(Milli Gazete)
Giriş
Molla Mustafa Barzani’nin, dönemin ABD başkanı Jimmy
Carter’a Virginia’da iken, 9 Şubat 1977’de yazdığı mektubun tamamı, aşağıda
verilmiştir. Mektubun değerlendirilmesi, bir sonraki yazıda yapılacaktır.
Cevaplanmayan Mektup
“Başkanlık seçimini kazanmanızdan dolayı sizi yeniden
kutlarım. Başkanlık seçiminiz sırasında, dünyanın her yerindeki halkların temel
insan haklarını açıkça destekleyeceğinizi defalarca belirtmeniz beni çok
sevindirdi ve yüreklendirdi.
İşte bu umutladır ki size, Kürt halkının yenilgisine ve bunu
izleyen dağılmasına yol açan sorun ve olayların nedenlerini kısaca belirtmek
için yazıyorum.
Birinci Dünya Savaşından sonra Osmanlı imparatorluğunun
çöküşüyle, Güney Kürdistan, “İki Nehir Arası Ülke” olarak bilinen yerle
birleştirilerek Irak oluşturuldu ve İngiltere ’nin
yönetimine verildi. Müttefik Devletler, özerk bir Kürdistan’ın kurulmasını vaat
etmişlerdi. Çünkü Kürtler, Araplar, Türkler ve Perslerden sonra dördüncü büyük
etnik grubu oluşturuyorlardı.
1920’de yapılan Sevr Antlaşması geniş Osmanlı
İmparatorluğu’nun diğer halklarıyla eşit temeller üzerinde, Kürtlerin kendi
kaderini tayin hakkını içeriyordu. Ama uluslararası çıkarlar, antlaşmanın
gerçekleşmesine olanak vermedi. Böylece Kürt halkının durumu bir çözüme
ulaşmadan olduğu gibi kaldı. Ondan sonra Kürtler, kendilerini zorla asimile
etmek isteyen işgalcilere karşı kendi ülkelerinde asgari düzeyde eşitlik ve
adalete kavuşmak için, sık sık kendilerini savunmaya zorlandılar.
Irak’ta monarşik sisteme son veren ve General Kasım
liderliğinde bir askeri yönetim oluşturan 1958 darbesinden sonra Kürt halkının
ulusal haklarının tanınacağı vaat edildi.
Yeni rejim Sovyet etkisi altına girer girmez, komünistlerin
Irak’ta yarattıkları kargaşa içinde vaatler unutuldu.
Demokrasi ve özgürlük konusunda Kürtlere düşen sorumluluk
nedeniyle, Irak komünistlerinin yaptıkları kitle halindeki katliamlara karşı
seyirci kalamazdım. Ancak General Kasım ve diğer yüksek rütbeli subaylara
durumun ciddiyetini anlatınca, onların öfkelerine maruz kaldım. Yerel
komünistlerin desteği ve Sovyetler Birliği’nin cesaret vermesi ile Irak
Hükümeti 1961 yılında silahlı kuvvetlerini, silahsız Kürt halkına karşı hücuma
geçirdi. Kürt halkının kendisini kurtarmak için başlattığı devrim, o zamandan
beri devam ediyor.
Bu süre içinde Irak’ta 9 hükümet ve 5 rejim değişti. Bu
zulümlerin her aşamasında, ilişkileri yeniden düzeltmek için, çok mütevazı bir
dille ricada bulunduk. Ancak bizim tekrarlanan ricalarımıza yalnızca
tekrarlanan hakaretlerle karşılık verildi.
Bizim acılarımız, sayın başkan, sizin dedelerinizin
acılarından farklı değildir. Ki, onları değerli Amerikalı Thomas Jefferson, en
iyi şekilde dile getirmiş, belgelendirmişti.
Son olarak 1968 yılında, bugünkü BAAS rejimi iktidara gelir
gelmez, bize savaş ilan etti. Fakat amacına savaş yoluyla ulaşamayacağını
anlayınca 1970’te barış görüşmelerine başvurmak zorunda kaldı ve bu görüşmeler
aynı yıl 11 Mart Antlaşması’yla sonuçlandı.
Antlaşma, Irak halkının iki asli milliyetten, Araplar ve
Kürtlerden oluştuğunu kabul ediyordu. Antlaşma aynı zamanda Kürt milliyetinin
haklarını sayıyordu ki bunlar arasında en önemlisi, dört yıl içerisinde Irak
Cumhuriyeti çerçevesi içinde bir özerk Kürdistan oluşturulmasıydı.
Antlaşmayı imzalamaya istekli oluşumuz, yalnızca, onun
şartlarının bizi derinden tatmin ettiği için değildi, fakat aynı zamanda
Irak’ta barışın sağlanmasını istiyor ve Kürtlerin hükümete katılmasının,
BAAS’ın Irak halkına ve komşu ülkelere karşı sert ve uzlaşmaz politikasını
değiştirebileceğini umuyorduk.
Fakat çok geçmeden, bu antlaşmanın, BAAS’in zaman kazanmak
için başvurduğu bir taktik olduğunu fark ettik. Onların iç barışa ihtiyaçları
vardı ve Irak’ın komşularına karşı giriştikleri yeni harekelerde, Kürtlerin
desteğini almayı umuyorlardı. İran , Kuveyt, Suudi Arabistan ve Suriye ile
yaratılan sürtüşmelerde bizi savaşa sürüklemek istiyorlardı.
Biz bir araç olmayı reddedince, bu kez Kürt bölgesini
özellikle zengin petrol sahalarını- ki bu sahalar Irak petrol üretiminin yüzde
65’ini, petrol rezervlerinin yüzde 70’ini kapsamaktadır- Araplaştırma
politikasını başlattılar. Aynı zamanda barışı, ülke içindeki politik
düşmanlarını tasfiye için kullandılar. Demokratik partiler kapatıldı ve onların
yüzlerce üyesi kitle halinde katledildi ya da işkence ile öldürüldü. Arkasından
dört yıllık sürenin bitiminde antlaşma tüm hükümleri ile uygulanacağına, bize
karşı yeni bir savaşın hazırlığına geçildi. Bağdat’la Moskova’nın bağları, 1972
başlarında imzalanan 20 yıllık Dostluk Antlaşması’yla daha da güçlendirildi.
Büyük miktarda, geliştirilmiş Sovyet silahları, askeri uzmanlar ve
teknisyenlerle birlikte Irak’a ulaşmaya başladı. Buna paralel olarak Irak’taki
Sovyet nüfuzu da arttı. BAAS rejimi hemen Moskova yanlısı Irak Komünist Partisi
ile Birleşik Cephe oluşturmak için çağrıda bulundu. Bizim Kürdistan Demokrat
Partisinin de katılması istendi. Liberal milli partilerin cephe dışında
bırakıldıklarını göz önüne alarak, en iyimser bir yargıyla bile katılmayı
reddettik. Bu da BAAS liderlerinin husumetini arttırdı. Siyasal cinayetler
düzenlemeye ve Kürt halkını zorla yerinden sürmeye başladılar. Bana karşı iki
kez suikast teşebbüsü yapıldı. BAAS rejimi ile bir arada barış içinde yaşamamız
imkânsız hale geldi. Böylece biz de Amerikalı ve İranlı dostlarımıza döndük.
Onlara durumu ve BAAS’ın politikası böyle devam ederse, yalnız bizim açımızdan
değil, bölgedeki diğer uluslar için de, doğacak sonuçların ciddiyetini izah
ettik. Aynı zamanda Sovyetler Birliği tarafından desteklenen bir rejime karşı
tek başımıza duramayacağımızı belirttik. Onlar düşüncelerimizi tümüyle haklı
buldular.
Bize Kürt devriminin, hem Birleşik Devletler’den hem de
İran’dan destek göreceği söylendi, o şekilde ki, Kürtler için gerçek bir
özerkliği ve Irak için demokratik bir cumhuriyeti gerçekleştirmek için mücadele
eden Kürtlerin, Irak rejimi karşısında dayanabilmeleri mümkün olsun.
Bunu ilgili taraflar arasında heyetlerin gidiş gelişi izledi
ve bizimle dostlarımız arasında koordinasyon sağlandı.
Asgari Kürt ulusal haklarını tanımayan özerklik yasası, 1974
Mart’ında Irak Hükümeti tarafından kasıtlı bir biçimde ilan edildiği zaman,
dostlarımızın bize vaat ettikleri yardıma güvenerek onu reddettik.
Irak ordusunun 8 tümeni, yüzlerce tankı ve yüzden fazla
modern savaş uçağıyla karşılaşınca –bunlardan bir kısmı Rus ve Hintli pilotlar
tarafından yönetilmekteydi- böylesine iyi donanmış bir orduya karşı etkin
biçimde savaşabilmek için, dostlarımızın bize yaptığı yardımın hem miktar, hem
de kalite bakımından düşük olduğunu çok geç de olsa fark ettik. Üstelik,
yardımlar daima ‘çok az ve çok geç’ti.”
Bütün bu güçlüklere rağmen halkımız kahramanca savaştı.
Birçok zafer kazandı ve Irak silahlı kuvvetlerine ve donatımına büyük kayıplar
verdirdi; Sovyetlerden anında gelen yardımlar olmasaydı, bu kayıplar Irak
tarafından doldurulamaz cinstendi.
1975 kışına halkımız, dondurucu soğuk ve kara rağmen,
düşmana bir karşı taarruz başlatınca, Irak rejimi çok umutsuz bir duruma düştü.
Moskova’nın öğüdü üzerine, bir kez daha hile ve ikiyüzlülük yöntemine başvurdu.
Cezayir Devlet Başkanı Bumedyen vasıtasıyla İran Şahıyla
temas kurulmuştu. Ayrıca, Kürt sorunu sona erdiği takdirde, BAAS’ın komşularına
karşı politikasını değiştirmeye ve Moskova ile olan ilişkilerini kısmaya
hazırlıklı olduğu, dolaylı yollardan Amerika’ya duyuruldu.
6 Mart 1975’te İran Şahı ile Devrim Komite Konseyi Başkanı
Saddam Hüseyin Takriti arasında Cezayir İhanet Antlaşması imzalandı. Antlaşma,
yiğitçe savaşmış ve böylece bu görüşmeleri mümkün kılmış olan İran’ın Kürt
müttefikleri yararına hiçbir şey içermiyordu.
Sayın başkan, biz, İran ile Irak arasında iyi ilişkiler
kurulmasına karşı değiliz. Ama bu, bizim kurban edilişimiz pahasına mı olmalı?
Biz Kürtler, ABD’ye ve İran’ın şeref sözüne güvenerek düşmana karşı koyduk ve
onunla savaştık. Bize mükâfat olarak söz verilen özerklik nerede?
İran mülteci kamplarında mı? Kürt halkının kitle halinde
Güney Irak’a sürülmesinde mi? Batılı ülkelere doğru dağılmada mı? Ailelerin,
kadın, çocuk ve yaşlıların bölünmesinde mi? İşkence altında ölümde mi? Kürt
mültecilerinin İran makamlarınca ansızın sürülme ve geri gönderilme korkusunda
mı?
Bütün halklar için onur, birlik, özgürlük ve demokrasinin
temel ilkelerini ilan etmiş olan Amerika Birleşik Devletleri ulusu gibi büyük
bir ulus, Kürt yenilgisindeki rolünden sonra, olanlara kayıtsız kalabilir mi?
Biz sizden, öylesine, yaptığımız iyiliğin iki mislini
istemiyoruz. Hatta eşitini bile. Biz yalnızca Kürtlere vaat edilen özerkliğin
verilmesini istiyoruz.
Sayın başkan, biz dostlarımızın yardım vaadine güvenerek bir
savaşa girdik; fakat ansızın, savaş alanında kendimizi yalnız bulduk; Amerikan
ve İran yardımından yoksun, arkamızda kapalı bir İran sınırı ve karşımızda
durmadan akan son model Sovyet silahlarıyla donanmış modern bir ordu.
Kötüleşen ekonomik koşullar, ihanete uğrama duygusunun
yarattığı düşük moral ve bunların yanı sıra, İran’da mülteci olarak 250 bin
kadın çocuk ve yaşlının bulunuşu yüzünden, istemeyerek ve acı içinde İran’a
çekilmekten ve yurdumuzu BAAS’a terk etmekten başka çaremiz yoktu.
Biz düşmanlarımız tarafından askeri yenilgiye uğratılmış
değildik. Dostlarımız tarafından yıkılmıştık.
Sayın başkan, Kürt halkının son perdesi henüz yeni başlıyor.
O, ya bir trajedi ile bitecek veya onun sonu, yeni bir başlangıç olacak. Bu
size bağlı.
Kürt halkının bir düşü var, belki sizin Thomas
Jefferson’unki kadar büyük değil; ama bir özerklik düşü bu. Onlar, onun için
savaştılar, onun için öldüler ve daima onun özlemini duydular. Onlar,
inançlarını ve yüreklerini ona bağladılar ve inandılar ki Amerika’nın verdiği
söz, ister yazılı, ister sözlü olsun, demir bir zırh gibi sağlamdır. Onlar söz
verilen mükâfatın verilmesini benden bekliyorlar. Ben de sayın başkan, sizden
bekliyorum.
Sayın başkan, halkımın uğradığı felaketin nedeni, onların
demokrasiye olan inançları, batı ile olan dostlukları, Amerika’nın prensiplerine
olan güvenleri, bu prensiplerin, zayıf ulusların korunması ve onların temel
insan haklarına kovuşmaları için destek sağlanmasını öngördüğüne dair
kanılarıdır.
Biz hiçbir zaman başka ülkeleri işgal etmeyi veya başka
halklara baskı yapmayı düşünmedik. Biz, yalnızca, kendi ülkemizde barış
içerisinde ve özgür olarak yaşadığımız halklar gibi adil ve eşit biçimde
davranılmasını istiyoruz. Biz Irak’ın yeni sakinleri ya da göçmeni değiliz.
Atalarımız binlerce yıldan beri bu ülkede yaşamışlar.
Sayın başkan, eğer Amerika’nın verdiği söze tam olarak
inanmasaydım, halkımı bugün içine düştüğü felaketten kurtarabilirdim. Bu,
BAAS’ın politikasını tam olarak desteklemek ve onunla güçleri birleştirmek
yoluyla yapılabilirdi. Ama bu tutum Amerika’nın ilkelerine ters düşer, Irak’ın
komşularına da zarar verirdi. Ancak üst dereceli Amerikan yetkililerinin
teminatı üzerine bu alternatife iltifat etmedim, onun yerine, ABD ve İran’la
işbirliğini tercih ettim. Böylece biz kendi hedefimizi-özerkliği- ve Irak
halkının hedefini-demokrasiyi- gerçekleştirmiş olacaktık ki, bu da tüm bölgenin
çıkarına olacaktı.
Sizin de seçim kampanyanızda birçok kereler belirttiğiniz
gibi, sizden önceki Amerikan yönetiminin dost ve müttefik uluslara karşı
izlediği politika, hem bu uluslara, hem de Amerika’ya zarar verici cinstendi.
Bu politika, dostlarının Amerika’ya güvenlerini yitirmelerine, bunun sonucu
olarak Amerika’nın etkisinin azalmasına neden oldu; böylece Amerika’nın
saygınlığını dünya ölçüsünde tehlikeye sokucu nitelikteydi.
Sayın başkan, Amerikan halkı güvenini size belirtti; çünkü
onlar, sizin bu güvensizlik havasını değiştireceğinize ve Amerika’nın
geleneksel insani prensiplerini gerçekleştirmek için çalışacağınıza derinden
inanmaktadırlar.
Kendisini daima Amerika için güvenilir bir dost saymış olan
Kürt halkı, yüklü çalışma programınıza rağmen, onların geleceği üzerinde
düşünmeye zaman bulacağınız ve sorunlarının çözümü için çaba göstereceğiniz
umudundadır.
Sayın başkan, Kürt sorunu, Ortadoğu’nun diğer önemli
sorunlarıyla yakından ilişkilidir ve sizin ihtimamla ilgilenmenize değerdir.
Ümit ediyoruz ki, bu sorun, sizin Ortadoğu’ya yönelik ve giderek önem kazanan
dış politika müzakerelerinizde özel bir yer tutacaktır.
Yine derinden ümit ediyoruz ki, Irak Hükümetinin temel insan
haklarına saygı göstermesi, Kürtlere karşı gayri insani politikasını
değiştirmesi, Güneye sürülmüş Kürtleri yeniden kuzeydeki anayurtlarına
döndürmesi ve 11 Mart 1970 Antlaşmasına tam olarak uyması hususlarında ikna
edilmesi için Amerikan Hükümeti, bölgedeki dost ulusları etkinliklerini
kullanmaya zorlayacaktır.
Kürt sorunu sükût etmemiştir ve Kürt devrimi yok
edilmemiştir. Bunu Irak Hükümeti iyi bilir. Her türden saldırgana karşı
yüzyıllar boyu direnmiş olan Kürt ulusu, öyle kolayca yok edilemez. Acı
olayların üstünden daha bir yıl bile geçmeden halkımız ve partimiz yeniden
örgütlenmiş ve öncesine oranla daha dar bir alanda da olsa devrim yeniden
başlamıştır. Bu durum Iraklı yöneticilere çok uykusuz geceler yaşatacaktır.
Bu arada, ümit ediyoruz ki, İran’daki Kürt mültecilerinin
Amerika’ya gelmelerine müsaade edilecek ve onlara makul bir maddi yardım tahsis
edilecektir; daha önceleri başka ülkelerden gelen mültecilere tahsis edildiği
gibi.
Sayın başkan, dilerim ki, halkımın yaralarına deva bulmak
için çaba göstereceksiniz ve onların yurtlarına dönmesi ve temel insan
haklarına kavuşmalarını sağlayan kahraman siz olacaksınız. Bir zamanlar onların
da sizin için kahramanlık yaptıkları gibi.
Yarım asırdan fazla bir zamandır halkım bütün güvenini,
umudunu bana bağladı. Şimdi ben bu umudu size devrediyorum.
İçten dilekler ve derin kişisel saygılarımla.”(1)
Sonuç
Allah’a ve Ahirete iman ettiğini söyleyen ve kendisini
Müslüman kabul eden herkesin, bu mektuptan çıkaracağı çok dersler olmalıdır.
Kaynaklar
Tuşalp, E, Zehir Yüklü Bulutlar, Halepçe’den Hakkâri’ye, Bilgi Yayınevi, 2. Baskı, 1990 S: 44-55.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder