(Milli Gazete)
“Göz odur ki, dağın arkasını göre,
Akıl odur ki, başa geleceği bile.”
Kadife darbelerde en önemli unsurlardan biri, gayrı memnun
kitlelerin (sürecin mahiyetini ister bilsin, isterse bilmesin, fark etmez)
ittifakının sağlanmasıdır. Bu açıdan Kadife Darbenin beyin takımı, oluşacak her
türlü gerilim ve huzursuzluğu kullanmak ve değerlendirmek ister. Bugün 1-
Siyasette, 2- Genel olarak medyada, 3- Özel olarak da sosyal medyada kullanılan
dilden dolayı ciddi bir gerilim inşa edilmekte, toplum kamplaştırılmakta, fay
hatları oluşturulmakta ve mevcutlara da enerji yüklenmektedir.
Karşıt görüşlü, farklı ideolojiye sahip insanların
oluşturdukları medya ve sosyal medya grupları arasında kullanılan dil, baştan
beri hep kötü, kırıcı, gerilim artırıcı ve düşmanlık yayıcı olmuştur. Bu durum,
farklı değer sistemleri arasındaki çatışmanın, dışa kötü bir yansıması olarak
değerlendirilebilir. Karşıdaki insanı kazanmayı değil, yok etmeyi seçmiş
ideolojik akımların genel karakteri budur. Bu anlaşılır bir durumdur. Buna
karşılık, aynı düşünce sisteminin farklı fraksiyon ya da siyasi parti tercihlerine
sahip sosyal medya grupları arasındaki fikri ve siyasi konularda aşırı agresif,
kırıcı, kaba ve çirkin bir dil kullanılmasını anlamak zordur. Daha da özelde
İslâmi camianın değişik kesimlerinin sosyal medyada/medyada, kötü bir dil
kullanması nasıl izah edilebilir? Çok daha özelde ise, aynı sosyal medya grubu
içerisinde yer alan 30-40 yıllık arkadaşların, ihtilaflı konularda yüz yüze
görüşüp anlaşma ve uzlaşma arama yerine sosyal medya üzerinden birbirlerini
eleştirmeleri, suçlamaları, arkadaşlarını anında karşıt cepheye
yerleştirmeleri, bugün en ciddi sıkıntılarımızdan birisidir.
30-40 yıllık arkadaşını, yaptığı bir yorum ya da
değerlendirmeden dolayı, CIA, MIT, MI6, MOSSAD ajanı olarak gösterecek imalarda
bulunup hain ilan etmek, PKK’cı, FETÖ’cu, Ergenekoncu, vesayetçi, statükocu
olarak nitelendirmek nasıl bir şuur altının eseridir? Kişinin, mümin
kardeşlerini bu şekilde suçlayıp itham etmesi, düşman saflarında görmesi ve
göstermesi, Kur’an’ın hangi ayeti, Peygamberin hangi sünneti ve cihadın hangi kanuniyeti
ile bağdaşmaktadır?
Bugün yapılması gereken, ihtilafları tefrikaya, tefrikayı da
fırkalaşmaya götürecek bir dilin kullanılmamasıdır.
Burada, nasıl bir dil kullanılması gerekir konusu ele alınıp
değerlendirilecektir.
Değişmeyen Kanuniyet/ İlâhi Sünnet
Bugün yaşadığımız pek çok olay, ilk insan Hz. Âdem’le İblis
arasında başlayıp kıyamete kadar sürüp gidecek olan değerler arası mücadelenin
günümüze yansımasından başka bir şey değildir. Bu mücadele, özü aynı kalarak,
değişik ad ve görüntülerde devam etmektedir ve de devam edecektir (7/16, 17;
4/118-119; 15/ 39-40; 17/64). Bu, Allah’ın takdir ettiği ilâhi bir kanuniyettir
ve bu kanuniyette herhangi bir değişiklik söz konusu değildir(17/77).
İblis’in kullandığı en önemli silah, yaptığı işleri süslü
göstererek insanoğlunu bir kuruntu içerisine sokması, nefsini ilahlaştırmasına
giden yolu süslü ve cazip göstermesidir (7/16, 17; 4/118-119). Sosyal medyada
kullandığı dil, kardeşini rencide edici olmasına rağmen; yazanın, bundan üzüntü
duymaması, hiçbir muhasebe yapmaması ve hiçbir ölçüyü göz önüne almaması,
yaptığı işin doğru ve güzel olduğuna inanmış olmasındandır. Öyleyse asıl sorun,
Müslüman’ın zihin dünyasında mizanın bozulmaya yüz tutmuş olmasıdır.
Kur’an’la Gelen Mizan
Hayatın ve kâinatın huzur içerisinde idame etmesi, fesadın ortaya çıkıp yaygınlaşmaması, genel olarak, mizan, adl ve kıst kavramlarının, esas alınması ile mümkündür. Allah insanlara gönderdiği Kitap ve Peygamberlerle bunların muhtevasını açıklamış ve insanlığın ancak mizan ve adaletle ayakta durabileceğini bildirmiştir (57/25). Kur’an-ı Kerim’e göre hayat ve kâinat, mizan ve adalet üzerine kurulmuştur. Onun için mizanın bozulmaması, adaletle korunması, ana görev ve sorumluluk olarak insanın omuzlarına yüklenmiştir (55/7-9).
Hz. Âdem ile İblis arasında başlayan ilk mücadeleden bu yana
tarihi şekillendiren ana dinamik, mizan ve adaletin korunup korunmamasıdır.
Mizan ve adaletin bozulması, toplumları ifsad etmekte ve de helaklerine sebep
olmaktadır (7/ 81-85, 10/83, 11/84-85).
Türkiye’de yıllar süren kargaşanın, istikrarsızlığın,
bunalımın ve kavganın arkasında, mizan ve adalet anlayışındaki kırılma ve sapma
vardır. Türkiye’de siyasetin ve sosyal medya dilinin bu denli bozulmasının ana
nedeni de budur.
İman Edenlerin Dil Ve Üslubunu İlahi Mizan Belirler
Dil, bir iletişim aracıdır. Kullanılan kelimeler ve
kavramlar, muhataplar arasındaki ilişkiyi ya kuvvetlendirir ya da bozar. Birçok
kötülüğün, şerrin kaynağı, yanlış, kötü dildir:
“Hz. Peygamber(sav): Muhakkak ki âdemoğlunun
yanlışlıklarının çoğu dilindedir.” (1)
İnsanı ateşe; ülkeyi ve toplumu kargaşaya sürükleyen, etrafa
kin ve nefret saçan, kötü bir dilden başkası değildir:
“Hz. Peygamber (sav): İnsanları burunları üzerine ateşe
sürükleyen dillerinin mahsulünden başka ne olabilir?” (2)
O nedenle dil güvenliği, Müslüman’ın temel özelliklerinden
biridir. İnsanın bütün uzuvlarını etkileyen, onların üzerinde baskı kuran
önemli azalardan biri, insanın dilidir(3). Bu bağlamda en çok birbirini
etkileyen iki organ, kalp ve dildir:
“Hz. Peygamber (sav): Kulun kalbi doğru olmadıkça, imanı
doğru olmaz. Kalbi de, dili doğru olmadıkça, doğru olmaz.” (4)
Kalp ve dilin bu ilişkisinden dolayı bir müminle mümin
olmayanın kalpleri ve dilleri birbirlerinden farklı olmak zorundadır:
“Hz. Peygamber (sav): Mü’min bir kimsenin dili, kalbinin
arkasındadır. Konuşmak istediği zaman kalbiyle o şeyi düşünür, sonra diliyle
onu geçiştirir; münafığın dili, kalbinin önündedir. Bir şeyi kastettiğinde
diliyle söyler, kalbiyle düşünmez.” (4)
Mümin, İslâm’ı şahsında temsil eden ya da temsil etmek
zorunda olan insandır. Dil de, müminin dışa yansıyan ve dışta etkili olan,
olması gereken yönüdür. O nedenle, Mümin, İslâm kültür ve medeniyetinin
öngördüğü, izin verdiği dili kullanmak ve onun gerektirdiği seviyeyi tutturmak
mecburiyetindedirler.
Değerler arası mücadelede “ben Müslüman’ım” diyenlerin
izleyecekleri yol, uygulayacakları yöntem, bizzat Allah tarafından, Resulleri
aracılığıyla uygulaması yapılarak insanlara gösterilmiştir(16/125). Kur’an-ı
Kerim, kullanılacak dili, güzel bir ağaçla ve güzel bir bitki ile
ilişkilendirmektedir (14/24-27; 7/58). Mücadelede güzel bir dil kullanımı,
14/24-27 ayetlerinde “bir ağaçla” temsil edilirken; 7/58 de bir “şehrin
bitkisine” benzetilmektedir. Bu benzetmelerle en güzel tarz mücadelenin hem
bireysel boyutuna (14/24-27), hem de toplumsal boyutuna (7/58) dikkat
çekilmektedir. Bu nedenle kullanacağımız dil, “Allah’a yönelenleri arıtmak,
kötüleri sakındırmak” (77/5-6) amaçlı olmalıdır.
Bu açıdan herkes kullandıkları dilin bu çerçevede olup
olmadığına bakmalıdır. Bu çerçevenin dışına çıkan bir söylem, bir dil
yanlıştır; yapıcı değil, yıkıcıdır. Nefsi galeyana getiricidir. Azarlama,
aşağılama, horlama ve suçlama içeren hitap tarzı, muhatabın her türlü algı
mekanizmasının kapanmasına ve bir tepkinin doğmasına sebep olmaktadır. Hz.
Peygamber, Müslümanların birbirlerine ‘Kardeşim’ demesini her vesile ile teşvik
etmiş ve bu hitabın yaygınlaştırılmasını istemiştir. Kendisi de, genel olarak,
kardeş ve sevgi kavramlarını birlikte kullanmaya özen göstermiştir (5).
Cumhuriyet tarihi boyunca muhatabı karalamak, kötülemek ve
tehdit etmek üzerine kurulu bir dil ve söylemin, bugünden yarına değişmesini
beklemek, hayalcilik olabilir; ancak, Müslümanlar olarak canımız yansa da,
içimiz kan ağlasa da, mücadeleye estetik bir seviye kazandırmak zorundayız.
Kötülükleri iyiliklerle uzaklaştırmak, sabırla dağ devirmek, bugünün en önemli
görevlerinden biridir (11/114-115; 23/ 96). Kötülüğü en güzel, en estetik bir
tarzda uzaklaştırmak, müminlerin taşıması gereken bir vasıftır(28/54-55).
Kötülük yapanlara, iyilik yaparak onların kalplerini yumuşatmak ve hatta
dostluğunu kazanmak mümkün olabilir (41/34; 60/7). Onun için Kur’an, “Onlara
öğüt ver ve onlara nefislerine ilişkin açık ve etkileyici söz söyle.” (4/63)
demektedir.
Bu ilke, sadece mazlumlar için değil, aynı zamanda zalimler
için de geçerlidir. Allah, Hz. Musa ile Kardeşi Harun’u Firavun’a uyarmak için
gönderirken, onlara yumuşak davranmalarını öğütlemiştir. Gerçekten de bu
yaklaşım, bizim için çok anlamlı, düşündürücü ve dikkat çekici bir ilke
olmalıdır (20/43-47).
Halife Memun, kendisini sert bir dille tenkit eden bir
vaize; «Be adam, mülâyim ol, görmez misin Allah, senden daha hayırlı olanı
(yani Hz. Mûsâ ve Hârun’u), benden daha hayırsız olana (yani Firavun’a)
gönderdi de mülâyim olmasını emretti ve: “Varın da ona yumuşak söz söyleyin,
olur ki nasihat dinler yahut da korkar dedi” der (6) tarzındaki uyarısı, bu
ilkenin güzel bir örneğidir. O nedenle dilimiz, sözün en güzelini kullanmayı
hedeflemeli (17/53) ve başkalarının kutsallarına saygı gösterici olmalıdır
(6/108).
Yunus Emre’nin dillerde dolaşan beyti, söz söylemenin
önemini veciz bir şekilde ifade etmektedir: “Söz ola kese savaşı, söz ola
kestire başı,
Söz ola ağılı aşı, bal ile yağ ede bir söz.”
Sonuç: Kullanacağımız Dil, Savaşı Değil Barışı
Hedeflemelidir
Bugün, “BOP ve Büyük İsrail Projesi, 2. Sevr Projesi ve
“İslâm’ın, İslâm’la Savaşı Projesi” kapsamında ümmet, etnik ve mezhebi
parçalara bölünmek, çatıştırılmak ve toplumdaki gayrı memnun sayısı artırılmak
istenmektedir. Bu nedenle Müslümanlar, öncelikle mü’min kardeşlerine karşı af
edici, merhametli ve şefkatli davranmalıdır (7/198-199). Bu davranış, dış
çevreye doğru tüm insanları kuşatacak tarzda genişletilmelidir.
Bizim mücadelemiz, yanlışlıklara ve kötülüklere karşıdır.
Biz, şahısların yaptığı kötülüklerden dolayı şahıslarına değil, yaptıklarına
karşıyız. İnsanlara karşı şefkat ve merhametle davranmak, bizim inancımızın
gereğidir. Biz, insanları kaybetmeye değil, kazanmaya talibiz. Sahabe döneminde
Müslümanlar arasında geçen bir olay, konumuz için çok güzel bir örnektir (7):
“Ebudderda günah işlemiş bir adama rastladı. Oradakiler, bu
günah işlemiş adama sövüp sayıyorlardı.
Ebudderda:- “Hey, onu bir kuyuya düşmüş görseniz
çıkarmayacak mısınız”, diye seslendi.
Onlar: Çıkarırdık elbet, dediler.
Ebudderda: -Öyleyse kardeşinize sövmeyin de size sıhhat ve
afiyet veren Allah’a hamdedin” dedi.
Ebudderda’ya - Ona sen kızmıyor musun? dediler.
Ebudderda: -Ben onun yaptığı işe kızıyorum. Yaptığını terk
ettiği zaman, o yine benim kardeşimdir.” demiştir.”
Buna benzer bir rivayeti ibn-i Mesut şöyle nakleder: “Bir
kardeşinizi günah işlerken gördüğünüz zaman, “Allah’ım ona lanet et, onu, sürüm
sürüm süründür”, diyerek kardeşinizin aleyhine şeytana yardımcı olmayın,
Allah›tan onu düzeltmesini isteyin.” (7)
O nedenle kullanacağımız dil, yıkmayı değil yapmayı,
kaybetmeyi değil kazanmayı hedeflemeli, kötülükleri iyilikle
uzaklaştırabilmeli, bedduacı değil duacı olmalı, kendi içinde tutarlı, dengeli,
kararlı ve güvenilir olmalıdır:
Hz. Peygamber (sav) :”Müslüman, diğer Müslümanların elinden
ve dilinden zarar görmediği kimsedir.
Mü’min de, halkın, can ve mallarını kendisine karşı
emniyette bildikleri kimsedir.” (8)
Bu ülkeyi seven insanların, kendi nefisleri aleyhine de
olsa, hakkı ayağa tutup kaldırması ve adaleti hâkim kılması (5/8) şarttır.
Kalplerimizin ve dillerimizin doğru olması, sıratı müstakim üzerine olması için
hep beraber şu duayı yapmalıyız:
“Resûlullah (sas): “Allah’ım!
Senden dinde sebat etmeyi, doğruluğa da azmetmeyi
istiyorum...
Doğruyu konuşan bir dil, eğriliklerden uzak bir kalb
diliyorum… “ (9).
Ve;
“Allah’a yönelenleri arıtmak, kötüleri sakındırmak için öğüt
telkin edenlere,” (77/5-6)
selâm olsun.
Kaynaklar
1- Taberânî, İbnEbî Dünya, Beyhakî.
2- İbnMâce, Hâkim.
3- Tirmizî.
4- Harâitî.
5- EbûDâvud, Edeb 122, (5124); Tirmizî, Zühd 54, (2393),
(3337).
6- 1998 nolu Hadisin şerhi; EbûDâvud, Edep 20, (4835);
Müslim, Cihâd 6, (1737).
7- Kandehlevi, Y., Hadislerle Müslümanlık, Kalem Yayınevi,
İstanbul, c.3 (1980) s.1029
8- Tirmizî, İman 12, (2629); Nesâî, İman 8, (8, 104, 105).
9- Tirmizî, Daavât 22, (3404); Nesâî, Sehv 61; (1847).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder