13 Kasım 2014 Perşembe

ECELİ GELEN KUDURMUŞ KÖPEK İSRAİL CAMİ DUVARINA PİSLER!

 (Milli Gazete)

“İsrail kudurmuş bir köpek gibi olmalı, kimsenin dokunamayacağı kadar tehlikeli.” Moşe Dayan

Giriş

İsrail, Filistin’de Temmuz 2014’ten bu güne kadar çok planlı bir operasyon yürütmektedir. İsrail, Eylül ayından bu yana Doğu Kudüs’te 2000’den fazla yerleşim birimi kurma kararı alarak yerleşim yerlerinin genişletilmesini hedefleyerek nüfus dağılımını daha da değiştirmek istemekte; Kudüs’ü, Müslümanlardan arındırmaya uğraşmaktadır. Nablus’taki Yahudi yerleşimciler, devlet desteğinde, Ebu Bekir es-Sıddık Camii’ni kundaklamışlar; Camide Kur’an ve halıları yakmışlar ve cami duvarlarına “Araplara ölüm” sloganı yazmışlardır.  Genel olarak Yahudi yerleşimciler, devlet desteğinde Filistinlilere saldırmakta, öldürmekte, mal varlıklarına zarar vermekte, camilerine ve kiliselerine yönelik tacizde bulunmakta ve kutsallarına saygısızca davranmaktadır. İsrail, bu zulüm sistemi ile 1967–2013 arasında 14 bin 309 kişinin Kudüs’teki ikametini iptal etmiştir. İsrail hapishanelerinde 7 bin Filistinli bulunmaktadır (1–3).

İsrail, 14 Ağustos’tan bu yana, Mescid-i Aksa’ya ibadet etmek için gelen Müslümanlar üzerindeki baskısını artırmıştır. Mescid-i Aksa’da cami cemaati her gün taciz edilmektedir. İsrail yönetimi, 1994’te El Halil’deki İbrahim Camii’ni Yahudilerle Müslümanlar arasında paylaştırdığı gibi şimdi de, İsrail Parlamentosu Knesset’te Mescid-i Aksa’nın bölünmesine ilişkin çalışmalar yapmaktadır. Ayrıca İsrail, Mescid-i Aksa’nın altında kazılar yaparak, tüneller açarak camiyi yıkmaya çalışmaktadır(1-3).

“Sukot Bayramı” dolayısıyla, Yahudilerin Mescid-i Aksa’ya yönelik ihlalleri artmıştır. Mescid-i Aksa’da sabah namazı sonrası Müslümanlar camiden çıkarılarak Aksa’nın tüm kapıları önce Müslümanlara kapatılmış; ardından içeriye öğle namazına kadar sadece Yahudilerin girişine izin verilmiştir. Böylece fiili olarak İsrail Hükümeti, 8 gündür Mescid-i Aksa’yı zamansal olarak, Yahudiler ve Müslümanlar arasında ikiye bölmüş bulunmaktadır.

Son gerilim, Tapınak Dağı Mirasını Koruma Vakfı (Ha Liba) Başkanı Yehuda Joshua Glick’e Batı Kudüs’te silahlı saldırı düzenlenmesinin ardından Yahudilerin mescide yürümesi ile başlamıştır. 2 Kasım 2014’de Knesset (Meclis) Başkan Yardımcısı Moşe Feiglin ile birlikte 89 Yahudinin Mescid-i Aksa’nın avlusuna girmesi, Müslümanların tepkisine neden olmuştur. 5 Kasım’da yaklaşık 100 Yahudi’nin Mescid-i Aksa’nın avlusuna girmesi ile çatışma meydana gelmiştir. Bunun üzerine İsrail askerleri, 1967’den beri ilk kez postallarıyla mescidin içine girerek mescide zarar vermişlerdir. Bu gerilimin daha da artmasına sebep olmuş;  çatışmalar, eylemler Kudüs sokaklarına yayılmıştır. İsrail yönetimi, “ikinci bir bildirime kadar Mescid-i Aksa’nın tüm Müslümanlara kapatıldığını” açıklaması ile gerilim zirveye tırmanmıştır (1–3). İsrail, 1967’den bu yana ilk defa Mescidi Aksa’yı, gün boyu kapatarak hem İslam dünyasının hem de Dünya kamuoyunun tepkilerini test etmeye çalışmaktadır.

Burada, bu uygulamanın temel felsefesi sorgulanacak ve mevcut durumla ilgili acilen yapılması gerekenler üzerinde durulacaktır.

Siyonistlerin Yaptıklarında Sürpriz Bir Şey Yoktur

Kurulduğu 1948 yılından beri İsrail, Filistin halkı üzerinde soy kırım uygulayıp bir taraftan sınırlarını genişletirken diğer taraftan da Filistin halkını göçe zorlamaktadır. Hem öldürerek hem de göç ettirerek Filistin topraklarındaki Filistinli nüfusunu azaltmaya çalışmaktadır. İsrail, uluslararası hukuka göre yasak olan silahları, sivil halk üzerinde denemektedir. İlginç ve dikkat çekici olan nokta, Siyonistlerin yapıp edeceklerini gizlememiş olmasıdır. Talmut, Kabala, Siyon önderlerinin protokollerinde, yayınladıkları pek çok makale ve kitapta, Siyonist yöneticilerin tarih boyu yaptıkları konuşmalarda, yapıp edecekleri, açıkça ortaya konulmaktadır. İlave olarak Kur’an-ı Kerim, Yahudiler ve İsrail oğulları ile ilgili ayetlerinde, belli bir kesimin neler yapıp edebileceklerini açık bir şekilde anlatarak Müslümanlar uyarmaktadır. O nedenle son olaylar şaşırtıcı değildir. Mesele bir zamanlama meselesidir. Siyonistler, uzun vadeli çizdikleri bir stratejiyi, şartlar uygun geldiği anda uygulamaya sokmaktadırlar. Şaşırtıcı olan, bunların Müslüman dünya tarafından okunmaması, anlaşılamaması, komplo ve abartı olarak kabul edilmesidir.

Türkiye’de, parlamento içi siyasette, Siyonizm’i bir tehlike olarak ilk kez gündeme getiren rahmetli Erbakan Hoca olup ömrünü buna adamıştır. Ne yazık ki ne bugünkü siyasi iktidarın kadroları tarafından, ne Türkiye tarafından ve ne de İslam dünyası tarafından gereği gibi anlaşılamamıştır.

Siyonist Aldatma: ‘Vaat Edilmiş Topraklar’

Siyonizm’in bu vahşi uygulamalarının temel dayanağı, onun olmazsa olmazları, onun amentüsüdür (temel varsayımları). Siyonizm’in Amentüsü, aşağıdaki gibi özetlenebilir:

1- Allah Tarafından Yahudilere ‘Vaat edilmiş Topraklar’(!)

2- Yahudiler Allah Tarafından ‘Seçilmiş bir Halktır’, ‘Üstün Bir Irktır’(!)

3- Yahudiler ‘Ari Irk’tır’, ‘Saf Irk Olarak Kalmalıdır’.

4- Yahudi Olmayanlar İçin ‘Etnik Temizlik ya da Soykırım’ Yapılacaktır.

5-  ‘Dünya Yahudileri İçin Bir Tek Devlet Vardır’: İsrail.

6- Yahudilerin  ‘Dünya Hâkimiyeti’ İçin ‘Gizli Dünya Devleti’.

Siyonistler, dindar olmamış olmalarına karşın Yahudilerin dini duygularını harekete geçirebilmek için dini terminolojiyi çarpıtarak kullanmayı, bir yöntem olarak benimsemişlerdir. En çok da Tevrat’taki Tekvin 15/18 ayetini istismar etmişlerdir:

“Mısır ırmağından büyük ırmağa, Fırat nehrine kadar bu diyarı senin zürriyetine verdim.” (Tekvin, 15/18)

Bu, Hz. İbrahim’i takip eden, onun yoluna tabi olan müminlere yapılan bir vaattir. Hz. Nuh’un oğlunun ona iman etmemesi dolayısıyla “onun ehlinden” kabul edilmemiş olması gibi (11 Hud 41–47) Hz. İbrahim’in yolunu, takip etmeyenler de onun ehlinden değildir. Dolayısıyla her türlü melaneti işleyen Siyonistlere Allah böyle bir vaade bulunmaz/bulunmamıştır. Ancak Siyonist önderler bunu, İsrail oğullarının inançları ne olursa olsun Allah tarafından yalnızca İsrail oğullarına, yanı bir ırka, yapılmış bir vaat olarak kabul etmektedirler.

İsrail hükümetinin istatistiklerine göre İsraillilerin %15’i inanç sahibidir. %85’lik bir kesim ne ‘dini ibadeti kabul etmekte’ ne de ‘dini inancı’ benimsemektedir. İsrail’de ki dini referans alan partilerin oy potansiyeli son derece düşüktür. Bütün bunlara karşın İsraillilerin %90’ı, `Nil’den Fırat’a kadar olan toprakların’ kendilerine, inanmadıkları bir Allah tarafından vaat edildiğine iman etmişlerdir. (4) Böyle bir sonuç, dindarlıktan kaynaklanmayıp Siyonist yöneticilerin uzun vadeli, planlı beyin yıkamaya dayalı çalışmalarının bir sonucudur.

