31 Ekim 2013 Perşembe

Demokratikleşme Paketi üzerine değerlendirme -3: Paketin referansları

(Milli Gazete)

Giriş

30 Eylül, 2013 tarihinde “Demokratikleşme Paketi” adlı çalışma, Başbakanın yaptığı bir basın toplantısıyla kamuoyu ile paylaşılmıştır. “Demokratikleşme Paketi ile ilgili yapılan tartışmaları, birer zenginlik olarak görüp sürecin olgunlaşmasına yapılan katkı olarak değerlendirmek gerekmektedir. Bu tür çözüm arayışları, siyasi, şahsi, grup, etnik ve mezhepsel menfaat açısından ele alıp değerlendirmek yerine; ülkenin, milletin birlik beraberliğine, dayanışmasına, bütünleşmesine, kardeşliğine ne etki yapacağı ve kültür medeniyetimizin temel değerleri ile uyumlu olup olmadığı ya da kültür ve medeniyetimize bir katkıda bulunup bulunmadığı açılarından ele alınıp değerlendirilmelidir.

“Demokratikleşme Paketi” ile ilgili düşüncelerimizi, bu çerçevede ortaya koymaya çalışacağız. Olumlu ve olumsuz yönlerini, kısa ve uzun vadede ne getirip ne götüreceğini ortaya koymanın daha yararlı olduğuna inanmaktayız. Günü kurtarıcı politikaların, gelecekte, millete ve ülkeye ağır bedeller ödettirdiğini yaşayan bir nesil olarak, daha köklü, daha kalıcı politikaların üretilmesi, tüm sorunların bir Umran (Kültür ve Medeniyet) sorunu olarak ele alınması, çözümlerin de kendi kültür ve medeniyetimizin temel değerleri ile uyumlu olması, kültür ve medeniyetimizi zenginleştirici, geliştirici bir fonksiyon icra etmesi gerektiğini ifade etmek istiyoruz. Bu nedenle Osmanlı’nın son döneminde yapılan ve Cumhuriyetle zirveye çıkan ıslahat/devrim hareketlerindeki hatalara düşülmemeli, kısır çekişmeler içerisinde boğulup kalınmamalı, sivrisineklerle uğraşıp bataklık görmemezlikten gelinmemelidir. Bu yazı serisinin amacı, yıkmak değil yapmaktır, katkıda bulunmaktır.

Başbakan Erdoğan’ın “Demokratikleşme Paketi’ni” açıklarken, paketin dayandığı referanslara atıfta bulunmuştur. Referanslar, bu paketin oturtulduğu ana zeminidir, dayandığı temel değerlerdir. Bu açıdan önemlidir. Burada paketin dayandığı referanslar konusunu ele alıp inceleyeceğiz.

“Demokratikleşme Paketinin” Dayandığı Referanslar

Başbakanın basın toplantısında yaptığı açıklamalara göre paket, genel bir stratejinin ve sürecin bir parçasıdır, ilk değildir son da olmayacaktır. O nedenle paketin oturtulduğu felsefi yapı ve referanslar göz önüne alınmak ve üzerinde durulmak mecburiyeti vardır. Bize göre “Demokratikleşme Paketinin” en kritik noktası burasıdır, burası olmak zorundadır. Başbakanın açıklamalarına göre paket, felsefi olarak, “Millet”, “Uluslararası Anlaşma ve Şartlar” ve “Avrupa Birliği Müktesebatı” olmak üzere üç ana referans/ayak üzerine oturtulmuştur:

“Bizim, bütün reformlarımızda olduğu gibi, bu reform paketimizde de referans noktamız önce millettir.

Evrensel hak ve özgürlükler, altına imza attığımız uluslararası anlaşma ve şartlar bizim referansımızdır.

Katılım müzakerelerini başlattığımız, aday ülke olduğumuz Avrupa Birliği Müktesebatı bizim referansımızdır.”

Burada ortaya çıkan ilk sorun, milletimizin referans aldığı kültür ve medeniyet değerleri ile AB müktesebatının ve uluslararası sözleşmelerin referans aldığı kültür ve medeniyet değerleri arasındaki tezadın varlığıdır. Bu tezat, kökleri Osmanlı’daki Islahat hareketlerine dayanmakla beraber, Cumhuriyetin kurulması ile derinleşmiş ve kökleşmiştir. Türkiye’deki mevcut sistem ve devlet yapısı, Rahmetli Erbakan’ın tabiriyle, Lozan’da Hayım Nahum Doktrini’ne göre Batı Kültür ve Medeniyeti değerleri üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla Türkiye’deki bütün kurum ve kuruluşlar, bütün iktisadi, siyasi, askeri, kültürel, hukuki yapılar, eğitim öğretim buna göre yapılandırılmış ve şekillendirilmiştir.

Sorunlarımızın temelinde, Sistemin dayandığı Batı kültür ve medeniyeti değerleri ile Milletin kabul edip, içselleştirip, hayata geçirmek istediği İslam kültür ve medeniyet değerlerinin çatışması yatmaktadır. İki farklı kültür ve medeniyet değerlerinin çatışması ile yetişen neslin şizofren davranış sergilemesinin sebebi de budur. Başbakanın paketi açıklarken kullandığı, “Pakette yer alan sorunlar, çoğunluğu son 30 yılın olmak üzere, Cumhuriyet tarihimiz boyunca var olan ve sürekli konuşulan sorunlardır.” ifadesi, bu gerçeği gördüğü ve kabul ettiği manasına gelmektedir. Bununla beraber paketin Mustafa Kemal devrimlerinin bir devamı olduğunun belirtilmesi ve Batılılaşma sürecine devam etmesinin istenmesi bunun hedef olarak gösterilmesi, sorunları, algılama ve çözmedeki yaklaşımın hatalı olduğunu ortaya koymaktadır:

“Bu paket bir ilk değildir… Zira, Cumhuriyetimizin banisi Atatürk’ün devrim niteliğindeki adımları Türkiye’yi her yönden ileri standartlara ulaştırmayı, muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkarmayı hedeflemiştir.”

Eğer bugün yaşadığımız sorunların kökeni, Cumhuriyetin başlangıcındaki ana tezada dayanıyor, ondan besleniyorsa ve başlangıçtan bu yana sorunlar, büyüyerek geliyorsa, sorunu devam edip derinleştirecek bir şekilde, “Avrupa Birliği Müktesebatına” yeniden başvurmanın, onu referans almanın ve tezadı devam ettirmek istemenin anlamı ne olabilir

Başbakan’ın “Bu paket, bir istikamet çizmektedir, bir kapı aralamaktadır.” ifadesi ile yukarıdaki ifadeleri birleştirdiğimiz zaman, Türkiye’ye Batı kültür medeniyeti eksenli bir istikamet gösterilmekte ve “Demokratikleşme Paketi’nin” böyle bir eksen ve istikamet üzerine oturtulduğu anlaşılmaktadır. Farkında olunsun ya da olunmasın bu paket ve devamında geleceği söylenen paketlerle, yıllarca Batılılaşmaya direnen ve bunun için bedel ödeyen bir halkın zihinsel olarak değişimi ve dönüşümü sağlanmış olacaktır.

Türkiye’de yanlış bir algı ve yanlış bir yaklaşım vardır. Sorunların ana kaynaklarına, birinci derecede sebeplerine inip onu tartışacak yerde, tali ikinci derecede sebeplerle uğraşarak zaman harcanmakta ve gerekli çözümler de üretilememekte; toplumsal çözülme ve çürüme durdurulamamaktadır. Sorunun ana kaynağı olan bir zihniyet ve düşüncede, sorunun çözümü aranmaktadır.

Yasal Değişiklik ve Zihinsel Değişim

Pakette yapılan bazı değişiklikler, teknik boyutlu olup zihinsel bir değişim meydana getirmez; bazı değişikler de felsefi boyutlu olup zihniyet değişimi sağlar. Pakette referans alınan “Evrensel hak ve özgürlükler, altına imza attığımız uluslararası anlaşma ve şartlar” ile “AB müktesebatı”, zihinsel değişimde etkili olacak unsurlardan biridir.

Yasal düzenlemeler, ilgili toplumun dünya görüşüne, inancına, dinine, kültür ve medeniyet değerlerine uygun olarak yapılır. Dünya görüşünde, hayat algısında meydana gelen değişim, mevcut yasal mevzuata yansır. Bazen yasal düzenleme, değişiklikler, tepeden inmeci bir tavırla toplumsal değişimi, toplumun dünya görüşü, hayat tazını değiştirmek amaçlı yapılır. Bu yol, genellikle,“Ulus devlete” bir “ulus yaratmak” (!) için kullanılır/ kullanılmıştır/ kullanılmaktadır. Bu tepeden inmeci tavır, ulus devlet ve ulus inşasını yaşamış toplumlarda değişiklikler göstermekle beraber benzerdir. Hepsinin ortak özelliği, tepeden inmeci, sivil-askeri bürokrasi ve bir grup aydın(!) eliyle gerçekleştirilmeye çalışılmasıdır. Süreçte halk yoktur. “Halka rağmen Halk için” düsturu esastır. Yapılanların birçoğundan da zaten halkın haberi olmamaktadır. Yasal değişiklikle beraber ya da ondan önce büyük bir psikolojik harekât yapılıp toplum şartlandırılmaktadır. Çoğu kez büyük ve ciddi yasal değişiklikler, provokasyonlardan sonra hayata geçirilmektedir. Cumhuriyet tarihi, bunun acı hatıraları ile doludur.

28 Şubat Post modern darbesi, halkı AB’ye sığınacak bir psikolojiye getirmiş, AB müktesebatının her türlü derde deva olduğu gibi son derece tehlikeli ve yanlış bir algı oluşturmuştur. 28 Şubat Post modern darbesine kadar Batı kültür ve medeniyetine karşı olan bir halka, 28 Şubat Post modern darbe süreci ve sonrasında, iç zalimlerin zulmünden zalimlerin efendilerine sığınması, onlardan medet umması, onların lütuf ve himmeti ile özgürlüğünü kazanması, bir çare olarak gösterilmiştir. Bundan dolayıdır ki yapılan bütün değişikliklere meşruiyet kazandırmak için AB müktesebatı ve uluslararası sözleşme-anlaşmalar, değişmez ilahi bir kelam gibi referans alınmıştır.

Yasal değişiklikler, zamanla zihniyet değişimine sebebiyet vermektedir. Zinanın yaygınlaşmasına karşılık toplumsal tepkinin duyarsızlık düzeyine inmesi, zinanın yasal olarak suç olmaktan çıkarılmış olması ile hem doğrudan hem de dolaylı olarak bir bağlantısı vardır. 6112 sayılı RTÜK yasasının uygulanmaması sonucu, dizilerde, filmlerde ve değişik TV programlarında kültür ve medeniyet değerlerimizle bağdaşmayan yığınla konunun ele alınıp işlenmesi, toplumda zihinsel bir değişimle beraber duyarsızlaşmayı da getirmiştir.

Uluslararası Sözleşmelerin ve AB Müktesebatının Dayandığı Temeller

Genel olarak Seküler-Laik Batı kültür ve medeniyeti, insanın ve kainatın oluşumunu tesadüflere bağlayarak yaratılışı ve Yaratıcıyı kabul etmez. Bununla bağlantılı olarak da Yaratıcıdan (Allah) gelen bilgiyi (Vahiy) ve O’nun Peygamberlerinin inşa ettikleri düşünce ve yaşam sistemini (Sünnet) göz önüne almaz ve hayatın tanziminde vahye ve sünnete yer vermez. Vahyi ve sünneti dışlayarak bilgi kaynağı olarak sadece akıl ve beş duyuyu göz önüne alır, akıl ve beş duyu merkezli üretilmiş bilgiler üzerine hayatı tanzim eder. Ayrıca bu dünyanın tanzim edilmesinde, Öte alemi/hayatı(Ahireti) göz önüne almaz, alınmasına da karşı çıkar. Öldükten sonra hesap vermek yoktur, olsa da önemli değildir. Dolayısıyla Batı merkezli bir dünya tasavvurunda Allah ve ahiret hayatı, önemsizdir ve yok varsayılmıştır. Ayrıca, ilk insan maymunun evrimi ile meydana gelmiş, vahşi, kaba ve cahildir. Hayatın tanzim edilmesi için gerekli tüm yasal düzenlemeler de bu kabuller üzerine inşa edilmiştir.

Bir örnek olarak kadın erkek cinsiyet farkı ele alınabilir. İlk hayat komünal devirdir ve ilk aile, erkek egoizminin sonucu “kadının özel mülk edinilmesiyle” oluşmuştur. Erkek egemen bir sistem inşa edilmesinin sonucu, kadın erkek cinsiyet ayırımı ortaya çıkmıştır. Yasal mevzuat da buna göre tasarlanmıştır. Kadın ve erkeğin biyolojik olarak farklı oluşu, toplumsal olarak üstleneceği rollerin farklı olmasını gerektirmemektedir. Eğer bir yerde kadın ve erkeğin üstlendiği farklı roller varsa, bu kadın erkek eşitsizliğine sebep olmakta, bunun da nedeni erkek egemen bir sistemin inşa edilmiş olmasından dolayıdır. O nedenle “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” sağlanmalıdır. Bunun için gerekli yasal düzenlemeler yapılarak kadın erkek eşitsizliği ortadan kaldırılmalıdır. Kadının aile içerisinde üstlendiği roller, Kadının aile dışında, serbest piyasada, kamuda, daha farklı görev ve sorumluluklar üstlenmesine manidir. Öyleyse küçük çocukların bakımında devlet rol üstlenerek (kreş, çocuk yuvaları gibi…) ve erkeğe ev içinde bazı roller yükleyerek kadın evden dışarı çıkarılmalı, özgürleştirilmeli toplumsal hayatın her aşamasında erkeklere eş oranda görev alarak “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” sağlanmalıdır. Bunun için gerekli yasal düzenleme yapılmalıdır. Bu sonuç, böyle bir yasal düzenleme ihtiyacı, Batı kültür ve medeniyetinin hayata, kâinata ve insana bakışındaki ana varsayımın, Allah’sız ve ahiretsiz bir dünya tasavvurunun doğal sonucudur.

İslam (Kuran), Hıristiyanlık (İncil) ve Yahudilikte (Tevrat) hayat tasavvuru yukarıdaki tasavvurun tam tersidir. Allah hayatı, kainat ve insanı yaratmıştır. İlk insan bilgi ile donatılmış olarak yeryüzüne gönderilmiştir. Yeryüzünde insan başıboş bırakılmamış, belli dönemlerde, ona gerçeği, doğruyu, iyilik ve güzelliği gösterecek, bütün ilişkileri yeniden düzenleyecek ve yeni bir hayat inşa edecek peygamberler gönderilmiştir. Dolayısıyla bu üç dinde, Kitap+Sünnet, akıl ve beş duyu bilgi kaynağı olarak kullanılıp hayat tanzim edilmekte; yasal düzenlemeler dahil her şey buna göre şekillendirilmektedir.

İlk insan, ilk aile ve ilk toplum Hz. Adem’le eşidir. Aralarındaki hukuk Allah tarafından belirlenmiştir. Daha sonraki Peygamberler döneminde aile hukuku, Vahiy ve Sünnet çerçevesinde şekillendirilmiştir. Kadın ve erkeğin cinsiyet olarak farklı oluşu bir üstünlük ya da aşağılık meselesi değildir. Kadın ve erkeğin beyin loblarının farklı oluşundan dolayı farklı özellikleri gelişkindir. Erkeğin sayısal zekâsına karşılık kadının duygusal zekâsı gelişkindir. Bu nedenle kadın ve erkek bir bütünün parçaları olup evlilikle birlikte bütünleşme ve olgunlaşma sağlanmaktadır. Üstünlük, cinsiyet farklılığından değil Allah karşı üstlenilen görev ve sorumluluklara, takva düzeyine bağlı olarak meydana gelmektedir. Vahiy ve sünnetin kadın ve erkeğe yüklediği farklı sorumluluklar, roller vardır. Annelik, kadına cinsiyet farklılığından dolayı yüklenmiş en hayatı rol olup toplumsal sorumluluğu buna göre şekillendirilmiştir/ şekillendirilmelidir. Yasal düzenlemeler de, bu olgu göz önüne alınarak yapılmıştır/ yapılmalıdır.

Bu hayat ebedi değildir, bir sonu vardır. İnsanlar öldükten sonra dirilecek, hesap gününde yargılanacak, bu dünyada yaptıklarına bağlı olarak ya cennetle ya da cehennemle ödüllendirilecekleri yeni bir hayata başlayacaklardır. Bu nedenle bu dünya, öteki dünyanın tarlasıdır. Dolayısıyla bu dünyanın tanzim edilmesinde Öte dünya boyutu mutlaka göz önüne alınmalıdır.

Sonuç: “Ey İman Edenler, İslam Girin”, “Ey İman edenler İman Edin”

Laik-Seküler sistemlerle Dini temelli sistemlerin hayatı tanzimi, kadın ve erkeğe yükleyeceği roller, görev ve sorumluluklar, elbette farklı olacak; yasal düzenlemeler de buna uygun olacaktır. Laik-Seküler AB müktesebatı ve uluslararası sözleşmeler, Müslüman bir halkın yarasına deva olma yerine, yaranın kangrenleşmesine sebebiyet verecek, sorunların daha da karmaşıklaşmasını sağlayacak, belki de en kötüsü, iman dairesinden İslam dairesine, İslam dairesinden de cahiliye dairesine doğru bir zihniyet değişimine sebebiyet verebilecektir. Kuran’ın aşağıdaki çağrısına bu açıdan bakılmalıdır:

“Ey iman edenler, hepiniz topluca İslam’a girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.”(2 Bakara 208)

“Ey iman edenler, Allah’a, Resulüne, Resulüne indirdiği Kitaba ve bundan önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, kuşkusuz uzak bir sapıklıkla sapıtmıştır.”(4 Nisa 136)

O nedenle yasaları, dayandıkları dünya görüşünden, felsefeden bağımsız olarak ele almak, yapılabilecek büyük hatalardan biridir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...