(Milli Gazete)
Giriş
“Arap Baharı”(!) sonucu Suriye’de olaylar başladığı andan
itibaren Türkiye-Suriye ilişkileri gerilmiş, belli bir noktadan sonra da
ilişkiler kopmuş, “Kardeşim Esed’den düşmanım Esed” aşamasına gelinmiştir. Bu
andan itibaren Suriye-Irak hattında olan her şey, Türkiye’yi yakından
etkilemiş/etkilemektedir. Türkiye’de gerçekleştirilen pek çok provokatif eylem,
Suriye merkezli olmuş ya da öyle bir kamuoyu oluşturulmuştur. Konumuz açısından
Kadife Darbe süreci, Suriye üzerinden geldiği iddia edilen dalga ile Reyhanlı
operasyonu ile başlatılmış, Taksim Gezi Parkı için hem bir örgüt (DHKPC), hem
de bir kitle (Sol-Alevi) hazır hale getirilmiştir. Taksim Kadife Darbesi’nin
sekizinci aşaması da, gene Suriye üzerinden rehineler, IŞİD’in Ayn El Arap
(Kobani) kuşatması ve Ayn El Arap (Kobani) operasyonu ile başlatılmıştır. Bu
aşamada yeni bir öncü örgüt olarak HDP-PKK-KCK-PYD, kitle olarak da kavmiyetçi
Kürt unsuru Kadife Darbe sürecine dâhil edilmiştir. Böylece sekizinci aşamada
genel seçimler için Sol-Alevi-Gülen Hareketi-PKK-HDP İttifakı kurulmuş ve
aşağıdaki üç evre tamamlanmıştır:
Birinci Evre: Musul Konsolosluğu personelinin (rehinelerin)
serbest bırakılması
İkinci Evre: IŞİD’in Ayne El Arab’a (Kobani) saldırması
Üçüncü Evre: PKK-HDP-BDP-KCK sokak terörü provokasyonu
(Kobani Provokasyonu).
Kadife Darbe’nin sekizinci aşamasının gelecek evrelerini ya
da yeni bir aşamaya geçilip geçilmeyeceğini anlayabilmek için Türkiye Suriye
ilişkilerinin arka planını hatırlamak ve gelinen aşamada kadife darbeci
stratejik aklın öngördüğü, hedeflediği taktik hedefler konusunu ele alıp
değerlendirmekte fayda vardır. Ayrıca İsrail tarafından Mescid-i Aksa’nın işgal
edilmesinin Türkiye ile ilgili bir boyutunun olup olmadığına bakılması
gerekmektedir.
Türkiye Suriye’de Stratejik Dostu(!), Model Ortağı(!) ABD
Tarafından Aldatılarak Tuzağa Düşürüldü
“Arap Baharı” denen süreçle birlikte Tunus’ta başlayan halk
hareketleri, Suriye’ye ulaştığında Türkiye, Suriye ilişkileri tam bir bahar
havasında idi. Esed ile Erdoğan birbirlerine “kardeşim” diye hitap
etmekteydiler. Ortak askeri tatbikat, bakanlar kurulu toplantısı, açılışlar
yapmışlardır. Suriye’de çok partili seçim sistemine geçilmesi için reformlar
yapılması çalışmalarına, Türkiye, destek ve yardımcı olmaktaydı.
Mart 2011’de Dera’da başlayıp daha sonra Şam, Hama, Humus,
Lazkiye ve Banyas’a sıçrayan halk hareketlerine karşı Beşir Esed yönetiminin
sert tutumu, silahlı müdahalesi, iki ülke arasında ilişkilerde kırılmanın hem
başlangıcı, hem de devam ettiricisi olmuştur.
Arap Baharı diye tanımlanan Tunus, Libya, Mısır, Bahreyn ve
Suriye’deki yoğun halk ayaklanmaları, Türkiye’nin dış politikasını derinden
etkilemiş, adeta ‘iki ara bir derede’ kalmıştır. Sıfır sorunlu dış politika
yaklaşımı, menfaatleri birbirleri ile taban tabana zıt olan mevcut Arap
yönetimleri, halkları ve ABD-AB ve Rusya-İran-Çin eksenleri arasında kalmıştır.
Libya olaylarına NATO’nun müdahale etmeye kalkması üzerine Başbakan
Erdoğan, başlangıçta, ‘NATO’nun ne işi var Libya’da. Bu akıl işi
değildir’ derken; arka planda ne olduysa NATO ile birlikte Libya’ya müdahale
etmek mecburiyetinde kalmıştır veya bırakılmıştır. Arap halk hareketlerinin
coğrafyayı kasıp kavurması karşısında Erdoğan, politika değişikliği yaparak iş
başındaki tüm diktatörlere çekil git çağrısında bulunarak meşruiyetlerini
kaybettiklerini ilan etmiştir.
Tunus, Libya ve Mısır’da meydana gelen yönetim
değişikliklerini, sistem değişikliği değil, göz önüne alan Hükümet, Suriye
yönetimi üzerinde, reform yapması konusunda, gittikçe artan bir baskı
uygulamaya başlamıştır. Esed yönetiminin, Erdoğan’ın istediği zamanda değil de
kendisinin belirleyeceği bir zamanda reformları yapacağını beyan etmiş olması,
gerilimin daha da artmasına sebebiyet vermiştir (1). 6 Haziran’da Cisr eş Şuğur
kasabasında 120 Suriye güvenlik görevlisinin öldürülmesi üzerine, Esed
yönetiminin şiddeti ve baskıyı artırması, Hatay’a doğru bir Suriye göçünün
başlamasına sebebiyet vermiştir. Irak benzeri bir göç dalgasının
olabileceğinden endişe duyan Erdoğan, 9 Haziranda 2011’de Esed yönetimine karşı
“Biz Suriye’deki olaylara daha fazla seyirci kalamayız. İyi ilişkiler ilelebed
süremez.” (2) şeklinde çok sert bir açıklama yapmıştır. Esed yönetimi, 20
Haziran 2011’de bir reform paketi kamuoyuna sunarak, genel seçimlerin
yapılacağını ve bir genel affın çıkarılacağını açıklamış olması karşısında,
Cumhurbaşkanı Gül, bunun yetmeyeceğini belirterek Esed’i verdiği sözleri yerine
getirmeye çağırmıştır (3). 9 Ağustos 2011’de Erdoğan’ın, “Suriye konusunu bir
dış mesele olarak, bir dış sorun olarak görmüyoruz. Suriye meselesi bizim bir
iç meselemizdir. Suriye konusunda sabrın son sınırlarına geldik” (4) şeklinde
bir açıklama yaparak Suriye’yi Türkiye’nin bir bölgesi gibi göstermiştir.
Suriye yönetimi, bunu İç işlerine karışmak olarak değerlendirerek çok sert bir
tepki vermiştir (5). Davutoğlu’nun Suriye’de Beşir Esed ile 6 saatlik yaptığı
görüşmenin sonucunda Hama’yı kuşatan tanklar geri çekilmiştir. Ancak şiddet
durmamış, olaylara, halk gösterilerine yapılan müdahaleler kanlı olmuştur.
14 Eylül 2011 de Mısır’a yaptığı bir seyahat esnasında
Erdoğan, Esed’i reform sözü verip yerine getirmemekle suçlayarak ‘Artık
Esed’e inanmıyorum’ açıklamasında bulunmuştur (6). 21 Eylül 2011 de New York’da
Obama ile görüşen Erdoğan; “Suriye yönetimi ile ilişkilerimizi kesmiş
durumdayız. Bu noktaya gelmek istemezdik ama Suriye yönetimi bizi böyle bir
karar alma noktasına getirdi. Suriye yönetimine artık güvenimiz kalmamıştır”
(7) diyerek ABD ile birlikte Suriye’ye ortak yaptırım uygulayacaklarını
açıklamıştır. Bu, ABD tarafından Türkiye’nin aldatılarak tuzağa düşmesini
sağlamıştır. O günden sonra yol boyu ABD/Batı, hep Türkiye’ye ihanet etmiştir.
IŞİD’in Ayn El Arab’ı (Kobani) kuşatmasında Erdoğan,
Obama’ya, “PYD-PKK ve İŞİD terör örgütüdür, ikisine karşı mücadele edilmesi
gerekir. PYD-PKK’ya silah yardımı yapmayın” demiş olmasına rağmen dost(!),
stratejik ortak(!) ve model ortak(!) ABD, hem PKK-PYD’ye hem de İŞİD’e
Kobani’de silah yardımında bulunmuştur.