Hareketin başlatıcı önderi Herzl, 1902’de yazdığı Altneuland adındaki romanında, “Ülkenin toprakları Akdeniz’den Fırat nehrine, güney Filistin’den Lübnan’a kadar uzanıyordu” (5) demektedir. Yahudi devleti kitabında ise, “Filistin bizim unutulmaz tarihi yurdumuzdur. Tek başına bu isim halkımızın güçlü bir birleşme çığlığı olacaktır” (6). Herzl’i takip eden bütün Siyonist önderler, buna önemle vurgu yapmışlardır:

“Madam Golda Meir: Bu ülke bizzat Allah tarafından yapılmış bir vaadin gerçekleşmesi olarak mevcuttur. O yüzden bu ülkenin yasallığı konusunda hesap sormaya kalkışmak gülünç olur…”

“Menahem Beghin: Bu toprak bize vaat edilmiştir ve bizim bu toprak üzerinde bir hakkımız vardır...” “İsrail Peygamber’in toprağı İsrail halkına teslim edilecektir. Tamamı ve ilelebet.” (4)

“Ben Gurion: “Statükoyu devam ettirmek söz konusu değildir. Dinamik, genişlemeye yönelik bir devlet meydana getirmek zorundayız.” (4 )

Ben Gurion: “Kudüssüz İsrail’in bir anlamı yok, tapınaksız Kudüs’ün de bir anlamı yoktur”(1).

“Moşe Dayan: Bizler Tevrat’a sahipsek, kendimizi Tevrat ehli olarak görüyorsak, Tevrat topraklarına da, yani Hâkimler ve Hz. İbrahim’den Hz. Musa’ya kadarki peygamberlerin topraklarına, Kudüs’e, Halil’e, Eriha’ya ve daha başka yerlere sahip olmamız gerekecektir.”

“Bizler devletin sınırlarını tespit etmek mecburiyetinde değiliz.” (4)

Dünya Yahudi Kongresi Başkanı Nahum Goldmann’ın 1956’da, İsrail’in kurucularından Ben-Gurion’a özel olarak söylediği aşağıdaki ifadeler, bu konuda yapılan çok ciddi bir itiraftır:

“Ben bir Arap lideri olsaydım İsrail’le asla görüşmeler yapmazdım. Çünkü biz onların vatanlarını aldık. Şüphesiz bu toprakları Tanrı bize vaat etmişti, fakat bu onlar için ne ifade eder Bizim Tanrımız, onların Tanrı’sı değil ki. Evet biz İsrail oğullarından geliyoruz fakat iki bin yıl önce; onlar için bunun ne anlamı var Evet, Naziler, Hitler, ve Auschwitz kampı yaşandı, fakat bu Arapların suçu mudur Araplar sadece bir şey görürler: Onların vatanlarını çaldık! Bunu niye kabul etsinler ” (7).

Nahum Goldmann’e göre, `Yahudilerin Tanrı’sı ile diğer insanların `Tanrı’sı’ farklıdır. Bu anlayışın/zihniyetin doğal sonucu,  kendilerinin seçilmiş, üstün bir halk; onların dışındakilerin de, onların köleleri olduğudur.  Nitekim Siyonist önderlerden Haham Cohen’in Talmud adlı eserinde bu ayırım, açık bir şekilde görülmektedir:

“Dünya insanları, İsrail ve bir bütün olarak ele alınan diğer milletler olarak ikiye ayrılabilir. İsrail seçkin millettir. Bu, temel dogmadır (kabul, varsayım).” (8)

İsrail savaşçıları adlı grup,  4 Kasım 1995’de “vaat edilmiş toprakları Araplara bırakacak her kişiyi Allah’ın emri üzerine” katledeceklerini söyleyerek İzak Rabin’i öldürürlerken (8) böyle bir beyin yıkamanın etkisi altında idiler. İsrail’in kurulduğu günden bu güne kadar adım adım topraklarını genişletmesi, arka planda var olan ‘Büyük İsrail Projesi’nin’ uygulamaya sokulmuş olmasının bir sonucudur.

O nedenle bugün Ortadoğu coğrafyasında olup biten birçok karanlık olayın arkasında, bu temel varsayımın gerçekleşmesi için verilen bir kavga vardır. Genel olarak tüm Müslümanların özelde de Türkiye’yi yönetenlerin bu gerçeği görmeleri ve kabul etmelerinde fayda vardır; hayal kırıklığına uğramak istemiyorlarsa.

‘Kudurmuş Köpek’ Stratejisi

Yol boyu Siyonist önderlerin ana amacı, Yahudilerin birinci sınıf geri kalanların ikinci sınıf ve Yahudi’nin kölesi olduğu bir dünyayı kurmaktır. Asırlar boyu Siyonist önderler, bu amaca uygun bir stratejiyi uygulayıp gelmişlerdir.

Dünya hâkimiyeti için her ülkede faaliyet gösterirlerken öncelikli hedefleri, Filistin’de bir İsrail devletinin kurulabilmesi ve de korunabilmesi olmuştur. Siyonizm’in amentüsünde yer alan `Vaat edilmiş toprakları’ ele geçirmek için zamana yayılan ve kademeli bir geçişi esas alan bir strateji belirlenmiştir. Siyonist stratejide, Moşe Dayan’ın öngördüğü: “İsrail kudurmuş bir köpek gibi olmalı, kimsenin dokunamayacağı kadar tehlikeli.” (9) ana ilke olarak benimsenmiştir.  Bu yaklaşımla herkese verilmek istenen mesaj şudur: “Bir daha asla denemeyin.”

Bu ’Kudurmuş Köpek’ psikolojisinin ne anlam geldiğini, Başbakan Yardımcısı Avigdor Lieberman, 2009 yılı Ocak ayında, Gazze olayları için kullandığı ifadelerde de görebilmekteyiz:

“İsrail Hamas’la mücadelesinde ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’nda Japonlara uyguladığı yönteme başvurmalıdır.” (10)

İsrail eski genelkurmay başkanı Rafael Eytan’ın konuşmalarında ‘Kudurmuş Köpek Stratejisinin’  dayandığı vahşet boyutunu okumak mümkündür:

“Siz iyi yürekli, yumuşak huylu insanlar şunu iyi bilin ki Adolf Hitler’in gaz odaları bile birer cennet sarayıdır… Topraklara yerleşmeyi tamamladığımızda, bütün Arapların yapabilecekleri tek şey, şişenin içindeki ilaç yemiş hamam böcekleri gibi panik halinde bir oraya bir buraya koşturmak olacaktır.” (11)

Şubat 2010’da “aşırı sağcı” Reut Enstitüsü, İsrail ordusu ve hükümetine sunduğu “Politik bir duvar yaratmak” başlıklı özel raporda “Kudurmuş Köpek Stratejisi’nin” kullanacağı taktiklerden bir kısmını açıklamaktadır: Rapor İsrail’in “düşmanlar”ını iki ana sınıfta gruplandırmaktadır:

“1. Direniş şebekesi: İran, Hizbullah, Hamas...

2. Gayrimeşrulaştırma şebekesi: Batılı solcular, insan hakları grupları, Arap ve Müslümanlar. Gazze ablukasını, işgali protesto edenler, Filistinliye eşit hak isteyenler.” (12)

Raporda ikinci gruptaki düşmanların (ki tümü sivillerden oluşmaktadır) askeri ve istihbarat yöntemleri ile susturulmaları öngörülmektedir:

“Barışçı insan hakları savunucuları”na karşı gizli servisler ve silahlı kuvvetler aracılığıyla sabotaj ve saldırılar düzenlenmeli. İsrail, bunları ülke dışında da sindirmek için gizli servis kullanmalı.” (12)

Uluslararası antlaşmalara aykırı bir şekilde Gazze’de, yasak olan silahların kullanılmış olmasının, uluslararası sularda Mavi Marmara yardım gemisine saldırıp vahşice sivilleri öldürmesinin sebebi, ‘kudurmuş köpek’ gibi olmasındandır.

Sonuç: Bugün Acilen Ne Yapmalı

Bugün Siyonistlerin Mescid-i Aksa’yı işgal etmesi, Doğu Kudüs’te yeni yerleşim yerleri kurması, katliamlar yapması, yukarıda çizilmiş olan “Kudurmuş Köpek Stratejisi’ne” uygun olup konu ile ilgilenenler açısından sürpriz yeni bir şey yoktur. Sürpriz, okumayan, düşünmeyen, akletmeyen ve kış uykusuna yatanlar içindir.

Ancak Anadolu’nun “Eceli gelen köpek cami duvarına işer” atasözünü göz önüne aldığımızda ‘Kudurmuş Köpeğin’ ecelinin geldiğini, o nedenle de aşırı saldırganlaştığını söyleyebiliriz:

“Zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılâba uğrayıp-devrileceklerini pek yakında bileceklerdir.”(26/227).

Siyonizm’in bir terör ve ifsat hareketi, makyavelist bir hareket, yalan ve aldatma eksenli bir psikolojik savaş makinesi, yirmi birinci asrın nazı hareketi ve bir zulüm makinesi olduğunu unutmadan, unutturmadan aşağıdaki tedbirlerin acilen alınmasında fayda vardır:

Türkiye’deki gönüllü kuruluşlar (STK)/Cemaatler/Hareketler, yalnızca İsrail’i protesto etmemelidir. Aynı zamanda Mısır, Kuveyt, Suudi Arabistan da protesto edilmeli ve büyükelçilik/konsolosluklar önünde eylemler sürekli hale getirilmelidir. İsrail’le olan ittifaklarının çözülmesi için her geçen gün baskı artırılmalıdır.

İsrail ürünlerine ve İsrail’le iş yapan tüm firma ürünlerine boykot ilan edilmelidir.

Türkiye, İsrail’le tüm ticari ilişkileri kesmelidir. Özel sektörün İsrail’le yaptığı tüm ekonomik ilişkilerde devlet güvencesini kaldırmalı, özel sektöre İsrail’le iş yapmamaları konusunda baskı uygulamalıdır.

Siyonizm’in katliamları, vahşeti Türkiye’nin her tarafında sergilerle, konferanslarla tanıtılmalı, ciddi bir kamuoyu oluşturulmalıdır. 

Türkiye, Siyonizm’i bir terör ve ifsad hareketi olarak ilan etmelidir.

Türkiye, İsrail ile ilgili geçmişte yapılmış tüm ikili anlaşmaları askıya almalıdır.

Türkiye İsrail’in terörünü uluslar arası kurumlara taşımalı, cezalandırmasını sağlayacak her türlü girişimde bulunmalıdır.

Türkiye, çifte vatandaş olan İsraillilerin İsrail’de askerlik yapmalarına müsaade etmemelidir. Geçmişte verilmiş bir hak olan hâlâ geçerli olup olmadığını bilemediğimiz “İsrail’de askerlik eden Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Yahudilerin Türkiye’de askerlik yapmış olarak kabul edilmesi” hakkı iptal edilmelidir.

Türkiye İsrail’deki Katip düzeyindeki ilişkiyi askıya almalı, tüm personeli geri çağırmalı ve İsrail’in buradaki elçilik personelini Türkiye’den çıkarmalıdır.

Türkiye Suriye’de uyguladığını söylediği, ‘eğit ve donat’ metodunu Filistin’de de uygulamalıdır.

Bugün Türkiye ve İran, Ortadoğu coğrafyasındaki yangını söndürmek amacıyla, geçmişe takılmadan, bir araya gelmeli, barış yapmalı ve stratejik ortaklık kurmalı, Siyonizm’e karşı yeni bir birleşik cephe meydana getirmelidir. Irak-Suriye hattında yeni politika ve strateji geliştirmelidirler. İsrail ile ittifak içerisindeki İslam ülkelerini bu ittifaktan ayırma çalışmalarını başlatmalıdırlar.

Yarın çok geç olabilir.

Kaynaklar

1- Anadolu Ajansı 13.10.2014

2- Anadolu Ajansı 01.11.2014

3- Emre A., İsrail’in Zaman/Lama Stratejisi, Yeni Şafak, 08.11.2014

4- Garaudy R.,   İsrail Mitler ve Terör, Pınar Yayınları, İstanbul, 1996: 171-190

5- Garaudy R. Age. S: 230–234

6- Garaudy R. Age. S: 16–26

7- Walt S., MearsheimerJ., İsrail Lobisi, Amerikan Dış Politikası, Profil Yayınları, Çeviri, 2006

8- Garaudy R. Age. S: 32-44

9- Aydın E.,  İsrail’in Türk kanıyla ulaşmak istediği nedir Dünya Bülteni, 31.05.2010

10- Kıvanç T.,  Yeni Şafak 01.06.2010

11- Bayramoğlu E., Yahudilik ve Siyonizm tarihi, Pınar Yayınları, İstanbul, 2006, S: 62-67.

12- Talu U., Habertürk, 01.06.2010

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ŞER İTTİFAKI ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI İÇİN İKİ ANA EKSEN OLUŞTURMAYA ÇALIŞMAKTADIR

(Umran Dergisi)   Şer İttifakı (Siyonizm-ABD-İngiltere-İsrail, AB) 21. yüzyılı “dijital dönüşüm” yüzyılı olarak öngörmekte, bu nedenle “büyü...