(Milli Gazete)
Giriş
Allah ın kavimlere yaratılıştan verdiği ve fakat sistemin
gasp ettiği doğal hakları, bir terör örgütünü aracı kılıp onunla pazarlık
yaparak vermek, yanlıştı, ilahi sünnete aykırı idi; bu nedenle de işin bereketi
olmadı. Bugün Çözüm sürecinin AKP kanadı, PKK-HDP tarafından aldatıldıklarını ,
ihanete uğradıklarını ve sözlerini tutmadıklarını söyleyerek Çözüm
süreci buzdolabında , Çözüm sürecini unutun , Çözüm süreci bitti. (1)
ifadelerini kullanarak çözüm sürecini askıya aldıklarını ve Buzdolabına
koyduklarını söylemektedirler. Gelinen nokta, yanlış teşhis, yanlış muhatap ve
yanlış yol tutulmasının doğal sonucudur.
Allah ın kavimlere verdiği doğal hakları, pazarlık konusu
yaparak vermeye kalkmak, özü itibariyle yanlıştır. Burada, Kavimlerin
yaratılışla birlikte sahip olduğu haklar konusu ele alınacaktır.
Renk ve Dil Farklılaşması
İnsanlığın başlangıcında renk, dil, genetik farklılaşma,
çoğalma ve yayılma ile ayrı soy, oymak, kabile, kavim ve ulus, ehl-i millet ve
ümmet gibi değişik gruplar meydana gelmiştir. Yapı, basitten karmaşığa doğru
giderken ortak payda olan özellikler azalmakta; farklılıklar ve çeşitlilikler
artmaktadır. Yol boyu dil, renk, soy, etnisite, tarih ve coğrafya, din,
örf-adet, değerler, vatandaşlık ve kader birliği, kimlik belirleyici
parametreler olarak tezahür etmiştir.
Kur an-ı Kerim, renk ve dil farklılaşmasının üzerinde
düşünülmesi gereken Allah ın ayetlerinden olduğunu bize haber vermektedir (Rum
Süresi 22).
Dolayısıyla renk ve dil farklılığını korumak, Allah ın bir
ayetini yaşanır kılmak demektir. Öyleyse farklı dile sahip olan kavimlerin,
dillerini her alanda kullanabilmeleri, onların en doğal haklarıdır. Bu pazarlık
konusu edilemez, edilmemelidir. Bu hak, birileri tarafından gasp edilmiş ise
bunun geriye iadesi, bir lütuf değildir. Bunun için de bir aracı örgüte ve 3.
göze ihtiyaç yoktur.
Soy Farklılaşması
Ayni anne babanın çocuklarının farklı renk ve dile sahip
olması nasıl Allah ın yaratış kanununun bir sonucu ise; Adem in çocuklarının
çoğalmaları ile farklı soy, oymak, kabile ve Şa b a ayrılması da Sunnetullahın
bir sonucudur (49 Hucurat 13).
Elmalı ya göre Şaab, kabilelerin ittifakı ile meydana gelen daha
büyük bir topluluktur(2). Kimlik açısından baktığımızda aynı renk, dil ve
soydan gelme, fertler arasındaki ana ortak paydadır. Burada Kavim kimliği
açısından baskın olan özellik soydur.
Kabilelerin ittifakını Şaab olarak alıp değerlendirmeyi,
farklı kavimler için yaparsak farklı kavimlerin ittifakını yeni bir şaab
(Kavimlerin İttifakı) olarak değerlendirebiliriz. Aynı şaabda yer alan
kavimlerin aralarındaki hukukun nasıl kurulacağı, önemli bir sorundur. Çünkü
farklı renk, dil ve soy söz konusudur. Ayrıca asırlar boyu farklı değer
sistemi, kültür, müzik, örf, adet, gelenek, görenek oluşmaktadır. Farklı
kavimlerin birlikteliğinde bu farklılıklar, birer zenginlik olarak
yaşatılabilmelidir. Böyle bir yapıda en önemli konu, kavimleri biz yapan
özelliklerin nasıl korunacağıdır.
Kavimlerin oluşturduğu üst şaabda (Kavimler ittifakı)
ittifak yapan kavimler, birbirine göre farklı nicelikte olabilir. Sayısal
olarak baskın olan kavim, zamanla diğerlerini yok etmek, asimile etmek
isteyebilir. Ya da kültür ve medeniyet olarak daha gelişkin olan bir kavim,
diğerlerinin kültürlerini, dillerini yok etmeye kalkabilir veya diğerlerini
sömürebilir. Bu veya benzer tehlikeler, kavimler ittifakında karşılaşılabilecek
muhtemel tehlikelerdir.
Burada sorulacak ana soru, bir kavim bir başka kavmin kimliğini yok etme hakkına sahip midir Bu adil bir tavır mıdır Buna hakkı var mıdır Var olduğunu iddia ediyorsa bu hakkı nereden almaktadır
Bu noktada unutulmaması gereken husus, farklı renk, dil gibi
farklı kabile ve kavimlerin de Allah ın ayetleri olmasıdır, Sünnetullahın bir
gereğidir. Öyleyse kabile ya da kavimleri yok varsaymak, asimile etmek istemek
ilahi sünnete karşı çıkmak demektir. Farklı Boy, Kabile, Kavimlerin Var
olmasındaki Sır
Allah ın insanları farklı boy, kabile, kavimlere
ayırmasındaki esrar nedir Bunun için Hucurat 13. ayete tekrar bakmak ve
üzerinde tefekkür etmek gerekmektedir. Ayetteki hitap, doğrudan doğruya
insanadır. Aynı anne babanın çocukları olduğumuz hatırlatılmaktadır. Bundan
sonra, kavim/millet ve kabilelere ayrıldığımız, farklılaştırıldığımız
zikredilmektedir. Ancak bunların var kılınışı, tanışma ve kaynaşma (49/13)
olarak gösterilmektedir. Bu, insan fıtratı ile yakından ilgilidir. Farklı akraba,
soy, kabile, kavim ve ulus/millet ve ümmetler şeklinde bir yapılanış, insanlık
evrensel kümesi içerisinde birer denge unsuru görevi görürler. Bu, bir açıdan
her birimi örgütlü olan toplum/insanlık demektir. Çünkü her bir örgütsel yapı,
kendi müntesipleri arasında özel bir sevgi, saygı, şefkat, aidiyet, sadakat ve
dayanışma duygusu meydana getirir. Dolayısıyla İnsanların bireyselleşmesine,
bireyci tutum ve tavır sergilemelerine karşı oluştur bu yapı. Bunlar,
insan fıtratına yerleştirilmiş özelliklerdir.
Hz. Peygambere iman etmedikleri halde müşrik akrabalarının
ona yardım etmesi, akrabalık duygusunun bir sonucudur. Hastalandığımız zaman
akrabalarımızın seferber olması, aynı duygunun ürünüdür.
Öyleyse ilahi sünnetin bir gereği olarak, boy, kabile, kavim
ayrımını, ümmetin ve insanlık kümesinin birer alt kümeleri olarak ele alıp
birer alt kimlik statüsünde değerlendirmek gerekmektedir.
Kavmini Sevmek, Kavmine Dua Etmek, Kavmine Yardım Etmek
İslam, aile merkezli bir medeniyettir. O nedenle akrabalık
bağlarının koparılmasına (4 Nisa 1), yöneticilerin, devletin ve sistemin
akrabalık bağlarını koparacak tarzda işler, icraatlar yapmasına İslam şiddetle
karşı çıkmakta ve bunun fesada neden olacağını haber vermektedir (47 Muhammed
22-23; 2 Bakara 204-205).
O nedenle bir insanın akrabasını ve kavmini sevmesi, en
doğal hakkı olup fıtri bir özelliktir. Bu, yadırganacak ya da kınanacak bir
durum değildir. Kur an da peygamberlerin soylarına sık sık atıfta bulunulmakta,
peygamberlerin nesillerine zürriyetlerine- dua etmeleri istenmekte ve
nesillerine peygamberlik verilerek kendilerine lütufta bulunulduğu
belirtilmektedir (3 Al-ı Imran 33-34; 29 Ankebut 27). Hz. İbrahim in yaptığı
dua da bunu görebilmekteyiz (2 Bakara 127-128). Hz. Meryem in anası, doğumdan
sonra Hz. Meryem in soyuna dua etmiştir (3 Al-ı Imran 36). Kur an bize tevbe
edip Salih amelde bulunanların soylarına dua etmeleri gerektiğini haber
vermektedir (25 Furkan 74). Bütün Müslümanların namazın tahiyyat kısmında Hz
İbrahim in ve Hz. Muhammet in aline (soyuna) dua etmesi, salat-ü selam
okumasının sünnet olması, neslin önemini göstermektedir. Hz. Peygamberin
kendisini Taif te taşlayan kavmine karşı; Allah ım sen kavmime hidayet eyle,
onlar hakkı bilmiyorlar. şeklinde dua etmesini, bu bağlamda
değerlendirmek gerekmektedir(3). Hz. Peygamberin, amcası Ebu Talib in hidayete
kavuşması için gösterdiği gayreti ve Hz. İbrahim in dua için babasına söz
vermiş olmasını (60 Mümtehine 4) hep bu bağlamda düşünmemiz gerekmektedir.
