını gasp etmesi ya da onun asimile edilmesi için mücadele etmesi ve gösteriş için mücadele etmesi, Allah’ın rızasına uygun olmayıp Allah yolunda bir eylem de değildir (4). Bu nedenle kavmiyetçilik için ölenler, cahiliye ölümü ile ölmüşlerdir (5) ve mekânları cehennemdir; namaz kılıp oruç tutmuş olmaları, bu sonucu değiştirmemektedir (6).

İslam bir taraftan akrabalık, soy bağının korunmasını isterken, diğer taraftan da bunun, İslam’ın değer sistemine zarar vermemesini de istemektedir. O nedenle Allah, Hz. Nuh’un ve Hz. Lut’un eşlerini küfredenlere; Firavun’un karısını da, iman edenlere örnek olarak göstermektedir (66 Tahrim 10-11).

Hz. Nuh bir baba olarak, oğlunun tufanda kurtulabilmesi için Allah’a yalvarmıştır. Hz. Nuh’un iman etmemiş oğlunun kurtuluşu için Allah’a dua etmesi, Allah tarafından kınanmış olup oğlu konusunda uyarılmıştır (11 Hud 46). Hz. Nuh’un öz oğlu, seçtiği yoldan dolayı Hz. Nuh’un “ehli olmaktan” Allah tarafından çıkarılmıştır. Hz. Nuh’un uyarılmasında kullanılan ‘cahillerden olmayasın’ ifadesi ise, asabiye ile cahiliye arasında yukarıda ifade edilen ilişkiyi kuvvetlendiren önemli bir delildir.

Bir insana kan bağı olarak, sevgi olarak en yakın olan varlıklar, onun anne, babası ve çocukları, akrabası ve aşiretidir. İslam’a göre değer bağına zarar vermedikçe bu bağın korunup kollanması gereklidir. Ancak değer bağına zarar verme durumu varsa, anne babası da olsa, yapılması gereken tercih, değer sisteminin yanında yer almak olmalıdır. Bu keyfi bir tercih olmayıp bizzat Allah’ın takdir ettiği bir hükümdür (58 Mücadele 22; 9 Tevbe 23).

Sonuç: Ey İman edenler Unutmayın! Ahiret Var, Hesap var

PKK, El Kaide, İŞİD vb. örgütler taşeron birer örgüt olup homojen değildir. PKK bünyesinde ABD, İsrail, İran, Suriye, Almanya, Fransa, İngiltere’nin ve belki de Türkiye’nin iş tuttuğu değişik fraksiyonları barındırmaktadır. Türkiye’nin çözüm sürecinde muhatap aldığı PKK, bunlardan hangisidir ve bugün hangi PKK, cinayetlerine devam etmektedir Arkasındaki güç kimdir Öncelikle bu güç, deşifre edilmeli ve ilişkiler yeniden tanzim edilmelidir.

ABD’nin Irak operasyonu sonrasında Irak’ın Kuzeyinde bir Kürt devleti kurma isteğine, Türkiye karşı çıkmıştı. Türkiye’nin bu tavrı karşısında Ortadoğu eski istasyon şefi, CIA ajanı Graham Fuller, Türkiye’yi “hem Güneydoğu’sunu kaybetmekle” ve hem de “Türkiye’nin her tarafında kanlı olaylar meydana gelmekle” tehdit etmişti. Bugün Türkiye, muhtemelen, Suriye’nin kuzeyinde oluşturulmak istenen “Kürt Koridoru” denen oluşuma karşı çıktığı için Fuller’in tehdidinde dile getirilen bir ortama doğru sürüklenmektedir. Bir taraftan Güneydoğu’da birçok bölgede “özerklik ilan edilmekte”; diğer taraftan işlenen cinayetlerden dolayı Türkiye’nin her tarafında karşıt eylemler yapılmakta; binalar basılmakta, insanlar değişik vesilelerle dövülmektedir. Adeta kadife darbeci kadronun öngördüğü “Kaostan Kaynaklanan Düzen” yaklaşımının uygulanacağı bir ortam hazırlanmak istenmektedir.

