5 Ağustos 2016 Cuma

KADİFE DARBEDEN ASKERİ DARBEYE-3: OHAL Sürecinde Dikkat Edilmesi Gereken Bazı Noktalar

 (Milli Gazete)

Burada, 15 Temmuz 2016 ihanet hareketi askeri darbe girişim sonrası alınan tedbirlerle ilgili olarak dikkat edilmesi gereken bazı noktalar ele alınmaktadır

Türkiye’nin Ana Sorunu, Sorunların Anası: Sistem Sorunu

Osmanlının yüzlerce yıl içinde farklı dil, din, mezhep ve etnik yapıları bir potada eriterek, belli ortak paydalar etrafında inşa ettiği bir üst kimlik, Birinci Cihan savaşı ile Osmanlı’nın yıkılması sonucunda parçalanmıştır. Birinci cihan savaşından sonra, İslam coğrafyası, İslam’ın düşmanları tarafından, kavmi ve mezhebi eksende düşmanlık, fitne ve fesat kaynağı olacak şekilde farklı devletlere bölünmüştür. Sınırları cetvelle çizilmiş bu devletler, kuruldukları günden bugüne, hem birbirleri ile hem de kendi içinde ki kavmi ve mezhebi sorunlarla boğuşmaktadır.

Lozan’da Cumhuriyetin kurucu kadroları, bir medeniyet tercihi yaparak İslam kültür ve medeniyet dairesinden Batı kültür ve medeniyet dairesine geçmeyi kabul ve taahhüt etmişlerdir. Bu uzlaşma sonucunda Türkiye Cumhuriyeti Devleti, İslam kültür ve medeniyetini benimsemiş olan bir milleti, “Kanunen ve cebren” değiştirmeye ve dönüştürmeye çalışmıştır. Cumhuriyet dönemindeki tüm sıkıntıların kökeninde, bu medeniyet değiştirme projesi yatmaktadır. Her iki medeniyet, birbirlerini tasfiye ya da etkisizleştirmede başarısız olunca, melez değerler sistemi oluşmuş; bu da, sosyal şizofreniye sebebiyet vermiştir. Ne zaman, ne yapacağı belli olmayan bir insan unsuru meydana gelmiştir. Bu politikaların sonucunda ülkede iki ağırlık merkezi ortaya çıkmıştır: 1- Batı Kültür ve medeniyet değerlerine göre şekillenmiş Sistemin-Devletin ağırlık merkezi; 2- İslam Kültür ve medeniyet değerlerine göre şekillenmiş Milletin ağırlık merkezi. Sistemin ağırlık merkezinde, genel olarak, sivil-askeri bürokrasi ve İstanbul Baronları yer alırken; Milletin Ağırlık Merkezi Parlamentoda, halkın oyları ile seçilmiş partiler yer almaktadır. CHP, Cumhuriyet tarihi boyunca son askeri darbe girişimi hariç, hep darbeleri destekleyerek sistemin ağırlık merkezinde yer almıştır.

Cumhuriyet tarihi, bu iki ağırlık merkezinin çekişmesinin tarihidir. “Bu dönemde (2002 yılına kadar) 12 kez sıkıyönetim ilan edildi ve 25 yıldan fazla sürdü; 15 yıldan fazla olağanüstü hal uygulandı; 78 yıllık idarenin 40 yılı sıkıyönetim ve olağanüstü hal ile geçti. İki defa tam, iki defa yarım olmak üzere 4 askeri müdahale yaşandı, iki defa tümü ile iki defa yarım olmak üzere 4 defa anayasa değişikliği yapıldı. 70-90’lı yıllarda yaşanan olaylarda 40 bin civarında vatandaş hayatını kaybetti (1950 öncesindekileri de buna eklersek, ne kadar vahim bir tablo ile karşı karşıya olduğumuz anlaşılır). 78 hükümet kuruldu ve hükümetlerin ömrü ortalama 1,5 seneyi geçmedi” (1). 2002 yılından sonra bir e-muhtıra, Taksim Kadife darbe süreci, 17-25 Aralık-polis-yargı darbe girişimi ve 15 Temmuz Askeri Darbe Girişimi ve OHAL süreci yukarıdakilere eklenmiştir.

Eski Kara Kuvvetleri Komutanı Emekli Orgeneral Aytaç Yalman’ın “Kürt Sorunu” ile ilgili yaptığı açıklamalar, sistemin ağırlık merkezinin mantığını yansıtması açısından önemlidir:

“Cumhuriyet dönemindeki isyanlardan sonra 1938’den 1970’e kadar terör yok. Sosyal sorun dönemi dediğim, bu dönemdir. Aslında Türkiye’nin sorunu henüz sosyal boyuttayken görmesi ve doğru okuması gerekirdi. Bu yapılabilseydi sorun belki sosyal aşamadayken çözülebilirdi. Ancak, maalesef bunun yapılamadığını görüyoruz. Henüz terör boyutuna gelmeden sosyal aşamada sorun çözülebilseydi çok daha iyi olurdu.

Bu açıdan baktığımızda, o aşamada sorunun ‘kendini ifade’ olarak tarif edildiğini görüyoruz. Dilini konuşmak, şarkısını, türküsünü dinlemek istiyor, kültürünü yaşamak istiyor.

Oysa, bizler o dönemde, ‘Kürt yoktur’ diye eğitilmişiz. Kürtleri, Türklerin kolu olarak görüyoruz. Ortalıkta işte dağlarda gezerken, karda yürürken kart-kurt sesleri çıktığı için Kürt denilmiştir, gibi tarifler dolaşıyor. O dönemde sosyal istekleri bile biz ‘yıkıcı faaliyetler’ kapsamında görüyoruz. Biz olayın sosyal yönünü görmemişiz, dolayısıyla sorunu zamanında görmemişiz.” (2).

Bu ifadeleri, eski hava kuvvetleri komutanı Org. Muhsin Batur’un rahmetli Erbakan’a söylediği, “Hocam İslam bize böyle anlatılmadı” ifadesi ile birleştirdiğimizde; Türkiye’nin ana sorununun, yabancılaştırma ve asimilasyon politikalarını benimsemiş bir zihniyet ve bir sistem sorunu olduğunu söyleyebiliriz. Diğer bütün sorunlar, bunun birer yan ürünüdür, yansımasıdır.

Bu ana tezadı ortadan kaldırmayan tüm çözümler, köklü çözümler olmayıp sorunun ötelenmesinden başka bir işe yaramamaktadır. Hastalığın gerçek nedenlerine ulaşmadan yanlış teşhisler koyarak tedaviye kalkmak, her seferinde hastalığın daha da kökleşmesine neden olmaktadır. Osmanlı eyalet valilerinden Hüseyin Kazım Kadri’nin bu konudaki görüşleri bugüne ışık tutacak mahiyettedir (3).

“Hastalığın nereden ileri geldiği anlaşılmak ve ona göre tedaviye itina olunmak lazım gelirdi. Halbuki bizim daimi olarak benimsediğimiz bir meslek vardır ki, o da belirtileri tedavidir… Biz, Makedonya hastalığını teşhis ile onu makul bir tarzda tedavi edecek yerde, yalnız hastalığın belirtileri ile uğraşıyorduk.”

Kuyucu Murat Paşa’nın, Köprülülerin getirdiği çözüm şekilleri, imparatorluğun gidişatını değiştirememiştir.

Önümüzdeki Günlerde Dikkat Edilmesi Gereken Bazı Noktalar

15 Temmuz 2016 Darbe Girişiminin ana amacı, tıpkı Irak ve Suriye’de olduğu gibi Türkiye’yi, sosyolojik olarak ayrıştırmak, ayrışanları karşı karşıya getirmek ve örgütlendirip çatışmaya sokmaktır. Kadife darbenin beyin takımı, önümüzdeki günlerde, 1- Bireyleri Ayrıştırma ve Çatıştırma 2- Cemaatleri/Hareketleri Ayrıştırma ve Çatıştırma 3- Mezhepleri Ayrıştırma-Çatıştırma 4- Kavimleri Ayrıştırma-Çatıştırma 5- Sınıfları Ayrıştırma-Çatıştırma 6- Halkları Ayrıştırma-Çatıştırma 7- İdeolojileri Ayrıştırma-Çatıştırma 8- Dinleri Ayrıştırma-Çatıştırma 9- Kültür ve Medeniyetleri Ayrıştırma-Çatıştırma 10- Blokları Ayrıştırma- Çatıştırma (4) amaçlı sosyolojik savaş stratejisini, Türkiye’de daha etkin bir şekilde uygulayabilmek için ilk bakışta öngörülemeyen, yeni operasyonlara başvuracaktır. O nedenle dikkatli olunmalıdır

Çok yoğun ihbarların olabileceği bir döneme girilmiştir. Bu noktada, çok yoğun, özel amaçlı, kirli bir bilgi servis edildiğine ve yoğun bir psikolojik harekât yürütüldüğüne dikkat edilmelidir. Ortalıkta dolaşan bilgiler, sağlam analiz edilmeden kullanılır ve yaygınlaştırılırsa, başkalarına zulmedilmiş olabilir. Bunun Allah indinde hükmü, çok ağırdır. Bu nedenle Allah’a ve Ahiret gününe iman etmiş olanların, Kuran’da 4 Nisa 83, 24 Nur11-15, 27 Neml 22, 27 ve 49 Hucurat 6’da dikkat çekilen hususlara uyması bir zorunluluktur.

“Muhbirlik çağrısı”, 15 Temmuz 2016 ihanet hareketinin sosyolojik savaş ajanlarına arayıp da bulamadıkları bir fırsatı sunmuştur. “Fetö” ya da “paralel” avı kapsamında ortaya çıkabilecek tehlikenin büyüklüğünü görebilmek için muhtemel “Fetö”/“Paralelciler” (!) listesinin, aşağıdaki şekilde oluşma tehlikesinin var olduğuna dikkat edilmelidir:

* Emniyet İstihbarat/Askeri İstihbarat/MİT’in bilgi ve belge kapsamında gerçek Gülen Hareketi mensupları olanlar.

* Kifayetsiz muhterislerin bir makamı ya da mevkii ele geçirmek için Gülen hareketi ile hiç alakası olmayan ve fakat kendisine engel gördüklerini Gülenci olarak ihbar etmeleri.

* Geçmişte aralarında husumet bulunanların birbirlerini Gülenci olarak ihbar etmeleri. Özellikle idarecilerin kin güttüğü kişileri, ilgileri olmadığı halde Gülenci olarak listelemesi.

* Bizzat Gülen Hareketi mensubu olanların, kendilerinden olmayan herkesi, Gülenci olarak ihbar etmeleri.

* Başta Mossad ve CIA olmak üzere yabancı istihbarat mensuplarının Gülenci olarak ihbar ettikleri kimseler.

* Geçmişte Gülen hareketine dâhil olmuş, yardım etmiş ve fakat 17-25 Aralık operasyonundan sonra ayrılmış ve bütün bağlarını koparmış olanların, hala daha Gülenci olarak kabul edilmeleri ve fişlenmeleri.

* Geçmişte Gülen hareketine ait, dershane, okul ve yurtlarda kalan ve fakat Gülen hareketi ile hiç ilgisi olmayan gençlerin, çocukların ve onların ailelerinin hala daha Gülenci olarak kabul edilmeleri ve fişlenmeleri.

* 15 Temmuz 2016 tarihi itibariyle Gülen Hareketinin okullarında okuyan tüm gençlerin Gülenci olarak kabul edilmeleri ve fişlenmeleri.

* Ticari rakiplerin birbirlerini Gülenci olarak ihbar etmeleri.

* Birbiri ile küskün komşuların birbirlerini Gülenci olarak ihbar etmeleri.

* Psikopatların herkesi, Gülenci olarak ihbar etmeleri.

* Sahte Twitter hesapları ile hedef tahtasına konacak ilgisiz insanlar.

* Maliye-Polis-Yargı baskı ve şantaj kıskacında Gülen Hareketine yardıma ve hizmete mecbur bırakılan iş adamı ve bürokratlar.

Bu liste daha da genişletilebilir. Eğer “Paralelc”i/”Fetö’cu”/”Gülenci” havuzuna atılan tüm bu insanlar, aynı muameleye tabi tutulur, “kurunun yanında yaş” da yanar misali bir duyarsızlık gösterilirse; korkarız ki yaşın yanında kurular yanabilir. O zaman Türkiye, büyük bir kaosa sürüklenebilir. Kin ve nefret ortalığı kasıp kavurabilir. Bu noktada, Sultan Abdülhamit’in politikalarına bakmakta fayda vardır.

Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Altı ibadet, ortası ticaret, üstü ihanet” olarak güzel bir şekilde tarif ve tasvir ettiği bir yapı ile karşı karşıyayız. Yapılması gereken, bu üç kesimi birbirinden ayırarak, samimi ibadet ehline zarar vermeden yapının üzerine gitmektir.

OHAL sürecinde yapılmak istenen “temizlik hareketinde” en zor olan, suçlu ile suçsuzu, kuru ile yaşı ayırabilmektir. 15 Temmuz 2016 Askeri Darbe Girişiminde fiilen yer almış, yardım ve yataklık yapmış ve görevini ihmal etmiş olanların tümü, yasalar çerçevesinde, delillere ve belgelere dayalı olarak adil bir şekilde yargılanıp cezalandırılmalıdır.

Siyaset, sivil ve askeri bürokrasi ve tüm gönüllü kuruluşlar, bu konularda hassas davranmalıdır. Bu noktada nirengi noktası adalettir, adalet olmalıdır. Çünkü Allah, Peygamberlerini, Kitaplarını ve mizanı, insanlar arasında adaleti hâkim kılsınlar diye göndermiştir (57 Hadid 25; 38 Sad 26). Allah’a ve Ahiret gününe iman edenlerin, nefsi davranmaması, kin ve nefretle hareket etmemesi, adil davranmaları imanın bir gereğidir (5 Maide 8).

Sonuç: Ulemanın/Âlimlerin Sorumluluğu

15 Temmuz İhanet hareketinin asıl amacı, ülkede sosyolojik savaş çıkarabilmek için gerekli bir alt yapı oluşturmaktır. Sivil ve askeri bürokrasi ile özel sektör alanında yapılan çok seri ve yoğun operasyonların, yeni bir sosyolojik ayrışmaya sebep olup olmayacağı, yeni fay hatları inşa edip etmeyeceği iyi hesaplanmalıdır. Yangını söndürürken yangına benzin sıkmamaya gayret edilmelidir. Böyle dönemlerde sosyolojik savaş ajanlarının farklı dünyada uygulanan çözümleri, “emsal çözüm”(4) olarak gösterip uygulamaya sokturmak isteyecekleri ve ülkeyi çökertmek isteyeceklerini Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi tecrübelerinden bilmekteyiz.

Akademik dünyada yapılan operasyonlarda, suçlu suçsuz ayırımında çok hassas davranılmalı, yanlış “beyin göçüne” sebebiyet verilmemelidir.

Tüm darbeler, halkını düşman gören bir yabancılaştırmanın ürünüdür. Devlet, tüm kurum ve kuruluşları ile yeniden yapılandırılırken öncelikle Türkiye’deki askeri eğitim, baştan sona yeniden ele alınıp değerlendirilmelidir. Kendisine emanet edilen çocukları alıp “mankurtlaştıran” bir askeri eğitim sistemi, ciddiyetle masaya yatırılmalıdır. Ana sorun, şekil şartı değil zihniyettir. Orduda yeniden cuntaların meydana gelmemesi için, Askeri okullarda inşa edilen zihniyet, gerektiği gibi sorgulanıp değiştirilmelidir. Bu arada cunta ile ordu özdeş görülüp ordu kurumu aşağılanıp horlanmamalıdır. Bu durum devam ederse, kanın su gibi aktığı bu coğrafyada ülke olarak ödeyeceğimiz bedel, çok daha ağır olabilir. 15 Temmuz 2016 İhanet hareketinin amaçlarından birinin de, bu olduğu göz ardı edilmemelidir. Bu konu, daha sonra, daha geniş bir şekilde ele alınacaktır.

İçinde yaşadığımız sürecin kazasız belasız atlatılabilmesi için Allah’a ve Ahiret gününe iman etmiş Ulemanın/Âlimlerin öne çıkması, öncülük etmesi, sorumluluk üstlenmesi, aralarındaki husumeti bir tarafa bırakması, bir araya gelmesi, hak ve adalet için mücadele etmesi şarttır. Çünkü Hz. Peygambere göre âlimler, yol gösteren yıldızlardır:

“Hz. Muhammed: Yeryüzünde âlimlerin durumu, karanlık gecelerde karada ve denizde kendisine bakılarak yol bulunan Gökteki yıldızlara benzer. Yıldızlar kararınca yol arayan yolcuların kaybolması an meselesidir.”

Henüz Vakit Varken! Yarın çok geç olabilir!

Kaynaklar

1- Demirel S., Daha Güçlü Cumhuriyet İçin, 30.10.2002 Radikal

2- Bila, F., Komutanlar Cephesi, Detay yayıncılık,İstanbul, 2007, S:197-211; 110-116.

3- Kazım Kadri H, Balkanlardan Hicaza İmparatorluğun Tasfiyesi, Pınar Yayınları, İstanbul, 1992 s. 94-105.

4- Çağlayan, Y., Osmanlıdan Ortadoğu’ya Sosyolojik Savaş, Etkileşim, İstanbul, 2013, S: 43-45.Untem fugiasamusquiqui tem aut etur?

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...