(Milli Gazete)
Burada, 15 Temmuz 2016 ihanet hareketi askeri darbe girişim
sonrası alınan tedbirlerle ilgili olarak dikkat edilmesi gereken bazı noktalar
ele alınmaktadır
Türkiye’nin Ana Sorunu, Sorunların Anası: Sistem Sorunu
Osmanlının yüzlerce yıl içinde farklı dil, din, mezhep ve
etnik yapıları bir potada eriterek, belli ortak paydalar etrafında inşa ettiği
bir üst kimlik, Birinci Cihan savaşı ile Osmanlı’nın yıkılması sonucunda
parçalanmıştır. Birinci cihan savaşından sonra, İslam coğrafyası, İslam’ın
düşmanları tarafından, kavmi ve mezhebi eksende düşmanlık, fitne ve fesat
kaynağı olacak şekilde farklı devletlere bölünmüştür. Sınırları cetvelle
çizilmiş bu devletler, kuruldukları günden bugüne, hem birbirleri ile hem de
kendi içinde ki kavmi ve mezhebi sorunlarla boğuşmaktadır.
Lozan’da Cumhuriyetin kurucu kadroları, bir medeniyet
tercihi yaparak İslam kültür ve medeniyet dairesinden Batı kültür ve medeniyet
dairesine geçmeyi kabul ve taahhüt etmişlerdir. Bu uzlaşma sonucunda Türkiye
Cumhuriyeti Devleti, İslam kültür ve medeniyetini benimsemiş olan bir milleti,
“Kanunen ve cebren” değiştirmeye ve dönüştürmeye çalışmıştır. Cumhuriyet
dönemindeki tüm sıkıntıların kökeninde, bu medeniyet değiştirme projesi
yatmaktadır. Her iki medeniyet, birbirlerini tasfiye ya da etkisizleştirmede
başarısız olunca, melez değerler sistemi oluşmuş; bu da, sosyal şizofreniye
sebebiyet vermiştir. Ne zaman, ne yapacağı belli olmayan bir insan unsuru
meydana gelmiştir. Bu politikaların sonucunda ülkede iki ağırlık merkezi ortaya
çıkmıştır: 1- Batı Kültür ve medeniyet değerlerine göre şekillenmiş
Sistemin-Devletin ağırlık merkezi; 2- İslam Kültür ve medeniyet değerlerine
göre şekillenmiş Milletin ağırlık merkezi. Sistemin ağırlık merkezinde, genel
olarak, sivil-askeri bürokrasi ve İstanbul Baronları yer alırken; Milletin
Ağırlık Merkezi Parlamentoda, halkın oyları ile seçilmiş partiler yer
almaktadır. CHP, Cumhuriyet tarihi boyunca son askeri darbe girişimi hariç, hep
darbeleri destekleyerek sistemin ağırlık merkezinde yer almıştır.
Cumhuriyet tarihi, bu iki ağırlık merkezinin çekişmesinin
tarihidir. “Bu dönemde (2002 yılına kadar) 12 kez sıkıyönetim ilan edildi ve 25
yıldan fazla sürdü; 15 yıldan fazla olağanüstü hal uygulandı; 78 yıllık
idarenin 40 yılı sıkıyönetim ve olağanüstü hal ile geçti. İki defa tam, iki
defa yarım olmak üzere 4 askeri müdahale yaşandı, iki defa tümü ile iki defa
yarım olmak üzere 4 defa anayasa değişikliği yapıldı. 70-90’lı yıllarda yaşanan
olaylarda 40 bin civarında vatandaş hayatını kaybetti (1950 öncesindekileri de
buna eklersek, ne kadar vahim bir tablo ile karşı karşıya olduğumuz anlaşılır).
78 hükümet kuruldu ve hükümetlerin ömrü ortalama 1,5 seneyi geçmedi” (1). 2002
yılından sonra bir e-muhtıra, Taksim Kadife darbe süreci, 17-25
Aralık-polis-yargı darbe girişimi ve 15 Temmuz Askeri Darbe Girişimi ve OHAL
süreci yukarıdakilere eklenmiştir.
Eski Kara Kuvvetleri Komutanı Emekli Orgeneral Aytaç
Yalman’ın “Kürt Sorunu” ile ilgili yaptığı açıklamalar, sistemin ağırlık
merkezinin mantığını yansıtması açısından önemlidir:
“Cumhuriyet dönemindeki isyanlardan sonra 1938’den 1970’e
kadar terör yok. Sosyal sorun dönemi dediğim, bu dönemdir. Aslında Türkiye’nin
sorunu henüz sosyal boyuttayken görmesi ve doğru okuması gerekirdi. Bu
yapılabilseydi sorun belki sosyal aşamadayken çözülebilirdi. Ancak, maalesef
bunun yapılamadığını görüyoruz. Henüz terör boyutuna gelmeden sosyal aşamada
sorun çözülebilseydi çok daha iyi olurdu.
Bu açıdan baktığımızda, o aşamada sorunun ‘kendini ifade’
olarak tarif edildiğini görüyoruz. Dilini konuşmak, şarkısını, türküsünü
dinlemek istiyor, kültürünü yaşamak istiyor.
Oysa, bizler o dönemde, ‘Kürt yoktur’ diye eğitilmişiz.
Kürtleri, Türklerin kolu olarak görüyoruz. Ortalıkta işte dağlarda gezerken,
karda yürürken kart-kurt sesleri çıktığı için Kürt denilmiştir, gibi tarifler
dolaşıyor. O dönemde sosyal istekleri bile biz ‘yıkıcı faaliyetler’ kapsamında
görüyoruz. Biz olayın sosyal yönünü görmemişiz, dolayısıyla sorunu zamanında
görmemişiz.” (2).
Bu ifadeleri, eski hava kuvvetleri komutanı Org. Muhsin
Batur’un rahmetli Erbakan’a söylediği, “Hocam İslam bize böyle anlatılmadı”
ifadesi ile birleştirdiğimizde; Türkiye’nin ana sorununun, yabancılaştırma ve
asimilasyon politikalarını benimsemiş bir zihniyet ve bir sistem sorunu
olduğunu söyleyebiliriz. Diğer bütün sorunlar, bunun birer yan ürünüdür,
yansımasıdır.
Bu ana tezadı ortadan kaldırmayan tüm çözümler, köklü
çözümler olmayıp sorunun ötelenmesinden başka bir işe yaramamaktadır.
Hastalığın gerçek nedenlerine ulaşmadan yanlış teşhisler koyarak tedaviye
kalkmak, her seferinde hastalığın daha da kökleşmesine neden olmaktadır.
Osmanlı eyalet valilerinden Hüseyin Kazım Kadri’nin bu konudaki görüşleri
bugüne ışık tutacak mahiyettedir (3).
“Hastalığın nereden ileri geldiği anlaşılmak ve ona göre
tedaviye itina olunmak lazım gelirdi. Halbuki bizim daimi olarak benimsediğimiz
bir meslek vardır ki, o da belirtileri tedavidir… Biz, Makedonya hastalığını
teşhis ile onu makul bir tarzda tedavi edecek yerde, yalnız hastalığın
belirtileri ile uğraşıyorduk.”
Kuyucu Murat Paşa’nın, Köprülülerin getirdiği çözüm
şekilleri, imparatorluğun gidişatını değiştirememiştir.
Önümüzdeki Günlerde Dikkat Edilmesi Gereken Bazı Noktalar
15 Temmuz 2016 Darbe Girişiminin ana amacı, tıpkı Irak ve
Suriye’de olduğu gibi Türkiye’yi, sosyolojik olarak ayrıştırmak, ayrışanları
karşı karşıya getirmek ve örgütlendirip çatışmaya sokmaktır. Kadife darbenin
beyin takımı, önümüzdeki günlerde, 1- Bireyleri Ayrıştırma ve Çatıştırma 2-
Cemaatleri/Hareketleri Ayrıştırma ve Çatıştırma 3- Mezhepleri Ayrıştırma-Çatıştırma
4- Kavimleri Ayrıştırma-Çatıştırma 5- Sınıfları Ayrıştırma-Çatıştırma 6-
Halkları Ayrıştırma-Çatıştırma 7- İdeolojileri Ayrıştırma-Çatıştırma 8- Dinleri
Ayrıştırma-Çatıştırma 9- Kültür ve Medeniyetleri Ayrıştırma-Çatıştırma 10-
Blokları Ayrıştırma- Çatıştırma (4) amaçlı sosyolojik savaş stratejisini,
Türkiye’de daha etkin bir şekilde uygulayabilmek için ilk bakışta
öngörülemeyen, yeni operasyonlara başvuracaktır. O nedenle dikkatli olunmalıdır
Çok yoğun ihbarların olabileceği bir döneme girilmiştir. Bu
noktada, çok yoğun, özel amaçlı, kirli bir bilgi servis edildiğine ve yoğun bir
psikolojik harekât yürütüldüğüne dikkat edilmelidir. Ortalıkta dolaşan
bilgiler, sağlam analiz edilmeden kullanılır ve yaygınlaştırılırsa, başkalarına
zulmedilmiş olabilir. Bunun Allah indinde hükmü, çok ağırdır. Bu nedenle
Allah’a ve Ahiret gününe iman etmiş olanların, Kuran’da 4 Nisa 83, 24 Nur11-15,
27 Neml 22, 27 ve 49 Hucurat 6’da dikkat çekilen hususlara uyması bir
zorunluluktur.
“Muhbirlik çağrısı”, 15 Temmuz 2016 ihanet hareketinin
sosyolojik savaş ajanlarına arayıp da bulamadıkları bir fırsatı sunmuştur.
“Fetö” ya da “paralel” avı kapsamında ortaya çıkabilecek tehlikenin büyüklüğünü
görebilmek için muhtemel “Fetö”/“Paralelciler” (!) listesinin, aşağıdaki
şekilde oluşma tehlikesinin var olduğuna dikkat edilmelidir:
* Emniyet İstihbarat/Askeri İstihbarat/MİT’in bilgi ve belge
kapsamında gerçek Gülen Hareketi mensupları olanlar.
* Kifayetsiz muhterislerin bir makamı ya da mevkii ele
geçirmek için Gülen hareketi ile hiç alakası olmayan ve fakat kendisine engel
gördüklerini Gülenci olarak ihbar etmeleri.
* Geçmişte aralarında husumet bulunanların birbirlerini
Gülenci olarak ihbar etmeleri. Özellikle idarecilerin kin güttüğü kişileri,
ilgileri olmadığı halde Gülenci olarak listelemesi.
* Bizzat Gülen Hareketi mensubu olanların, kendilerinden
olmayan herkesi, Gülenci olarak ihbar etmeleri.
* Başta Mossad ve CIA olmak üzere yabancı istihbarat
mensuplarının Gülenci olarak ihbar ettikleri kimseler.
* Geçmişte Gülen hareketine dâhil olmuş, yardım etmiş ve
fakat 17-25 Aralık operasyonundan sonra ayrılmış ve bütün bağlarını koparmış
olanların, hala daha Gülenci olarak kabul edilmeleri ve fişlenmeleri.
* Geçmişte Gülen hareketine ait, dershane, okul ve yurtlarda
kalan ve fakat Gülen hareketi ile hiç ilgisi olmayan gençlerin, çocukların ve
onların ailelerinin hala daha Gülenci olarak kabul edilmeleri ve fişlenmeleri.
* 15 Temmuz 2016 tarihi itibariyle Gülen Hareketinin
okullarında okuyan tüm gençlerin Gülenci olarak kabul edilmeleri ve
fişlenmeleri.
* Ticari rakiplerin birbirlerini Gülenci olarak ihbar
etmeleri.
* Birbiri ile küskün komşuların birbirlerini Gülenci olarak
ihbar etmeleri.
* Psikopatların herkesi, Gülenci olarak ihbar etmeleri.
* Sahte Twitter hesapları ile hedef tahtasına konacak
ilgisiz insanlar.
* Maliye-Polis-Yargı baskı ve şantaj kıskacında Gülen
Hareketine yardıma ve hizmete mecbur bırakılan iş adamı ve bürokratlar.
Bu liste daha da genişletilebilir. Eğer “Paralelc”i/”Fetö’cu”/”Gülenci”
havuzuna atılan tüm bu insanlar, aynı muameleye tabi tutulur, “kurunun yanında
yaş” da yanar misali bir duyarsızlık gösterilirse; korkarız ki yaşın yanında
kurular yanabilir. O zaman Türkiye, büyük bir kaosa sürüklenebilir. Kin ve
nefret ortalığı kasıp kavurabilir. Bu noktada, Sultan Abdülhamit’in
politikalarına bakmakta fayda vardır.
Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Altı ibadet, ortası ticaret,
üstü ihanet” olarak güzel bir şekilde tarif ve tasvir ettiği bir yapı ile karşı
karşıyayız. Yapılması gereken, bu üç kesimi birbirinden ayırarak, samimi ibadet
ehline zarar vermeden yapının üzerine gitmektir.
OHAL sürecinde yapılmak istenen “temizlik hareketinde” en
zor olan, suçlu ile suçsuzu, kuru ile yaşı ayırabilmektir. 15 Temmuz 2016
Askeri Darbe Girişiminde fiilen yer almış, yardım ve yataklık yapmış ve
görevini ihmal etmiş olanların tümü, yasalar çerçevesinde, delillere ve
belgelere dayalı olarak adil bir şekilde yargılanıp cezalandırılmalıdır.