Bu süreçte eğer gerekli tedbir alınmaz, birlik ve beraberlik sağlanmazsa Türkiye, Irak-Suriye hattında olanların benzeri bir duruma sürüklenebilir. Bu süreci durduracak olan, kardeşliği yeniden inşa edecek olan, Türkiye’nin sistem sorununu çözecek olan, Dini hassasiyeti yüksek olan şuurlu Müslümanlardır. Şuurlu Müslümanların ilk yapacağı iş, güzel bir dil, söylem geliştirerek ve güzel bir davranış ortaya koyarak Müslüman Türk ve Kürt Kavmiyetçilerini uyandırmak, girdikleri yanlış yoldan çekip almaktır. Kavimleri rencide edecek tarzda alay etmek, lakap takmak, fıkra anlatmak, nankörlükle suçlamak, hakaret etmek yangına benzin sıkmaktır. Bu tür tutum ve tavırlar, fasıklık ve zalimliktir (49 Hucurat 11). İnsanları kavmiyetçilik bataklığına itmek ve kavmiyetçilik yapmak benzer birer suçtur. Bir Müslüman için fasıklık ve zalimlik, bedeli çok ağır olan iki kötü vasıftır.

Bugün, PKK’nin yaptığı haince saldırılar karşısında, Kürt halkına, Kürt kardeşlerimize cephe almak, sokak eylemlerinde iş yerlerini, parti binalarını ve derneklerini basmak, tahrip etmek hem insanı hem de İslami değildir. Aynı zamanda stratejik bir tutum ve tavır da değildir. Kadife Darbeci Kadronun istediği, arzuladığı “Kaostan Kaynaklanan Düzen” teorisinin uygulanabilmesi için gerekli zeminin hazırlanmasından başka bir işe yaramayacaktır.

Bugün, basiret ve feraset sahibi olma zamanıdır. Yaklaşık 1000 yıldır kader birliği yaptığımız, kanlarımızın karışıp bu toprakların tümünü suladığı, kız alıp kız verdiğimiz, etle kemik olduğumuz bir halkın (Türk ya da Kürt) çocuklarına karşı takınılacak tavır, sevgi, saygı ve kardeşliktir. Bunun aksi tüm tutum, tavır ve davranışlar, kavmiyetçilik hastalığının dışa yansıması olup bedeli, hem bu dünyada hem de ahret hayatında helak olmaktır.

Bugün, Birr ve takva konusunda yardımlaşmak, konuşmak, bu yolda dayanışma içerisinde olmak zamanıdır (5 Maide 2; 58 Mücadele 9 ).

Bugün, Türkiye’nin içine girdiği süreçte kendisini Müslüman olarak kabul eden, Allah’a ve Ahiret gününe iman eden herkesin, özellikle Müslüman Türk ve Kürt kardeşlerimizin ortak takınacakları tavır, adalet ekseninde bir barış ortamının sağlanması için duruş ortaya koymak, nemelazımcılığı terk etmek olmalıdır (49 Hucurat 9-10).

Ey İman edenler unutmayın!

“Hz. Peygamber (sas): Kim haksızlıkta kavmine yardım ederse, kuyuya düşüp, kurtarılmak için (beyhude yere) kuyruğundan çekilen deveye benzer.”

KAYNAKLAR

1- Ebu Davud, Edeb 121, (5519).

2- Müslim, Cenâiz 9, hadis no: 934

3-Ebu Davud, Edeb, 121, 5121. H. Münavi, a.g.e., 5, 386).

4- Buharî, Cihad 15, Hums 10, İlm 35, Tevhid 28; Müslim, İmâret 149, (1904); Tirmizî, Fedâilu’l-Cihâd 16, (1646); Ebu Dâvud, Cihâd 26, (2517); Nesâî, Cihâd 21; İbnu Mace, Cihâd 13, (2783).

5- Müslim, İmâret 53, (1848); Nesâî, Tahrim 28, (7, 123); İbnu Mâce, Fiten 7, (3948).

6- Hakim, Müstedrek, 4, 298.

 

3 Eylül 2015 Perşembe

ÇÖZÜM SÜRECİ BUZDOLABINDA-3: Kavimlerin Fıtri Haklarını Dondurmak Yanlış ve Tehlikeli Bir Politikadır

 (Milli Gazete)

Giriş

Allah ın kavimlere yaratılıştan verdiği ve fakat sistemin gasp ettiği doğal hakları, bir terör örgütünü aracı kılıp onunla pazarlık yaparak vermek, yanlıştı, ilahi sünnete aykırı idi; bu nedenle de işin bereketi olmadı. Bugün Çözüm sürecinin AKP kanadı, PKK-HDP tarafından aldatıldıklarını , ihanete uğradıklarını   ve sözlerini tutmadıklarını söyleyerek Çözüm süreci buzdolabında , Çözüm sürecini unutun , Çözüm süreci bitti. (1)  ifadelerini kullanarak çözüm sürecini askıya aldıklarını ve Buzdolabına koyduklarını söylemektedirler. Gelinen nokta, yanlış teşhis, yanlış muhatap ve yanlış yol tutulmasının doğal sonucudur.

Allah ın kavimlere verdiği doğal hakları, pazarlık konusu yaparak vermeye kalkmak, özü itibariyle yanlıştır.  Burada, Kavimlerin yaratılışla birlikte sahip olduğu haklar konusu ele alınacaktır.

Renk ve Dil Farklılaşması

İnsanlığın başlangıcında renk, dil, genetik farklılaşma, çoğalma ve yayılma ile ayrı soy, oymak, kabile, kavim ve ulus, ehl-i millet ve ümmet gibi değişik gruplar meydana gelmiştir. Yapı, basitten karmaşığa doğru giderken ortak payda olan özellikler azalmakta; farklılıklar ve çeşitlilikler artmaktadır. Yol boyu dil, renk, soy, etnisite, tarih ve coğrafya, din, örf-adet, değerler, vatandaşlık ve kader birliği, kimlik belirleyici parametreler olarak tezahür etmiştir.

Kur an-ı Kerim, renk ve dil farklılaşmasının üzerinde düşünülmesi gereken Allah ın ayetlerinden olduğunu bize haber vermektedir (Rum Süresi 22).

Dolayısıyla renk ve dil farklılığını korumak, Allah ın bir ayetini yaşanır kılmak demektir. Öyleyse farklı dile sahip olan kavimlerin, dillerini her alanda kullanabilmeleri, onların en doğal haklarıdır. Bu pazarlık konusu edilemez, edilmemelidir. Bu hak, birileri tarafından gasp edilmiş ise bunun geriye iadesi, bir lütuf değildir. Bunun için de bir aracı örgüte ve 3. göze ihtiyaç yoktur.

Soy Farklılaşması

Ayni anne babanın çocuklarının farklı renk ve dile sahip olması nasıl Allah ın yaratış kanununun bir sonucu ise; Adem in çocuklarının çoğalmaları ile farklı soy, oymak, kabile ve Şa b a ayrılması da Sunnetullahın bir sonucudur (49 Hucurat 13).

Elmalı ya göre Şaab, kabilelerin ittifakı ile meydana gelen daha büyük bir topluluktur(2). Kimlik açısından baktığımızda aynı renk, dil ve soydan gelme, fertler arasındaki ana ortak paydadır. Burada Kavim kimliği açısından baskın olan özellik soydur.

Kabilelerin ittifakını Şaab olarak alıp değerlendirmeyi, farklı kavimler için yaparsak farklı kavimlerin ittifakını yeni bir şaab (Kavimlerin İttifakı) olarak değerlendirebiliriz. Aynı şaabda yer alan kavimlerin aralarındaki hukukun nasıl kurulacağı, önemli bir sorundur. Çünkü farklı renk, dil ve soy söz konusudur. Ayrıca asırlar boyu farklı değer sistemi, kültür, müzik, örf, adet, gelenek, görenek oluşmaktadır. Farklı kavimlerin birlikteliğinde bu farklılıklar, birer zenginlik olarak yaşatılabilmelidir. Böyle bir yapıda en önemli konu, kavimleri biz yapan özelliklerin nasıl korunacağıdır. 

Kavimlerin oluşturduğu üst şaabda (Kavimler ittifakı) ittifak yapan kavimler, birbirine göre farklı nicelikte olabilir. Sayısal olarak baskın olan kavim, zamanla diğerlerini yok etmek, asimile etmek isteyebilir. Ya da kültür ve medeniyet olarak daha gelişkin olan bir kavim, diğerlerinin kültürlerini, dillerini yok etmeye kalkabilir veya diğerlerini sömürebilir. Bu veya benzer tehlikeler, kavimler ittifakında karşılaşılabilecek muhtemel tehlikelerdir. 

Burada sorulacak ana soru, bir kavim bir başka kavmin kimliğini yok etme hakkına sahip midir Bu adil bir tavır mıdır Buna hakkı var mıdır Var olduğunu iddia ediyorsa bu hakkı nereden almaktadır

Bu noktada unutulmaması gereken husus, farklı renk, dil gibi farklı kabile ve kavimlerin de Allah ın ayetleri olmasıdır, Sünnetullahın bir gereğidir. Öyleyse kabile ya da kavimleri yok varsaymak, asimile etmek istemek ilahi sünnete karşı çıkmak demektir.  Farklı Boy, Kabile, Kavimlerin Var olmasındaki Sır

Allah ın insanları farklı boy, kabile, kavimlere ayırmasındaki esrar nedir Bunun için Hucurat 13. ayete tekrar bakmak ve üzerinde tefekkür etmek gerekmektedir. Ayetteki hitap, doğrudan doğruya insanadır. Aynı anne babanın çocukları olduğumuz hatırlatılmaktadır. Bundan sonra, kavim/millet ve kabilelere ayrıldığımız, farklılaştırıldığımız zikredilmektedir. Ancak bunların var kılınışı, tanışma ve kaynaşma (49/13) olarak gösterilmektedir. Bu, insan fıtratı ile yakından ilgilidir. Farklı akraba, soy, kabile, kavim ve ulus/millet ve ümmetler şeklinde bir yapılanış, insanlık evrensel kümesi içerisinde birer denge unsuru görevi görürler. Bu, bir açıdan her birimi örgütlü olan toplum/insanlık demektir. Çünkü her bir örgütsel yapı, kendi müntesipleri arasında özel bir sevgi, saygı, şefkat, aidiyet, sadakat ve dayanışma duygusu meydana getirir. Dolayısıyla İnsanların bireyselleşmesine, bireyci tutum ve tavır sergilemelerine karşı oluştur bu yapı.  Bunlar, insan fıtratına yerleştirilmiş özelliklerdir.

Hz. Peygambere iman etmedikleri halde müşrik akrabalarının ona yardım etmesi, akrabalık duygusunun bir sonucudur. Hastalandığımız zaman akrabalarımızın seferber olması, aynı duygunun ürünüdür.

Öyleyse ilahi sünnetin bir gereği olarak, boy, kabile, kavim ayrımını, ümmetin ve insanlık kümesinin birer alt kümeleri olarak ele alıp birer alt kimlik statüsünde değerlendirmek gerekmektedir.

Kavmini Sevmek, Kavmine Dua Etmek, Kavmine Yardım Etmek

İslam, aile merkezli bir medeniyettir. O nedenle akrabalık bağlarının koparılmasına (4 Nisa 1), yöneticilerin, devletin ve sistemin akrabalık bağlarını koparacak tarzda işler, icraatlar yapmasına İslam şiddetle karşı çıkmakta ve bunun fesada neden olacağını haber vermektedir (47 Muhammed 22-23; 2 Bakara 204-205).

O nedenle bir insanın akrabasını ve kavmini sevmesi, en doğal hakkı olup fıtri bir özelliktir. Bu, yadırganacak ya da kınanacak bir durum değildir. Kur an da peygamberlerin soylarına sık sık atıfta bulunulmakta, peygamberlerin nesillerine zürriyetlerine- dua etmeleri istenmekte ve nesillerine peygamberlik verilerek kendilerine lütufta bulunulduğu belirtilmektedir (3 Al-ı Imran 33-34; 29 Ankebut 27). Hz. İbrahim in yaptığı dua da bunu görebilmekteyiz (2 Bakara 127-128). Hz. Meryem in anası, doğumdan sonra Hz. Meryem in soyuna dua etmiştir (3 Al-ı Imran 36). Kur an bize tevbe edip Salih amelde bulunanların soylarına dua etmeleri gerektiğini haber vermektedir (25 Furkan 74). Bütün Müslümanların namazın tahiyyat kısmında Hz İbrahim in ve Hz. Muhammet in aline (soyuna) dua etmesi, salat-ü selam okumasının sünnet olması, neslin önemini göstermektedir. Hz. Peygamberin kendisini Taif te taşlayan kavmine karşı; Allah ım sen kavmime hidayet eyle, onlar hakkı bilmiyorlar.   şeklinde dua etmesini, bu bağlamda değerlendirmek gerekmektedir(3). Hz. Peygamberin, amcası Ebu Talib in hidayete kavuşması için gösterdiği gayreti ve Hz. İbrahim in dua için babasına söz vermiş olmasını (60 Mümtehine 4) hep bu bağlamda düşünmemiz gerekmektedir.

Hz. Peygamberden tebliğe önce akrabasından başlaması istenmiştir. Bu akrabalık bağının oluşturduğu sevgi, şefkat ve merhamet bağının tebliğe karşı reaksiyonları kısmen azaltabileceği ihtimalinden dolayı olsa gerekir. Ayrıca tebliğle birlikte yeni değerlerin akrabalar tarafından benimsenmiş olması halinde, kan bağının yanında değer bağının var olması ile daha güçlü bir dayanışma ortaya çıkmaktadır (26 Şuara 214-216). Nitekim Hz. Peygambere ilk biati, anasının mensup olduğu Neccar oğulları kabilesine mensup kimseler yapmıştır. Hz. Peygamber yaptığı tebliğin karşılığında, akrabalık sevgisinden başka bir şey istemediğini söylemesi çok dikkat çekicidir:

De ki: «Ben, buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum, ancak akrabalık sevgisi hariç.» Kim bir iyilik kazanırsa, biz ondaki iyiliği arttırırız. (42 Şura 23)

Diğer taraftan yardım önceliğinin Müslüman akrabaya yapılması, akrabalık ve soy ilişkilerine İslam ın verdiği önemi göstermektedir (8 Enfal 75; 33 Ahzab 6). Cuma hutbesinde okunan ve akrabalara yardım yapılmasını emreden ayeti kerime, akrabalığın Müslümanlar açısından ne kadar önemli olduğunun bir göstergesidir (16 Nahl 90). İnfakın kimlere yapılacağına ilişkin ayetlerde yer alan sıralanış, akrabaya verilen önemin düzeyini göstermektedir (2 Bakara 215). Benzer bir sıralanışa, insanlara güzel davranma konusunda da karşılaşıyoruz (4 Nisa 36).

Sonuç: Çözüm Sürecini Buzdolabına Koymak Yanlış ve Tehlikeli Bir Politikadır

Eğer farklı renk, dil ve kavim Allah ın ayetleri, yaratılışın bir kanunu, fıtratın bir gereği, doğan insanın iradesinden, tercihinden bağımsız ise,  renk, dil ve kavimlerin inkârı veya yok edilmeye çalışılması veya küçümsenmesi ya da hor, hakir görülmesi, Yaratılış kanuniyetlerini ve Allah ın ayetlerini inkâr manasına gelir. Bu da, Allah a isyandır. 

O nedenle Çözüm Süreci buzdolabında demek, çok yanlış ve tehlikeli bir yaklaşımdır. PKK yanlış bir muhatap idi. PKK dan dolayı Kürt halkının en doğal fıtri haklarını dondurmak, daha büyük bir hatadır. O nedenle siyasi iktidar ve devlet, en kısa zamanda bu hatasını düzeltmelidir. İade edilecek olan hakların bir an önce geri verilmesi gerekir. Aksi takdirde konuyu istismar edecek çok farklı yapılar, güçler devreye girecektir.

Dini hassasiyeti olan Kürtlerin, meseleyi bu açıdan ele alması, seslendirmesi, kavmiyetçilik hastalığına yakalanmaması gerekmektedir. O nedenle kavmi kimlikler, Millet/Ümmet kimliğinin birer alt kimlikleri olup üst kimlik haline getirilmemelidir. Milet/ümmet üst kimliği altında alt kimlik olarak kavmi kimlikler, birer denge ve dayanışma unsuru olup zenginlik olarak muhafaza edilmelidir. Aksi durum kavmiyetçilik hastalığına yakalanmak demektir.

Öyleyse Kavmiyetçilik/asabiye/ırkçılık/şovenizm nedir Kavmiyetçilik yapmanın bedeli nedir

Kaynaklar

1- 06.08.2015 Tarihli Değişik Medya.  

2- Yazır, E., Hak dini Kuran Dili,  Azim dağıtım, İstanbul, Cilt 7, S: 212-213.

3- Buharî, İstitâbe 4, Enbiya 50; Müslim, Cihâd 105, (1792).

 

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...