21 Eylül 2011 Obama görüşmesinden sonra ilk yaptırım olarak,
Türkiye, Suriye’ye askeri malzeme taşıyan uçaklara hava sahasını kapatmıştır
(8). Erdoğan 26 Eylülde ABD’de SETA’da yaptığı konuşmada, Esed’in meşruiyetini
yitirdiğini ve yönetimi bırakması gerektiğini bir kez daha tekrarlamıştır(9). 5
Ekim 2011’de Güney Afrika’ya yaptığı seyahat esnasında Beşar Esed’ı katliamlar
konusunda babasının yolundan gitmekle suçlamıştır.
Suriye’de olayların başladığı Mart 2011’den itibaren,
Suriyeli muhaliflerle ilişki kurmuş, bu ilişkilere gittikçe artan oranda
lojistik, siyası, ekonomik ve askeri destek vermiştir(10). Türkiye, 1–2 Haziran
2011’de Suriyeli muhalifleri, Antalya’da buluşturarak kapılarını açmıştır.
16–17 Temmuz 2011’de “Suriye için İstanbul buluşmasına” ev sahipliği yapmıştır
(11). Ağustos 2011’de yönetim-rejim karşıtlarını bir araya getirerek ‘Suriye
Ulusal Konseyini’ Burhan Gaylun’un başkanlığında kurmuştur (12). ‘Hür Suriye
Ordusu’ lideri Riyad el Esad’ı Türkiye’ye kabul edip koruma altına almıştır
(13). 18 Ekim 2011’de Suriye ulusal konseyi ile ilk resmi temas
gerçekleştirilmiştir (14). İlk resmi temasın Türkiye tarafından
gerçekleştirilmiş olması ile yapıya meşruiyet kazandırılmış ve Suriye ile geri
dönüşü olmayan bir yola girilmiştir.
ABD-İngiltere-İsrail-AB ekseninin öngördüğü Suriye ile
Erdoğan’ın öngördüğü Suriye farklıdır. O nedenle de Türkiye’nin menfaatleri ile
ABD-İngiltere- İsrail-AB ekseninin menfaatleri çatışmaktadır. Şer ekseni
ABD-İngiltere-İsrail-AB, Türkiye’nin meydana getirdiği oluşuma, Esed sonrasında
İsrail/Batı için tehlikeli olacağını görerek karşı çıkmıştır/çıkmaktadır.
4 Ekim 2011 de, Suriye, Türkiye’nin Suriye’ye kaçak yollarla
muhaliflere silah sevki yaptığı noktasında Türkiye’yi uyarmıştır (15).
10 Ekim 2011 de Malezya’da Esed’ın danışmanı Buseyna Şaban,
“Türkiye’nin, olayları kışkırtması ve körüklemesi yerine Suriye’deki çok
partili sistemi ve demokrasiyi desteklemesini bekliyorduk” şeklinde bir
açıklama yapmıştır (16).
Ne gariptir ki “Türkiye’nin stratejik ortakları, dostları”
olduğu söylenenler, bugün, Türkiye’nin IŞİD’e silah yardımı yaptığı, elindeki
petrolü alarak terörü desteklediği iddialarında bulunarak Türkiye’yi suçlamakta
ve Esed’in yanında yer almaktadırlar. Öncelikli tehlikenin Esed değil IŞİD
olduğunu, bu tehlikenin de Türkiye’nin kara harekâtı ile durdurulması
gerektiğini ve fakat Türkiye’nin üzerine düşen görevi yapmadığını seslendirerek
itham etmektedirler. Benzer ifadeler ve suçlamalar, HDP yöneticileri tarafından
yapılmaktadır.
8 Ekim 2011’de Beşar Esed, Türkiye’yi içinde bulunduğu
durumdan yararlanmama konusunda, “Türkiye’nin Suriye ile aynı siyası, ekonomik
ve mezhepsel yapıyı paylaştığını söyleyerek, benzer durumla karşı karşıya
kalabileceğini” ifade etmiştir.
Bu açıklama, Esed’in ittifak içerisinde bulunduğu eksenin
Türkiye’ye özel bir mesajı idi. Türkiye’nin yumuşak karnının kaşınacağı ifade
edilmekteydi. Türkiye, bu mesajı alamadı çünkü Esed’in 2–3 ay içerisinde
gideceğine inandırılmıştı.
Ne yazık ki Reyhanlı operasyonundan bugüne kadar Türkiye’nin
etnik, mezhepsel yumuşak karnı, Rusya-İran-Çin-Suriye-Irak ittifakı yanı sıra,
hatta onlardan daha da şiddetli olacak tarzda, ABD-İngiltere-İsrail-Almanya-AB
ittifakı tarafından kaşınmaktadır. Türkiye’de kadife darbe olması için bu iki
eksen birlikte hareket etmektedir.
Bölgesel güç olmaya doğru giden bir Türkiye, Suriye
krizinde, Şer ekseni tarafından aldatılarak tuzağa düşürülmüştür. Türkiye,
Suriye diktatörlüğünün 2-3 ay gibi bir zamanda düşürüleceğine inandırılmıştır.
Erdoğan’ın hatası, 21 Eylül 2011’de Obama’ya güvenmiş, inanmış olmasıdır.
Türkiye’nin Hızlı Doğum Yaptırma Aceleciliği
Türkiye’nin Suriye’deki mazlum halkın yanında yer alması,
çok haklı ve yerinde bir tavır olup doğrudur. Bununla beraber yönetimle bütün
ilişkilerin kesilip atılması yanlış olmuştur. Türkiye, Suriye’deki her kesimle
ilişki kuracak bir konumda tutulmalıydı. Cumhurbaşkanı, başbakan ve dış işleri
bakanı dâhil bütün makamlar, çok sert tavır almışlardır. Bütün makamların bu
sürece dahil edilmesi ile diyalog kuracak herhangi bir makamın olmaması,
Türkiye yönetiminin yaptığı ciddi bir hatadır.
40 yıllık diktatörlük döneminin oluşturduğu kemikleşmiş bir
yapının, çok hızlı bir şekilde, bu günden yarına değiştirilmesi mümkün
değildir. Türkiye, 1950 yılından bu yana kurulmuş bir baskı, korku
imparatorluğunu ıslah etmeye, değiştirmeye çalışmaktadır. Alınan yol bellidir.
Sadece son on yılda, AKP döneminde, Ergenekoncular, Balyozcular ve Gülen
Hareketi Maskesi Takmış Yapı tarafından yapılan darbe teşebbüsleri ortadadır.
Türkiye henüz tam anlamıyla temizlenmiş değildir. Türkiye bütün bunları
yaşamışken/yaşarken, 40 yıldır diktatörlükle yönetilmiş bir Suriye’den bu kadar
hızlı bir değişim beklemesi, yanlış olmuştur. Türkiye’nin Suriye politikasında
yaptığı hatalardan biri de budur.
Ayrıca ‘Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi’ (PNAC),
‘Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’, ‘Din ve Medeniyetlerarası Diyalog Projesi’,
‘NATO’nun Evrenselleşmesi ve İslam Coğrafyasında Görev Üstlenmesi Projesi’,
“İslam’ın İslam’la Savaştırılması Projesi”, “Büyük İsrail Projesi” ve “2. Sevr
Projesi” çerçevesinde, Büyük Ortadoğu coğrafyasında 22 ülkenin sınırlarının
değiştirilmek istendiğine, Türkiye’yi yönetenler inanmamışlardır.
Hedefteki Ülke Türkiye
Suriye’de iç kavga derinleşip büyüyünce Suriye yönetimi,
Temmuz 2012’de PYD-PKK ile anlaşıp Suriye’nin Kuzeyini onlara terk ederek,
Türkiye’ye karşı bir hamle yapmıştır. Bu hamle ile Rojava diye adlandırılan
bölgede PYD-PKK tarafından Efrin, Kobani ve Cezire adıyla üç kanton bölge
oluşturarak özerk bir Kürt yönetimi oluşturulmasına imkân vermiştir. Türkiye,
Esed sonrası Suriye’de güçlü merkezi bir hükümet olmasını istediğinden Kanton
bölge yönetimlerine karşı çıkmıştır/çıkmaktadır. Gerek 2013 yılında ve gerekse
Ekim 2014’de PYD’nin lideri Salih Müslim’le MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın
yaptığı görüşmede PYD’ye yardım karşılığında aşağıdaki şartları kabul etmesi
istenmiştir:
• “Esed rejimi ile PYD’nin ilişkilerinin kesilmesi,
• Rojava’nın özerklik taleplerine son verilmesi,
• PYD’nin PKK ile arasına mesafe koyması,
• PYD’nin kendisine bağlı kuvvetleri, Özgür Suriye Ordusu’na
(ÖSO) entegre etmesi” (17).
Türkiye Kanton Bölge yönetimini engellemek için kara
harekâtı yapmaya karar verdiğinde ABD-İngiltere-İsrail-AB tarafından
engellenmiştir. Ama bugün, İŞİD’e karşı kara harekâtı yapması istenmektedir.
Türkiye’nin göçmenler için Suriye içerisinde tampon bölge ve uçuşa yasak
oluşturulmasına, gene ABD-İngiltere-İsrail-AB karşı çıkmıştır/çıkmaktadır.
Bu tezadın bir tek anlamı vardır. Asıl hedef, Türkiye’dir.
Şer ittifakı, IŞİD üzerinden Irak-Suriye hattında yeni
ülkelerin sınırlarını çizmektedir. IŞİD, bağımsız hareket edip çizilen
sınırları ihlal ettiğinde şer ittifakı tarafından bombalanarak geriye
çekilmektedir. IŞİD, kısa zamanda Irak Suriye düzleminde çok önemli petrol
rezervlerini ve rafinerileri, su yataklarını ve barajları ele geçirip kendi
devletini kurarak binlerce insanı -Türkmenler, Yezidiler, Hıristiyanlar,
Şiiler- Tel Abyad, Carablus, Halep Telafar gibi bölgelerden göç ettirmiş,
katliamlar yapmış ve fakat şer ittifakının sesi çıkmamıştır. IŞİD Erbil’e
yaklaşınca şer ittifakı, tarafından bombalanarak durdurulmuştur. Bu arada
Barzani güçleri Kerkük’ü koruma bahanesi ile özerk bölgeye dâhil etmiştir.
IŞİD, Bağdat üzerine yürüyerek Maliki’nin değişimini sağladıktan sonra
bombalanarak durdurulmuştur.
IŞİD Ayn El Arap’a (Kobani) saldırınca yaklaşık iki yüz bin
kişilik bir sivil halk Türkiye’ye göç etmiştir. Kobani’de PYD-PKK ile IŞİD
arasında çatışmalar başlayınca, hem Türkiye içinden hem de Türkiye’nin
stratejik ortağı olan şer güçlerden (ABD-İngiltere-İsrail-Almanya-AB)
Türkiye’nin aleyhine büyük bir kampanya açılmış; Kobani’deki katliama seyirci
kalmakla, IŞİD’in elindeki petrolü alarak teröre destek çıkmakla suçlanmaya
başlanmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Ayn El Arap’ta halk yok, halk Türkiye’de
misafir, orada çatışan iki terörist grup var” ısrarla demiş olmasına rağmen hem
Türkiye’nin içinde hem de dışında “Türkiye’nin stratejik ortakları ve
dostları(!)” tarafından Türkiye aleyhine başlatılmış olan kampanya şiddetini
artırarak devam ettirilmiştir. Arkasından HDP-PKK’nin önderliğinde Türkiye’de
sokak hareketleri başlatılarak Taksim Kadife Darbe sürecinde sekizinci aşamaya
geçilmiştir.
Türkiye’deki Kadife Darbe’nin birinci ve ikinci halkasındaki
beyin takımı, stratejik akıl, Kobani üzerinden Kadife Darbe’nin taşeronluğunu
üstlenecek yeni bir örgütü, HDP-PKK, sisteme dâhil etmiştir. Böylece Kadife
Darbe’nin ilk yedi aşamasında üçüncü halka diye tanımladığımız eylemci taşeron
yapıda yer almış olan Sol-Alevi-Gülen Hareketi Maskesi takmış yapıya,
HDP-PKK’yi dâhil etmiştir. Bundan sonraki sürecin HDP’nin önderliğinde bu üçlü
yapı tarafından yürütülmesi ön görülmektedir. Bu yapılara destek veren tabanla
siyasi iktidar arasında üç ana fay hattı meydana getirilmiş ve belli bir
ittifak sağlanmıştır.
Suriye’nin her tarafında çok daha vahşice yaşananlar,
Suriye’nin küçük bir yerleşim yeri olan Kobani’de olunca niçin yer yerinden
oynamıştır Dahası, Türkiye Cumhurbaşkanı, ABD Başkanı Obama’ya Ayn El Arap’ta
çatışan PYD için, “Bunlar IŞİD gibi terör örgütüdür, bunlara silah yardımı
yapmayın” demiş olmasına rağmen, Türkiye’nin stratejik dostu(!), stratejik
ortağı(!), model ortağı(!) ABD tarafından hem PYD-PKK’ya hem de IŞİD’e silah
yardımı yapılmıştır. Niçin
Kobani üzerinden Türkiye’de vuku bulan olayların çözüm
süreci ile ilgisi nedir
Suriye’de oluşturulan Kanton bölgeler gelecekte Türkiye’yi
nasıl etkileyebilir ya da etkileyecektir
Kaynaklar
1- Seale, P., Is the Syrian Regime in Danger , 4 Nisan 2011,
http://www.agenceglobal.com/article.asp id=2530.
2- “Erdoğan’dan Esad Ailesine Sert Mesaj,’’ Hürriyet, 10
Haziran 2011.
3- “Esad’dan Oyalama Taktiği,’’ Sabah, 21 Haziran
2011.
4- “Erdoğan’dan Suriye Açıklaması,’’ Hürriyet, 22 Eylül
2011.
5- “Şam’dan Erdoğan’a Sert Yanıt,’’ Milliyet, 07
Ağustos 2011.
6- “Kimse Esad’a İnanmıyor, Ben de İnanmıyorum’’ Dünya
Bülteni, 14 Eylül 2011.
7- “Esed’le Görüşmeler Kesildi Şam’a Yaptırımlar Yolda’’ 22
Eylül 2011,
http://www.turkiyesuriye.com/2011/09/22/esedle-gorusmeler-kesildi-sama-yaptirimlar
- yolda/
8- “Türkiye, Hava Sahasını Askeri Sevkiyata Kapattı’’
Hürriyet, 22 Eylül 2011.
9- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan SETA, 26 Eylül 2011,
http://www.setav.org/public/HaberDetay.
10 - Ayhan, V., Türkiye ve Suriye Muhalefeti: Şam’a Siyasi,
Diplomatik, Ekonomik Ve Askeri Yaptırımlar, ORSAM Dış Politika Analizi, 5 Ekim
2011,
11- Ayhan, V., ve Orhan, O., Suriye Muhalefeti’nin Antalya
Toplantısı: Sonuçlar, Temel Sorunlara Bakış ve Türkiye’den Beklentiler,
Ortadoğu Analiz, Cilt 3, Sayı 31/32, Temmuz-Ağustos 2011, s. 8-16.
12- Orhan, O., Suriye’de Sonun Başlangıcı: Yaptırım Dönemi
ve Suriye Ulusal Konseyi, Ortadoğu Analiz, Cilt 3, Sayı 34, Ekim 2011, s.
46-50.
13- Ayhan, V., Türkiye ve Suriye Muhalefeti: Şam’a Siyasi,
Diplomatik, Ekonomik Ve Askeri Yaptırımlar, ORSAM Dış Politika Analizi, 5 Ekim
2011,
14- “Suriyeli Muhaliflerle İlk Resmî Temas’’ Zaman, 19 Ekim
2011.
15- “Türkiye Sınırı Yakınlarında Büyük Oranda Silah Ele
Geçirildi’’ SANA, 4 Ekim 2011.
16- “Türkiye’nin Kışkırtma Yerine Reformları Desteklemesini
Temenni Ederdik’’ SANA, 10 Ekim 2011.
17- Aaron S., Türkiye’nin Ana Hedefi Suriye Rejimi, Al
Jazeera 10.10.2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder