6284 Sayılı Aileyi Koruma(!) Yasası, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ve 4721 Türk Medeni Kanunu, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve 2011 İstanbul Sözleşmesi referans alınarak hazırlanmıştır. Tüm bu yasa ve uygulama yönetmeliklerinde kullanılan dil, kavramlara yüklenen anlamlar, kavramlara yapılan vurgular ve şiddet kavramına çizilen çerçeve, bir psikolojik savaş mantığının ürünüdür. Özellikle, “sözlü” ve “psikolojik şiddete” ilişkin tanımlama, ahlak sisteminin kullandığı her türlü kınama ve sözlü müeyyideyi imkânsız hale getirmektedir. O nedenle 2011 İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Yasa’nın ahlak sistemi üzerinde yapacağı tahribatı ele alıp değerlendirmekte fayda vardır. Bu yazıda bu konu ele alınmaktadır.
Ahlak Nedir?
Ahlak kelimesi: Arapça bir kelime olup, huy, seciye, mizaç
manasına gelen hulk (veya hulûk) kelimesinin çoğuludur. Hulk; din,
tabiat ve seciye mânâlarına gelir. İnsanın beden ve ruh bütünlüğü ile
alâkalıdır.[1]
Literatürde ahlak ile ilgili yapılmış değişik tanımlamalar
mevcuttur.[2] İslâm
âlimleri arasında yaygın olan tarif: “Ahlak nefiste yerleşen bir melekedir ki,
fiil ve davranışlar fikri bir zorlamaya ihtiyaç olmadan, bu meleke sayesinde
kolaylıkla ortaya çıkar.” Ahmet Rıfat; tarifte geçen “nefiste yerleşen meleke”
ifadesini, “Kâtibin bir şey yazarken harf harf düşünmediği, saz çalan kimsenin
çaldığı sazın ahengini nağme nağme düşünmediği gibi, ahlaki fiilin de
kendiliğinden meydana gelmesi icap eder.”[3] diyerek
açıklamıştır.
Literatüre yansıyan ahlaka ilişkin tariflerin analizinden
ahlakın değerler sistemine dayandığı görülmektedir. Ahlakın temel fonksiyonu,
değerler sisteminin ön gördüğü hayat tarzının korunmasıdır. Ahlakın ön gördüğü
koruma, herhangi bir kanun gücü içermemektedir. Sergilenen bir söz, davranış ve
bir fiil karşısında fertlerin içselleştirilmiş olarak kendiliğinden olumlu ya
da olumsuz bir tarzda tepkisini ortaya koyması ahlakın kullandığı güçtür.
Burada yergi ya da övgü vardır. ‘ayıp’, ‘utan’, ‘Allahtan kork kullardan utan’,
‘terbiyesiz herif’, ‘ahlaksız’ gibi ifadelerin kullanılması ile meydana
getirilen bir baskı söz konusudur. Toplum tarafından içselleştirilme ve
kendiliğindenlik, ahlakı etkili kılan ana unsurdur.
Toplumun ya da bireylerin böylesi bir tepki verebilmesi,
ortak bir tavır belirlemesi, toplumun bireyleri arasında değerlere dayanan
güçlü ortak paydaların olması ile mümkündür. Zaten ortak payda yoksa toplum,
kimliğini kaybetmekte ve sürüleşmekte, kalabalıklara dönmektedir.
Bütün bunları ve literatürdeki ahlak tanımlamalarını da göz
önüne alarak daha genel bir ahlak tanımı yapmak mümkündür. Ahlak, bir değer
sisteminin ön gördüğü hayat tarzını, kültür ve medeniyeti koruyan, ferdin
etkileşim içerisinde olduğu kişi/toplum/kurum, tabiat/çevre, meslek/iş ile
arasındaki ilişkilerini değer sistemine göre tanzim eden, fert ve toplum
tarafından içselleştirilen, kendiliğinden dışa vurup tepki gösteren, kanun
gücü, fiziksel ve cinsel şiddet içermeyen, yumuşak güç (soft power) kullanan ve
insan tabiatına iyice yerleşmiş özel bir melekedir.
Değer sistemi, insanın ilişki kurduğu tüm alanlarla ilgili
kurallar ve hükümler koyar. Bunlara ahlak kuralları denilmektedir. Ahlak
sistemini oluşturan unsurları, değer sistemi, niyet, görev ve
sorumluluk, müeyyide, fiil ve içselleşme-kendiliğindenlik olarak ifade
edebiliriz.
Değer sistemleri içerisinde kural koyucu üst otoriteden
gelen değerler ile o toplumun yüzyıllar içerisinde oluşturduğu örf, adet,
gelenek, görenek ve töreler vardır. Örf, adet, gelenek, görenek ve törelerin
yöresel özellikler içerebilmesi durumunda, ana iskelet sabit kalmak şartıyla
ahlakı kurallar, yöreden yöreye değişiklik gösterebilir.
Değer sistemi, toplumun bütününü kuşatan emir ve yasakları
ihtiva ettiği gibi, toplumdaki farklı yapılara, birimlere ilişkin bazı özel
emir ve yasakları da ihtiva eder. Bu da, genel görev ve sorumluluklara ilave
olarak daha özel görev ve sorumlulukların varlığını ön görür. Ferdin farklı
görev ve sorumluluk alanlarını, ana değer sistemini ihdas eden yüksek otoriteye
karşı, kendine karşı, ailesine karşı, akrabasına karşı, komşusuna karşı,
topluma karşı, tabiat ve diğer canlılara karşı ve ferdin yöneticilere,
yöneticilerin topluma karşı görev ve sorumlulukları olarak sınıflandırabiliriz.
Bu farklı, özel görev ve sorumluluk alanları, özel ahlak kurallarının ortaya
çıkmasına sebebiyet vermiştir. Bu durumda ahlak sistemleri, genel olarak,
aşağıdaki alt ahlak alanlarını bünyelerinde barındırırlar:
- Kulluk
ahlakı: Değerleri koyan yüksek otoriteye karşı uyulacak ahlaki
kurallar.
- Ferdi
ahlak: Ferdin bizzat kendisine karşı uyması gereken ahlaki
kurallar.
- Aile
ahlakı: Aile ilişkilerine ilişkin ahlaki kurallar.
- Akrabalık
ahlakı: Akrabalık ilişkilerine ilişkin ahlaki kurallar.
- Komşuluk
ahlakı: Komşuluk ilişkilerine ilişkin ahlaki kurallar.
- Sosyal
ahlak: Toplumsal ilişkilere ilişkin ahlaki kurallar.
- Devlet
ahlakı: Yöneten ve yönetilen ilişkilerine ilişkin ahlaki kurallar.
- Çevre
ahlakı: Tabiatla ve diğer canlılarla ilişkilerle ilgili ahlak
kurallar.
- Meslek
ahlakı: Meslek veya işin gerektirdiği kurallara uyma sorumluluğu
Bu alt alanlar için ihdas edilen kurallar, birbirlerini
karşılıklı olarak etkilerler. Ferdi ahlak için konan kurallar, diğer tüm ahlak
alanlarını derinden etkiler.
İlk Ahlak Sistemleri
Ahlak sistemleri, ilk insanın yaratılışı ile birlikte İblis
ile Hz. Âdem arasında ki mücadele sürecinde ortaya çıkar. Hz. Âdem ve eşi
cennete yerleştirildiklerinde, kendilerine vazedilen emir yasaklarla belirlenen
bir hukuk ve bir ahlak sistemi ortaya çıkmıştır. Kur’ân-ı Kerim’de yaratılışı
anlatan ayetlerde bunu çok rahat bir şekilde görebilmekteyiz. (2/35-39, 7/19,
7/12-28, 17/61-63, 20/117-123, 38/75-85, 15/32-43)
Allah, Hz. Âdem ve eşine cennetteki hayatları ile ilgili
gerekli olan değerleri, emir ve yasakları, helal ve haramları, tehlikeleri
bildirdikten sonra, bunlara uymaması durumunda başlarına geleceklerle ilgili
gerekli bilgiyi vermiştir. Emir ve yasaklarla ilgili kullanılan, yasaklar ihlal
edildikten sonra kullanılan, İblisin isyanı ile ilgili kullanılan ve
hidayetçilerle ilgili kullanılan kavramlar, ahlak sistemine ilişkin
kavramlardır. Bunların, dini merkezli, ferdi ahlak, komşuluk ahlakı,
sosyal ahlak ve çevre ahlakı ile ilgili olduğuna dikkat edilmelidir.
Yaratılış olayında ahlak sistemi açısından dikkat edilmesi
gereken bir nokta da, iki kişilik bir aile ve bir toplumun var olmasıdır.
Komşuları ise düşmanları olan İblis’tir. Yukarıda kullanılan ve de suç işleme
sonrasında nedâmet duymalarından, tevbe edip af dilemelerinden, nefislerine
zulüm ettiklerini söylemelerinden, değer koyan üst otorite olan Allah’a karşı
gösterilen kulluk ahlakı; kendileri ile ilgili kınama, yargılama yaptıkları
için fert, aile ve sosyal ahlak boyutunun var olduğunu söyleyebiliriz.
Ahlak sistemi ile ilgili tüm unsurlar, İblis açısından da
incelenebilir. İblis nedâmet duymayıp üst otorite olan Allah’ı suçlamaktadır.
Komşularına kötülük düşünmekte, onlara yalan söyleyerek aldatmaktadır.
Mahiyetini bildiği şeylerle ilgili tam ters bilgiler vermektedir. Dolayısıyla
tarihte ki ilk ve en büyük yalancı, hilekâr ve tuzak kurucu İblistir.
Ahlak açısından dikkat çeken bir başka nokta ise, Hz. Âdem
ve eşinin çıplaklığa karşı gösterdikleri tepkinin, hayâ duygusu, içselleştirilmiş
bir kendiliğindenlik şeklinde tezahür etmiş olmasıdır. Bu kendiliğinden vuku
bulan tepki, insan fıtratına yerleştirilmiş bir melekeden-yazılımdan- dolayı
meydana gelmiş olabilir. Bu durumda ahlakın iki bileşeni olduğunu
söyleyebiliriz:
1. Yaratılıştan insan bünyesine yerleştirilen ahlakla ilgili
bilgi.
2. Değerlerin ve kuralların eğitim yoluyla kazanılması ile
oluşan bilgi.
İki Ana Ahlak Sistemi: Güzel Ahlak, Kötü Ahlak
İblis’in isyan edip insanoğluna savaş açması ve Allah
tarafından kendisine belli bir vakte kadar yaşama izni verilmesi ile iki farklı
değer koyucu otorite var olmuştur: Allah ve İblis.
İblis, tevhidi değerleri çarpıtıp doğruyu yanlış, yanlışı
doğru, helali haram, haramı helal göstereceğine dair yemin etmiştir. Bunu göz
önüne alırsak şeytanı değerler, ya tevhidi değerlere tamamen karşı, ya da
tevhidi değerlerin çarpıtılmış, saptırılmış, tahrif edilmiş şeklidir.
İnsan fıtratının bir ifadesi olduğu için tevhidi değer sistemi, insanı huzura
mutluluğa götürür. Buna dayanan ahlak sistemi de güzeldir, yücedir ve doğrudur.
Şeytani değer sistemi, insan fıtratına zıt olduğu için buna dayanan ahlak
sistemi de, kötüdür, aşağıdır ve de yanlıştır.
Dolayısıyla yaratılış olayından günümüze güzel ve
kötü ahlak olmak üzere iki ahlak sistemi, iki ayrı kaynaktan
beslenerek nesilden nesle intikal ederek gelmiştir. Güzel ahlakla ilgili
yaklaşık 18 ana kavram vardır ve bunlar tüm alt alanlarla ilişkilidir. Bunlar,
âr, hayâ, edeb, iffet, namus, vakar, mizac, fıtrat, birr, rıfk, zühd, sılâ-ı
rahîm, sabır, verâ, sehâvet, kerem, hak ve adalet kavramlarıdır.
Kötü ahlakla ilgili yaklaşık 18 ana kavram vardır ve bunlar
da, tüm ana alt alanlarla ilişkilidir. Bunlar da, yalan, lanet, gıybet,
buğz, koğuculuk, zan, tecessüs, tartışmacılık, hamr, hased, nifak, zulm,
tekfir, fahşâ, kibir, hile, katılaşma, ğulûl kavramlarıdır.
Peygamberler, Allah’tan vahiy aracılığıyla bilgiyi alıp
insanlığa ulaştırarak güzel ahlakı ihya etmek ve yerleştirmek için
çalışmışlardır. Hz. Âişe’nin (radıyallahu anhâ) “Resûlüllah'ın ahlakı
Kur’ân'dır.” demesi, peygamberin getirdiği ahlak sisteminin tamamen vahye
dayandığı anlamına gelmektedir.
Peygamberler, Allah’ın takdir ettiği aralıklarla insanlığa
gönderilerek güzel ahlak sisteminin nesilden nesile intikali etmesini
sağlamışlardır. Kur’ân-ı Kerim’de peygamberimizle ilgili olarak “Ve
şüphesiz sen, pek büyük bir ahlak üzerindesin.” (68/4) denmesi, bu
silsilenin varlığına güzel bir işarettir. Nitekim Hz. Muhammed (s), “Ben
ahlakî prensipleri tamamlamak üzere gönderildim.” buyurarak
peygamberler silsilesinin getirdiği ahlak sistemini tamamlamak için
gönderildiğini ifade etmiştir.
İblis’in ihdas ettiği değer sistemine dayanan ahlak sistemi,
kötü ahlak sistemidir. Çünkü insan fıtratına zıttır ve de İblis, insanın helak
olmasını istemektedir. Tarihi süreç içerisinde İblis’in yolundan gidip
peygamberlerin inşa ve ihya ettiği ahlak sistemini bozanlar, Tağutlar, İblis’in
elçileri olarak görev ifa edip, kötü ahlakı inşa etmeye çalışmaktadırlar
(2/257; 16/36).
Güzel Ahlak Sistemi: İslâm Ahlak Sistemi
İslâm ahlak sisteminde, üst otorite Allah’tır. Bu ahlak
sistemi, tevhidi değerleri merkez alarak inşa edilmiştir. Amacı, tevhidi
değerlerin ön gördüğü bir hayat tarzının inşa edilmesi, ihya edilmesi ve de
korunmasını sağlamaktır. İslâm ahlakındaki niyet unsuru Allah rızası, fiil
unsuru ise sâlih ameldir. İslâm ahlak sisteminde niyet çok önemli bir unsurdur.
Çünkü amelle niyet arasında ciddi bir bağ vardır. Hz. Peygamber (s.)’in; “Muhakkak
ki, ameller niyetlere göredir.”[4] sözü, bu
olgunun en güzel ifadesidir.
İslâm ahlak sisteminin dayandığı temelleri ortaya koyan
birçok anahtar kelime vardır. Bu kavramların tümü, iman kavramı ile yakından
ilişkilidir: “Resûlüllah (s.): “Müminler arasında imanca en kâmil
olanı, ahlakça en güzel olanıdır. En hayırlınız da ailesine hayırlı olandır.”[5] “İman
yetmiş türdür. En üstünü 'Lâ ilâhe illâllah'tır, en aşağısı da yol üzerinde
insanlara eziyet verecek bir şeyi kaldırmaktır. Hayâ da imanın bir bölümüdür.”[6]
İslâm âlimlerine göre İslâm dininin gayesi, beş temel esası
koruma altına almaktır: Dini, nefsi, aklı, nesli, malı. Bu esasın, ahlakı
ilgilendiren tüm alt alanlarla doğrudan ya da dolaylı bir ilişkisi vardır. O
nedenle güzel ahlakın ana gayesi bu 5 temel alanın korunmasıdır. Bu beş temel
esasın korunması için tevhidi değerler birçok emir ve yasak ihtiva etmektedir.
O nedenle İslâm âlimleri, İslâm ahlakının bir görev ve sorumluluk ahlakı
olduğunu belirtirler.
Herhangi bir suç ve kötülük karşısında olaya, ya da olguya
ilk müdahale eden değer sistemidir. Değer sistemi engel olamıyorsa, ahlak
sistemi devreye girer; o da mani olamıyorsa hukuk sistemi devreye girer (Şekil
1). Bu etkileşimin en güzel örneği Hz. Yusuf’un başına gelen olayda
rahatlıkla görülebilir (12 Yusuf 22-35).
2011 İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Yasadaki Muğlak Kavramların Sebep Olacağı Zihinsel Tahribat
2011 İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Yasa’nın muhtevası ile ahlak sisteminin muhtevası arasındaki çatışmayı daha doğrusu savaşı daha iyi görebilmek için öncelikle bu iki yasada yer alan şiddet tanım ve çeşitlerini göz önüne almamızda fayda vardır (Şekil 2). Çünkü İstanbul Sözleşmesinin temel dayanağı şiddet olgusudur. Sözleşmede fiziksel, ekonomik, cinsel, psikolojik ve sözel şiddet olmak üzere beş farklı şiddet türü yer almaktadır.
2011 İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Yasa ve uygulama
yönetmeliği incelendiğinde aile ortamı sanki bir savaş ortamıdır. Özellikle
2011 İstanbul Sözleşmesinin pek çok maddesinde şiddet kavramı bir şekilde
geçmektedir.
2011 İstanbul Sözleşmesinde yer alan şiddet ile ilgili
kavramlar şunlardır: “Kadına karşı şiddet”, “aile içi şiddet”, “kadınlara
karşı toplumsal cinsiyete dayalı şiddet”, “toplumsal cinsiyet ayırımcılığı”,
“psikolojik şiddet”, “fiziksel şiddet”, “cinsel şiddet”, “cinsel taciz”, “taciz
amaçlı takip”, “ırza geçme de dâhil olmak üzere cinsel şiddet eylemleri”,
“zorla yapılan evlilikler”, “kadın sünneti”, “kürtaja ve kısırlaştırmaya
zorlama”, “kadına karşı şiddetin yapısal özelliğinin toplumsal cinsiyete
dayandığı”, “toplumsal cinsiyete dayalı şiddet”, “toplumsal cinsiyet temelli
bir şiddet eylemi anlayışıyla”, “toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin kadın
mağdurları”, “kadın olduğu için yöneltilen şiddet”, “sözde “namus” adına
işlenen suçlar”, “kadınlara karşı ayrımcılık yapan yasa ve uygulamalar”,
“kadınların güçlendirilmesine ilişkin politikalar”, “kadınların daha aşağı
düzeyde olduğu düşüncesi”, “kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak
klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer
uygulamaların kökünün kazınması”, “toplumsal klişelerden arındırılmış toplumsal
cinsiyet rolleri”, “kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış
kalıplarının değiştirilmesi”, “kadınlara karşı şiddetin ve aile içi şiddetin
toplumsal cinsiyet boyutlu bir anlayışa dayalı olması”, “arabuluculuk ve
uzlaştırma da dahil olmak üzere, zorunlu anlaşmazlık giderme alternatif
süreçlerini yasaklamak”.
6284 Sayılı Yasa ve yönetmeliğinde yer alan şiddet ile
ilgili kavramlar şunlardır: “Şiddet”, “ev içi şiddet”/”aile içi şiddet”,
“kadına yönelik şiddet”, “şiddet mağduru”, “şiddet önleme ve izleme
merkezleri”, “şiddet uygulayan”, “tedbir kararı”, “gecikmesinde sakınca bulunan
hal”, “önleyici tedbir kararı”, “geçici koruma”, “hayati tehlike”, “korunan
kişi”, “fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve
davranış”, “şiddetin uygulandığı hususunda delil veya belge aranmaz”, “bu kanun
kapsamındaki şiddetin sonlandırılması için çalışan ilgili sivil toplum
kuruluşlarıyla işbirliği yapmak”, “fiziksel, duygusal, cinsel, ekonomik veya
sözlü istismara veya şiddete uğrayanların”, “korunan kişinin talebi”,
“çocuklarına yaklaşmaması”.
2011 İstanbul Sözleşmesinin 1. Maddesi Sözleşmenin maksatlarını ifade
etmektedir. 1. Maddede tam 9 kez şiddet kavramı kullanılmaktadır. Şiddet
kavramının bu kadar bol kullanıldığı bir sözleşmede ya da yasada beklenti,
şiddeti ve türlerini kendi içinde tutarlı ve fakat teferruattan ari olacak
tarzda tanımlamak olmalıydı ve tüm maddelerde bu tanımla uyumlu bir şekilde
şiddet kavramı kullanılmalıydı. Yukarıda belirtilen kavramların tanımlandığı ya
da geçtiği yerlere bakıldığı zaman kavramlarda bir muğlaklığın olduğu
görülmektedir.
İstanbul Sözleşmesi, 6284 Yasa ve yönetmeliğinde “kadına
karşı şiddet”, “aile içi şiddet”, “ev içi şiddet “ tanımları yapılmaktadır:
“İstanbul Sözleşmesi Madde 3- Bu Sözleşme maksatlarıyla: a- “kadına karşı
şiddetten”, kadınlara karşı bir insan hakları ihlali ve ayrımcılık anlaşılacak
ve bu terim, ister kamu ister özel yaşamda meydana gelsinler, söz konusu
eylemlerde bulunma tehdidi, zorlama veya özgürlüğün rastgele bir biçimde
kısıtlanması da dahil olmak üzere, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik veya
ekonomik zarar ve acı verilmesi sonucunu doğuracak toplumsal cinsiyete
dayalı tüm şiddet eylemleri olarak anlaşılacaktır;
Madde 3- b- “aile içi şiddet”, eylemi gerçekleştiren,
mağdurla aynı ikametgâhı paylaşmakta olsun veya olmasın veya daha önce
paylaşmış olsun veya olmasın, aile içinde veya aile biriminde veya
mevcut veya daha önceki eşler veya birlikte yaşayan bireyler
arasında meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik veya
ekonomik şiddet eylemleri olarak anlaşılacaktır;
d- “kadınlara karşı toplumsal cinsiyete dayalı
şiddet”, bir kadına karşı, kadın olduğu için yöneltilen veya
kadınları orantısız bir biçimde etkileyen şiddet olarak anlaşılacaktır;”
“6284 Sayılı Yasa Madde 2- 1 b) Ev içi şiddet: Şiddet
mağduru ve şiddet uygulayanla aynı haneyi paylaşmasa da aile veya hanede ya da
aile mensubu sayılan diğer kişiler arasında meydana gelen her türlü fiziksel,
cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddeti,
1 ç) Kadına yönelik şiddet: Kadınlara,
yalnızca kadın oldukları için uygulanan veya kadınları etkileyen
cinsiyete dayalı bir ayrımcılık ile kadının insan hakları ihlaline yol
açan ve bu kanunda şiddet olarak tanımlanan her türlü tutum ve davranışı,”
1 d) Şiddet: Kişinin, fiziksel, cinsel,
psikolojik veya ekonomik açıdan “zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle
sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna yönelik tehdit ve
baskıyı ya da özgürlüğün keyfî engellenmesini de içeren, toplumsal, kamusal
veya özel alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya
ekonomik her türlü tutum ve davranışı,” (“6284 yönetmelik Madde 3- m’deki
şiddet tanımı aynıdır.)
Bu maddelerde yer alan “ ‘kadına karşı şiddetten’, kadınlara
karşı bir insan hakları ihlali ve ayrımcılık anlaşılacak” cümlesinde şiddetin
ayrımcılıkla ilişkilendirilmesi ve Sözleşmede ayrımcılığın tanımlanmamış
olması, uygulamada keyfilikler getirecek, yargıca göre cezai müeyyideler
değişecektir. Ayrıca “özgürlüğün rastgele bir biçimde kısıtlanması” ifadesinde
“rastgele kısıtlama” kavramsallaşmasında “rastgeleliği” tayın edecek etken
nedir? Rastgele olmakla olmamak arasındaki sınır nasıl belirlenmektedir? Bu
soruların cevapları Sözleşmede bulunmamaktadır.
“Kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zarar
ve acı verilmesi sonucunu doğuracak toplumsal cinsiyete dayalı tüm
şiddet eylemleri olarak anlaşılacaktır” ifadesinde, kadınlara uygulanan bir
şiddetin “toplumsal cinsiyete dayalı” olup olmadığının ölçüsü nedir? Bu
ayırım neye göre ve kim tarafından yapılmaktadır ya da yapılacaktır?
Beşeri zaaflardan dolayı ortaya konan her türlü tepki ya
da şiddeti, toplumsal cinsiyete dayandırmaktaki amaç nedir?
“Kadınlara karşı toplumsal cinsiyete dayalı şiddet”,
“kadınları orantısız bir biçimde etkileyen şiddet olarak anlaşılacaktır” ifadesinde “orantısız
bir biçimde etkileyen şiddet” ifadesinin “toplumsal
cinsiyetle” bağı nasıl ve niçin kurulmuştur? anlaşılamamaktadır.
Benzer şekilde Sözleşmenin giriş kısmında “Kadına
karşı şiddetin yapısal özelliğinin toplumsal cinsiyete dayandığını ve kadına
karşı şiddetin, kadınların erkeklere nazaran daha ast bir konuma
zorlandıkları en önemli sosyal mekanizmalardan biri olduğunun
bilincinde olarak;” cümlesinde “Kadına karşı şiddetin yapısal özelliği”,
“toplumsal cinsiyete” ile irtibatlandırılırken hangi veriler esas alınmıştır?
Böyle veriler elde mevcut mudur? Elde sağlam veriler yok ise bu bağlantı hangi
amaçla ve niçin kurulmuştur?
2011 İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Yasada Ahlak
Sistemine Açılan Savaş
2011 İstanbul Sözleşmesinin ve buna dayanarak hazırlanan
6284 Sayılı Yasanın bir aile yıkım projesi olduğunun en güzel göstergesi, ahlak
sisteminin öngördüğü müeyyideleri (yumuşak güç kullanmayı) şiddet kavramının
kapsam alanına almış olmasıdır. (Okuyucunun bu kısmı daha iyi anlayabilmesi ve
değerlendirebilmesi için ahlak kısmına bir kez daha bakmasında fayda vardır.)
Yukarıdaki bölümde dikkat çektiğimiz nokta, kavramların
tanımlanmamış olması, tanımlananların da çok muğlak ve esnek olarak tanımlanmış
olmasıdır. 6284 Sayılı Yasa ve yönetmeliğinde şiddet tanımı yapılmakta
fakat “fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum
ve davranışı,” cümlesinde yer alan fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya
ekonomik şiddet kavramları tanımlanmamaktadır. Sözlü şiddetle psikolojik şiddet
arasındaki sınırın ne olduğu belli değildir. Oysa İstanbul Sözleşmesinin 3.
Maddesi, tanımlara ayrılmıştır ve bu şiddet türlerinin hiçbiri orada
tanımlanmamaktadır. Ancak İstanbul Sözleşmesinin 33. 35-40. Maddelerinde
psikolojik, fiziksel ve cinsel şiddet kavramlarına tanımları gereği gibi
yapılmadan yer verilmiştir:
“İstanbul Sözleşmesi Madde 33- Psikolojik şiddet
Taraflar bir şahsın psikolojik bütünlüğünü zorlamayla veya
tehditlerle ciddi bir şekilde bozmaya yönelik kasıtlı girişimlerin
cezalandırılmasını temin edecek gerekli yasal veya diğer tedbirleri
alacaklardır.”
“İstanbul Sözleşmesi Madde 35- Fiziksel şiddet
Taraflar başka bir şahsa karşı kasten fiziksel şiddet
eylemlerinde bulunmanın cezalandırılmasını temin edecek gerekli yasal veya
diğer tedbirleri alacaklardır.”
“İstanbul Sözleşmesi Madde 36- Irza geçme de dahil olmak
üzere cinsel şiddet eylemleri
1- Taraflar aşağıdaki kasten gerçekleştirilen eylemlerin
cezalandırılmasını sağlamak üzere gerekli yasal veya diğer tedbirleri
alacaklardır:
a- Başka bir insanla, rızası olmaksızın*, herhangi bir vücut
parçasını veya cismi kullanarak, cinsel nitelikli bir vajinal, anal veya oral
penetrasyon gerçekleştirmek;
b- Bir insanla, rızası olmaksızın*, cinsel nitelikli diğer
eylemlere girişmek;
c- Başka bir insanın, rızası olmaksızın*, üçüncü bir insanla
cinsel nitelikli eylemlere girmesine neden olmak.
2- Rıza, mevcut koşullar bağlamında değerlendirilmek
üzere, şahsın özgür iradesi sonucunda gönüllü olarak verilmelidir.
3- Taraflar 1. fıkrada yer alan hükümlerin aynı zamanda iç
hukukta kabul edilmiş olan, eski veya mevcut eşlere veya birlikte yaşayan
bireylere karşı gerçekleştirilmiş eylemler için de geçerli olmasının temin
edilmesi için gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.”
“İstanbul Sözleşmesi Madde 40- Cinsel taciz
Taraflar bir şahsın onurunu ihlal etme etkisi
yaratan veya bu maksatla gerçekleştirilen, ve özellikle de
aşağılayıcı, düşmanca, hakaretamiz, küçük düşürücü veya saldırgan bir ortam
yaratırken, her türlü istenmeyen, cinsel mahiyette sözlü veya sözlü
olmayan veya Fiziksel davranışın cezai veya diğer yasal yaptırıma tabi olmasını
temin etmek üzere gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.”
Bu maddelerin tümü bir şekilde ahlak sistemi ile alakalıdır.
Cinsel şiddet ve cinsel taciz ile ilgili maddelerde ayrıntı verildiği için bu
maddelerin öne çekilerek ahlak sistemi ile olan ilişkilerini değerlendirmek
yararlı olacaktır. Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için İstanbul Sözleşmesinin
4. Maddenin 3. fıkrasını hatırlamakta fayda vardır:
“İstanbul Sözleşmesi Madde 4-3- Taraflar bu Sözleşme
hükümlerinin, özellikle de mağdurların haklarını korumaya yönelik
tedbirlerin, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil,
din, siyasi veya başka tür görüş, ulusal veya sosyal köken, bir ulusal
azınlıkla bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel yönelim, toplumsal
cinsiyet kimliği, sağlık durumu, engellilik, medeni hal, göçmen veya
mülteci statüsü veya başka bir statü gibi, herhangi bir temele dayalı olarak
ayrımcılık yapılmaksızın uygulanmasını temin edeceklerdir.”
Bu maddede “cinsel yönelim” denilen bünyesinde her türlü
cinsel sapma hareketini barındıran bir kavrama (Şekil 3), üstü kapalı bir
şekilde meşruiyet kazandırılmış ve her türlü ahlaki müeyyidenin uygulanmasından
muaf tutulmuştur.
Ayrıca İstanbul Sözleşmesinin 36. Maddesinde “rıza” olduktan
sonra, bizim dinimize, kültür ve medeniyet kodlarımıza göre “sapkınlık”,
“çirkin hayâsızlık” ve “gayrı meşru” olan her şey meşrudur, yapılabilir ve de
bunları hiçbir ahlaki ve de hukuki müeyyide uygulanamaz. Oysa Kur’ân-ı Kerim’e
ve hadisler göre “zina günahtır”, “suçtur” ve hem ahlaki hem de hukuki
“müeyyidesi vardır” (4/15,
25; 17/32; 24/2-9; 25/68; 33/30; 60/12; 65/1; Hadisler).
Meramımı anlatmak açısından birkaç ayetin metnine yer vermekte fayda vardır:
“Zinaya yaklaşmayın, şüphe yok o, 'çirkin bir hayâsızlık'
ve kötü bir yoldur.” (17 İsra 32)
“Zina eden kadın ve zina eden erkeğin her birine
yüzer değnek vurun. Eğer Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız, onlara Allah'ın
dini(ni uygulama) konusunda sizi bir acıma tutmasın; onlara uygulanan
cezaya mü'minlerden bir grup da şahit bulunsun.” (24 Nûr 2)
“Ebû Hüreyre (r.a.): Allah bir beldeyi helak etmek
istediğinde, orada zinanın açıkça işlenmesine fırsat verir.”[7]
Hz. Peygamber (s.): Zinadan sakının! Onun dört kötü
neticesi vardır. Yüzün nuruna giderir. Rızkı keser. Rahman olan Cenab-ı Hakkı
gazaba getirir. Deriyi de ateşe atar.[8]
Bu ayet ve hadislere göre konuşmak ve hareket etmek,
İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Yasa’ya göre suçtur. Daha da vahim olan,
bizim inanç sistemimiz, kültür ve medeniyet kodlarımıza göre “çirkin
hayâsızlık”, “fahşânın en pis ve çirkin şekli” olan “eşcinselliğin”
hukuki bir meşruiyete kavuşturulmasıdır. Oysa Kur’ân-ı Kerim’de ve hadislere
göre eşcinsellik en ağır suçlardan ve eylemlerden biridir ve toplumların helak
nedenidir. (6/86; 7/80-84; 11/70-89; 15/59-77; 21/74-75; 26/160-175; 27/56-59; 29/25-35; 37/133-138; 38/13; 50/13; 54/33-39).
“Lut'u da gönderdik, milletine “Dünyalarda hiç kimsenin
sizden önce yapmadığı bir hayâsızlığı mı yapıyorsunuz? Siz kadınları bırakıp
erkeklere yaklaşıyorsunuz, doğrusu çok aşırı giden bir milletsiniz.” dedi. (7/80-81). “Ve
onların üzerine bir (azap) sağanağı yağdırdık. Suçlu-günahkârların uğradıkları
sona bir bak işte.” (7/84). “Buyruğumuz gelince oraların
altını üstüne getirdik; üzerine Rabbinin katından, işaretli olarak yığın yığın
sert taş yağdırdık. Bunlar zalimlerden hiçbir zaman uzak olmayacaktır.” (11/82-83). “Şüphesiz
onlar, bozulmaya uğrayan kötü bir kavimdi.” (21/74). “…onlar,
sarhoşlukları içinde kör-sersemdiler.” (15/72). “Allah’ın
sizler için yarattığı eşlerinizi bırakıp da, insanlar içinden erkeklere mi
yaklaşıyorsunuz? Doğrusu siz sınırı aşmış (sapık) bir kavimsiniz!” (26/165-166). “…
yine de o çirkin utanmazlığı yapacak mısınız?” (27/54). “…Gerçek
şu ki, biz bu ülkenin halkını yıkıma uğratacağız. Çünkü onun halkı zalim
oldular.” (29/31). “Şüphesiz biz, fasıklık yapmalarından
dolayı, bu ülke halkının üstüne gökten iğrenç bir azap indireceğiz.” (29/34). “Yine
de akıllanmayacak mısınız?” (37/138). “Sonra geride kalanları
yerle bir ettik. Ve üzerlerine bir yağmur yağdırdık;
uyarılıp-korkutulanların yağmuru ne kadar da kötü.” (26/172-173).
“Res^lüllah (s.): “Âmâyı yoldan men eden melundur. Bir hayvana temasta
bulunan melundur. Lut kavminin iğrenç fiilini işleyen melundur.” [9]
Yukarıdaki ayet ve hadislerde geçen “hayâsızlığı mı
yapıyorsunuz?”, “çok aşırı giden bir milletsiniz”, “suçlu-günahkârların
uğradıkları sona bir bak”, “bunlar zalimlerden hiçbir zaman uzak
olmayacaktır”, “bozulmaya uğrayan kötü bir kavim”, “sarhoşlukları içinde
kör-sersem”, “sınırı aşmış (sapık) bir kavim”, çirkin utanmazlık yapmak”,
“zalim”, “fasıklık yapmak”, “gökten iğrenç bir azap indirmek, “işaretli olarak
yığın yığın sert taş yağdırmak”, “yerle bir ettik”, “üzerlerine bir yağmur
yağdırdık”, “uyarılıp-korkutulanların yağmuru ne kadar da kötü”,
“akıllanmayacak mısınız?” ve “Lut kavminin iğrenç fiilini işleyen melundur” ifadeleri,
2011 İstanbul Sözleşmesine ve 6284 Sayılı Yasa ve yönetmeliğine göre sözlü
şiddet ve psikolojik şiddet kapsamına girmektedir. Dolayısıyla bu kavramların
geçtiği hiçbir ayet kullanılamaz. Hukuki bir terim kullanmak gerekirse bunlar
gibi olan ya da benzeyen ayet ve hadisler 2011 İstanbul Sözleşmesi ve 6284
Sayılı Yasa tarafından mülga edilmişlerdir/etkisiz kılınmışlardır, hatta suç
ifadelerine indirgenmişlerdir.
Dolayısıyla 2011 İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Yasa
yürürlükte oldukları sürece, kültür ve medeniyetimizin öngördüğü Ahlak
sisteminin müeyyideleri kapsamına giren pek çok kavramı (Şekil 4) kullanmak
artık suçtur.
2011 İstanbul Sözleşmesi Bir Asimilasyon ve Kendi Kendini Sömürgeleştirme Projesidir
Sözleşmenin 12. ve 42. Maddelerinde, Batının öngördüğü
kültürel normlar hariç, diğer milletlerin kabul ettiği, benimsediği, asırların
birikimi olarak meydana gelen, zenginleşen kültür, din, adet, gelenek ve
törenin “kökünün kazınması” taraflardan istenmektedir:
“İstanbul Sözleşmesi Madde 12- 1- Taraflar kadınların daha
aşağı düzeyde olduğu düşüncesine veya kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak
klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, törelerin, geleneklerin ve
diğer uygulamaların kökünün kazınması amacıyla kadınların ve
erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değiştirilmesine yardımcı
olacak tedbirleri alacaklardır.
Madde 12- 5- Taraflar kültür, töre, din, gelenek
veya sözde “namus” gibi kavramların bu Sözleşme kapsamındaki herhangi
bir şiddet eylemine gerekçe olarak kullanılmamasını temin edeceklerdir.”
“İstanbul Sözleşmesi Madde 42- 1- Taraflar bu Sözleşme
kapsamında kalan şiddet eylemlerinin gerçekleştirilmesinden sonra başlatılan
ceza davalarında kültür, töre, din, gelenek veya sözde “namus”un gerekçe
olarak öne sürülmesinin önlenmesini temin etmek üzere, gerekli yasal
veya diğer tedbirleri alacaklardır.”
2011 İstanbul Sözleşmesindeki, “kadınların ve erkeklerin
toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, törelerin,
geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması”, “kadınların
ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değiştirilmesi” ifadelerinde
yer alan farklı kültür, din, adet, gelenek, töre ve namus gibi kavramların
“kökünü kazımak” istemekle, özel bir amacın var olduğu açık edilmektedir.
Nedir bu amaç ve hedef? Bu amaç ve hedefin ne olduğu,
sözleşmenin giriş bölümündeki “Kadına karşı şiddet ve aile içi
şiddetten arınmış bir Avrupa yaratmayı hedef edinerek”, ifadesinde
yatmaktadır. Yukarıdaki maddelerde geçen kavramları göz önüne aldığımızda Batının
niyeti, bu ve buna benzer sözleşmelerle muhatap ülkeleri kültürel olarak
çözerek asimile etmektir. “Kadına karşı şiddet” ve “aile içi
şiddet” kavramları bu amacı gizlemek için kullanılmıştır/kullanılmaktadır. Burada,
bir zamanlar Sovyetler Birliği’nin dünyadaki şartların değişimini göz önüne
alarak “Barış içinde bir arada yaşama” tezini (Brejnev Doktrini), komünizmi
yayma stratejisinin temel dayanağı yapmasına benzer bir durum söz konusudur.
İstanbul Sözleşmesinde “Kadına karşı şiddet” ve “aile
içi şiddet” ve benzer kavramsallaştırmalarla ve bu kavramsallaştırmalara
yüklenen anlamlarla diğer milletler, dinlerinden koparılarak (deizme
yönlendirme) kültürel olarak bir asimilasyona tabi tutulmak istenmektedir. Bu
nedenle 2011 İstanbul Sözleşmesi gizli bir sömürgeleştirme metnidir. İstanbul
Sözleşmesi, batılı olmayan ülkelerin kendi kendilerini sömürgeleştirme aracı
olarak kullanılmaktadır.
Yukarıda yer verdiğimiz Madde 12- 1’in “ (…) veya kadınların
ve erkeklerin toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların,
törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması amacıyla
kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının
değiştirilmesine yardımcı olacak tedbirleri alacaklardır.” ifadesinde bir
kültürel asimilasyon ve kendi kendini sömürgeleştirme harekâtının gizlendiğinin
görülmesi gerekir.
Sonuç: 2011 İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Yasa İvedilikle Fesh Edilmelidir!
Hukuk; toplumun benimseyip içselleştirdiği bir değer sistemi, bir kimlik ve bir kültür ve medeniyetin, sağlıklı sıhhatli yaşanabilir olması için ferdin kendisi, yaratıcısı, ailesi, komşusu, akrabası, toplumu, devleti ve diğer toplumlarla, insanlık âlemiyle olan ilişkilerini, toplumsal kimliğe, değer sistemine ve kültür ve medeniyet kodlarına göre düzenleyen güçle donanmış bir kurallar, kaideler ve normlar bütünüdür.
Bu nedenle hukukun kullandığı dil ve kavramlar, toplumsal kimlik, değer sistemi ve kültür ve medeniyet kodlarının öngördüğü dil ve kavramlar olmalıdır. Bu şekilde yapılanan bir hukuk sistemi, toplumun kimliğini, değer sistemini, kültür ve medeniyet kodlarını kuvvetlendirir; hukuk sistemine olan toplumsal güveni sağlar. Bu ilişki, hukuk sistemi ile ahlak sisteminin birbirini desteklemesini, kuvvetlendirmesini temin eder. Değer sistemi, ahlak sistemi ve hukuk sisteminin bütünleşmesi, birbirine destek olması, suç ve ceza oranlarının azalmasına sebebiyet verir; fert ve toplum korunur. Kendi ile ailesi ile akrabası ile komşusu ile toplumu ile devleti ile gelecek nesillerle ve geçmiş nesillerle barışık şahsiyetli bir insan unsuru ortaya çıkar. Aksi durum ferdi, toplumsal ve sistemsel bunalımdır ve krizler doğurur.
“Kanunlaştırma hareketleri”, her ülke ve millet için gereklidir, hatta
zorunludur. Önemli olan, kanunlaştırmanın nasıl, hangi temel unsurlara, hangi
değer sistemine, kültür ve medeniyet kodlarına göre yapılacağı ve nasıl bir dil
ve kavramlar kullanılacağıdır.
Bugüne kadarki uygulamalardan, tecrübelerden “Kanunlaştırmaların 3 farklı
şekilde yapıldığı” görülmektedir:
“1-Islah/ Rehabilitasyon: Var olan hukuk
kurallarının yeniden tanzimi ve yeni ihtiyaçları karşılar hale getirilmesi.
2- Resepsiyon: Yabancı bir hukuk sisteminin ülke
hukuk sistemi olarak kabul edilmesi ve düzenlenmesi.
3-Expansiyon: Sömürgeci devletlerin kendi
hukuklarını, sömürgelerine, gerektiğinde zor kullanarak taşımaları.”[10]
Resepsiyon ve expansiyon, devlete hâkim olan gücün,
genellikle halka rağmen gerçekleştirdiği bir olgudur. Her ikisinde ana slogan, “Halka
rağmen halk içindir.” olmaktadır.
Osmanlı’daki Tanzimat, Islahat fermanlarını ve Cumhuriyet
döneminde yasal düzenlemeleri göz önüne aldığımızda, son “İki yüz
yıllık süreçte hem resepsiyon hem de rehabilitasyon yapılmıştır.”[11] diyebiliriz.
Ancak İstanbul Sözleşmesinin bağlayıcılığı, yapılan işin bir resepsiyon olduğunu
göstermektedir. İstanbul Sözleşmesi ve bunu referans alarak hazırlanan tüm
yasalar, bizim kültür ve medeniyet kodlarımıza, değer sistemimize hem aykırı
hem de savaş açmış vaziyettedir. Nitekim Avrupa Birliği’nin genişlemeden
sorumlu komiserlerinden Olli Rehn’in aşağıdaki ifadeleri bunu teyit
etmektedir: “Üye ülkelerde olduğu şekilde, aday ülkelerde de lezbiyen,
gay, eşcinsel ve transseksüel hakları örgütlerinin varlık ve faaliyetlerinin
güvence altına alınmasının takipçisiyiz. Türkiye’nin bu konuda gerekli adımları
atmasını bekliyoruz”.[12]
Rıza merkezli cinsel özgürlük ve cinsel yönelim
kavramsallaştırılmaları ile, ahlaka, nikaha, namusa, edebe, hayâya, vakara,
şerefe, iffete, aileye, nesle ve insan fıtratına karşı şiddetli bir psikolojik
savaş açılmıştır. Bu gerçek görülmelidir.
Toplumun ifsadı, gelecek nesillerin feda edilmesi, neslin
yaşlanması, değişik hastalıkların ortaya çıkması ile sağlıksız bir neslin zuhûr
etmesi, cinsel tatminin gayrimeşru bir şekilde sağlanmasının sonuçlarıdır.
Yaratılış kanunlarına aykırı, insan fıtratına zıt, zararlı ve toplumun
geleceğini, neslin devamı yasasını ihlal ederek tehlikeye sokan hiçbir düşünce
ve yaşam tarzı meşru kabul edilemez, edilmemelidir! Bütün bunlardan dolayı,
cinsel özgürlük ve cinsel yönelim kapsamında eşcinselliğe, zinaya, fuhşa,
nikâhsızlığa insan hakkı olarak bakılamaz; ifade özgürlüğü kapsamına da
sokulamaz.
Bu nedenle 2011 İstanbul Sözleşmesi fesh edilmelidir! 6284
Sayılı Yasa kültür ve medeniyet kodlarımıza göre yeniden
yapılandırılmalıdır.
AB
sürecinde kendi kültür medeniyetimizin temel değerlerine taban tabana zıt
birçok olgu gündeme gelip yasallaştırılmaktadır. Bu noktada siyasiler (hassaten
iktidar sahipleri) son derece şuurlu, toplumuyla uyumlu, imani, ahlaki,
geleneksel değerlerini önceleyen bir tavırla hareket etmelidirler! Ayrıca STK’ların, cemaatlerin, hareketlerin, teşkilatların,
aydınların, akademisyenlerin, kanaat önderlerinin, genelde toplumun tümünün
gelinen noktada sorumluluk üstlenmesi, üzerlerine düşen görev ve
sorumlulukları, “en güzel tarzda mücadele” kanuniyetine uygun bir şekilde, hep
birlikte, kardeşçe, dostça yapması tarihi bir sorumluluktur.
Ve; “Şu halde, sen bundan dolayı davet et ve
emrolunduğun gibi dosdoğru bir istikamet tuttur. Onların heva (istek ve
tutku)larına uyma.” (42 Şûrâ 15)
Henüz vakit varken!
[1] TDV İslam
Ansiklopedisi, “Ahlak” maddesi, İstanbul.
[2] TDV İslam
Ansiklopedisi, “Ahlak” maddesi, İstanbul. Türkçe Sözlük, Türk
Dil Kurumu, Ankara, 2005. Doğan D.M., Büyük Türkçe Sözlük, Pınar
Yayınları, İstanbul, 2005.
[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları.
[4] Sahih-i
Buhari, 1401, K. İman: 41 c. I, s.19. İstanbul.
[5] Tirmizî, Radâ
11, (1162); Ebu Dâvud, Sünnet 16, (4682). Buhârî, Edeb: 39.
[6] Ebû Dâvud, Sünnet: 14.
[7] Deylemi,
Müsnedü’l-Firdevs; [1:266, Hadis No: 402].
[8] Taberânî Evsaf;
[3:130, Hadis No: 2924]
[9] Müslim, Edahi
43, (1978); Nesâî, Dahaya 34, (7, 232).
[10] Balcı, M.,
“Tanzimat’tan Ulusal Programa Yeniden Yapılanmanın Hukuki Gelişim Süreci” Genç
Hukukçular Hukuk Okumaları, Birikimler, İstanbul, 2003, c.1, s. 16-57.
[11] Balcı, M.,
“Tanzimat’tan Ulusal Programa Yeniden Yapılanmanın Hukuki Gelişim Süreci” Genç
Hukukçular Hukuk Okumaları, Birikimler, İstanbul, 2003, c.1, s. 16-57.
[12] Kumbasar, İ. K., Yeni Çağ, 23.06.2009.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder