26 Ocak 2018 Cuma

Adı konmamış gizli Türkiye-ABD savaşı

 (Milli Gazete)

GİRİŞ

Bölgede Türkiye, İran, Suriye ve Irak, görünürde terör örgütleri (PKK, PYD/YPG, DAEŞ) ile savaşıyor; gerçekte bu dört ülke, terör örgütleri üzerinden şer ittifakı (ABD-İngiltere-İsrail-Siyonizm) ile savaşıyor. Ancak bu gizli savaşın adı henüz konmamıştır. Türkiye’nin Afrin’e yönelik Zeytin Dalı Harekâtı’nı, adı konmamış bu gizli savaş kapsamında ele alıp değerlendirmek gerekmektedir.

Türkiye’nin Afrin’e yönelik Zeytin Dalı Harekâtı ile şer ittifakı, olayı bir Türk-Kürt, Kürt-Arap ve Sünni-Nusayrı/Alevi/Şii çatışması olarak göstermek istemektedir. Türkiye dışında ve Türkiye içerisinde başlatılan psikolojik harekâtın bu boyutuna dikkat edilmelidir. O nedenle Türkiye, bu harekâtın bölge halklarına karşı yapılan bir harekât olmadığını, taşeronları üzerinden şer ittifakına karşı bir harekât olduğunu, Irak-Suriye düzleminde vuku bulan olayların arka planını, görünmeyen yüzünü halkın anlayabileceği bir dille belgelere, delillerle dayalı olarak çok estetik bir şekilde ortaya koymalıdır.

Bu yazıda arka plan ile dil konusu özet olarak ele alınacaktır.

***

SURİYE’NİN DÜŞMAN KANTON BÖLGELERE AYRILMASI

Suriye’de Arap Baharı adı altında olaylar başladıktan sonra, Irak- Suriye hattında meydana gelen değişimlere bağlı olarak, yol boyu Millî Gazete ve Umran dergisinde birçok makale yazdık. Bu makalelerde Suriye meselesi; 1-İç Dinamikler, 2-Bölgesel Dinamikler ve 3-Küresel Dinamikler olmak üzere 3 ana eksene ve bölgesel ve küresel güçlerin Suriye bağlamında çatışan 15 projesine göre bir değerlendirme yapılmış ve Suriye’nin, şartlara bağlı olarak 1-Üçe (Sünni Devleti, Nusayri Devleti, Kürt Devleti), 2- Dörde (Sünni Devleti, Nusayri Devleti, Kürt Devleti, Hıristiyan Devleti), 3- Altıya (2 Sünni Devlet, Nusayri Devleti, Kürt Devleti, Hıristiyan Devleti, Dürzi Devleti) bölünmek istendiğini belirtmiştik.

Son gelişmeleri göz önüne aldığımızda şer ittifakı (ABD-İngiltere-İsrail-Siyonizm), PKK, PYD/YPG, DAEŞ gibi terör örgütlerini kullanarak Suriye’yi beş ya da altı bölgeli düşman kantonlara ayırmayı sonra da kantonları, ayrı devletçiklere dönüştürüp birbiri ile savaştırmayı öngörmekte olduğunu söyleyebiliriz. ABD’nin Türkiye’ye rağmen PYD/YPG’yi “stratejik ortak” ilan edip düzenli orduya geçmesi için eğitmesi, ağır silahlarla donatmasının sebebi budur.

Ancak Irak ve Suriye’nin bölünmesi, sadece lokal bir vaka olarak ele alınıp değerlendirilirse hata yapılmış olur. Mesele, bölgede çatışan projeler kapsamında ele alınıp değerlendirilmelidir.

Bölge ülkelerini bölmek ve birbiri ile savaştırmak, böylelikle İsrail’i rahatlatabilmek ve genişlemesini sağlamak, enerji havzalarına el koymak, Filistin meselesini göz ardı edebilmek, hatta bir küresel savaş çıkarmak için Türkiye’yi provoke ederek kullanabilmek hedeflenmektedir. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un yaptığı açıklamanın manası bu olmalıdır:

“ABD’nin bu ülkedeki eylemleri, ya buradaki durumu anlamadığını ya da bilinçli bir provokasyon yürüttüğünü gösteriyor. Uzun zamandan beri, ABD’nin Suriye’nin önemli bir bölümünde alternatif yönetim organları yaratmaya çalıştığını söylüyoruz. Washington, başta Suriye Demokratik Güçleri (SDG) olmak üzere Suriye’de İşbirliği yaptığı gruplara kimi zaman açıklayarak kimi zaman da duyurmadan silah sevkiyatı yapıyor.”(1)

***

Şer ittifakı, büyük Ortadoğu coğrafyasında ki 22 ülkenin yeniden yapılandırılmasını öngörmekte ve bu amaçla bölgede etnik, mezhep, din ve aşiret temelinde küçük site devletleri kurmak istemektedir. Bunun için de “Kaostan Düzene Yaklaşımını” uygulamaya çalışmaktadır.

Şer ittifakı, “kaos teorisi”nin birinci aşaması olarak büyük Ortadoğu coğrafyasının birçok bölgesinde askeri yapıları ve tüm otoriteleri yıkarak toplumları etnik, din, mezhep ve aşiret eksenli olarak birbiri ile savaştırarak herkesin herkese düşman olduğu bir kaos ortamı meydana getirmiştir. Teorinin ikinci aşamasında ise kaostan, yorgun düşmüş, iç göçlerle dini, mezhebi ve etnik olarak ayrışmış olan coğrafyada birbirine düşman küçük özerk kanton bölgeler kurmayı; üçüncü aşamada da bu kanton bölgeleri devletçiklere dönüştürüp savaştırmayı hedeflemektedirler. İsrail, ABD, İngiltere adına yapılan aşağıdaki açıklamalar bunu teyit etmektedir.

İsrail Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı Moşe Yalon: Suriye, şimdiden yarı-bağımsız yapılara bölünmüştür. Dürziler güneydeki belirli alanlarda yoğunlaşırken, Suriyeli Kürtler de kuzeyde... Doğuda ise IŞİD gibi Sünni unsurlar vardır.” (Sputnik, 21 Temmuz 2015)(2)

ABD Dışişleri Bakanı John Kerry: “Bizim IŞİD ile mücadele konusundaki kararlılığımız, büyük ihtimalle yıllar içinde karşılığını bulacaktır. Kuzeyde ve batıda Kürt birlikler cesurca savaşıyor ve Sünni aşiretler de sahaya çıkmaya başladı.”(2)

İngiltere Başbakanı David Cameron: “Radikal İslâmcı tehditlerle mücadele için beş yıllık yeni bir plan yaptık”(2).

ABD’de, Brookings Enstitüsü’nce Haziran 2015’te hazırlanan raporda, “Suriye’nin kantonlara ayrılması” ön görülmektedir. Rapora göre, gelinen aşamada, “güvenli bölgeler” oluşturulmalı, sonra bu bölgeler, “özerk bölgeye” dönüştürülmeli ve sonra da “konfederal bir Suriye” kurulmalıdır. Oluşturulacak özerk bölgelerde, öncelikle, “seçilmiş insan unsurunun eğitilmesi sağlanacak; ardından yönetim organları oluşturulacaktır”(3).

Brookings’in stratejisinde göre, “arazide savaşacak esas kuvvetler”, “yerel güçler” olacaktır. Ancak güvenli bölgeler(Kantonlar), ABD önderliğindeki “koalisyon güçleri tarafından oluşturulacak ve korunacaktır”. “Türkiye de, bu kantonlaşmaya ortak edilecektir”(3).

Bu açıklamalara göre amaç, Suriye’yi bölmektir. Şer ittifakı tarafından Irak-Suriye hattında DAEŞ’e izlettirilen stratejinin amacı, etnik, dini ve mezhepsel olarak iç göç sağlayarak bölgeleri, kendi içlerinde etnik, dini ve mezhebi olarak homojenleştirmekti. DAEŞ’in değişik operasyonları ile meydana getirilen göç dalgasının ardından, Peşmerge, PKK, PYD-YPG güçleri, Kürt nüfusun yaşadığı Kerkük, Tel Ebyad, Kobanı ve Afrin gibi bölgelerde kontrolü ele geçirmiştir. Bu bölgeler arasındaki topraklarda yaşayan farklı etnik ve mezhebi unsurları da göç ettirerek, Irak’ın kuzeyinden Akdeniz’e uzanan, “terör koridoru” inşa etmek istemişlerdir. Koalisyon güçleri ise, etnik, dini ve mezhebi olarak ayrışmış olan bölgeleri, “güvenli bölge” olarak ilan etmek, “kantonlaştırmak” ve “özerkleştirmek” ve “devletleştirmek” amacına dönük olarak faaliyet göstermektedir.

Türkiye’nin “stratejik ortağı”/ “dostu”, “model ortağı” olduğu söylenen(!) ABD, bu amaçla, PYD-YPG terör örgütlerini “stratejik ortak” ilan ederek onlarla 10 maddelik bir anlaşma yapmıştır:

***

“1- PYD’ye siyasi, ekonomik, diplomatik askeri desteğin artırılması.

2- DSG’nin hâkim olduğu bölgelerde düzenli bir ordu kurulması (ABD’nin eğittiği 400 asker Türkiye sınırlarındaki kantonlara yerleştirildi).

3- Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi.

4- Rakka’nın yeniden inşası için koalisyon güçlerin teşvik edilmesi.

5- İşgal altındaki bölgelerde petrol, doğal gaz, su ve diğer kaynaklardan yararlanılması.

6- Hükümet kurum ve kuruluşları, yargı sisteminin kurulması.

7- Bölgede hava savunması sisteminin kurulmasının ardından ABD askeri üslerinin 5 alanda konumlandırılması ve bu üslerde 1000 civarında askeri uzmanın her an hazır bulundurulması.

8- Diplomatik bürolarının kurulması, ABD diplomatlarının bölgeye gelmesi, Cenevre’ye PYD’nin de dâhil edilmesi.

9- Bölgede seçim sürecine destek verilmesi.

10- Şam ile PYD arasında yapılacak müzakerelere yardımcı olunması.”(4)

Bu anlaşmanın uzantısında ABD, Kuzey Suriye’de 12 askeri üs açmış ve 5 bin askerini, YPG ve PYD’yi eğitmek üzere bölgeye yerleştirmiştir. Terör örgütlerine 4800 TIR modern silah verip donatmış ve 60000 kişilik düzenli bir ordu kurmak için onları eğitmeye başlamıştır.

“Sürece ortak edilmek istenen Türkiye”, oyunu nihayetinde görebilmiş ve Suriye’nin kuzeyindeki bu oluşuma şiddetle karşı çıkarak önce Fırat Kalkanı sonra da Zeytin Dalı Harekâtı’nı yaparak oyunu bozmuştur. Nihayet Türkiye, şer ittifakının ana stratejisinin Türkiye, Iran, Irak ve Suriye’yi bölmek olduğunu görebilmiş ve şer ittifakına doğrudan cephe almıştır.

MÜMİNİN DİLİ, ŞAHISLARI DEĞİL, ZİHNİYETİ VE YAPILANLARI HEDEF ALIR

Dil bir iletişim aracıdır. Kullanılan kelimeler, kavramlar, muhataplar arasındaki ilişkiyi ya kuvvetlendirir ya da bozar. Birçok kötülüğün, şerrin kaynağı yanlış, kötü dildir (5). İnsanı ateşe, ülkeyi, toplumu, kargaşaya sürükleyen, kin ve nefret etrafa saçan kötü bir dilden başkası değildir(6). O nedenle dil güvenliği, Müslüman’ın temel özelliklerinden biridir(7).

İnsanın yapısında hem iyi özellikler, hem de kötü özellikler iç içedir. Şeytan ve yolundan gidenler, insanın kötülük cephesine hitap ederek hep kötü taraflarını öne çıkarmaya çalışırlar. İman edenler ise her şeyi ters yüz edilmiş ve kafası karmakarışık olan insanları uyarabilmek için insanın iyilik cephesine açık, etkileyici, nazik bir dil ve bir üslup ile hitap ederler. Onun için Kur’an, “Onlara öğüt ver ve onlara nefislerine ilişkin açık ve etkileyici söz söyle.” (4/63) demektedir. Bu ilke, sadece mazlumlar için değil aynı zamanda zalimler için de geçerlidir(20/43-47).

***

SONUÇ: TÜRKİYE’NİN DİLİ SAVAŞI DEĞİL, BARIŞI HEDEFLEMELİDİR

İslâm coğrafyasında vuku bulan bu olayların arka planının ve hedefinin, belgelere ve delillere dayanarak en estetik bir şekilde, hem Türkiye’deki hem de bölgedeki halklara, milletlere ve de ümmete iyi anlatılması gerekmektedir. Aksi takdirde kavmiyetçilik ve mezhepçilik hastalığı hortlar ve şer ittifakının istediği gerçekleşebilir.

Gerek Kuzey Irak referandumunda, gerekse Afrin operasyonunda Müslüman Türklerle Kürtlerin medyada, özellikle sosyal medyada kullandığı dil, “en güzel tarz ilkesine” uymamaktadır.

Türkiye’nin dili, Hz. Peygamberin, “Sevindirin, nefret ettirmeyin, kolaylaştırın, zorlaştırmayın.” “Uyumlu olun, ihtilâf etmeyin, teskin edin, nefret ettirmeyin.”(8) ilkesine uygun olmalıdır.

Türkiye’nin dili, sözün en güzelini kullanmayı hedeflemeli (17/53) ve başkalarının kutsallarına saygı göstermelidir(6/108).

Türkiye’nin dili, kin ve nefretle bozulmamalı; sözün en güzelini içermelidir(17/53)

Bu nedenle gerek bölgesel ve gerekse iç barışın sağlanabilmesi için öncelikle başta Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere tüm devlet ricalinin ve siyaset erbabının dili, “en güzel tarzda mücadele” ilkesine uygun olmalıdır.

Bugün meseleyi, Kürt ve Türk etnisiteleri üzerinden izaha kalmak, savunmak ya da karşı çıkmak, büyük fotoğrafı görememek demektir. İttihatçıların, Şerif Hüseyin ve oğullarının, 100 yıl önce göremeyip düştükleri tuzağa ve Molla Mustafa Barzani’nin ve Mesut Barzani’nin düştüğü tuzağa, bugün Müslüman hassasiyeti olan hiç kimse düşmemelidir. Ortadoğu, 100 yıl önceki gibi, yeniden bölünmek, daha küçük parçalara ayrılarak daha kolay yutulmak istenmektedir. Yeni düşmanlıklar ihdas edilmek istenmektedir.

Zeytin Dalı Harekâtı, Kürt halkına karşı değil, şer ittifakına ve onların bölgedeki işbirlikçilerine karşı yapılmaktadır, yapılmaya da devam etmelidir.

O nedenle Türkiye’nin görevi, paramparça edilmek istenen İslâm coğrafyasına önderlik etmek olmalıdır. Türkiye’nin böyle bir sorumluluğu vardır. Türkiye, İslâm ülkeleri ile arasında olan sorunları, bu sorumluluk çerçevesinde ele alarak adaletle çözmek zorundadır. Geçmişe takılıp kalmak, bugün için yapılabilecek en büyük hatadır.

Bugün Türkiye, kötülükleri, iyilikle ve adaletle uzaklaştırabilmeyi öncelemelidir.

Bugün, Türkiye; kendisini öldürmek isteyen kardeşlerine karşı Hz. Yusuf gibi davranmalı; Yusuf gibi, “Bugün size karşı sorgulama-kınama yoktur” diyebilmelidir.

Bugün, basiret ve feraset sahibi olma zamanıdır. Yaklaşık 1000 yıldır kader birliği yaptığımız, kanlarımızın karışıp bu toprakların tümünü suladığı, kız alıp kız verdiğimiz, etle kemik olduğumuz bir halkın (Türk ya da Kürt) çocuklarına karşı takınılacak tavır, sevgi, saygı ve kardeşlik olmalıdır. Bunun aksi tüm tutum, tavır ve davranışlar, kavmiyetçilik hastalığının dışa yansıması olup bedeli, hem bu dünyada hem de ahiret hayatında helâk olmaktır.

Bugün, bir ve takva konusunda yardımlaşma, konuşma ve dayanışma içerisinde olma zamanıdır(5/2; 58/9).

Bugün, Ortadoğu’nun içine girdiği süreçte kendisini Müslüman olarak kabul eden, Allah’a ve Ahiret gününe iman eden herkesin, özellikle, Müslüman Türk, Kürt, Arap ve Fars kardeşlerimizin takınacakları ortak tavır, adalet ekseninde bir barış ortamının sağlanması için duruş ortaya koymak, nemelazımcılığı terk etmek olmalıdır (49/9-10).

Bölge sorunlarını birlikte, adaletle çözebilmek için bölge ülkelerini ve halklarını temsil eden ortak bir kriz masası kurulmalıdır.

KAYNAKLAR

1-Millî Gazete, 23.1.2018

2-Bulut, A., Yeniçağ, 21.07.2015.

3- Akfırat, F., Aydınlık, 20, 22, 07. 2015.

4- Cerit, O. N. Akşam Gazetesi, Ankara; http://www.aksam.com.tr/dunya/abd-ve-pydnin-kirli-devletlesme-plani/haber-697172

5-Deylemî

6-İbn Mâce, Hâkim.

7-Tirmizî, İman 12, (2629); Nesâî, İman 8, (8, 104, 105)).

8- Ebû Dâvud, Edep 20, (4835); Müslim, Cihâd 6, (1737); (1998).

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...