1 Ekim 2025 Çarşamba

21. Asırda Ümmet Şuurunun Yeniden İnşası-11: ÜMMETİN İTTİFAKINI YIKAN BİR HASTALIK-4: HEVA CEPHESİNİN EN KÖTÜ ÖZELLİĞİ BAĞY

 Prof. Dr. Burhanettin Can  – Umran Dergisi/Ekim 2025-374. Sayı

                                                                                 “Cezası en çabuk verilen şer, bağydir.”

                                                                                                               Hz. Muhammed (s.)

 

Kur’ân’da insanın hoş görülmeyen ve haram kılınan, toplumsal yapıyı tahrip eden amelleri, genellikle zulüm, isyan, istikbar/müstekbir, kıyam, münker, fahşa, ism, tuğyan/tağut, fitne, fesat/ifsat/müfsit, fısk/fasık, fırka/tefrika, mele, bağy ve müstağni kavramlarıyla ifade edilmektedir. Bu kavramlardan bağy, İblis’in karargâhı heva merkezinin en tehlikeli özelliklerinden biridir (7/A’râf, 33; 16/Nahl 90; 96/Alak, 6-8).  Bağy, hevasına uyan ve hevasını ilahlaştıranların en çok icra ettikleri bir eylem türüdür. Bu sebeple burada bağy ele alınıp incelenecektir.

Kavramsal Analiz-Semantik Alan-Etkileşimdeki Kavramlar

Bağy kelimesi, b-g-y(‘beğâ’) fiilinin mastarıdır. Beğâ geçişli ve geçişsiz olmak üzere iki farklı şekilde kullanıldığından anlam alanında değişiklikler meydana gelmektedir. Beğâ, geçişliyken “istemek, istemede ileri gitmek, çabayla arzulamak” anlamlarına gelirken; geçişsizken “sınırı aşmak, hakkıyla yetinmeyerek başkasının canına, malına, ırzına kastetmek, saldırıya yeltenmek veya saldırmak, haksız yere yükselmek isteyerek tecavüzde bulunmak, kendisine sulhun yolları ve biçimleri gösterildiği halde haksızlıkla üst olma sevdası gütmek” anlamına gelmektedir. Kur’ân’da fiil geçişli (3/Âl-i İmrân, 83, 99; 9/Tevbe, 47) ve geçişsiz şekilde daha çok “yeryüzünde bağy etmek” anlamında kullanılmaktadır.[1]

Bağy, isim şeklinde kullanıldığında “davranışlarda dengeyi ve orta yolu aşma isteği anlamına” gelir. Bu, bazen nicelikte bazen de nitelikte olur. Bu açıdan Bağy iki türlüdür: “1- Övgün (mahmud) bağy: Adaleti aşıp ihsan noktasına varmak; farzları yapıp nafileye yönelmek gibi.  2- Yergin (mezmum) bağy: Hakkı geçip batıla yönelmek, şüphelilere uzanmak gibi. Bağy genellikle yergin/mezmum alanlar için kullanılmaktadır.”[2]

Bağye odaklanan çalışmalara bakarak, kavramın azgınlık, aşırılık, taşkınlık, ezme, horlama, haset, büyüklenme, aşırı fesatçılık, ölçüsüzlük, hak, sınır tanımama, baş­kası aleyhine sınırı aşma, hak­kına razı olmayarak başkasının canına, malına, ırzına kastetme, haksız yere yükselmek isteyerek tecavüzde bulunma, kendisine barışın yolları ve biçimleri gösterildiği hâlde haksızlıkla üst olma sevdası gütme anlamlarını ihtiva ettiğini söyleyebiliriz.[3] Beğâ kelimesinden türeyen ibteğâ’, “Bir şeyi istemede çaba göstermek” (92/Leyl, 20; 17/İsrâ, 27, 66; 2/Bakara, 198; 16/Nahl, 14; 28/Kasas 73; 3/Âl- i İmrân, 7); aynı kelimeden türeyen inbeğâ’ fiili ise, “yaraşmak, uygun düşmek, istenmesi uygun olmak” anlamlarına gelmektedir. (36/Yâsîn, 69).

Bağy kelimesinin anlam alanının tefsire yansımasının dört anlam boyutu bulunduğunu belirten yaklaşım söz konusudur: “1- El-Bağy: Zulm (7/A’râf, 33; 16/Nahl, 90; 42/Şûrâ, 39). 2- El-Bağy: Masiyet (İsyan/itaatsizlik) (10/Yûnus, 23). 3- El-Bağy: Hased (2/Bakara, 90; 42/Şûrâ 14). 4- El-Bağy: Zina (19/Meryem, 28, 24/Nûr, 33 (biğâ).”[4]

Bağy sözlükte, genelde “haktan ayrılma, zulmetme, haddi aşma” anlamına gelmesine karşılık Kur’ân’da “Allah’a karşı gelme ve dinin çizdiği sınırları aşma” manasında ahlaki bir terim şeklinde ıstılahi bir anlam kazanmıştır (6/En’âm, 164; 16/Nahl, 90; 28/Kasas, 76; 42/Şûrâ, 27; 49/Hucurât, 9). Fıkıhta ise bağy, “devlet başkanına silahla karşı koymak, isyan etmek”tir. Bâğî kelimesi, isyan eden, isyankâr, eşkıya” anlamına gelmekte ve Kur’ân’da bâğîlerle “Allah’ın emrine dönünceye kadar savaşılması” emredilmektedir (49/Hucurât, 9).[5]

Bağy kelimesinin özünde, başkasının aleyhine olmak üzere “kıskançlık/horlama”, “zulüm”, “bozgunculuk”, “aşırı ihtiras”, “başkası aleyhine sınırı aşmak” vardır. Kur’ân sosyal olarak, ferdi ve toplumsal hakların tahrip edilmesinde bu kavramı kullanmaktadır (28/Kasas, 76; 38/Sâd, 22; 49/Hucurât, 9; 42/Şûrâ, 27). Bu bağlamda “kocasını aldatıp başkası ile zina eden kadına bağiyy denmekte” (19/Meryem, 20, 28); “Kadının doğru yoldan çıkması da biğâ kelimesi” ile ifade edilmektedir (24/Nûr, 33).

Kıskançlık ögesi ağır basan bir hak ve sınır tanımazlık söz ko­nusudur. Haset/kıskançlık ve azgınlık, insanın heva/kötülük cephesinin özellikleridir. Semantik alanı itibarı ile bağy de insanın heva cephesinin en kötü özelliğinden biridir.

İnsanın Bağyetme Sebepleri/Bağy Eylemler ve Durumlar

Kur’ân ayetleri analiz edildiğinde bağy diye nitelenen konuların, olayların, davranış ve yaklaşımların, ahlaki, siyasi, hukuki, ferdi, cemaatle ilgili, toplumsal, değer/iman ve kültür ve medeniyet boyutlarının bulunduğunu söyleyebiliriz. Bağy olan bir konuda/bir olayda bazen bir boyut bazen iki boyut bazen de hepsi birlikte yer almış olabilir. Kur’ân’daki ayetlerin analizinden insanın, toplumun, grupların bağyetme sebeplerini şöyle özetleyebiliriz: Müstağnileşme, mal ve makam şehveti, darlık ve bolluk zamanlarındaki psikolojik değişim, kibir, böbürlenme, büyüklenme, haset, zina ve arsızlık, zulüm/haksızlık, ekonomik sömürü mekanizması, ifrat ve haksız talep. Aşağıda ele alınacak olaylarda ya da konularda yukarıda ifade edilenlerin biri ya da birkaçı birlikte etkin olabilir, hepsi birlikte var olabilir.

Mal Şehvetinin Sebep Olduğu Bağy

Allah yarattığı kullarının her türlü ihtiyaçlarını belli bir dengede karşılayacak şekilde yaratmış ve insanın bunları israf etmeyecek şekilde kullanmasını istemiştir. Nimetlerin israfını ise haram kılmıştır (7/A’râf, 31, 32). Toplumsal kin ve nefreti artıracak ve hasedi öne çıkarıp toplumsal dayanışmayı tahrip edecek şekilde, insanların mal ve mülk fazlalığı ile övünmesini Allah yasaklamıştır (102/Tekâsür, 1). Allah ayrıca fuhşiyyâtı, bağyi ve Allah’a şirk koşmayı haram kılmıştır: “De ki: ‘Rabbim, ancak bütün fuhşiyyâtı, açığını, gizlisini ve her türlü vebali ve haksızlıkla bağyi ve Allah’a hiçbir zaman bir burhan indirmediği herhangi bir şeyi şirk koşmanızı ve Allah’a bilmediğiniz şeyler isnat etmenizi haram kıldı” (7/A’râf, 33).

Bazı kavramların muhtevalarındaki derinlikten dolayı her hafta cuma hutbesinde Nahl Suresi’nin 90. ayeti okunarak altı kavrama dikkat çekilmekte ve iman edenler ciddi bir şekilde uyarılmaktadır. Bunlardan birinin bağy olması, kavramın muhtevasından ötürüdür:  “Allah size adli, ihsanı ve yakınlığı olana atâyı (yardım da bulunmayı) emrediyor ve fuhşiyyâttan, münkerden, bagiyden nehyediyor, size vazediyor ki dinleyip anlayıp tutasınız.

İnsan yaratılış gereği doymaz ve açgözlüdür (102/Tekâsür, 1; 96/Alak, 6). Rızkın sınırsız yayılıp genişletilmesi veya herke­sin her istediğini elde etme, bulma imkânına sahip ol­ması, bireyin kendi kendine yeter olma, hiç kimseye muhtaç olmama duygusunu ortaya çıkarabilir. Müstağnileşme denilen bu olgu, ferdin nefsini hayatın merkezi hâline getirip azmasına sebebiyet vermektedir (96/Alak, 6-8). Müstağnileşen insan, her istediğini yapmada önünde hiçbir engel tanımamaktadır. Dolayısıyla, haset, nankörlük ve öfke ile yoğrulmuş bir azma, başkasının hak ve hu­kukunun çiğnenmesine yol açmakta ve amacından sapmış aşırı zenginlik ve refah, insanı müstağnileşmeye, o da bağye götü­rmektedir: “Eğer Allah, kulları için rızkı (sınırsızca) geniş tu­tup-yaysaydı, gerçekten yeryüzünde bağyederlerdi. Ancak o, dilediği miktar ile indirir. Çünkü O, kullarından haberi olandır, görendir.” (42/Şûrâ, 27).

İnsan yapısındaki mala ve mülke aşırı tutku, Allah’ın çizdiği sınırlara ve kurallara tâbi olmadığı, çizilen sınır aşıldığı zaman, aşırı mal ve mülk sahibi kişi/kurum/zümre/cemaat azar/bağyeder. Kur’ân’da bu bağlamda Karun (28/Kasas, 76-81), iki davalı kardeş (38/Sâd, 20-24) kıssaları, ders alınmak üzere tüm iman edenlerin dikkatine sunulmaktadır:

Karun’un Bağyetmesi ve Ekonomik-Ahlaki Sonuçları

Kur’ân’a göre Karun, tarihte aşırı servet birikimi sonucu müstağnileşmiş ve bunun uzantısında bağyetmiş insanın çok tipik bir temsilcisidir. Edindiği servetin tü­kenmez, bitmez, yok olmaz olduğuna inanmaktadır. Bu aşırı güven, onun gerçekleri görmesini, işitmesini ve dinlemesini engellemiştir. Böylelikle, kendisine yapılan uyarılara karşı duyarsızlaşmıştır:  “Gerçek şu ki, Karun, Musa’nın kavmindendi, ancak onlara karşı azgınlaştı. Biz, ona öyle hazineler vermiştik ki, onun anahtarları birlikte (taşımaya) davranan güçlü bir topluluğa ağır geliyordu. Hani kavmi ona demişti ki: ‘Şımararak sevinme, çünkü Allah, şımararak sevince kapılanları sevmez.’” (28/Kasas, 76).

Şımarması ve ihsanda bulunmaması, mal ve mülkünden dolayı bir kibir abidesi hâline gelmesi, top­lumdaki sosyal dengenin bozulmasına yol açmıştır: “Allah’ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara, dünyadan da kendi payını (nasibini) unutma. Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah, bozgunculuk yapanları sevmez.” (28/Kasas, 77).

İnfak etmek, mütevazı olmak konusunda kendisine yapılan hatırlatmalara ve uyarılara Karun’un cevabı, servetini “kendi­sindeki bir bilgi vasıtasıyla kazan­dığı” şeklindedir. Mademki her şe­yi bilgisi sayesinde kazandı, her şeyi ken­di gücü ve bileği sayesinde elde etti; on­da hiç kimsenin hakkı ve payı olamazdı. Bu, temelde, üretim ile paylaşım arasın­daki kavga idi: “Dedi ki: ‘Bu, bendeki bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir.’ Bilmez mi ki gerçekten Allah, kendisinden önceki kuşaklardan kuvvet bakımından kendisinden daha güçlü ve insan-sayısı bakımından daha çok olan kimseleri yıkıma uğratmıştır. Suçlu-günahkârlardan kendi günahları sorulmaz.” (28/Kasas, 78).

Karun’un müstağnileşmesi, müstekbirleşmesi ve bağyetmesinin sonucunda sergilediği, ortaya koyduğu bu tutum ve tavır, halk içerisinde iki farklı tutum ve tavrın ortaya çıkmasına, tezahür etmesine sebebiyet vermiştir: a) Dünya hayatını isteyenlerin tavrı, b) Kendilerine ilim verilenlerin tavrı: “Böylelikle kendi ihtişamlı-süsü içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını isteyenler: ‘Ah keşke, Karun’a verilenin bir benzeri bizim de olsaydı. Gerçekten o, büyük bir pay sahibidir’ dediler.” (28/Kasas, 79). “Kendilerine ilim verilenler ise: ‘Yazıklar olsun size, Allah'ın sevabı, iman eden ve salih amellerde bulunan kimse için daha hayırlıdır; buna da sabredenlerden başkası kavuşturulmaz’ dediler.” (28/Kasas, 80).

Allah paylaşmayı emrediyordu; ser­vetin aşırı bir şekilde tek bir elde toplan­masını istemiyordu. Böyle bir olayın top­lumsal dengeyi bozacağı, sonunda top­lumu kaosa veya yok oluşa gö­türeceği ifade ediliyordu. Nitekim aynı hatayı işleyen geçmiş toplulukların yok olduğu açıklanıyordu. Bütün bunlardan ders alamayan Karun ve serveti, Allah tarafından yerle bir ediliyordu: “Sonunda onu da konağını da yerin dibine geçirdik. Böylece Allah'a karşı ona yardım edecek bir topluluğu olmadı. Ve o, kendi kendine yardım edebileceklerden de değildi.” (28/Kasas, 81).

Karun olayından çıkarılabilecek önemli derslerden biri, gücü, kuvveti, imkânları varken onun yerinde olmak isteyenler, ona gıpta ile bakanlar, onun yanlışlarını görmeyenler; Karun helak edildikten sonra pişmanlık duyguları ve Karun’la ilgili tüm duygu ve düşüncelerinin anında değişmesi ve de değişebileceği olgusudur. Bu insan unsurunun “küfre sapanların felah bulamayacağı” düşüncesine varmış olmaları alınacak önemli derslerden biridir: “Dün, onun yerinde olmayı dileyenler, sabahladıklarında: ‘Vay, demek ki Allah, kullarından dilediğinin rızkını genişletip-yaymakta ve kısıp-daraltmaktadır. Eğer Allah, bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de şüphesiz batırırdı. Vay, demek gerçekten küfre sapanlar felah bulamaz.’ demeğe başladılar.” (28/Kasas, 82).

Ahiret hayatında bu dünyada yapılmış her şeyin hesabının sorulacağı, bu dünyada yapılanlara göre ödül veya ceza sisteminin gerçekleşeceği olgusu asla unutulmamalıdır: “İşte ahiret yurdu biz onu, yeryüzünde büyüklenmeyi ve bozgunculuk yapmak istemeyenlere (armağan) kılarız. (Güzel) sonuç da takva sahiplerinindir.” (28/Kasas, 83). Karun olayında ilahi bir yasa vuku bulmuştur: “Yol, ancak insanlara zulmeden ve yeryüzünde haksız yere ‘tecavüz ve haksızlıkta bulunanların’ aleyhinedir. İşte bunlar için acıklı bir azap vardır.” (42/ Şûrâ, 42).

Karun olayında dikkat çeken çok önemli bir husus da genelde insanların, özelde de dünya hayatını aşırı isteyenlerin, Karun’daki lüks ve ihtişamın etkisinde kalarak onun gibi olmayı istemeleri ve fakat Karun helak edildiği zaman, tam tersi bir tavır sergilemeleridir. Kur’ân’da buna tekabül eden bir başka olay da tehlikeli bir fırtınaya yakalanan insanların psikolojisindeki değişimdir. Bu insanların fırtınaya yakalandıkları andaki ve fırtınadan kurtulduktan sonraki duygu, düşünce, tutum ve tavırlarındaki değişim süreci, Karun olayındaki ile eşdeğer bir durum arz etmektedir. Sıkıntı, zorluk, tehlike anlarında insan yapısındaki fıtrat harekete geçmekte; insanın Allah’a “muhlisler” olarak dua etmesini sağlamaktadır: “Karada ve denizde sizi gezdiren odur. Öyle ki siz gemide bulunduğunuz zaman, onlar da güzel bir rüzgârla onu yüzdürürlerken ve (tam) bununla sevinmektelerken, ona çılgınca bir rüzgâr gelip çatar ve her yandan dalgalar onları kuşatıverir. Onlar artık bu (dalgalarla) gerçekten kuşatıldıklarını sanmışlarken, dinde ona ‘gönülden katıksız bağlılar (muhlisler)’ olarak Allah'a dua etmeye başlarlar: ‘Andolsun eğer bundan bizi kurtaracak olursan, muhakkak sana şükredenlerden olacağız.’” (10/Yûnus, 22).

Ancak kriz anında Allah’a gönülden katıksız bağlılık gösterenler, heva cephesine karşı gerekli donanıma, şuura sahip olmadıkları için tehlike geçtikten sonra, şeytanın karargâhı heva yapısı harekete geçmekte, yaşadıkları tehlikeyi onlara unutturmakta ve bağy özelliğinin baskın olmasını sağlamaktadır:  “Ama (Allah) onları kurtarınca, onlar hemen haksız yere, yeryüzünde taşkınlığa koyulurlar. Ey insanlar, sizin taşkınlığınız, ancak kendi nefisleriniz aleyhinedir; (bu) dünya hayatının geçici metaıdır. Sonra sizin dönüşünüz bizedir, biz de yapmakta olduklarınızı size haber vereceğiz.” (10/Yûnus, 23)

Sıkıntı-rahmet denklemi, insanın acizliğinin kendisine gösterilmesi amaçlı bir yaklaşım tarzıdır. Bu gerçeği yakalayanlar, Allah’a gerektiği gibi kulluk etmekte, Allah’ın yasalarına tâbi olarak hem bu dünyalarını hem de öteki dünyalarını ihya etmektedirler. Bu gerçeği göremeyenler, her iki dünyalarını mahvedecek bir tutum ve tavır sergilemektedirler: “İnsanlara, şiddetli bir sıkıntı dokunduktan sonra, bir rahmet dokundurduğumuz zaman, ayetlerimiz konusunda hileli bir düzen kurmak onlar için kötü bir edinimdir. De ki: ‘Karşılık vermede Allah daha hızlıdır. Şüphesiz, bizim elçilerimiz, sizin ‘geliştirmekte olduğunuz düzenleri’ yazmaktadırlar.” (10/Yûnus, 21). Bu ve buna benzer davranışlarla ilgili Allah Kur’ân’da değişik olayları örnek göstererek insanların tefekkür ederek gerçeğe ulaşmasını istemektedir: “Dünya hayatının örneği, ancak gökten indirdiğimiz, onunla insanların ve hayvanların yediği yeryüzünün bitkisi karışmış bir su gibidir. Öyle ki yer, güzelliğini takınıp süslendiği ve ahalisi de gerçekten ona güç yetirdiklerini sanmışlarken (işte tam bu sırada) gece veya gündüz ona emrimiz gelmiştir de dün sanki hiçbir zenginliği yokmuş gibi, onu kökünden biçilip atılmış bir durumda kılmışız. Düşünen bir topluluk için biz ayetleri böyle birer birer açıklarız.” (10/Yûnus, 24).

Karun’un bağyetmesine yol açan mal şehvetini, Hz. Peygamber, büyük tehlikelerden biri görüp ümmetini bu konuda uyarmıştır: “Vallahi ben bundan sonra sizin üzeri­nize fakirlik geleceğinden korkmam. Fakat sizin üzerinize geleceğinden korktuğum şey, sizden önce gelip geçen ümmetlerin önüne dünya nimetlerinin yayıldığı gibi sizin önünüze de yayılarak, onların birbirine haset ettikleri ve nefsaniyet güttükleri gibi sizin de birbirinize düşmeniz ve bunun onları ahiret işlerinden alıkoyduğu gibi, siz­leri de ahiret işlerinden alıkoymasıdır.[6] Burada Hz. Peygamber, mal mülk edinmeyi hor ve hakir görmüyor. Bilakis onu kural tanı­maz bir biçimde elde etme ve kullanma­nın getireceği haset, bağy ve nefsaniyet tehli­kelerine dikkat çekiyor. Nitekim bir baş­ka konuşmalarında bu ikisi arasındaki farkı, şöyle izah ediyor: “İşte bu dünya malı da tatlıdır. Bun­dan hakkıyla alan ve aldığını da hakkı olan yere koyup harcayan kimseye bu ne güzel bir nimettir. Dünya malını haksız olarak hırsla alan kimseye gelince o da daima yiyen, fakat bir türlü doymayan obur kimse gibi olmuştur.[7]

İki Davalı Kardeş Olayında Bağy Olgusu ve Ekonomik-Ahlaki Sonuçları

İki davalı kardeş olayı hem peygamber hem de devlet başkanı olan Hz. Davud zamanında ve bizzat Hz. Davud merkezli olarak vuku bulan, çok önemli dersler alınacak bir olaydır. Allah Hz. Davud’a farklı güç, imkân ve özellikler bahşetmiştir. Allah dağların, kuşların, Hz. Davud ile birlikte Allah’ı zikretmelerini, onun ibadetlerine iştirak etmelerini sağlamıştır (38/Sâd, 17-19). Allah, Hz. Davud’un mülkünü kuvvetlendirmiş, ona hikmet ve etkili bir anlatım yeteneği vermiştir (38/Sâd, 20). Bu yeteneklerle donatılan Hz. Davud’un odasına, ibadet ederken “iki yabancı” insan güvenlik duvarlarını aşarak girmiştir (38/Sâd, 21). Bundan dolayı Hz. Davud, onlardan ürkmüş ve korkmuştur. Gelenler, Hz. Davud’un bu durumunu göz önüne alarak onu sakinleştirecek tarzda, birbirinden şikâyetçi iki kardeş olduklarını söylemişler ve aralarında hak ile hükmetmesini, zulme sapmamasını ve kendilerini doğru yola çıkarmasını istemişlerdir: “Davud’un yanına girdiklerinde, o, onlardan ürkmüştü; onlar dediler ki: ‘Korkma, iki davacıyız, birimiz diğerimize haksızlıkta (beğâ) bulundu. Şimdi sen aramızda hak ile hükmet, kararında zulme sapma ve bizi doğru yolun ortasına yöneltip-ilet.’” (38/Sâd, 22).

Davalı kardeşlerden birinin bir koyunu diğerinin ise doksan dokuz koyunu vardır. Tek koyun sahibi olan, kardeşi ile sorununu Hz. Davud’a şöyle aktarmıştır:  “Bu benim kardeşimdir, doksan dokuz koyunu vardır, benimse bir tek koyunum var. Buna rağmen ‘Onu da benim payıma (koyunlarıma) kat!’ dedi ve bana konuşma tarzında üstün geldi.’” (38/Sâd, 23).

Hz. Davud, tek koyun sahibinin yaptığı açıklamaları merkeze alarak kararını vermiş, 99 koyun sahibi olandan herhangi bir açıklama istememiştir. Hz. Davud, 99 koyun sahibinin kardeşinin tek koyununu kendi koyunlarına katmak istemesini, zulüm şeklinde değerlendirmiştir: “(Davud) Dedi ki: ‘Andolsun senin koyununu, kendi koyunlarına (katmak) istemekle sana zulmetmiştir. Doğrusu, emek ve mali güçlerini birleştirip katanlardan çoğu, birbirlerine karşı tecavüz ederler; ancak iman edip de salih amellerde bulunanlar başka. Onlar da ne kadar azdır.’ Davud, gerçekten bizim onu denemeden geçirdiğimizi sandı, böylece Rabbinden bağışlanma diledi ve rükû ederek yere kapandı ve (bize gönülden) yönelip-döndü.” (38/Sâd, 24). Burada Hz. Davud’un dikkat çektiği genel yasa iman edip salih amellerde bulunan ortakların dışındaki ortaklıklarda, birbirlerinin hakkına tecavüz etme eğiliminin bulunması olgusudur. Bugün, aile şirketlerinin ve Müslümanlar arasındaki birçok ortaklığın kötü sonuçlanmasına bu açıdan bakılmalı, gerekli dersler çıkarılmalı ve de bir sistem inşa edilmelidir.

Normal, adil yargılama sisteminde, tarafların tümü, tüm delilleri ile birlikte dinlendikten sonra karar verilmesi gerekmektedir. Oysa Hz. Davud, gördüğü davada 99 koyun sahibi kardeşi dinlemeden karar vermiştir. Hz. Davud 99 koyun sahibini dinlemeden karar vermesinden dolayı hata yaptığını anlayarak Allah’tan bağışlanmasını istemiş, Allah da Hz. Davud’u bağışlamıştır (38/Sâd, 25). Allah insanların, iman edenlerin yapabilecekleri en büyük ve yaygın hataları, bizzat peygamberleri üzerinden hayata geçirerek iman edenleri eğitmekte ve onlara yol göstermektedir. Özellikle yönetici kadroların bu hususlarda çok hassas davranması gerektiğine hususen dikkat çekmektedir. Allah, insanlar arasında hak ile hükmedilmesini istemekte, aksi durumun hevaya uyarak Allah yolundan sapmayı sağlayacağına özel vurgu yapmaktadır: “Ey Davud, gerçek şu ki, biz seni yeryüzünde bir halife kıldık. Öyleyse insanlar arasında hak ile hükmet, istek ve tutkulara uyma; sonra seni Allah'ın yolundan saptırır. Şüphesiz Allah'ın yolundan sapanlar, hesap gününü unutmalarından dolayı onlar için şiddetli bir azap vardır.” (38/Sâd, 26).

İki davalı kardeş kıssasından” (38/Sâd, 20-26), heva-bağy-salih amel düzleminde çıkarılacak önemli dersler mevcuttur:

  • Hevaya uymak, Allah yolundan sapmayı beraberinde getirir.
  • Bağy ise heva yapısının en kötü ve tehlikeli özelliklerinden biridir.
  • İnsanların çoğu başkalarına bağy yoluyla haksızlık ederler.
  • Mal edinme şehveti/mal tutkusu, kardeşi dahi olsa kardeşinin malını mülkünü hile, aldatma ile almakta bir beis görülmemesine sebebiyet verir.
  • Bağy hastalığından kurtulmanın yolu, iman edip “salih amel” yapmaktır.
  • Yönetici kadroların, insanlar arasında din, mezhep, parti, cemaat, teşkilat ayırımı yapmadan hak ile hükmetme, yönetme sorumlulukları vardır.
  • Allah’ın yolundan sapmanın sebebi, hesap gününün unutulmasıdır.
  • İnsanların haklarına bağyetmeyen insan unsurları, iman edip salih amellerde bulunanlardır. Bu insan unsuru, genelde azınlıktadır.

Toplumsal kirlenmeye karşı savaşacak ve kirlenmeyecek insan unsuru, iman edip salih amellerde bulunanlardır. Kirlenmeden çıkış, bu insan unsurunu yetiştirmekle mümkündür. Böyle bir insan unsuru­nun oluşturacağı model bir hareket, model bir cemaat, toplumu içine düştü­ğü bataktan kurtarabilir; hevadan arınmış şekilde tüm insanlar arasında hak ile hükmedebilir (38/Sâd, 26).

Darlık veya Bolluk Ortamları Bağye Sebep Olabilir

İnsanlar genellikle tehli­ke anlarında, “Allah'a gönülden yönelip şükrediciler” şeklinde davranmakta, fakat sıkıntıdan kurtulduktan sonra azgınlık yapmakta (bağy), başkalarının hak ve hukukuna saygı göstermemektedirler (10/Yûnus, 21-23). Bu ayetlerde önemli bir nok­ta, hitabın “ey müminler”  değil de “ey in­sanlar” şeklinde yapılmasıdır. Bu demektir ki bağy, hangi inanç sistemi, hangi kültür içinde ortaya çıkıp etkin olursa, o sistemi, o topluluğu ve o kültür ve medeniyeti tahrip edecektir. Çünkü ayette “bağyiniz kendi nefisleriniz aleyhinedir” şeklinde bir kanuniyet ortaya konulmaktadır.

Diğer taraftan kıtlık zamanlarında, savaş zamanlarında, se­ferberlik durumlarında, ölümle burun buruna gelindiği zamanlarda bazı kişi­ler, başkalarının hakkına tecavüz etmeye, onun hakkını gasp etmeye çalışır. Savaş­ların yol açtığı göçlerde, yi­yecek getiren kamyonlara, başkasından önce yiyecek almak veya başkasından daha fazla almak için saldırılar olur. Akaryakıtın az bulunduğu yıllarda tüp kuyruklarındaki kavgalara normal şartlarda rastlan­maz. Yağmurlu bir havada otobüs kuy­ruklarında da benzer hak ihlallerine rastlanılmaktadır. Batmaya başlayan gemi­de, bazı insanların hiçbir hak hukuk ta­nımaz çılgınlık hâlleri de bağyetme özelli­ğinin birer tezahürüdür.

Kur’ân-ı Kerim insanın yaşama hak­kına ayrı bir ulviyet, yücelik vermektedir. İn­san hayatı söz konusuysa Al­lah, haram kıldığı bazı şeyleri, belli bir çerçevede kalmak, bağyetmemek şartıyla helal kıl­maktadır: “O, size ölüyü (leşi), kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına kesilmiş olanı kesin şekilde haram kıldı. Fakat kim kaçınılmaz olarak muhtaç kalırsa, taşkınlık (ve saldırı) yapmamak ve haddi aşmamak şartıyla (ölmeyecek oranda yiyebilir), ona bir günah yoktur. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (2/Bakara, 173; 6/En’âm, 145; 16/Nahl, 114-115).

Burada söz konusu edilen çok özel bir durumdur. Kıtlık, yoksulluk dönemlerinde insanların hayatını devam ettirebilmesi için bazı haram yiyecekler, belli ölçülere uymak şartıyla helal kılınmaktadır. Bu durumda bazı önemli noktalara/önemli şartlara dikkat çekilmektedir: 1. Aynı durumdaki başkalarının hakkına tecavüz etmemek, 2. Ye­me noktasında aşırı gitmemek, 3. Yalan nitelendirmelerle “Şuna helal, buna haram” demeye kalkmamak (16/Nahl, 116).

