(Milli Gazete)
Giriş
Dinler, felsefeler ve bunlardan neşet eden kültür ve medeniyetler, insanin tüm ilişkilerini belirler; ilişkilere kıstaslar kor, standartlar getirir. Kültür ve medeniyetler, dayandığı temel değerlere bağlı olarak, insanın ilişkilerindeki önceliklere ve önem derecelerine farklı anlam ve ağırlık verirler. İnsanın Allah, kendisi, eşi, anne babası, çocukları, akrabası, komşusu, mahallesi, çalışma arkadaşları, toplum, devlet, doğa ve hayvanlar alemi ile olan ilişkileri, insanın sahip olduğu dünya görüşüne, mensup olduğu kültür ve medeniyete bağlı olarak şekillenir ve anlam kazanır. Burada, İslam Kültür Medeniyetinin Akrabalık ilişkilerine bakışını ele alıp inceleyeceğiz. Bu değerlendirmeyi yaparken, geçen yazıda akrabalıkla ilgili ele alınan bölümün kısa bir özetini vereceğiz.
Akrabalık İlişkisi İman Eksenli bir ilişkidir
Akrabalık münasebetleri, kişilerin mensup oldukları, inanç sistemine bağlı olarak değişmektedir. İslam’da bunu belirleyen en temel esas, İmandır. Kuran-ı Kerim’de Nisa Süresi 36’da güzel ahlakla alakalı on vazife içerisinde yer alan akrabaya güzel davranmak, imanla bağlantılı olarak zikredilmektedir. Bu ayette birinci sırada Anne-Babaya, ikinci sırada yakın akrabaya güzel davranılması istenmektedir. Bakara 83’de, iyi davranılması emredilen insan unsurundaki sıralanışta, yakınlar, anne babadan sonra gene ikinci sırada yer almaktadır. Bakara 177’de, Birr ehli(iyilik Ehli Olma) olmak için birinci sırada “Allah’a, Ahiret Gününe, Meleklere, Kitaba Ve Peygamberlere İman” etmek; ikinci sırada, “yakınlara malı yardımda bulunmak” zikredilmektedir. Birçok Hadiste, “Allah’a Ve Âhiret Gününe İman” İle “Akrabaya İyilik Etme” arasında doğrudan bir ilişkinin olduğu ifade edilmektedir (1).
İnfakın yapılacağı insan unsurunun sıralamasında da (2 Bakara 215), Anne babadan sonra ikinci sırada yakınlar yer almaktadır. Kur’an (30 Rum 38), bize Allah’ın rızasını kazanmanın yollarından biri olarak, akrabaya hakkını vermeyi göstermektedir. Akrabalık bağı, Rahmandan bir bağ olup akrabalık bağını koparanlar, Allah’la aralarındaki rahmet bağını koparmışlardır (2).
Akrabalık, Kültür ve Medeniyet
Kültür ve medeniyet, bir toplumun temel değerlerinden neşet eden ‘içtimai hayattır’. Kültür ve medeniyet, melez değer sistemini kabul etmez. Kendi ana frekanslarına uymayan her şeyi dışlar; diğerlerini de, ele alıp yoğurur ve şekillendirip kendine mal eder. İslam’a göre değerler, Helal- Haram, Hak-Batıl, Maruf- Münker eksenli olarak tasnif edilirler. Bu ayrışmaya aykırı bir şekilde, hakla batılı, helalle haramı, marufla münkeri karıştırarak ya da batılı hak, haramı helal, münkeri maruf göstererek değerler ihdas etmek, İslam’ın ret ettiği Cahiliye dönemine geri dönmek demektir: “(5899)-”Resûlullah(sav): “İnsanlar arasında Allah’ın en çok buğzettiği üç kişi vardır:
• Harem’de sapıtıp haktan ayrılan,
• İslâm’a girdiği halde cahiliye sünnetini arayan,
• Haksız yere, kanını dökmek için bir adamdan kan talep eden.” (3)
Akrabalık, İslam kültür ve medeniyetinde toplumsal sermayenin önemli bir değeridir. Her kültür ve medeniyet, hayatı şekillendirir, kendi iktisadı, siyası ve hukuki yapısını kurar. İslam hukuk sisteminde vasiyet, miras, ganimet gibi özel hukuk alanını ilgilendiren konular, akrabalıkla ilişkilidirler.
Akrabalık, Vasiyet, Miras ve Ganimet
Paylaşımı
Kur’an’da, vasiyet yapılabilecek insan unsurlarının sıralanışında, anne babadan sonra akraba gelmektedir (2 Bakara180). Öneminden dolayı vasiyet, şahitli olmalı ve şahitlik de adalet üzerine yapılmalıdır(5 Maide 106). İslam, aile hukuku kapsamında, miras hukukuna özel önem vermiş; Miras paylaşımında, anne babadan sonra akrabalar zikredilmiştir (4 Nisa 33). Mirastan kimin ne alacağı özel olarak Kur’an’da belirlenmiştir (4 Nisa 7-11). İslam savaş hukukunda, savaştan elde edilen ganimetlerden, akrabaya bir pay verilmektedir (8 Enfal 41; Bak:59 Haşir 7).
Akrabalık, Şahitlik ve Adalet
Kültür ve medeniyetlerin kurdukları sistemlerin hayatta kalabilmesi, yaşaması ve gittikçe güçlenmesi adaletle mümkündür. Adaletin hâkim kılınmasında şahitlik, önemli bir müessesedir. Şahsın kendisi, anne-babası ve akrabaları ile ilgili konularda şahitliği son derece hassas bir konudur. Akrabalık duygusunun ortaya çıkaracağı koruma duygusu, adaleti engelleyici bir etki yapabilir. O nedenle Kuran bizden, “Allah için adil şahitler olmamızı istemektedir (4Nisa135; Bak: 6 Enam 152). Adaletin gerçekleşmesinde diğer bir engel, akrabalık duygusunun hâkim olması ile akrabalara ceza-ı müeyyidelerin uygulanmamasıdır. Bu toplumsal barışın bozulmasında, kültür ve medeniyetlerin yıkılmasında çok etkin bir faktördür: “(2540) (6787)- “Resûlullah(sav): “Siz Allah’ın had cezalarını (akrabalık ve diğer hususlarda size) yakın olan hakkında da uzak olan hakkında da tatbik edin. Allah’ın hükmünü uygulamaktan sizi hiçbir ayıplayıcının ayıplaması alıkoymasın.” (4)
Akrabalık, Toplumsal Dayanışma Ve Sosyal Barış
Aynı anne ve babanın çocuklarının farklı soylara, kabilelere bölünmesi, Allah’ın bir ayeti olarak gizemliliğini korumaktadır. Kur’an’a göre bu şekilde bir ayrışma, tanışma, dayanışma ve dengeye ulaşma amaçlıdır: “Ey insanlar, gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için siz halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık.” (49 Hucurat 13) Kan bağının neden olduğu bir sevgi, saygı ve dayanışma; toplumun farklı kesimleri arasında denge oluşturarak sosyal barışın sağlanmasına katkıda bulunur. Farklı akraba, soy, kabile, kavim, ulus/millet ve ümmetler şeklinde bir yapılanış, insanlık evrensel kümesi içerisinde birer denge unsuru görevi görürler. Bu, bir açıdan her birimi örgütlü olan toplum demektir. Her bir örgütsel yapı, kendi müntesipleri arasında özel bir sevgi, saygı, şefkat, aidiyet ve bir sadakat duygusu meydana getirmektedir. Bunlar, insan fıtratına yerleştirilmiş duygulardır. Hz. Peygambere iman etmedikleri halde ona yardım eden müşrik akrabalarının varlığı, akrabalık duygusunun bir sonucudur. Müşriklerin, uzun bir zaman öldürücü darbe vuramamalarının sebebi, Hz. Peygamberin güçlü akrabalarının var olmasıydı.
Hz. Lut, içinde akrabası bulunmayan, yoldan çıkmış, sapık bir halka Peygamber olarak gönderilmiştir. İsra Süresi 78-81 ayetlerine göre, halkının baskısı karşısında, Hz. Lut; “(Lût: “Ah), dedi, size yetecek bir kuvvetim olsaydı, yahud sarp bir kal’aya sığınabilseydim!”(17 İsra 80) ifadesini kullanmıştır. Ayette geçen “sarp bir kal’aya sığınabilseydim” ifadesi, İslam âlimleri tarafından güçlü ‘akrabalarım ve aşiretim olsaydı’ şeklinde yorumlanmıştır (5) Benzer bir durumla Hz. Şuayb’ın mücadelesinde karşılaşmaktayız. Refahtan şımarıp azanlar, Hz. Şuayb’ın güçlü aşireti, akrabaları, kabilesi olmasından dolayı Hz. Şuayb’ı öldürmeye teşebbüs edememişlerdir:
“Medyenoğulları dediler ki; Seni aramızda güçsüz görüyoruz. Eğer aşiretin olmasaydı, seni taşa tutarak öldürürdük. Sen bizim gözümüzde saygın ve dokunulmaz bir kişi değilsin.”(11Hud 91) Akrabalık bağının meydana getirdiği bu dayanışmadan dolayı Allah, Hz. Peygambere önce akrabalarına çağrıda bulunmasını ve daveti kabul edenleri de korumasını emretmiştir: “(Öncelikle) En yakın hısımlarını (aşiretini) uyarıp-korkut.” Ve mü’minlerden, sana tabi olanlara (koruyucu) kanatlarını ger.” (26 Şuara 214-215) Hz. Peygamber bu emir gereğince akrabalarını toplantıya çağırıp davasını açıklarken kullandığı; “Çünkü sizi Allah’ın azâbından kurtarmaya benim gücüm yetmez. Ama aramızdaki akrabalık bağı sebebiyle sizinle ilgimi kesmeyeceğim.” (6) İfadesi, akrabalarla ilgili omuzuna yüklenmiş olan görevden dolayıdır.
Hz. Peygamber, yaptığı tebliğin karşılığında, akrabalık sevgisinden başka bir şey istemediğini söylemesi, akrabalık bağının, değer bağını pekiştirmede ne kadar önemli olduğunun çok önemli bir göstergesidir: “De ki: «Ben, buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum, ancak akrabalık sevgisi hariç.».” (42 Şura 23) Bütün bunlar, akrabalık ilişkilerinin iyi tutulmasının iki yönünü ortaya koymaktadır: Birincisi, akrabalık sevgisi, yaratılıştan insan bünyesine yerleştirilmiş çok önemli bir duygudur. Bu duygu mikro düzlemde toplumsal dayanışmayı ve kaynaşmayı sağlayarak birçok sorunun bu düzlemde çözülmesini sağlamaktadır. Devlete daha az sorumluluklar yüklemektedir. İkincisi, kan bağının neden olduğu bu dayanışma duygusunun yanı sıra yaratılış kanunlarının bir sonucu olarak insan bünyesine yerleştirilmiş olan bir başka bağ daha vardır. O da, değer bağı, iman bağı, iman kardeşliğidir. Kan bağının değer bağı ile birlikte var olması, çok güçlü bir sosyal dayanışma ortaya çıkarmaktadır. Hz. Peygamberin, büyük bir ihtimal olarak, ısrarla, akrabaları için, “sizinle ilişkimi kesmeyeceğim” demiş olmasının sebebi budur.
Sonuç: Akrabalık Bağı ile Değer Bağı Arasında
Bu noktada, değerler arası mücadelenin kanuniyeti çerçevesinde, çok ciddi bir mesele ortaya çıkmaktadır: Değer bağı ile Kan bağı çatıştığı bir ortamda, hangisi tercih edilecektir Ortaya çıkan mesele nasıl çözülecektir Kuranı Kerim’de bu noktada ki hükümler, çok açık ve kesindir. Kuranı Kerim’de özenle dikkat çekilen bir nokta, Ahrette herkesin kendi hesabını vereceği, kimsenin kimseye yardım edemeyeceği ve günahını yüklenmeyeceğidir: “Hiç kimse başkasının günahını yüklenmez. Eğer günah yükü ağır bir kimse, yükünün sırtından alınmasını istese, en yakını bile yükünün en küçük bölümünü kendi sırtına almaz.” (35 Fatır 18). “Ne yakın akrabalarınız, ne çocuklarınız kıyamet günü size bir yarar sağlayamaz. (Allah) Sizin aranızı ayıracaktır.” (60 Mümtehine 3) İkinci dikkat çekilen nokta, veli (dost, sırdaş) olarak iman edenlerden başkasının kabul edilmemesidir; buna, müşrik anne ve babalar da dahildir:
“Ey iman edenler, eğer imana karşı küfrü sevip-tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi veliler edinmeyin. Sizden kim onları veli edinirse, işte zulme sapanlar bunlardır.”(9 Tevbe 23) Kur’an’da, 31 Lokman 14’de Allah, anne babaya iyilikle davranmayı tavsiye etmektedir. Ancak Allah’a şirk koşma söz konusu olunca, Anne babaya itaat edilmemesi; bununla beraber onlara iyi davranılması emredilmektedir (31 Lokman 15). Kur’an-i Kerim’de Mücadele süresinde, akrabalık açısından mümkün tüm bağlar ifade edilerek, değer bağının tercih edilmesi noktasındaki hüküm genelleştirilmiştir: “Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiç bir kavim (topluluk) bulamazsın ki, onlar Allah’a ve Rasulüne karşı başkaldıran kimselere bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar; bunlar, isterse babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları) olsun. (58 Mücadele 22) Burada bir noktaya dikkat edilmelidir: Akrabalık bağının yüklediği sorumluluklar, değer bağının kopması ile tamamen kesilmektemidir Hz. Peygamberin akrabalarına yaptığı davetten sonra kullandığı ifadeler, akrabalık sorumluluklarının tamamen kalkmadığı ve ilişkinin koparılmaması gerektiğidir: “332. Resûlullah(sas):(Akrabam olan) Falan oğulları ailesi benim dostlarım değildir. Benim dostlarım Allah Teâlâ ile iyi mü’minlerdir. Fakat ötekilerle aramızda akrabalık bağı bulunduğu için kendileriyle ilgimi kesmeyeceğim.” (7).
Hz. Peygamber, bu hadisinde, dost kabul etmekle akraba olmak arasındaki ince çizgiye dikkat çekerek, her şeye rağmen, akrabalık ilişkisinin kesilmemesine gayret sarf edilmesini istemektedir. Lokman 15’de de her şeye rağmen anne babaya iyilikle davranılması emredilmiş olması, akrabalık hukukunun tamamen kesilmemesi, kalkmaması gerektiğini ortaya koymaktadır. İslam kültür ve medeniyeti, inşa ettiği toplumun sağlıklı ve sağlam olabilmesi için fıtratta var olan bütün özelliklerin, günlük hayatta korunmasını öngörmektedir. İslam Kültür ve medeniyeti, akrabalık bağı ile değer bağının birlikte var olmasını ister ve savunur. Hayatı, kenti, köyü ona göre tanzim eder.
O nedenle Ey İman edenler; “(Peygamberimiz (sav)): Allah’tan korkun ve akrabalarınıza iyilik edin.” (8)
Kaynaklar
1- Buhârî, Edeb 85; Müslim, Îmân 74, Buhârî, Nikâh 80, Edeb 31, Rikak 23; Ebû Dâvûd, Edeb 123; Tirmizî, Kıyâmet 50; İbni Mâce, Edeb 4
2- Tirmizî, Birr 16, (1925); Ebû Dâvud, Edeb 66, (4941).
3- Buharî, Diyât 9.
4-İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 17/314.
5- İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/339-340.
6- Müslim, Îmân 348, 351; Buhârî, Tefsîru sûre (26) 2; Tirmizî, Tefsîru sûre (27) 2; Nesâî, Vesâyâ 6.
7- Buhârî, Edeb 14; Müslim, Îmân 366
8- İbni Asakir; 1:130, Hadîs No: 129.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder