(Milli Gazete)
GİRİŞ
Bölgede Türkiye, İran, Suriye ve Irak, görünürde terör
örgütleri (PKK, PYD/YPG, DAEŞ) ile savaşıyor; gerçekte bu dört ülke, terör
örgütleri üzerinden şer ittifakı (ABD-İngiltere-İsrail-Siyonizm) ile savaşıyor.
Ancak bu gizli savaşın adı henüz konmamıştır. Türkiye’nin Afrin’e yönelik Zeytin Dalı Harekâtı’nı,
adı konmamış bu gizli savaş kapsamında ele alıp değerlendirmek gerekmektedir.
Türkiye’nin Afrin’e yönelik Zeytin Dalı Harekâtı ile şer
ittifakı, olayı bir Türk-Kürt, Kürt-Arap ve Sünni-Nusayrı/Alevi/Şii çatışması
olarak göstermek istemektedir. Türkiye dışında ve Türkiye içerisinde başlatılan
psikolojik harekâtın bu boyutuna dikkat edilmelidir. O nedenle Türkiye, bu
harekâtın bölge halklarına karşı yapılan bir harekât olmadığını, taşeronları
üzerinden şer ittifakına karşı bir harekât olduğunu, Irak-Suriye düzleminde
vuku bulan olayların arka planını, görünmeyen yüzünü halkın anlayabileceği bir
dille belgelere, delillerle dayalı olarak çok estetik bir şekilde ortaya
koymalıdır.
Bu yazıda arka plan ile dil konusu özet olarak ele
alınacaktır.
***
SURİYE’NİN DÜŞMAN KANTON BÖLGELERE AYRILMASI
Suriye’de Arap Baharı adı altında olaylar başladıktan sonra,
Irak- Suriye hattında meydana gelen değişimlere bağlı olarak, yol boyu Millî
Gazete ve Umran dergisinde birçok makale yazdık. Bu makalelerde Suriye
meselesi; 1-İç Dinamikler, 2-Bölgesel Dinamikler ve 3-Küresel Dinamikler olmak
üzere 3 ana eksene ve bölgesel ve küresel güçlerin Suriye bağlamında çatışan 15
projesine göre bir değerlendirme yapılmış ve Suriye’nin, şartlara bağlı olarak
1-Üçe (Sünni Devleti, Nusayri Devleti, Kürt Devleti), 2- Dörde (Sünni Devleti,
Nusayri Devleti, Kürt Devleti, Hıristiyan Devleti), 3- Altıya (2 Sünni Devlet,
Nusayri Devleti, Kürt Devleti, Hıristiyan Devleti, Dürzi Devleti) bölünmek
istendiğini belirtmiştik.
Son gelişmeleri göz önüne aldığımızda şer ittifakı
(ABD-İngiltere-İsrail-Siyonizm), PKK, PYD/YPG, DAEŞ gibi terör örgütlerini
kullanarak Suriye’yi beş ya da altı bölgeli düşman kantonlara ayırmayı sonra da
kantonları, ayrı devletçiklere dönüştürüp birbiri ile savaştırmayı öngörmekte
olduğunu söyleyebiliriz. ABD’nin Türkiye’ye rağmen PYD/YPG’yi “stratejik ortak”
ilan edip düzenli orduya geçmesi için eğitmesi, ağır silahlarla donatmasının
sebebi budur.
Ancak Irak ve Suriye’nin bölünmesi, sadece lokal bir vaka
olarak ele alınıp değerlendirilirse hata yapılmış olur. Mesele, bölgede çatışan
projeler kapsamında ele alınıp değerlendirilmelidir.
Bölge ülkelerini bölmek ve birbiri ile savaştırmak,
böylelikle İsrail’i rahatlatabilmek ve genişlemesini sağlamak, enerji
havzalarına el koymak, Filistin meselesini göz ardı edebilmek, hatta bir
küresel savaş çıkarmak için Türkiye’yi provoke ederek kullanabilmek
hedeflenmektedir. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un yaptığı açıklamanın manası
bu olmalıdır:
“ABD’nin bu ülkedeki eylemleri, ya buradaki durumu
anlamadığını ya da bilinçli bir provokasyon yürüttüğünü gösteriyor. Uzun
zamandan beri, ABD’nin Suriye’nin önemli bir bölümünde alternatif yönetim
organları yaratmaya çalıştığını söylüyoruz. Washington, başta Suriye Demokratik
Güçleri (SDG) olmak üzere Suriye’de İşbirliği yaptığı gruplara kimi zaman
açıklayarak kimi zaman da duyurmadan silah sevkiyatı yapıyor.”(1)
***
Şer ittifakı, büyük Ortadoğu coğrafyasında ki 22 ülkenin
yeniden yapılandırılmasını öngörmekte ve bu amaçla bölgede etnik, mezhep, din
ve aşiret temelinde küçük site devletleri kurmak istemektedir. Bunun için de
“Kaostan Düzene Yaklaşımını” uygulamaya çalışmaktadır.
Şer ittifakı, “kaos teorisi”nin birinci aşaması olarak büyük
Ortadoğu coğrafyasının birçok bölgesinde askeri yapıları ve tüm otoriteleri
yıkarak toplumları etnik, din, mezhep ve aşiret eksenli olarak birbiri ile
savaştırarak herkesin herkese düşman olduğu bir kaos ortamı meydana
getirmiştir. Teorinin ikinci aşamasında ise kaostan, yorgun düşmüş, iç göçlerle
dini, mezhebi ve etnik olarak ayrışmış olan coğrafyada birbirine düşman küçük
özerk kanton bölgeler kurmayı; üçüncü aşamada da bu kanton bölgeleri
devletçiklere dönüştürüp savaştırmayı hedeflemektedirler. İsrail, ABD,
İngiltere adına yapılan aşağıdaki açıklamalar bunu teyit etmektedir.
İsrail Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı Moşe Yalon:
Suriye, şimdiden yarı-bağımsız yapılara bölünmüştür. Dürziler güneydeki belirli
alanlarda yoğunlaşırken, Suriyeli Kürtler de kuzeyde... Doğuda ise IŞİD gibi
Sünni unsurlar vardır.” (Sputnik, 21 Temmuz 2015)(2)
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry: “Bizim IŞİD ile mücadele
konusundaki kararlılığımız, büyük ihtimalle yıllar içinde karşılığını
bulacaktır. Kuzeyde ve batıda Kürt birlikler cesurca savaşıyor ve Sünni
aşiretler de sahaya çıkmaya başladı.”(2)
İngiltere Başbakanı David Cameron: “Radikal İslâmcı
tehditlerle mücadele için beş yıllık yeni bir plan yaptık”(2).
ABD’de, Brookings Enstitüsü’nce Haziran 2015’te hazırlanan
raporda, “Suriye’nin kantonlara ayrılması” ön görülmektedir. Rapora göre,
gelinen aşamada, “güvenli bölgeler” oluşturulmalı, sonra bu bölgeler, “özerk
bölgeye” dönüştürülmeli ve sonra da “konfederal bir Suriye” kurulmalıdır.
Oluşturulacak özerk bölgelerde, öncelikle, “seçilmiş insan unsurunun eğitilmesi
sağlanacak; ardından yönetim organları oluşturulacaktır”(3).
Brookings’in stratejisinde göre, “arazide savaşacak esas
kuvvetler”, “yerel güçler” olacaktır. Ancak güvenli bölgeler(Kantonlar), ABD
önderliğindeki “koalisyon güçleri tarafından oluşturulacak ve korunacaktır”.
“Türkiye de, bu kantonlaşmaya ortak edilecektir”(3).
Bu açıklamalara göre amaç, Suriye’yi bölmektir. Şer ittifakı
tarafından Irak-Suriye hattında DAEŞ’e izlettirilen stratejinin amacı, etnik,
dini ve mezhepsel olarak iç göç sağlayarak bölgeleri, kendi içlerinde etnik,
dini ve mezhebi olarak homojenleştirmekti. DAEŞ’in değişik operasyonları ile
meydana getirilen göç dalgasının ardından, Peşmerge, PKK, PYD-YPG güçleri, Kürt
nüfusun yaşadığı Kerkük, Tel Ebyad, Kobanı ve Afrin gibi bölgelerde kontrolü
ele geçirmiştir. Bu bölgeler arasındaki topraklarda yaşayan farklı etnik ve
mezhebi unsurları da göç ettirerek, Irak’ın kuzeyinden Akdeniz’e uzanan, “terör
koridoru” inşa etmek istemişlerdir. Koalisyon güçleri ise, etnik, dini ve
mezhebi olarak ayrışmış olan bölgeleri, “güvenli bölge” olarak ilan etmek,
“kantonlaştırmak” ve “özerkleştirmek” ve “devletleştirmek” amacına dönük olarak
faaliyet göstermektedir.
Türkiye’nin “stratejik ortağı”/ “dostu”, “model ortağı”
olduğu söylenen(!) ABD, bu amaçla, PYD-YPG terör örgütlerini “stratejik ortak”
ilan ederek onlarla 10 maddelik bir anlaşma yapmıştır:
***
“1- PYD’ye siyasi, ekonomik, diplomatik askeri desteğin
artırılması.
2- DSG’nin hâkim olduğu bölgelerde düzenli bir ordu kurulması
(ABD’nin eğittiği 400 asker Türkiye sınırlarındaki kantonlara yerleştirildi).
3- Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi.
4- Rakka’nın yeniden inşası için koalisyon güçlerin teşvik
edilmesi.
5- İşgal altındaki bölgelerde petrol, doğal gaz, su ve diğer
kaynaklardan yararlanılması.
6- Hükümet kurum ve kuruluşları, yargı sisteminin kurulması.
7- Bölgede hava savunması sisteminin kurulmasının ardından
ABD askeri üslerinin 5 alanda konumlandırılması ve bu üslerde 1000 civarında
askeri uzmanın her an hazır bulundurulması.
8- Diplomatik bürolarının kurulması, ABD diplomatlarının
bölgeye gelmesi, Cenevre’ye PYD’nin de dâhil edilmesi.
9- Bölgede seçim sürecine destek verilmesi.
10- Şam ile PYD arasında yapılacak müzakerelere yardımcı
olunması.”(4)
Bu anlaşmanın uzantısında ABD, Kuzey Suriye’de 12 askeri üs
açmış ve 5 bin askerini, YPG ve PYD’yi eğitmek üzere bölgeye yerleştirmiştir.
Terör örgütlerine 4800 TIR modern silah verip donatmış ve 60000 kişilik düzenli
bir ordu kurmak için onları eğitmeye başlamıştır.
“Sürece ortak edilmek istenen Türkiye”, oyunu nihayetinde
görebilmiş ve Suriye’nin kuzeyindeki bu oluşuma şiddetle karşı çıkarak
önce Fırat Kalkanı
sonra da Zeytin Dalı Harekâtı’nı yaparak oyunu bozmuştur. Nihayet Türkiye, şer
ittifakının ana stratejisinin Türkiye, Iran, Irak ve Suriye’yi bölmek olduğunu
görebilmiş ve şer ittifakına doğrudan cephe almıştır.
MÜMİNİN DİLİ, ŞAHISLARI DEĞİL, ZİHNİYETİ VE YAPILANLARI
HEDEF ALIR
Dil bir iletişim aracıdır. Kullanılan kelimeler, kavramlar,
muhataplar arasındaki ilişkiyi ya kuvvetlendirir ya da bozar. Birçok kötülüğün,
şerrin kaynağı yanlış, kötü dildir (5). İnsanı ateşe, ülkeyi, toplumu,
kargaşaya sürükleyen, kin ve nefret etrafa saçan kötü bir dilden başkası
değildir(6). O nedenle dil güvenliği, Müslüman’ın temel özelliklerinden
biridir(7).
İnsanın yapısında hem iyi özellikler, hem de kötü özellikler
iç içedir. Şeytan ve yolundan gidenler, insanın kötülük cephesine hitap ederek
hep kötü taraflarını öne çıkarmaya çalışırlar. İman edenler ise her şeyi ters
yüz edilmiş ve kafası karmakarışık olan insanları uyarabilmek için insanın
iyilik cephesine açık, etkileyici, nazik bir dil ve bir üslup ile hitap ederler.
Onun için Kur’an, “Onlara öğüt ver ve onlara nefislerine ilişkin açık ve
etkileyici söz söyle.” (4/63) demektedir. Bu ilke, sadece mazlumlar için değil
aynı zamanda zalimler için de geçerlidir(20/43-47).
***
SONUÇ: TÜRKİYE’NİN DİLİ SAVAŞI DEĞİL, BARIŞI
HEDEFLEMELİDİR
İslâm coğrafyasında vuku bulan bu olayların arka planının ve
hedefinin, belgelere ve delillere dayanarak en estetik bir şekilde, hem
Türkiye’deki hem de bölgedeki halklara, milletlere ve de ümmete iyi anlatılması
gerekmektedir. Aksi takdirde kavmiyetçilik ve mezhepçilik hastalığı hortlar ve
şer ittifakının istediği gerçekleşebilir.
Gerek Kuzey Irak referandumunda, gerekse Afrin operasyonunda
Müslüman Türklerle Kürtlerin medyada, özellikle sosyal medyada kullandığı dil,
“en güzel tarz ilkesine” uymamaktadır.
Türkiye’nin dili, Hz. Peygamberin, “Sevindirin, nefret
ettirmeyin, kolaylaştırın, zorlaştırmayın.” “Uyumlu olun, ihtilâf etmeyin,
teskin edin, nefret ettirmeyin.”(8) ilkesine uygun olmalıdır.
Türkiye’nin dili, sözün en güzelini kullanmayı hedeflemeli
(17/53) ve başkalarının kutsallarına saygı göstermelidir(6/108).
Türkiye’nin dili, kin ve nefretle bozulmamalı; sözün en
güzelini içermelidir(17/53)
Bu nedenle gerek bölgesel ve gerekse iç barışın
sağlanabilmesi için öncelikle başta Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere tüm
devlet ricalinin ve siyaset erbabının dili, “en güzel tarzda mücadele” ilkesine
uygun olmalıdır.
Bugün meseleyi, Kürt ve Türk etnisiteleri üzerinden izaha
kalmak, savunmak ya da karşı çıkmak, büyük fotoğrafı görememek demektir.
İttihatçıların, Şerif Hüseyin ve oğullarının, 100 yıl önce göremeyip düştükleri
tuzağa ve Molla Mustafa Barzani’nin ve Mesut Barzani’nin düştüğü tuzağa, bugün
Müslüman hassasiyeti olan hiç kimse düşmemelidir. Ortadoğu, 100 yıl önceki
gibi, yeniden bölünmek, daha küçük parçalara ayrılarak daha kolay yutulmak
istenmektedir. Yeni düşmanlıklar ihdas edilmek istenmektedir.
Zeytin Dalı Harekâtı, Kürt halkına karşı değil, şer
ittifakına ve onların bölgedeki işbirlikçilerine karşı yapılmaktadır, yapılmaya
da devam etmelidir.
O nedenle Türkiye’nin görevi, paramparça edilmek istenen
İslâm coğrafyasına önderlik etmek olmalıdır. Türkiye’nin böyle bir sorumluluğu
vardır. Türkiye, İslâm ülkeleri ile arasında olan sorunları, bu sorumluluk
çerçevesinde ele alarak adaletle çözmek zorundadır. Geçmişe takılıp kalmak,
bugün için yapılabilecek en büyük hatadır.
Bugün Türkiye, kötülükleri, iyilikle ve adaletle
uzaklaştırabilmeyi öncelemelidir.
Bugün, Türkiye; kendisini öldürmek isteyen kardeşlerine
karşı Hz. Yusuf gibi davranmalı; Yusuf gibi, “Bugün size karşı sorgulama-kınama
yoktur” diyebilmelidir.
Bugün, basiret ve feraset sahibi olma zamanıdır. Yaklaşık
1000 yıldır kader birliği yaptığımız, kanlarımızın karışıp bu toprakların
tümünü suladığı, kız alıp kız verdiğimiz, etle kemik olduğumuz bir halkın (Türk
ya da Kürt) çocuklarına karşı takınılacak tavır, sevgi, saygı ve kardeşlik
olmalıdır. Bunun aksi tüm tutum, tavır ve davranışlar, kavmiyetçilik
hastalığının dışa yansıması olup bedeli, hem bu dünyada hem de ahiret hayatında
helâk olmaktır.
Bugün, bir ve takva konusunda yardımlaşma, konuşma ve
dayanışma içerisinde olma zamanıdır(5/2; 58/9).
Bugün, Ortadoğu’nun içine girdiği süreçte kendisini Müslüman
olarak kabul eden, Allah’a ve Ahiret gününe iman eden herkesin, özellikle,
Müslüman Türk, Kürt, Arap ve Fars kardeşlerimizin takınacakları ortak tavır,
adalet ekseninde bir barış ortamının sağlanması için duruş ortaya koymak,
nemelazımcılığı terk etmek olmalıdır (49/9-10).
Bölge sorunlarını birlikte, adaletle çözebilmek için bölge
ülkelerini ve halklarını temsil eden ortak bir kriz masası kurulmalıdır.
KAYNAKLAR
1-Millî Gazete, 23.1.2018
2-Bulut, A., Yeniçağ, 21.07.2015.
3- Akfırat, F., Aydınlık, 20, 22, 07. 2015.
4- Cerit, O. N. Akşam Gazetesi, Ankara;
http://www.aksam.com.tr/dunya/abd-ve-pydnin-kirli-devletlesme-plani/haber-697172
5-Deylemî
6-İbn Mâce, Hâkim.
7-Tirmizî, İman 12, (2629); Nesâî, İman 8, (8, 104, 105)).
8- Ebû Dâvud, Edep 20, (4835); Müslim, Cihâd 6, (1737);
(1998).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder