(Milli Gazete)
Arkadaşlığın temelinde, sevgi, saygı, anlayış birlikteliği, iş ve mekân birlikteliği, huy ve düşünce birlikteliği vardır. Bunların hepsi ya da bir kısmı, bazı insanlar arasında özel bir hukuk oluşmasına sebebiyet verir. Bu duygular, insan genetiğinin derinliklerinde var olup bir kısım insanları, bir kısım insanlara yaklaştırır ve kaynaştırır. Sünnetullah’a göre insan, hem birey hem de toplumsal boyutludur. Bu tür özellikler ise, insanın bireysel boyutunu, toplumsal boyuta bağlayarak insanı bireyselleşmekten, yalnız olmaktan korur. Böylelikle toplumun değişik kesimleri arasında formel olmayan özel bir örgütlenme meydana gelir. Arkadaşlık, sosyalleşme, kaynaşma, dayanışma ve rehabilite olmak demektir. Bu açıdan şuurlu ve bir kutsal amaca dönük olarak kendiliğinden gelişen arkadaşlıkların, kalıcı ve sürekli olabilmesi için, insanlar arasında, düşünce, inanç, huy, mizaç ve karakterlerin uyuşması ve örtüşmesi gerekmektedir. Böylesi bir uyuşma ve örtüşme arkadaşlığı, şekli olmaktan kurtarmakta ve deruni yapmaktadır.
Arkadaşlık, karşılıklı bir etkileşim meydana getirerek arkadaşların birbirlerini olumlu ya da olumsuz bir şekilde etkilemesini mümkün kılmaktadır. Seçilen arkadaşa bağlı olarak fertlerin ahlâki yapısı, inanç sistemi, yaşantısı, ya olumlu ya da olumsuz istikamette etkilenmektedir. Bu da, arkadaş edinmede temel ölçünün ve arkadaşların sahip olması gereken temel özellikler ile arkadaşlık hak, hukuk ve sorumlukluların neler olması meselesini öne çıkarmaktadır. Arkadaşlıkta ağırlıklı en temel unsur, değer ve sevgidir. Arkadaş seçiminde değer ve sevginin temel dayanağı nedir Ne olmalıdır Arkadaşlar birbirlerini severken hangi ölçüyü göz önünde tutacaklardır Burada, kalıcı arkadaşlıkların dayandığı esas olarak sevgi konusu ele alınıp incelenecektir.
“Hubb” Ve “Vedd” Kavramları Kapsamında Sevgi
Sevgi, tüm canlıların fıtratına, genetik yapısına, Allah tarafından yerleştirilmiş özel bir çekim, cazibe kuvvetidir. Sevgide var olan çekim ya da cazibe kuvveti, muhataplar arasındaki kan, değer, mekân, zaman, varlık türü bağına bağlı olarak değişmektedir. Genel olarak sevginin iki kaynağı vardır: 1- Yaratılışla birlikte insan genetiğinde var olan, 2- Sonradan kazanılan. Kur’an’da sevginin bu iki farklı kaynağı ile ilgili olarak “hubb” ve “vedd” kavramları kullanılmaktadır. Kur’an’da sevginin odak noktasını oluşturan temel kavramlar, “hubb” ve “vedd” kökünden türeyen “muhabbet” ve “meveddet” kavramlarıdır. Hubb kavramı (Ha-Be-Be kökü), “Sevmek, sevdirmek, hoşlanmak, lezzet duymak, fazîletinden dolayı bir şeyi istemek, tercih etmek ve muhabbet” anlamında kullanılmıştır. Hubb; buğz kelimesinin zıddıdır. Muhabbet, iki varlık arasındaki karşılıklı sevgidir (1, 2).
Vedd kavramı (Vedd, Vidd ve Vüdd) ise, “Bir şeyi sevmek ve o şeyin olmasını istemek” demektir. Dostluk ve muhabbet manasını ifade eder. Vedd, “kâmil sevgi” anlamına gelir. “Sevginin en katıksız, en latîf ve en incesi ‘vüdd’ diye isimlendirilir” (1, 2). Sevgi anlamına gelen hubb ve vedd kavramları, sözlüklerde birbirlerini açıklamak için kullanılmakla beraber aralarında ince farklılıklar bulunmaktadır. “Hubb, yaratılış ve hikmet yönünden her ikisinin de îcap ettiği konularda söz konusudur”. “Vüdd ise, sadece tabiatın meylettiği cihetledir” (1, 2). Doğuştan gelen sevgi için “muhabbet”; sonradan kazanılan sevgi için ise “meveddet” kavramları kullanılmaktadır. İnsanın iyi davranışlar netîcesinde kazandığı sevgi, “mevedde” olmaktadır.
Evlilikle birlikte eşler arasında ortaya çıkan sevgi (30 Rum 21), akrabalar arasındaki sevgi (42 Şura 23), hayata karşı olan sevgi (2 Bakara 96) ve iman edenlere karşı yönetilen sevgi (19 Meryem 96) ve inkar edenlere karşı yönetilen sevgi (60 Mümtehine 1) sonradan kazanılan ve ortaya çıkan sevgi olduğu için vedd kavramı kullanılmaktadır. Buna karşılık, Allah’ın sevdiği (5 Maide 42, 93; 2 Bakara 222; 3 Al-i İmran 146, 159) ve sevmediği kişiler (3 Al-i İmran 57, 140; 4 Nisa 107, 8 Enfal 31,58; 6 Enam 141, 7 Araf 31, 54;10 Yunus 12; 17 İsra 26–27; 16 Nahl 22–24; 28 Kasas 79; 2 Bakara 190, 205, 276; 5 Maide 64, 87; 22 Hac38) ile kulların Allah sevgisi (2 Bakara 165) için hubb (yuhibbu) kavramı kullanılmaktadır. Ayrıca hubb, sevgili (5 Maide 18) ve sevdirmek (49 Hucurat 7) anlamlarına da gelmektedir.
Allah’ın insan fıtratına, genlerine yerleştirdiği bir sevgi türü olarak hubb kavramı, Kur’an’da, Hz. Musa (20 Taha 39) ve kadınlar, oğullar, altın-gümüş, güzel atlar, hayvanlar ve ekinler (3 Al-i İmran 14) için kullanılmaktadır. Bu iki kavramdan ayrı olarak Kur’an’da, sevginin değişik türevleri anlamında Velî, Hullet, Halîl, Bitâne, Şeğaf, Hemm, Sabve, Hevâ, Alâka, Futûn, Rızâ kavramları yer almaktadır. Kur’an’da sevgi karşıtı olarak da, Adâvet ve Buğz, Ğıll, Husûmet, Gazab, Nufûr, Kürh kavramları kullanılmaktadır.
Üç Grup Sevgi
Yukarıdaki kavramların Kuran’da geçtiği yerleri ve konuları göz önüne aldığımızda sevgi ile ilgili alanları, 3 ana grupta toplayabiliriz:
Birinci Grup Sevgi: Allah Sevgisi, Peygamber Sevgisi, Cihat Sevgisi, İman Sevgisi (3 Al-i İmran 31, 5 Maide 54, 49 Hucurat 7)
İkinci Grup Sevgi: Baba, Evlat, Kardeş, Eş, Aşiret, Akraba, Mal, Mülk, Makam, Ticaret ve Arkadaş Sevgisi (12 Yusuf 8, 9 Tevbe 24)
Üçüncü Grup Sevgi: Put Sevgisi (2 Bakara 165)
İnsanın bütün ilişkisini belirleyen en temel olgu, insanın Allah ile olan ilişkisidir. Bu ilişkisinin özünde de Allah sevgisi yatmaktadır. Allah’ı sevmenin ve Allah’ın sevgisini kazanmanın yolu, O’nun yoluna ve Peygamberlerine tabi olmaktır (3 Al-i İmran 31). İman edenler açısından en önemli mesele, Allah’ı sevmek ve O’nun sevgisini ve rızasını kazanmaktır. O’nun sevgisinden, rızasından ayıran ve uzaklaştıran her şeye karşı mümin teyakkuz halinde olmak zorundadır. Bu sebeple İkinci Grup Sevgi, Birinci Grup Sevgi’ye mani olmamalıdır (9 Tevbe 24). Tam aksine İkinci Grup Sevgi, Birinci Grup Sevgi’ye götürücü olmalıdır ( 38 Sad 32–33); bu nedenle de, ikinci grup sevgi kontrol altında tutulmalıdır (2 Bakara 177, 3 Al-i İmran 92). İman edenler, birinci grup sevgiyi içselleştirip uygulayanlar, ikinci grup sevgiyi de birinci grup sevgiye ulaştırıcı olarak görenler ve onu kontrol altına alanlardır. Laik -seküler olanlar ise, ikinci ve üçüncü grup sevgiye tabi olup Allah’ı ve ahret gününü unutan/önemsemeyen/inkâr edenlerdir (14 İbrahim 3; 16 Nahl 107, 2 Bakara 165).
“Allah İçin Sevmek Ve Allah İçin Buğz Etmek”
Sevgi ve nefret, insan genetiğinde yer alan, birbirine zıt, iki hâl, iki özelliktir. Birbirlerine zıt, karşıt oldukları için de, sonuçları da birbirine karşıt olacaktır. İnsanın dünya görüşüne bağlı olarak içinde bulundukları ortama göre bunlardan biri, etkin hâle gelmektedir. Sevgi ve nefrete bağlı olarak kişiler arasındaki ilişkiler, şekillenmekte ve konumlanmaktadır. Uyum ya da uyumsuzluk, dostluk ya da düşmanlık, sevgi ve nefretin şiddetine, konusuna bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Bir söz, bir tutum, davranış karşısında sevginin ya da nefretin harekete geçmesi ve geçme derecesi, şiddeti, kişinin referans aldığı değerlere göre değişmekte ve şekillenmektedir. İman edenler, yukarıda ifade edilen üç grup sevgi içerisinde birinci grup sevgiyi referans almalıdır ki, olaylar karşısındaki tavrı, zarar değil fayda getirmiş olsun, kazanç sağlasın. O nedenle ikinci grup sevgi içerisinde yer alan arkadaşlık sevgisinin, gerçek anlamını bulması, kalıcı, huzur verici ve güvenli olması için birinci grup sevgi tabanına göre şekillendirilmesi ve vücut bulması gerekmektedir. Onun da özü, ‘Allah İçin Sevmek ve Allah İçin Buğz Etmektir’. Hz. Peygamber (S.A.V.), en güçlü inanç bağını, “Allah için sevmek ve Allah için nefret etmek.” (3) olarak tanımlamakla, kişilerin duygu ve düşüncelerinden bağımsız bir hareket ve referans noktası ortaya koymuş olmaktadır.
İnsan nefsinin ve hevasının arzularını kontrol altına alabilmenin en emin ve güvenilir yolu, budur. Ancak böyle bir yaklaşım sayesinde Allah’ın yardımı gelmekte, maddi menfaatlerden azade olarak kalpler birbirine ısınarak, kalıcı arkadaşlıklar ve dostluklar oluşmaktadır (8 Enfal 63). Bu yardıma mazhar olabilmek için de, Allah’ın ipine sımsıkı sarılmak ve onun yolundan ayrılmamak gerekir (3 Al-i İmran 103). Hz. Peygamber (S.A.V.); “Birbirini Allah için seven iki kişiden Allah’a en sevimli olanı, arkadaşına sevgisi daha fazla olandır” (4) demekle, arkadaşlar arasındaki sevginin derecesinin Allah indinde ayrı bir önemi ve ayrıcalığı olduğunu ifade etmiş olmaktadır. Keza Allah’ın Resulü’nün (S.A.V.) sevgisini kazanmanın ve ona yakın olmanın yollarından biri de, başkalarıyla dost olmak ve başkaları tarafından dost olunmaktır: “Benim meclisime en yakın olanınız, ahlâkça en güzel olup, çevresiyle hoş geçineninizdir. Onlar başkalarıyla, başkaları da onlarla dostluk kurarlar.” (5) Hz. Peygambere (S.A.V.) göre dostluk kurmayan ve kendisi ile dostluk kurulamayanda hayır yoktur:
“Mü’min dostluk kuran ve kendisiyle dostluk kurulan insandır. Dostluk kurmayan ve kendisiyle dostluk kurulamayan insanda hayır yoktur.” (6) İyi mümin olmakla, güzel arkadaşlık kurmak arasında doğrusal bir ilişki vardır: Hz. Peygamber (S.A.V.): “Ey Ebû Hir! Komşunla güzel komşuluk et ki iyi Müslüman olasın. Arkadaşın ile güzel arkadaşlık et ki iyi Mü’min olasın.” (7) Fudayl’a göre; “Arkadaşının yüzüne sevgi ve şefkatle bakmak ibadettir.” (8) Kıyamet günü arşın gölgesinde gölgelenecek olan yedi insan unsurundan biri de, “Birbirini Allah için seven ve bu sevgiyle dolu olarak bir araya gelip, yine bu sevgiyle dolu olarak birbirlerinden ayrılan iki arkadaş” (9) olacaktır. Allah için sevmek, Allah için buğz etmenin doğal sonucu olarak insanın, Allah için seveceği arkadaşları olacağı gibi, Allah için nefret edeceği insanlar da olacaktır. Bunlar günaha batmış, insanın kalbini katılaştıran, kirleten, nefsi arzularına köle ettiren, Allah’ın yolundan alıkoyan ve saptırtan insanlardır. Bu insanların mizaçlarına, karakterlerine yaşantılarına duygu düşünce ve özlemlerine dikkat edilmelidir. Bütün gayesi ve gayreti, dünyada iyi bir hayat sürmeye odaklanmış, “dünyayı ahretin tarlası” olarak görmeyen, ahreti unutan ya da önemsemeyen insanlarla kurulan ilişkiler, sonuçları itibari ile zararlı ilişkilerdir. Bunlara karşı Allah için buğz etmek, Mü’minin görevi olmak zorundadır.
Sonuç: AB, Arkadaşlığı Yıkan Bir Kültür ve Medeniyettir
Hz. Peygamber (S.A.V.) “Mü’min Mü’minin aynasıdır” (10) der. Dolayısıyla, seçtiğimiz arkadaşlar bizim aynamızdır. Bizi ya cennete ya da cehenneme götürmeye katkı sağlar. O nedenle, arkadaşlarımızı seçerken, onları severken referansımız, “Allah için sevmek Allah için buğz etmek” olmalıdır. Hz. Ali oğlu Hz. Hasan’a: “Günah içinde hayat süren insandan uzaklaşmak, Allah’a yakınlaşmaktır” (8) demiştir. Zünnûn Mısrî ise; “Allah ile dostluğun, O’nun emirlerine uymaktan; halk ile dostluğun, onlara nasihat etmekten; nefsin ile dostluğun, ona muhalefet etmekten ve şeytan ile dostluğun da ona düşmanlık etmekten ibaret olsun” (8) demiştir. Allah için sevip Allah için buğz ettiğimiz zaman, günah içerisinde hayat süren insanlardan uzak durabilir ve kendimizi koruyabiliriz. Ancak, Allah için sevmeyi ve Allah için buğz etmeyi unutturan bir sistem içinde yaşanıyorsa ne olacaktır Allah için sevmeyi, Allah için buğz etmeyi unutturan bir hayat biçiminde, öncelikle yapılması gereken, fıtrat ekseninde, Kur’an ve sünnete uygun bir şekilde hayatın, yeni baştan tanzim edilmesi olmalıdır. O nedenle Türkiye, Lozan’da Haim Naum Doktrini’ne göre kurulan sistemden ve seçilen laik-seküler Batı kültür ve medeniyetinden vazgeçip kendi kültür ve medeniyetine yeniden dönmelidir. O nedenle, kökü İblis’e dayanan laik-seküler Batı kültür ve medeniyeti ile mücadele öncelikli bir görevdir. Çünkü bu, Allah’ı sevmek ve Allah’ın sevgisini kazanmanın yollarından biridir: “Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri dönerse (irtidat ederse), Allah (yerine), kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği, mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı ise güçlü ve onurlu’, Allah yolunda cihat eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir.” (5 Maide 54)
Kaynaklar
1- İsfehânî, Müfredat, Pınar Yayınları, İstanbul, (2007)
2- İbn Kayyim el-Cevziyye, Medâricu’s-Sâlikîn, İnsan yayınları, İstanbul, C: III. S: 9–37(2005)
3- Ahmed, 4/286
4-Buharî, “el-Edebü’l-müfred”, 544. Bkz.: “el-Müsnedü’l-câmiu”, 1034,
5- Tirmizî, 2018; “el-Müsnedü’l-câmiu”, 2807.
6- Ahmed, 2/400; “el-Müsnedü’l-câmiu”, 14059
7- Tirmizî, “Sünen”de (2305), İmam Ahmed “Müsned”de (2/300), İbn Mace, (497).
8- Gazali, İhya-i Ulum-id-din, Aslan yayınları, İstanbul, C: 4 S: 416–426, 1972.
9- Buharî, 1423; Müslim, 1031
10- Buharî “el-Edebü’l-müfred” (239) ve Ebû Davud (918), “Sahihu’l-cami’i’s-sağîr” (6656),
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder