4 Haziran 2015 Perşembe

İhanet, Hain, Vatan Haini

 (Milli Gazete)

“Onlar bizim öğretmenlerimiz değiller”. Ömer Muhtar

Giriş

Türkiye’de, özellikle, seçim zamanlarında siyasetin dilinde aşırı düzeyde bozulma meydana gelmektedir. Bozulan dil, seçim sonrasında ‘siyaseten söylenmiş sözler’(!) olarak kabul edilip unutulması istenmektedir siyasetçiler tarafından. Birbirine küfretmektedirler. Son üç seçim döneminde alanlarda, parti liderleri ve yöneticilerinin birbirleri hakkında en çok kullandıkları kavramlardan bazıları, “hain”, “ihanet”, “vatan haini”, “vatan hainliliği” kavramlarıdır. Bu kavramları birbirlerine karşı kullanan siyasetçilerimiz, bunları nasıl ve hangi mantıkla siyaseten söylenmiş sözler olarak kabul edebilirler Eğer siyasetçilerimiz, birbirlerini “vatan haini” ilan etmeyi siyasetin bir gereği olarak görüyorlarsa, kendilerinin siyasete ve vatan hainliğine yükledikleri anlamların ne olduğunu açıklamaları gerekmektedir. Hainlik, ihanet gibi kavramları birbirlerine karşı kullanırken, ya bu kavramlara yükledikleri anlam farklı ya da siyasete yükledikleri anlam farklıdır. Her iki kavrama yükledikleri anlamı kamuoyuna açıklamaları tarihi bir zorunluluktur. Hainlik kavramını ayağa düşürüp itibarsızlaştırmanın, gelecek nesillere maliyeti çok yüksek olabilir. Diğer taraftan futbol takımı gibi parti tutan bir kısım köşe yazarları ve STK’lar, siyasi parti kadrolarından geri kalmayıp hoşlanmadıkları her şeyi ve herkesi, “Hain”, “Vatan Haini”, “Ergenekoncu”, “Paralelci” olarak suçlayarak sürece çok ciddi katkıda bulunmaktadırlar.

O nedenle burada, “ihanet”, “hain”, “vatan haini”, “vatan hainliği” kavramlarının bu denli ayağa düşürülmesinin sebep ve sonuçlarını ele alıp inceleyecek ve siyasetçilerin dikkatini çekmeye çalışacağız.

“İhanet”, “Hain”, “Vatan       Haini”, “Vatan Hainliği”

Türkçe Sözlüklerde bu kavramlara verilen anlamlar, aşağıdadır (1,2):

“İhanet: 1- Hıyanet, hainlik, 2- Evlilikte, sevgide aldatma, vefasızlık, sadakatsizlik. 3- Gerektiğinde yardımda bulunmama, bir kimsenin güvenini yok etme, 4- Haksızlık

İhanet Etmek: 1- Hainlik, kötülük etmek; 2- Karı, koca birbirini aldatmak

İhanete uğramak: Aldatılmak, sadakatsizlik görmek

Hain: 1- Hıyanet eden kimse, 2- Zarar vermekten, üzmekten veya kötülük yapmaktan hoşlanan kimse, merhametsiz; 3- Kötü niyetli olan; 4- Gördüğü iyiliğe kötü karşılık veren.

Hainlik: Hain olma durumu veya haince davranış.

Hainlik etmek: Birine haince davranmak, kötülük etmek.

Vatan haini: Vatanın yüksek çıkarlarını hiçe sayarak onun aleyhinde iş gören kimse.

Vatan Hainliği: Vatan haini olma durumu.”

Seçim kampanyası yürüten siyasi parti kadrolarının ve bu kadroları destekleyen yazarların ve STK’ların konuşma metinlerine bakıldığı zaman hainliği, vatana, ülkeye ve millete ihanet anlamında kullanmaktadırlar. Kötülük etmek, nankörlük etmek, vefasızlık etmek ve yapılan hizmetleri inkâr etmek anlamlarında kullanmamaktadırlar.

Hemen hemen tüm siyasi partilerin seçim kampanyalarının dost-düşman, vatan haini-vatansever düzleminde cereyan etmesi, öncelikle bu kavramlara yüklenen anlamların ağırlığının kaybolmasına sebebiyet vermektedir. Sade vatandaşlar, kavramları halk lisanı ile “tiye” alacak şekilde, birbirlerine “seni gidi vatan haini seni” şeklinde hitap etmekten çekinmemektedir. Ne söyleyen, ne söylenen ve ne de bunu duyan çevredekiler, rahatsız olmamaktadır.

Diğer taraftan cumhuriyet tarihi boyunca, “İrtica” ve “Bölücülük”, Devletin “Kırmızı Kitabında” iki iç tehlike olarak kabul edilmiş ve hoşlanılmayan herkes, her kesim ve her yapı, ya irtica ile ya da bölücülükle suçlanıp hiçbir ciddi belge ortaya konmadan cezalandırılmıştır. 28 Şubat Post-modern darbe sürecinde yapılanlar, bunun en yakın tarihli örnekleridir. Devlet, kendi vatandaşlarına hain ve iç düşman muamelesi yapmıştır. Herkesin fişlenip suçlandığını unutmamak gerekmektedir. Vatan hainliğinin tam tanımını yapmadan, gerekli belgeleri ortaya çıkarmadan, yasal yollara başvurmadan, yargı sonuçlarını beklemeden, insanları bir oy aşkına suçlayan, vatan haini ilan eden ve seçim sonrasında “bunlar, siyasetten söylenmiştir” diyen/diyecek olan tüm siyasi parti kadroları ve onlara destek veren STK ve yazarlar, tarihte yaşananları unutmasınlar. Bugünkü konuşmaları, yarın hem kendileri için hem de rakipleri için aleyhte delil olarak kullanılabilir.

Diğer taraftan da genç nesiller, “yahu bu ülkede hiç hain olmayan siyasetçi yok mudur” demeyecek midir Genç nesillerin zihin dünyasını bu denli kirletmek, siyasete ve siyasetçilere yakışmamaktadır. Dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, bu kadar “vatan haininin varlığı”(!), yeni nesillerin bir travma yaşamasına sebebiyet verecek, kendilerine, babalarına, insanlara, siyasetçilere, kurumlara ve devlete olan güvenleri, her geçen gün yıkılacak, birbirine güvenmeyen, inanmayan ve bundan dolayı da, çözülmesi son derece kolay bir toplum haline gelecektir.

Öyleyse neden insanlar bu kadar kolay vatan haini ilan edilebiliyor

Bunun için tarihe kısa bir yolculuk yapmak gerekmektedir.

Haim Nahum Doktrinine Göre Lozan’da Kurulan Sistemin Genetik Yapısı

Milli mücadele sonrasında Büyük Millet meclisinde gücü eline geçiren İttihatçı bir kadro, yapılacak olan reformları, meşru gösterebilmek sorunu ile karşı karşıya idi. Yapılacak devrimlere sahip çıkacak bir tabana ihtiyaç vardı. Laik-Seküler, Batı kültür medeniyet değerleri üzerine inşa edilen bir sisteme sahip çıkacak laik-seküler bir toplum kesimi inşa etmek, yeni yönetimin en temel sorunlarından biriydi. Bu yeni taban, “Osmanlının kötülenmesi, karalanması temelinde yapılacak bir propaganda” ile elde edilmeye çalışılmıştır. Zamanın Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Osmanlı Devleti’nin kuruluşunun 700. yılı nedeniyle yaptığı bir konuşmada,(9.10.1999), Osmanlı’nın ihanetle suçlanmasının, bilinçli ve kasti olarak benimsenmiş bir politikanın sonucu olduğunu çok açık bir şeklide ifade etmiştir:

‘Cumhuriyetin ilk dönemlerinde rejimin oturması için Osmanlı aleyhinde bir söylem geliştirilmişti; artık bu tehlike geçmiştir; çünkü Cumhuriyet kendi nesillerini yetiştirmiştir; Osmanlıyı suçlamamızın bir manası kalmamıştır. Osmanlı ile barışmak gerekir.”

Cumhuriyet dönemi ile birlikte yeni sistemin oturtulabilmesi ve daha güzel ve başarılı gösterilebilmesi için Osmanlı, özellikle, son Sultan Vahdettin, İlkokuldan üniversiteye kadar okutulan tüm tarih kitaplarında, korkak, hırsız ve Sevr anlaşmasını kabul edip imzalayan, İngiliz işbirlikçisi, bir vatan haini olarak tanıtılmıştır. Mustafa Kemal Nutuk’ta Vahdettin’i ihanetle ve menfaatperestlikle suçlamaktadır:

“Saltanat ve hilâfet makamında oturan Vahdettin soysuzlaşmış, şahsını ve bir de tahtını koruyabileceğini hayal ettiği alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın başkanlığındaki hükûmet âciz, haysiyetsiz ve korkak, yalnız padişahın iradesi altında ve onunla beraber şahıslarını esirgeyebilecek herhangi bir duruma razı...”

Ecevit ahir ömründe resmi tarihin bu iddialarına karşı çıkmıştır:

“O bir hain değildir. Bazı hoş olmayan şeyleri mecburen yapmıştır. Bu arada ülke için çok iyi şeyler de yapmıştır.

‘Kurtuluş Savaşı’na açıktan olmasa bile belirgin şekilde destek oldu. İstanbul’dan ayrılacağı zaman devletin elinde külliyetli altın ve para vardı. O, çok az bir miktar aldı. İstese tümünü alabilirdi. Saygıdeğer bir davranışta bulundu.’ (3)

Ecevit’in bu açıklamasına o zaman ki Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halaçoğlu destek vererek resmi tarih tezini yalanlamıştır:

“Atatürk, Vahdettin’in yaveridir. Birlikte Berlin’e gittiler... Genelkurmay’ın, Atatürk ve Vahdettin’in telgraflarına yer veren yayını vardır. O kitapta Atatürk, Nutuk’ta yazdıklarından farklı şeyler söylüyor.” (4)

Cumhuriyet tarihi boyunca kanunlar, bir baskı ve susturma aracı olarak kullanılmış ve yeni yönetime karşı söylenen her şey ihanet muamelesi görmüştür. Başvekil İsmet İnönü’nün 1925 yılında Muallimler Birliği’nde yaptığı konuşma, bunun en güzel örneklerinden biridir(5).

Serbest Fırka’yı kuran ve kurduranlar, o gün için devlet gücünü elinde bulunduranlardı. Halkın, Halk Fırka’sına karşı Serbest Fırka’ya büyük teveccüh göstermesi, Serbest Fırka’nın sonunu getirmiş ve vatan hainliği ile suçlanarak parti kapattırılmıştır(6,7):

“Ahmet Ağaoğlu: Muhakkak bildiğim ve asla tereddüt etmediğim bir şey vardır. O da, kendim ve arkadaşlarımdır! Anarşi ve irtica bize yanaşmazdı!.. Fakat ısrar olundu! Küfür, tahkir, isnat yağdırdılar; vatansızlıkla, ecnebiperestlikle itham edildik!”

Mustafa Kemal ile başlayan geçmişi ve rakipleri tehdit, karalama ve ihanetle suçlama yaklaşımı, cumhuriyet döneminde yetişen bir neslin adeta karakteristik özelliği olmuştur. Bugün meydanlarda kullanılan, “hain”, “Vatan haini” söyleminin böyle bir arka planı, şuuraltı vardır.

Sonuç

Sanki Cumhuriyet döneminde yetişen nesil, özel olarak formatlanmakta ve genetik yapısına bir Kirletici Dil Virüsü yerleştirilmektedir. Bu Kirletici Dil Virüsü, belli zamanlarda ortaya çıkarak görevini ifa etmektedir.

Cumhuriyet yönetici kadrolarından Lozan’da kabul edilen Hayım Nahum Doktrinini benimseyenlerin kullandıkları dilin tehditçi, karalayıcı, aşağılayıcı olması, benimsedikleri laik-seküler değer sistemine uygundur. Bu yaklaşımın Cumhuriyet dönemi resmi ideolojisini benimseyenler açısından devam ettirilmesi de normaldir. Bu yadırganmamalıdır. Yadırganması gereken resmi ideolojiye karşı olanların ya da karşı olduğunu söyleyenlerin ve ”Muhafazakâr Demokratların”, “Tanrı Dağı Kadar Türk, Hıra Dağı Kadar” Müslüman olanların, benzer bir dil kullanmalarıdır. Kullandıkları dil, ne milli değerlere, ne dini değerlere ne de “muhafazakâr” değerlere uygundur. Kendi kültür medeniyetinin değerlerine ters ve insanı ifsad edici bir dil kullanmaları, hem yanlış hem de tehlikelidir.

Bu, “onlar söylüyor bizde söyleyelim/söylemeliyiz” zihinsel hastalığının tezahür halidir.

Unutmayın! “Onlar bizim öğretmenlerimiz değillerdir”.

Unutmayın! Bizim öğretmenlerimiz, Allah ve Resuludür.

1-Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu, Ankara, 2005.

2-Doğan, D.M., Büyük Türkçe Sözlük, Pınar yayınları, İstanbul, 2005.

3- Ecevit, B., Vahdettin Hain Değildi Zaman 16.07.2005

4- Kaplan, S., Hürriyet 18.07.2005

5- Ertunç A.C., Cumhuriyetin Tarihi, Pınar yayınları, İstanbul, 2002

6- Ağaoğlu, A., Serbest Fırka Hatıraları, İletişim yayınları 1994 istanbul S:226

7- Okyar, O., Mehmet Seyitdanlıoğlu, Fethi Okyar’ın Anıları, Türkiye iş bankası yayınları, Ankara 1997, S:86

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...