(Milli Gazete)
Giriş
İlk Kadife darbe Dalgası (Birinci Nesil Kadife Darbeler),
Sırbistan, Moldavya, Belarus, Ukrayna, Gürcistan, Kırgızistan, Kıbrıs ve Lübnan
darbe zinciridir. “Arap Baharı” olarak nitelendirilen Tunus ve Mısır’da
İktidarların yıkılmasına neden olan Kadife darbeler ise birincisinden farklı
özellikler taşıdığından dolayı bunlara, İkinci Nesil Kadife Darbeler adını
vermekteyiz. Taksim “Gezi Parkı” operasyonu ile Kadife darbe süreci fiilen
başlatılmıştır (3. Nesil Kadife Darbe”). Taksim Kadife Darbesi, Gezi parkı
olayları ile başlamış (Başlangıç aşaması), Dershane savaşları ile ikinci
aşamasını, Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu ile üçüncü aşamasını ve MİT’in
Tırları ve Dışişleri’nin dinlenmesi ile dördüncü aşamasını tamamlamıştır.
Kadife darbeler, hazırlık dâhil yaklaşık beş yıllık bir
döneme göre seçim endeksli olarak planlanmaktadırlar. Seçim sonuçlarına
itirazla son darbe siyasi iktidara vurulmak istenir. Ancak Türkiye’de 30 Mart
mahalli seçimlerinde sandıktan istenen kritik tablo çıkmamış, dolayısıyla
istenen harekât başlatılamamıştır. Bununla beraber Türkiye’nin önünde Cumhurbaşkanlığı
ve genel seçimler olmak üzere iki seçim daha vardır. Bize göre bu iki seçim
dönemi de, Kadife darbe sürecine dâhildir ve her türlü operasyon ön
görülmektedir. Soma maden ocağında olan kazadan sonra Türkiye’de vuku bulanlar,
Soma ile ilgili hadiselerin Kadife darbe süreci ile bağlantılı olma ihtimalinin
(5. Aşama) var olduğunu göstermektedir.
Burada, bu konu ele alınacaktır.
Taksim Kadife Darbe Sürecinin Muhtemel Stratejik Hedefleri
Türkiye’nin bölgesel güç olma, Yeni Osmanlı gayesini inşa
etme, Suriye’de Rus-ABD ittifakının oluşturduğu Politikalara karşı politika
oluşturma, İsrail’le uzlaşmama, Kıbrıs, Ermenistan ve Suriye meselelerini
ABD/Batının istediği şekilde çözmeme, İslam coğrafyasındaki halkların diktatör
yönetimlere baş kaldırmasında halkların yanında yer alma ve Diyarbakır’da Türk-
Kürt Kardeşliği temelli yeni bir eksen oluşturma gibi nedenlerle ABD’nin “Büyük
Ortadoğu Projesi”, İsrail’in/Siyonizm’in “Büyük İsrail Projesi”, AB’nin “2.
Sevr projesi”, Rusya’nın “Sıcak denizlere Açılma Projesi”, İran’ın “Şia
Güvenlik Hattı Projesi” ve İşbirlikçi diktatör Arap yönetimleri ile
çatışmaktadır. Bu sebeple Türkiye karşısında, şartlara bağlı olarak
katılımcıları değişen bir cephe meydana gelmiştir. Bu cephe, kendi menfaatine
uygun olarak Türkiye’deki kadife darbe sürecine yeri ve zamanı geldiğinde
destek vermektedir ya da desteğini çekmektedir.
İç siyasetin bu küresel operasyonu iyi algılaması ve ona
göre tepki vermesi, hem ülke hem de parti menfaatleri açısından daha
yararlıdır. Toplumsal şuur altı siyasiler tarafından iyi okunmalıdır. Taksim
Kadife Darbe sürecini bu açıdan en iyi anlayan ve tavır koyan MHP lideri
Bahçeli olmuştur.
Taksim Kadife Darbesi, Küresel Tefeci Sermaye ile işbirliği
içerisinde, “İstanbul Dukalığının” öncülüğünde başlatılmıştır. Taksim Kadife
Darbesinin çelik çekirdek kadrosu, ilk halka olup ABD-İngiltere-İsrail-Küresel
Tefeci Sermaye-AB’den oluşan küresel operasyonları yöneten kadrodur. İkinci
halkası “İstanbul Dukalığı/Baronlar” diye anılan ve Taksime çıkıp “çapulcu”
olduklarını açıklayan kadrodur. Bunlar işin strateji boyutu ile meşgul iken
strateji ve taktiklerin uygulayıcısı operasyonel güç, yapı, üçüncü halkada yer
almaktadır. Taksim gezi parkı hadiselerinde üçüncü halkada ‘Sol-Alevi yapılar’
yer alırken; Gülen hareketi, Üçüncü halkaya dershaneler savaşı ile eklemlenmiş
ya da eklemlenmek zorunda bırakılmıştır. Ya da Gülen Hareketi maskesi takmış,
mahiyetini henüz keşfedemediğimiz/bilemediğimiz bir yapı, Gülen Hareketinin
asıl kadrolarına rağmen operasyon yürütmektedir.
Soma Kazasından sonra Türkiye’de vuku bulan olaylar ve
yürütülen Psikolojik harekât, Taksim Gezi Parkı hadiseleri ile başlayıp
Dershaneler aşamasına gelinceye kadar ki dönemle neredeyse birebir benzerlik
arz etmektedir.
Üç seçim dönemi göz önüne alınarak çizilmiş bir strateji ve
bir yol haritası söz konusu olup önümüzdeki iki seçim döneminde de kavga, daha
da sertleşecektir. O nedenle çizilen bu stratejinin öncelikli hedeflerini bir
kez daha hatırlamakta fayda vardır:
Güçlenen, bölgeye ve dünyaya açılan istikrar içindeki
Türkiye’yi istikrarsızlığa sokarak kendi içine kapatmak.
Türkiye’nin Rusya, Çin, İran, Pakistan ve Afrika ülkeleri
ile kurduğu ilişkileri bozmak; ABD, AB, İsrail, İngiltere, İMF ve Dünya
bankasına muhtaç hale getirmek.
Türkiye’nin ekonomik dengesini bozmak
Türkiye’nin sanayileşmesini, özellikle savunma sanayisine
sahip olmasını engellemek.
Türkiye’nin Enerji Üretim Bölgesini ve Enerji nakil hattını
kontrol eder duruma gelmesini engellemek
Türkiye’nin bütünleşmesini ve kaynaşmasını sağlayacak “Çözüm
Sürecini” engellemek. Türk-Kürt Kardeşliği projesini engellemek
Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığını engellemek
Yeni Anayasa yapımını engellemek
Şer ekseninin “İslam’ın İslam’la Savaşması Projesi”
çerçevesinde Türkiye’deki tüm İslami camiaları birbirine düşman etmek ve
aralarında derin fay hatları oluşturmak
Başbakan Erdoğan’ın siyasetten tasfiye edilmesi ve AK
Parti’nin el değiştirmesini sağlamak. Bu başarılamaz ise AK Partiyi parçalamak,
hatta kapatmak
Çizilen bu stratejiye uygun olarak taktik hamleler
gerçekleştirilmektedir. Dolayısıyla yapılan hamleler, birbirinden bağımsız,
birbirinden kopuk olmayıp birbirinin devamı, tamamlayıcısı, hatta bir ileri
aşaması olarak tasarlanmış taktiklerdir. Hatta belli konularda/alanlarda
beklenti oluşturup tam ters bir noktadan harekete geçilmekte darbe vurulmaya
çalışılmaktadır.
Burada söylenmek istenen, bu eylemlerin her biri, ana
stratejinin ara hedeflerini elde etmeye dönük birer taktik eylemlerdir. Bu
taktiklerin başarısı veya başarısızlığı, ana stratejiye katkısına bağlı olarak
ölçülmeli ve değerlendirilmelidir. Düşülecek en büyük hata, ana stratejiyi göz
önüne almadan sadece taktik hamlelere, taktik hamlelerle cevap verme, karşı
koyma ve başarısız kılma gayreti içerisinde olmadır.
Diğer taraftan iktidar ve muhalefetiyle siyasi partilerin
dikkat etmesi gereken şey, bunun küresel bir operasyon olduğu gerçeğidir. Bu
nedenle her iki kesimin kullanacağı dil, rey toplamaya dönük olmamalı; birlik
ve beraberliğe sağlamaya dönük olmalıdır. Burada da öncü olup dil ve söylemini
ayarlaması gereken Başbakan’dır, Başbakan olmak zorundadır.
Soma Maden Ocağını İşleten Soma Kömür A.Ş’nin Ortakları Kim
Manisa’nın Soma ilçesinde, 13 Mayıs 2014 günü meydana gelen
maden faciasında, 301 işçi kardeşimiz vefat etmiştir. Hepsine Allah’tan
mağfiret, geride bıraktıkları kederli aile efradına başsağlığı diliyoruz.
Devletin geride kalanlar için üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmek
mecburiyetinde olduğunu da hatırlatmak istiyoruz.
MHP lideri Bahçeli, Soma kazası ile ilgili yaptığı bir
konuşmada, “Soma Kömür A.Ş’nin ortakları da araştırılacaktır” gibi imalı bir
konuşma yapmıştır. Kazadan dolayı şirketin hissedarlarını sorgulaması, bir
mesaj olarak değerlendirilebilir.
Soma Kömür A.Ş, adlı şirketin Alp Gürkan’ın oğlu Can
Gürkan’ın %25, Alp Gürkan’ın %17, Müzeyyen Nazlı Asafrana’nın % 5, İsmet
Kasapoğlu ve İsmail Hakkı Kalkavan’ın on binde 1’in altında hisseleri vardır.
Şirketin en büyük ortağı ise %53 pay ile Tilaga Madencilik A.Ş’dir. Alp Gürkan,
Tilaga Madencilik’de % 53’lük bir hisseye sahiptir. Bu pay göz önüne alınınca,
kendisinin Soma Kömür A.Ş’deki toplam payı % 44 civarında olup Soma Kömür
A.Ş’nin en büyük ortağı konumundadır. “Şirketin % 20’si ise yurtdışında kayıtlı
Saff Investments ve Tilaga Investments’a aittir. Alp Gürkan’ın % 51 pay sahibi
olduğu şirkette Saff Investments adlı yurtdışı kayıtlı bir şirket, % 25 paya
sahip. Yine yurtdışında kayıtlı bir başka şirket olan Tilaga Holdings ise % 14
pay sahibi. Yani Soma A.Ş’nin büyük ortağı Tilaga Madencilik’te yurtdışı
kayıtlı şirketlerin payı %39. Bu da, facianın yaşandığı Soma Kömür’de % 20
oranında ortaklıklarının olduğu anlamına gelmektedir”(1).
Burada önemli olan nokta, yabancı ortakların kimler olduğu
ve Bahçeli’nin ortaklar üzerinde durmasının sebebinin ne olduğudur Bu kazadan
sonra şirketteki hisse oranlarında yabancı ortaklar lehine bir hisse
değişiminin olup olmayacağı önemli olduğu gibi; bu yabancı ortakların Taksim
Kadife darbe sürecini destekleyen İstanbul dukalığı ve küresel sermaye ile ilgilerinin
olup olmaması da önemlidir. Eğer böyle bir bağ varsa olayın mahiyetini farklı
mecralarda aramak gerekmektedir.
Medyada yer alan bilgilere göre Soma’daki maden ocağının
ruhsat sahibi, Türkiye Kömür İşletmeleridir (TKİ). Türkiye Kömür İşletmeleri,
hizmet alımı yöntemiyle ocağı Soma A.Ş.’ye vermiştir. TKİ ve Soma A.Ş
arasındaki anlaşmada, devlet ocaktan çıkan tüm kömürleri alma garantisi
vermektedir. Dolayısıyla Soma Madencilik A.Ş., TKİ adına taşeron olarak ocaktan
kömür çıkartmaktadır. Maden ocaklarında yapılan bu taşeronluk sistemi, 2003
yılından bugüne uygulanmaktadır. Bu sistemde, Enerji Bakanlığı, verilen
projeleri onaylamakta, iş güvenliği denetimleri ise Çalışma Bakanlığı
tarafından yapılmakta ve ruhsatlar, Başbakanlık tarafından verilmekte ya da
yenilenmektedir.
Bu durumda Soma Kazasında birinci derecede sorumluluk,
madeni işleten firmaya, İkinci derecede orayı denetleyen ve rapor veren kuruma,
üçüncü derecede ilgili bakanlık ya da bakanlıklara ve dördüncü derecede
Başbakanlığa aittir, ait olması gerekir.
Soma Maden Kazası İle Başlayan Süreç İkinci Gezi Vakası mı
Taksim Gezi Parkı hadiseleri ile başlayan ve ardından 70
vilayette eş zamanlı yapılan eylemlerde kullanılan dil ve sloganlarla; Soma
kazası olur olmaz Türkiye’nin birçok ilinde eş zamanlı yapılan eylemlerde
kullanılan dil ve sloganlar arasında çok ciddi bir benzerlik bulunmaktadır.
Taksim Gezi parkında yer alan eylemci grupların, anında Soma’da gösteri
yapması, “Her yer Soma; her yer direniş”, “ya direniş ya ölüm” sloganları ile halkı
tahrik edip sokağa dökmeye çalışması, ardından gezi parkı olaylarının
sonrasında yapıldığı gibi Türkiye’nin değişik bölgelerinde eş zamanlı olarak
`Sol-Alevi’ diye tanımlanan eylemci grupların harekete geçerek ortalığı yakıp
yıkması, Alevi-Sünni fay hattı oluşturma ya da var olan fay hattını enerji ile
yükleme amacı güdülmesi, olayların en çok dikkat çeken yönüdür. Diğer taraftan
gerek ulusal büyük medyanın ve gerekse küresel medyanın ağız birliği etmiş gibi
aynı ağızdan konuşması; gerçekleri çarpıtarak vermesi, Türkiye’nin küresel bir
operasyonla karşı karşıya kaldığı gerçeğini ortaya koymaktadır.
Soma kazasında birinci derecede sorumluluk, madeni işleten
firmaya, İkinci derecede orayı denetleyen ve rapor veren kuruma, üçüncü
derecede ilgili bakanlık ya da bakanlıklara ve dördüncü derecede Başbakanlığa
ait iken, kaza olur olmaz Taksim Kadife Darbesinde yer alan ulusal ve
uluslararası ekiplerin hep bir ağızdan, eş zamanlı olarak bizzat Başbakan’ı
birinci derecede suçlu ve sorumlu ilan etmesi, hedef tahtasına koyması ne anlam
gelmektedir Bunun bir tek anlamı vardır; o da, Soma, Taksim Kadife darbe
sürecinin yeni bir aşamasıdır.
Kadife darbeci medya grubunun (ulusal, uluslararası) Soma
Maden kazası ile ilgili, “15 yaşındaki madenci”, “Başbakan markete sığındı”,
“Suriyeli işçiler”, “Ölü sayısı açıklanandan fazla”, “Ölü sayısı
saklanıyor”, “Yalan! 301 değil, 787 kişi öldü, bizi kandırıyorlar!”,
“Üzerlerine beton dökülüp madene gömülecekler,” şeklinde yapılan seri yalan
üretimi, Taksim Gezi parkı olaylarındakinin benzeridir. Bu iç dış medya
ittifakı, bu ülkenin hayrına değildir. Soma Kazası ile ilgili İngiliz ve Alman
medyasının ağır ifadeler kullanarak Başbakan Erdoğan’ı suçlaması, Taksim Gezi
olaylarındaki tutumları ile paralellik arz etmektedir (2, 3, 4).
Soma’da kaza olduğundan buyana, genel olarak, Soma kazası
tartışılmamakta, Taşeron sistem ve yapılan özelleştirmeler, olumlu rapor veren
şahıs ve kurumlar sorgulanmamakta, doğrudan doğruya Başbakan Erdoğan suçlu ilan
edilip hedef alınmaktadır. Bu şekilde bir hedef ortaya konması, Taksim Kadife
Darbe sürecinin amacı ile uyumlu olup örtüşmektedir
Soma Maden A.Ş. patronlarına hiç yer vermeyip, onları hiç
sorgulamayıp, doğrudan doğruya Başbakan Erdoğan’ın suçlu ilan edilmesi, farklı
niyetlerin varlığına işaret etmektedir. Soma Maden A.Ş.’nin ortakları, gerek
ulusal ve gerekse uluslararası medya tarafından korunduğuna göre kimlikleri
önemli olup daha derin bir şekilde incelenmeli ve araştırılmalıdır. Bu işin
arkasındaki güçleri ortaya çıkarmak ve ifşa etmek siyasi iktidarın ve devletin
görevidir.
Diğer taraftan Başbakanlığa kadar ulaşan bir ihmal zinciri
söz konusu ise bunun da hesabı sorulmalıdır ve verilmelidir.
Soma Bir Sabotaj mi
Soma Kazasına Başbakan merkezli odaklanılması, taşeron
sistemler ve özelleştirmelerin sorgulanmasını engellemektedir. İddialara,
medyada yer alış şekline göre maden ocağında ısı, metan gazı ve karbon monoksit
gaz oranları artmış, fareler, madeni terk etmiştir. Bunları gören ve bilen
sendika, ne yapmıştır ve ne tavır ortaya koymuştur Yönetime bir teklif götürmüş
müdür Götürmüş ise yönetim ne tepki vermiştir Götürmemiş ise neden Eğer bir
teklif götürüp de, yönetim hiçbir tedbir almamış ise niçin ilgili mercilere
başvurmamış ya da basın açıklaması yapmamıştır Sendikacılık ya yıkmak ya susmak
olmamalıdır. Bu vesile ile sorgulanması gereken bir başka nokta da,
Türkiye’deki sendikacılığın içinde bulunduğu durumdur.
Madenlerde çalışan işçiler, ustabaşılar, kazalar konusunda
daha duyarlı ve şuurludurlar. Bugün ortaya atılan iddialar, o gün gerçekse
niçin işçiler herhangi bir harekette bulunmamışlar, normal şekilde işlerine
devam etmişlerdir Yoksa kaza sonrasında söylenenler, bir psikolojik harekâtın
ürünü müdür Eğer böyle bir şey varsa bu psikolojik harekâtı yürüten güç ya da
güçler kimlerdir
Bununla beraber sorgulanması gereken bir nokta da, kaza olur
olmaz, Taksim Kadife darbesinde yer alan hem ulusal hem de uluslararası
ekiplerin tek ses olarak, eş zamanlı bir şekilde yayın yapmaları, eylemci
grupların Türkiye’nin birçok bölgesinde aynı anda eyleme geçmeleri ve aynı dili
kullanmalarıdır. Bütün bu soruları ve süreçte olanları göz önüne aldığımızda,
Soma madeninde vuku bulan olay, bir kaza değil bir sabotaj olabilir. Bu yönde
bir araştırma yapılmasında fayda vardır. Çünkü kaza gerekçesi olarak baştan
beri söylenen Trafo patlamasıdır. Bu yanlış bilgi, kim tarafından, niçin ve
hangi amaçla servis edilmiştir Araştırılmalıdır.
Sonuç: Başbakan Erdoğan Az, Öz ve En Son Konuşmalıdır
Soma kazası ile provokasyon/sabotaj içeren Çukurca, Dağlıca,
Aktütün, Uludere, RF4 uçağı, Afyon mühimmat deposunda patlama ve Reyhanlı
olaylar arasında ilginç bir başka benzerlik, Başbakanın ilk kullandığı
bilgilerin hep yanlış çıkmış olmasıdır. Bu konu üzerinde Başbakan durmalıdır.
Ayrıca kaza dolayısıyla Soma’da yaptığı konuşmanın bir
bölümü, gerçekten de söylenmesi gerekenlerdi ve tam yerinde ve zamanında söylenmişti.
Ancak kazayı işin fıtratına bağlaması, 100 yıl önceki kaza istatistiklerini
referans alıp da aynı ülkelerde bugünkü verileri göz önüne almaması, yanlış
olmuştur. O nedenle Başbakan, her olayda ilk konuşan, beyanat veren değil; en
son konuşan, derleyen, toplayan ve gerilimi düşüren olmalıdır.
Kaynaklar
1-Taraf, 19.05.2013.
2- Kıvanç, T, Star 19.05.2014
3- Köprülü,S., Yeni Şafak 19.05.2014
4- Dilipak, A., Yeni Akit 19.05.2014