(Milli Gazete)
Dinler, felsefeler ve bunlardan neşet eden kültür ve medeniyetler, insanin tüm ilişkilerini belirler; ilişkilere kıstaslar kor, standartlar getirirler. Kültür ve medeniyetler, dayandığı temel değerlere bağlı olarak, insanın ilişkilerindeki önceliklere ve önem derecelerine farklı anlam ve ağırlık verirler. İnsanın Allah, kendisi, eşi, anne babası, çocukları, akrabası, komşusu, mahallesi, çalışma arkadaşları, toplum, devlet, doğa ve hayvanlar âlemi ile olan ilişkileri, insanın sahip olduğu dünya görüşüne, mensup olduğu kültür ve medeniyete bağlı olarak şekillenir ve anlam kazanır. İslam Kültür Medeniyeti, Akrabalığı, Allah’a ve ahirete imanla bağlantılı çok önemli bir değer olarak ele almakta, onun sağlamlaştırılıp yaygınlaşmasını istemektedir. Buna karşılık seküler- laik Batı kültür ve medeniyeti, bireyselciliği temel değer alarak insanın, aile, akrabalık, komşuluk ve toplumsal boyutunu önemsememekte ve de ihmal etmektedir. Hatta kurduğu kurumlar, sistemlerle akrabalık ilişkilerini koparıp atmakta ya da insanları koparmaya mecbur bırakmaktadır. Burada, akrabalık ilişkileri açısından laik- seküler Batı kültür ve medeniyeti ele alınıp değerlendirilecektir.
Avrupa’nın Merkezinden Yükselen Bir Feryat: “Böyle Bir Dünyada Yaşanmaz!”
2005 yılında Almanya’da çok katlı bir apartmanın kapısı, binanın kapıcısının polise başvurması sonucu, polis kontrolünde çilingir tarafından açılır. Bir grup polis evin içerisine girdiklerinde, 75 yaşlarındaki bir karı kocanın yerde ölü cesetleri ile yüz yüze gelirler. Etrafı araştıran polis, masanın üzerinde bir notu alır ve okur. İntihar eden çift, intihar etmeden önce geriye bir mektup bırakmıştır. Mektuptaki ifadeler, insanın kanını donduracak mahiyettedir: “Üç aydır kapıcıdan başka kimse kapımızı çalmadı, Üç aydır kapıcıdan başka hiç kimse ile konuşmadık. Böyle bir dünyada yaşanmaz.” Mektup, laik- seküler dünyanın inşa ettiği bir hayat tarzına, bir kültür ve medeniyete isyanın ifadesi idi. Gerçekte, o dairede intihar eden, sadece iki yaşlı insan değildi; orada, intihar eden, sekülerleşmiş-laikleşmiş insanlık, seküler-laik bir kültür ve medeniyet ve seküler-laik bir aile yapısı idi. Uzayın derinliklerinden, milyonlarca ışık yılı uzaktan işaretleri alan laik- seküler batı insanı, Avrupa’nın göbeğindeki bu yaşlı ve yalnız insanların feryadını duymadı, duyamadı. Mars’a robot indirip, oradan her türlü işareti ve fotoğrafı alan seküler-laik bir dünya, AB’nin göbeğindeki bu feryadı niçin duyamadı?
Sekülerleşmiş insanlık bu çığlığı duyamazdı; Çünkü haz ve tüketime köle olmuş seküler-laik insanın, “kazanmakta olduklarından dolayı, kalplerinin üzerini pas tutmuştu.” (Kur’an-ı Kerim, 83 Mutaffifin 14). 19. asrın materyalist ve seküler-laik anlayışı, sanayileşme ile birlikte kadim kültürlere ve yerleşik tüm değerlere savaş açmış, aile, akraba ve toplumsal bağları çözerek toplumu, birey haline getirip yalnızlaştırmıştır: “Fukuyama: “Bu tür(Bireyci) toplumlar için beliren tehlike, insanların kendilerini ansızın yalnız bulmalarıdır; herkesle iletişim kurmakta, ahbaplık etmekte özgür olsalar da samimi topluluklar içindeki insanlarla bağ kurabilmeleri için gerekli olan ahlâksal taahhütlere girebilme yetenekleri yoktur...” (1). İşte 75 yaşlarında ki karı kocayı, intihara götüren bu felsefi yaklaşımdır, bu zihniyettir. Bu zihniyet, tüm sanayileşmiş ülkelerin toplumsal sermayesinde, ciddi bir çürüme meydana getirmiştir: “Fukuyama: Bireysel seçebilme özgürlüğünü artırmak için kendini, normları ve kuralları tepe taklak etmeye adamış bir toplum, giderek daha fazla kargaşaya kapılacak, parçalanacak, izole olacak, ortak amaçlarını ve görevlerini gerçekleştiremez hale gelecektir.
Teknolojik gelişmesinde “sınır yok” ilkesini benimseyen bir toplum, kişisel davranışlara ve buna bağlı olarak suç artışına, dağılan ailelere, çocuklarına karşı sorumluluklarını yerine getiremeyen ana-babalara, birbirini umursamayan komşulara, toplumsal yaşamın dışına atılmış vatandaşlara da “sınır yok” demektedir... Dürüstlük, vefakârlık, sözünü tutmak gibi erdemler artık etik değerler olarak itibar görmüyorlar; onların Dolar ölçütüyle somut değerleri var, ortak bir sona ulaşmak isteyen gruplar tarafından kullanılarak onlara yardımcı oluyorlar.” (2) Fukuyama’ya göre, bu zihniyetin sonucu, tüm sanayileşmiş ülkelerde aile çökmüş, akrabalık bağları kopmuş ve toplum tefessüh etmiştir: “İki yüzyıldır sürüp giden toplumsal bir kurum olan akrabalığın çöküşü, yirminci yüzyılın ikinci yarısında hızlandı. Evlilik ve doğumlar azaldı, boşanmalar hızla artıyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde üç çocuktan biri, İskandinavya’da ise çocukların yarısı evlilik dışı doğuyor. Sonuç olarak kurumlara olan güven, 40 yıllık derin bir çöküş sürecine girdi... Böylece yirminci yüzyıl ortalarında endüstri toplumuna egemen olan toplumsal değerlerde Büyük Çözülme’yi doğurdular...” (2) Özet olarak “Büyük çözülme”, “Büyük Savrulma” olarak adlandırılan bu dönemde insanlık, şu tehlikelerle karşı karşıya kalmıştır:
• Güven kaybı: Kişilere, kurumlara, devlete
• Beşeri ilişkilerde kopma
• Akrabalık bağlarının kaybolması
• Kadının haz metaı haline indirgenmesi
• Ailede dağılma
• Evliliğe karşı çıkma
• Nikaha karşı çıkma
• Çocuğa karşı çıkma
• Gayrı meşru çocuk sayısında patlama
• Cinsel sapkınlıkların yaygınlaşması
• Suç oranlarında patlama
• İntiharlar
• Şiddetin yaygınlaşması
• Madde bağımlılığının yaygınlaşması
• Yaşlıların huzur evlerine terk edilmesi
• Mahalle ve komşu kültürünün kalkması
• Zengin fakir ayrışmasında uçurum.
Amerikalı düşünür Baudrillard, süreci çok daha acı bir şekilde tasvir etmektedir: “Baudrillard: “New York’ta kentin topaç gibi fırıl fırıl dönmesi öylesine şiddetli, merkezkaç gücü de öylesine büyük ki, iki kişi olarak birlikte yaşamayı, bir kişinin yaşamını paylaşmayı düşünmek insanüstü bir şey. Burası, içine hayvanların cinslerini tufandan kurtarmak için ikişer ikişer bindikleri Nuh’un gemisi karşıtı bir gemi. Burada şaşılası ikinci Nuh’un gemisine herkes, erkek ya da kadın tek başına binmiş; her akşam son “parti” için hayatta kalanları bulmak o erkek ya da kadına düşüyor. Nuh tufanında cinslerini korumak için hayvanlar, gemiye eşleri ile binme basiretini, iradesini göstermişlerdir. Bugünkü dünyada oluşturulmak istenen bireysel bir toplumda; “ikinci Nuh’un gemisine” nesillerini kurtarma fedakârlığını göstermeyecek tarzda, parçalanmış aileler olarak, birey olarak binme isteği, tehlikenin büyüklüğünü ortaya koymuyor mu ” (3).
Laik- Seküler Zihniyet, Akrabalık Bağlarını Koparır Ve Nesli Helak Eder
Gelinen bu nokta, sekülerleşmiş-laikleşmiş kültür ve medeniyetlerin, kendi elleriyle kazandıklarını, tatmasından başka bir şey değildi: “İnsanların kendi ellerinin kazandığı dolayısıyla, karada ve denizde fesad ortaya çıktı. Umulur ki, dönerler diye (Allah) onlara yapmakta olduklarının bir kısmını kendilerine taddırmaktadır.” (30 Rum Süresi 41). Bu feryatları duyamamalarının sebebi, hayatı, kâinatı ve insanı yanlış algılamaları ve değerlendirmeleridir. Sahip oldukları dünya görüşü yanlıştır. Mesele bir zihniyet ve değerler meselesidir. Allah’ı hayattan dışlayan ve bütün ilişkileri, beşer aklının ürünü olarak ortaya koyan bir zihniyetin gelip toslayacağı duvar burasıdır. Ana mesele ve ana tehlike, böyle bir zihniyetin iktidar olması ve hayatı tanzim edecek gücü elinde bulundurmasıdır: “Demek, ‘iş başına gelip yönetimi ele alırsanız’ hemen yeryüzünde fesad (bozgunculuk) çıkaracak ve akrabalık bağlarınızı koparıp parçalayacaksınız, öyle mi ” “İşte bunlar; Allah onları lanetlemiş, böylece (kulaklarını) sağırlaştırmış ve basiret(göz)lerini de kör etmiştir.” (47 Muhammed 22-23) Allah’la bağlarını koparmış, basiretleri kör olmuş ve her şeyi insan aklına indirgemiş bir zihniyetin ulaşacağı doğal sonuç budur. Tarih boyu bu zihniyetin, bütün cazip, çekici söylemlerine rağmen insanlığı getirip soktuğu bataklık ortadadır: “İnsanlardan öylesi de vardır ki, dünya hayatına ilişkin sözleri senin hoşuna gider ve kalbindekine rağmen Allah’ı şahid getirir; oysa o azılı bir düşmandır.
“O, iş başına geçti mi yeryüzünde fesad çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, fesadı (bozgunculuğu ve kışkırtıcılığı) sevmez.” (2 Bakara 204-205) Bu insan unsurunun iktidar olması demek, neslin helak olması, akrabalık, komşuluk ilişkilerinin kopması ve yeryüzünün fesada uğraması demektir. Medya, internet, müzik ve film sektörü, kozmetik sanayi, turizm sektörü, moda akımları ve seküler-laik eğitim çürümeyi hızlandırıcı etki yapmaktadır. Zehir ya altın kase içerisinde ya da serumla insanlığa sunulmaktadır. Yapıp ettiklerinden dolayı, “Kalpleri katılaşmış ve şeytan onlara yapmakta olduklarını çekici (süslü) göstermiştir.”(6 Enam 43). Allah da, “İğrençliklerine iğrençlik (murdarlık) ekleyip-arttırmıştır.” (9 Tevbe 125). Boşanmanın övülmesi ve teşvik edilmesi, nikâhsız birliktelik, eşcinsellik ve evlilik, zinanın meşru kabul edilmesi, evlilik dışı çocuk edinme, evlilik öncesi cinsel beraberlik, tek ebeveynli aile, sperm bankası, taşıyıcı annelik, çocuğun külfet olarak görülmesi, geç evlenmenin teşvik edilmesi, aile hayatını yıkmakta ve nesillerin geleceğini tehlikeye atmaktadır. Bütün istatistikî, veriler ortada iken her türlü çirkinliğin ve çirkefin, medya ve internet aracılığıyla yayılmasına özgürlük adına göz yummak demek, kalplerin mühürlenmesi, gözlerin kör olması, kulakların işitmemesi ve aklın tutulması demektir (2 Bakara 7).
Dolayısıyla; “Kalbleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar gafil olanlardır.” (7 Araf 179). Seküler - Laik temelli kültür ve medeniyetler, kaçınılmaz olarak böyle bir insan unsuru inşa ederler.
Sonuç: Seküler-Laik Bir Medeniyetin Ürünü Olan Avrupa Birliği Akrabalık Bağlarını Koparmakta Ve Nesillerin Helakine Sebebiyet Vermektedir
Avrupa Birliği bir Hıristiyan birliği olmayıp Hıristiyanlığı dışlayan Laik- seküler değerler üzerine inşa edilmiş bir birlikteliktir. AB, Hıristiyanlığı, genel de bir manivela olarak, özelde de Türkiye’ye karşı da bir kalkan olarak kullanmaktadır. Özünde AB, bir Hıristiyan birliği değildir. Laik- seküler zihniyet, tüm dinlere olduğu gibi Hıristiyanlığa da savaş açmıştır. O nedenle Laik-Seküler değerler üzerine inşa edilen AB, dinlerin ortaya koyduğu temel değerlere karşı olduğu için İslam dinine de karşıdır. Türkiye’de ki halkın değerlerini ve yaşantısını İslami gördüğü için, Türkiye’nin AB’ye girme isteğini bir koz olarak kullanıp, milletimizin temel değerlerini değiştirmeye ve tahrip etmeye çalışmaktadır:
“Fransız Cumhur başkanı Jacques Chirac,2004: “ Türkiye’nin değerlerini, yaşam tarzını, kurallarını derinden değiştirmesi gerekmektedir. Bizim paylaştığımız tüm değerleri ve kuralları benimsemesi ve bunun için Türkiye’nin kayda değer çabalar göstermesi gerekmektedir.” (4) Türkiye üzerinde oynanmak istenen oyun, Lozan’da Laik- seküler değerler üzerine kurulmuş olan sistemin gücünü kullanarak, milletimizin değerlerini tahrip edip sürüleştirmek ve küresel sömürü çarkının dişlileri arasında öğütmektir. Milletimize bu amaçla medya üzerinden açılan bir savaş vardır. Bu savaşın finansmanı da, AB proje fonlarından ve Okyanus ötesinden sağlanmaktadır: “Bülent Güven, (Sosyal Demokrat Alman- Türk Forumu Başkanı, Hamburg Eyaleti Yönetim Kurulu Üyesi, Siyaset Bilimci): Kültür projeleri için ayrılan fonlar, Türkiye’de köklü bir değer değişimini amaçlıyor. Yerli dizi diye takdim edilen dizi filmlere bile fon ayırabiliyorlar. Kitaplar, dergiler yani yayınevleri ve STK’lar üzerinden yürütülen sosyal projeler ise herkesin malumu.
Bütün bunlar batılı değerlerin meşrulaştırılması için... (Yerli Diziler) Etkileme gücü çok yüksek yapımlar bunlar. Mesela en basitinden eş cinselliğin halkın nazarında normal sayılmasını sağlamak için daha iyi bir imkan aklınıza geliyor mu Dikkat ederseniz bu tür yapımlarda bir eşcinsel karaktere yer verilmişse o mutlaka iyilik abidesi bir kişilik olarak çıkar karşımıza.” (5) 20 Mart 2007’de, Bilgi Üniversitesinde ilk Eşcinsel Kulüp kurulmuş; 25 Mart 2007 ise ‘Dünya bankasından 5 bin dolarlık bir destek alarak, eşcinselliğin yaygınlaştırılarak meşru gösterilmesi faaliyetlerine başlanmıştır.’ Her yıl ayrı bir konu ele alınarak diziler ve TV programlar aracılığıyla toplumsal değerler, örfler, adetler, gelenek ve görenekler yıpratılıp gözden düşürülmeye çalışılması, bir tesadüf değildir, küresel bir projedir. Planlı, stratejili bir saldırı vardır.
Tarih boyu, sömürgeci zihniyete sahip tüm güçler, gerek küresel gerekse bölgesel bazda, aynı politikayı benimseyip uygulamışlardır. Çinlilere yenilmiş olan Türk Hakanı İşbara Han’ın Çin imparatoruna yazdığı Mektup üzerinde, başta Türkiye’yi yönetenler olmak üzere millet olarak çok daha derin düşünmemiz gerekmektedir: “Oğlumu sarayınıza gönderiyorum. Size, semavî menşe’den gelen atları her yıl takdim edecektir. Sabah akşam emrinizi bekleyeceğim. Fakat elbiselerimizin önlerini açmağa, dalgalanan saç örgülerimizi çözmeğe, dilimizi değiştirmeğe ve sizin kanunlarınızı kabul etmeğe gelince; örf ve adetlerimiz çok eski olduğu için, onları bozmağa cesaret edemedim. Bütün milletimiz de, aynı kalbe sahiptir.” (6).
Bugün, Toplumun her kesimi ve her yaş grubu hedef tahtasındadır. Savaşın odağında da ahlak, aile, akraba ve komşuluk değerlerimiz vardır: “Nasıl olabilir ki!... Eğer size karşı galip gelirlerse, size karşı ne ‘akrabalık bağlarını’, ne de ‘sözleşme hükümlerini’ gözetip-tanırlar. Sizi ağızlarıyla hoşnut kılarlar, kalbleri ise karşı koyar. Onların çoğu fıska sapanlardır.” (9 Tevbe 8) “Onlar (hiç) bir mü’mine karşı ne ‘akrabalık bağlarını’, ne de ‘sözleşme hükümlerini’ gözetip tanırlar. İşte bunlar, haddi aşmakta olanlardır.” (9 Tevbe 10) Ey İman edenler! AB konusunda vereceğiniz karar, “fıska sapanlarla”, “haddi aşanlarla”, “kalbinde hastalık olanlarla”, “münafıklarla”, Kalbı mühürlenmiş olanlarla”, “gözüne perde çekilmişlerle”, “Allah’ın kadrini hakkıyla takdir edemeyenlerle”, “Allah’ın ve Ahretin bu dünyayı tanzim etmesine karşı çıkanlarla” aynı safta olup olmama kararıdır.
Ve Kararın bedeli, ya Cennet ya da Cehennemdir.
Kaynaklar
1- Fukuyama, F., Büyük Çözülme, Sabah Yayınları, İstanbul, (1999), s: 59
2- Fukuyama, F., Age. S: 14-21.
3- Baudrillard, J., Amerika, Ayrıntı Yayınları, 1996,s. 29.
4- Zaman, 17.12.2004.
5- Kökce, H., Söyleşi, Gerçek Hayat, 15-21Ekim 2004, Sayı 2004-42(208) s: 16-17.
6 - Turan, O., Türk Cihan Hakimiyeti Mefküresi Tarihi, İstanbul 1969, c. ı, s. 89.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder