(Milli Gazete)
30 Eylül, 2013 tarihinde “Demokratikleşme Paketi” adlı
çalışma, Başbakanın yaptığı bir basın toplantısıyla kamuoyu ile paylaşılmıştır.
“Demokratikleşme Paketi” ile ilgili yapılan tartışmaları, birer zenginlik
olarak görüp sürecin olgunlaşmasına yapılan katkı olarak değerlendirmek
gerekmektedir. Bu tür çözüm arayışlarına, siyasi, şahsi, etnik ve mezhepsel
menfaat açısından bakmak, ele alıp değerlendirmek yerine; ülkenin, milletin
birlik beraberliğine, dayanışmasına, bütünleşmesine, kardeşliğine ne etki
yapacağı ve kültür medeniyetimizin temel değerleri ile uyumlu olup olmadığı ya
da kültür ve medeniyetimize ne katıp katmadığı açılarından ele alınıp
değerlendirilmelidir.
Geçen yazıda, “Demokratikleşme Paketi” genel olarak
değerlendirilmiş, bazı tehlikelere, gene, genel olarak dikkat çekilmiştir.
Burada, “Demokratikleşme Paketinde” ele alınan “Farklı dil-lehçede eğitim
yapılması ile “And” meselesi, bu konuda Rahmetli Erbakan hocanın 19 yıl önceki
çözüm önerileri ile birlikte ele alınıp değerlendirilecektir.
Renk ve Dil Farklılığının Anlamı
İnsanlığın başlangıcında Hz. Âdem ve eşi iki kişilik bir
aile iken daha sonra, çocukları çoğalıp değişik coğrafyaya yayılmışlardır.
Renk, dil, genetik farklılaşma, çoğalma ve yayılma ile ayrı soy, oymak, kabile,
kavim ve ulus, ehl-i millet ve ümmet gibi değişik gruplar meydana gelmiştir.
Yapı, basitten karmaşığa doğru giderken ortak payda olan özellikler azalmakta;
farklılıklar ve çeşitlilikler artmaktadır. Dil, renk, soy, etnisite, tarih ve
coğrafya, din, örf-adet, değerler, vatandaşlık ve kader birliği kimlik
belirleyici parametreler olarak tezahür etmiştir.
Aynı ana babanın çocuklarının bu denli farklılaşmalarının
sebebi, bugünkü ilmi araştırmalarla (antropoloji, etnoloji, sosyoloji…)
tatminkâr bir şekilde izah edilebilmiş değildir. Kuran-i Kerim, renk ve dil
farklılaşmasının üzerinde düşünülmesi gereken, Allah’ın ayetlerinden olduğunu
bize haber vermektedir:
“Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve
renklerinizin ayrı (farklı ve değişik) olması da, onun ayetlerindendir. Hiç
şüphe yok bunda, ilim sahibi olanlar için gerçekten ayetler vardır.” (30 Rum
22)
Burada, göklerin ve yerin yaratılması’ ile dillerin ve
renklerin ayrı (farklı ve değişik) olmasının’ âlimler için ayet olması,
renklerin ve dillerin farklı olmasındaki hikmet ve esrarın büyüklüğünü ortaya
koymaktadır. Bu konunun bir boyutudur. Diğer boyutu ise, renk ve dil
farklılaşmasının, insan istek ve iradesinden bağımsız, Allah’ın yaratılış
kanunlarının bir sonucu olmuş olmasıdır. Bu nedenle renk ve dil farklılaşması,
bir tehlike ve bir ayırımcılık unsuru değildir ve olmamalıdır.
Aynı anne babanın çocuklarının farklı renk ve dile sahip
olması nasıl Allah’ın yaratış kanununun bir sonucu ise; Âdem’in çocuklarının
çoğalmaları ile farklı soy, oymak, kabile ve Şa’b’a ayrılması da Sunnetullahın
bir sonucudur. Hucurat suresinin 13. ayetinde bunu görebilmekteyiz:
“Ey insanlar, gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden
yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi şaab şaab (halklar/
kavimler/Milletler) ve kabileler (şeklinde) kıldık. Hiç şüphesiz, Allah katında
sizin en üstün (kerim) olanınız, takvaca en ileride olanınızdır.” (49 Hucurat
13)
Kavmi Kimlik açısından baktığımızda aynı renk, dil ve soydan
gelme, fertler arasındaki ana ortak paydadır. Farklı kavimlerin ittifakında
ise, farklı renk, dil, soy, farklı değer sistemi, kültür, müzik, örf, adet,
gelenek, görenek var olmaktadır/var olabilir. Farklı kavimlerin birlikteliğinde
bu farklılıklar, birer zenginlik olarak yaşatılabilmelidir. Kavimlerin
oluşturduğu üst kavimler ittifakında, ittifak yapan kavimler, birbirine göre
farklı nicelikte olabilir. Sayısal olarak baskın olan kavim zamanla diğerlerini
yok etmek, asimile etmek isteyebilir. Ya da kültür, medeniyet olarak daha
gelişkin olan bir kavim, diğerlerinin kültürlerini, dillerini yok etmeye
kalkabilir veya diğerlerini sömürebilir. Bunlar veya benzer tehlikeler,
kavimler ittifakında karşılaşılabilecek muhtemel tehlikelerdir.
Burada sorulacak ana soru, bir kavim bir başka kavmin
kimliğini, kültürünü, dilini yok etme hakkına sahip midir Bu adil bir tavır
mıdır Buna hakkı var mıdır Var olduğunu iddia ediyorsa bu hakkı nereden
almaktadır
Bu noktada unutulmaması gereken husus, renk, dil gibi,
kabile ve kavimlerin Allah’ın ayetleri olmasıdır, Sünnetullahın bir gereği
olmasıdır. Öyleyse kabile ya da kavimleri yok varsaymak, ilahi sünnete karşı
çıkmak demektir. Keza 25 Furkan 54’de nesep ve sıhriyet, insana Allah tarafında
bahşedilmiş bir hak olduğu ifade edilmektedir. Allah’ın insanları farklı boy,
kabile, kavimlere ayırmasındaki esrar, “tanışma ve kaynaşma” (49/13) olarak
gösterilmekte ve insanların birbirlerine göre üstünlük, asillik, yücelikleri de
takva ile ölçülmektedir.
Eğer renk ve dil Allah’ın ayetleri, yaratılışın bir kanunu,
fıtratın bir gereği, doğan insanın iradesinden, tercihinden bağımsız ise, renk
ve dillerin inkârı veya yok edilmeye çalışılması veya küçümsenmesi ya da bu
insan topluluklarının hor, hakir görülmesi Yaratılış kanuniyetlerini ve
Allah’ın ayetlerini inkâr manasına gelmektedir.
Benzer şekilde kavmi kimlikler de Millet/Ümmet kimliğinin
birer alt kimlikleri olup üst kimlik haline de getirilmemesi gerekmektedir.
Milet/ümmet üst kimliğini parçalayıp kavmi kimlikleri de üste çıkarmak,
kavmiyetçilik olup “cahili bir davranış”, “İslam dışı bir yaklaşım”, “Allah
yolundan sapma”, “cahiliye üzere ölme” ve “mekân olarak cehennemi” seçmedir
(1-5).
Milet/ümmet üst kimliği altında alt kimlik olarak kavmi kimlikler,
birer denge ve dayanışma unsuru olup zenginlik olarak muhafaza edilmelidir. Bu
ülkede Allah’a ve ahiret gününe iman ettiğini söyleyen herkesin, bu gerçekler
ışığında hareket etmesi, kavmiyetçilik hastalığına yakalanmadan süreci
değerlendirmesi, tarihi bir sorumluluktur.
Demokratikleşme Paketi ve Farklı Dil Ve Lehçeler Sorunu
Cumhuriyetin kurucularının, ulus devlet ve bu devlet için
bir ulus yaratma (!) projesi, var olan tüm dini ve etnik realiteleri ret ederek
tek tip insan ve tek tip toplum oluşturma olarak tezahür etmiştir. Cumhuriyet
yöneticilerinin kafasında var olan insan ve toplum modeli, “kanunen, cebren ve
hile” ile uygulama sahasına konulmak istenince, toplumun farklı kesimlerinde,
farklı şiddette zihinsel travmalar oluşmuş, şizofren kimlikler ortaya
çıkmıştır. Var olan İslam merkezli üst kimlik, ret edilip tasfiye edilmeye
kalkılmış ve fakat tasfiye etmek istedikleri üst kimliğin yerine yeni bir üst
kimlik inşa edilememiştir. Bölgesel ve küresel dinamiklerin değişmesi ile alt
kimliklerin daha kolay çatışma eğilimine girmesi tehlikesi ortaya çıkmıştır.
İşte Demokratikleşme Paketi’nde, yer alan aşağıdaki maddeler, kavmiyetçilik
ateşini söndürmeye, geçmişte yapılan bazı hataları tamir etmeye dönüktür:
“298 sayılı Siyasi partiler kanununda) yapılacak
değişiklikle, farklı dil ve lehçelerde siyasi propaganda imkânı”…
“Ön seçimlerde farklı dil ve lehçelerde propaganda imkânı…”
“Türk ceza Kanunu’nda yapılacak değişiklikle, belirli
harflerin kullanılması imkânı…”
“Özel okullarda, farklı dil ve lehçelerde eğitim yapılması
imkânı…”
“Özel Eğitim Kurumları Kanunu hükümlerine tabi olmak üzere,
farklı dil ve lehçelerde özel öğretim kurumu açabilme imkânı…”
“Köy isimlerinin değiştirilmesi imkânı...”
“Roman dil ve kültür enstitüsü kurulması…”
“İlkokullardaki öğrenci andı uygulamasının kaldırılması…”
Bunlar, farklı etnik, dini ve kültürel grupların haklarını
nispeten karşılayan ve onları güvence altına alan, daha üst bir kimlikte
birleşmeye katkı sağlayan girişimler olarak görülmelidir. Bu çerçevede
Demokratikleşme paketini ele aldığımızda, farklı dil ve lehçelerle ilgili
yaklaşımın, Türkiye’nin iç barış ve güvenliği için yararlı ve ilahi sünnete
daha uygun olduğunu söyleyebiliriz.
Bu noktada yapılması gereken, çok dilli bir eğitim
sistemini, alt kimliklerin, dillerin ve kültürlerin korunup geliştirilebilmesi
için yapılandırmak olmalıdır. Anadilde eğitim, ortak hâkim (“egemen”) bir dilin
varlığının (Türkçe) ret edilmesi değildir ve olmamalıdır da. İki veya çok dilde
eğitim yapmak demek, hâkim, egemen bir ortak dilin (Türkçe) yanında, ana
dillerin öğretilmesi ve anadilde de eğitim yapılması demektir.
Demokratik açılım paketindeki dil ile ilgili ortaya konan
çözüm, yeterli değildir. Kürtçenin anadil olarak sadece özel okullarda eğitim
dili olarak kullanılması, eksik bir yaklaşımdır. Fakir olan ve fakat anadilde
eğitim görmek isteyen ailelerin, bu ihtiyacını karşılamak devletin asli
görevlerinden biri olmak zorundadır.
Sürecin iyi planlanması ve zamanlamanın iyi yapılması, alt
yapı oluşturulmadan acele ile uygulamaya sokulmaması gerekmektedir. Bunun için
öncelikle yapılması gereken, Osmanlı sistemini ve bugünkü dünyadaki
uygulamaları (Geçiş Modelleri, İdame Modelleri, Zenginleştirici Modeller ve
Mi¬ras Modelleridir) (6) iyi inceleyip, kendi şartlarımıza uygun bir modeli
ortaya çıkarmak olmalıdır.
Erbakan ve Anadilde Eğitim
Rahmetli Erbakan hoca, Türkiye’nin üst kimliğindeki kırılma
sürecini zamanında görerek çok cesur bir kararla, kendisini ve partisini riske
edecek bir duruş ve tavır ortaya koymuştur. Bölünmeye götürecek her türlü
çözüme karşı çıkan Erbakan, terör ya da askeri operasyonlar veya asimilasyon
politikalarının da çözüm olmadığı ve çözüm getirmeyeceği düşüncesinden
hareketle 1993 yılında, Refah Partisinin 4. Olağan Kongresi’nde, açış
konuşmasında, Kürt sorunun çözümü için bir yol haritası ve bazı temel ilkeleri
ortaya koymuştur. Yol haritasında üzerinde durduğu konulardan birisi de, ana
dilde eğitim diğeri ise çok hukuklu bir sistemdir. Erbakan, Türkiye’nin
sıkıntılardan kurtulabilmesi için anadilde eğitim yapılması ve çok hukuklu bir
sistemin uygulanmasını teklif etmektedir:
“Elbette Kürt kardeşlerimizin tabii hakları var. Kendi
dilleriyle konuşmaları, medyayı kullanmaları, eğitim yapmaları onların tabii
haklarıdır ve zaten tarih boyunca bu haklarını kullanmışlardır. Ancak, son 70
yılda izlenen milliyetçi, materyalist ve ırkçı politikalar problem oluşturmuş
ve problemi ağırlaştırmıştır.
Öyleyse yapılacak iş; Ülkemizin 60 milyon insanını
birbirinin, şerefli kardeşi sayan ve herkese insan hakkı, inandığı gibi yaşama
hakkı, hatta inancına uygun hukuk sistemi seçme hakkı veren Adil Düzen’i Medeni
insanlar olarak, kan dökmeden, barış yoluyla, elbirliği ile kurmak meselenin
çözümünün ana unsurudur.
Adil Düzen kurulduğunda bütün ülke fertlerinin, insan
hakları ve saadetleri teminat altına alınmış olacak, Ezen ve ezilen düzeni
ortadan kalkacak Ülkedeki herkesin bu meyanda Müslümanların dini inançları ve
inancına uygun yaşama hakları teessüs edecek. Böylece Müslümanların arasındaki
şerefli kardeşlik ve içten gelen muhabbet bağı yeniden teessüs edecektir.
Ülkenin birliği kesinlikle teminat altına alındıktan sonra,
ülke evlatları arasında ırk ayırımı yapılmadan muhabbet ve kardeşlik bağları
teşkil edildikten sonra ve ülkede Adil Düzen kurulduktan sonra, herkesin
dilediği dilde konuşması, dilediği dilde yayın yapması, eğitim yapması en tabii
hakkıdır. Bu, ülkeye sadece kültür zenginliği getirir.” (7)
Erbakan ve And Meselesi
Rahmetli Erbakan Hoca, ilkokul ve ortaokullarda her sabah
çocuklara yaptırılan andı, Türkiye’de izlenen materyalist ve ırkçı
politikaların, problem meydana getiren, alt kimlik mensuplarını tahrik edip
rencide eden bir uygulaması olarak görerek karşı çıkmıştır. Erbakan, 1994’de,
Bingöl’de yaptığı konuşmada, And’ın muhtevasının bir kimlik ayrışmasına ve
ülkenin insanlarının birbirine yabancılaşmasına sebebiyet verdiğini açık bir
şekilde seslendirmiştir:
“Dedim ki, bu ülkenin evlatları asırlar boyu, mektebe
başlarken besmeleyle başlar. Siz geldiniz, bu besmeleyi kaldırdınız. Ne
koydunuz yerine Türküm doğruyum çalışkanım’. E sen bunu söyleyince, öbür
taraftan da, Kürt kökenli bir Müslüman evladı, ya öyle mi, ben de Kürdüm, daha
doğruyum, daha çalışkanım deme hakkını kazandı. Ve böylece, siz bu ülkenin
insanlarını birbirine yabancılaştırdınız.” (8)Sonuç: 19 Yılı Niçin Kaybettik
Bu ülkede toplumsal yapı, ana hatları ile; 1- Müslümanlar,
2- Gayri Müslimler, 3- Seküler- Laik- Ateist olanlardan meydana gelmiştir. Üst
kimlik inşası için bütün bu çeşitlilikleri koruyacak ortak payda/paydalar
bulunmalıdır. Türkiye, Toplumun farklı kesimlerinin sorunlarını çözerek
kaynaştıracak bir yol haritası ortaya koymak zorundadır. Bunun için 19 yıl önce
1993 yılında Erbakan’ın ortaya koyduğu yol haritasını, Türkiye göz önüne almak
zorundadır.
Erbakan, çok kavimli, çok dinli, çok dilli ve çok hukuklu
bir toplumsal yapıyı öngörmekte; çok kültürlülüğü zenginlik olarak kabul
etmekte ve bunu, Türkiye’nin sorunlarını kalıcı bir şekilde çözebilmesi için
bir çıkış yolu olarak ortaya koymaktadır.
Gelin bir 19 yıl daha kaybetmeyelim.
KAYNAKLAR
1- Müslim, Cenâiz 9, hadis no: 934
2- Ebu Davud, Edeb, 121, 5121. H. Münavi, a.g.e., 5, 386
3- Buharî, Cihad 15, Hums 10, İlm 35, Tevhid 28; Müslim,
İmâret 149, (1904); Tirmizî, Fedâilu’l-Cihâd 16, (1646); Ebu Dâvud, Cihâd 26,
(2517); Nesâî, Cihâd 21; İbnu Mace, Cihâd 13, (2783)
4- Hakim, Müstedrek, 4, 298)
5- Müslim, İmâret 53, (1848); Nesâî, Tahrim 28, (7, 123);
İbnu Mâce, Fiten 7, (3948)
6- Kaya, İ., Aydın, H., Türkiye’de Anadilde Eğitim Sorunu:
Zorluklar, Deneyimler ve İki Dilli Eğitim Modeli Önerileri, UKAM
YAYINLARI, info@ukam.org, İstanbul Türkiye, Şubat 2013.
7- Erbakan, N., Refah Partisi 4. Büyük Kongresi Açış
Konuşması, 1993.
8- Akın, K., Olay Adam Erbakan, Birey Yayıncılık, İstanbul,
2000, S:105-122
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder