(Milli Gazete)
Giriş
“Bağımsız Kürdistan Referandumu”
ile birlikte başlayan tartışmalarda, dini hassasiyeti olan Müslüman Türklerle
Müslüman Kürtlerin kullandıkları dil, kavmiyetçi bir dildir. “Bu Kürtler” veya
“bu Türkler” diye başlayan ve işi küfretmeye kadar götüren bir dil,
kavmiyetçilik ateşi ile yanıp tutuşan bir Türkçünün ve Kürtçünün dili olabilir;
Allah’a ve Ahret gününe iman eden bir müminin dili olamaz, olmamalıdır da.
O nedenle şu temel sorunun sorulması ve cevaplandırılması
gerekmektedir:
Allah’a ve Ahirete iman ettiğini söyleyen ve kendisini
Müslüman kabul edenlerin, kavmiyetçiliğe ve mezhepçiliğe (mezhep taassubuna)
bakışı, tavrı ve tutumu ne olmalıdır?
Bu yazıda, kavmiyetçilik konusu, ana hatları ile ele alınıp
incelenecektir.
Farklı Renk, Dil ve Soyların Varlık Sebebi
Kur’an-i Kerim’e göre, renk ve dil farklılaşması, “Allah’ın
ayetlerindendir” (30 Rum Süresi 22). Öyleyse farklı dile sahip olan kavimlerin,
dillerini her alanda kullanabilmeleri, onların en doğal haklarıdır. Bu pazarlık
konusu edilemez, edilmemelidir de. Bu hak, birileri tarafından gasp edilmiş ise
bunun geriye iadesi, bir lütuf değildir. Hakların iade edilmesi için de bir
“aracı örgüte” ve “3. göze” ihtiyaç yoktur.
Aynı anne babanın çocuklarının farklı renk ve dile sahip
olması, Allah’ın koyduğu kanunun bir sonucu ise; Hz. Âdem’in çocuklarının
çoğalmaları ile farklı soy, oymak, kabile ve Şa’b’a (kavim, ulus, ehl-i millet
ve ümmet) ayrılması da Sünnetullahın bir sonucudur (49 Hucurat 13).
“Şaab”, “kabilelerin ittifakı” ile meydana gelen daha büyük
bir topluluktur (1). Farklı kavimlerin ittifakı, yeni bir şaabdır (Kavimlerin
İttifakı). Bu durumda farklı renk, dil, soy, değer sistemi, kültür, müzik, örf,
adet, gelenek, görenekler vardır. Ana sorun, bunlar arasında bir dengenin nasıl
kurulacağıdır?
Kavimlerin oluşturduğu üst şaabda (Kavimler ittifakı)
ittifak yapan kavimler, birbirine göre farklı nicelikte olabilir. Sayısal
olarak baskın olan kavim, zamanla diğerlerini yok etmek, asimile etmek
isteyebilir. Ya da kültür ve medeniyet olarak daha gelişkin olan bir kavim,
diğerlerinin kültürlerini, dillerini yok etmeye kalkabilir veya diğerlerini
sömürebilir. Bu ve buna benzer tehlikeler, kavimler ittifakında
karşılaşılabilecek muhtemel tehlikelerdir.
Burada sorulacak ana soru, bir kavim bir başka kavmin
kimliğini yok etme hakkına sahip midir?
Bu adil bir tavır mıdır? Buna hakkı var mıdır?
Var olduğunu iddia ediyorsa bu hakkı nereden almaktadır?
Farklı Boy, Kabile, Kavimlerin Var olmasında ki Sır
Nedir?
Allah’ın insanları farklı boy, kabile, kavimlere
ayırmasındaki esrar nedir?
Kur’an’da bunun nedeni, “tanışma ve kaynaşma” (49/13) olarak ifade
edilmektedir. Sünnetullah’a göre farklı akraba, soy, kabile, kavim, ulus/millet
ve ümmetler şeklinde bir yapılanış, insanlık evrensel kümesi içerisinde birer
denge unsuru olarak görev ifa etmektedir/etmelidir. Farklı her örgütsel yapı,
kendi müntesipleri arasında özel bir sevgi, saygı, şefkat, aidiyet, sadakat ve
dayanışma duygusu meydana getirmektedir. Bu şekilde meydana gelen güçler
dengesi, insanların birbirlerinin hak ve hukukuna riayet etmesine yardımcı
olmaktadır.
Bunlar, insan fıtratına yerleştirilmiş özelliklerdir.
Kavmini Sevmek, Kavmine Dua Etmek, Kavmine Yardım Etmek
Bir insanın akrabasını ve kavmini sevmesi, en doğal hakkı
olup fıtri bir özelliktir (4 Nisa 1; 47 Muhammed 22-23; 2 Bakara 204-205). Bu,
yadırganacak ya da kınanacak bir durum değildir. Kur’an’da peygamberlerin
soylarına sık sık atıfta bulunulmakta, peygamberlerin nesillerine
–zürriyetlerine- dua etmeleri istenmekte ve nesillerine peygamberlik verilerek
kendilerine lütufta bulunulduğu belirtilmektedir (3 Al-ı Imran 33-34; 29
Ankebut 27). Hz. İbrahim’in ve Hz. Meryem’in anasının yaptığı dualarda bunu
görebilmekteyiz(2 Bakara 127-128; 3 Al-ı Imran 36). Kur’an bize tevbe edip
salih amelde bulunanların soylarına dua etmeleri gerektiğini haber vermektedir
(25 Furkan 74). Hz. Peygamberin kendisini Taif’te taşlayan kavmine karşı;
“Allah’ım sen kavmime hidayet eyle, onlar hakkı bilmiyorlar.”(2) şeklinde dua
etmesini, Hz. Peygamberin amcası Ebu Talib’in hidayete kavuşması için
gösterdiği gayreti ve Hz. İbrahim’in dua için babasına söz vermiş olmasını (60
Mümtehine 4), bu bağlamda değerlendirmek gerekmektedir.
Hz. peygamberden tebliğe önce akrabasından başlaması
istenmiştir (26 Şuara 214-216). Bu akrabalık bağının oluşturduğu sevgi, şefkat
ve merhamet bağının tebliğe karşı reaksiyonları kısmen azaltabileceği
ihtimalinden dolayı olsa gerekir. Ayrıca tebliğle birlikte yeni değerlerin
akrabalar tarafından benimsenmiş olması halinde, kan bağının yanında değer
bağının var olması ile daha güçlü bir aidiyet ve dayanışma ortaya çıkmaktadır.
Hz. Peygamber, yaptığı tebliğin karşılığında “akrabalık sevgisinden” başka bir
şey istemediğini söylemesi çok dikkat çekicidir:
“De ki: “Ben, buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum,
ancak akrabalık sevgisi hariç.””(42 Şura 23).
Diğer taraftan yardım önceliğinin Müslüman akrabaya
yapılması, akrabalık ve
soy ilişkilerine İslam’ın verdiği önemi göstermektedir (8
Enfal 75, 33 Ahzab 6). Cuma hutbesinde okunan ve akrabalara yardım yapılmasını
içeren ayeti kerime, akrabalığın Müslümanlar açısından ne kadar önemli
olduğunun bir göstergesidir (16 Nahl 90). İnfakın kimlere yapılacağına ilişkin
ayetlerde yer alan sıralanış, akrabaya verilen önemin düzeyini göstermektedir
(2 Bakara 215). Benzer bir sıralanış, insanlara güzel davranma konusunda da
vardır (4 Nisa 36).
Kavmiyetçilik, Irkçılık Nedir?
Akrabayı, soyu, kavmi sevme, onlara yardım etme ve dua etme
meşru olduğuna göre kavmiyetçilik, ırkçılık nedir?
Eşler arasına konulan sevgi ve merhamet, nasıl Allah’ın
ayeti ise akraba, kabile ve kavmin bireyleri arasında ki sevgi ve merhamet de,
Allah’ın bir ayetidir. Sorun sevgi, merhamet ve şefkatin olmasında değildir.
Sorun, kavme ya da soya olan sevginin, bir tutku ve şehvet boyutuna ulaşması
ile bir başka kavmin, soyun hakkının, hukukunun çiğnenmesi, adaletin ortadan
kalkması ve zulmün icra ediliyor olmasıdır.
Asabiye konusu Hz. Peygambere sorulmuştur. Hz. Peygamberin
verdiği cevap, “asabiye”, sevgi ve zulüm arasında ki ilişkiyi ortaya koyarak
asabiyeden ne anlaşılması gerektiğine açıklık getirmiştir:
“Vâsileİbnu’l-Eskâ: “Ey Allah›ın Resulü dedim, kişinin
kavmini sevmesi, (merdud olan) asabiye midir?”
“Hayır buyurdular, asabiye, kişinin zulümde kavmine yardımcı
olmasıdır.”(3)
Hz. İbrahim, soyundan da peygamber gelmesi için dua
yaptığında, Allah’ın verdiği cevapta, “Zalimler benim ahdime erişemez” denmiş olması
(2 Bakara
124), kavmiyetçiliğin gizli şifresinin, bir başka kavme
zulüm yapmak olduğunu ortaya koymaktadır.
Kavmiyetçilik ile zulüm arasındaki bu ilişkiyi, Kur’an’da,
Hz. Musa’nın kavga yapan
taraflar arasında haklı ile haksızı ayırt etmeden, herhangi bir sorgulama
yapmadan, kendi kavminden olana yardım etmiş olmasında da görmekteyiz (28 Kasas
15-19). Bu ayetlerde geçen Hz. Musa’nın “Bu şeytanın işindendir”, “ben kendi
nefsime zulmettim”, “suçlu- günahkârlara destekçi olmayacağım” demiş olmasının
sebebi, kavga eden taraflardan haklı haksız sorgulamasını, araştırmasını
yapmadan, kendi kavminden olduğu için birine sahip çıkmış olmasının
yanlışlığını görüp pişman olmuş olmasından dolayıdır. Keza ikinci gün kavminden
olmayan bir başka şahsın Hz. Musa’ya “Sen yeryüzünde yalnızca bir zorba olmak
istiyorsun, ıslah edicilerden olmak istemiyorsun.”” demiş olması da, Hz.
Musa’nın sadece kavminden olduğu için birine yardıma kalkmış olmasının,
yanlışlığını ortaya koymuş olması bağlamında değerlendirilmelidir.
Kavmiyetçilik İçin Savaşanlar Allah Yolunda Değiller Ve
Yerleri Cehennemdir
Milletin/Ümmetin dayanışmasını yıkıp birlik ve beraberliği
parçaladığından dolayı kavmiyetçiliğe neden olan her türlü tutum ve tavır,
İslam tarafından yasaklanmış ve “cahili bir davranış” olarak nitelendirilmiştir
(4). Böyle bir dava güdenler, Hz. Peygamber’in “Asabiyyet (kavmiyyetçilik)
davasına kalkan, onu yaymaya çalışan, bu dava yolunda mücadeleye girişen bizden
değildir.” (5) ifadesiyle İslam kültür ve medeniyetinin inşa ettiği
ümmettin/milletin/cemaatin dışına çıkarılmışlardır/çıkarılmalıdırlar.
Bir mümin için soy, renk ve genetik yapı, bir ayırımcılık
aracı olmadığına göre, bir kavmin bir başka kavme zulmetmesi, onun yaratılıştan
kendisine bahşedilmiş haklarını gasp etmesi ya da onun asimile edilmesi için
mücadele etmesi, Allah’ın rızasına uygun olmayıp Allah yolunda bir eylem de
değildir (6). Kavmiyetçilik için ölenler, “cahiliye ölümü ile ölmüşlerdir”:
“Resûlullah (sas): “ Kim de körü körüne çekilmiş (ummiyye)
bir bayrak altında savaşır, asabiyet (ırkçılık) için gadablanır veya asabiyete
çağırır veya asabiyete yardım eder, bu esnada da öldürülürse bu ölüm de cahiliye
ölümüdür.” (7)
Bunların mekânları, cehennemdir; namaz kılıp oruç tutmuş
olmaları, bu sonucu değiştirmemektedir (8).
İslam bir taraftan akrabalık, soy bağının korunmasını
isterken, diğer taraftan da bunun, İslam’ın değer sistemine zarar vermemesini
de istemektedir. O nedenle Allah, Hz. Nuh’un ve Hz. Lut’un eşlerini
küfredenlere; Firavun’un karısını da, iman edenlere örnek olarak
göstermektedir(66 Tahrim 10-11).
Bir baba olarak Hz. Nuh, oğlunun tufanda kurtulabilmesi için
Allah’a yalvarmıştır. Hz. Nuh’un iman etmemiş oğlunun kurtuluşu için Allah’a
dua etmesi, Allah tarafından kınanmış olup oğlu konusunda uyarılmıştır(11 Hud
46). Hz. Nuh’un öz oğlu, seçtiği yoldan dolayı Hz. Nuh’un “ehli olmaktan” Allah
tarafından çıkarılmıştır. Hz. Nuh’un uyarılmasında kullanılan ‘cahillerden
olmayasın’ ifadesi ise, asabiye ile cahiliye arasında yukarıda ifade edilen
ilişkiyi kuvvetlendiren önemli bir delildir.
Sonuç: Ey İman edenler Unutmayın! Ahiret Var, Hesap Var
Bugün, basiret ve feraset sahibi olma zamanıdır. Yaklaşık
1000 yıldır kader birliği yaptığımız, kanlarımızın karışıp bu toprakların
tümünü suladığı, kız alıp kız verdiğimiz, etle kemik olduğumuz bir halkın
( Türk ya da Kürt)
çocuklarına karşı takınılacak tavır, sevgi, saygı ve kardeşliktir. Bunun aksi
tüm tutum, tavır ve davranışlar, kavmiyetçilik hastalığının dışa yansıması olup
bedeli, hem bu dünyada hem de ahret hayatında helak olmaktır.
Bugün, Birr ve takva konusunda yardımlaşma, konuşma, bu
yolda dayanışma içerisinde olma zamanıdır (5 Maide 2; 58 Mücadele 9 ).
Bugün, Ortadoğu’nun içine girdiği süreçte kendisini Müslüman
olarak kabul eden, Allah’a ve Ahret gününe iman eden herkesin, özellikle,
Müslüman Türk, Kürt, Arap ve Fars kardeşlerimizin ortak takınacakları tavır,
adalet ekseninde bir barış ortamının sağlanması için duruş ortaya koymak,
nemelazımcılığı terk etmek olmalıdır (49 Hucurat 9-10).
Ey İman edenler unutmayın!
“ Hz. Peygamber (sas): Kim haksızlıkta kavmine yardım
ederse, kuyuya düşüp, kurtarılmak için (beyhude yere) kuyruğundan çekilen
deveye benzer.”
Henüz vakit varken;
“Ey iman edenler, hepiniz topluca İslam’a girin ve şeytanın
adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.” (2 Bakara 208)
Henüz vakit varken;
“Ey iman edenler, Allah’a, Resulüne, Resulüne indirdiği
Kitaba ve bundan önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini,
kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, kuşkusuz uzak bir
sapıklıkla sapıtmıştır.” (4 Nisa 136)
Henüz vakit varken;
“Hepiniz Allah’ın ipine sımsıkı yapışın. Dağılıp ayrılmayın.
Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz.
O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O’nun nimetiyle kardeşler
olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi
kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini işte böyle
açıklar.” (3 Al-ı Imran 103)
Kaynaklar
1- Yazır, E., Hak dini Kuran Dili, Azim dağıtım, İstanbul , Cilt
7, S: 212-213.
2- Buharî, İstitâbe 4, Enbiya 50; Müslim, Cihâd 105, (1792).
3- Ebu Davud, Edeb 121, (5519).
4- Müslim, Cenâiz 9, hadis no: 934
5- Ebu Davud, Edeb, 121, 5121. H. Münavi, a.g.e., 5, 386).
6- Buharî, Cihad 15, Hums 10, İlm 35, Tevhid 28; Müslim,
İmâret 149, (1904); Tirmizî, Fedâilu›l-Cihâd 16, (1646); Ebu Dâvud, Cihâd 26,
(2517); Nesâî, Cihâd 21; İbnuMace, Cihâd 13, (2783).
7- Müslim, İmâret 53, (1848); Nesâî, Tahrim 28, (7, 123);
İbnuMâce, Fiten 7, (3948).
8- Hakim, Müstedrek, 4, 298.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder