(Milli Gazete)
“İsrail kudurmuş bir köpek gibi olmalı, kimsenin dokunamayacağı kadar tehlikeli.” Moşe Dayan
Giriş
İsrail, Filistin’de Temmuz 2014’ten bu güne kadar çok planlı
bir operasyon yürütmektedir. İsrail, Eylül ayından bu yana Doğu Kudüs’te
2000’den fazla yerleşim birimi kurma kararı alarak yerleşim yerlerinin
genişletilmesini hedefleyerek nüfus dağılımını daha da değiştirmek istemekte;
Kudüs’ü, Müslümanlardan arındırmaya uğraşmaktadır. Nablus’taki Yahudi
yerleşimciler, devlet desteğinde, Ebu Bekir es-Sıddık Camii’ni kundaklamışlar;
Camide Kur’an ve halıları yakmışlar ve cami duvarlarına “Araplara ölüm” sloganı
yazmışlardır. Genel olarak Yahudi yerleşimciler, devlet desteğinde
Filistinlilere saldırmakta, öldürmekte, mal varlıklarına zarar vermekte,
camilerine ve kiliselerine yönelik tacizde bulunmakta ve kutsallarına saygısızca
davranmaktadır. İsrail, bu zulüm sistemi ile 1967–2013 arasında 14 bin 309
kişinin Kudüs’teki ikametini iptal etmiştir. İsrail hapishanelerinde 7 bin
Filistinli bulunmaktadır (1–3).
İsrail, 14 Ağustos’tan bu yana, Mescid-i Aksa’ya ibadet
etmek için gelen Müslümanlar üzerindeki baskısını artırmıştır. Mescid-i Aksa’da
cami cemaati her gün taciz edilmektedir. İsrail yönetimi, 1994’te El Halil’deki
İbrahim Camii’ni Yahudilerle Müslümanlar arasında paylaştırdığı gibi şimdi de,
İsrail Parlamentosu Knesset’te Mescid-i Aksa’nın bölünmesine ilişkin çalışmalar
yapmaktadır. Ayrıca İsrail, Mescid-i Aksa’nın altında kazılar yaparak, tüneller
açarak camiyi yıkmaya çalışmaktadır(1-3).
“Sukot Bayramı” dolayısıyla, Yahudilerin Mescid-i Aksa’ya
yönelik ihlalleri artmıştır. Mescid-i Aksa’da sabah namazı sonrası Müslümanlar
camiden çıkarılarak Aksa’nın tüm kapıları önce Müslümanlara kapatılmış;
ardından içeriye öğle namazına kadar sadece Yahudilerin girişine izin
verilmiştir. Böylece fiili olarak İsrail Hükümeti, 8 gündür Mescid-i Aksa’yı
zamansal olarak, Yahudiler ve Müslümanlar arasında ikiye bölmüş bulunmaktadır.
Son gerilim, Tapınak Dağı Mirasını Koruma Vakfı (Ha Liba)
Başkanı Yehuda Joshua Glick’e Batı Kudüs’te silahlı saldırı düzenlenmesinin
ardından Yahudilerin mescide yürümesi ile başlamıştır. 2 Kasım 2014’de Knesset
(Meclis) Başkan Yardımcısı Moşe Feiglin ile birlikte 89 Yahudinin Mescid-i
Aksa’nın avlusuna girmesi, Müslümanların tepkisine neden olmuştur. 5 Kasım’da
yaklaşık 100 Yahudi’nin Mescid-i Aksa’nın avlusuna girmesi ile çatışma meydana
gelmiştir. Bunun üzerine İsrail askerleri, 1967’den beri ilk kez postallarıyla
mescidin içine girerek mescide zarar vermişlerdir. Bu gerilimin daha da
artmasına sebep olmuş; çatışmalar, eylemler Kudüs sokaklarına
yayılmıştır. İsrail yönetimi, “ikinci bir bildirime kadar Mescid-i Aksa’nın tüm
Müslümanlara kapatıldığını” açıklaması ile gerilim zirveye tırmanmıştır (1–3).
İsrail, 1967’den bu yana ilk defa Mescidi Aksa’yı, gün boyu kapatarak hem İslam
dünyasının hem de Dünya kamuoyunun tepkilerini test etmeye çalışmaktadır.
Burada, bu uygulamanın temel felsefesi sorgulanacak ve
mevcut durumla ilgili acilen yapılması gerekenler üzerinde durulacaktır.
Siyonistlerin Yaptıklarında Sürpriz Bir Şey Yoktur
Kurulduğu 1948 yılından beri İsrail, Filistin halkı üzerinde
soy kırım uygulayıp bir taraftan sınırlarını genişletirken diğer taraftan da
Filistin halkını göçe zorlamaktadır. Hem öldürerek hem de göç ettirerek
Filistin topraklarındaki Filistinli nüfusunu azaltmaya çalışmaktadır. İsrail,
uluslararası hukuka göre yasak olan silahları, sivil halk üzerinde
denemektedir. İlginç ve dikkat çekici olan nokta, Siyonistlerin yapıp
edeceklerini gizlememiş olmasıdır. Talmut, Kabala, Siyon önderlerinin
protokollerinde, yayınladıkları pek çok makale ve kitapta, Siyonist
yöneticilerin tarih boyu yaptıkları konuşmalarda, yapıp edecekleri, açıkça
ortaya konulmaktadır. İlave olarak Kur’an-ı Kerim, Yahudiler ve İsrail oğulları
ile ilgili ayetlerinde, belli bir kesimin neler yapıp edebileceklerini açık bir
şekilde anlatarak Müslümanlar uyarmaktadır. O nedenle son olaylar şaşırtıcı
değildir. Mesele bir zamanlama meselesidir. Siyonistler, uzun vadeli çizdikleri
bir stratejiyi, şartlar uygun geldiği anda uygulamaya sokmaktadırlar. Şaşırtıcı
olan, bunların Müslüman dünya tarafından okunmaması, anlaşılamaması, komplo ve
abartı olarak kabul edilmesidir.
Türkiye’de, parlamento içi siyasette, Siyonizm’i bir tehlike
olarak ilk kez gündeme getiren rahmetli Erbakan Hoca olup ömrünü buna
adamıştır. Ne yazık ki ne bugünkü siyasi iktidarın kadroları tarafından, ne
Türkiye tarafından ve ne de İslam dünyası tarafından gereği gibi
anlaşılamamıştır.
Siyonist Aldatma: ‘Vaat Edilmiş Topraklar’
Siyonizm’in bu vahşi uygulamalarının temel dayanağı, onun
olmazsa olmazları, onun amentüsüdür (temel varsayımları). Siyonizm’in Amentüsü,
aşağıdaki gibi özetlenebilir:
1- Allah Tarafından Yahudilere ‘Vaat edilmiş Topraklar’(!)
2- Yahudiler Allah Tarafından ‘Seçilmiş bir Halktır’, ‘Üstün
Bir Irktır’(!)
3- Yahudiler ‘Ari Irk’tır’, ‘Saf Irk Olarak Kalmalıdır’.
4- Yahudi Olmayanlar İçin ‘Etnik Temizlik ya da Soykırım’
Yapılacaktır.
5- ‘Dünya Yahudileri İçin Bir Tek Devlet Vardır’:
İsrail.
6- Yahudilerin ‘Dünya Hâkimiyeti’ İçin ‘Gizli Dünya
Devleti’.
Siyonistler, dindar olmamış olmalarına karşın Yahudilerin
dini duygularını harekete geçirebilmek için dini terminolojiyi çarpıtarak
kullanmayı, bir yöntem olarak benimsemişlerdir. En çok da Tevrat’taki Tekvin
15/18 ayetini istismar etmişlerdir:
“Mısır ırmağından büyük ırmağa, Fırat nehrine kadar bu
diyarı senin zürriyetine verdim.” (Tekvin, 15/18)
Bu, Hz. İbrahim’i takip eden, onun yoluna tabi olan
müminlere yapılan bir vaattir. Hz. Nuh’un oğlunun ona iman etmemesi dolayısıyla
“onun ehlinden” kabul edilmemiş olması gibi (11 Hud 41–47) Hz. İbrahim’in
yolunu, takip etmeyenler de onun ehlinden değildir. Dolayısıyla her türlü
melaneti işleyen Siyonistlere Allah böyle bir vaade bulunmaz/bulunmamıştır.
Ancak Siyonist önderler bunu, İsrail oğullarının inançları ne olursa olsun
Allah tarafından yalnızca İsrail oğullarına, yanı bir ırka, yapılmış bir vaat
olarak kabul etmektedirler.
İsrail hükümetinin istatistiklerine göre İsraillilerin %15’i
inanç sahibidir. %85’lik bir kesim ne ‘dini ibadeti kabul etmekte’ ne de ‘dini
inancı’ benimsemektedir. İsrail’de ki dini referans alan partilerin oy
potansiyeli son derece düşüktür. Bütün bunlara karşın İsraillilerin %90’ı,
`Nil’den Fırat’a kadar olan toprakların’ kendilerine, inanmadıkları bir Allah
tarafından vaat edildiğine iman etmişlerdir. (4) Böyle bir sonuç, dindarlıktan
kaynaklanmayıp Siyonist yöneticilerin uzun vadeli, planlı beyin yıkamaya dayalı
çalışmalarının bir sonucudur.
Hareketin başlatıcı önderi Herzl, 1902’de yazdığı Altneuland
adındaki romanında, “Ülkenin toprakları Akdeniz’den Fırat nehrine, güney
Filistin’den Lübnan’a kadar uzanıyordu” (5) demektedir. Yahudi devleti
kitabında ise, “Filistin bizim unutulmaz tarihi yurdumuzdur. Tek başına bu isim
halkımızın güçlü bir birleşme çığlığı olacaktır” (6). Herzl’i takip eden bütün
Siyonist önderler, buna önemle vurgu yapmışlardır:
“Madam Golda Meir: Bu ülke bizzat Allah tarafından yapılmış
bir vaadin gerçekleşmesi olarak mevcuttur. O yüzden bu ülkenin yasallığı
konusunda hesap sormaya kalkışmak gülünç olur…”
“Menahem Beghin: Bu toprak bize vaat edilmiştir ve bizim bu
toprak üzerinde bir hakkımız vardır...” “İsrail Peygamber’in toprağı İsrail
halkına teslim edilecektir. Tamamı ve ilelebet.” (4)
“Ben Gurion: “Statükoyu devam ettirmek söz konusu değildir.
Dinamik, genişlemeye yönelik bir devlet meydana getirmek zorundayız.” (4 )
Ben Gurion: “Kudüssüz İsrail’in bir anlamı yok, tapınaksız
Kudüs’ün de bir anlamı yoktur”(1).
“Moşe Dayan: Bizler Tevrat’a sahipsek, kendimizi Tevrat ehli
olarak görüyorsak, Tevrat topraklarına da, yani Hâkimler ve Hz. İbrahim’den Hz.
Musa’ya kadarki peygamberlerin topraklarına, Kudüs’e, Halil’e, Eriha’ya ve daha
başka yerlere sahip olmamız gerekecektir.”
“Bizler devletin sınırlarını tespit etmek mecburiyetinde
değiliz.” (4)
Dünya Yahudi Kongresi Başkanı Nahum Goldmann’ın 1956’da,
İsrail’in kurucularından Ben-Gurion’a özel olarak söylediği aşağıdaki ifadeler,
bu konuda yapılan çok ciddi bir itiraftır:
“Ben bir Arap lideri olsaydım İsrail’le asla görüşmeler
yapmazdım. Çünkü biz onların vatanlarını aldık. Şüphesiz bu toprakları Tanrı
bize vaat etmişti, fakat bu onlar için ne ifade eder Bizim Tanrımız, onların
Tanrı’sı değil ki. Evet biz İsrail oğullarından geliyoruz fakat iki bin yıl
önce; onlar için bunun ne anlamı var Evet, Naziler, Hitler, ve Auschwitz kampı
yaşandı, fakat bu Arapların suçu mudur Araplar sadece bir şey görürler: Onların
vatanlarını çaldık! Bunu niye kabul etsinler ” (7).
Nahum Goldmann’e göre, `Yahudilerin Tanrı’sı ile diğer
insanların `Tanrı’sı’ farklıdır. Bu anlayışın/zihniyetin doğal sonucu,
kendilerinin seçilmiş, üstün bir halk; onların dışındakilerin de, onların
köleleri olduğudur. Nitekim Siyonist önderlerden Haham Cohen’in Talmud
adlı eserinde bu ayırım, açık bir şekilde görülmektedir:
“Dünya insanları, İsrail ve bir bütün olarak ele alınan
diğer milletler olarak ikiye ayrılabilir. İsrail seçkin millettir. Bu, temel
dogmadır (kabul, varsayım).” (8)
İsrail savaşçıları adlı grup, 4 Kasım 1995’de “vaat
edilmiş toprakları Araplara bırakacak her kişiyi Allah’ın emri üzerine”
katledeceklerini söyleyerek İzak Rabin’i öldürürlerken (8) böyle bir beyin
yıkamanın etkisi altında idiler. İsrail’in kurulduğu günden bu güne kadar adım
adım topraklarını genişletmesi, arka planda var olan ‘Büyük İsrail Projesi’nin’
uygulamaya sokulmuş olmasının bir sonucudur.
O nedenle bugün Ortadoğu coğrafyasında olup biten birçok
karanlık olayın arkasında, bu temel varsayımın gerçekleşmesi için verilen bir
kavga vardır. Genel olarak tüm Müslümanların özelde de Türkiye’yi yönetenlerin
bu gerçeği görmeleri ve kabul etmelerinde fayda vardır; hayal kırıklığına
uğramak istemiyorlarsa.
‘Kudurmuş Köpek’ Stratejisi
Yol boyu Siyonist önderlerin ana amacı, Yahudilerin birinci
sınıf geri kalanların ikinci sınıf ve Yahudi’nin kölesi olduğu bir dünyayı
kurmaktır. Asırlar boyu Siyonist önderler, bu amaca uygun bir stratejiyi
uygulayıp gelmişlerdir.
Dünya hâkimiyeti için her ülkede faaliyet gösterirlerken
öncelikli hedefleri, Filistin’de bir İsrail devletinin kurulabilmesi ve de
korunabilmesi olmuştur. Siyonizm’in amentüsünde yer alan `Vaat edilmiş
toprakları’ ele geçirmek için zamana yayılan ve kademeli bir geçişi esas alan
bir strateji belirlenmiştir. Siyonist stratejide, Moşe Dayan’ın öngördüğü:
“İsrail kudurmuş bir köpek gibi olmalı, kimsenin dokunamayacağı kadar
tehlikeli.” (9) ana ilke olarak benimsenmiştir. Bu yaklaşımla herkese
verilmek istenen mesaj şudur: “Bir daha asla denemeyin.”
Bu ’Kudurmuş Köpek’ psikolojisinin ne anlam geldiğini,
Başbakan Yardımcısı Avigdor Lieberman, 2009 yılı Ocak ayında, Gazze olayları
için kullandığı ifadelerde de görebilmekteyiz:
“İsrail Hamas’la mücadelesinde ABD’nin İkinci Dünya
Savaşı’nda Japonlara uyguladığı yönteme başvurmalıdır.” (10)
İsrail eski genelkurmay başkanı Rafael Eytan’ın
konuşmalarında ‘Kudurmuş Köpek Stratejisinin’ dayandığı vahşet boyutunu
okumak mümkündür:
“Siz iyi yürekli, yumuşak huylu insanlar şunu iyi bilin ki
Adolf Hitler’in gaz odaları bile birer cennet sarayıdır… Topraklara yerleşmeyi
tamamladığımızda, bütün Arapların yapabilecekleri tek şey, şişenin içindeki
ilaç yemiş hamam böcekleri gibi panik halinde bir oraya bir buraya koşturmak
olacaktır.” (11)
Şubat 2010’da “aşırı sağcı” Reut Enstitüsü, İsrail ordusu ve
hükümetine sunduğu “Politik bir duvar yaratmak” başlıklı özel raporda “Kudurmuş
Köpek Stratejisi’nin” kullanacağı taktiklerden bir kısmını açıklamaktadır:
Rapor İsrail’in “düşmanlar”ını iki ana sınıfta gruplandırmaktadır:
“1. Direniş şebekesi: İran, Hizbullah, Hamas...
2. Gayrimeşrulaştırma şebekesi: Batılı solcular, insan
hakları grupları, Arap ve Müslümanlar. Gazze ablukasını, işgali protesto
edenler, Filistinliye eşit hak isteyenler.” (12)
Raporda ikinci gruptaki düşmanların (ki tümü sivillerden
oluşmaktadır) askeri ve istihbarat yöntemleri ile susturulmaları
öngörülmektedir:
“Barışçı insan hakları savunucuları”na karşı gizli servisler
ve silahlı kuvvetler aracılığıyla sabotaj ve saldırılar düzenlenmeli. İsrail,
bunları ülke dışında da sindirmek için gizli servis kullanmalı.” (12)
Uluslararası antlaşmalara aykırı bir şekilde Gazze’de, yasak
olan silahların kullanılmış olmasının, uluslararası sularda Mavi Marmara yardım
gemisine saldırıp vahşice sivilleri öldürmesinin sebebi, ‘kudurmuş köpek’ gibi
olmasındandır.
Sonuç: Bugün Acilen Ne Yapmalı
Bugün Siyonistlerin Mescid-i Aksa’yı işgal etmesi, Doğu
Kudüs’te yeni yerleşim yerleri kurması, katliamlar yapması, yukarıda çizilmiş
olan “Kudurmuş Köpek Stratejisi’ne” uygun olup konu ile ilgilenenler açısından
sürpriz yeni bir şey yoktur. Sürpriz, okumayan, düşünmeyen, akletmeyen ve kış
uykusuna yatanlar içindir.
Ancak Anadolu’nun “Eceli gelen köpek cami duvarına işer”
atasözünü göz önüne aldığımızda ‘Kudurmuş Köpeğin’ ecelinin geldiğini, o
nedenle de aşırı saldırganlaştığını söyleyebiliriz:
“Zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılâba
uğrayıp-devrileceklerini pek yakında bileceklerdir.”(26/227).
Siyonizm’in bir terör ve ifsat hareketi, makyavelist bir
hareket, yalan ve aldatma eksenli bir psikolojik savaş makinesi, yirmi birinci
asrın nazı hareketi ve bir zulüm makinesi olduğunu unutmadan, unutturmadan
aşağıdaki tedbirlerin acilen alınmasında fayda vardır:
Türkiye’deki gönüllü kuruluşlar (STK)/Cemaatler/Hareketler,
yalnızca İsrail’i protesto etmemelidir. Aynı zamanda Mısır, Kuveyt, Suudi
Arabistan da protesto edilmeli ve büyükelçilik/konsolosluklar önünde eylemler
sürekli hale getirilmelidir. İsrail’le olan ittifaklarının çözülmesi için her
geçen gün baskı artırılmalıdır.
İsrail ürünlerine ve İsrail’le iş yapan tüm firma ürünlerine
boykot ilan edilmelidir.
Türkiye, İsrail’le tüm ticari ilişkileri kesmelidir. Özel
sektörün İsrail’le yaptığı tüm ekonomik ilişkilerde devlet güvencesini
kaldırmalı, özel sektöre İsrail’le iş yapmamaları konusunda baskı
uygulamalıdır.
Siyonizm’in katliamları, vahşeti Türkiye’nin her tarafında
sergilerle, konferanslarla tanıtılmalı, ciddi bir kamuoyu
oluşturulmalıdır.
Türkiye, Siyonizm’i bir terör ve ifsad hareketi olarak ilan
etmelidir.
Türkiye, İsrail ile ilgili geçmişte yapılmış tüm ikili
anlaşmaları askıya almalıdır.
Türkiye İsrail’in terörünü uluslar arası kurumlara taşımalı,
cezalandırmasını sağlayacak her türlü girişimde bulunmalıdır.
Türkiye, çifte vatandaş olan İsraillilerin İsrail’de
askerlik yapmalarına müsaade etmemelidir. Geçmişte verilmiş bir hak olan hâlâ
geçerli olup olmadığını bilemediğimiz “İsrail’de askerlik eden Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşı Yahudilerin Türkiye’de askerlik yapmış olarak kabul
edilmesi” hakkı iptal edilmelidir.
Türkiye İsrail’deki Katip düzeyindeki ilişkiyi askıya
almalı, tüm personeli geri çağırmalı ve İsrail’in buradaki elçilik personelini
Türkiye’den çıkarmalıdır.
Türkiye Suriye’de uyguladığını söylediği, ‘eğit ve donat’
metodunu Filistin’de de uygulamalıdır.
Bugün Türkiye ve İran, Ortadoğu coğrafyasındaki yangını
söndürmek amacıyla, geçmişe takılmadan, bir araya gelmeli, barış yapmalı ve
stratejik ortaklık kurmalı, Siyonizm’e karşı yeni bir birleşik cephe meydana
getirmelidir. Irak-Suriye hattında yeni politika ve strateji
geliştirmelidirler. İsrail ile ittifak içerisindeki İslam ülkelerini bu
ittifaktan ayırma çalışmalarını başlatmalıdırlar.
Yarın çok geç olabilir.
Kaynaklar
1- Anadolu Ajansı 13.10.2014
2- Anadolu Ajansı 01.11.2014
3- Emre A., İsrail’in Zaman/Lama Stratejisi, Yeni Şafak,
08.11.2014
4- Garaudy R., İsrail Mitler ve Terör, Pınar
Yayınları, İstanbul, 1996: 171-190
5- Garaudy R. Age. S: 230–234
6- Garaudy R. Age. S: 16–26
7- Walt S., MearsheimerJ., İsrail Lobisi, Amerikan Dış
Politikası, Profil Yayınları, Çeviri, 2006
8- Garaudy R. Age. S: 32-44
9- Aydın E., İsrail’in Türk kanıyla ulaşmak istediği
nedir Dünya Bülteni, 31.05.2010
10- Kıvanç T., Yeni Şafak 01.06.2010
11- Bayramoğlu E., Yahudilik ve Siyonizm tarihi, Pınar
Yayınları, İstanbul, 2006, S: 62-67.
12- Talu U., Habertürk, 01.06.2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder