(Milli Gazete)
“Sorarım size, asırlar boyu tek vücut olarak yaşadığımız halde ne oldu da bu husumet ortaya çıktı? Niçin bu kanlar akıyor? ” Prof. Dr. Necmettin Erbakan
Giriş
Son yıllarda Kürt sorunu’(!) diye isimlendirilen bir sorun,
“çözüm süreci” adı altında yeniden ele alınmıştır. Bu noktada sorulması gereken
temel soru, Türkiye’nin, başta dini, mezhebi ve kavmi sorunları olmak üzere tüm
sorunlarını, adil bir çözüme kavuşturmasının önündeki en temel engel nedir
Bu bağlamda sadece Kürt sorununu’ ya da Alevi sorununu’ ele aldığımızda,
Kürt sorunu’ / Alevi sorunu’ denen sorunların kökeni, temel nedeni nedir
Toplumun tümünün memnun olabileceği bir çözüm nasıl bulunacaktır Kürt
sorununun’ / Alevi sorununun’ çözülmesi ile Türkiye, bütün sorunlarından
arındırılmış olacak mıdır Mesele, kavmi ya da mezhebi noktadan ele alındığında
çözüme ulaşılmış mı olacak; yoksa mesele, daha da karmaşıklaşmış mı olacaktır
O nedenle, şu sorunun cevabını, daha köklü ve derinlemesine
aramalıyız. Türkiye’nin ana sorunu, gerçekten de kavmi, mezhebi bir sorun
mudur; yoksa kavmi ve mezhebi sorunlar, ana sorunun bir sonucu mudur
Bu yazı serisinde rahmetli Erbakan’ın Kürt meselesine bakışı
ve ele alış şekli incelenecektir. Günümüzdeki çalışmalara önemli katkılarda
bulunacağı düşüncesindeyiz.
Türkiye’de Sorunların Anası: Lozan’da Kurulan Laik-Seküler
Sistemdir
Osmanlı’nın yüzlerce yıl içinde farklı dil, din, mezhep ve
etnik yapıları, bir potada eriterek belli ortak paydalar etrafında inşa ettiği,
Osmanlı’ üst kimliği, Lozan’da verilen sözler çerçevesinde parçalanmıştır.
Anadolu coğrafyasında var olanların tümünün saf kan Türk’ olmadığı bilinmesine
rağmen yeni bir ulusal kimlik inşasına, kanunen ve cebren’ başvurularak kin,
nefret ve nifak tohumları bilerek ya da bilmeyerek bu topraklara ekilmiştir.
Nifak tohumlarını ekenler, bizzat içerdekiler olmuştur; dış güçler ise, ekilen
bu zehirli sarmaşıkları, yeri ve zamanı geldiğinde kullanmak üzere korumuşlar,
sulamışlar ve de beslemişlerdir.
Lozan’la birlikte yeni bir ulus devlet’, Türkiye,
yaratılmıştır’(!) Ancak bu ulus devletin halkı, milleti, ulusu yoktu. Öyleyse
bu ulus devlet için yeni bir ulus yaratılmalıydı’(!) Milli Mücadele sürecinde
İttihat ve Terakki’nin ikinci derece insan unsurundan meydana gelen çekirdek
kadro, gücü ele geçirince, hem İslami kimliği, hem de Türk, Kürt ve diğer
kimlikleri, ret ve inkâr etmiştir. Aynı tornadan çıkmışçasına homojen bir
toplum ve tek tip insan yaratmak’(!) amacıyla tüm alt ve üst kimlikler
parçalanmış ve her kesim asimilasyona tabı tutulmuştur. Bugünkü dini, kavmi ve
mezhebi sorunlar, bu yapının ve anlayışın bir sonucudur.
Müslüman Türk’ün ve Kürt’ün Asimile Edilmesi
Gerçekte yeni kimlikte, Türk’ün ismi vardı; fakat kültür ve
medeniyeti, tarihi, örf ve adetleri, gelenek ve görenekleri yoktu. Alfabesi
değiştirilmiş, Kur’an’ı, ezanı ve dini yasaklanmıştı. Tüm yaşantısı batılı
değerlere göre şekillendirilmek istenen bir halk, yeni Türk’ olarak
isimlendirilmişti. Yeni Türk, tarihten bize intikal eden eski Türk (Müslüman
Türk) ile ilgisi olmayan ve fakat kendi tabirleri ile yarattıkları’(!) yeni bir
ulustu. Bu yeni Türk, bir halk olarak henüz ortada yoktu. Yeni Türk, eski
Türk’ün ismini, coğrafyasın, kanını ve konuşma dilini miras olarak almıştı.
Eski Türk (Müslüman Türk) öldürülmüş; yeni Türk (Batılı
Türk) ise, tarihini, kültür ve medeniyetini, dinini, imanını, ecdadını
kıblesini ret eden mankurtlaştırılmış bir Türk idi. Bu coğrafyada yaşayan, yeni
alfabeyi, laiklik dinini benimseyen, İslam’la ilişkili tüm tarihi, kültür
medeniyeti ret ve inkâr edip Batı kültür medeniyetini benimseyen herkes
Türk’tü. Bu yeni Türk, tarihten gelen ve Müslüman olan Türk’ten başka bir
şeydi.
Kanı işin içine niçin soktukları belli değildi. Çünkü
Türkçülüğün ateşli savunucularının birçoğu -İnönü, Ziya Gökalp ve Moiz Kohen-
Türk soyundan gelmemekteydi.
Bu yeni Türk’ün gözünde eski Türk Öküz Anadolulu’(!) idi ve
tehlikeliydi. Bunun için medeni olan şehirlere girmemeliydi. Yeni Türk’e hizmet
etmekle’ ve onu korumakla görevliydi’.
Türk milletinden kast edilen aynı coğrafyada’, aynı
soydan’(!), aynı kandan’(!) ve aynı dilden’(!) olan insanlar topluluğu idi.
Aynı coğrafyada yaşadığı halde aynı dil, aynı soy ve aynı kandan olmayanlar ne
olacaktı Herkes yeni din-kültür ve medeniyete göre yeniden formatlanacaktı.
Formatlanmaya karşı çıkanlar, hain, düşman ve tehlikeliydi. Formatlanma asimile
olmak demekti. Ya asimile olacaklar ya da yok edileceklerdir. Cumhuriyet’in
çekirdek kadrosu tarafından kanunen ve cebren’ formatlanma gerçekleştirilerek,
yeni Türk yaratılacaktı’(!) Onun için, On yılda on beş milyon genç yarattık her
yaştan’ demekteydiler. Onuncu yıl marşı, bu yeni Türk’ün asimilasyon marşıydı.
Yeni Türk’, tek parti döneminde kendisine karşı çıkanları suikastlarla,
komplolarla, entrikalarla yok etmiş ya da etkisizleştirmiştir. Yeni Türk’ün
adalet anlayışı, Sanıkların idamına tanıkların bilahare dinlenmesine karar
vermeye’; Erzurum’da, Bohçacı bir kadını şapka devrimine karşı çıktı
gerekçesiyle asarak’ ya da Batı’daki bir olaydan Doğudaki bir şeyhi
ve/veya bir Kürt aşiret reisini sorumlu tutarak ortalığa dehşet salmaya
dayanır. Köyler göçe zorlanarak ve gecekondulaşma ile köylülerin dayanaksız
hale getirilerek dönüştürülmesi hedeflenir.
Cumhuriyet yönetici kadroları için, nüfus olarak Türklerden
sonra en baskın unsur olmaları ve İslam dinine bağlılıkları açısından tehlikeli
olabilecek olan unsur, Kürtlerdi. Öncelikle bunların, öngörülen yeni Türkün
saflarına katılması için formatlanması ve genetik şifrelerinin yeniden
düzenlenmesi gerekmekteydi. Bu noktadan hareketle Kürtler üzerinde tezler
üretilerek dilleri, soyları, kültürleri yok sayıldı. Yerel isimler kazınarak
yok edildi. Dağa taşa, Ne mutlu Türk’üm diyene’ yazılarak ve Türklerin bir
boyu, Dağ Türkleri’, olarak gösterilerek mesele çözülmeye çalışıldı. Tıpkı
Türkler gibi onlar da ekonomik olarak mağdur edilip köyden kente göçe zorlandı.
Anadolu’da var olan diğer kavmi unsurlarda olduğu gibi
Kürtlerin de anadillerinde konuşmaları, yazmaları, eğitim görmeleri, şarkı ve
türkü söylemeleri, tarihten gelen ve Kürtçe olan yerel isimleri ve bölgenin
ismini kullanmaları yasaklandı.
Haklarını elde etmek için yapılan her hareket, isyan,
başkaldırı olarak nitelendirilip yabancı işbirlikçiliği ile suçlandı,
karalandı.
Müslüman Türk ve Kürtlerin Yanılgısı
Yaklaşık 80 yıldır uygulanan asimilasyon politikalarının bir
sonucu olarak, bu ülkede yaşayan insanların zihinsel yapısında ciddi bir
kırılma ve bir kısmında tam, bir kısmında ise kısmen mankurtlaşma (hafızasını
kaybetmiş köle) vuku bulmuştur. Lozan’da Batı kültür ve medeniyet değerlerine
göre kurulan bir sistemi, salt isminde Türk geçiyor diye savunmak ya da
benimsemek gibi bir hatanın içerisine zaman zaman düşülmüştür. Bu ülkede herkes
Türk’tür’ şeklinde 80 yıldır formatlanan neslin bir kesimi için, Türk’ten
başka kavmi yapılardan, farklı dillerden bahsetmek, ülkeyi bölmek istemek,
hainlik yapmak, işbirlikçi olmak demektir. Bürokrasinin tanımladığı dinin
dışına çıkmak, irtica olarak görülmüş ve arkasında yabancı parmağı aranmıştır.
Bunlar yapılırken muhatabın, Türk mü, Kürt mü, Laz mı, Çerkez mi… olduğuna
bakılmamıştır.
İslam’ın ahkâm hükümlerini bir tarafa bırakalım; sadece
başörtülülerin üniversitelere girememesi (yakın tarihe kadar) ve devlet
dairelerinde çalışamamasını hangi milli kültür ve medeniyet mensubiyeti ile
izah etmek mümkündür. Ailedeki eğitimle, okuldaki eğitim birbirine ters ise, bu
sistem, nasıl bir Müslüman Türkün sistemi olabilir. İslam kültür ve
medeniyetine savaş açmış bir sistemi ve bunun yaptıklarını savunmak Müslüman
Türk’e düşmez.
Bu ülkede %5’lık refahtan şımarıp azan mutlu bir azınlık,
küresel güç odakları ile işbirliği içerisinde kan dökülmesini sağlayarak, kanın
inşa ettiği kin ve nefreti kullanarak, tüm etnik ve mezhepsel alt kimlikleri
birbirine düşman kılarak, sistemin sorgulanmasını engellemektedir. Müslüman
Türklerin ve Kürtlerin, bu psikolojinin etkisi altında kalarak kavmiyetçiliğe
kayması, Kürt ya da Türk düşmanlığı yapması ya da buna varacak bir dil
kullanması tehlikelidir, doğru değildir ve İslami de değildir. Küresel güçlerin
ve onların yerli işbirlikçilerinin oyununa gelmek demektir.
Kürt dilinin, Kürtçe şarkı türkünün, Kürtçe konuşmanın ve
Kürtçe eğitimin yasaklanması ve Kürtçe isim koymanın engellenmesi, Kürtçe yerel
isimlerin değiştirilmesi, ne İslamidir ne de insanidir. Bu noktada Müslüman
Türklerin, Özal zamanında Bulgaristan’da Müslümanlara/Türklere yapılan zulmü
hatırlamalarında fayda vardır. Türklerin Türkçe konuşması yasaklanıyor,
isimleri değiştiriliyor ve başörtüsü kullanmaları engelleniyor diye
Müslümanlar, bu ülkede meydanlara inip muhteşem kalabalıklarla gövde gösterisi yaparak
Bulgaristan’ı protesto etmişlerdir. O yıllarda Bulgaristan komünist bir ülke
idi ve Dine düşmandı. Müslümanları ve Türkleri de asimile etmek
istiyordu. Oysa o yıllarda Türkiye’de kız öğrencilerin başörtülü olarak
Üniversiteye girip okuması yasaktı. Bu gerçeği Müslüman Türk ve Kürt’ün görmesi
gerekir. Bugün Çin, Doğu Türkistan’da benzer asimilasyon politikalarını
uygulamaktadır.
Özellikle Müslüman Türkler, bu ülkenin Kürt çocukları, dağa
çıkarak kendi ülkesine, hatta kendi anne ve babasına düşman hale gelmiş olması
ya da getirilmiş olmasının sebepleri üzerinde tefekkür etmelidirler. Rahmetli
Erbakan’ın zamanında sorduğu; “Sorarım size, asırlar boyu tek vücut olarak
yaşadığımız halde ne oldu da bu husumet ortaya çıktı Niçin bu kanlar akıyor ”
sorusunun cevabını, tüm Müslümanlar kendi inanç sistemine uygun bir şekilde
cevaplandırmalıdır. Bunun cevabını bulmak zorundalar.
Bu ülkede, 12 Eylül 1980 öncesinde, aynı anne-babanın
çocuklarının sağ, sol adına birbirini kırması vakası yaşanmıştır. Onları
birbirine düşman kardeş yapan kimlerdi ve hangi şartlardı Bu sorgulama,
gerçekçi bir şekilde henüz yapılmadı. Aynı soruyu, şimdi PKK hadisesinde
sormalıyız. Hangi nedenlerle bu ülkenin Kürt çocukları dağa çıkmakta ve kendi
halkına silah sıkmaktadır
Asimilasyon politikalarının dışında, 1980 öncesi Güneydoğuda
ki askeri operasyonlarda, halka yapılan zulmün ve Diyarbakır ceza evinde
mahkûmlara reva görülen gayrı insanı davranışların, yöre insanın zihin yapısını
şekillendirmesinde hiç payı yok mudur Aksini düşünenlerin, Balkan faciasına,
Rumeli’nin İslam diyarı olmaktan çıkmasına sebebiyet veren ağa-bürokrat zulüm
çarkının, dönemin yöre insanının zihin dünyasında yaptığı tahribata
bakmalarında fayda vardır. Müslüman Kürtler ve Türkler, bu ve buna benzer
soruları sorgulamalı ve cevaplarını, İslam kültür ve medeniyetinin temel
değerleri açısından vermelidir.
Kendi öz çocuğunu, kendine yabancılaştıran, hatta düşman
haline getiren bir sistemi sorgulamayan tüm Müslümanlar, hatalıdırlar. Bu
sorgulama olmadığı sürece de bu ülkenin hiçbir sorunu, gerçek anlamda çözüme
kavuşturulamayacak, pansuman varı tedbirlerle sisteme suni teneffüs
yaptırılacaktır. Müslüman olan herkesin, özellikle de Türklerin, bu gerçeği
görerek, kurulan oyunu bozması, Kürt halkının fıtri olan haklarını yerine
getirmek üzere mücadele etmesi gerekmektedir.
Müslüman Kürtlerin yanılgısı, zulmün sadece kendilerine
uygulandığı tarzındaki yanlış kanaatleridir. Cumhuriyet tarihi baştan sona
incelendiğinde, Lozan’da kurulan sisteme ve yapılan devrimlere karşı çıkan herkes,
zulümden nasibini almıştır. Aşağılama, horlama, fakir bırakma, tehdit etme,
ayırım yapmadan tüm Anadolu halkına uygun görülen sıradanlaşmış davranışlardır.
Cumhuriyet tarihinin büyük bir zaman diliminin sıkıyönetim ya da olağanüstü hal
ile geçmesi, bunun bir göstergesidir. Gecekondulaştırma politikası, kavmi
kimliklere bakılmaksızın Müslüman bir halkın asimile edilmesine dönük bir
projeydi. Köylerin boşaltılması (köy nüfusunun %20’lere indirilmesi), bugün, AB
adına açık bir şekilde ve meşru gösterilerek yapılmaktadır. Müslüman Türkler
de, Kürtler de bunu alkışlamaktadır.
Yapanlar farkına varsın ya da varmasın gökdelenleşme
politikası, kimliksizleştirme ve asimilasyonu beraberinde getirecektir.
Gökdelenleşme, bu ülkenin insanlarını, bireyselleştirerek, kendi Kültür ve
medeniyetinden kopararak, Laik-Seküler Batı kültür medeniyetini benimsemiş bir
dünya vatandaşı’ yapacaktır.
Sonuç: Meselenin Kaynağı “Taklitçi Zihniyet”, “Asimilasyoncu
Politikalardır”
Bu bağlamda Türkiye’nin meselelerine en gerçekçi teşhisi
koyan rahmetli Erbakan’dır. Erbakan Hoca’ya göre, Kürt konusunun bir sosyal
problem haline gelmesinin ana sebebi, “taklitçi zihniyetin”, “sömürü ve
tahakküm düzeninin” uyguladığı “asimilasyoncu”, “materyalist” ve “Irkçı
politikalardır”:
“Terörün gittikçe artma imkânı bulması ve Güneydoğu’daki
halkımızın bugünkü acıların içine düşmesinde hiç şüphesiz taklitçi zihniyetli
ANAP, SHP ve DYP iktidarlarının yanlış politikalarının büyük payı vardır.
Bunlar yıllardan beri materyalist ve ırkçı bir politika
uygulamışlardır… Görüldüğü gibi taklitçi zihniyetli İktidarlar terörü
önleyememişler; Kürt meselesini ve Güneydoğu meselesini çözememişler, bunu
gittikçe büyüyen bir mesele haline getirmişlerdir.
Yaşanan tecrübeler bu meselelerin taklitçi zihniyetlerin
tatbik ettiği, şiddet ya da zora ki asimilasyon politikalarıyla
çözülemeyeceğini göstermiştir. Taklitçi iktidarlar gelip gidiyor, fakat
hepsinin müşterek olan bu yanlış politikaları değişmiyor.” (1)
Asimilasyon politikası, Türkiye’nin kimliğinin
parçalanmasını sağlamıştır. Allah’ın farklı soy, renk ve dilde yarattığı
insanlar, tek tip yapmaya kalkılarak Allah’ın ayetleri ret ve inkâr edilmiştir:
“Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve
renklerinizin ayrı olması da, O’nun ayetlerindendir.” (30 Rum 22)
“Ey insanlar, gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden
yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde)
kıldık. Hiç şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, takvaca en
ileride olanınızdır.” (49 Hucurat 13)
Türkiye’yi kurtuluşa, huzura, büyümeye götürecek olan, insan
fıtratının gereği olan bir hayat nizamının inşa edilmesidir. Sadece Türklerin
veya Kürtlerin değil bütün kavmi kimliklerin, mezhebi kimliklerin alt kimlik
olarak korunup yaşadığı bir üst kimlik, yalnız ve yalnız İslam’la mümkündür.
Bunun için de çok hukuklu’ ve çok dilli’ bir hayat nizamı inşa edilmek
zorundadır.
Kaynaklar
1- Erbakan, N., Refah Partisi 4. Büyük Kongresi Açış
Konuşması, 1993.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder