20 Ekim 2017 Cuma

“Bağımsız Kürdistan Referandumu”-3 Kavmiyetçi Ve Mezhepçi Yaklaşımlarla İslam Dünyasının Sorunları Çözülemez

 (Milli Gazete)

Giriş

“Bağımsız Kürdistan Referandumu” ile birlikte başlayan tartışmalarda, dini hassasiyeti olan Müslüman Türklerle Müslüman Kürtlerin kullandıkları dil, kavmiyetçi bir dildir. “Bu Kürtler” veya “bu Türkler” diye başlayan ve işi küfretmeye kadar götüren bir dil, kavmiyetçilik ateşi ile yanıp tutuşan bir Türkçünün ve Kürtçünün dili olabilir; Allah’a ve Ahret gününe iman eden bir müminin dili olamaz, olmamalıdır da.

O nedenle şu temel sorunun sorulması ve cevaplandırılması gerekmektedir:

Allah’a ve Ahirete iman ettiğini söyleyen ve kendisini Müslüman kabul edenlerin, kavmiyetçiliğe ve mezhepçiliğe (mezhep taassubuna) bakışı, tavrı ve tutumu ne olmalıdır?

Bu yazıda, kavmiyetçilik konusu, ana hatları ile ele alınıp incelenecektir.

Farklı Renk, Dil ve Soyların Varlık Sebebi

Kur’an-i Kerim’e göre, renk ve dil farklılaşması, “Allah’ın ayetlerindendir” (30 Rum Süresi 22). Öyleyse farklı dile sahip olan kavimlerin, dillerini her alanda kullanabilmeleri, onların en doğal haklarıdır. Bu pazarlık konusu edilemez, edilmemelidir de. Bu hak, birileri tarafından gasp edilmiş ise bunun geriye iadesi, bir lütuf değildir. Hakların iade edilmesi için de bir “aracı örgüte” ve “3. göze” ihtiyaç yoktur.

Aynı anne babanın çocuklarının farklı renk ve dile sahip olması, Allah’ın koyduğu kanunun bir sonucu ise; Hz. Âdem’in çocuklarının çoğalmaları ile farklı soy, oymak, kabile ve Şa’b’a (kavim, ulus, ehl-i millet ve ümmet) ayrılması da Sünnetullahın bir sonucudur (49 Hucurat 13).

“Şaab”, “kabilelerin ittifakı” ile meydana gelen daha büyük bir topluluktur (1). Farklı kavimlerin ittifakı, yeni bir şaabdır (Kavimlerin İttifakı). Bu durumda farklı renk, dil, soy, değer sistemi, kültür, müzik, örf, adet, gelenek, görenekler vardır. Ana sorun, bunlar arasında bir dengenin nasıl kurulacağıdır?

Kavimlerin oluşturduğu üst şaabda (Kavimler ittifakı) ittifak yapan kavimler, birbirine göre farklı nicelikte olabilir. Sayısal olarak baskın olan kavim, zamanla diğerlerini yok etmek, asimile etmek isteyebilir. Ya da kültür ve medeniyet olarak daha gelişkin olan bir kavim, diğerlerinin kültürlerini, dillerini yok etmeye kalkabilir veya diğerlerini sömürebilir. Bu ve buna benzer tehlikeler, kavimler ittifakında karşılaşılabilecek muhtemel tehlikelerdir.

Burada sorulacak ana soru, bir kavim bir başka kavmin kimliğini yok etme hakkına sahip midir?

Bu adil bir tavır mıdır? Buna hakkı var mıdır?

Var olduğunu iddia ediyorsa bu hakkı nereden almaktadır?

Farklı Boy, Kabile, Kavimlerin Var olmasında ki Sır Nedir?

Allah’ın insanları farklı boy, kabile, kavimlere ayırmasındaki esrar nedir? Kur’an’da bunun nedeni, “tanışma ve kaynaşma” (49/13) olarak ifade edilmektedir. Sünnetullah’a göre farklı akraba, soy, kabile, kavim, ulus/millet ve ümmetler şeklinde bir yapılanış, insanlık evrensel kümesi içerisinde birer denge unsuru olarak görev ifa etmektedir/etmelidir. Farklı her örgütsel yapı, kendi müntesipleri arasında özel bir sevgi, saygı, şefkat, aidiyet, sadakat ve dayanışma duygusu meydana getirmektedir. Bu şekilde meydana gelen güçler dengesi, insanların birbirlerinin hak ve hukukuna riayet etmesine yardımcı olmaktadır.

Bunlar, insan fıtratına yerleştirilmiş özelliklerdir.

Kavmini Sevmek, Kavmine Dua Etmek, Kavmine Yardım Etmek

Bir insanın akrabasını ve kavmini sevmesi, en doğal hakkı olup fıtri bir özelliktir (4 Nisa 1; 47 Muhammed 22-23; 2 Bakara 204-205). Bu, yadırganacak ya da kınanacak bir durum değildir. Kur’an’da peygamberlerin soylarına sık sık atıfta bulunulmakta, peygamberlerin nesillerine –zürriyetlerine- dua etmeleri istenmekte ve nesillerine peygamberlik verilerek kendilerine lütufta bulunulduğu belirtilmektedir (3 Al-ı Imran 33-34; 29 Ankebut 27). Hz. İbrahim’in ve Hz. Meryem’in anasının yaptığı dualarda bunu görebilmekteyiz(2 Bakara 127-128; 3 Al-ı Imran 36). Kur’an bize tevbe edip salih amelde bulunanların soylarına dua etmeleri gerektiğini haber vermektedir (25 Furkan 74). Hz. Peygamberin kendisini Taif’te taşlayan kavmine karşı; “Allah’ım sen kavmime hidayet eyle, onlar hakkı bilmiyorlar.”(2) şeklinde dua etmesini, Hz. Peygamberin amcası Ebu Talib’in hidayete kavuşması için gösterdiği gayreti ve Hz. İbrahim’in dua için babasına söz vermiş olmasını (60 Mümtehine 4), bu bağlamda değerlendirmek gerekmektedir.

Hz. peygamberden tebliğe önce akrabasından başlaması istenmiştir (26 Şuara 214-216). Bu akrabalık bağının oluşturduğu sevgi, şefkat ve merhamet bağının tebliğe karşı reaksiyonları kısmen azaltabileceği ihtimalinden dolayı olsa gerekir. Ayrıca tebliğle birlikte yeni değerlerin akrabalar tarafından benimsenmiş olması halinde, kan bağının yanında değer bağının var olması ile daha güçlü bir aidiyet ve dayanışma ortaya çıkmaktadır. Hz. Peygamber, yaptığı tebliğin karşılığında “akrabalık sevgisinden” başka bir şey istemediğini söylemesi çok dikkat çekicidir:

“De ki: “Ben, buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum, ancak akrabalık sevgisi hariç.””(42 Şura 23).

Diğer taraftan yardım önceliğinin Müslüman akrabaya yapılması, akrabalık ve

soy ilişkilerine İslam’ın verdiği önemi göstermektedir (8 Enfal 75, 33 Ahzab 6). Cuma hutbesinde okunan ve akrabalara yardım yapılmasını içeren ayeti kerime, akrabalığın Müslümanlar açısından ne kadar önemli olduğunun bir göstergesidir (16 Nahl 90). İnfakın kimlere yapılacağına ilişkin ayetlerde yer alan sıralanış, akrabaya verilen önemin düzeyini göstermektedir (2 Bakara 215). Benzer bir sıralanış, insanlara güzel davranma konusunda da vardır (4 Nisa 36).

Kavmiyetçilik, Irkçılık Nedir?

Akrabayı, soyu, kavmi sevme, onlara yardım etme ve dua etme meşru olduğuna göre kavmiyetçilik, ırkçılık nedir?

Eşler arasına konulan sevgi ve merhamet, nasıl Allah’ın ayeti ise akraba, kabile ve kavmin bireyleri arasında ki sevgi ve merhamet de, Allah’ın bir ayetidir. Sorun sevgi, merhamet ve şefkatin olmasında değildir. Sorun, kavme ya da soya olan sevginin, bir tutku ve şehvet boyutuna ulaşması ile bir başka kavmin, soyun hakkının, hukukunun çiğnenmesi, adaletin ortadan kalkması ve zulmün icra ediliyor olmasıdır.

Asabiye konusu Hz. Peygambere sorulmuştur. Hz. Peygamberin verdiği cevap, “asabiye”, sevgi ve zulüm arasında ki ilişkiyi ortaya koyarak asabiyeden ne anlaşılması gerektiğine açıklık getirmiştir:

“Vâsileİbnu’l-Eskâ: “Ey Allah›ın Resulü dedim, kişinin kavmini sevmesi, (merdud olan) asabiye midir?”

“Hayır buyurdular, asabiye, kişinin zulümde kavmine yardımcı olmasıdır.”(3)

Hz. İbrahim, soyundan da peygamber gelmesi için dua yaptığında, Allah’ın verdiği cevapta, “Zalimler benim ahdime erişemez” denmiş olması (2 Bakara

124), kavmiyetçiliğin gizli şifresinin, bir başka kavme zulüm yapmak olduğunu ortaya koymaktadır.

Kavmiyetçilik ile zulüm arasındaki bu ilişkiyi, Kur’an’da, Hz. Musa’nın kavga yapan taraflar arasında haklı ile haksızı ayırt etmeden, herhangi bir sorgulama yapmadan, kendi kavminden olana yardım etmiş olmasında da görmekteyiz (28 Kasas 15-19). Bu ayetlerde geçen Hz. Musa’nın “Bu şeytanın işindendir”, “ben kendi nefsime zulmettim”, “suçlu- günahkârlara destekçi olmayacağım” demiş olmasının sebebi, kavga eden taraflardan haklı haksız sorgulamasını, araştırmasını yapmadan, kendi kavminden olduğu için birine sahip çıkmış olmasının yanlışlığını görüp pişman olmuş olmasından dolayıdır. Keza ikinci gün kavminden olmayan bir başka şahsın Hz. Musa’ya “Sen yeryüzünde yalnızca bir zorba olmak istiyorsun, ıslah edicilerden olmak istemiyorsun.”” demiş olması da, Hz. Musa’nın sadece kavminden olduğu için birine yardıma kalkmış olmasının, yanlışlığını ortaya koymuş olması bağlamında değerlendirilmelidir.

Kavmiyetçilik İçin Savaşanlar Allah Yolunda Değiller Ve Yerleri Cehennemdir

Milletin/Ümmetin dayanışmasını yıkıp birlik ve beraberliği parçaladığından dolayı kavmiyetçiliğe neden olan her türlü tutum ve tavır, İslam tarafından yasaklanmış ve “cahili bir davranış” olarak nitelendirilmiştir (4). Böyle bir dava güdenler, Hz. Peygamber’in “Asabiyyet (kavmiyyetçilik) davasına kalkan, onu yaymaya çalışan, bu dava yolunda mücadeleye girişen bizden değildir.” (5) ifadesiyle İslam kültür ve medeniyetinin inşa ettiği ümmettin/milletin/cemaatin dışına çıkarılmışlardır/çıkarılmalıdırlar.

Bir mümin için soy, renk ve genetik yapı, bir ayırımcılık aracı olmadığına göre, bir kavmin bir başka kavme zulmetmesi, onun yaratılıştan kendisine bahşedilmiş haklarını gasp etmesi ya da onun asimile edilmesi için mücadele etmesi, Allah’ın rızasına uygun olmayıp Allah yolunda bir eylem de değildir (6). Kavmiyetçilik için ölenler, “cahiliye ölümü ile ölmüşlerdir”:

“Resûlullah (sas): “ Kim de körü körüne çekilmiş (ummiyye) bir bayrak altında savaşır, asabiyet (ırkçılık) için gadablanır veya asabiyete çağırır veya asabiyete yardım eder, bu esnada da öldürülürse bu ölüm de cahiliye ölümüdür.” (7)

Bunların mekânları, cehennemdir; namaz kılıp oruç tutmuş olmaları, bu sonucu değiştirmemektedir (8).

İslam bir taraftan akrabalık, soy bağının korunmasını isterken, diğer taraftan da bunun, İslam’ın değer sistemine zarar vermemesini de istemektedir. O nedenle Allah, Hz. Nuh’un ve Hz. Lut’un eşlerini küfredenlere; Firavun’un karısını da, iman edenlere örnek olarak göstermektedir(66 Tahrim 10-11).

Bir baba olarak Hz. Nuh, oğlunun tufanda kurtulabilmesi için Allah’a yalvarmıştır. Hz. Nuh’un iman etmemiş oğlunun kurtuluşu için Allah’a dua etmesi, Allah tarafından kınanmış olup oğlu konusunda uyarılmıştır(11 Hud 46). Hz. Nuh’un öz oğlu, seçtiği yoldan dolayı Hz. Nuh’un “ehli olmaktan” Allah tarafından çıkarılmıştır. Hz. Nuh’un uyarılmasında kullanılan ‘cahillerden olmayasın’ ifadesi ise, asabiye ile cahiliye arasında yukarıda ifade edilen ilişkiyi kuvvetlendiren önemli bir delildir.

Sonuç: Ey İman edenler Unutmayın! Ahiret Var, Hesap Var

Bugün, basiret ve feraset sahibi olma zamanıdır. Yaklaşık 1000 yıldır kader birliği yaptığımız, kanlarımızın karışıp bu toprakların tümünü suladığı, kız alıp kız verdiğimiz, etle kemik olduğumuz bir halkın ( Türk ya da Kürt) çocuklarına karşı takınılacak tavır, sevgi, saygı ve kardeşliktir. Bunun aksi tüm tutum, tavır ve davranışlar, kavmiyetçilik hastalığının dışa yansıması olup bedeli, hem bu dünyada hem de ahret hayatında helak olmaktır.

Bugün, Birr ve takva konusunda yardımlaşma, konuşma, bu yolda dayanışma içerisinde olma zamanıdır (5 Maide 2; 58 Mücadele 9 ).

Bugün, Ortadoğu’nun içine girdiği süreçte kendisini Müslüman olarak kabul eden, Allah’a ve Ahret gününe iman eden herkesin, özellikle, Müslüman Türk, Kürt, Arap ve Fars kardeşlerimizin ortak takınacakları tavır, adalet ekseninde bir barış ortamının sağlanması için duruş ortaya koymak, nemelazımcılığı terk etmek olmalıdır (49 Hucurat 9-10).

Ey İman edenler unutmayın!

“ Hz. Peygamber (sas): Kim haksızlıkta kavmine yardım ederse, kuyuya düşüp, kurtarılmak için (beyhude yere) kuyruğundan çekilen deveye benzer.”

Henüz vakit varken;

“Ey iman edenler, hepiniz topluca İslam’a girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.” (2 Bakara 208)

Henüz vakit varken;

“Ey iman edenler, Allah’a, Resulüne, Resulüne indirdiği Kitaba ve bundan önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, kuşkusuz uzak bir sapıklıkla sapıtmıştır.” (4 Nisa 136)

Henüz vakit varken;

“Hepiniz Allah’ın ipine sımsıkı yapışın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O’nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini işte böyle açıklar.” (3 Al-ı Imran 103)

Kaynaklar

1- Yazır, E., Hak dini Kuran Dili, Azim dağıtım, İstanbul , Cilt 7, S: 212-213.

2- Buharî, İstitâbe 4, Enbiya 50; Müslim, Cihâd 105, (1792).

3- Ebu Davud, Edeb 121, (5519).

4- Müslim, Cenâiz 9, hadis no: 934

5- Ebu Davud, Edeb, 121, 5121. H. Münavi, a.g.e., 5, 386).

6- Buharî, Cihad 15, Hums 10, İlm 35, Tevhid 28; Müslim, İmâret 149, (1904); Tirmizî, Fedâilu›l-Cihâd 16, (1646); Ebu Dâvud, Cihâd 26, (2517); Nesâî, Cihâd 21; İbnuMace, Cihâd 13, (2783).

7- Müslim, İmâret 53, (1848); Nesâî, Tahrim 28, (7, 123); İbnuMâce, Fiten 7, (3948).

8- Hakim, Müstedrek, 4, 298.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...