6 Kasım 2014 Perşembe

REYHANLI OPERASYONUNDAN AYN EL ARAP (KOBANİ) OPERASYONUNA KADİFE DARBE SÜRECİ–4: Kadife Darbenin Ayn el Arap (Kobani) Operasyon Boyutu

 (Milli Gazete)

Giriş

“Arap Baharı”(!) sonucu Suriye’de olaylar başladığı andan itibaren Türkiye-Suriye ilişkileri gerilmiş, belli bir noktadan sonra da ilişkiler kopmuş, “Kardeşim Esed’den düşmanım Esed” aşamasına gelinmiştir. Bu andan itibaren Suriye-Irak hattında olan her şey, Türkiye’yi yakından etkilemiş/etkilemektedir. Türkiye’de gerçekleştirilen pek çok provokatif eylem, Suriye merkezli olmuş ya da öyle bir kamuoyu oluşturulmuştur. Konumuz açısından Kadife Darbe süreci, Suriye üzerinden geldiği iddia edilen dalga ile Reyhanlı operasyonu ile başlatılmış, Taksim Gezi Parkı için hem bir örgüt (DHKPC), hem de bir kitle (Sol-Alevi) hazır hale getirilmiştir. Taksim Kadife Darbesi’nin sekizinci aşaması da, gene Suriye üzerinden rehineler, IŞİD’in Ayn El Arap (Kobani) kuşatması ve Ayn El Arap (Kobani) operasyonu ile başlatılmıştır. Bu aşamada yeni bir öncü örgüt olarak HDP-PKK-KCK-PYD, kitle olarak da kavmiyetçi Kürt unsuru Kadife Darbe sürecine dâhil edilmiştir. Böylece sekizinci aşamada genel seçimler için Sol-Alevi-Gülen Hareketi-PKK-HDP İttifakı kurulmuş ve aşağıdaki üç evre tamamlanmıştır:

Birinci Evre: Musul Konsolosluğu personelinin (rehinelerin) serbest bırakılması

İkinci Evre: IŞİD’in Ayne El Arab’a (Kobani) saldırması

Üçüncü Evre: PKK-HDP-BDP-KCK sokak terörü provokasyonu (Kobani Provokasyonu).

Kadife Darbe’nin sekizinci aşamasının gelecek evrelerini ya da yeni bir aşamaya geçilip geçilmeyeceğini anlayabilmek için Türkiye Suriye ilişkilerinin arka planını hatırlamak ve gelinen aşamada kadife darbeci stratejik aklın öngördüğü, hedeflediği taktik hedefler konusunu ele alıp değerlendirmekte fayda vardır. Ayrıca İsrail tarafından Mescid-i Aksa’nın işgal edilmesinin Türkiye ile ilgili bir boyutunun olup olmadığına bakılması gerekmektedir.

Türkiye Suriye’de Stratejik Dostu(!), Model Ortağı(!) ABD Tarafından Aldatılarak Tuzağa Düşürüldü

“Arap Baharı” denen süreçle birlikte Tunus’ta başlayan halk hareketleri, Suriye’ye ulaştığında Türkiye, Suriye ilişkileri tam bir bahar havasında idi. Esed ile Erdoğan birbirlerine “kardeşim” diye hitap etmekteydiler. Ortak askeri tatbikat, bakanlar kurulu toplantısı, açılışlar yapmışlardır. Suriye’de çok partili seçim sistemine geçilmesi için reformlar yapılması çalışmalarına, Türkiye, destek ve yardımcı olmaktaydı.

Mart 2011’de Dera’da başlayıp daha sonra Şam, Hama, Humus, Lazkiye ve Banyas’a sıçrayan halk hareketlerine karşı Beşir Esed yönetiminin sert tutumu, silahlı müdahalesi, iki ülke arasında ilişkilerde kırılmanın hem başlangıcı, hem de devam ettiricisi olmuştur.

Arap Baharı diye tanımlanan Tunus, Libya, Mısır, Bahreyn ve Suriye’deki yoğun halk ayaklanmaları, Türkiye’nin dış politikasını derinden etkilemiş, adeta ‘iki ara bir derede’ kalmıştır. Sıfır sorunlu dış politika yaklaşımı, menfaatleri birbirleri ile taban tabana zıt olan mevcut Arap yönetimleri, halkları ve ABD-AB ve Rusya-İran-Çin eksenleri arasında kalmıştır. Libya olaylarına NATO’nun müdahale etmeye kalkması üzerine Başbakan Erdoğan,  başlangıçta, ‘NATO’nun ne işi var Libya’da. Bu akıl işi değildir’ derken; arka planda ne olduysa NATO ile birlikte Libya’ya müdahale etmek mecburiyetinde kalmıştır veya bırakılmıştır. Arap halk hareketlerinin coğrafyayı kasıp kavurması karşısında Erdoğan, politika değişikliği yaparak iş başındaki tüm diktatörlere çekil git çağrısında bulunarak meşruiyetlerini kaybettiklerini ilan etmiştir.

Tunus, Libya ve Mısır’da meydana gelen yönetim değişikliklerini, sistem değişikliği değil, göz önüne alan Hükümet, Suriye yönetimi üzerinde, reform yapması konusunda, gittikçe artan bir baskı uygulamaya başlamıştır. Esed yönetiminin, Erdoğan’ın istediği zamanda değil de kendisinin belirleyeceği bir zamanda reformları yapacağını beyan etmiş olması, gerilimin daha da artmasına sebebiyet vermiştir (1). 6 Haziran’da Cisr eş Şuğur kasabasında 120 Suriye güvenlik görevlisinin öldürülmesi üzerine, Esed yönetiminin şiddeti ve baskıyı artırması, Hatay’a doğru bir Suriye göçünün başlamasına sebebiyet vermiştir. Irak benzeri bir göç dalgasının olabileceğinden endişe duyan Erdoğan, 9 Haziranda 2011’de Esed yönetimine karşı “Biz Suriye’deki olaylara daha fazla seyirci kalamayız. İyi ilişkiler ilelebed süremez.” (2) şeklinde çok sert bir açıklama yapmıştır. Esed yönetimi, 20 Haziran 2011’de bir reform paketi kamuoyuna sunarak, genel seçimlerin yapılacağını ve bir genel affın çıkarılacağını açıklamış olması karşısında, Cumhurbaşkanı Gül, bunun yetmeyeceğini belirterek Esed’i verdiği sözleri yerine getirmeye çağırmıştır (3). 9 Ağustos 2011’de Erdoğan’ın, “Suriye konusunu bir dış mesele olarak, bir dış sorun olarak görmüyoruz. Suriye meselesi bizim bir iç meselemizdir. Suriye konusunda sabrın son sınırlarına geldik” (4) şeklinde bir açıklama yaparak Suriye’yi Türkiye’nin bir bölgesi gibi göstermiştir. Suriye yönetimi, bunu İç işlerine karışmak olarak değerlendirerek çok sert bir tepki vermiştir (5). Davutoğlu’nun Suriye’de Beşir Esed ile 6 saatlik yaptığı görüşmenin sonucunda Hama’yı kuşatan tanklar geri çekilmiştir. Ancak şiddet durmamış, olaylara, halk gösterilerine yapılan müdahaleler kanlı olmuştur.

14 Eylül 2011 de Mısır’a yaptığı bir seyahat esnasında Erdoğan,  Esed’i reform sözü verip yerine getirmemekle suçlayarak ‘Artık Esed’e inanmıyorum’ açıklamasında bulunmuştur (6). 21 Eylül 2011 de New York’da Obama ile görüşen Erdoğan; “Suriye yönetimi ile ilişkilerimizi kesmiş durumdayız. Bu noktaya gelmek istemezdik ama Suriye yönetimi bizi böyle bir karar alma noktasına getirdi. Suriye yönetimine artık güvenimiz kalmamıştır” (7) diyerek ABD ile birlikte Suriye’ye ortak yaptırım uygulayacaklarını açıklamıştır.  Bu, ABD tarafından Türkiye’nin aldatılarak tuzağa düşmesini sağlamıştır. O günden sonra yol boyu ABD/Batı, hep Türkiye’ye ihanet etmiştir.

IŞİD’in Ayn El Arab’ı (Kobani) kuşatmasında Erdoğan, Obama’ya, “PYD-PKK ve İŞİD terör örgütüdür, ikisine karşı mücadele edilmesi gerekir. PYD-PKK’ya silah yardımı yapmayın” demiş olmasına rağmen dost(!), stratejik ortak(!) ve model ortak(!) ABD, hem PKK-PYD’ye hem de İŞİD’e Kobani’de silah yardımında bulunmuştur.

21 Eylül 2011 Obama görüşmesinden sonra ilk yaptırım olarak, Türkiye, Suriye’ye askeri malzeme taşıyan uçaklara hava sahasını kapatmıştır (8). Erdoğan 26 Eylülde ABD’de SETA’da yaptığı konuşmada, Esed’in meşruiyetini yitirdiğini ve yönetimi bırakması gerektiğini bir kez daha tekrarlamıştır(9). 5 Ekim 2011’de Güney Afrika’ya yaptığı seyahat esnasında Beşar Esed’ı katliamlar konusunda babasının yolundan gitmekle suçlamıştır.

Suriye’de olayların başladığı Mart 2011’den itibaren, Suriyeli muhaliflerle ilişki kurmuş, bu ilişkilere gittikçe artan oranda lojistik, siyası, ekonomik ve askeri destek vermiştir(10). Türkiye, 1–2 Haziran 2011’de Suriyeli muhalifleri, Antalya’da buluşturarak kapılarını açmıştır. 16–17 Temmuz 2011’de “Suriye için İstanbul buluşmasına” ev sahipliği yapmıştır (11). Ağustos 2011’de yönetim-rejim karşıtlarını bir araya getirerek ‘Suriye Ulusal Konseyini’ Burhan Gaylun’un başkanlığında kurmuştur (12). ‘Hür Suriye Ordusu’ lideri Riyad el Esad’ı Türkiye’ye kabul edip koruma altına almıştır (13). 18 Ekim 2011’de Suriye ulusal konseyi ile ilk resmi temas gerçekleştirilmiştir (14). İlk resmi temasın Türkiye tarafından gerçekleştirilmiş olması ile yapıya meşruiyet kazandırılmış ve Suriye ile geri dönüşü olmayan bir yola girilmiştir.

ABD-İngiltere-İsrail-AB ekseninin öngördüğü Suriye ile Erdoğan’ın öngördüğü Suriye farklıdır. O nedenle de Türkiye’nin menfaatleri ile ABD-İngiltere- İsrail-AB ekseninin menfaatleri çatışmaktadır. Şer ekseni ABD-İngiltere-İsrail-AB, Türkiye’nin meydana getirdiği oluşuma, Esed sonrasında İsrail/Batı için tehlikeli olacağını görerek karşı çıkmıştır/çıkmaktadır.

4 Ekim 2011 de, Suriye, Türkiye’nin Suriye’ye kaçak yollarla muhaliflere silah sevki yaptığı noktasında Türkiye’yi uyarmıştır (15).

10 Ekim 2011 de Malezya’da Esed’ın danışmanı Buseyna Şaban, “Türkiye’nin, olayları kışkırtması ve körüklemesi yerine Suriye’deki çok partili sistemi ve demokrasiyi desteklemesini bekliyorduk” şeklinde bir açıklama yapmıştır (16).

Ne gariptir ki “Türkiye’nin stratejik ortakları, dostları” olduğu söylenenler, bugün, Türkiye’nin IŞİD’e silah yardımı yaptığı, elindeki petrolü alarak terörü desteklediği iddialarında bulunarak Türkiye’yi suçlamakta ve Esed’in yanında yer almaktadırlar. Öncelikli tehlikenin Esed değil IŞİD olduğunu, bu tehlikenin de Türkiye’nin kara harekâtı ile durdurulması gerektiğini ve fakat Türkiye’nin üzerine düşen görevi yapmadığını seslendirerek itham etmektedirler. Benzer ifadeler ve suçlamalar, HDP yöneticileri tarafından yapılmaktadır.

8 Ekim 2011’de Beşar Esed, Türkiye’yi içinde bulunduğu durumdan yararlanmama konusunda, “Türkiye’nin Suriye ile aynı siyası, ekonomik ve mezhepsel yapıyı paylaştığını söyleyerek, benzer durumla karşı karşıya kalabileceğini” ifade etmiştir.

Bu açıklama, Esed’in ittifak içerisinde bulunduğu eksenin Türkiye’ye özel bir mesajı idi. Türkiye’nin yumuşak karnının kaşınacağı ifade edilmekteydi. Türkiye, bu mesajı alamadı çünkü Esed’in 2–3 ay içerisinde gideceğine inandırılmıştı.

Ne yazık ki Reyhanlı operasyonundan bugüne kadar Türkiye’nin etnik, mezhepsel yumuşak karnı, Rusya-İran-Çin-Suriye-Irak ittifakı yanı sıra, hatta onlardan daha da şiddetli olacak tarzda, ABD-İngiltere-İsrail-Almanya-AB ittifakı tarafından kaşınmaktadır. Türkiye’de kadife darbe olması için bu iki eksen birlikte hareket etmektedir.

Bölgesel güç olmaya doğru giden bir Türkiye, Suriye krizinde, Şer ekseni tarafından aldatılarak tuzağa düşürülmüştür. Türkiye, Suriye diktatörlüğünün 2-3 ay gibi bir zamanda düşürüleceğine inandırılmıştır. Erdoğan’ın hatası, 21 Eylül 2011’de Obama’ya güvenmiş, inanmış olmasıdır.

Türkiye’nin Hızlı Doğum Yaptırma Aceleciliği

Türkiye’nin Suriye’deki mazlum halkın yanında yer alması, çok haklı ve yerinde bir tavır olup doğrudur. Bununla beraber yönetimle bütün ilişkilerin kesilip atılması yanlış olmuştur. Türkiye, Suriye’deki her kesimle ilişki kuracak bir konumda tutulmalıydı. Cumhurbaşkanı, başbakan ve dış işleri bakanı dâhil bütün makamlar, çok sert tavır almışlardır. Bütün makamların bu sürece dahil edilmesi ile diyalog kuracak herhangi bir makamın olmaması, Türkiye yönetiminin yaptığı ciddi bir hatadır.

40 yıllık diktatörlük döneminin oluşturduğu kemikleşmiş bir yapının, çok hızlı bir şekilde, bu günden yarına değiştirilmesi mümkün değildir. Türkiye, 1950 yılından bu yana kurulmuş bir baskı, korku imparatorluğunu ıslah etmeye, değiştirmeye çalışmaktadır. Alınan yol bellidir. Sadece son on yılda, AKP döneminde, Ergenekoncular, Balyozcular ve Gülen Hareketi Maskesi Takmış Yapı tarafından yapılan darbe teşebbüsleri ortadadır. Türkiye henüz tam anlamıyla temizlenmiş değildir. Türkiye bütün bunları yaşamışken/yaşarken, 40 yıldır diktatörlükle yönetilmiş bir Suriye’den bu kadar hızlı bir değişim beklemesi, yanlış olmuştur. Türkiye’nin Suriye politikasında yaptığı hatalardan biri de budur.

Ayrıca ‘Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi’ (PNAC), ‘Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’, ‘Din ve Medeniyetlerarası Diyalog Projesi’, ‘NATO’nun Evrenselleşmesi ve İslam Coğrafyasında Görev Üstlenmesi Projesi’, “İslam’ın İslam’la Savaştırılması Projesi”, “Büyük İsrail Projesi” ve “2. Sevr Projesi” çerçevesinde, Büyük Ortadoğu coğrafyasında 22 ülkenin sınırlarının değiştirilmek istendiğine, Türkiye’yi yönetenler inanmamışlardır.

Hedefteki Ülke Türkiye

Suriye’de iç kavga derinleşip büyüyünce Suriye yönetimi, Temmuz 2012’de PYD-PKK ile anlaşıp Suriye’nin Kuzeyini onlara terk ederek, Türkiye’ye karşı bir hamle yapmıştır. Bu hamle ile Rojava diye adlandırılan bölgede PYD-PKK tarafından Efrin, Kobani ve Cezire adıyla üç kanton bölge oluşturarak özerk bir Kürt yönetimi oluşturulmasına imkân vermiştir. Türkiye, Esed sonrası Suriye’de güçlü merkezi bir hükümet olmasını istediğinden Kanton bölge yönetimlerine karşı çıkmıştır/çıkmaktadır. Gerek 2013 yılında ve gerekse Ekim 2014’de PYD’nin lideri Salih Müslim’le MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın yaptığı görüşmede PYD’ye yardım karşılığında aşağıdaki şartları kabul etmesi istenmiştir:

• “Esed rejimi ile PYD’nin ilişkilerinin kesilmesi,

• Rojava’nın özerklik taleplerine son verilmesi,

• PYD’nin PKK ile arasına mesafe koyması,

• PYD’nin kendisine bağlı kuvvetleri, Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) entegre etmesi” (17).

Türkiye Kanton Bölge yönetimini engellemek için kara harekâtı yapmaya karar verdiğinde ABD-İngiltere-İsrail-AB tarafından engellenmiştir. Ama bugün, İŞİD’e karşı kara harekâtı yapması istenmektedir. Türkiye’nin göçmenler için Suriye içerisinde tampon bölge ve uçuşa yasak oluşturulmasına, gene ABD-İngiltere-İsrail-AB karşı çıkmıştır/çıkmaktadır.

Bu tezadın bir tek anlamı vardır. Asıl hedef, Türkiye’dir.

Şer ittifakı, IŞİD üzerinden Irak-Suriye hattında yeni ülkelerin sınırlarını çizmektedir. IŞİD, bağımsız hareket edip çizilen sınırları ihlal ettiğinde şer ittifakı tarafından bombalanarak geriye çekilmektedir. IŞİD, kısa zamanda Irak Suriye düzleminde çok önemli petrol rezervlerini ve rafinerileri, su yataklarını ve barajları ele geçirip kendi devletini kurarak binlerce insanı -Türkmenler, Yezidiler, Hıristiyanlar, Şiiler- Tel Abyad, Carablus, Halep Telafar gibi bölgelerden göç ettirmiş, katliamlar yapmış ve fakat şer ittifakının sesi çıkmamıştır. IŞİD Erbil’e yaklaşınca şer ittifakı, tarafından bombalanarak durdurulmuştur. Bu arada Barzani güçleri Kerkük’ü koruma bahanesi ile özerk bölgeye dâhil etmiştir. IŞİD, Bağdat üzerine yürüyerek Maliki’nin değişimini sağladıktan sonra bombalanarak durdurulmuştur.

IŞİD Ayn El Arap’a (Kobani) saldırınca yaklaşık iki yüz bin kişilik bir sivil halk Türkiye’ye göç etmiştir. Kobani’de PYD-PKK ile IŞİD arasında çatışmalar başlayınca, hem Türkiye içinden hem de Türkiye’nin stratejik ortağı olan şer güçlerden (ABD-İngiltere-İsrail-Almanya-AB) Türkiye’nin aleyhine büyük bir kampanya açılmış; Kobani’deki katliama seyirci kalmakla, IŞİD’in elindeki petrolü alarak teröre destek çıkmakla suçlanmaya başlanmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Ayn El Arap’ta halk yok, halk Türkiye’de misafir, orada çatışan iki terörist grup var” ısrarla demiş olmasına rağmen hem Türkiye’nin içinde hem de dışında “Türkiye’nin stratejik ortakları ve dostları(!)” tarafından Türkiye aleyhine başlatılmış olan kampanya şiddetini artırarak devam ettirilmiştir. Arkasından HDP-PKK’nin önderliğinde Türkiye’de sokak hareketleri başlatılarak Taksim Kadife Darbe sürecinde sekizinci aşamaya geçilmiştir.

Türkiye’deki Kadife Darbe’nin birinci ve ikinci halkasındaki beyin takımı, stratejik akıl, Kobani üzerinden Kadife Darbe’nin taşeronluğunu üstlenecek yeni bir örgütü, HDP-PKK, sisteme dâhil etmiştir. Böylece Kadife Darbe’nin ilk yedi aşamasında üçüncü halka diye tanımladığımız eylemci taşeron yapıda yer almış olan Sol-Alevi-Gülen Hareketi Maskesi takmış yapıya, HDP-PKK’yi dâhil etmiştir. Bundan sonraki sürecin HDP’nin önderliğinde bu üçlü yapı tarafından yürütülmesi ön görülmektedir. Bu yapılara destek veren tabanla siyasi iktidar arasında üç ana fay hattı meydana getirilmiş ve belli bir ittifak sağlanmıştır. 

Suriye’nin her tarafında çok daha vahşice yaşananlar, Suriye’nin küçük bir yerleşim yeri olan Kobani’de olunca niçin yer yerinden oynamıştır Dahası, Türkiye Cumhurbaşkanı, ABD Başkanı Obama’ya Ayn El Arap’ta çatışan PYD için, “Bunlar IŞİD gibi terör örgütüdür, bunlara silah yardımı yapmayın” demiş olmasına rağmen, Türkiye’nin stratejik dostu(!), stratejik ortağı(!), model ortağı(!) ABD tarafından hem PYD-PKK’ya hem de IŞİD’e silah yardımı yapılmıştır. Niçin

Kobani üzerinden Türkiye’de vuku bulan olayların çözüm süreci ile ilgisi nedir

Suriye’de oluşturulan Kanton bölgeler gelecekte Türkiye’yi nasıl etkileyebilir ya da etkileyecektir

Kaynaklar

1- Seale, P., Is the Syrian Regime in Danger , 4 Nisan 2011, http://www.agenceglobal.com/article.asp id=2530.

2- “Erdoğan’dan Esad Ailesine Sert Mesaj,’’ Hürriyet, 10 Haziran 2011.

3-  “Esad’dan Oyalama Taktiği,’’ Sabah, 21 Haziran 2011.

4- “Erdoğan’dan Suriye Açıklaması,’’ Hürriyet, 22 Eylül 2011.

5-  “Şam’dan Erdoğan’a Sert Yanıt,’’ Milliyet, 07 Ağustos 2011.

6- “Kimse Esad’a İnanmıyor, Ben de İnanmıyorum’’ Dünya Bülteni, 14 Eylül 2011.

7- “Esed’le Görüşmeler Kesildi Şam’a Yaptırımlar Yolda’’ 22 Eylül 2011, http://www.turkiyesuriye.com/2011/09/22/esedle-gorusmeler-kesildi-sama-yaptirimlar - yolda/

8- “Türkiye, Hava Sahasını Askeri Sevkiyata Kapattı’’ Hürriyet, 22 Eylül 2011.

9- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan SETA, 26 Eylül 2011, http://www.setav.org/public/HaberDetay.               

10 - Ayhan, V., Türkiye ve Suriye Muhalefeti: Şam’a Siyasi, Diplomatik, Ekonomik Ve Askeri Yaptırımlar, ORSAM Dış Politika Analizi, 5 Ekim 2011,

11- Ayhan, V., ve Orhan, O., Suriye Muhalefeti’nin Antalya Toplantısı: Sonuçlar, Temel Sorunlara Bakış ve Türkiye’den Beklentiler, Ortadoğu Analiz, Cilt 3, Sayı 31/32, Temmuz-Ağustos 2011, s. 8-16.

12- Orhan, O., Suriye’de Sonun Başlangıcı: Yaptırım Dönemi ve Suriye Ulusal Konseyi, Ortadoğu Analiz, Cilt 3, Sayı 34, Ekim 2011, s. 46-50.

13- Ayhan, V., Türkiye ve Suriye Muhalefeti: Şam’a Siyasi, Diplomatik, Ekonomik Ve Askeri Yaptırımlar, ORSAM Dış Politika Analizi, 5 Ekim 2011,

14- “Suriyeli Muhaliflerle İlk Resmî Temas’’ Zaman, 19 Ekim 2011.

15- “Türkiye Sınırı Yakınlarında Büyük Oranda Silah Ele Geçirildi’’ SANA, 4 Ekim 2011.

16- “Türkiye’nin Kışkırtma Yerine Reformları Desteklemesini Temenni Ederdik’’ SANA, 10 Ekim 2011.

17- Aaron S., Türkiye’nin Ana Hedefi Suriye Rejimi, Al Jazeera 10.10.2014

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ŞER İTTİFAKI ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI İÇİN İKİ ANA EKSEN OLUŞTURMAYA ÇALIŞMAKTADIR

(Umran Dergisi)   Şer İttifakı (Siyonizm-ABD-İngiltere-İsrail, AB) 21. yüzyılı “dijital dönüşüm” yüzyılı olarak öngörmekte, bu nedenle “büyü...