Hz. Peygamberden tebliğe önce akrabasından başlaması
istenmiştir. Bu akrabalık bağının oluşturduğu sevgi, şefkat ve merhamet bağının
tebliğe karşı reaksiyonları kısmen azaltabileceği ihtimalinden dolayı olsa
gerekir. Ayrıca tebliğle birlikte yeni değerlerin akrabalar tarafından
benimsenmiş olması halinde, kan bağının yanında değer bağının var olması ile
daha güçlü bir dayanışma ortaya çıkmaktadır (26 Şuara 214-216). Nitekim Hz.
Peygambere ilk biati, anasının mensup olduğu Neccar oğulları kabilesine mensup
kimseler yapmıştır. Hz. Peygamber yaptığı tebliğin karşılığında, akrabalık
sevgisinden başka bir şey istemediğini söylemesi çok dikkat çekicidir:
De ki: «Ben, buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum,
ancak akrabalık sevgisi hariç.» Kim bir iyilik kazanırsa, biz ondaki iyiliği
arttırırız. (42 Şura 23)
Diğer taraftan yardım önceliğinin Müslüman akrabaya yapılması, akrabalık ve soy ilişkilerine İslam ın verdiği önemi göstermektedir (8 Enfal 75; 33 Ahzab 6). Cuma hutbesinde okunan ve akrabalara yardım yapılmasını emreden ayeti kerime, akrabalığın Müslümanlar açısından ne kadar önemli olduğunun bir göstergesidir (16 Nahl 90). İnfakın kimlere yapılacağına ilişkin ayetlerde yer alan sıralanış, akrabaya verilen önemin düzeyini göstermektedir (2 Bakara 215). Benzer bir sıralanışa, insanlara güzel davranma konusunda da karşılaşıyoruz (4 Nisa 36).
Sonuç: Çözüm Sürecini Buzdolabına Koymak Yanlış ve Tehlikeli
Bir Politikadır
Eğer farklı renk, dil ve kavim Allah ın ayetleri,
yaratılışın bir kanunu, fıtratın bir gereği, doğan insanın iradesinden,
tercihinden bağımsız ise, renk, dil ve kavimlerin inkârı veya yok
edilmeye çalışılması veya küçümsenmesi ya da hor, hakir görülmesi, Yaratılış
kanuniyetlerini ve Allah ın ayetlerini inkâr manasına gelir. Bu da, Allah a
isyandır.
O nedenle Çözüm Süreci buzdolabında demek, çok yanlış ve
tehlikeli bir yaklaşımdır. PKK yanlış bir muhatap idi. PKK dan dolayı Kürt
halkının en doğal fıtri haklarını dondurmak, daha büyük bir hatadır. O nedenle
siyasi iktidar ve devlet, en kısa zamanda bu hatasını düzeltmelidir. İade
edilecek olan hakların bir an önce geri verilmesi gerekir. Aksi takdirde konuyu
istismar edecek çok farklı yapılar, güçler devreye girecektir.
Dini hassasiyeti olan Kürtlerin, meseleyi bu açıdan ele
alması, seslendirmesi, kavmiyetçilik hastalığına yakalanmaması gerekmektedir. O
nedenle kavmi kimlikler, Millet/Ümmet kimliğinin birer alt kimlikleri olup üst
kimlik haline getirilmemelidir. Milet/ümmet üst kimliği altında alt kimlik
olarak kavmi kimlikler, birer denge ve dayanışma unsuru olup zenginlik olarak
muhafaza edilmelidir. Aksi durum kavmiyetçilik hastalığına yakalanmak demektir.
Öyleyse Kavmiyetçilik/asabiye/ırkçılık/şovenizm nedir
Kavmiyetçilik yapmanın bedeli nedir
Kaynaklar
1- 06.08.2015 Tarihli Değişik Medya.
2- Yazır, E., Hak dini Kuran Dili, Azim dağıtım, İstanbul,
Cilt 7, S: 212-213.
3- Buharî, İstitâbe 4, Enbiya 50; Müslim, Cihâd 105, (1792).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder