29 Mayıs 2014 Perşembe

Taksim Kadife Darbe Sürecinin 5. Aşaması: Soma

(Milli Gazete)

Giriş

İlk Kadife darbe Dalgası (Birinci Nesil Kadife Darbeler), Sırbistan, Moldavya, Belarus, Ukrayna, Gürcistan, Kırgızistan, Kıbrıs ve Lübnan darbe zinciridir. “Arap Baharı” olarak nitelendirilen Tunus ve Mısır’da İktidarların yıkılmasına neden olan Kadife darbeler ise birincisinden farklı özellikler taşıdığından dolayı bunlara, İkinci Nesil Kadife Darbeler adını vermekteyiz. Taksim “Gezi Parkı” operasyonu ile Kadife darbe süreci fiilen başlatılmıştır (3. Nesil Kadife Darbe”). Taksim Kadife Darbesi, Gezi parkı olayları ile başlamış (Başlangıç aşaması), Dershane savaşları ile ikinci aşamasını, Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu ile üçüncü aşamasını ve MİT’in Tırları ve Dışişleri’nin dinlenmesi ile dördüncü aşamasını tamamlamıştır.

Kadife darbeler, hazırlık dâhil yaklaşık beş yıllık bir döneme göre seçim endeksli olarak planlanmaktadırlar. Seçim sonuçlarına itirazla son darbe siyasi iktidara vurulmak istenir. Ancak Türkiye’de 30 Mart mahalli seçimlerinde sandıktan istenen kritik tablo çıkmamış, dolayısıyla istenen harekât başlatılamamıştır. Bununla beraber Türkiye’nin önünde Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler olmak üzere iki seçim daha vardır. Bize göre bu iki seçim dönemi de, Kadife darbe sürecine dâhildir ve her türlü operasyon ön görülmektedir. Soma maden ocağında olan kazadan sonra Türkiye’de vuku bulanlar, Soma ile ilgili hadiselerin Kadife darbe süreci ile bağlantılı olma ihtimalinin (5. Aşama) var olduğunu göstermektedir.

Burada, bu konu ele alınacaktır.

Taksim Kadife Darbe Sürecinin Muhtemel Stratejik Hedefleri

Türkiye’nin bölgesel güç olma, Yeni Osmanlı gayesini inşa etme, Suriye’de Rus-ABD ittifakının oluşturduğu Politikalara karşı politika oluşturma, İsrail’le uzlaşmama, Kıbrıs, Ermenistan ve Suriye meselelerini ABD/Batının istediği şekilde çözmeme, İslam coğrafyasındaki halkların diktatör yönetimlere baş kaldırmasında halkların yanında yer alma ve Diyarbakır’da Türk- Kürt Kardeşliği temelli yeni bir eksen oluşturma gibi nedenlerle ABD’nin “Büyük Ortadoğu Projesi”, İsrail’in/Siyonizm’in “Büyük İsrail Projesi”, AB’nin “2. Sevr projesi”, Rusya’nın “Sıcak denizlere Açılma Projesi”, İran’ın “Şia Güvenlik Hattı Projesi” ve İşbirlikçi diktatör Arap yönetimleri ile çatışmaktadır. Bu sebeple Türkiye karşısında, şartlara bağlı olarak katılımcıları değişen bir cephe meydana gelmiştir. Bu cephe, kendi menfaatine uygun olarak Türkiye’deki kadife darbe sürecine yeri ve zamanı geldiğinde destek vermektedir ya da desteğini çekmektedir.

İç siyasetin bu küresel operasyonu iyi algılaması ve ona göre tepki vermesi, hem ülke hem de parti menfaatleri açısından daha yararlıdır. Toplumsal şuur altı siyasiler tarafından iyi okunmalıdır. Taksim Kadife Darbe sürecini bu açıdan en iyi anlayan ve tavır koyan MHP lideri Bahçeli olmuştur.

Taksim Kadife Darbesi, Küresel Tefeci Sermaye ile işbirliği içerisinde, “İstanbul Dukalığının” öncülüğünde başlatılmıştır. Taksim Kadife Darbesinin çelik çekirdek kadrosu, ilk halka olup ABD-İngiltere-İsrail-Küresel Tefeci Sermaye-AB’den oluşan küresel operasyonları yöneten kadrodur. İkinci halkası “İstanbul Dukalığı/Baronlar” diye anılan ve Taksime çıkıp “çapulcu” olduklarını açıklayan kadrodur. Bunlar işin strateji boyutu ile meşgul iken strateji ve taktiklerin uygulayıcısı operasyonel güç, yapı, üçüncü halkada yer almaktadır. Taksim gezi parkı hadiselerinde üçüncü halkada ‘Sol-Alevi yapılar’ yer alırken; Gülen hareketi, Üçüncü halkaya dershaneler savaşı ile eklemlenmiş ya da eklemlenmek zorunda bırakılmıştır. Ya da Gülen Hareketi maskesi takmış, mahiyetini henüz keşfedemediğimiz/bilemediğimiz bir yapı, Gülen Hareketinin asıl kadrolarına rağmen operasyon yürütmektedir.

Soma Kazasından sonra Türkiye’de vuku bulan olaylar ve yürütülen Psikolojik harekât, Taksim Gezi Parkı hadiseleri ile başlayıp Dershaneler aşamasına gelinceye kadar ki dönemle neredeyse birebir benzerlik arz etmektedir.

Üç seçim dönemi göz önüne alınarak çizilmiş bir strateji ve bir yol haritası söz konusu olup önümüzdeki iki seçim döneminde de kavga, daha da sertleşecektir. O nedenle çizilen bu stratejinin öncelikli hedeflerini bir kez daha hatırlamakta fayda vardır:

Güçlenen, bölgeye ve dünyaya açılan istikrar içindeki Türkiye’yi istikrarsızlığa sokarak kendi içine kapatmak.

Türkiye’nin Rusya, Çin, İran, Pakistan ve Afrika ülkeleri ile kurduğu ilişkileri bozmak; ABD, AB, İsrail, İngiltere, İMF ve Dünya bankasına muhtaç hale getirmek.

Türkiye’nin ekonomik dengesini bozmak

Türkiye’nin sanayileşmesini, özellikle savunma sanayisine sahip olmasını engellemek.

Türkiye’nin Enerji Üretim Bölgesini ve Enerji nakil hattını kontrol eder duruma gelmesini engellemek

Türkiye’nin bütünleşmesini ve kaynaşmasını sağlayacak “Çözüm Sürecini” engellemek. Türk-Kürt Kardeşliği projesini engellemek

Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığını engellemek

Yeni Anayasa yapımını engellemek

 Şer ekseninin “İslam’ın İslam’la Savaşması Projesi” çerçevesinde Türkiye’deki tüm İslami camiaları birbirine düşman etmek ve aralarında derin fay hatları oluşturmak

Başbakan Erdoğan’ın siyasetten tasfiye edilmesi ve AK Parti’nin el değiştirmesini sağlamak. Bu başarılamaz ise AK Partiyi parçalamak, hatta kapatmak

Çizilen bu stratejiye uygun olarak taktik hamleler gerçekleştirilmektedir. Dolayısıyla yapılan hamleler, birbirinden bağımsız, birbirinden kopuk olmayıp birbirinin devamı, tamamlayıcısı, hatta bir ileri aşaması olarak tasarlanmış taktiklerdir.  Hatta belli konularda/alanlarda beklenti oluşturup tam ters bir noktadan harekete geçilmekte darbe vurulmaya çalışılmaktadır.

Burada söylenmek istenen, bu eylemlerin her biri, ana stratejinin ara hedeflerini elde etmeye dönük birer taktik eylemlerdir. Bu taktiklerin başarısı veya başarısızlığı, ana stratejiye katkısına bağlı olarak ölçülmeli ve değerlendirilmelidir. Düşülecek en büyük hata, ana stratejiyi göz önüne almadan sadece taktik hamlelere, taktik hamlelerle cevap verme, karşı koyma ve başarısız kılma gayreti içerisinde olmadır.

Diğer taraftan iktidar ve muhalefetiyle siyasi partilerin dikkat etmesi gereken şey, bunun küresel bir operasyon olduğu gerçeğidir. Bu nedenle her iki kesimin kullanacağı dil, rey toplamaya dönük olmamalı; birlik ve beraberliğe sağlamaya dönük olmalıdır. Burada da öncü olup dil ve söylemini ayarlaması gereken Başbakan’dır, Başbakan olmak zorundadır.

Soma Maden Ocağını İşleten Soma Kömür A.Ş’nin Ortakları Kim

Manisa’nın Soma ilçesinde, 13 Mayıs 2014 günü meydana gelen maden faciasında, 301 işçi kardeşimiz vefat etmiştir. Hepsine Allah’tan mağfiret, geride bıraktıkları kederli aile efradına başsağlığı diliyoruz. Devletin geride kalanlar için üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmek mecburiyetinde olduğunu da hatırlatmak istiyoruz.

MHP lideri Bahçeli, Soma kazası ile ilgili yaptığı bir konuşmada, “Soma Kömür A.Ş’nin ortakları da araştırılacaktır” gibi imalı bir konuşma yapmıştır. Kazadan dolayı şirketin hissedarlarını sorgulaması, bir mesaj olarak değerlendirilebilir.

Soma Kömür A.Ş, adlı şirketin Alp Gürkan’ın oğlu Can Gürkan’ın %25, Alp Gürkan’ın %17, Müzeyyen Nazlı Asafrana’nın % 5, İsmet Kasapoğlu ve İsmail Hakkı Kalkavan’ın on binde 1’in altında hisseleri vardır. Şirketin en büyük ortağı ise %53 pay ile Tilaga Madencilik A.Ş’dir. Alp Gürkan, Tilaga Madencilik’de % 53’lük bir hisseye sahiptir. Bu pay göz önüne alınınca, kendisinin Soma Kömür A.Ş’deki toplam payı % 44 civarında olup Soma Kömür A.Ş’nin en büyük ortağı konumundadır. “Şirketin % 20’si ise yurtdışında kayıtlı Saff Investments ve Tilaga Investments’a aittir. Alp Gürkan’ın % 51 pay sahibi olduğu şirkette Saff Investments adlı yurtdışı kayıtlı bir şirket, % 25 paya sahip. Yine yurtdışında kayıtlı bir başka şirket olan Tilaga Holdings ise % 14 pay sahibi. Yani Soma A.Ş’nin büyük ortağı Tilaga Madencilik’te yurtdışı kayıtlı şirketlerin payı %39. Bu da, facianın yaşandığı Soma Kömür’de % 20 oranında ortaklıklarının olduğu anlamına gelmektedir”(1).

Burada önemli olan nokta, yabancı ortakların kimler olduğu ve Bahçeli’nin ortaklar üzerinde durmasının sebebinin ne olduğudur Bu kazadan sonra şirketteki hisse oranlarında yabancı ortaklar lehine bir hisse değişiminin olup olmayacağı önemli olduğu gibi; bu yabancı ortakların Taksim Kadife darbe sürecini destekleyen İstanbul dukalığı ve küresel sermaye ile ilgilerinin olup olmaması da önemlidir. Eğer böyle bir bağ varsa olayın mahiyetini farklı mecralarda aramak gerekmektedir.

Medyada yer alan bilgilere göre Soma’daki maden ocağının ruhsat sahibi, Türkiye Kömür İşletmeleridir (TKİ). Türkiye Kömür İşletmeleri, hizmet alımı yöntemiyle ocağı Soma A.Ş.’ye vermiştir. TKİ ve Soma A.Ş arasındaki anlaşmada, devlet ocaktan çıkan tüm kömürleri alma garantisi vermektedir. Dolayısıyla Soma Madencilik A.Ş., TKİ adına taşeron olarak ocaktan kömür çıkartmaktadır. Maden ocaklarında yapılan bu taşeronluk sistemi, 2003 yılından bugüne uygulanmaktadır. Bu sistemde, Enerji Bakanlığı, verilen projeleri onaylamakta, iş güvenliği denetimleri ise Çalışma Bakanlığı tarafından yapılmakta ve ruhsatlar, Başbakanlık tarafından verilmekte ya da yenilenmektedir.

Bu durumda Soma Kazasında birinci derecede sorumluluk, madeni işleten firmaya, İkinci derecede orayı denetleyen ve rapor veren kuruma, üçüncü derecede ilgili bakanlık ya da bakanlıklara ve dördüncü derecede Başbakanlığa aittir, ait olması gerekir.

Soma Maden Kazası İle Başlayan Süreç İkinci Gezi Vakası mı

Taksim Gezi Parkı hadiseleri ile başlayan ve ardından 70 vilayette eş zamanlı yapılan eylemlerde kullanılan dil ve sloganlarla; Soma kazası olur olmaz Türkiye’nin birçok ilinde eş zamanlı yapılan eylemlerde kullanılan dil ve sloganlar arasında çok ciddi bir benzerlik bulunmaktadır. Taksim Gezi parkında yer alan eylemci grupların, anında Soma’da gösteri yapması, “Her yer Soma; her yer direniş”, “ya direniş ya ölüm” sloganları ile halkı tahrik edip sokağa dökmeye çalışması, ardından gezi parkı olaylarının sonrasında yapıldığı gibi Türkiye’nin değişik bölgelerinde eş zamanlı olarak `Sol-Alevi’ diye tanımlanan eylemci grupların harekete geçerek ortalığı yakıp yıkması, Alevi-Sünni fay hattı oluşturma ya da var olan fay hattını enerji ile yükleme amacı güdülmesi, olayların en çok dikkat çeken yönüdür. Diğer taraftan gerek ulusal büyük medyanın ve gerekse küresel medyanın ağız birliği etmiş gibi aynı ağızdan konuşması; gerçekleri çarpıtarak vermesi, Türkiye’nin küresel bir operasyonla karşı karşıya kaldığı gerçeğini ortaya koymaktadır.

Soma kazasında birinci derecede sorumluluk, madeni işleten firmaya, İkinci derecede orayı denetleyen ve rapor veren kuruma, üçüncü derecede ilgili bakanlık ya da bakanlıklara ve dördüncü derecede Başbakanlığa ait iken, kaza olur olmaz Taksim Kadife Darbesinde yer alan ulusal ve uluslararası ekiplerin hep bir ağızdan, eş zamanlı olarak bizzat Başbakan’ı birinci derecede suçlu ve sorumlu ilan etmesi, hedef tahtasına koyması ne anlam gelmektedir Bunun bir tek anlamı vardır; o da, Soma, Taksim Kadife darbe sürecinin yeni bir aşamasıdır.

Kadife darbeci medya grubunun (ulusal, uluslararası) Soma Maden kazası ile ilgili, “15 yaşındaki madenci”, “Başbakan markete sığındı”, “Suriyeli işçiler”,  “Ölü sayısı açıklanandan fazla”,  “Ölü sayısı saklanıyor”, “Yalan! 301 değil, 787 kişi öldü, bizi kandırıyorlar!”,  “Üzerlerine beton dökülüp madene gömülecekler,” şeklinde yapılan seri yalan üretimi, Taksim Gezi parkı olaylarındakinin benzeridir. Bu iç dış medya ittifakı, bu ülkenin hayrına değildir. Soma Kazası ile ilgili İngiliz ve Alman medyasının ağır ifadeler kullanarak Başbakan Erdoğan’ı suçlaması, Taksim Gezi olaylarındaki tutumları ile paralellik arz etmektedir (2, 3, 4).

Soma’da kaza olduğundan buyana, genel olarak, Soma kazası tartışılmamakta, Taşeron sistem ve yapılan özelleştirmeler, olumlu rapor veren şahıs ve kurumlar sorgulanmamakta, doğrudan doğruya Başbakan Erdoğan suçlu ilan edilip hedef alınmaktadır. Bu şekilde bir hedef ortaya konması, Taksim Kadife Darbe sürecinin amacı ile uyumlu olup örtüşmektedir

Soma Maden A.Ş. patronlarına hiç yer vermeyip, onları hiç sorgulamayıp, doğrudan doğruya Başbakan Erdoğan’ın suçlu ilan edilmesi, farklı niyetlerin varlığına işaret etmektedir. Soma Maden A.Ş.’nin ortakları, gerek ulusal ve gerekse uluslararası medya tarafından korunduğuna göre kimlikleri önemli olup daha derin bir şekilde incelenmeli ve araştırılmalıdır. Bu işin arkasındaki güçleri ortaya çıkarmak ve ifşa etmek siyasi iktidarın ve devletin görevidir.

Diğer taraftan Başbakanlığa kadar ulaşan bir ihmal zinciri söz konusu ise bunun da hesabı sorulmalıdır ve verilmelidir.

Soma Bir Sabotaj mi  

Soma Kazasına Başbakan merkezli odaklanılması, taşeron sistemler ve özelleştirmelerin sorgulanmasını engellemektedir. İddialara, medyada yer alış şekline göre maden ocağında ısı, metan gazı ve karbon monoksit gaz oranları artmış, fareler, madeni terk etmiştir. Bunları gören ve bilen sendika, ne yapmıştır ve ne tavır ortaya koymuştur Yönetime bir teklif götürmüş müdür Götürmüş ise yönetim ne tepki vermiştir Götürmemiş ise neden Eğer bir teklif götürüp de, yönetim hiçbir tedbir almamış ise niçin ilgili mercilere başvurmamış ya da basın açıklaması yapmamıştır Sendikacılık ya yıkmak ya susmak olmamalıdır. Bu vesile ile sorgulanması gereken bir başka nokta da, Türkiye’deki sendikacılığın içinde bulunduğu durumdur.

Madenlerde çalışan işçiler, ustabaşılar, kazalar konusunda daha duyarlı ve şuurludurlar. Bugün ortaya atılan iddialar, o gün gerçekse niçin işçiler herhangi bir harekette bulunmamışlar, normal şekilde işlerine devam etmişlerdir Yoksa kaza sonrasında söylenenler, bir psikolojik harekâtın ürünü müdür Eğer böyle bir şey varsa bu psikolojik harekâtı yürüten güç ya da güçler kimlerdir

Bununla beraber sorgulanması gereken bir nokta da, kaza olur olmaz, Taksim Kadife darbesinde yer alan hem ulusal hem de uluslararası ekiplerin tek ses olarak, eş zamanlı bir şekilde yayın yapmaları, eylemci grupların Türkiye’nin birçok bölgesinde aynı anda eyleme geçmeleri ve aynı dili kullanmalarıdır. Bütün bu soruları ve süreçte olanları göz önüne aldığımızda, Soma madeninde vuku bulan olay, bir kaza değil bir sabotaj olabilir. Bu yönde bir araştırma yapılmasında fayda vardır. Çünkü kaza gerekçesi olarak baştan beri söylenen Trafo patlamasıdır. Bu yanlış bilgi, kim tarafından, niçin ve hangi amaçla servis edilmiştir Araştırılmalıdır.

Sonuç: Başbakan Erdoğan Az, Öz ve En Son Konuşmalıdır

Soma kazası ile provokasyon/sabotaj içeren Çukurca, Dağlıca, Aktütün, Uludere, RF4 uçağı, Afyon mühimmat deposunda patlama ve Reyhanlı olaylar arasında ilginç bir başka benzerlik, Başbakanın ilk kullandığı bilgilerin hep yanlış çıkmış olmasıdır. Bu konu üzerinde Başbakan durmalıdır.

Ayrıca kaza dolayısıyla Soma’da yaptığı konuşmanın bir bölümü, gerçekten de söylenmesi gerekenlerdi ve tam yerinde ve zamanında söylenmişti. Ancak kazayı işin fıtratına bağlaması, 100 yıl önceki kaza istatistiklerini referans alıp da aynı ülkelerde bugünkü verileri göz önüne almaması, yanlış olmuştur. O nedenle Başbakan, her olayda ilk konuşan, beyanat veren değil; en son konuşan, derleyen, toplayan ve gerilimi düşüren olmalıdır.

Kaynaklar

1-Taraf, 19.05.2013.

2- Kıvanç, T,  Star 19.05.2014

3- Köprülü,S., Yeni Şafak 19.05.2014

4- Dilipak, A., Yeni Akit 19.05.2014

22 Mayıs 2014 Perşembe

Kongre Sonrasında Milli Görüş Kadrolarının Tarihi Sorumluluğu - 3: Milletin Şuuraltını Yeniden Okumak

 (Milli Gazete)

Giriş

Bugün Türkiye de değer eksenli, kültür ve medeniyet eksenli, ümmet şuurlu, kadrolu, plan ve programlı, stratejik düzlemde topyekûn ve sınırsız bir siyası mücadeleye ihtiyaç vardır. Mevcut şartlarda bu mücadeleyi, Parlamento düzleminde yürütebilecek hareket, Milli Görüş hareketidir. Türkiye nin önünde, Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler gibi hayatı önemde iki seçim vardır. Türkiye bu seçimlere, Siyonist- Mason-Sabatayist kadrolar tarafından stratejisi çizilmiş (beyin takımı) Taksim kadife darbe sürecinin gölgesi altında girecektir. 

Ülkenin bu kavgadan minimum zararla çıkabilmesi için İman, Şuur, Cihad ilkelerini benimsemiş ve içselleştirmiş kadroların mücadelesine, ittifakına ve önderliğine ihtiyaç vardır. Böyle bir önderliğin gerçekleşebilmesi için içte bütünleşmeye dışarıda da halkın şuuraltını gerçekçi tespit edip yeni politikalar üretmeye ihtiyaç vardır. Geçen üç yazı içerde bütünleşme amaçlı idi. Burada, halkın şuur altında yatan ve siyasi tercihlerinde etkili olan bazı psikolojik durumlar ele alınıp incelenecektir.

Toplumsal Şuur Altı

İkinci Viyana bozgununa kadar sürekli zaferden zafere koşmuş, İslam ın bayraktarlığını yapmış, İslami Avrupa nın içlerine kadar yaymış, gönülleri fethetmiş bir millet, İkinci Viyana bozgunundan sonra sürekli geri çekilme zorunda kalmış, mağlubiyetlerle yoğrulmuş, çok acı bedeller ödemiş ve binlerce evladını büyük Osmanlı coğrafyasının her tarafında şehit vererek Anadolu coğrafyasına geri çekilmiştir. Bu toplumun unutamadığı, hazmedemediği ve derinden yaralandığı bir gerçek de; Milli Mücadelenin zaferle sonuçlanmasına rağmen, Lozan da Hayım Nahum Doktrinine göre Batı Kültür ve Medeniyetinin kabul edilmesi, tarihinden koparılmak istenmesi, Ulusalcılık akımıyla devletin tepeden inmeci bir politikayı, kanunen ve cebren uygulamaya sokması, İslam kültür ve medeniyetinden uzaklaşması, milletin kimliğini zorla değiştirmeye kalkmasıdır. 

Ezanın Türkçe okunması, Kur an ın yasaklanması, tüm ahlak kurallarının değiştirilmek istenmesi, milletin şuur altında ciddi bir travma meydana gelmesine sebebiyet vermiştir. Konumuz açısından öncelikle göz önüne alınması gereken temel nokta, yaklaşık 85 yıldır sistem tarafından horlanmış, aşağılanmış ve yok varsayılmış bir milletin psikolojisi ve şuur altıdır. Necip Fazılın deyişiyle Öz yurdunda Garip Öz Vatanında parya olmaktan kurtulamamış, devlet kapısından, jandarmadan, polisten ve yargıdan korkmuş bir milletin oluşan şuur altını okumak, vuku bulan olaylara ve farklı siyasi partilerin söylemlerine karşı verdiği tepkileri, anlamakta bize yardımcı olacaktır. İkinci Viyana Bozgunundan buyana Milletin şuur altında oluşan muhtemel duygusal alt alanları/katmanları şu şekilde tasnif edebiliriz:

Bu millet adam olmaz ya da kendine güvensizlik psikolojisi, Ezilmişlik, acizlik, korku ya da sığınma psikolojisi, Taklit, kendisi olamama ya da yabancılaşma psikolojisi, Çemberi yarıp çıkma ya da isyan psikolojisi Geçmişin hesabını sorma ya da intikam alma psikolojisi, Eski günlere özlem, büyük, güçlü olma, onurlu yaşama isteği ya da muktedir olma psikolojisi, itibar görme psikolojisi, Sevdiklerine toz kondurmama, sevmediklerini şeytanlaştırma, her türlü şerrin kaynağı olarak görme ya da göz perdelenmesi psikolojisi/deve kuşu psikolojisi. Yoğurdu üfleyerek yeme, risk almama ya da temkinli olma psikolojisi Bunları daha da çoğaltmak mümkündür. Ancak konumuz açısından bunlar yeterlidir.

Görülebileceği gibi yıllar içerisinde milletin şuur altında oluşan alt duygusal katmanlar/alanlar, birbirine zıt ve karmaşıktır. Hangi psikolojik alt alanın tezahür edeceğini kestirmek, çok zordur. Bu alt alanların hangi etki veya duygu ile rezonansa gelebileceği önemlidir. Siyasi partilerden toplumsal şuuraltı ile rezonansa gelebilenler, zirveye taşınmış diğerleri cezalandırılmıştır. Türkiye nin partiler mezarlığına dönmesinin sebebi budur. Her darbeden sonra, darbecilere karşı olduğuna ve kendi değerlerini savunacağına inandığı siyasi partilere destek vermiş ve onları tek başına iktidara taşımış; umduğunu bulamayınca da tarihin çöp sepetine atmıştır. 

Seçim dönemlerinde iç dinamiklerle diş dinamikler örtüştüğünde seçimlerde gerilim meydana gelmemektedir. Dinamikler arasında çatışma varsa, ülke, büyük bir gerilim ortamında seçime gitmektedir. Ya da seçime gitmeden önce siyasi iktidarlar sokak hareketleri, muhtıra ya da darbelerle düşürülmeye ya da yıpratılmaya çalışılmaktadır. Genelde Dış küresel güçlerin menfaatlerini engelleyen, dümen suyunda gitmeyen iktidarlar, iç ve diş güç odaklarının ittifakı ile düşürülmüştür ya da yıpratılmıştır. 27 Mayıs 1960 darbesi, 12 Mart 1971 muhtırası, 12 Eylül 1980 darbesi, 28 Şubat 1998 Post modern darbesi, 2001 Krizi ve Ecevit in Hastaneye hapsedilmesi, 24 Nisan elektronik muhtırası, Ergenekon, Balyoz ve Taksim Kadife darbe girişimleri bu güne kadar sahneye konmuş iktidar düşürme/yıpratma operasyonlarıdır. Türkiye nin 1950 sonrası olaylarını ve seçimlerini analiz ettiğimizde, toplumsal yönlendirmelerde, çok özel kamuoyu çalışmalarının yapıldığını görmekteyiz. Yapılan tespitlere uygun olarak kamuoyu şekillendirilmek istenmiştir/istenmektedir.

Toplumsal Şuur Altıyı Okumak

Seçip iktidar yaptıklarının operasyonlarla yıpratılmasına ya da iktidardan düşürülmesine karşı, milletin şuur altında meydana gelen isyan ve intikam alma psikolojisi, son derece önemli bir duygudur. Doğrudan doğruya siyasi iktidarla alakalı olmayan konularda, siyasi iktidarı yıpratmaya kalkmak, halk tarafından genellikle hoş karşılanmamaktadır. Çok tecrübeli ve yetenekli liderler de, halkı çok iyi tanıdıkları için halkın nabzını seçim meydanlarında çok iyi tutabilmekte, ona göre söylem ve slogan geliştirmektedirler. Milletin bu şuur altına tekabül eden bütün siyasi hareketler, halk tarafından ciddi bir şekilde desteklenmiştir. 

Menderes, Demirel, Özal, Erbakan, Ecevit ve Erdoğan bu şuur altını iyi keşfetmişler ve o istikamette bir dil ve söylem geliştirmişlerdir. Menderesin 1950 de Yeter Artık Söz milletindir sloganıyla başlattığı isyanın halktan destek bulması bundandır. Demirel in Büyük Türkiye rüyası ve CHP ye karşı verdiği meydan savaşı toplumu heyecanlandırmıştır. İlk AP Büyük Kongresinde Demirel in yaptığı konuşma, AP tabanının, 1960 ın rövanşını Demirel ile alabileceğine inanmasına yetmiştir. 12 Eylül Darbecilerinin 27 Mayıs ı bayram olmaktan çıkarmaları, bu psikolojiyi okumuş olmalarından dolayıdır. Rahmetli Erbakan hocayı iktidara taşıyan önemli faktörlerden biri de, O nun dindarlığının yanı sıra milletin bu şuur altına hitap etmesidir. Sürekli olarak Lider ülke, Yeniden büyük Türkiye , D-8 , İslam NATO su, İslam BM si, İslam Dinarı ve Yeni Bir Dünya söylemlerini gündemde tutmuş olması ve çok keskin bir Batı karşıtlığı yapmış olmasıdır. 50 yıl önceki yapının bugün geçerli olmadığını söyleyerek Birleşmiş milletlerin yapısına karşı çıkmış olması, uluslararası arenada bir meydan okuma olarak algılanırken; Millet tarafından da, Küresel sisteme bir başkaldırı olarak değerlendirilmiştir. Bana Ne Amerika dan diyebilmek, bir yürek ve cesaret işidir. Bu ifadeyi kullandığı toplantıda kitlelerin ayağa fırlayıp çılgınca bağırması ve alkışlaması, büyük, güçlü ve muktedir olmaya olan özlemin tezahüründen başka bir şey değildi. 

Bütün bunlar, millete bir öz güven vermiş, yarınlara daha güvenle bakmasına sebep olmuştur. Rantiyecilere açtığı savaş ve Anadolu sermayesine destek vermiş olması, milletin şuur altını temizlemeye ve ona öz güven vermeye dönüktür. Mesajın özü, Sen geçmişte başardın şimdi de başarabilirsin ; sen büyük bir davanın mensubusun , ümmet seni beklemektedir şeklindedir. Eğer 28 Şubat Post modern darbesi olmasaydı, ABD nin gelecek seçimlerle ilgili ön görüsü, ilk genel seçimde RP nin %35 oy alacağı şeklindeydi. Bu tespit, Erbakan ın İç- Dış şer ittifakı ile düşürülmesine karar verilmesi sonucunu doğurmuştur. Kıbrıs Barış Harekâtının Ecevit i Kıbrıs fatihi durumuna getirmesi, CHP ye tarihinde göremediği en büyük oyu(%44) getirmiştir. Bu başarı, Kıbrıs Barış harekâtının, Batıdan intikam alma olarak algılanmasının bir sonucudur. Demirel tarafından kendisine Taksim mitinginde suikast yapılacağı ihbarının yapılması karşısında, çıkıp bunu açıklaması ve Taksim e eşi ile birlikte gidip miting yapacağını söylemesi, bir meydan okuma olarak sol şuuraltını harekete geçirerek bütün sol fraksiyonların CHP etrafında bütünleşmesini sağlamıştır. Keza meclisin dördüncü partisi olarak Ecevit in kurduğu azınlık hükümetine Öcalan ın teslim edilmesi, Ecevit in seçimlerden birinci parti olarak(%22) çıkmasını sağlamıştır. 

Erdoğan'ın 24 Nisan Elektronik muhtırasına karşı meydan okuması, halkın 28 Şubatla yaşadığı, içine attığı isyan duygusunun harekete geçmesini sağlamıştır. Keza Ergenekon ve Balyoz Operasyonları, halk tarafından orduyu hizaya getirme olarak algılanmış ve desteklenmiştir. Mehmet Ağar ve Erkan Mumcu nun parlamento dışı kalması, Cumhurbaşkanlığı seçimini intikam alma aracı gören bir halkın şuuraltının öfke şeklinde dışa vurmasının sonucudur. Demirel in ciddi itibar kaybı, 28 Şubat generalleri ile birlikte olması, darbecilere destek vermiş olmasındandır. 2011 Genel seçimlerinde MHP ye baraj altında kalması için kasetlerle çekilen operasyon, siyasi ahlakın tefessüh etmiş boyutunun bir göstergesi olup halk tarafından tepki ile karşılanmıştır. Bahçeli nin kaset sahiplerine karşı sert tavrı, etkili olmuş, istenen sonuç elde edilememiştir. 2011 seçimlerinde MHP nin, Diyarbakır da Miting yapmaya karar vermesi ve de yapması, bir ezberi bozmuş ve MHP ye olan güven ve desteği artırmıştır. Bu, MHP tabanında bir meydan okuma olarak algılanmış, MHP seçmeni partisine sahip çıkmış ve süreçten rahatsız olan bazı kesimler de MHP ye destek vermişlerdir. 

Gazze olayları nedeniyle Saadet Partisi nin büyük Çağlayan mitingi, İsrail e ve ABD ye bir meydan okuma şeklinde vuku bulduğu için Saadet Partisi ne seçmen desteği artmaya başlamış; ancak Davos ta Erdoğan ın One Minute çıkışı, bu yükselişin önünü kesmiştir. Mavi Marmara olayında Erdoğan ın İsrail e karşı kullandığı dilin, tüm uluslararası ilişki normlarını yıkıp parçalayan bir dil olması, halkın isyan ve intikam duygusunu harekete geçirmeye yetmiştir. 

28 Şubat Post Modern darbe sürecinde Fethullah Gülen, Refah Yol iktidarının düşürülmesinde aktif rol almış, 3 saat civarında Yalçın Doğan la Erbakan ın aleyhinde konuşmuş, iktidarı bırakması gerektiğini söylemiştir. 28 Şubat Postmodern darbe sürecinde üniversitelerdeki Başörtüsü direnişini, Başörtüsü Fürüattır diyerek kırmıştır. AKP döneminde, bürokraside girdikleri ve etkin oldukları bütün birim ve kurumlarda, Gülen hareketine mensup olmayan herkesi tasfiye etmeleri ve bunun için hiçbir ahlaki ölçü tanımayan metotlar kullanmaları, atamalarda adaleti göz ardı edip hak, hukuk tanımadan kendi mensuplarını yükseltmeleri, çirkin hayâsızlıklar üzerinden (seks kasetleri) operasyon yapmaları, Uluslararası sularda İsrail devletinin saldırısına muhatap olmuş ve dokuz evladının şehit olmasına neden olmuş Mavi Marmara olayında, otoriteden izin alınmalıydı tarzında bir açıklama yaparak Türkiye de İsrail zulmüne ve terörüne karşı oluşan havayı kırmaları, ABD- Neocon-Siyonist- İsrail-İngiltere ittifakı ile ittifak halinde olmaları, Türkiye nin eylem planındaki politikalarını (MİT in Tırları, Diş İşleri Bakanlığının Dinlenmesi) deşifre edip engellemeleri, devlet sırlarını ayağa düşürme hakkını kendilerinde bulmaları, toplumda düşmanlık düzeyinde ciddi bir toplumsal şuur altı meydana getirmiştir. 

Başbakan Erdoğan bu şuuraltı gerçeğini zamanında görmüş, seçim kampanyasını adeta Pensilvanya üzerinden yürütmüştür. Pensilvanya ile ittifak yapanlar ve onun medya kanallarından medet umanlar, yanlış yaptıklarını seçimden sonra anlamışlardır.

Sonuç: Milletin Şuur Altını Harekete Geçirecek Yeni Bir Fetih Hareketi

Genelde Müslüman camia özelde Milli Görüş tabanı, geçmişte uğradığı haksızlık veya ihanete karşı derin bir öfke ile yüklüdür. Milli Görüş kadroları, bu gerçeği görerek, kabullenerek geçmişte bu camiaya hakaret etmiş, saldırmış kişi, kurum ve medya organları ile ilişkilerini yeniden gözden geçirmeleri ve belli bir mesafe koymaları yararlı olacaktır. Medya desteği gerekir fakat yetmez. Halkın şuur altındaki duyguları rencide edecek medya desteği fayda değil zarar getirmektedir. 1970, 1980, 1990 lı yıllarda Milli Görüş hareketinin medya desteği yoktu; fakat davaya inanmış, fert ferde ilişki kuran dava adamları, gönüllüler ordusu vardı. Tamam, İnşallah diyerek sabaha kadar afiş asanlar, yediden yetmişe, isimsiz dava adamları, gönüllülerdi. 

Bugün öncelikle yapılması gereken, bu dava adamı gönüllüleri öne çıkarıp seferber etmek, yeni bir fetih hareketini başlatmaktır. Yeni bir fetih hareketi, sadece eleştiri yaparak gerçekleştirilemez. Dava, hakkın hâkimiyeti ise dilde onun hizmetinde olmalıdır. Bunun için hak ile hükmetmek hevaların esiri olmamak asıldır: «Ey Davud, gerçek şu ki, biz seni yeryüzünde bir halife kıldık. Öyleyse insanlar arasında hak ile hükmet, istek ve tutkulara (hevaya) uyma; sonra seni Allah ın yolundan saptırır...» (38 Sad 26). Hakkın öngördüğü hayat nizamını (Adil Düzen) insanlığa sunmak, en öncelikli görev olmalıdır. O nedenle Milli Görüş kadrolarının önündeki en acil görev, teorik düzlemde adil düzeni inşa edip halka sunmak ve adil bir dünyanın kurulmasının önderliğini yapmak üzere milleti göreve davet etmek olmalıdır. Büyük , Güçlü , Lider Türkiye sevdası ve kavgası, kendine güvensizlik, sığınma, yabancılaşma ve deve kuşu psikolojisi ile oluşan travmayı ortadan kaldıracak; milletin İsyan, İntikam alma, muktedir olma, İtibar görme psikolojisini harekete/şuur altını harekete geçirecektir. 

Ve; Allah a çağıran, salih amelde bulunan ve: «Gerçekten ben Müslümanlardanım» diyenden daha güzel sözlü kimdir (41Fussilet 33).

 

15 Mayıs 2014 Perşembe

Kongre Sonrasında Milli Görüş Kadrolarının Tarihi Sorumluluğu-2: Güzel Bir Dil ve Üslup

 (Milli Gazete)

Muhakkak ki ademoğlunun yanlışlıklarının çoğu dilindedir. Hz. Muhammed

Giriş

Bugün Türkiye de değer eksenli, kültür ve medeniyet eksenli, ümmet şuurlu, kadrolu, plan ve programlı, stratejik düzlemde topyekûn ve sınırsız bir siyası mücadeleye ihtiyaç vardır. Mevcut şartlarda bu mücadeleyi, Parlamento düzleminde yürütebilecek hareket, Milli Görüş hareketidir. Türkiye nin önünde Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler gibi hayatı önemde iki seçim vardır. Türkiye bu seçimlere, Siyonist- Mason-Sabatayist kadrolar tarafından stratejisi çizilmiş (beyin takımı) Taksim kadife darbe sürecinin gölgesi altında girecektir. Ülkenin bu kavgadan minimum zararla çıkabilmesi için İman, Şuur, Cihad vasıflarını bünyesinde barındıran ve bunları ilke edinmiş kadroların mücadelesine, ittifakına ve önderliğine ihtiyaç vardır. 

Böyle bir dönemde Saadet Partisi kongresi yapılmıştır. Kongrenin üzülenleri olabilir; ancak üzüntü kin ve nefrete dönüşmemelidir. Böyle bir sonucun doğmaması için de herkes sorumluluk üstlenmek zorundadır. Seçimler dünde kalmış, yarınlarda büyük ve hayati bir mücadele beklemektedir. Hakla Batılın Mücadelesinde feda edilebilecek hiçbir kardeşimiz bulunmamaktadır. O nedenle herkes dilini ve öfkesini, kontrol etmeli, birbirinin ne dediğini anlamaya çalışmalıdır. Kelimeler, kullanıldığı bağlamdan koparılıp, cımbızla çekilip alınıp, muhteva ve anlam bütünlüğü bozulup kullanılmamalıdır. Burada bu bağlamda kullanılacak dil ve üslup konusu ele alınacaktır.

Kuran'la Gelen Mizan

Hayatın ve kâinatın huzur içerisinde idame etmesi, fesadın ortaya çıkıp yaygınlaşmaması için hak , mizan , adl ve kıst gibi 4 ana kavramın, genel olarak, esas alınması gerekmektedir. Allah insanlara gönderdiği Kitap ve Peygamberlerle bunların muhtevasını açıklamış ve insanlığın ancak mizan ve adaletle ayakta durabileceğini bildirmiştir (57 Hadid Süresi 25). Kur an-ı Kerim e göre hayat ve kâinat, mizan ve adalet üzerine kurulmuştur. Onun için mizanın bozulmaması, adaletle korunması ana bir görev ve sorumluluk olarak insanın omuzlarına yüklenmiştir (55 Rahman Süresi 7-9). Siyasi mücadelenin hedefi, iktidar olmanın hedefi, bu mizanı korumak ve adaleti hâkim kılmak olmalıdır. Hz. Davud a halifelik görev ve sorumluluğu bu çerçevede yüklenmiştir (38 Sad Süresi 26). 

Milli Görüş hareketinin Adil Düzen fikri böyle bir amacın ve de hedefin ürünüdür. Amaç devam etmekte ama hedefe henüz ulaşılmış değildir. Bu mesele hâlâ hayati önemini korumaktadır. Bugün için ana mesele, hayat, tüm insanların hakkını, hukukunu koruyan, kollayan tevhidi değerlere (Hak) göre mi tanzim edilecek; yoksa belli bir zümrenin, sınıfın menfaatlerini koruyup kollayan seküler değerlere (heva-hevese) göre mi tanzim edilecektir Hz. Adem ile İblis arasında başlayan mücadeleden bu yana tarihi şekillendiren ana dinamik bu sorunun cevabıdır. Kur an-ı Kerim bu soruyu nirengi noktası olarak görmekte ve buna dikkat çekmektedir (74 Müddesir Süresi18-24). Mizan ve adaletin bozulması, toplumları ifsad etmekte ve de helaklerine sebep olmaktadır (7 Araf 81-85, 10 Yunus 83, 11 Hud 84-85). Bugün Türkiye nin ana sorunu, tevhidi değerlere (Hakk) dayanan bir mizanın olmayışıdır. Türkiye de mizan bozulmuştur. Mizan yoksa adalet yoktur, Adalet yoksa barış da yoktur. Türkiye de yıllar süren kargaşanın, istikrarsızlığın, bunalımın ve kavganın arkasında bu gerçek yatmaktadır. Türkiye de başta siyaset olmak üzere sürece dâhil olup mücadele edenlerin dilinin bozulmasının temel sebebi de, Hak Batıl düzleminde ilkeli olup olmama, şuurlu olup olmama, nefsani davranıp davranmama ile alakalıdır.

Adil Düzen de Ve Adil Düzen İçin Mücadelede Kullanacağımız Dil, Karalayıcı ve Tehditci

Olmamalıdır

Dil bir iletişim aracıdır. Kullanılan kelimeler, kavramlar muhataplar arasında ki ilişkiyi ya kuvvetlendirir ya da bozar. Birçok kötülüğün, şerrin kaynağı yanlış ve kötü olan bir dildir. Hz. Peygamber(sav), Muhakkak ki ademoğlunun yanlışlıklarının çoğu dilindedir. (1); Bir kişiye dilindeki fazlalıktan daha şerli bir şey verilmiş değildir! (2) derken dikkat çektiği nokta burasıdır. İnsanı ateşe sürükleyen, ülkeyi, toplumu kargaşaya sürükleyen, kin ve nefret etrafa saçan kötü bir dilden başkası değildir: Hz. Peygamber (s.a): İnsanları burunları üzerine ateşe sürükleyen dillerin mahsulünden başka ne olabilir (3) O nedenle dil güvenliği, Müslüman ın temel özelliklerinden biridir: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmediği kimsedir. Mü min de, halkın, can ve mallarını kendisine karşı emniyette bildikleri kimsedir. (4) İnsanın bütün uzuvlarını etkileyen, onların üzerinde baskı kuran önemli azalardan biri insanın dilidir (5). Ve en çok birbirini etkileyen iki organ kalp ve dildir (6). 

Kalp ve dilin bu ilişkisinden dolayı bir müminle mümin olmayanın kalpleri ve dilleri birbirlerinden farklıdır ve farklı olmak zorundadır: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): Mü min bir kimsenin dili, kalbinin arkasındadır. Konuşmak istediği zaman kalbiyle o şeyi düşünür, sonra diliyle onu geçiştirir; münafığın dili kalbinin önündedir. Bir şeyi kastettiğinde diliyle söyler, kalbiyle düşünmez. (6) Dil aynı zamanda müminin dışa yansıyan ve dışta etkili olan, olması gereken yönüdür. Mümin, İslam ı şahsında temsil eden ya da temsil etmek zorunda olan insandır. Üzerinde bu açıdan ağır bir sorumluluk vardır. Bu sorumluluğu yerine getirmek zorundadır. Batıl için mücadele eden kadroların kullandıkları dilin, tehditçi, karalayıcı, aşağılayıcı, kaba, çirkin küfür dolu olması, benimsedikleri seküler-laik değer sistemine uygundur. Bu yadırganmamalıdır. 

Yadırganması gereken, Batıla karşı olanların ya da karşı olduğunu söyleyenlerin, Hak adına, benzer bir dil kullanmalarıdır. Kullandıkları dil, ne milli değerlere ne de dini değerlere uygundur. Kendi kültür medeniyetinin değerlerine ters ve insanı ifsad edici bir dil kullanmaları hem yanlış hem de tehlikelidir. O nedenle Adil Düzeni savunan, Hak için ayağa kalkan/kalktığını söyleyen Milli Görüş Kadroları bu hataya düşmemelidirler. İslam kültür ve medeniyetinin izin verdiği dili kullanmak ve onun gerektirdiği seviyeyi tutturmak mecburiyetindedirler. Bu noktada hem bu dünya da hem de öteki dünyada sorumlu olacaklarını unutmamaları gerekir. 

Adil Düzen de Ve Adil Düzen İçin Mücadelede Kullanacağımız Dil, İfsat Edici Değil İnşa Edici Olmalıdır.

Kullanacağımız dilde asıl amaç, insanların aynı anne ve babanın çocukları olduğu noktasından hareketle tevhidi değerler çerçevesinde bir kardeşliğin ihdas edilmesi, korunması, geliştirilmesi ve pekiştirilmesidir. Bütün sorunlarımızı, bu kardeşlik mantığı içerisinde el birlik çözüme kavuşturacak bir atmosferin ihdas edilebilmesi için kullanacağımız dil, Allah a yönelenleri arıtmak, kötüleri sakındırmak amaçlı olmalıdır (77 Mürselat 5-6). Dolayısıyla kullanacağımız dil, bu iki ana amaca dönük olmak zorundadır. Herkes, özellikle Milli Görüş Kadroları, kullandıkları dilin bu çerçevede olup olmadığına bakmalıdır. Bu çerçevenin dışına çıkan bir söylem, bir dil yanlıştır, yapıcı değil yıkıcıdır. Buna da hep birlikte karşı çıkmalıyız. İman edenlerin kullanacağı dil estetik olmalıdır (16 Nahl 125). Nefsi galeyana getirici olmamalıdır. Azarlama, aşağılama, horlama ve suçlama içeren hitap tarzı, muhatabın her türlü algı mekanizmasının kapanmasına ve bir tepkinin doğmasına sebep olmaktadır. Hz. Peygamber Müslümanların birbirlerine Kardeşim demesini her vesile ile teşvik etmiş ve bu hitabın yaygınlaştırılmasını istemiştir. Genelde kardeş ve sevgi kavramlarını birlikte kullanmaya özen göstermiştir. Menfaat ve riyadan uzak bir kardeşlik ve sevgi ifadesi, muhatabın güvenini kazandırmakta ve gerçekten de söylenenlerin kendi hayrına olduğuna ikna eden bir atmosfer oluşturmaktadır. Sevildiğine ve düşünüldüğüne inanan bir insan, fikri almaya hazır hale gelmektedir. Sevgi ile beraber şefkat ve merhamet içeren hitaplar, genelde her türlü direnci kırmaktadır.

Adil Düzen de Ve Adil Düzen İçin Mücadelede Dil, İyilikler Kötülükleri Giderir İlkesine Uygun Olmalıdır.

Batıl uğrunda mücadele edenlerin tarih boyunca muhatabı karalamak, kötülemek ve tehdit etmek üzerine kurulu bir dil ve söylemleri var olmuştur. İman edenler olarak canımız yansa da, içimiz kan ağlasa da, Hakkın hâkimiyeti için mücadeleye estetik bir seviye kazandırmak zorundayız. Kötülükleri iyiliklerle uzaklaştırmak, sabırla dağ devirmek bu gün, en önemli görevlerimizden biridir (11 Hud114-115; 23 Müminun 96) . Kötülüğü en güzel, en estetik bir tarzda uzaklaştırmak, müminlerin taşıması gereken bir vasıftır (28 Kasas 54-55). Kötülük yapanlara iyilik yaparak onların kalplerini yumuşatmak ve hatta dostluğunu kazanmak mümkün olabilir (41 Fussilet 34, 60 Mümtehine 7). 

Bütün bunları Allah, Batıl uğrunda mücadele edenlere karşı göstermemiz gereken bir tavır olarak emrederken; aynı Kıbleye yönelmiş, aynı davanın yükünü, çilesini çekmiş, bedel ödemiş olan kardeşlerimize karşı daha yüksek bir hassasiyetle göstermemiz gerekli değimlidir Herkes bu sorgulamayı kendi nefsinde yapmalıdır. Adil Düzen de Ve Adil Düzen İçin Mücadelede Kullanacağımız Dil, Af Ve Kolaylık Yolunu İlke Edinmelidir. İnsanın yapısında hem iyi özellikler, hem de kötü özellikler iç içedir. Şeytan ve yolundan gidenler, insanın kötülük cephesine hitap ederek hep kötü meziyetlerini öne çıkarmaya çalışırlar. Cendereye sıkıştırılmış, her şeyi ters yüz edilmiş ve kafası karmakarışık olan insanları uyarabilmek için insanın iyilik cephesine açık, etkileyici, nazik bir dil ve bir üslup ile hitap edilmelidir (4 Nisa 63). Bu ilke, sadece mazlumlar için değil aynı zamanda zalimler için de geçerlidir. Allah Hz. Musa ile Kardeşi Harun u Firavun a, uyarmak için gönderirken, yumuşak davranmalarını onlara öğütlemesi anlamlı, düşündürücü ve dikkat çekicidir: «İkiniz Firavun a gidin, çünkü o, azmış bulunmaktadır.» «Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki o öğüt alıp-düşünür ya da içi titrer-kokar.» (20 Taha 43-47). 

Halife Memun ile bir vaiz arasında geçen bir olay, bu konunun daha iyi anlaşılmasını sağlayabilir: Halife Me mun dan rivâyet edildiğine göre, kendisine vaaz ve nasihat eden bir vâiz, konuşması sırasında sert bir dille terhib ve tergibde bulunur. Halife, vâize dönerek: Be adam, mülâyim ol, görmez misin Allah, senden daha hayırlı olanı (yani Hz. Mûsâ ve Hârun u), benden daha hayırsız olana (yani Firavun a) gönderdi de mülâyim olmasını emretti ve: Varın da ona yumuşak söz söyleyin, olur ki nasihat dinler yahut da korkar dedi der. (7) İşte Allah, Hz. Musa nın şahsında tüm müminlere bir uyarı yapmaktadır: Muhataplarınız hakkında peşin hükümlü olmayın. Kimin ne zaman ve hangi gerekçe ile iman edeceği sizler tarafından bilinemez. Kimin kalbinin mühürlenip kilitlendiğini sizler bilemezsiniz. O nedenle kolaya kaçıp insanları karalayarak kendinizi temize çıkarmaya çalışmayın. 

Herkesin bir Ömer, bir Amr İbnul As, bir Halit bin Velid olma ihtimali her zaman vardır. Böyle bir ihtimal de daima dikkate alınmalıdır. Onun için Adil Düzen de ve Adil Düzen için mücadelede kullanacağımız dil, yapacağımız davet, tebliğ, nasihat ve mücadele yumuşak, etkileyici ve kuşatıcı olmalı, kolaylaştırıcı olmalı, zorlaştırıcı olmamalı, müjdeleyici olmalı, nefret ettirici olmamalıdır: Hz. Peygamber (sas) Sevindirin, nefret ettirmeyin, kolaylaştırın, zorlaştırmayın. Uyumlu olun, ihtilâf etmeyin, teskin edin, nefret ettirmeyin. (8) Adil Düzen de Ve Adil Düzen için mücadelede kullanacağımız dil, sözün en güzelini ihtiva etmelidir(17 İsra 53). Adil Düzen de ve Adil Düzen için mücadelede kullanacağımız dil, başkalarının kutsallarına saygı göstermek zorundadır: Allah tan başka yalvarıp-yakardıklarına (taptıklarına) sövmeyin; sonra onlar da haddi aşarak bilmeksizin Allah a söverler. (6 Enam 108) Adil Düzen de Ve Adil Düzen İçin Mücadelede kullanacağımız dil, karanlıklar içerisinde bocalayan insanlığa ışığı gösterme, onları aydınlığa çıkarma mücadelesidir. Salt bir oy alma mücadelesi değildir. Dolayısıyla karanlıklar içerisinde el yordamı ile yol bulmaya çalışanların yaptığı hata ve kötülüklere karşı affedici olunmalıdır (7 Araf 198-199)

Adil Düzen de Ve Adil Düzen İçin Mücadelede kullanacağımız dil, Şahısları Değil, Zihniyeti Ve Yapılanları Hedef Almalıdır

Bizim mücadelemiz yanlışlıklara ve kötülüklere karşıdır. Biz şahısların yaptığı kötülüklerden dolayı onlara değil yaptıklarına karşıyız. Biz onlara değil yaptıklarına buğz ederiz. Onlara karşı şefkat ve merhametle davranmak, bizim inancımızın bir gereğidir. Biz insanları kaybetmeye değil kazanmaya talibiz. Sahabe döneminde Müslümanlar arasında geçen bir olay, en güzel tarz bir mücadeleden ne anlamamız gerektiği konusunda güzel bir örnektir (9): Bir kardeşinizi günah işlerken gördüğünüz zaman, Allah ım ona lanet et, onu, sürüm sürüm sürümdür, diyerek kardeşinizin aleyhine şeytana yardımcı olmayın, Allah tan onu düzeltmesini isteyin. (9) O nedenle kullanacağımız dil, yıkmayı değil yapmayı, kazanmayı hedeflemelidir.

Sonuç: Adil Düzen de Ve Adil Düzen İçin Mücadelede Kullanacağımız Dil, Savaşı Değil Barışı ve En Güzel Tarzda Mücadeleyi Hedeflemelidir

Büyük Ortadoğu Projesi ve Büyük İsrail Projeleri kapsamında ümmet, tamamen etnik ve mezhebi parçalara bölünmek ve çatıştırılmak istenmektedir. Bu nedenle en güzel tarz bir mücadele, öncelikle Müslümanlar arasındaki ilişkilere yansımalıdır. Müslümanlar öncelikle mümin kardeşine karşı en fazla af edici, merhametli ve şefkatli davranmalıdır. Sonra bu, dış çevreye doğru tüm insanları kuşatacak tarzda genişletilmelidir. En Güzel Tarz Mücadele demek, söylenmesi gerekeni söylemeyip susmak veya yalan söylemek değildir. Öfke ile söylenip bir anlık deşarj olma ise hiç değildir. Kendi kutsallarına saygı bekleyip başkalarının kutsallarına hakaret etmek de değildir. En Güzel Tarz Mücadele, söylenmesi gerekeni, yapılması gerekeni en estetik, en hikmetli ve en basiretli bir şekilde, muhatabın kalbini etkileyebilecek ve etkilenip öğüt alabilecek bir üslupta, bir tarzda ifade etmek veya yapmaktır. Muhatabın kalbinde, vicdanında titreme meydana getirebilmektir, düşünmesini sağlayabilmektir. En Güzel Tarz Mücadele, kötülükleri iyilikle uzaklaştırabilmektir. Kendisine zulmedenleri, hidayet yoluna bıkmadan, usanmadan, kin gütmeden çağırabilmektir. Bedduacı değil duacı olmaktır. Yılanı deliğinden çıkarabilmektir. Kendi içinde tutarlı olmaktır. Sabrıyla dağ devirmektir. Dengeli ve kararlı olmaktır. Yunus olmaktır, Yunus gibi bir dil kullanmaktır:

Söz ola kese savaşı söz ola kesdire başı

Söz ola ağulu aşı balıla yağ ede bir söz

Kişi bile söz demini demeye sözün kemini

Bu cihan cehennemini sekiz uçmağ ede bir söz.

Bunun için; Resûlullah (aleyhissalâtu vesselem): Allahım!... Senden doğruyu konuşan bir dil, eğriliklerden uzak bir kalb diliyorum. (10).

Kaynaklar

1-Taberânî, İbn Ebî Dünya, Beyhakî.

2-Deylemî

3-İbn Mâce, Hâkim.

4-Tirmizî, İman 12, (2629); Nesâî, İman 8, (8, 104, 105)).

5- Tirmizî

6- Harâitî

7- Ebû Dâvud, Edep 20, (4835); Müslim, Cihâd 6, (1737).]

8- Ebû Dâvud, Edep 20, (4835); Müslim, Cihâd 6, (1737).

9- Kandehlevi, Y., Hadislerle Müslümanlık, Kalem Yayınevi, İstanbul, c.3 (1980) s.1029

10-Tirmizî, Daavât 22, (3404); Nesâî, Sehv 61.

8 Mayıs 2014 Perşembe

Kongre Sonrasında Milli Görüş Kadrolarının Tarihi Sorumluluğu: Kardeşlik, Birlik ve Beraberlik Ruhu

 (Milli Gazete)

Giriş

Devletin istatistikî verilerine ve yapılan akademik çalışma sonuçlarına göre Türkiye de alkol, uyuşturucu kullanma ve fuhuş yaşı, 12 yaş civarındadır. Türkiye de `eşcinsellik (!) ve `Nikâhsız Birlikte Yaşam (!) yaygınlaşmakta, `gayrı meşru çocuk sayısı artmaktadır. Toplumsal değerlerdeki çözülmeye bağlı olarak aile yapısında çözülme hızlanmakta, rüşvet, yolsuzluk, hırsızlık ve şiddet artmaktadır. Medya/Sosyal Medya, internet, yabancı istihbarat örgütleri, mafya, fuhuş ve eğlence sektörü, müzik sektörü, kozmetik ve moda sektörü, bu millete yabancılaşmış Batı kültür ve medeniyetinin savunuculuğunu yapan STK lar, ahlakı yozlaştırma hareketinin baş aktörleri olarak görev icra etmekteler. AB fonları, ABD vakıf fonları ve dünya bankası kredileri bu amaçla kullanılmaktadır. Bu sebeplerden dolayı bugün Türkiye de değer eksenli, kültür ve medeniyet eksenli, ümmet şuurlu, kadrolu, plan ve programlı, stratejik düzlemde topyekûn ve sınırsız bir siyası mücadeleye ihtiyaç vardır. 

Mevcut şartlarda bu mücadeleyi, Parlamento düzleminde yürütebilecek hareket, Milli Görüş hareketidir. Böylesi tarihi bir dönemeçte yapılan Saadet Partisi kongresi, çok hayatı önemde idi. Tek liste ile kongre yapma geleneği olan Milli Görüş Hareketi, üç kez bu geleneğini koruyamamıştır. FP döneminde Gül, Saadet döneminde Kurtulmuş ayrı listeler çıkararak hareket içerisinde gerilime ve arkasından ayrışmaya neden olmuşlardır. Mayıs 2014 Saadet Partisi kongresinde Fatih Erbakan, ayrı bir liste çıkararak kongreye katılmıştır. Bu noktada seçimi kaybetmiş olan bir liste, farklı bir parti inşası veya farklı bir partiye iltihak arayışına girmemeli ve Milli Görüş hareketi içerisinde çıbanbaşı olmamalıdır. Bu iki sonucun olmaması için gerek Fatih Erbakan'ın, gerek Oğuzhan Asiltürk ağabeyin ve gerekse Mustafa Kamalak'ın yerine getirmesi gereken sorumlulukları vardır. Burada bu bağlamda kardeşliğin tesisi konusu ele alınacaktır.

Değer Eksenli Kardeşlik

Genel anlamda kan merkezli, süt merkezli ve değer merkezli olmak üzere üç tür kardeşlik vardır. En genel anlamda inanç/iman kardeşliği, belli ortak değerler etrafında toplanan insanların birbirlerine, ötekilere nazaran, ayrı bir sevgi bağı ile bağlanmaları ve ayrı bir ilişki, dayanışma içerisinde bulunmalarıdır. Değer eksenli kardeşliğin en güzel örneklerinden birini, Kur an da Rum Süresinin 1-4 ayetlerinin nazil olmasına sebep olan olayda görebilmekteyiz. Süre, İran-Bizans arasında 613 de başlayıp 616 da Bizans ın mağlubiyeti ile sona eren savaşın geleceği ile ilgilidir. Mekkeli müşrikler, Kitap Ehli olan Bizans ın mağlubiyetine sevinerek, Müslümanlara meydan okurken kardeş kelimesini kullanmaları dikkat çekicidir: Siz ve Hıristiyanlar Ehl-i kitapsınız, biz ve İranlılar ümmiyiz (kitap sahibi değiliz). Bizim kardeşlerimiz sizin kardeşlerinizi tepelediler, biz de sizi tepeleyeceğiz (1) Mekkeli Müşrikler, İran ın putperest olmuş olması nedeniyle İranlıları kendilerine kardeş; Bizans ı da, Ehl-i Kitap olmasından dolayı, Müslümanlara kardeş olarak görmekte, İran ın zaferinden dolayı sevinmektedirler. Bunun karşısında Müminler de Ehl-i Kitap olan Bizans ın Putperestler karşısında yenilmiş olmalarına üzülmektedir. 

İşte Rum 1-4 ayetleri, böyle bir psikolojik ortamda nazil olmuştur. Mekkeli müşriklerle Müslümanlar arasında ortak payda olarak kan bağı vardı, birbirlerinin akrabaları idiler. Böyle olmuş olmalarına rağmen değil kardeş olma, arkadaş olmaları bile mümkün olamamıştır. Mekkeli müşrikler görmedikleri, tanımadıkları, hiçbir kan bağı, akrabalık ilişkisi olmayan putperest İranlıları, değerler sisteminin ortak oluşundan dolayı kardeş olarak kabul etmişler ve kendi kan bağı ile bağlı oldukları insanları, akrabalarını ret etmişlerdir. Aynı tutum, davranış ve anlayış Müslümanlar için de geçerli olmuştur. Tarihte bu güne kadar görülmüş en büyük değer, inanç, eksenli bir kardeşlik örneği, Müslümanların Mekke den Medine ye hicretiyle Medine de yaşanmıştır. Hz. Peygamber kendi akrabalarının zulmünden kaçarak Mekke den Medine ye göç eden (muhacir) Müslümanları, kendileri ile kan bağı olmayan Medine nin yerli Müslümanları (Ensar) ile birbirlerine varis olabilecek bir hukukla (başlangıçta) bire bir kardeşleştirmiştir. Ensar malını, mülkünü muhacirlerle paylaşmıştır (59 Haşır 9). Aynı değer sistemi mensupları, birbirlerini kardeş olarak kabul ederken; farklı değer sistemi mensupları birbirlerini kardeş kabul etmezler/edemezler. Müminler kendi içlerinde müşrikler ve kâfirler de kendi içlerinde kardeştirler (7 Araf 202; 9 Tevbe 8-11; 59 Haşır 11). 

Milli Görüş Hareketi içerisinde yaklaşık 30-40 yılını geçirmiş ve bedel ödemiş dava adamlarının (Ak saçlılar) bugünkü tarihi sorumluluğu, değer eksenli kardeşliğin gerektirdiği bir tavrı ortaya koymak, kongre öncesi ve esnasında oluşmuş yaralar varsa, onları sarmak, kırgınlıkları gidermektir. Bunun için ilk adımı atması gereken Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Oğuzhan Asiltürk Ağabey ile Saadet Partisi Genel Başkanı Mustafa Kamalak tır. Müminlerin Kardeşliği: Allah ın Emrettiği Şekilde Kardeşler Olmak Müminleri kardeş yapan bağ, Allah ın gönderdiği Kur an dır ve Hz. Peygamberin Sünnetidir. Kur an-Sünnet merkezli bir dayanışma, onları kardeş kılmış, her türlü ihtilafları onun hakemliğinde çözerek adaleti tesis etmişler ve dağılıp parçalanmaktan kurtulmuşlardır. Kalpleri onun sayesinde birbirlerine ısınmış, aradaki soğukluk sıcak bir sevgiye dönüşmüş, böylelikle ateşe düşmekten helak olmaktan kurtulmuşlardır (3 Al-i İmran 103). 

Ayet ve hadislerde iman edenlerin arasındaki ilişki, din kardeşliği ile belirlenmekte, tüm tutum ve davranışları buna göre şekillendirilmektedir. Tüm Müslümanların bu sorumluluk bilinci içerisinde hareket etmesi istenmektedir. Kur an da müminlerin `Kardeş olduğunu söyleyen ayete, aralarında çatışma/ihtilaf bulunan müminlerle ilgili arabuluculuk görevinin diğer müminlere yüklenmesinden sonra yer verilmiş olması, Kur an ın müminlerin kardeşliğine verdiği önemden dolayıdır: Müminlerden iki topluluk çarpışacak olursa, aralarını bulup-düzeltin. Şayet biri diğerine haksızlıkla-tecavüzde bulunacak olursa, artık, haksızlıkla-tecavüzde bulunanla, Allah ın emrine dönünceye kadar savaşın; eğer sonunda (Allah ın emrini kabul edip) dönerse, bu durumda adaletle aralarını bulun ve (her konuda) adil davranın. Şüphesiz Allah, adil olanları sever. Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin ve Allah tan korkup-sakınınız. (49 Hucurat 9-10) 

Müminler kardeş oldukları için çatışan iki tarafın arasını bulmaya çalışmak, diğer müminlerin aslî görevi olmaktadır. Bu görev, sadece arayı bulmak için salt temaslar yapıp, uğraştık ama olmuyor diyerek ifa edilen bir görev değildir. Tamamen çatışmayı durdurmaya dönük olup haksız olana karşı tavır almayı, onu barışa zorlamayı öngören ve hatta kuvvet kullanmaya kadar uzanan bir yaptırım tarzıdır. Hz. Peygamber, Müminler arasındaki kardeşlik sorumluluğunu, ana yasal bir sorumluluk olarak Medine anayasasına koydurmuştur(2): Madde 13- Takva sahibi müminler, kendi aralarında mütecavize veya haksız bir fiil ika ını tasarlayan, yahut bir cürüm yahut bir hakka tecavüz veyahut da müminler arasında bir karışıklık çıkarma kasdını taşıyan kimseye karşı olacaklar ve bu kimse onlardan birinin evladı bile olsa, hepsinin elleri onun aleyhine kalkacaktır. İşte Milli Görüşçüler, böyle bir kardeşliğin tesisi için seferber olmak ve üzerlerine düşen görev ve sorumlulukları yerine getirmek zorundadırlar. İslam ın istediği değer merkezli bir kardeşlik, kalbin derunundan gelip dilden dışarıya rahmet, bereket, sevgi, şefkat ve merhamet yayan Allah ın emrettiği şekilde Kardeş olabilmektir : Selamı yaygınlaştırın, yemek yedirin, Allah Teâla hazretlerinin size emrettiği şekilde kardeşler olun! (3). 

Sakın zanna yer vermeyin. Zira zan, sözlerin en yalanıdır. Tecessüs etmeyin, haber koklamayın, rekabet etmeyin, hasedleşmeyin, birbirinize buğzetmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin, ey Allah ın kulları, Allah ın emrettiği şekilde kardeş olun. Müslüman Müslüman ın kardeşidir. Ona (ihânet etmez), zulmetmez, onu mahrum bırakmaz, onu tahkîr etmez. Kişiye şer olarak, Müslüman kardeşini tahkir etmesi yeterlidir. Her Müslüman ın malı, kanı ve ırzı diğer Müslüman a haramdır. Allah sizin suretlerinize ve kalıplarınıza bakmaz, fakat kalplerinize ve amellerinize bakar. Takva şuradadır- takvâ şuradadır, takvâ şuradadır, (eliyle göğsünü işaret etti). Sakın ha! Birinizin satışı üzerine satış yapmayın. Ey Allah ın kulları kardeş olun. Bir Müslüman ın kardeşine üç günden fazla küsmesi helâl olmaz. Pazarlığa girip yalandan fiyat yükseltmeyin . Bölünüp dağılmayın . Birbirinize küsmeyin (4). 

Burada `Allah ın emrettiği şekilde kardeş olabilmek için Müslümanların dikkat etmesi gereken hususlar açıklanmaktadır. Bunlara dikkat edilmezse toplumsal bünye tahrip olacak, birlik, beraberlik, dirlik ve dayanışma yok olacaktır. Çünkü müminler, Hz. Peygamber in tabiriyle, bir bedenin organları, bir bütünün parçaları gibidir/olmak zorundadır: Birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamette, birbirlerine şefkatte müminlerin misali, bir bedenin misalidir. Ondan bir uzuv rahatsız olsa, diğer uzuvlar uykusuzluk ve hararette ona iştirak ederler. (5) Böyle bir şuurun meydana gelebilmesi için müminler, sıdk ve Bir ehli olmalıdırlar (6). Hz. Peygamberin bir vasiyeti olan Veda Hutbesi nde, Müslümanların kardeş olduğunu vurgularken kardeşliği bozacak davranışlardan kaçınılması üzerinde özenle durmuştur (7). Unutulmasın ki Veda Hutbesi, Allah ın Resulü nün bize bir vasiyetidir. Öyleyse bünyeyi tahrip eden, etmeye yeltenen ve bunda ısrarcı olanlara karşı yekvücut olma zamanıdır.

Oğuzhan Asiltürk Ağabey ve Mustafa Kamalak Hz. Yusuf Gibi Davranmak Zorundalar

Kur an-ı Kerim olumlu ve olumsuz davranış sergileyen kan merkezli kardeşleri bizlere örnek olarak vermektedir: Habil-Kabil (5 Maide 27-31) Hz. Yusuf ve Kardeşleri (12 Yusuf 1-100) Hz. Musa ve Kardeşi Harun (10 Yunus108; 20Taha 30-32; 25 Furkan 35; 28 Kasas 34,35) Hz. Davud a gelen İki Davalı Kardeş (38 Sad 23) Kabil kardeşi Habil i öldürür. Hz. Davud a gelen iki davalı kardeşten zengin olan fakir olan kardeşinin bir tane olan koyununu elinden almaya kalkar. Hz. Musa ise kardeşi Hz. Harun u kendi yerine vekil, yardımcı seçer. Hz. Yusuf un kardeşleri, babaları Hz. Yakub un Hz. Yusuf u çok sevmiş olmasından dolayı onu kıskanırlar ve öldürmeye karar verirler. Bu amaçla onu kuyuya atarlar. Hz. Yusuf, ticaret kervanı tarafından kurtarılıp esir pazarında bir vezire köle olarak satılır. Hz. Yusuf ergenlik dönemine girdiği bir zamanda, vezirin karısının isteklerini ret ettiğinden dolayı kendisine tuzak kurulur ve hapse attırılır. Yedi yıl hapiste yatar ve sonra vezir olarak iktidara gelir. Sonra babasını ve kardeşlerini yanına aldırır. Hz. Yusuf kendisini ölüme terk eden kardeşleri, Hz. Yusuf un karşısında suçluluğun derin ezilmişliğini yaşarken; 0, «Bugün size karşı sorgulama-kınama yoktur. Sizi Allah bağışlasın. O, merhametlilerin (en) merhametlisidir.» (12 Yusuf 92) diyerek kardeşlerini bağışlar ve geçmişe bir perde çeker. 

Başta Oğuzhan Asiltürk Ağabey ve Mustafa Kamalak olmak üzere kongreyi kazanmış olan tüm kardeşlerimizin, kongreyi kaybetmiş tüm kardeşlerimize söyleyecekleri söz; Bugün size karşı sorgulama-kınama yoktur. Olmalıdır, olmak zorundadır. Çünkü Müminler dilde değil özde kardeştir.

Fatih Erbakan'ın Yapması Gereken: Nisa 58-59. Ayetlerin Gereğini Yapmak

Fatih Erbakan bir yarışa girmiş ve bu yarışta umduğunu bulamamıştır. Milli Görüş ün delegeleri, emaneti ehil gördükleri bir kardeşlerine tevdi etmişlerdir. Bunu saygıyla karşılamak, kabullenmek, içine sindirmek ve seçilmiş yönetime destek ve yardımcı olmak, Fatih Erbakan ın yapması gereken, en asıl bir görevdir. Ayrı bir baş çekmek/hizip başı olmak, ikili yapı gibi davranmak, genel merkezi dışarıda, medyanın önünde eleştirmek, karalamak, moral bozmak ve güç dağılımına sebep olmak Erbakan soyadına yakışmaz; Erbakan soyadı yıpratılmamalıdır. Tüm tartışmalar, meşru yapılar, yönetimler ve zeminlerde yapılmalıdır. Dedikodu, gıybet ve laf getirip götürme olmamalıdır (49 Hucurat 11-13).

Unutulmasın ki böyle dönemlerde şeytanı vesvese veren çok olur. Gene unutulmasın ki Türkiye, partiler mezarlığıdır. Sonuç: İman Edenlere Karşı Kalbimizdeki Kini Söküp Atmak Böyle zamanlarda takınılması gereken tavırla ilgili ölçü, Nisa 58-59 ayetleri tarafından ortaya konulmaktadır. Konunun muhatabı olan herkes, buna uymak zorundadır: Hiç şüphe yok Allah, size emanetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor! Doğrusu Allah, işitendir, görendir. Ey iman edenler, Allah a itaat edin; peygambere itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah a ve Resulüne döndürün. Şayet Allah a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir. (4 Nisa 58-59) 

Bugün her zamankinden daha fazla birlik ve beraberliği muhtacız. Ayrıntılarda boğulup bütünü gözden kaçırmamalıyız. Allah ın emrettiği şekilde kardeşler olabilmek için kalplerimizdeki kin ve nefreti bir tarafa bırakmalıyız: Bir de onlardan sonra gelenler, derler ki: «Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla ve kalplerimizde iman etmiş olanlara karşı bir kin bırakma. (59 Haşr10) Ancak böyle bir kalbi yönelme ile Allah, kalplerimizi birbirine ısındıracak, kardeşlik duygularımızı pekiştirecektir (3 Al-i İmran 103). Aksi bir durum hüsrandır: Allah a ve Resulüne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir. (8 Enfal 46). Unutulmaması gereken en önemli nokta, öldükten sonra dirilecek, bu dünyada yaptıklarımızın hesabını, hesap gününde mutlaka verecek ve şahit olarak da kendi organlarımızın dinleneceğidir: Sonunda oraya geldikleri zaman, onların işitme, görme (duyuları) ve derileri kendi aleyhlerine şahitlik edecektir. «Siz, işitme, görme (duyularınız) ve derileriniz aleyhinizde şahitlik eder diye sakınıp-korunmuyordunuz. Aksine, yapmakta olduklarınızın birçoğunu Allah ın bilmeyeceğini sanıyordunuz.» (41 Fussilet 20-21).

Kaynaklar

1- (734)- Tirmizî, Tefsir, Rum (3190).

2- Hamidullah M., İslam Peygamberi, İrfan Yayinevi, İstanbul,1972

3- Kütübü Sitte, 3252, 6955 Nolu Hadisler

4- (3312)- Buharî, Nikâh 45, Edeb 57, 58, Ferâiz 2; Müslim, Birr 28-34, (2563-2564); Ebu Dâvud, Edeb 40, 56, (4882, 4917); Tirmizî, Birr 18, (1928).

5- (3336)- Buhârî, Edeb 27; Müslim, Birr 66, (2586).

6- Kütübü Sitte 3849, 7152 Nolu Hadisler.

7- Tirmizî, Fiten 2, (2610); Tefsir 2, (3087); Müslim, Hacc, 194, (1218).

1 Mayıs 2014 Perşembe

YENİ BİR KONGREYE GİDERKEN MİLLİ GÖRÜŞ KADROLARININ TARİHİ SORUMLULUĞU

 (Milli Gazete)

Burhanettin Yakamızda Rozet Takacak Yer Kalmadı. Erbakan

Giriş

Rahmetli Erbakan Hoca, Parlamento eksenli bir siyasi mücadeleye başladığında ele alıp seslendirdiği beş ana konu, Kimlik (Milli Görüş), Ahlâk (Önce Ahlâk ve Maneviyat), Kültür ve Medeniyet (İslam Birliği), Sanayileşme (Milli ve Ağır Sanayi Hamlesi) ve Siyonizm olmuştur. Parlamento içi siyasete bütün bu kavram ve konuları sokan ve yol boyu bu yaklaşımından taviz vermeyen, hükümetlerin sorumluluklarını yerine getirmesini isteyen, bu konularda birçok kanun teklifinde bulunulmasını sağlayan rahmetli Erbakan dır. Bu gün, Erbakan Hocanın mücadeleye başladığı yıllara göre ahlâkta, kimlikte, kültür ve medeniyet alanında, İslam Birliği nde çok daha büyük çözülme, kırılma mevcuttur. Siyonizm e karşı mücadele unutulmuş, rafa kaldırılmış; sanayileşme konusunda gayretler olmuş olmasına rağmen ciddi bir atılım yapılamamıştır.  

Özelleştirme, serbest piyasa adı altında küresel faizci, tefeci sermaye ülkenin kılcal damarlarına ve sinir sistemine yerleşmiştir. Devletin istatistikî verilerine ve yapılan akademik çalışma sonuçlarına göre Türkiye de alkol, uyuşturucu kullanma ve fuhuş yaşı, 12 yaş civarındadır. Türkiye de eşcinsellik (!) ve nikâhsız birlikte yaşam (!) yaygınlaşmakta, gayrı meşru çocuk sayısı artmaktadır. 

Toplumsal değerlerdeki çözülmeye bağlı olarak aile yapısında çözülme hızlanmakta, rüşvet, yolsuzluk, hırsızlık ve şiddet artmaktadır. Medya, sosyal medya, internet, yabancı istihbarat örgütleri, mafya, fuhuş ve eğlence sektörü, müzik sektörü, kozmetik ve moda sektörü, bu millete yabancılaşmış Batı kültür ve medeniyetinin savunuculuğunu yapan STK lar, ahlâkı yozlaştırma hareketinin baş aktörleri olarak görev icra etmekteler. AB fonları, ABD vakıf fonları ve dünya bankası kredileri bu amaçla kullanılmaktadır. Büyük Ortadoğu Projesi , Büyük İsrail Projesi , 2. Sevr Projesi , Ilımlı İslam projesi , Avrasya nın Hıristiyanlaştırılması Projesi kapsamında, İslam coğrafyası, hem ahlâki olarak çökertilmek isteniyor hem de parçalanmak isteniyor. Türkiye dâhil İslam coğrafyası yeniden sömürgeleştirilmek için darbe ve kadife darbe kıskacına alınmıştır. Bu sebeplerden dolayı bugün Türkiye de değer eksenli, kültür ve medeniyet eksenli, ümmet şuurlu, kadrolu, plan ve programlı, stratejik düzlemde topyekûn ve sınırsız bir siyasi mücadeleye ihtiyaç vardır. 

Mevcut şartlarda bu mücadeleyi, Parlamento düzleminde yürütebilecek hareket, Milli Görüş hareketidir. Böylesi tarihi bir dönemeçte yapılacak Saadet Partisi kongresi, çok hayati önemdedir. Burada Saadet Partisi kongresi bağlamında dikkat edilmesi gereken birkaç konu ele alınıp değerlendirilecektir.

Yakalara Yeni Rozet Takmamak/Taktırmamak Sorumluluğu

Milli Görüş hareketinin kurduğu partiler, aldıkları oy oranından dolayı değil; bizzat var oluş felsefelerinden dolayı sistem için tehlikeli olmuşlardır. Ahlâki Bunalımın Sebebi Millete Rağmen Uygulanan Zihniyet ve Sistemdir   diyebilen bir hareket, mevcut partilerden farklı bir şey söyleyerek doğrudan doğruya Lozan da kurulan sistemi ve inşa edilmek istenen zihniyeti hedef almış, halkı uyandırmış ve şuurlandırmıştır. İslam kurtarıcı olarak yeniden hayat sahnesine geri dönmüş ve korku, tehdit, karalama, iftira ve yok sayma üzerinde kurulu bir sistem ve bir yapı, bu yeni söylem ve tavır karşısında aciz kalmıştır. 

Partileşmeden önce ESAM gibi yapılar kurulmuş; partileştikten sonra da 45 civarında, birbirini tamamlayan, bütünleyen farklı yapılar kurularak büyük bir aile meydana getirilmiştir. Hedef, halkı hayatının her sahasında teşkilatlayarak küresel sisteme ve onun yerli işbirlikçi ortaklarına karşı ciddi bir mücadele vermek ve bundan zaferle çıkmaktır. Milli Görüş er ya da geç gelecektir; ancak bu kanlı mı olacak yoksa kansız mı , Bu ülkede bir Milli Görüşçüler var, bir de Milli Görüşçü olmaya aday olanlar , Bu ülkenin geçmişi gibi geleceği de Milli Görüş tür ifadeleri, bunun en açık ve en özlü özetidir. O nedenle Milli Görüş, salt klasik bir parti hareketi değildir. Bununla beraber Milli Görüş hareketinde parti, çok önemli ve özgül ağırlığı diğerlerine nazaran daha büyük olan bir alt yapıdır. Küresel sistem ve yerli işbirlikçileri tarafından Milli Görüş partilerinin aldıkları oy oranı ne olursa olsun kapatılmaları ya da onlarla daha yakından ilgilenmeleri, bu özel yapılanışın varlığı ve sistem felsefesini hedef seçip ciddi bir tehlike meydana getirmiş olmasından dolayıdır. Bu açıdan baktığımızda Milli Görüş partilerinin kapatılmış olması, başarısızlık değil bir başarıdır. Arı kovanına çomak sokulmuş, fincancı katırları ürkütülmüştür. 

Eksen Ülkeler-Gelişen Dünyada ABD Politikalarının Yeni Hatları adlı kitabında Alan Makovsky, bu noktayı özellikle vurgulamaktadır: Türkiye ilk defa, ABD hükümetinde sürekli üst düzey dikkatlerin odağı olmuştur, çünkü İslamcı Başbakan ın Türkiye yi Batı yörüngesinden çıkarabileceğinden korkulmuştur. Hükümetin her dalından yüksek düzeyli bürokratlar düzenli toplantılar yapmış, Türkiye nin İslamcı bir yönetim altına girmesi ile ABD çıkarlarının ne olacağını değerlendirmeye çalışmışlardır... Türkiye ye böyle çok daha üst düzeylerde odaklanılması, sık rastlanan bir şey değildir... Erbakan dönemi ve o dönemin Türkiye nin geleceği konusunda yarattığı kaygılar, politika çevrelerinde Türkiye nin imajını yükseltmeye yaramıştır. (1) Küresel güçler, kurdukları sömürü düzeninin bozulmasına ve kötü örnek olunmasına tahammülü olmadığı için sadece Erbakan hükümetini tehlike olarak görmemiş, bizzat RP nin şahsında temsil edilen zihniyet ve meydana getirilen geniş yapılanmayı da tehlike olarak görmüşlerdir. O nedenle sadece Erbakan hükümetinin düşürülmesi ile yetinilmemiş, RP hareketinin iğdiş edilerek, tehlike eşik seviyesinin altına çekilmesi, halkın umudu olmaktan çıkarılması ve de önceki darbelerde olduğu gibi, halka gerekli gözdağının verilmesi hedeflenmiştir. Bunun için önce RP nin kapatılması ve bilahare istenen gerçekleşmez ise parçalanması, o da olmazsa yeni din partileri (!) kurularak ve de barajın altına çekilerek parlamentonun dışına çıkarılması, temel ince ayarlı bir strateji olarak benimsenmiştir. 

30. 4. 1997. tarihli Milliyet te RP yi Bölmek başlıklı yazısında Talat Halman (Kendisinin mi yoksa ABD nin görüşü mü olduğunu bilemediğimiz) şu önerileri yapmıştır: Hükümetin akıbeti ne olursa olsun, RP nin bir parti olarak bölünmesi, daha iyisi, parçalanması, ülkemizin siyasal geleceği için hayırlı uğurlu olacaktır. RP de yakın gelecekte çatlamalar, kopmalar olması beklenebilir. Refah bölünmezse bile, yeni din partileri kurulması mümkündür. Düşünün, Refah tan üç parti doğarsa bundan sonraki seçimlerde hiçbiri barajı aşamayabilir. Ya da yepyeni bir din partisi kurulursa, RP ve yeni parti, belki küçük partiler olurlar TBMM de. Milletçe okuyalım, üfleyelim de birleşik din cephesi delinsin, bölünsün, parçalansın. Demokrasi denememizin hayırlı bir gelişme göstermesi, Refah ın zayıflamasıyla, din partisine giden oyların bölünmesiyle olacaktır. Talat Halman ın önerileri istikametinde RP kapatılmış, Erbakan Hoca siyasetten yasaklanmış ve daha sonra büyük bir psikolojik harekâtla oylar, %22 lerden %15 lere çekilmiştir. Bunca baskıya, yoğun kampanyaya ve liderinin yasaklı hale getirilmesine rağmen, FP nin %15 rey alabilmiş olması, Derin ve Büyük Güçleri çok rahatsız etmiş ve daha ince ve gelişmiş stratejiler peş peşe uygulamaya sokulmuştur. Dönemin Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş, FP nin kapatılma davası ile ilgili ABD ye söz verdiklerini (2) ifade ederek yaptığı konuşma, izlenen stratejinin kirli yüzünü ortaya koyma açısından önemlidir: Bu saatten sonra FP kapatılsa da kapatılmasa da çok önemli değil. Çünkü bölük pörçük bir Fazilet var karşımızda. FP deki bu parçalanma, bu partiyi rejim için tehlikeli olmaktan çıkardı. (3) FP nin kapatılması ile gençler-yenilikçiler olarak isimlendirilen grubun önü açılmış ve hareket, SP ve AKP olarak iki partiye vücut vermiştir. Ancak Erbakan ın liderliğindeki (genel başkanlığında değil) SP, parlamentonun dışında kalmasına rağmen sistem için tehlike olmaya devam etmiştir. 

İlk ciddi tepkisini, Gazze için 500 bin kişilik Çağlayan mitingiyle ortaya koymuş; ardından yapılan mahalli seçimlerde aldığı %6 lık bir oy ile yükselen bir güç olduğunu göstermiştir. Bu gelişme, yeni bir bölünmeye vücut vermiştir (HAS Parti Olayı). Sisli havalarda insan avına çıkan ve bu konularda ihtisaslaşmış özel istihbarat birimleri vardır. Bu özel harekât grubu, farkına varmadan/vardırmadan ağa takılmak/ağa taktırmak diyebileceğimiz bir yaklaşımı benimsemişlerdir. Bu yaklaşım, 2. Cihan Savaşı ndan önce Hitler tarafından Fransa ya uygulanmış ve de çok başarılı olmuştur: Bir yazarın pek de iyi olmayan bir kitabının çeviri hakkı mühim bir para verilip alınacaktır. Bir sanayiciye yeni kurulmakta olan bir Fransız-Alman şirketine ortak olması önerilecektir. Bir gazeteci, Hitler rejiminin başarılarını yakından görmeye çağrılacak ve ona resmen yolculuk yapan bir prens muamelesi yapılacaktır. Güzel kadınlara tutkun bir devlet adamına dilber ve seçkin bir sevgili bulunacaktır. Başarılı olamamış bir politikacıya büyük önem verilecek, daha parlak bir mevkie nasıl gelemediğine şaşılacak, bundan Fransız Çürümüş Rejimi sorumlu tutulacak ve kişiliğini belirtmesi için eline yeni bir parti kurmak imkânları verilecektir. (4). 

Saadet Partisi yeni kongreye giderken Milli Görüş kadroları, kabaca özetlediğimiz bütün bu tarihi arka planı, göz önüne alarak davranmalıdır. Ağa takılmaya veya taktırılmaya fırsat verilmemelidir. Kullanılacak dil, geliştirilecek söylem, birliği beraberliği sağlayıcı olmalı, bölücü, parçalayıcı, karalayıcı, suçlayıcı ve dışlayıcı olmamalıdır. Bu tavır, mümin sorumluluğunun bir gereğidir: İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir. Buna da, sabredenlerden başkası kavuşturulamaz (41 Fussilet 34 35). O nedenle yeni bir bölünme için kulaklara üflenebilecek olan fitne ve fesat tohumlarına karşı çıkılmalı, provokasyon yapabilecek şer odaklarına karşı dikkatli olunmalı, gerekli tedbirler alınmalı ve yekvücut hareket edilmelidir. Milli Görüş kadrolarının bu kongrede birinci derecede öncelikli görevi budur, bu olmak zorundadır.

Emaneti Ehline Vermek İmani Bir Sorumluluktur

Bir mevki ya da makama görevlendirme/atama yapılırken, o mevki ve makamın gerektirdiği belli vasıflar vardır. Bu vasıflar atanacak makama ve mevkie göre değişmektedir. Liderlik için olmazsa olmaz vasıflar vardır. Bunların en önemlilerini aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

Ehliyet (Yetenek, Bilgi, Tecrübe);

Liyakat (Dürüstlük, Doğruluk, Ahlâk, İnanca Bağlılık,

Kardeşlik Anlayışı, Saygı, İhlâs, Sevgi);

Emin ve Güvenilir Olma;

Güçlü ve İradeli Olma;

Cesur, Kararlı, İradeli, Sabır ve Sebatlı Olma;

Adil Olma;

Fedakâr olma;

Söz ve Davranışları Arasında Tezat Olmama;

Davasını Temsil Yeteneği;

Mütevazilik;

Sır Saklayıcılık;

Gıybet ve Dedikodu Yapmayan;

Başarıyı Takdir Edip Övmek;

Şefkat ve Merhamet Sahibi;

Geniş Bir Ufka (Vizyon ) ve Spektruma Sahip Olmak;

Hedefleri Büyük Tutmak ve Büyük Düşünmek;

Stratejik Düşünme Yeteneği ve Stratejik Akıl Sahibi Olmak; 

Analiz ve Sentez Yeteneği, Hissedebilme Yeteneği;

Öz Güven Sahibi Olmak;

Vefalı Olmak Ama Vefalılığı Ayak Bağı Haline Getirmemek;

Hırslarına ve Nefsine Hâkim Olmak;

Tevekkül Sahibi Olmak;

Güçlüklerin, Zorlukların Üzerine Gitmek;

Değer Sistemine, Kurallara ve İlkelere Kesin, Katıksız

Bağlılık;

Mükemmeli Hedeflemek ve Aramak;

Teşkilatı Hedef Etrafında Toplamak,  Ahenkli Çalışmayı Sağlamak, Sistem Yeteneği;

Statükocu Olmama, Devamlı Gelişimci, Atılımcı Olma;

Hem Kendisini Hem De Arkadaşlarını Geliştirmek,

Birlikte Yükselmek;

Yüksek Şahsiyet Sahibi Olmak;

Metin Olmak;

Disiplinli Olmak.

Bütün bu vasıfları, bir kişinin üzerine toplaması mümkün olmayabilir. Ancak ekip ruhu içerisinde var olan eksiklikleri giderebilir. Dolayısıyla hayalimizde olan değil, var olanların en iyisi seçilmelidir. Diğer taraftan yetenekler, Allah vergisidir. Olmayan yeteneği varmış gibi görmek, duygusal davranmak, bir davaya yapılacak en büyük kötülüktür. Unutmamak gerekir ki insanların liderlik vasıfları, mücadelenin fiili ortamında ortaya çıkar, gelişir ve kuvvetlenir; şahsın lider olup olmadığı anlaşılır. Seçilen lidere bu imkân ve fırsatı vermek gerekmektedir. Ayrıca rahmetli Erbakan dan sonra Saadet Partisi nin genel başkanı olmak çok zor bir iştir. Erbakan, Kurtlarla beraber ulumasını bilen bir liderdi. Herkesin bunu kabul etmesi gerekmektedir. Böyle bir lider, kısa zamanda ortaya çıkmaz/çıkamaz; bunun için zaman gerekir. 

Hayatın pratiğinde Türkiye de siyasetin kurtlar sofrası olduğu göz önüne alınarak var olanların en iyisi seçilmelidir. Ne Erbakan soyadını taşımak; ne de Erbakan ın kırk yıllık arkadaşı olmak, ana tercih nedeni olamaz ve olmamalıdır. Bunun terside doğrudur. İlahi sünnet, emanetin ehline verilmesini ve emanet verilene itaat edilmesini emreder: Hiç şüphe yok Allah, size emanetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Ey iman edenler, Allah a itaat edin; peygambere itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah a ve Resulüne döndürün. Şayet Allah a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir (4 Nisa 58, 59). Sonuç: Allah a, Resulüne, Müminlere ihanet Etmemek ve Allah ın İpine Sarılmak Hz. Peygambere (S.A.V.) göre bunu yerine getirmeyenler, Allah a ve Resulüne ihanet etmiş olurlar: Devlet makamı halk tarafından ehil olmayana verildiği takdirde o halk felaketi beklesin. Kim Müslümanların işini üstlenir de daha ehil olanı varken başkasına görev verirse Allah a ve Peygamberine ihanet etmiş olur. (5). Kim bir toplumda -kendisinden daha ehil olanını bulduğu halde- bir adama görev yüklerse o, Allah a, Resulüne ve bütün müminlere hainlik yapmış olur. (6) Hz. Ömer e göre de böyle bir tavır ihanettir: Hz. Ömer: Kim Müslümanların herhangi bir işine başkan olur da, sevdiği veya aralarındaki akrabalıktan ötürü birini bir işe memur tayin ederse, Allah a, Resulüne ve Müslümanlara en büyük hainliği yapmış olur. (6). 

Kongreye gidilirken Milli Görüş kadrolarının çok önemli tarihi sorumluluğu vardır ve büyük bir imtihanla karşı karşıyadırlar. Efsanevi liderlerinin yokluğunda yapacakları ilk olağan kongrede, ortaya koyacakları tutum, tavır ve davranış, bu büyük sorumluluğu, yükü, taşıyıp taşıyamayacaklarını ortaya koyacaktır. Öyleyse; Allah ın ipine hepiniz sımsıkı yapışın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini işte böyle açıklar. (3 Al-i İmran 103) Öyleyse; Resulûllahın (S.A.V.): Allah ım, şikak ve nifaktan ve kötü ahlâktan sana sığınırım. (7)

Kaynaklar

1. Makovsky, A., Eksen Ülkeler-Gelişen Dünyada ABD Politikalarının Yeni Hatları, Sabah Yayınları, S; 109,112.

2. Özgürel, A. 1.4.2000, Radikal.

3. Savaş, V., 10.1 2001, Gazeteler.

4. Lazareff, P., Fransa da Basın Rezaletleri, TGC Yayınları, İstanbul 1995, s: 158.

5. Buhari, Cuma 29; Müslim, İmame 19.

6. Hâkim sahih; Teymiye idare edenler edilenler, Şelale Yayınları, İstanbul, 1974, S: 16.

7. Ebu Davud, Salat, 367, (1546) Nesai, İstiaze, 21, (8, 264).

 

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...