(Milli Gazete)
TÜRKİYE’NİN BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ AŞIRI HASSAS ÇALIŞARAK
(OTOİMMÜN HASTALIK) KENDİNE ZARAR VERMEKTEDİR
İnsanın bağışıklık sistemi, 1- Normal Çalışma: En Uygun
(Optimal), 2-Bağışıklık (İmmun) Yetmezliği ve 3- Aşırı Hassas/Duyarlı
(Hipersensitive) Çalışma olmak üzere üç farklı şekilde çalışmaktadır. Devletin
herhangi bir tehlikeye karşı tepkisi, insanın bağışıklık sisteminin verdiği
tepkiye benzer olarak üç farklı şekilde tezahür edebilir. Bu konu geçen yazıda
ele alınmıştır.
Bu yazıda 15 Temmuz Askeri darbe girişimi sonrasında,
Türkiye’nin Bağışıklık sisteminin “Aşırı Hassas Çalışarak” (Otoimmün Çalışma)
kendi kendine zarar vermesi, kendini tahrip etmesi konusu ele alınıp
değerlendirilecektir.
OSMANLI’DAN DEVRALININ BİR HASTALIK: OTOİMMÜN HASTALIK
(DEVLETİN BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİN AŞIRI HASSAS ÇALIŞMASI)
İttihat Terakki’nin 2. sınıf kadroları tarafından Cumhuriyet
kurulmuştur. Lozan’da verilen sözlere uygun olarak, İslâm, İslâm ülkeleri ve
İslâm dönemi Türk tarihi, düşman sınıflandırmasına tâbi tutulmuştur. 9.
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Osmanlı Devleti’nin kuruluşunun 700. yılı
nedeniyle yaptığı bir konuşmada, (9.10.1999 Medya) Osmanlı’nın bilinçli bir
şekilde, kasti olarak suçlandığını, karalandığını, düşman ilân edildiğini
söylemiştir (1).
Cumhuriyet dönemi ile birlikte yeni sistemin oturtulabilmesi
ve daha güzel ve
başarılı gösterilebilmesi için Osmanlı, özellikle son Sultan Vahdeddin,
İlkokuldan üniversiteye kadar okutulan tüm tarih kitaplarında, korkak, İngiliz
işbirlikçisi ve hırsız olarak tanıtılmıştır. Sevr anlaşmasını kabul edip
imzalayan bir vatan haini olarak takdim edilmiştir. Mustafa Kemal, Nutuk’ta
Vahdeddin’i ihanetle ve menfaatperestlikle suçlamıştır.
Oysa bağımsızlık mücadelesi için kendisini Anadolu’ya
gönderen ve yardımda bulunan Sultan Vahdeddin’di. Eski Başbakan Ecevit, ömrünün
son dönemlerinde resmi tarihin bu iddialarına karşı çıkarak Vahdeddin’in vatan
haini olmadığını ifade etmiştir (2). O zamanki Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf
Halaçoğlu, Ecevit’e destek vererek resmi tarih tezini yalanlamıştır (3).
Cumhuriyet tarihi boyunca kanunlar, bir baskı ve susturma
aracı olarak kullanılmış ve her yeni yönetime karşı söylenen her şey, ihanet
muamelesi görmüştür. Başvekil İsmet İnönü’nün 1925 yılında Muallimler
Birliği’nde; “...Mugalatalara, tezvirlere boyun eğmek, itiraf-ı aczolurdu.
İnkılaplar kâdir ve kâhirdir... O fiili tecelliye kadar biz bu hakikatı
kanunen, cebren, inkılapla telkin ve onu tatbik edeceğiz... Hedefe varmak için
her cahilane itiraz ve teşebbüs bertaraf edilecektir.” şeklindeki konuşması,
devletin bağışıklık sisteminin otoimmün hastalığa yakalandığının çok güzel bir
göstergesiydi (4).
Serbest Fırka’yı kuran ve kurduranlar, o gün için devlet
gücünü elinde bulunduranlardı. Halkın, Halk Fırkası’na karşı Serbest Fırka’ya
büyük teveccüh göstermesi, Serbest Fırka’nın sonunu getirmiş, kurucuları ve
mensupları, “ tahkir” edilmiş, “vatansızlıkla”, “ecnebiperestlikle” itham
edilmiş ve partileri kapatılmıştır (4,5). Dolayısıyla Türkiye’nin bağışıklık
sistemi, başlangıçtan beri otoimmün hastalığına yakalanmıştır.
Cumhuriyet dönemi yöneticilerinin genetik yapısına yerleşmiş
olan bu hastalık, Mustafa Kemal - İnönü kavgasında da kendisini göstermiş,
Mustafa Kemal ömrünün sonuna doğru, İnönü’nün öldürülmesini istemiş; Mustafa
Kemal öldükten sonra da İnönü, paralardan Mustafa Kemal’in resimlerini
kaldırtmış, kendi resmiyle para bastırmıştır.
Cumhuriyet Halk Partisi içinden çıkıp Demokrat Partiyi kuran
bir kadro da, 1946 ve 1950 seçimlerinden sonra aynı şekilde suçlanmış, tehdit
edilmiş ve karalanmıştır (6):
TAKSİM KADİFE DARBE SÜRECİ İLE BİRLİKTE TÜRKİYE’NİN
BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ “OTOİMMÜN” OLARAK ÇALIŞMAKTADIR
Gülen Hareketi, 28 Şubat Postmodern Darbe sürecinde Müslüman
camiaya açık, görünür bir şekilde savaşı ilân etmiş ve bu savaşı yol boyu
derinleştirip genişletmiştir. AK Parti - Gülen Hareketi birlikteliği, Taksim
Kadife Darbe sürecinin görünür başlangıcı olan Taksim Gezi Parkı hadiselerine
kadar devam eder. İlk kırılma, Gezi Parkı olayları ile ilgili Gülen Hareketinin
tutum, tavırları ve söylemleri ile birlikte başlar; 17-25 Aralık
maliye-polis-yargı darbe girişimiyle derinleşir. 15 Temmuz sosyolojik savaş
amaçlı askeri darbe girişiminde Şer İttifakı tarafından taşeron olarak
kullanılması ile zirveye ulaşır.
15 Temmuz İhanet Hareketinin önemli amaçlarından biri,
toplumun sosyolojik olarak ayrıştırılması, düşman kamplara bölünmesi ve de
çatıştırılmasıdır. Taksim Kadife Darbe sürecinde yapılanlara dikkat edilirse,
toplumun sosyolojik olarak ayrıştırılmak istendiği çok rahat bir şekilde
görülebilir. 15 Temmuz ihanet hareketi, bu sosyolojik zemin, arka plan göz
önüne alınarak icra edilmiştir. 15 Temmuz İhanet Hareketinin askeri boyutu ile
başarılı bir mücadele verilmiş olmasına rağmen, sosyolojik savaş boyutu ihmâl
edilmektedir.
“Her istediğini alan” “dost” olarak kabul edilen bir
“hareket” tarafından ihanete uğramanın, devleti yönetenlerde meydana getirdiği
şok, sağlıklı düşünmeye mani olmakta, 15 Temmuz ihanetinin sosyolojik boyutu
göz önüne alınmamaktadır. Bu süreçte Türkiye’yi yönetenlerin düşüncesinden
farklı olarak ortaya konan her düşünce, FETÖ’cü olmakla, PKK’cı olmakla,
ihanetle suçlanıp susturulmaya, çalışılmaktadır.
Türkiye’yi yönetenlerin, farklı fikir ve düşünceleri ifade
edenlerin kim olduğuna ve niyetlerine bakmadan onları suçlamaları, linç etmeye
kalkmaları, otoimmün hastalığa yakalandıklarının bir ölçüsü ve göstergesidir. Kendilerinden
olanları, kendilerine destek verenleri suçlayarak karşı tarafa itmektedirler de
farkında değillerdir.
Konumuzla ilgili üç örnek üzerinde durmakta fayda vardır:
1- ByLock’la ilgili tutuklamalar,
2- 16 Nisan Cumhurbaşkanlığı referandumu kampanyası,
3- Son KHK ile ilgili tartışmalar.
1- ByLock’la ilgili yapılan “açığa alma, ihraç etme ve
tutuklamalar” konusunda daha dikkatli olunması gerektiğine ilişkin yapılan tüm
dostane açıklamalara, “düşmanlık” ve “FETÖ üyesi olmak” şeklinde sert bir
karşılık verilmiş; uyarılar hiç dikkate alınmamıştır. Dostlar küstürülmüş ve
susturulmuştur. Bu konu 05 Ocak 2018 tarihli Millî Gazete’de, “Türkiye’nin
“Bağışıklık Sisteminde” (“İmmün Sistem”) Sorun Var-1” adlı makalede ayrıntılı
bir şekilde ele alınıp değerlendirilmiştir.
2- 16 Nisan Cumhurbaşkanlığı referandumu kampanyası
sürecinde başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere, Başbakan, AK Parti
kadroları, bazı medya ve STK’lar, “Hayır” diyeceklerle ilgili çok ağır, sert
bir dil ve üslup kullanmışlardır:
«‘Hayır’ demek, şu anda bölücü terör örgütüne destek
vermektir. Kandil ne diyor? ‘Hayır’ diyor. Kandil’deki bu terör örgütünün
liderleri ne diyor? ‘Hayır’ diyor. İmralı’daki terör örgütünün başı ne diyor?
‘Hayır’ diyor. İşte şu anda ‘hayır’ demek, bunlarla beraber aynı istikamette
yürümek demektir. …Bu ülkeyi bölmek, parçalamak isteyenler, şu anda bölücü
terör örgütüyle beraber ‘hayır’ kampanyasında buluşanlardır.” (7).
“Pensilvanya, FETÖ ‘hayır’ dedi. … ‘Hayır’ bloğunun başında
teröristler var, terör koordinatörleri var.” (8).
“ … Bir de milliyetçi maskesi takmış FETÖ’nün maşaları,
onlar da ‘hayır’ diyor. Bunlar milliyetçi değil, bunlar FETÖ’nün oyuncağıdır.”
(9).
“‘Hayır’cıların bindiği HDP-PKK-FETÖ gemisi hiç yürümez.
DEAŞ‘Hayır’diyor.” (10).
Yapılan Anayasa değişikliğinin gelecekte ortaya
çıkarabileceği mahsurları göz önüne alarak yapılan her türlü dostane teklif ve
yapılan açıklamalar, “ PKK’cı”, “DAEŞ’cı”, “FETÖ’cü”, “İmralı’cı”, “Kandil’ci”,
“terörist”, “hain” ve “işbirlikçi” ifadeleri kullanılarak susturulmak istenmiştir.
AK Parti kadroları, “Hayır” diyen ve oy veren herkesi,
dolaylı bir şekilde de olsa “ PKK’cı”, “DAEŞ’cı”, “FETÖ’cü”, “İmralı’cı”,
“Kandil’ci”, “terörist”, “hain” ve “işbirlikçi” olarak nitelendirmişlerdir.
Referandum sonuçlarına göre toplumun %49’u “Hayır oyu” vermiştir. AK Parti
kadrolarının dil ve üsluplarını göz önüne aldığımızda; toplumun %49’u, “
PKK’cı”, “DAEŞ’cı”, “FETÖ’cü”, “İmralı’cı”, “Kandil’ci”, “terörist”, “hain” ve
“işbirlikçi” midir?
“Yapılan iş, ürkütülen kurbağaya değmiş midir”?
Farklı görüş belirtenler, ikna edilecek yerde düşman olarak
görülmüş, algılanmış ve suçlanmıştır.
3- 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün sosyal medya hesabında,
“15 Temmuz hain darbe teşebbüsüne karşı arkasına bakmadan sokağa çıkıp direnen
kahraman vatandaşlarımızı koruma amacıyla çıkartıldığını düşündüğüm 696 sayılı
KHK’nın yazımındaki hukuk diliyle bağdaşmayan muğlaklık, hukuk devleti anlayışı
açısından kaygı vericidir.” “Düzenlemenin ileride herkesi üzecek olaylara
fırsat vermemesi gerekir; «gözden geçirileceğini ümit ediyorum» (11) tarzında
yaptığı bir açıklama, benzer şekilde çok sert eleştirilmiş ve Abdullah Gül,
Kılıçdaroğlu’nun kayığına binmekle suçlanmıştır (12):
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan: “Biz bir yolda aynı dava
arkadaşı değil miyiz? Nasıl oluyor da bir anda affedersiniz Bay Kemal’in
kayığına biniyorsunuz. Bu husumet kervanına bizim dava arkadaşlarımızdan bir
kısmı nasıl katıldı, nasıl katılıyor. Yazıklar olsun... Yazıklar olsun... Biz
isim vermeyeceğiz ama bırakın bunu da söyleyelim.”
AK Parti kadrolarının yaptığı açıklamalar, Elitaş ve Ünal
hariç, çok daha sert ve kırıcıdır. Abdullah Gül, Refah Partisi’nde parti
yöneticisi, milletvekili, Devlet Bakanı, AK Parti’de parti kurucusu, ilk dört
kişiden biri, Dışişleri Bakanı, Başbakan Yardımcısı, Başbakan ve
Cumhurbaşkanıdır. Bir hukuk metninde “muğlaklık vardır” demiş olması, bu kadar
ağır suçlamalara muhatap olmasını gerektirir miydi?
AK Parti Kadrolarına göre “Kılıçdaroğlu “düşmandır”,
“Haindir”, “FETÖ’cüdür”, “PKK’cıdır”. Dolayısıyla Abdullah Gül de, “düşmandır”,
“haindir”, “FETÖ’cudur”, “PKK’cıdır”.
Bu yaklaşım tarzı, doğru mudur ve de âdil midir?
SONUÇ: TÜRKİYENİN “OTOİMMÜN HASTALIĞI” GAYR-İ MEMNUN
ÜRETMEKTEDİR.
Cumhuriyetin kurucu kadroları ile başlayan, bugün de devam
eden farklı fikir, düşünce söyleyen, proje, strateji ve politika üreten hemen
hemen herkes, “aşırı hassasiyet” (otoimmün Hastalık) gösterilerek suçlanmakta,
tehdit edilmekte, karalanıp hain ilan edilmektedir.
Geçmişi ve rakipleri tehdit, karalama ve ihanetle suçlama
yaklaşımı, Cumhuriyet döneminde yetişen bir neslin karakteristik özelliği
olmuştur. Bu yaklaşımın Cumhuriyet dönemi resmi ideolojisini benimseyenler
açısından devam ettirilmesi de normaldir, yadırganmamalıdır. Yadırganması
gereken, resmi ideolojiye karşı olanların ya da karşı olduğunu söyleyenlerin ve
”muhafazakâr demokratların” benzer bir tavır ve davranış ortaya koymalarıdır.
Kendi kültür ve medeniyetinin değerlerine ters ve insanı ifsad edici bir dil
kullanmaları, bir davranış sergilemeleri, hem yanlış hem de tehlikelidir.
Türkiye’de Oslo görüşmelerinin deşifre edilmesi ile birlikte
başlayan, Taksim Gezi Parkı olayları ile ortaya çıkıp görünür hale gelen ve
hâlâ değişik şekiller altında devam eden Kadife Darbe Sürecinin en önemli
dayanağı, siyasi iktidara karşı olan gayr-i memnun kitlenin ittifakıdır
(kırgınlar, küskünler, rakipler ve düşmanlar).
Özellikle 15 Temmuz 2016 sosyolojik savaş amaçlı askeri
darbe girişimi sonrasında, genel olarak devletin, özel olarak da siyasetin
bağışıklık sistemi, “aşırı hassas çalışma” (Hipersensitive/otoimmün) özelliği
göstermektedir. Bu özelliği ile sistem sürekli gayr-i memnun üretmekte ve
sosyolojik amaçlı darbenin öngördüğü kadife darbe için gerekli olan gayr-i
memnun kitlenin büyümesine sebep olmaktadır.
Devletin değişik kademelerinde alınmış olan herhangi bir
kararla ilgili, en küçük farklı bir yorum, değerlendirme veya eleştiri
yapanlar; mazileri, konumları ve niyetleri ne olursa olsun, düşman kategorisine
konup insafsızca, merhametsizce eleştiriliyor, linç edilmek isteniyorlar.
Bunu da yöneticiler, ülkeyi, tehlikelere karşı koruma
amaçlıyla yaptıklarını söylüyorlar. Tahrip edici bu koruma refleksi,
Türkiye’nin “Bağışıklık Sisteminin” (“İmmün Sistem”) otoimmün hastalığına
yakalandığının bir göstergesidir. Bu da, gayr-i memnun sayısının hızla artmasına
sebep olmaktadır.
Ve, Asırlar Öncesinden Bir Uyarı:
“Onlar; zarar vermeyeceklerinden emin oldukları için
dostlarını uzak tuttular. Düşmanlarını da kazanmak için yakınlarına aldılar.
Yanlarına aldıkları düşmanları dost olmadığı gibi, uzaklaştırdıkları dostları
da düşman oldu. Herkes düşman safında birleşince, yıkılmaları mukadder oldu.”
(Ebu Müslim Horasani)
KAYNAKLAR
1- Demirel, S., 9.10.1999, Medya.
2- Ecevit, B., Vahdeddin Hain Değildi, Zaman, 16.07.2005.
3- Kaplan, S., Hürriyet, 18.07.2005.
4- Ertunç A.C., Cumhuriyetin Tarihi, Pınar yayınları,
İstanbul, 2002.
5- Ağaoğlu A., Serbest Fırka Hatıraları, İletişim yayınları,
1994, İstanbul, S:226.
6- Okyar, O., Mehmet Seyitdanlıoğlu, Fethi Okyar’ın Anıları,
Türkiye İş Bankası yayınları, Ankara 1997,
S:86.
7- Sabah, 13 Mart 2017;
sabah.com.tr/gundem/2017/03/13/cumhurbaskani-atv-ve-a-haber-ortay-yayininda-gundemi-degerlendirecek
8- Cumhurbaşkanlığı 14.04.2017;
http://www.tccb.gov.tr/haberler/410/74759/darbecilerin-degil-sivil-iradenin-hazirladigi-anayasa-ile-devam-edelim.html
9-
akparti.org.tr/site/haberler/basbakan-yildirim-isparta-evet-diyor-mitinginde-konustu/89194
10-Diken 14 Şubat 2017;
http://www.diken.com.tr/basbakan-yildirim-hayir-kokteyline-isidi-de-ekledi/;
13-Ak parti 04 mart
2017-http://www.akparti.org.tr/site/haberler/basbakan-yildirimin-nevsehir-mitinginde-yaptigi-konusmanin-tam-metni/88673#1
11-NTV Haber 25 Aralık 2017,
https://www.ntv.com.tr/turkiye/gulden-khk-cikisi-hukuk-devleti-acisindan-kaygi-verici,2l3WWdXYJ0Gzp0rIT1ZupQ
12-HABER-7 / 30.12.2017 Erdoğan: Yazıklar olsun;
http://www.haber7.com/ic-politika/haber/2512221-erdogandan-abdullah-gule-cevap-yaziklar-olsun
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder