19 Ocak 2018 Cuma

Türkiye’nin “Bağışıklık Sisteminde” (“İmmün Sistem”) Sorun Var-3:

(Milli Gazete)

TÜRKİYE’NİN BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ AŞIRI HASSAS ÇALIŞARAK (OTOİMMÜN HASTALIK) KENDİNE ZARAR VERMEKTEDİR

İnsanın bağışıklık sistemi, 1- Normal Çalışma: En Uygun (Optimal), 2-Bağışıklık (İmmun) Yetmezliği ve 3- Aşırı Hassas/Duyarlı (Hipersensitive) Çalışma olmak üzere üç farklı şekilde çalışmaktadır. Devletin herhangi bir tehlikeye karşı tepkisi, insanın bağışıklık sisteminin verdiği tepkiye benzer olarak üç farklı şekilde tezahür edebilir. Bu konu geçen yazıda ele alınmıştır.

Bu yazıda 15 Temmuz Askeri darbe girişimi sonrasında, Türkiye’nin Bağışıklık sisteminin “Aşırı Hassas Çalışarak” (Otoimmün Çalışma) kendi kendine zarar vermesi, kendini tahrip etmesi konusu ele alınıp değerlendirilecektir.

OSMANLI’DAN DEVRALININ BİR HASTALIK: OTOİMMÜN HASTALIK (DEVLETİN BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİN AŞIRI HASSAS ÇALIŞMASI)

İttihat Terakki’nin 2. sınıf kadroları tarafından Cumhuriyet kurulmuştur. Lozan’da verilen sözlere uygun olarak, İslâm, İslâm ülkeleri ve İslâm dönemi Türk tarihi, düşman sınıflandırmasına tâbi tutulmuştur. 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Osmanlı Devleti’nin kuruluşunun 700. yılı nedeniyle yaptığı bir konuşmada, (9.10.1999 Medya) Osmanlı’nın bilinçli bir şekilde, kasti olarak suçlandığını, karalandığını, düşman ilân edildiğini söylemiştir (1).

Cumhuriyet dönemi ile birlikte yeni sistemin oturtulabilmesi ve daha güzel ve başarılı gösterilebilmesi için Osmanlı, özellikle son Sultan Vahdeddin, İlkokuldan üniversiteye kadar okutulan tüm tarih kitaplarında, korkak, İngiliz işbirlikçisi ve hırsız olarak tanıtılmıştır. Sevr anlaşmasını kabul edip imzalayan bir vatan haini olarak takdim edilmiştir. Mustafa Kemal, Nutuk’ta Vahdeddin’i ihanetle ve menfaatperestlikle suçlamıştır.

Oysa bağımsızlık mücadelesi için kendisini Anadolu’ya gönderen ve yardımda bulunan Sultan Vahdeddin’di. Eski Başbakan Ecevit, ömrünün son dönemlerinde resmi tarihin bu iddialarına karşı çıkarak Vahdeddin’in vatan haini olmadığını ifade etmiştir (2). O zamanki Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halaçoğlu, Ecevit’e destek vererek resmi tarih tezini yalanlamıştır (3).

Cumhuriyet tarihi boyunca kanunlar, bir baskı ve susturma aracı olarak kullanılmış ve her yeni yönetime karşı söylenen her şey, ihanet muamelesi görmüştür. Başvekil İsmet İnönü’nün 1925 yılında Muallimler Birliği’nde; “...Mugalatalara, tezvirlere boyun eğmek, itiraf-ı aczolurdu. İnkılaplar kâdir ve kâhirdir... O fiili tecelliye kadar biz bu hakikatı kanunen, cebren, inkılapla telkin ve onu tatbik edeceğiz... Hedefe varmak için her cahilane itiraz ve teşebbüs bertaraf edilecektir.” şeklindeki konuşması, devletin bağışıklık sisteminin otoimmün hastalığa yakalandığının çok güzel bir göstergesiydi (4).

Serbest Fırka’yı kuran ve kurduranlar, o gün için devlet gücünü elinde bulunduranlardı. Halkın, Halk Fırkası’na karşı Serbest Fırka’ya büyük teveccüh göstermesi, Serbest Fırka’nın sonunu getirmiş, kurucuları ve mensupları, “ tahkir” edilmiş, “vatansızlıkla”, “ecnebiperestlikle” itham edilmiş ve partileri kapatılmıştır (4,5). Dolayısıyla Türkiye’nin bağışıklık sistemi, başlangıçtan beri otoimmün hastalığına yakalanmıştır.

Cumhuriyet dönemi yöneticilerinin genetik yapısına yerleşmiş olan bu hastalık, Mustafa Kemal - İnönü kavgasında da kendisini göstermiş, Mustafa Kemal ömrünün sonuna doğru, İnönü’nün öldürülmesini istemiş; Mustafa Kemal öldükten sonra da İnönü, paralardan Mustafa Kemal’in resimlerini kaldırtmış, kendi resmiyle para bastırmıştır.

Cumhuriyet Halk Partisi içinden çıkıp Demokrat Partiyi kuran bir kadro da, 1946 ve 1950 seçimlerinden sonra aynı şekilde suçlanmış, tehdit edilmiş ve karalanmıştır (6):

TAKSİM KADİFE DARBE SÜRECİ İLE BİRLİKTE TÜRKİYE’NİN BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ “OTOİMMÜN” OLARAK ÇALIŞMAKTADIR

Gülen Hareketi, 28 Şubat Postmodern Darbe sürecinde Müslüman camiaya açık, görünür bir şekilde savaşı ilân etmiş ve bu savaşı yol boyu derinleştirip genişletmiştir. AK Parti - Gülen Hareketi birlikteliği, Taksim Kadife Darbe sürecinin görünür başlangıcı olan Taksim Gezi Parkı hadiselerine kadar devam eder. İlk kırılma, Gezi Parkı olayları ile ilgili Gülen Hareketinin tutum, tavırları ve söylemleri ile birlikte başlar; 17-25 Aralık maliye-polis-yargı darbe girişimiyle derinleşir. 15 Temmuz sosyolojik savaş amaçlı askeri darbe girişiminde Şer İttifakı tarafından taşeron olarak kullanılması ile zirveye ulaşır.

15 Temmuz İhanet Hareketinin önemli amaçlarından biri, toplumun sosyolojik olarak ayrıştırılması, düşman kamplara bölünmesi ve de çatıştırılmasıdır. Taksim Kadife Darbe sürecinde yapılanlara dikkat edilirse, toplumun sosyolojik olarak ayrıştırılmak istendiği çok rahat bir şekilde görülebilir. 15 Temmuz ihanet hareketi, bu sosyolojik zemin, arka plan göz önüne alınarak icra edilmiştir. 15 Temmuz İhanet Hareketinin askeri boyutu ile başarılı bir mücadele verilmiş olmasına rağmen, sosyolojik savaş boyutu ihmâl edilmektedir.

“Her istediğini alan” “dost” olarak kabul edilen bir “hareket” tarafından ihanete uğramanın, devleti yönetenlerde meydana getirdiği şok, sağlıklı düşünmeye mani olmakta, 15 Temmuz ihanetinin sosyolojik boyutu göz önüne alınmamaktadır. Bu süreçte Türkiye’yi yönetenlerin düşüncesinden farklı olarak ortaya konan her düşünce, FETÖ’cü olmakla, PKK’cı olmakla, ihanetle suçlanıp susturulmaya, çalışılmaktadır.

Türkiye’yi yönetenlerin, farklı fikir ve düşünceleri ifade edenlerin kim olduğuna ve niyetlerine bakmadan onları suçlamaları, linç etmeye kalkmaları, otoimmün hastalığa yakalandıklarının bir ölçüsü ve göstergesidir. Kendilerinden olanları, kendilerine destek verenleri suçlayarak karşı tarafa itmektedirler de farkında değillerdir.

Konumuzla ilgili üç örnek üzerinde durmakta fayda vardır:

1- ByLock’la ilgili tutuklamalar,

2- 16 Nisan Cumhurbaşkanlığı referandumu kampanyası,

3- Son KHK ile ilgili tartışmalar.

1- ByLock’la ilgili yapılan “açığa alma, ihraç etme ve tutuklamalar” konusunda daha dikkatli olunması gerektiğine ilişkin yapılan tüm dostane açıklamalara, “düşmanlık” ve “FETÖ üyesi olmak” şeklinde sert bir karşılık verilmiş; uyarılar hiç dikkate alınmamıştır. Dostlar küstürülmüş ve susturulmuştur. Bu konu 05 Ocak 2018 tarihli Millî Gazete’de, “Türkiye’nin “Bağışıklık Sisteminde” (“İmmün Sistem”) Sorun Var-1” adlı makalede ayrıntılı bir şekilde ele alınıp değerlendirilmiştir.

2- 16 Nisan Cumhurbaşkanlığı referandumu kampanyası sürecinde başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere, Başbakan, AK Parti kadroları, bazı medya ve STK’lar, “Hayır” diyeceklerle ilgili çok ağır, sert bir dil ve üslup kullanmışlardır:

«‘Hayır’ demek, şu anda bölücü terör örgütüne destek vermektir. Kandil ne diyor? ‘Hayır’ diyor. Kandil’deki bu terör örgütünün liderleri ne diyor? ‘Hayır’ diyor. İmralı’daki terör örgütünün başı ne diyor? ‘Hayır’ diyor. İşte şu anda ‘hayır’ demek, bunlarla beraber aynı istikamette yürümek demektir. …Bu ülkeyi bölmek, parçalamak isteyenler, şu anda bölücü terör örgütüyle beraber ‘hayır’ kampanyasında buluşanlardır.” (7).

“Pensilvanya, FETÖ ‘hayır’ dedi. … ‘Hayır’ bloğunun başında teröristler var, terör koordinatörleri var.” (8).

“ … Bir de milliyetçi maskesi takmış FETÖ’nün maşaları, onlar da ‘hayır’ diyor. Bunlar milliyetçi değil, bunlar FETÖ’nün oyuncağıdır.” (9).

“‘Hayır’cıların bindiği HDP-PKK-FETÖ gemisi hiç yürümez. DEAŞ‘Hayır’diyor.” (10).

Yapılan Anayasa değişikliğinin gelecekte ortaya çıkarabileceği mahsurları göz önüne alarak yapılan her türlü dostane teklif ve yapılan açıklamalar, “ PKK’cı”, “DAEŞ’cı”, “FETÖ’cü”, “İmralı’cı”, “Kandil’ci”, “terörist”, “hain” ve “işbirlikçi” ifadeleri kullanılarak susturulmak istenmiştir.

AK Parti kadroları, “Hayır” diyen ve oy veren herkesi, dolaylı bir şekilde de olsa “ PKK’cı”, “DAEŞ’cı”, “FETÖ’cü”, “İmralı’cı”, “Kandil’ci”, “terörist”, “hain” ve “işbirlikçi” olarak nitelendirmişlerdir. Referandum sonuçlarına göre toplumun %49’u “Hayır oyu” vermiştir. AK Parti kadrolarının dil ve üsluplarını göz önüne aldığımızda; toplumun %49’u, “ PKK’cı”, “DAEŞ’cı”, “FETÖ’cü”, “İmralı’cı”, “Kandil’ci”, “terörist”, “hain” ve “işbirlikçi” midir?

“Yapılan iş, ürkütülen kurbağaya değmiş midir”?

Farklı görüş belirtenler, ikna edilecek yerde düşman olarak görülmüş, algılanmış ve suçlanmıştır.

3- 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün sosyal medya hesabında, “15 Temmuz hain darbe teşebbüsüne karşı arkasına bakmadan sokağa çıkıp direnen kahraman vatandaşlarımızı koruma amacıyla çıkartıldığını düşündüğüm 696 sayılı KHK’nın yazımındaki hukuk diliyle bağdaşmayan muğlaklık, hukuk devleti anlayışı açısından kaygı vericidir.” “Düzenlemenin ileride herkesi üzecek olaylara fırsat vermemesi gerekir; «gözden geçirileceğini ümit ediyorum» (11) tarzında yaptığı bir açıklama, benzer şekilde çok sert eleştirilmiş ve Abdullah Gül, Kılıçdaroğlu’nun kayığına binmekle suçlanmıştır (12):

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan: “Biz bir yolda aynı dava arkadaşı değil miyiz? Nasıl oluyor da bir anda affedersiniz Bay Kemal’in kayığına biniyorsunuz. Bu husumet kervanına bizim dava arkadaşlarımızdan bir kısmı nasıl katıldı, nasıl katılıyor. Yazıklar olsun... Yazıklar olsun... Biz isim vermeyeceğiz ama bırakın bunu da söyleyelim.”

AK Parti kadrolarının yaptığı açıklamalar, Elitaş ve Ünal hariç, çok daha sert ve kırıcıdır. Abdullah Gül, Refah Partisi’nde parti yöneticisi, milletvekili, Devlet Bakanı, AK Parti’de parti kurucusu, ilk dört kişiden biri, Dışişleri Bakanı, Başbakan Yardımcısı, Başbakan ve Cumhurbaşkanıdır. Bir hukuk metninde “muğlaklık vardır” demiş olması, bu kadar ağır suçlamalara muhatap olmasını gerektirir miydi?

AK Parti Kadrolarına göre “Kılıçdaroğlu “düşmandır”, “Haindir”, “FETÖ’cüdür”, “PKK’cıdır”. Dolayısıyla Abdullah Gül de, “düşmandır”, “haindir”, “FETÖ’cudur”, “PKK’cıdır”.

Bu yaklaşım tarzı, doğru mudur ve de âdil midir?

SONUÇ: TÜRKİYENİN “OTOİMMÜN HASTALIĞI” GAYR-İ MEMNUN ÜRETMEKTEDİR.

Cumhuriyetin kurucu kadroları ile başlayan, bugün de devam eden farklı fikir, düşünce söyleyen, proje, strateji ve politika üreten hemen hemen herkes, “aşırı hassasiyet” (otoimmün Hastalık) gösterilerek suçlanmakta, tehdit edilmekte, karalanıp hain ilan edilmektedir.

Geçmişi ve rakipleri tehdit, karalama ve ihanetle suçlama yaklaşımı, Cumhuriyet döneminde yetişen bir neslin karakteristik özelliği olmuştur. Bu yaklaşımın Cumhuriyet dönemi resmi ideolojisini benimseyenler açısından devam ettirilmesi de normaldir, yadırganmamalıdır. Yadırganması gereken, resmi ideolojiye karşı olanların ya da karşı olduğunu söyleyenlerin ve ”muhafazakâr demokratların” benzer bir tavır ve davranış ortaya koymalarıdır. Kendi kültür ve medeniyetinin değerlerine ters ve insanı ifsad edici bir dil kullanmaları, bir davranış sergilemeleri, hem yanlış hem de tehlikelidir.

Türkiye’de Oslo görüşmelerinin deşifre edilmesi ile birlikte başlayan, Taksim Gezi Parkı olayları ile ortaya çıkıp görünür hale gelen ve hâlâ değişik şekiller altında devam eden Kadife Darbe Sürecinin en önemli dayanağı, siyasi iktidara karşı olan gayr-i memnun kitlenin ittifakıdır (kırgınlar, küskünler, rakipler ve düşmanlar).

Özellikle 15 Temmuz 2016 sosyolojik savaş amaçlı askeri darbe girişimi sonrasında, genel olarak devletin, özel olarak da siyasetin bağışıklık sistemi, “aşırı hassas çalışma” (Hipersensitive/otoimmün) özelliği göstermektedir. Bu özelliği ile sistem sürekli gayr-i memnun üretmekte ve sosyolojik amaçlı darbenin öngördüğü kadife darbe için gerekli olan gayr-i memnun kitlenin büyümesine sebep olmaktadır.

Devletin değişik kademelerinde alınmış olan herhangi bir kararla ilgili, en küçük farklı bir yorum, değerlendirme veya eleştiri yapanlar; mazileri, konumları ve niyetleri ne olursa olsun, düşman kategorisine konup insafsızca, merhametsizce eleştiriliyor, linç edilmek isteniyorlar.

Bunu da yöneticiler, ülkeyi, tehlikelere karşı koruma amaçlıyla yaptıklarını söylüyorlar. Tahrip edici bu koruma refleksi, Türkiye’nin “Bağışıklık Sisteminin” (“İmmün Sistem”) otoimmün hastalığına yakalandığının bir göstergesidir. Bu da, gayr-i memnun sayısının hızla artmasına sebep olmaktadır.

Ve, Asırlar Öncesinden Bir Uyarı:

“Onlar; zarar vermeyeceklerinden emin oldukları için dostlarını uzak tuttular. Düşmanlarını da kazanmak için yakınlarına aldılar. Yanlarına aldıkları düşmanları dost olmadığı gibi, uzaklaştırdıkları dostları da düşman oldu. Herkes düşman safında birleşince, yıkılmaları mukadder oldu.” (Ebu Müslim Horasani)

KAYNAKLAR

1- Demirel, S., 9.10.1999, Medya.

2- Ecevit, B., Vahdeddin Hain Değildi, Zaman, 16.07.2005.

3- Kaplan, S., Hürriyet, 18.07.2005.

4- Ertunç A.C., Cumhuriyetin Tarihi, Pınar yayınları, İstanbul, 2002.

5- Ağaoğlu A., Serbest Fırka Hatıraları, İletişim yayınları, 1994, İstanbul, S:226.

6- Okyar, O., Mehmet Seyitdanlıoğlu, Fethi Okyar’ın Anıları, Türkiye İş Bankası yayınları, Ankara 1997, S:86.

7- Sabah, 13 Mart 2017; sabah.com.tr/gundem/2017/03/13/cumhurbaskani-atv-ve-a-haber-ortay-yayininda-gundemi-degerlendirecek

8- Cumhurbaşkanlığı 14.04.2017; http://www.tccb.gov.tr/haberler/410/74759/darbecilerin-degil-sivil-iradenin-hazirladigi-anayasa-ile-devam-edelim.html

9- akparti.org.tr/site/haberler/basbakan-yildirim-isparta-evet-diyor-mitinginde-konustu/89194

10-Diken 14 Şubat 2017; http://www.diken.com.tr/basbakan-yildirim-hayir-kokteyline-isidi-de-ekledi/; 13-Ak parti 04 mart 2017-http://www.akparti.org.tr/site/haberler/basbakan-yildirimin-nevsehir-mitinginde-yaptigi-konusmanin-tam-metni/88673#1

11-NTV Haber 25 Aralık 2017, https://www.ntv.com.tr/turkiye/gulden-khk-cikisi-hukuk-devleti-acisindan-kaygi-verici,2l3WWdXYJ0Gzp0rIT1ZupQ

12-HABER-7 / 30.12.2017 Erdoğan: Yazıklar olsun; http://www.haber7.com/ic-politika/haber/2512221-erdogandan-abdullah-gule-cevap-yaziklar-olsun

  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...