24 Ekim 2013 Perşembe

Demokratikleşme paketi üzerine değerlendirme - 2: Farklı dil ve lehçelerde eğitim yapılması

(Milli Gazete)

30 Eylül, 2013 tarihinde “Demokratikleşme Paketi” adlı çalışma, Başbakanın yaptığı bir basın toplantısıyla kamuoyu ile paylaşılmıştır. “Demokratikleşme Paketi” ile ilgili yapılan tartışmaları, birer zenginlik olarak görüp sürecin olgunlaşmasına yapılan katkı olarak değerlendirmek gerekmektedir. Bu tür çözüm arayışlarına, siyasi, şahsi, etnik ve mezhepsel menfaat açısından bakmak, ele alıp değerlendirmek yerine; ülkenin, milletin birlik beraberliğine, dayanışmasına, bütünleşmesine, kardeşliğine ne etki yapacağı ve kültür medeniyetimizin temel değerleri ile uyumlu olup olmadığı ya da kültür ve medeniyetimize ne katıp katmadığı açılarından ele alınıp değerlendirilmelidir.

Geçen yazıda, “Demokratikleşme Paketi” genel olarak değerlendirilmiş, bazı tehlikelere, gene, genel olarak dikkat çekilmiştir. Burada, “Demokratikleşme Paketinde” ele alınan “Farklı dil-lehçede eğitim yapılması ile “And” meselesi, bu konuda Rahmetli Erbakan hocanın 19 yıl önceki çözüm önerileri ile birlikte ele alınıp değerlendirilecektir.

Renk ve Dil Farklılığının Anlamı

İnsanlığın başlangıcında Hz. Âdem ve eşi iki kişilik bir aile iken daha sonra, çocukları çoğalıp değişik coğrafyaya yayılmışlardır. Renk, dil, genetik farklılaşma, çoğalma ve yayılma ile ayrı soy, oymak, kabile, kavim ve ulus, ehl-i millet ve ümmet gibi değişik gruplar meydana gelmiştir. Yapı, basitten karmaşığa doğru giderken ortak payda olan özellikler azalmakta; farklılıklar ve çeşitlilikler artmaktadır. Dil, renk, soy, etnisite, tarih ve coğrafya, din, örf-adet, değerler, vatandaşlık ve kader birliği kimlik belirleyici parametreler olarak tezahür etmiştir.

Aynı ana babanın çocuklarının bu denli farklılaşmalarının sebebi, bugünkü ilmi araştırmalarla (antropoloji, etnoloji, sosyoloji…) tatminkâr bir şekilde izah edilebilmiş değildir. Kuran-i Kerim, renk ve dil farklılaşmasının üzerinde düşünülmesi gereken, Allah’ın ayetlerinden olduğunu bize haber vermektedir:

“Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı (farklı ve değişik) olması da, onun ayetlerindendir. Hiç şüphe yok bunda, ilim sahibi olanlar için gerçekten ayetler vardır.” (30 Rum 22)

Burada, göklerin ve yerin yaratılması’ ile dillerin ve renklerin ayrı (farklı ve değişik) olmasının’ âlimler için ayet olması, renklerin ve dillerin farklı olmasındaki hikmet ve esrarın büyüklüğünü ortaya koymaktadır. Bu konunun bir boyutudur. Diğer boyutu ise, renk ve dil farklılaşmasının, insan istek ve iradesinden bağımsız, Allah’ın yaratılış kanunlarının bir sonucu olmuş olmasıdır. Bu nedenle renk ve dil farklılaşması, bir tehlike ve bir ayırımcılık unsuru değildir ve olmamalıdır.

Aynı anne babanın çocuklarının farklı renk ve dile sahip olması nasıl Allah’ın yaratış kanununun bir sonucu ise; Âdem’in çocuklarının çoğalmaları ile farklı soy, oymak, kabile ve Şa’b’a ayrılması da Sunnetullahın bir sonucudur. Hucurat suresinin 13. ayetinde bunu görebilmekteyiz:

“Ey insanlar, gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi şaab şaab (halklar/ kavimler/Milletler) ve kabileler (şeklinde) kıldık. Hiç şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, takvaca en ileride olanınızdır.” (49 Hucurat 13)

Kavmi Kimlik açısından baktığımızda aynı renk, dil ve soydan gelme, fertler arasındaki ana ortak paydadır. Farklı kavimlerin ittifakında ise, farklı renk, dil, soy, farklı değer sistemi, kültür, müzik, örf, adet, gelenek, görenek var olmaktadır/var olabilir. Farklı kavimlerin birlikteliğinde bu farklılıklar, birer zenginlik olarak yaşatılabilmelidir. Kavimlerin oluşturduğu üst kavimler ittifakında, ittifak yapan kavimler, birbirine göre farklı nicelikte olabilir. Sayısal olarak baskın olan kavim zamanla diğerlerini yok etmek, asimile etmek isteyebilir. Ya da kültür, medeniyet olarak daha gelişkin olan bir kavim, diğerlerinin kültürlerini, dillerini yok etmeye kalkabilir veya diğerlerini sömürebilir. Bunlar veya benzer tehlikeler, kavimler ittifakında karşılaşılabilecek muhtemel tehlikelerdir.

Burada sorulacak ana soru, bir kavim bir başka kavmin kimliğini, kültürünü, dilini yok etme hakkına sahip midir Bu adil bir tavır mıdır Buna hakkı var mıdır Var olduğunu iddia ediyorsa bu hakkı nereden almaktadır

Bu noktada unutulmaması gereken husus, renk, dil gibi, kabile ve kavimlerin Allah’ın ayetleri olmasıdır, Sünnetullahın bir gereği olmasıdır. Öyleyse kabile ya da kavimleri yok varsaymak, ilahi sünnete karşı çıkmak demektir. Keza 25 Furkan 54’de nesep ve sıhriyet, insana Allah tarafında bahşedilmiş bir hak olduğu ifade edilmektedir. Allah’ın insanları farklı boy, kabile, kavimlere ayırmasındaki esrar, “tanışma ve kaynaşma” (49/13) olarak gösterilmekte ve insanların birbirlerine göre üstünlük, asillik, yücelikleri de takva ile ölçülmektedir.

Eğer renk ve dil Allah’ın ayetleri, yaratılışın bir kanunu, fıtratın bir gereği, doğan insanın iradesinden, tercihinden bağımsız ise, renk ve dillerin inkârı veya yok edilmeye çalışılması veya küçümsenmesi ya da bu insan topluluklarının hor, hakir görülmesi Yaratılış kanuniyetlerini ve Allah’ın ayetlerini inkâr manasına gelmektedir.

Benzer şekilde kavmi kimlikler de Millet/Ümmet kimliğinin birer alt kimlikleri olup üst kimlik haline de getirilmemesi gerekmektedir. Milet/ümmet üst kimliğini parçalayıp kavmi kimlikleri de üste çıkarmak, kavmiyetçilik olup “cahili bir davranış”, “İslam dışı bir yaklaşım”, “Allah yolundan sapma”, “cahiliye üzere ölme” ve “mekân olarak cehennemi” seçmedir (1-5).

Milet/ümmet üst kimliği altında alt kimlik olarak kavmi kimlikler, birer denge ve dayanışma unsuru olup zenginlik olarak muhafaza edilmelidir. Bu ülkede Allah’a ve ahiret gününe iman ettiğini söyleyen herkesin, bu gerçekler ışığında hareket etmesi, kavmiyetçilik hastalığına yakalanmadan süreci değerlendirmesi, tarihi bir sorumluluktur.

Demokratikleşme Paketi ve Farklı Dil Ve Lehçeler Sorunu

Cumhuriyetin kurucularının, ulus devlet ve bu devlet için bir ulus yaratma (!) projesi, var olan tüm dini ve etnik realiteleri ret ederek tek tip insan ve tek tip toplum oluşturma olarak tezahür etmiştir. Cumhuriyet yöneticilerinin kafasında var olan insan ve toplum modeli, “kanunen, cebren ve hile” ile uygulama sahasına konulmak istenince, toplumun farklı kesimlerinde, farklı şiddette zihinsel travmalar oluşmuş, şizofren kimlikler ortaya çıkmıştır. Var olan İslam merkezli üst kimlik, ret edilip tasfiye edilmeye kalkılmış ve fakat tasfiye etmek istedikleri üst kimliğin yerine yeni bir üst kimlik inşa edilememiştir. Bölgesel ve küresel dinamiklerin değişmesi ile alt kimliklerin daha kolay çatışma eğilimine girmesi tehlikesi ortaya çıkmıştır. İşte Demokratikleşme Paketi’nde, yer alan aşağıdaki maddeler, kavmiyetçilik ateşini söndürmeye, geçmişte yapılan bazı hataları tamir etmeye dönüktür:

“298 sayılı Siyasi partiler kanununda) yapılacak değişiklikle, farklı dil ve lehçelerde siyasi propaganda imkânı”…

“Ön seçimlerde farklı dil ve lehçelerde propaganda imkânı…”

“Türk ceza Kanunu’nda yapılacak değişiklikle, belirli harflerin kullanılması imkânı…”

“Özel okullarda, farklı dil ve lehçelerde eğitim yapılması imkânı…”

“Özel Eğitim Kurumları Kanunu hükümlerine tabi olmak üzere, farklı dil ve lehçelerde özel öğretim kurumu açabilme imkânı…”

“Köy isimlerinin değiştirilmesi imkânı...”

“Roman dil ve kültür enstitüsü kurulması…”

“İlkokullardaki öğrenci andı uygulamasının kaldırılması…”

Bunlar, farklı etnik, dini ve kültürel grupların haklarını nispeten karşılayan ve onları güvence altına alan, daha üst bir kimlikte birleşmeye katkı sağlayan girişimler olarak görülmelidir. Bu çerçevede Demokratikleşme paketini ele aldığımızda, farklı dil ve lehçelerle ilgili yaklaşımın, Türkiye’nin iç barış ve güvenliği için yararlı ve ilahi sünnete daha uygun olduğunu söyleyebiliriz.

Bu noktada yapılması gereken, çok dilli bir eğitim sistemini, alt kimliklerin, dillerin ve kültürlerin korunup geliştirilebilmesi için yapılandırmak olmalıdır. Anadilde eğitim, ortak hâkim (“egemen”) bir dilin varlığının (Türkçe) ret edilmesi değildir ve olmamalıdır da. İki veya çok dilde eğitim yapmak demek, hâkim, egemen bir ortak dilin (Türkçe) yanında, ana dillerin öğretilmesi ve anadilde de eğitim yapılması demektir.

Demokratik açılım paketindeki dil ile ilgili ortaya konan çözüm, yeterli değildir. Kürtçenin anadil olarak sadece özel okullarda eğitim dili olarak kullanılması, eksik bir yaklaşımdır. Fakir olan ve fakat anadilde eğitim görmek isteyen ailelerin, bu ihtiyacını karşılamak devletin asli görevlerinden biri olmak zorundadır.

Sürecin iyi planlanması ve zamanlamanın iyi yapılması, alt yapı oluşturulmadan acele ile uygulamaya sokulmaması gerekmektedir. Bunun için öncelikle yapılması gereken, Osmanlı sistemini ve bugünkü dünyadaki uygulamaları (Geçiş Modelleri, İdame Modelleri, Zenginleştirici Modeller ve Mi¬ras Modelleridir) (6) iyi inceleyip, kendi şartlarımıza uygun bir modeli ortaya çıkarmak olmalıdır.

Erbakan ve Anadilde Eğitim

Rahmetli Erbakan hoca, Türkiye’nin üst kimliğindeki kırılma sürecini zamanında görerek çok cesur bir kararla, kendisini ve partisini riske edecek bir duruş ve tavır ortaya koymuştur. Bölünmeye götürecek her türlü çözüme karşı çıkan Erbakan, terör ya da askeri operasyonlar veya asimilasyon politikalarının da çözüm olmadığı ve çözüm getirmeyeceği düşüncesinden hareketle 1993 yılında, Refah Partisinin 4. Olağan Kongresi’nde, açış konuşmasında, Kürt sorunun çözümü için bir yol haritası ve bazı temel ilkeleri ortaya koymuştur. Yol haritasında üzerinde durduğu konulardan birisi de, ana dilde eğitim diğeri ise çok hukuklu bir sistemdir. Erbakan, Türkiye’nin sıkıntılardan kurtulabilmesi için anadilde eğitim yapılması ve çok hukuklu bir sistemin uygulanmasını teklif etmektedir:

“Elbette Kürt kardeşlerimizin tabii hakları var. Kendi dilleriyle konuşmaları, medyayı kullanmaları, eğitim yapmaları onların tabii haklarıdır ve zaten tarih boyunca bu haklarını kullanmışlardır. Ancak, son 70 yılda izlenen milliyetçi, materyalist ve ırkçı politikalar problem oluşturmuş ve problemi ağırlaştırmıştır.

Öyleyse yapılacak iş; Ülkemizin 60 milyon insanını birbirinin, şerefli kardeşi sayan ve herkese insan hakkı, inandığı gibi yaşama hakkı, hatta inancına uygun hukuk sistemi seçme hakkı veren Adil Düzen’i Medeni insanlar olarak, kan dökmeden, barış yoluyla, elbirliği ile kurmak meselenin çözümünün ana unsurudur.

Adil Düzen kurulduğunda bütün ülke fertlerinin, insan hakları ve saadetleri teminat altına alınmış olacak, Ezen ve ezilen düzeni ortadan kalkacak Ülkedeki herkesin bu meyanda Müslümanların dini inançları ve inancına uygun yaşama hakları teessüs edecek. Böylece Müslümanların arasındaki şerefli kardeşlik ve içten gelen muhabbet bağı yeniden teessüs edecektir.

Ülkenin birliği kesinlikle teminat altına alındıktan sonra, ülke evlatları arasında ırk ayırımı yapılmadan muhabbet ve kardeşlik bağları teşkil edildikten sonra ve ülkede Adil Düzen kurulduktan sonra, herkesin dilediği dilde konuşması, dilediği dilde yayın yapması, eğitim yapması en tabii hakkıdır. Bu, ülkeye sadece kültür zenginliği getirir.” (7)

Erbakan ve And Meselesi

Rahmetli Erbakan Hoca, ilkokul ve ortaokullarda her sabah çocuklara yaptırılan andı, Türkiye’de izlenen materyalist ve ırkçı politikaların, problem meydana getiren, alt kimlik mensuplarını tahrik edip rencide eden bir uygulaması olarak görerek karşı çıkmıştır. Erbakan, 1994’de, Bingöl’de yaptığı konuşmada, And’ın muhtevasının bir kimlik ayrışmasına ve ülkenin insanlarının birbirine yabancılaşmasına sebebiyet verdiğini açık bir şekilde seslendirmiştir:

“Dedim ki, bu ülkenin evlatları asırlar boyu, mektebe başlarken besmeleyle başlar. Siz geldiniz, bu besmeleyi kaldırdınız. Ne koydunuz yerine Türküm doğruyum çalışkanım’. E sen bunu söyleyince, öbür taraftan da, Kürt kökenli bir Müslüman evladı, ya öyle mi, ben de Kürdüm, daha doğruyum, daha çalışkanım deme hakkını kazandı. Ve böylece, siz bu ülkenin insanlarını birbirine yabancılaştırdınız.” (8)Sonuç: 19 Yılı Niçin Kaybettik

Bu ülkede toplumsal yapı, ana hatları ile; 1- Müslümanlar, 2- Gayri Müslimler, 3- Seküler- Laik- Ateist olanlardan meydana gelmiştir. Üst kimlik inşası için bütün bu çeşitlilikleri koruyacak ortak payda/paydalar bulunmalıdır. Türkiye, Toplumun farklı kesimlerinin sorunlarını çözerek kaynaştıracak bir yol haritası ortaya koymak zorundadır. Bunun için 19 yıl önce 1993 yılında Erbakan’ın ortaya koyduğu yol haritasını, Türkiye göz önüne almak zorundadır.

Erbakan, çok kavimli, çok dinli, çok dilli ve çok hukuklu bir toplumsal yapıyı öngörmekte; çok kültürlülüğü zenginlik olarak kabul etmekte ve bunu, Türkiye’nin sorunlarını kalıcı bir şekilde çözebilmesi için bir çıkış yolu olarak ortaya koymaktadır.

Gelin bir 19 yıl daha kaybetmeyelim.

KAYNAKLAR

1- Müslim, Cenâiz 9, hadis no: 934

2- Ebu Davud, Edeb, 121, 5121. H. Münavi, a.g.e., 5, 386

3- Buharî, Cihad 15, Hums 10, İlm 35, Tevhid 28; Müslim, İmâret 149, (1904); Tirmizî, Fedâilu’l-Cihâd 16, (1646); Ebu Dâvud, Cihâd 26, (2517); Nesâî, Cihâd 21; İbnu Mace, Cihâd 13, (2783)

4- Hakim, Müstedrek, 4, 298)

5- Müslim, İmâret 53, (1848); Nesâî, Tahrim 28, (7, 123); İbnu Mâce, Fiten 7, (3948)

6- Kaya, İ., Aydın, H., Türkiye’de Anadilde Eğitim Sorunu: Zorluklar, Deneyimler ve İki Dilli Eğitim Modeli Önerileri, UKAM YAYINLARI, info@ukam.org, İstanbul Türkiye, Şubat 2013.

7- Erbakan, N., Refah Partisi 4. Büyük Kongresi Açış Konuşması, 1993.

8- Akın, K., Olay Adam Erbakan, Birey Yayıncılık, İstanbul, 2000, S:105-122

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...