Dolayı­sıyla zor günlerde, sıkıntılı günlerde, kıtlık ve yoksulluk gün­lerinde, başkalarının hakkına tecavüz anlamına gelen stokçuluk/karaborsacı­lık, bağyetmekten başka bir şey değildir. Bu, zor ve şiddet taşımayan; fakat hile taşı­yan bir hakka tecavüz olayıdır. Toplu­mun ihtiyaç duyduğu maddeleri stokla­yarak para kazananlar, hasetle, zulüm ve açgözlülükle başkalarının hakkına, huku­kuna tecavüz etmiş (bağyetmiş) olurlar. Bu sebeple bâğîdirler. Rızkın dar olduğu, sıkıntılı dönemlerde bağyetmenin bir sonucu haramların helal kılınması (6/En’âm, 145) nasıl mümkün ise Allah’a karşı isyan edip bağyeden topluluklar için helal yiyecekler de Allah tarafından haram kılınabilir. Bunun en güzel örneği Yahudilerin bağyetmeleri sebebiyle Allah’ın onlara helal yiyecekleri haram kılmasıdır: “Yahudi olanlara her tırnaklı (hayvanı) haram kıldık. Sığırlardan ve koyunlardan, sırtlarına veya bağırsaklarına yapışan veya kemiğe karışanlar dışında iç yağlarını da onlara haram kıldık. 'Azgınlık ve hakka tecavüzde bulunmaları' (bağy) sebebiyle onları böyle cezalandırdık. Biz şüphesiz doğru olanlarız.” (6/ En’âm, 146).

Yaşama Hakkına Saldırı, Bağyetmedir

İslâm, insan hayatı ile ilgili her konuda yasalar ortaya koymuştur. Bu yasaların çiğnenmesi, istismar edilmesi yasaklanmıştır. Nefsi müdafaa kapsamında bir insanın saldırgana karşı kendisini savunması en doğal hakkıdır. Ancak kendini savunma kapsamında Allah’ın koyduğu sınırlar aşılmamalı, savunma hakkı zulme dönüşmemelidir: “İşte böyle; her kim kendisine yapılan haksızlığın benzeriyle karşılık verir, sonra aleyhine ‘azgınlık ve saldırıda’ (bağy) bulunulursa, Allah, mutlaka ona yardım eder. Hiç şüphe yok Allah, affedicidir, bağışlayıcıdır.” (22/Hac, 60).

Nefsi müdafaa eylemlerinde verilecek ceza misliyle olmalı, öfke ile hareket edip bağyedilmemelidir. Sabretmenin Allah indinde daha hayırlı olduğu asla unutulmamalıdır (16/ Nahl, 126).

Müminlerin Kardeşliğini Bozma Girişimi Bir Bağy Eylemidir

Allah, iman edenlerin tek bir cemaat/millet/ümmet olarak kardeş olmalarını ve İblis’in yolundan gidenlere karşı ortak bir tavır, bir duruş ve bir mücadele içinde bulunmalarını istemekte, bunun için de Allah’ın bizzat yaptığı yardımlar iman edenlere özellikle hatırlatılmaktadır: “Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı yapışın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz onun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini işte böyle açıklar.” (3/Âl-i İmrân, 103). İman edenlerin bölünüp parçalanmamaları, geçmişte Kitap Ehli’nin düştüğü hatalara düşmemeleri için de tamamıyla iman edenlere özel bir tebliğ grubunun bulunmasını Allah bizzat istemekte ve de emretmektedir: “Sizden, hayra çağıran, iyiliği (ma’rufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.” (3/Âl-i İmrân, 104).

Böyle bir tebliğ yapısının, tebliğci grubunun (psikolojik savaş birimi/psikolojik harekât merkezi) bizzat savaş zamanlarında da olmasını bizzat Allah istemekte ve buna çok özel bir vurgu da yapmaktadır (9/Tevbe, 122). Bu sebeple müminlerin/ümmetin bir ve bütün davranması ve tavır sergilemesi, olmazsa olmazdır. Bununla beraber İblis ve İblis’in yolundan gidenlerin, hevasına uyanların ve hevasını ilahlaştıranların, zulme eğilim gösterenlerin ve bağyedenlerin kuracakları tuzaklar, yürütecekleri aldatma merkezli bir psikolojik savaş, müminlerden değişik grupları birbirleri ile savaşma durumuna getirebilir. Müminlerden iki topluluk savaşma durumuna gelmişse, bu iki tarafın dışındaki diğer müminler, nemelazımcı davranamaz, gidişata sessiz kalamazlar. Bu üçüncü grubun yapacağı iş, çarpışan ya da çarpışma durumuna gelen bu iki topluluk arasında arabuluculuk yapmak, adaletle aralarını bulup onları barıştırmaktır. Eğer barışa bir grup yaklaşmıyor, saldırganlığı devam ediyor ve diğer gruba bağyediyorsa, müminleri bölen, parçalayan, güçsüz düşmelerine yol açan böyle bir tavra karşı arabuluculuk yapmaya çalışan grup da Allah’ın emrine dönünceye kadar bağyeden topluluğa karşı savaşmak zorundadır: “Müminlerden iki topluluk çarpışacak olursa, aralarını bulup-düzeltin. Şayet biri diğerine haksızlıkla-tecavüzde bulunacak (bağyediyorsa) olursa, artık, haksızlıkla-tecavüzde bulunanla (bâğî), Allah’ın emrine dönünceye kadar savaşın; eğer sonunda (Allah'ın emrini kabul edip) dönerse, bu durumda adaletle aralarını bulun ve (her konuda) adil davranın. Şüphesiz Allah, adil olanları sever.” (49/Hucurât, 9).

Ümmeti bölmeye çalışan tüm tutum, tavır ve hareketlere karşı tarafsızlık diye bir tutum ve tavır olamaz; çünkü müminler kardeştir ve bu kardeşlik bozulmamalıdır: “Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin ve Allah'tan korkup-sakının; umulur ki esirgenirsiniz.” (49/Hucurât, 10).

Tek Ümmet Olan İnsanlığın Bölünmesinin Sebebi Bağydir

Cennette Hz. Âdem ile İblis arasında başlayan mücadelede, Hz. Âdem’in İblis’in tuzağına düşmesi sonucu Hz. Âdem ile eşi cennetten çıkarılmış, dünyaya gönderilmişlerdir. İblis, Allah’tan kıyamete kadar yaşama izni istemiş ve bu izin de kendisine verilmiştir. İblis bu izni aldıktan sonra, önce Allah’ı suçlamış sonra da insanoğluna savaş açacağını açıkça ifade etmiştir: “Dedi ki: ‘Rabbim, beni kışkırttığın şeye karşılık, andolsun, ben de yeryüzünde onlara, (sana başkaldırmayı ve dünya tutkularını) süsleyip-çekici göstereceğim ve onların tümünü mutlaka kışkırtıp-saptıracağım. Ancak onlardan muhlis kulların müstesna.’” (15/Hicr, 39, 40; 7/A’râf, 16, 17)

İblis’in insanoğluna açtığı bu savaşın boyutunu, kapsamını ve şekillerini, Allah İblis’e hitap ederek açıklarken, gerçekte insanoğluna yol göstermektedir. İblis’in insanoğluna sınırsız ve topyekûn bir tarzda psikolojik, sosyolojik, ekonomik ve askerî bir savaşı kıyamete kadar sürdürmek için bir savaş ilan ettiğini Allah insanoğluna bildirmektedir: “(Allah): ‘Onlardan güç yetirdiklerini sesinle sarsıntıya uğrat, atlıların ve yayalarınla onların üstüne yaygarayı kopar, mallarda ve çocuklarda onlara ortak ol ve onlara çeşitli vaatlerde bulun.’  Şeytan, onlara aldatmadan başka bir şey vadetmez.” (17/İsrâ, 64).

İblis’in insanoğluna açtığı bu sınırsız ve topyekûn savaşın sonucu, İblis’in karargâhı olan heva cephesinin en etkin araçlarından biri olan bağyin etkisi ile tek ümmet olan insanlık bölünmüştür: “İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcı-korkutucular olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere hak kitaplar indirdi. Oysa kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra, birbirlerine karşı-olan 'azgınlık ve kıskançlıkları’ (bağy) yüzünden anlaşmazlığa düşenler, o (kitap) verilenlerden başkası değildir. Böylece Allah, iman edenleri, hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe kendi izniyle eriştirdi. Allah, kimi dilerse onu doğruya yöneltip-iletir.” (2/Bakara, 213).

Kitap Ehli Bağy Yüzünden Bölünmüştür

İnsanlığa tarih boyu peygamberler gönderilerek yol gösterilmiştir. Peygamberlerle gönderilen kitaplar da onlara rehber olmuştur. Peygamberler ve kitaplar aracılığıyla kendilerine ilim de verilmiştir. Kendilerine kitap verildiği için Kitap Ehli diye anılan bu insan unsuru bağy yüzünden parçalanmış ve Allah’ın peygamberlerine ve Allah’ın gönderdiği ayetlere karşı çıkan, gönderilen kitaplara karşı “kuşku verici bir tereddüt içerisinde” ve küfreden bir insan unsuru ortaya çıkmıştır. “Hiç şüphesiz din, Allah katında İslâm'dır. Kendilerine kitap verilenler, ancak kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki ‘kıskançlık ve hakka başkaldırma’ (bağy) yüzünden ayrılığa düştüler.” (3/Âl-i İmrân, 19; 42/Şûrâ, 13, 14)

İsrailoğulları Bağyederek Allah’a İsyan Ettikleri için Gazaba Uğramışlardır

İsrailoğulları/Yahudiler, Kitap Ehlinden olmuş olmalarına rağmen Kur’ân’da bunların bağyetmelerine ayrıca özel bir vurgu yapılmaktadır. Kitap ve ilim verilmesine rağmen İsrailoğulları bağy yüzünden ihtilafa düşüp parçalanmışlardır: “Onlara (İsrailoğullarına) bu emirden açık belgeler verdik. Fakat onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca aralarındaki ‘hakka tecavüz ve azgınlıktan’ (bağyden) dolayı ihtilafa düştüler. Şüphesiz senin Rabbin, hakkında ihtilafa düştükleri şeyde kıyamet günü aralarında hüküm verecektir.” (45/ Câsiye, 17).

Hiç şüphesiz zalimler, birbirlerinin velisidirler. Allah ise, muttakilerin velisidir. Hevalarına uyup bağyeden İsrailoğulları, birbirlerinin velisi olan zalimlerdir (45/Câsiye, 18). İsrailoğulları, nefislerinin hoşlanmadığı bir şeyle gelen peygamberleri, kibirlerinden dolayı yalanlamışlar, bir kısmını da öldürmüşlerdir (2/Bakara, 87). İsrailoğulları, peygamberleri yalanlamaları ve bir kısmını da öldürmelerinden dolayı lanetlenmişlerdir (2/Bakara, 88-89). İsrailoğullarının bu tutum ve davranışları, tamamen bağyetme hastalığına yakalanmalarından dolayıdır. Bunun sonucu da Allah tarafından gazap üstüne gazaba uğratılmışlardır. İlahi sünnete göre kâfirler için alçaltıcı bir azap vardır: “Allah’ın, kullarından dilediğine kendi fazlından (peygamberliği) indirmesini ‘kıskanarak ve hakka başkaldırarak’ (bağyederek) Allah’ın indirdiklerini tanımamakla, nefislerini ne kötü şeye karşılık sattılar. Böylelikle gazap üstüne gazaba uğradılar. Kâfirler için alçaltıcı bir azap vardır.” (2/Bakara, 90; 2/Bakara, 91-96).

Kadınların Fuhşa Zorlanması Bağydir

Biğâ (sıfatı bağiy) kelimesi b-ğ-y kökünden türetilmiş olup “arsızlık, kötülük ve zinacılık” anlamlarına gelmektedir. Kur’ân’da Hz. Meryem’in Hz. İsa’ya hamile kalması olayı özel olarak değerlendirilmektedir. Hz. Meryem bekârdır. Hz. İsa ise “babasız dünyaya gelmiştir.”  Evlenmeden bir çocuğa sahip olmak, toplumda zina dedikodusuna sebep olmuş ve Hz. Meryem zina ile suçlanmıştır (19/Meryem, 27, 28). Bu suçlamaya, ithama Kur’ân’da özel yer verilerek gerçek anlatılmakta, Hz. Meryem aklanmaktadır. Allah’ın emri ile var olan bir yasa, bir başka yasa ile yer değiştirilerek Hz. İsa’nın “babasız dünyaya gelmesi” sağlanmıştır (19/Meryem, 16-28). Kur’ân’a göre kadınları fuhşa zorlamak biğâ bir eylem türü olup Allah tarafından yasaklanmıştır (24/Nûr, 33).

Makam Şehvetinin Sebep Olduğu Bağy

Hak hukuk tanımazlık, haset, nef­ret ve baskı içeren bir sınır tanımazlık, yalnızca aşırı zenginlerden gelmez. Kişi haklarına tecavüz, azgınlık, vb. sistemin gü­cünü elinde bulunduran makam, mevki sahibi bazı yöneticilerden de gelebilir. Kontrolsüz yetki, gücü elin­de bulundurma, hiçbir makama, mevkiye veya topluma karşı hesap vermeme duygusunun meydana getirdiği müstağ­nileşme, bazı yöneticileri bağye götürebilir. Lüksün, israfın hayat tarzına dönüştüğü toplumlarda bazı yönetici­ler, hak ve hukuk tanımayabilirler ve topluma karşı bağyederler. Bu yöneticiler, hevalarını ilahlaştırıp, nefsi arzularını hayatın merkezi haline getirebilirler. Sınır tanımayan nefs, güçle dona­tılınca ceberrutlaşır, azgınlaşır ne ölçü ve ne de sınır tanır, bağyeder (10/Yûnus, 83-91)

Kur’ân’da Firavun, Mısır’ın kralı, zalim, müsrif, cahil ve müfsit olarak nitelendirilmektedir (10/Yûnus, 83). Bütün bu olumsuz özelliklere sahip birinin, zulmetmesi, halkının hak ve hukukuna tecavüz etme­si bir yaşam tarzıdır ve de zalimler için doğal bir durumdur.  Hz. Musa, Firavun ve “önde gelen çev­resine” verilen güç ve ihtişamın, insanları hak yoldan engellemek için kullanılacağına ve insanların gözlerini perdeleye­rek onların kendilerine özenmesini sağlayabileceğine ilişkin endişesini, Allah’a arz etmiştir. Böylelikle Hz. Musa, aşırı güç ve servet ile bağy arasında özel bir ilişki kurmuştur. Nitekim böyle bir hayat tarzının etkisi altında Hz. Musa’ya, halkı içerisinde gençlerden başka hiç kimse iman etmemiş ve de onun yanında yer almamıştır (10/Yûnus, 83).

İsrailoğullarının gördüğü zulümden dolayı Hz. Musa, Firavun ve ekibinin helak edilmesi için Allah’a yalvararak, serzenişte bulunarak özel bir beddua yapmıştır: “Musa dedi ki: ‘Rabbimiz, şüphesiz Sen, Firavun’a ve önde gelen çevresine dünya hayatında bir çekicilik (güç, ihtişam) ve mallar verdin. Rabbimiz, Senin yolundan saptırmaları için mi? Rabbimiz, mallarını yerin dibine geçir ve onların kalplerinin üzerini şiddetle bağla; onlar, acıklı azabı görecekleri zamana kadar iman etmeyecekler.’” (10/Yûnus, 88).

Hz. Musa ve kardeşinin Firavun’un zulmüne karşı Allah’a dua edip yardım istemeleri Allah tarafından kabul edilmiş ve “bilgisizlerin yoluna uymamaları” konusunda kendilerine özel bir hatırlatma yapılmıştır (10/Yûnus, 89). Hz. Musa’nın önderliğinde Mısır’ı terk etmek isteyen İsrailoğullarına karşı Firavun, önde ge­len çevresi, askerler, kısaca sistem bağye­derek topyekûn saldırıya geçmişler ve fakat Firavun da dâhil hepsi denizde boğulmuşlardır: “Biz, İsrailoğullarını denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla (bağyen) ve düşmanlıkla (adven) peşlerine düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun): ‘İsrailoğullarının kendisine inandığı (ilahtan) başka ilah olmadığına inandım ve ben de Müslümanlardanım.’ dedi.” (10/Yûnus, 90).

Allah, zalimlerin sonunun ne denli kötü olduğunu ve de olacağını, ders almaları bağlamında gelecek nesillere göstermek için Firavun’un cesedini/bedenini bir ve bütün olarak, sağlam bir şekilde kurtarmıştır (10/Yûnus, 91, 92).  Firavun ve ordusu, Kızıldeniz’in sularında boğularak nasıl helak olmuş ise 21. asırda da hevasını ilahlaştırarak bağyedenlerin, zalimlerin, fesat ehlinin, müsriflerin, mücrimlerin, müfsitlerin ve özellikle de “kudurmuş köpek İsrail’in” sonu da hiç şüphesiz aynı olacaktır.

Bağyin Sebep Olduğu Sonuçlar

Bağy, insanın heva cephesinin en kötü özelliğinden biridir. Bağy toplumda yaygınlaşıp bir hayat biçimi haline dönüşürse toplum kamplara bölünecek, sınıfsal yapı oluşacak, çatışma, kavga kaçınılmaz olacak, toplumun dayanışması bozulacak, bir sömürü çarkı ortaya çıkacaktır. Bu ilahi bir sünnettir (2/Baka­ra, 213). Bağyetmenin doğal sonucu, gaddarca davranma, zulmetme ve haksız bir şekilde taşkınlık yapmadır (42/Şûrâ, 42). Ailede, cemaatlerde, toplumda ve uluslararası ilişkilerde tefrikaların, ihtilafların ana sebebi yönetici kadroların bağy hastalığına yakalanmasıdır (10/Yûnus, 22-23; 42/Şûrâ, 27). Bağy, haram düşünce ve fiillerin meşru görülmesini sağlayan bir yaşam biçimidir (7/A’râf, 32-33; 16/Nahl, 90; 19/Meryem, 20, 28). Bağyin bu tahribatlarına mâni olabilmek için her cuma hutbede Nahl Suresi’nin 90. ayeti okunmaktadır.

Bağyedenler toplum içe­risinde hak, hukuk sınırı tanımadıkları için kin ve nefret tohumları ekerler. Eğer yönetim üzerinde etkili olurlarsa, sistemle bütünleşirlerse, kaçınılmaz ola­rak toplumu çatışmaya, kavgaya götü­rürler. Adalet mekanizmasını tahrip ede­rek güvensizlik tohumlarını ekerler, ka­ramsarlık bulutlarının ülkeyi kaplaması­na sebep olurlar. (2/Bakara, 19, 90, 213; 3/Âl-i İmrân, 19; 42/Şûrâ, 14; 45/Câsiye, 17). Kur’ân’daki ayetlerin analizinden bağyin yol açtıklarını şöyle özetleyebiliriz:

  • Heva, İblis’in insan bünyesindeki ana karargâhıdır,
  • Bağy, insandaki heva merkezinin en yıkıcı, tahrip edici bir özelliğidir,
  • Bağy, hak, hukuk tanımayan bir insan unsuru ve bir toplum inşa eder,
  • Bağy, kin ve nefret tohumları ekerek toplumsal dayanışmayı yıkar,
  • Bağy, sınıflaşma merkezli bir toplum inşa ederek toplumu kamplara böler,
  • Bâğy, zulmün hâkim olduğu bir toplumsal yapı inşa ettiği için toplumun er ya da geç çökmesine yol açar.

Bağyin tahribatlarından dolayı Allah, bağyetmeyi haram kılarak onun meşruiyetini tanımamıştır. Mümin­lerin de tanımamasını istemektedir. Allah bağyin hâkim olduğu bir toplumu, iki farklı şekilde cezalandıracağını çok açık bir şekilde belirtmektedir: Helalleri o topluma haram kılma (6/En’âm, 146) ve o toplumu helak etme (2/Bakara, 90; 28/Kasas, 58). Bağyin Nahl 90’da yasaklandığı, A’râf 33’te ise haram kılındığı bildirilmekte­dir. A’râf 32-33’te “temiz rızık” kavramının geçmesi bağy ile kirlenme arasında bir iliş­kinin bulunduğunu göstermektedir.

Sonuç: Bağyedenlere Karşı Topyekûn Mücadele

Bir toplumda bağyetme kınanmıyorsa, engellenmiyorsa, bağyedenlere karşı bir tavır sergilenmiyor, hatta alkışlanıyorsa, o toplum kirlenmiştir veya kirlenme süre­cine girmiştir. Başkasının hakkına teca­vüz, başkasının hakkını gasp etme doğal karşılanıyorsa, bağyetme bir yaşam standardı olmuş, meşruiyet kazan­mış demektir. Bu noktada Allah’a inanıyor gibi gözükmekle, gerçekten inanmak ara­sındaki fark ortaya çıkmaktadır. “Ben bir muvahhit mümin olarak yüzümü Allah’a çevirdim!” diyenlerle, “Biz de Müslümanız!” diyenler arasındaki fark ortaya çı­kmaktadır. “Biz işittik ve itaat ettik!” diyenlerle, “Biz işittik ve inkâr ettik ya da önemsemiyoruz, önemli değil!” diyenler arasındaki fark ortaya çıkmaktadır.

İşte İslâm dünyasında bu iki düşünce men­supları arasında, bazen açık bazen de giz­li devam eden bir çatışma vardır. Bu mücadele, gerçekten Allah’a teslim olanlarla, tes­lim olmuş gibi gözükenler arasındadır (3/Âl-i İmrân 19, 20).

Bağy, İblis’in karargâhı insandaki heva merkezinin en kötü icraatlarından, fiillerinden biridir. Öncelikle bu gerçeğin kabullenilmesi ve de asla unutulmaması gerekmektedir. Bağye karşı mücadele, gerçekte İblis’e ve İblis’in yolundan gidenlere karşıdır. Bu sebeple iman edenlerin bağy konusunda çok daha fazla hassasiyet göstermesi zorunludur. Bağy, ferdi ve toplumsal boyutları bulunan ve icra edene zarar vermekle birlikte topluma da zarar vermekte ve de toplumu tahrip etmektedir. Bu sebeple bağy yolu ile menfaat elde etmek isteyenler, tam bir aldanış içerisindedirler.

Dikkat edilmesi gereken çok önemli bir nokta, bağyetmenin sebep olabileceği sonuçlar, inançlara göre değişmemektedir. Yûnus Suresi 23. ayette “Ey insanlar” diye hitap edilmesine bu açıdan bakılmalıdır: “Ey insanlar, sizin taşkınlığınız (bağyiniz), ancak kendi nefisleriniz aleyhinedir; (bu) dünya hayatının geçici metaıdır. Sonra sizin dönüşünüz bizedir, biz de yapmakta olduklarınızı size haber vereceğiz.” (10/Yûnus, 23).

Bu gerçeğin öncelikle görülmesi ve iman edenlerin buna göre bir tutum ve tavır içerisinde olması zorunludur. Bağy hastalığına karşı mücadele, bütün olarak ele alınmalı, fertten başlayarak cemaatlerin, teşkilatların, hareketlerin, bilim insanlarının, toplumun ve devletin sorumluluk üstlenmesi ve de kararlı davranması olmazsa olmazdır. Kur’ân’da Hz. Davud üzerinden yapılan hatırlatmaya bu açıdan bakılmalıdır (38/Sâd, 24). Ayet, bağye karşı mücadelede ferdi boyuta özellikle dikkat çekmektedir. Ferdi mücadelenin başarıya ulaşması için iman etmek ve salih amellerde bulunmak şartı ortaya konmaktadır.

Bağyedenlere karşı verilecek mücadelenin ferdi boyutu gerek şarttır, yeter şart değildir. İblis’in yolundan gidenler, teşkilatlı mücadele vermekte, her hâl ve şartta birbirlerini desteklemektedirler. O sebeple bağyedenlere karşı verilecek mücadele, teşkilatlı bir mücadele olmalıdır. Genelde bütün toplum, hususen de sırât-ı müstakîm üzere olan tüm muttaki cemaat/hareket/gönüllü kuruluşlar (42/Şûrâ, 37-38) sorumluluk almalı, bir ve bütün olarak mücadele etmelidirler, etmek zorundadırlar: “…(İman edip Rablerine tevekkül edenlerin) haklarına tecavüz edildiği (bağy) zaman, birlik olup karşı koyanlardır.” (42/Şûrâ, 39).

Bağyedenlere karşı topluca mücadele etme zorunluluğu, savaşan iki mümin topluluk için de geçerli bir kanuniyettir. Bu iki topluluğun dışındaki müminler topluluğu savaşın taraftarı olan bağyeden kesime karşı savaşmak zorundadır. Bu konuda tarafsızlık yoktur. Bu amaçla Hucurât Suresi’nin 9. ayetinde “onlara karşı savaşın” ifadesi kullanılmaktadır. Zalimlerin zulmü altında bulunan tüm mustazafları kurtarmak için zalimlere karşı savaşmak, Allah’ın iman edenlere yüklediği çok özel bir sorumluluktur (4/Nisâ, 75).

Kur’ân’da bağye karşı mücadelede en dikkat çekici hususlardan biri, psikolojik savaş olgusunun öne çekilmesi ve değişik vesileler ve kavramlarla, hitaplarla buna vurgu yapılmasıdır. Bu durumu şöyle özetleyebiliriz:

  • “Allah, fuhşiyyâtı, bağyi ve şirki haram kılmıştır.” (7/A’râf, 33).
  • “Allah, adaleti, ihsanı, yakınlara vermeyi emreder; çirkin utanmazlıklardan, münkerden ve bağyden nehyeder.” (16/Nahl, 90).
  • Bağy yüzünden ayrılığa düşerek “Allah'ın ayetlerine küfredenlerin hesabını” “Allah çok çabuk görecektir.” (3/Âl-i İmrân, 19).
  • “Eğer Allah’ın, adı konulmuş bir ecele kadar geçmiş (verilmiş) bir sözü olmasaydı”, Kitap Ehlinden bağyedenlerle ilgili Allah hükmünü vermiş ve işleri bitirilmiş olacaktı (42/Şûrâ, 14).
  • “Hakka tecavüz ve azgınlıktan” dolayı ihtilafa düşenlerle ve “hakkında ihtilafa düştükleri şeyler ile ilgili Allah, kıyamet günü hükmünü verecektir.” (45/Câsiye, 17).
  • Hevalarına uyup taşkınlık yapan İsrailoğulları, birbirlerinin velisi olan ve Allah’ın peygamberlerini öldüren zalimlerdir (45/Câsiye, 18, 19; 2/Bakara, 91, 92, 95).
  • Allah, hevalarına uyup bağyeden İsrailoğullarını, küfürlerinden dolayı lanetlemiştir. “Allah’ın laneti kâfirlerin üzerindedir.” (2/Bakara, 87-89).
  • Allah, hevalarına uyup bağyeden İsrailoğullarının yapmakta olduklarını görendir (2/ Bakara, 96).
  • Hevalarına uyup bağyeden İsrailoğulları diğer insanlardan ve de şirk koşanlardan hayata çok daha fazla tutkundurlar. “Her biri, bin yıl yaşatılsın ister”; “bu yaşama arzusu onları azaptan kurtarmaz.” (2/Bakara, 96).
  • Bağyederek Allah’ın indirdiklerini tanımayanlar, “gazap üstüne gazaba uğradılar”/uğrayacaklar ve “Kâfirler için alçaltıcı bir azap vardır.” (2/Bakara, 90).
  • Kadınları fuhşa zorlamak biğâ olan bir eylem türü olup Allah tarafından yasaklanmıştır (24/Nûr, 33).
  • Firavun ve Firavun türü insanlar, gerçekten yeryüzünde büyüklenen birer zorba ve ölçüyü taşıran zalimler gürûhudur (10/Yûnus, 83).
  • Firavun gibi bağye­denlerin son andaki pişmanlıkları ve de iman etmelerinin bir anlamı olmayacak, Allah tarafından affedilmeyeceklerdir (10 Yûnus, 90).
  • Allah, bağyeden zalimlerin sonunun ne denli kötü olduğunu ve de olacağını, ders almaları bağlamında gelecek nesillere göstermek için Firavun’un cesedini bir ve bütün olarak, sağlam bir şekilde kurtarmıştır (10/Yûnus, 91, 92).
  • Karun gibi servete sahip olup, Karun gibi kibre saplanıp şımaranlar, müstağnileşenler, yeryüzünde bozgunculuk yapanlar, küfre sapanlar ve toplumsal yapıyı bozanlar helak olmuşlar ve de olacaklardır (28/Kasas, 76-83).
  • “İnsanlara, şiddetli bir sıkıntı dokunduktan sonra, bir rahmete ulaştıklarında Allah’ın ayetleri konusunda hileli bir düzen kurmak, taşkınlık yapmak onlar için bir alışkanlıktır.” “Düzen kurmada (karşılık vermede) Allah daha hızlıdır.” (10/Yûnus, 21, 23).
  • Allah’ın elçileri, “insanların ‘geliştirdiği düzenleri’ yazmaktadır ve yaptıkları kendilerine haber verilecektir.” “Dönüş Allah’a olacaktır.” (10/Yûnus, 21, 23).
  • “İnsanların taşkınlıkları kendi nefislerinin aleyhinedir.” (10/Yûnus, 23).
  • Davalı tarafların hepsini dinlemeden verilen karar adil bir karar değildir (38/Sâd, 24).
  • Bağyederek zulümde ileri gitmiş, kalpleri mühürlenmiş, gözleri perdelenmiş ve tüm algı mekanizmaları kapananlara karşı yerinde ve zamanında beddua etmek uygun bir tutum ve tavırdır (10/Yûnus, 88).
  • “İman edenlerin görevi, Allah’ın dosdoğru yolu üzerinde olmak ve bilgisizlerin/bağyedenlerin yoluna uymamaktır.” (10 Yûnus, 89).

Firavun ve ordusu, Kızıldeniz’in sularında boğularak nasıl helak olmuş ise 21. asırda da hevasını ilahlaştırarak bağyedenlerin, zalimlerin, fesat ehlinin, müsriflerin, mücrimlerin ve müfsitlerin, şer/şeytani ittifakın sonu da hiç şüphesiz aynı olacaktır.

O sebeple Yûnus Suresi 88. ayetine atfen diyoruz ki; “Ey Rabbimiz, şüphesiz sen”, 21. asrın Firavun’larına, Siyonistlerine ve şer ittifakına/odaklarına “dünya hayatında bir çekicilik (güç, ihtişam) ve mallar, imkânlar verdin. Rabbimiz, senin yolundan saptırmaları için mi?” Rabbimiz, mallarını, mülklerini ve ellerindeki askerî imkânları dâhil tüm imkânlarını yerin dibine geçir ve onların kalplerini mühürle, gözlerini perdele, beyinlerini felç et; bu dünyada onları rezil ve rüsva yap, aşağılık kıl, çünkü “onlar, acıklı azabı görecekleri zamana kadar iman etmeyeceklerdir.” Ve  “Yol, ancak insanlara zulmeden ve yeryüzünde haksız yere ‘tecavüz ve haksızlıkta bulunanların’ aleyhinedir. İşte bunlar için acıklı bir azap vardır.” (42/Şûrâ, 42).

 

[1] Vecdi Akyüz, Kur’ân’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 1998, s. 261-267.

[2] Vecdi Akyüz, a.g.e., s. 261-267. Rağıb el-İsfahani, Müfredât, Pınar Yayınları, İstanbul, 2016, s. 227-229.

[3] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, Azim Dağıtım, İstanbul, c.10, s. 173. Rağıb el-İsfahani, a.g.e., s. 227-229. Vecdi Akyüz, a.g.e., s. 261-267, 323.

[4] Vecdi Akyüz, a.g.e., s. 381-382.

[5] Fikret Karaman, İsmail Karagöz, İbrahim Paçacı, Mehmet Canbulat, Ahmet Gelişgen, İbrahim Ural, Dini Kavramlar Sözlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2006, s. 52.

[6] Bu­hari, 14/6365.

[7] Buhari, 14/6367.

 

 

https://profdrburhanettincan.blogspot.com/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

21. Asırda Ümmet Şuurunun Yeniden İnşası-11: ÜMMETİN İTTİFAKINI YIKAN BİR HASTALIK-4: HEVA CEPHESİNİN EN KÖTÜ ÖZELLİĞİ BAĞY

  Prof. Dr. Burhanettin Can  – Umran Dergisi/Ekim 2025-374. Sayı                                                                            ...