Siyaset, sivil ve askeri bürokrasi ve tüm gönüllü kuruluşlar,
bu konularda hassas davranmalıdır. Bu noktada nirengi noktası adalettir, adalet
olmalıdır. Çünkü Allah, Peygamberlerini, Kitaplarını ve mizanı, insanlar
arasında adaleti hâkim kılsınlar diye göndermiştir (57 Hadid 25; 38 Sad 26).
Allah’a ve Ahiret gününe iman edenlerin, nefsi davranmaması, kin ve nefretle
hareket etmemesi, adil davranmaları imanın bir gereğidir (5 Maide 8).
Sonuç: Ulemanın/Âlimlerin Sorumluluğu
15 Temmuz İhanet hareketinin asıl amacı, ülkede sosyolojik
savaş çıkarabilmek için gerekli bir alt yapı oluşturmaktır. Sivil ve askeri
bürokrasi ile özel sektör alanında yapılan çok seri ve yoğun operasyonların,
yeni bir sosyolojik ayrışmaya sebep olup olmayacağı, yeni fay hatları inşa edip
etmeyeceği iyi hesaplanmalıdır. Yangını söndürürken yangına benzin sıkmamaya
gayret edilmelidir. Böyle dönemlerde sosyolojik savaş ajanlarının farklı
dünyada uygulanan çözümleri, “emsal çözüm”(4) olarak gösterip uygulamaya
sokturmak isteyecekleri ve ülkeyi çökertmek isteyeceklerini Osmanlı ve
Cumhuriyet dönemi tecrübelerinden bilmekteyiz.
Akademik dünyada yapılan operasyonlarda, suçlu suçsuz
ayırımında çok hassas davranılmalı, yanlış “beyin göçüne” sebebiyet
verilmemelidir.
Tüm darbeler, halkını düşman gören bir yabancılaştırmanın
ürünüdür. Devlet, tüm kurum ve kuruluşları ile yeniden yapılandırılırken
öncelikle Türkiye’deki askeri eğitim, baştan sona yeniden ele alınıp
değerlendirilmelidir. Kendisine emanet edilen çocukları alıp “mankurtlaştıran”
bir askeri eğitim sistemi, ciddiyetle masaya yatırılmalıdır. Ana sorun, şekil
şartı değil zihniyettir. Orduda yeniden cuntaların meydana gelmemesi için,
Askeri okullarda inşa edilen zihniyet, gerektiği gibi sorgulanıp
değiştirilmelidir. Bu arada cunta ile ordu özdeş görülüp ordu kurumu aşağılanıp
horlanmamalıdır. Bu durum devam ederse, kanın su gibi aktığı bu coğrafyada ülke
olarak ödeyeceğimiz bedel, çok daha ağır olabilir. 15 Temmuz 2016 İhanet
hareketinin amaçlarından birinin de, bu olduğu göz ardı edilmemelidir. Bu konu,
daha sonra, daha geniş bir şekilde ele alınacaktır.
İçinde yaşadığımız sürecin kazasız belasız atlatılabilmesi
için Allah’a ve Ahiret gününe iman etmiş Ulemanın/Âlimlerin öne çıkması,
öncülük etmesi, sorumluluk üstlenmesi, aralarındaki husumeti bir tarafa
bırakması, bir araya gelmesi, hak ve adalet için mücadele etmesi şarttır. Çünkü
Hz. Peygambere göre âlimler, yol gösteren yıldızlardır:
“Hz. Muhammed: Yeryüzünde âlimlerin durumu, karanlık
gecelerde karada ve denizde kendisine bakılarak yol bulunan Gökteki yıldızlara
benzer. Yıldızlar kararınca yol arayan yolcuların kaybolması an meselesidir.”
Henüz Vakit Varken! Yarın çok geç olabilir!
Kaynaklar
1- Demirel S., Daha Güçlü Cumhuriyet İçin, 30.10.2002
Radikal
2- Bila, F., Komutanlar Cephesi, Detay yayıncılık,İstanbul,
2007, S:197-211; 110-116.
3- Kazım Kadri H, Balkanlardan Hicaza İmparatorluğun
Tasfiyesi, Pınar Yayınları, İstanbul, 1992 s. 94-105.
4- Çağlayan, Y., Osmanlıdan Ortadoğu’ya Sosyolojik Savaş,
Etkileşim, İstanbul, 2013, S: 43-45.Untem fugiasamusquiqui tem aut etur?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder