2 Haziran 2007 Cumartesi

Kadife Darbelerden Çıkan Ders: Milleti Yaşat ki Devlet Yaşasın

 (Umran Dergisi)

Türkiye’de 27 Nisan 2007 E-Muhtıra’sından bu yana yaşanan siyasal gelişmeler ile bu sürece paralel olarak yürütülen aynı amacı gerçekleştirmeye yönelik süreçler, iki-üç yıl önce Sırbistan’dan başlayarak Gürcistan, Ukrayna, Kırgızistan ve hatta Kıbrıs’ta uygulanan “kadife darbeler” serisini hatırlatıyor. Gerek amaçları, mihrakları, yöntemleri gerekse uygulama biçimleri, sembolleri, sloganları... itibariyle birbirine benzeyen “kadife darbeler”i enine-boyuna incelemenin bugün için anlamlı mesajlar içereceği düşüncesiyle, Umran’ın Mayıs 2005 tarihli 129.sayısında yer alan sayın Yıldırım Canoğlu’nun aşağıdaki analizini Umran/ek olarak yayınlamayı uygun gördük.


“Ülkemizin halkı ülkemizin şerefi, ülkemizin halkı ülkemizin gerçek zenginliğidir.” 

Ebû Hamîd el-Gazali

 

Sırbistan’da başlayıp Kırgızistan’da şimdilik son bulan, ancak devam edeceği anlaşılan, medyada ‘Kadife Devrim’ diye nitelendirilen batı destekli İşbirlikçi Sivil Post Modern Darbeler dönemi çok önemli yeni bir süreçtir. Bu süreç, bu güne kadar alışılmış darbe süreçlerine benzememekte, asker doğrudan doğruya işin içine girmemektedir. Sırbistan,Gürcistan, Ukrayna ve Kırgızistan İşbirlikçi Post Modern Darbeleri, Genişletilmiş Ortadoğu’yu Kuşatma, ABD’nin yıkılan imajını düzeltme ve ABD hakimiyetini, kan bedeli ödemeden, kurma amaçlıdır. Yeni tip işbirlikçiler kazanma ve onlarla çalışma süreci olarak bakılabilir bu sürece. Bu süreç, ABD’nin İmparatorluk hayalleri ile beraber göz önüne alınarak iyi okunmalı, analiz edilmeli, iyi yorumlanmalı ve gerekli karşı önlemler alınmalıdır. Bu çalışmada bu konu ele alınmaktadır.

Gizli Dünya Devleti

Sovyetler Birliğinin çökmesi ile biten iki kutuplu dünya dönemi, ABD’yi rakipsiz bir güç haline getirmiştir. ABD’nin patronajında başlatılmak istenen Yeni Dünya Düzeni, cazip bir slogan olmaktan öteye geçememiş, ABD patronluğu beklenen ilgiyi görmemiştir. Küresel olmasa bile yeni bölgesel güçler, Çin, Rusya, Hindistan, Japonya ve AB ön plana çıkmaya başlamıştır. ABD’nin bir arada var olma nedeni olarak görülen/ gösterilen ‘Dış Tehdit’ ortadan kalkınca, ABD’nin bünyesindeki etnik kimlikler ön plana çıkmaya ve ABD’lilik önemini kaybetmeye başlamıştır.

ABD’nin parçalanmaktan korunması, uluslararası arenada kendine meydan okuyacak bir gücün ortaya çıkmasına mani olunması, ABD halkının tüketim toplumu özelliğini muhafaza ederek ihtiyaçlarının makul ölçüler içerisinde karşılanabilmesi ve uluslararası sermayenin önündeki tüm engellerin kaldırılması, ABD’nin soğuk savaş sonrası stratejisinin dört ana belirleyicisi olmuştur.

1800’lerden beri ABD, kapitalizmin putlaştırdığı bir şirket devlettir:

“Başkan Hayes(1876): Amerikan hükümeti şirketlerin, şirketler tarafından, şirketler için yönetildiği bir hükümettir.” der.1

Başkan Woodrow Wilson, ‘Para babalarının önündeki engellerin ne pahasına olursa olsun kaldırılması’ talimatını verirken, bir şirket devletin başkanı olduğunun bilincindeydi.2

Ahlak ve adalet gibi kavramların kapitalizmde yeri yoktur. Kapitalizmin doğası, uluslararası sermayenin kârının maksimizasyonunu öngörür. Buna engel gördüğü her düşünce, her sistem ve her millet yok edilmesi gereken bir düşmandır:

“(Tüm müdahalelerde) Amaç, rakip toplumsal düzenlerin ortaya çıkmasını önlemek ve kapitalist bağımlı devlete karşı işleyebilir tüm alternatifleri ortadan kaldırmaktı... Tehlikede olan şu ya da bu Üçüncü Dünya ülkesindeki yatırımlar değil, bütün bir uluslar ötesi yatırımlar sisteminin uzun vadeli güvenliğidir. Bağımsız bir gelişme rotası izleyen hiçbir ülkenin, öteki halklar için tehlikeli bir örnek oluşturmasına izin verilmemelidir.”3

Bu uluslararası sermayenin çok öne çıkmasa da ideolojik bir kimliği vardır. Bu kimlik, Siyonizm olup bir dünya devleti kurma peşindedir. Gizli Dünya Devleti elindeki muazzam sermayeyi ve nüfuz ettiği bürokratları kullanarak ülkelerin kaderleri ile oynamaktadır. ABD bugün bu güç tarafından yönetilmektedir:

“(House Banking Commitee başkanı, kongre üyesi Wright Patman):

Amerika’da aslında iki hükümet bulunmakta... Bir usûle göre teşekkül eden hükümet var... Bir de, aslında kontrol yetkisi Anayasa tarafından kongreye verilen , mali gücü idare eden, bağımsız, kontrol edilmeyen, koordine edilmeyen Federal Reserve Sistem mevcut.”4

Dünyada vuku bulan pek çok olayın asıl failleri sahnede rol alan aktörler değildir. Onlar birer figürandır. Asıl irade perde arkasında bulunmaktadır:

 Dünyada ki asıl malı güç, birleşmemiş olan şahsı bankaların kulisi arkasında kalan, (uluslararası veya büyük bankerler diye isimlendirilen) Investment olan bankerlerin elinde bulunuyor. Bu, merkez bankalarının ajanlarından çok özel, güç sahibi ve gizli olan uluslararası işbirliği ve ulusal hakimiyeti içeren bir sistem kurdu.”4

Eski Bakanlarımızdan Kâmran İnan; “Çok uluslu şirketlerin insan satın almada ihtisasları vardır... Milletlerarası ekonomik ilişkilerin görünmeyen tarafları, görünenden çoktur.”5 derken gizli bir gücün varlığına dikkat çekmiş olmaktadır.

Bu gizli devlet, CFR, Bilderberg, Tri Lateral, Lions, Rotary gibi kuruluşlarla legal, Masonluk, Siyonizm gibi kuruluşlarla illegal olarak dünyayı yönetmeye ve ülkelerin kaderleri ile oynamaya çalışmaktadır. Bu yazıda biz ABD derken, görünen legal yapı ile görülmeyen illegal yapıyı birlikte kastetmekteyiz.

ABD İmparatorluğu İçin Genişletilmiş Ortadoğu’nun Kontrolü

ABD stratejistleri, ABD için gelecekte tehlike olabilecek güçleri iki farklı boyutu/ekseni gözönüne alarak tespit etmektedirler. Eksenlerden biri, askeri-ekonomik; diğeri ise değerler sistemidir. Askeri-ekonomik olarak AB, Çin, Rusya, Hindistan, Japonya; değer sistemi olarak da İslam muhtemel güç olarak düşünülmüştür.6

ABD’nin soğuk savaş sonrası stratejisinin nirengi noktası, gelecekte kendisine rakip olabilecek tüm güçleri şimdiden tasfiye edebilmek için gereken önlemleri almaktır:

Stratejimiz şimdi, gelecekte potansiyel bir küresel rakibin ortaya çıkışına meydan vermeyecek şekilde yeniden ayarlanmalıdır.”7

Bu sonucun elde edilebilmesi için hazırlanan ‘Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi’ (PNAC), ‘Merkez Bölge’ diye tanımlanan (Genişletilmiş Ortadoğu, Büyük Ortadoğu) bir bölgenin kontrolünü hedefler,8

Genişletilmiş Ortadoğunun enerji kaynaklarına ve onun ulaşım yollarına hakim olmakla ABD, rakiplerinin nefes boruları üzerine kontrolü kendisinde olan birer vana yerleştirmiş olacaktır:

Irak’ta Mac Arhur tarzı bir askeri yönetim kuracağız ve petrol kaynaklarını ele geçireceğiz. Askeri yönetim, Suudi Arabistan dahil, petrol üreten Arap ülkeleri üzerinde ki denetimimizi garanti altına alacak. Suudi Arabistan ve Irak gibi iki büyük petrol kaynağını ele geçirip bu iki bölgede İslâmcı grupları yok ettikten sonra Amerika’nın dünya ekonomisini ele geçirmesi için çok önemli bir güç kazanacağız.”9

İki Farklı Güç

11 Eylül sonrasında ABD’nin izlediği politikalar, dünyaya karşı takındığı tavır, ABD’ne Dünya Kamuoyunu kaybettirmiştir. Kamuoyunun kafasında gıpta edilen, sevilen, saygı duyulan ABD yerle bir olmuş; bunun yerine, korkulan, nefret edilen tehlikeli görülen, yalancı, ilkesiz, çifte standartçı, iki yüzlü, barış ve insanlık düşmanı bir ABD gelmiştir. Artık ABD, dünya kamuoyu nezdinde dünya barışı için en tehlikeli iki ülkeden (İsrail, ABD) biridir. 11 Eylül’de dünya kamuoyuna karşı söylenen yalanla yapılan en büyük yanıltma, aldatma faaliyetinin sonucunda gerçekte yıkılan, ikiz kuleler değildi; yıkılan ABD rüyası, ABD imajı, ABD imparatorluğu, ABD güvenilirliği idi.

Nobel ödüllü İranlı avukat Şirin Ebadi’nin Ebu Gureyp’teki olaylar üzerine söyledikleri, ABD’ye hayran olanların psikolojisinin dışavurumundan başka bir şey değildir:

 “Amerika bir zamanlar her yerde insan hakları konusunda ölçüt olarak alınırdı; ama şimdi, Iraktan gelen resimleri gördüğümde, kendi kendime ne oldu o Amerikan uygarlığına diye sordum.10

Bu gerçeği gören Brzezinski, Amerikalıları kendileri ile yüzleşmeye çağırmaktadır: “Amerikalılar, kitle kültürümüzün dünya çapındaki, kültürel kutuplaşmayı hızlandırdığı gerçeği ile yüzleşmek zorundadır... Ulusal tarihimizde dünya kamuoyu, ABD’ye hiç bu kadar düşman olmamıştı.”10

ABD yönetimi, dünyada girdiği bu yalnızlığın farkına varmış olmalı ki, Dünyada ki medyada nasıl algılandıklarını anlayabilmek için Doksan milyon dolarlık bir bütçeyi araştırma için ayırmıştır.11

ABD politikalarında güç kullanımı konusunda çekişen iki farklı yaklaşım vardır: ‘Sert Güç(Hard Power)’, ‘Yumuşak Güç(Soft Power)’.

Yumuşak Güç’ kavramı, ilk kez Joseph S. Nye tarafından 1990 yılında çıkan ‘Öncülüğe Mecbur: Amerikan Gücünün Değişen Doğası’ (“Bound to Lead: The Changing Nature of American Power”) adlı kitabında ortaya atılmıştır. Nye’ye göre Yumuşak Güç;

“Başkalarına cazip gelerek ve onları ikna ederek hedeflerinizi benimsemelerini sağlayarak istediğinizi elde etme hüneridir... Yumuşak güç, zorlama ve baskı değil işbirliği ve iknadır. Özü bir takım değerlerde bulunur. Mesela demokrasi ve insan hakları, bir ülkenin kültürünün, politik ideallerinin politikalarının cazibesiyle oluşur... Yumuşak güç kimin kazandığına değil kimin hikayesinin kazandığına ilişkindir.. Enformasyon çağında siyaset, sonunda kimin öyküsünün galip geleceği meselesidir.” 10

Nye’ye göre ‘Sert Güç’ ise: “Başkalarının sizin isteklerinize uymasını sağlayacak biçimde, askeri ve ekonomik imkanın havuç ve sopasını kullanma kabiliyetidir”.10

Giyim tarzı, düşünme tarzı ,eğlence, film, tiyatro, müzik, ibadet ve değerler yumuşak gücün silahlarıdır. Bu silahlar, İnsanların kalplerine, gönüllerine ve nefislerine yönelmişlerdir. Che Guevera’nın arkadaşlarından Regis Debray:

“Blue-Jeanların ve rock’n roll’un gücü, tüm bir kızıl ordunun gücünden fazla” demekle yumuşak gücün etkinliğine dikkat çekmiştir.11

Avrupa’nın göbeğindeki Berlin Duvarı; tek bir mermi atılmadan, hiçbir silah kullanılmadan yerle bir edilmiştir:

“(Michael Eisner, 1995) “Berlin duvarı Batının silahları tarafından değil, Batının fikirleri tarafından yıkılmıştır. Peki bu fikirleri taşıyan sistem nedir? Bu konuda Amerikan eğlence sektörünün açık arayla başı çektiği kabul edilmelidir. En iyi ve en kötü filmlerimizde, TV gösterilerimizde, kitaplarımızda ve kasetlerimizde, bir bireysel özgürlük duygusu ve ancak hürriyetle gelebilecek bir yaşam tarzı içkindir. Bu özellik, Steven Spielberg’in filmlerinde de , Madonna’nın şarkılarında da, Bill Cosby’nin mizahında da bulunmaktadır”... “Eğlence endüstrisinin, tarihin yönünü tayin etmede oynadığı rolle ne kadar övünsek azdır.”10

“Medya eleştirmeni Todd Gitlin: Amerikan kitle medyası küresel bir çekim yaratıyor çünkü mutluluğun devamlı olmadığı bir eğlence kültürünü yansıtıyor.”10

Gerçekten de Batı eğlence endüstrisi, başta gençlik olmak üzere tüm insanları kendisine çekmekte başarılı bir cazibe merkezidir. Başlangıçta gençleri mutlu ediyor gözüküyor; ancak nihayetinde uyuşturuyor, yalnızlaştırıyor, kendisine, toplumuna ve ülkesine karşı yabancılaştırıp sürüleştiriyor, eşyalaştırıyor.

Uluslararası İlişkiler Uzmanı Fuat Köymen, Antonio Gramsci’ye atıfta bulunarak üç kavram (‘yumuşak güç’, ‘hegemonya’, ‘lider’) arasındaki ilişkiyi şöyle açıklamaktadır:

Yumuşak güç uluslararası ilişkilerde daha çok liderlik ve hegemonya kavramları ile birlikte kullanılıyor. Dünyada lider temelinde bir düzen kurulduğu zaman, liderin bu düzeni ne şekilde ve hangi mekanizmalarla kuracağı üzerine geliştirilen bir kavram. Lider, sistemdeki düzeni kurarken iki türlü mekanizmaya sahip. Bunlardan bir tanesi baskıya ve güce dayanan mekanizmalar ki, uluslar arası ilişkilerde daha çok askeri güçle düşünülen bir şey. İkincisi de daha çok ideolojik. Kültürel mekanizmalarla düzeni kurarken, düzeni oluşturan diğer aktörlerden rıza almak temelinde oluşturulan mekanizma... Sistemin lideri düzeni kurarken kendi kullanmış olduğu dilin diğer aktörlerin diline tekabül etmesi lazım. O yüzden de hegemonya, güç artı rıza olarak tanımlanıyor... Rıza temelinde hareket etmeyen yanı kendi diliyle düzenin diğer aktörleri arasında bir tekabüliyet kurmayan bir liderlik anlayışı zaten hegemonik olamıyor. Sadece baskıcı ve güç temelli olabiliyor. O yüzden de hegemonyanın oluşturucu temel referansı, rızanın oluşturulması yani liderin kendi çıkarlarına dönük dili sanki düzenin çıkarınaymış gibi lanse etmesi ve düzeni oluşturan diğer aktörlerin bunu kabul etmeleri gerekiyor”12

Johu Arquilla ve David Ronfeldt, 1992 yılında, ABD’nin Yumuşak Güç kullanımı ile ilgili iki aşamalı bir politika önermişlerdir:

“İlk aşamada Amerika’nın evrensel değerlerinin büyüleyiciliğine kapılabilecek bir ruh hali yaratmak. Daha sonra bu değerler üstünden Amerikan ideolojilerinin benimsenmesine uygun bir ortam oluşturmak.”13

Yumuşak Güç Kullanımı: Kadife Darbeler

ABD tarihi süreç içerisinde, bir dünya devleti kurabilme stratejisine bağlı kalarak değişik ülkelerde, değişik zamanlarda, değişik darbe yöntemleri geliştirmiştir. Bunları dört grupta sınıflandırabiliriz:

          Birinci Nesil Darbeler: Fiili Askeri İşgal: Afganistan, Irak, Panama örnekleri.

          İkinci Nesil Darbeler: ABD onaylı askeri cunta darbeleri. Türkiye’de 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül bu tür darbelerdir.

          Üçüncü Nesil Darbeler(Postmodern Darbe): Askerlerin öncülüğünde sivil toplum kuruluşlarının muhalefeti ile hükümetin devrilmesi. Türkiye’deki 28 Şubat bunun en güzel örneğidir.

          Dördüncü Nesil Darbeler(Postmodern Kadife Darbeler): ABD işbirlikçisi STK’lar ile darbe; Sırbistan, Gürcistan, Ukrayna, Kırgızistan örnekleri.

Dördüncü Nesil Darbe, o ülkenin yerli görüntülü sivil toplum örgütlerinin önderliğinde kitle hareketi ile yönetimleri devirme sanatı olarak tanımlanabilir.

Kullanılan Yöntem

Burada, yerli işbirlikçiler aracılığıyla ülkeleri içerden ele geçirmek ana yaklaşım tarzıdır. Baskın olan yumuşak güç kullanımıdır. ABD’nin başlattığı bu süreçte ülkeler, içerden karıştırılmakta, etnik ve mezhebi tüm ayrılıklar tahrik edilmekte ve tüm gayrı memnunlar iktidar karşıtı bir safta birleştirilmektedir. Finansman ve medya desteği ABD’nin STK’larınca karşılanmaktadır. Bu yeni dönemin Truva atı: Demokrasi, İnsan hakları, özgürlüklerdir. ABD bu atla ülkelerin içine girmek istemektedir.

Dördüncü Nesil Darbelerin teorik alt yapısı, Avusturyalı düşünür Karl Popper’in ‘Açık Toplum ve Düşmanları’ adlı kitabına dayanmaktadır:

“Totaliterler zorunlu, hatta kaçınılmaz olarak baskıya şiddete başvuruyorlar. Bu totaliter rejimlerin karşısına konabilecek bir seçenek var. Gerçeğin kimsenin tekelinde olmadığı bir seçenek. Farklı bireylerin değişik görüşleri taşıdığı, bu farklılıkların, bu çeşitliliğin barış içerisinde bir arada yaşamasını sağlayacak kurumların gerektiği bir seçenek. Yurttaşların haklarını o kurumlar koruyacak, ifade ve tercih özgürlüğünü yine o kurumlar güvence altına alacak. Bu toplumsal örgütlenmeye bir ad koymak gerekirse, Açık Toplum diyebiliriz.”14

Kadife Darbelerin Finansorü ABD’li spekülatör Soros’un vakfının isminin, Popper’den mülhem, ‘Açık Toplum’(Open Society) olmasına dikkat edilmelidir. Soros vakfını bu amaçla kurduğunu saklamıyor. Kadife darbelerde uygulanan yöntemin temel felsefesi ise, siyaset bilimci Gene Sharp’a aittir. ‘Şiddet İçermeyen Hareketin Politikası’ (‘The Politics of Nonviolent Action’) ve ‘Diktatörlükten Demokrasiye (‘From Dictatorship to Democracy’) adlı kitaplarında uygulanan yöntemi anlatır(14). G.Sharp’a göre:

“İktidar monolitiktir. Diktatörün kredisi azaldıkça ona itaatsızlık edecek olan bürokratların ve güvenlik güçlerinin sayısı da artar. Bu kitle kritik bir seviyeye ulaştığında ise diktatör iktidarı kaybeder. Muhalif güçler, işte bu anlayışa uygun nitelikte bir program uygulamalıdırlar.”14

G.Sarp, kitaplarında, ‘sivil itaatsizlik ve uluslararası baskının’ diktatörlüklerin ‘aşil topuğu’ olduğunu ileri sürüyor ve bu amaçla 189 farklı eylem metodu öneriyor.14

Gene Sarp’ın uygulamayı önerdiği yöntem şöyle özetlenebilir:14

          1. Nokta: Örgüt: Öncelikle tek kelimelik vurucu bir örgüt ismi ile gençler ve öğrenciler arasında örgütlenme.

          2. Nokta: Slogan: Basit ve etkileyici bir slogan oluşturma ve yayma.

          3. Nokta: Medya: Ulusal ve uluslararası medya desteği.

          4. Nokta: Finansman: Uluslararası vakıf ve sivil toplum örgütlerinin parasal desteği.

          5. Nokta: Seçimlere Hazırlık: Seçimler halkın sokağa dökülmesi için en uygun dönemlerdir. Bunu için alt yapı çalışması yapmak.

-           Seçimlerden altı ay kadar önce seçimlere hile karıştırılacağı şüphelerini yayarak seçimlere gölge düşürmek.

-           Seçim sonuçları ne olursa olsun seçimlerin adil yapılmadığı ve seçimlere hile karıştırıldığı iddiasını gündeme getirmek.

-           Seçimlere gözlemci olarak gelen batılı uluslararası teşkilat temsilcilerinin bu iddiayı destekleyerek sorunun uluslararası arenaya taşınmasını sağlamak.

          6. Nokta: Gerilim Artırma:

-           Ekonomik manipülasyon yaparak bunalımı körüklemek.

-           Etnik ve mezhepsel farklılıkları kaşımak.

          7. Nokta: Gayri Memnunları Toparlama:

-           Kitlelerin takip edebileceği tanınan insanları lider olarak öne çıkarma. Eski yönetimden dışlanmış popüler isimler uygun olabilir.

-           Yönetime karşı olan tüm gayri memnunları bir çatı altında toplama.

          8. Nokta: Asker ve güvenlik güçlerini kazanma ya da tarafsızlaştırma:  Yönetimin yanında yer almamasını, en azından olaylara müdahale etmemesini, tarafsız kalmasını ve fakat muhalefeti de açık bir şekilde destekleyerek askeri darbe görüntüsü de verilmemesini sağlamak. Böylelikle kitlelerin daha cesur davranması sağlanıyor, katılım artıyor.15

          9.Nokta: Sokak Hakimiyeti: Taraftarları sürekli olarak sokakta tutarak yönetimin otoritesini ve iradesini kırmak. Bu gelişme yönetimi yalnızlığa iter, kendisine bağlı güçlerin itaatsizlik oranında ‘kritik düzeyin aşılmasını’ sağlar ve muhalefetin halk desteğini hızla artırır.

          10. Nokta: Sonuç: Yönetimin(diktatörün) şiddet uygulanmadan kansız bir şekilde yıkılışı.

Kadife darbelerin başarılı olmalarının nedenlerini ortaya çıkarabilmek için iyi bir analiz yapılması ve olaya etki eden tüm parametrelerin göz önüne alınması gerekir. Olayları iç ve dış dinamikler kapsamında iki boyutlu bir uzayda ele alabiliriz (Bunların ayrıntılı incelenmesine burada yer verme imkanı yoktur):

İç Dinamikler

Kadife Darbe sürecine etki eden, onu kolaylaştıran ve hatta hızlandıran iç parametreleri aşağıdaki başlıklar altında toplayabiliriz:

•          ‘Siyasal Kültür ve Yapılar’

          Ekonomik Yapı

          Toplumsal Yapı

          İktidarın Durumu

          Muhalefetin Durumu

          Kitle İletişim Araçlarının Durumu

Dış Dinamikler

Bu darbelerde etkili olan dış parametreleri aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

•          Ülkenin Stratejik Durumu

          Diş güçlerin Tutumu

          Kitle iletişim Araçlarının Tutumu

Kadife Darbelerin ortak noktalarını aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

1-Darbeyi sembolleştirecek ve isim babası olacak çiçekler, renkler ve giysiler  seçilmiştir. İsimlendirmeler buna uygun yapılmıştır: Gürcistan Kırmızı- Gül Devrimi, Ukrayna Turuncu-Kestane Devrimi, Kırgızistan Sarı-Lale devrimi.14,15

Kitlelerin elbiseleri buna göre şekillendirilmiştir ve ellerinde çiçekler bulunmaktadır.

2-Üniversite gençliği öncü rolünü oynamıştır. Gençler, rock konserleri, eğlencelerle protestocuların safına çekilmiştir. Batılılar gibi yaşamak isteyen gençler örgütlendirilmiştir.16 Sovyet zulmünden yeni çıkmış, sağlam değerleri olmayan, ekonomileri bozuk ve yönetim tarafından baskı altında tutulmuş bu ülke insanlarının medya kitle kültürü ile batıya hayran hale getirilmesi pek zor olmamıştır. Bunun sonucunda Batı ile işbirliğinde anormal bir şey görmemişlerdir.

Kıbrıs gençliğinde benzer psikolojinin meydanlara yansıdığını hep beraber gördük. Genç partinin %7.5’lik bir oy potansiyeline ulaşmış olmasında medya kitle kültürünün etkisi olduğu unutulmamalıdır.

3- Tek isimli bir gençlik örgütü popüler hale getirilip örgütlenme onun etrafında gerçekleştirilmiştir: Sırbıstan’da Otpor(Direniş), Gürcistan’da Kmara(Yeter), Ukrayna’da Pora(Zamanı Geldi), Kırgızistan’da Birge(Birlikte).

Ukrayna’da Znayu, 100 sivil toplum örgütünü bünyesinde barındıran bir çatı örgüt olmuştur. 30 bin kişilik bir öğrenci potansiyeline ulaşmıştır. Kırgızistan’da çatı örgüt olarak Kel Kel, 170 sivil toplum örgütünü bünyesine almıştır.14-16

4- İçerde ve dışarıda medya desteği sağlanmıştır: Sırbistan’da B-92 Radyosu, Gürcistan’da Rustavi-2 televizyonu, Ukrayna’da Kanal 5 televizyonu, Kırgızistan’da Res Publica ve MSN Gazeteleri, ayrıca Bişkek’teki ABD dışişleri bakanlığının basımevi 60 değişik yayını basarak destek vermiştir.14

5- Tümünün finansmanı yabancı vakıf ve sivil toplum örgütleri tarafından karşılanmıştır. Sırbistan’da Soros vakıfları; Gürcistan’da Soros Vakfı, Freedom House Uluslararası Demokrasi Enstitüsü; Ukrayna’da Soros’un Açık Toplum Vakfı, Freedom House, Amerikan Cumhuriyetçi Partiye Yakın IRI, Amerikan Demokrat Partiye yakın NDI sivil toplum kuruluşları, ABD-Ukrayna Vakfı; Kırgızistan’da USAID, Freedom House, National Democratic Institüte(NDI), İnternational Republician İnstitute(IRI), Open Society İnstitute(OSI=Soros’un Açık Toplum Enstitüsü).

Kel Kel’in bütçesi 110 bin dolar olup NDI tarafından sağlanmıştır. Kel Kel içerisindeki ‘Yolsuzluğa karşı Sivil Toplum Kuruluşu’na NED (Ulusal Demokrasi Fonu) tarafından 25 bin dolar yardım yapılmıştır, Sakaşvili ve yeni yönetimin maaşları uzun zaman Soros vakfı ve BM tarafından ödenmiştir.14,15

6- ABD elçilikleri olaylara destek verip yönlendirme yapmışlardır. Sırbistan’da Belgrat ABD büyükelçisi Richard Miles, Gürcistan’da Tiflis ABD büyükelçisi Richard Miles, Ukrayna’da Kiev büyükelçisi John Herbst, Kırgızıstan’da Bişkek ABD büyükelçisi Steven Young.

Steven Young, 2004 yılında, “Eğer Kırgızistan’da iktidar barışçı yollarla el değiştirirse, bu durum bütün komşu Orta Asya devletlerinin vatandaşlarını umutlandıracaktır.”14 diyerek olayları tahrik etmiştir. Keza darbeden bir hafta önce internette yayınladığı raporla darbenin planını Kırgızistan halkına sunarak yönlendirme yapmıştır. Muhalefetin eylemlerini desteklediğini kamuoyuna duyurmuştur.14

7- Eylemi götüren örgütlerin eğitimleri, yabancı vakıflar tarafından finanse edilip Sırbistan üzerinden gerçekleştirilmiştir. Sırbistan’daki örgütler, diğer ülke gençlik örgütlerini eğitmede kullanılmıştır. Hatta Sırbistan gençliği, diğer ülkelerdeki eylemlere bizzat iştirak etmiştir. (Gürcistan)Skaşvili ve arkadaşları Soros vakfı tarafından Belgrat’a götürülerek eğitilmişlerdir. Sırbistan’daki Otpor Örgütü (kitleleri kazanma ve yönlendirme konusunda) Pora(Ukrayna) üyelerini eğitmiştir. Znayu tüm il ve ilçelerde seçmenlere seçimle ve adaylarla ilgili eğitim vermiştir.15,16

Moldova, Belarus, Rusya ve orta Asya ülkelerinden gelen gençler, eğitime tabi tutulmuştur.15

8- Muhalefet liderlerinin tümü daha önce yönetimde bulunup bir şekilde dışlanmış olan kimselerdir. Batıda eğitim almış ve batı eğilimlidirler. Bu ülkelerde gençliğin yanı sıra kadınların önemli rolü olmuş, kadın liderler kitleleri sürüklemiştir.

Bayan liderler: Gürcistan’da Nino Burcanadze, Ukrayna’da Yulya Timaşenko, Kırgizistan’da: Roza Otunbayeva.16

9- Ülkelerin hepsinde etnik ve mezhepsel huzursuzluklar kaşınmıştır:14,16 Gurcistan’da; Acara, Osetya, Abhazya, Javakheti, Ukrayna’da; Doğu-Batı, Rus-Ukraynalı, Rusça konuşan Ukraynalılar, Kırgızıstan’da Özbek-Kırgız.

10-Düğmeye seçimlerle birlikte basılmıştır. Sırbistan(2000), Gürcistan(2003), Ukrayna(2004), Kırgızistan’da(2005). Ancak bu ülkelerin tümünde seçimlerden yaklaşık 6 ay kadar önce seçimlerin adil olması ve hile yapılmaması için kampanya açılarak farklı örgütler arasında dayanışma sağlanmıştır. Bu arada kamuoyu hile konusunda şartlandırılarak bir şuur altı oluşturulmuştur. Seçimlerden önce yapılan anketlerle muhalefetin iktidardan daha ilerde olduğu kanısı yerleştirilmiştir. Seçimlerden sonra da hile var diyerek kampanya başlatılmıştır.14, 16

Yabancı vakıflar, medya ve siyasiler işin içerisine girmiş, AGİT ve diğer gözlemci kuruluşlar aracılığıyla seçim sonuçları, uluslararası camiaya taşınıp mevcut yönetim baskı altına alınıp yalnızlaştırılmıştır.

Ukrayna seçimleri ile ilgili olarak ABD Başkanı Bush ve AB Dışişleri sorumlusu

Javier Solana; ‘Seçim sonuçlarını kabul etmediklerini’ ilan etmişlerdir.14, 16

Ukrayna darbesinden sonra George Soros: “Orta Asya ülkeleri de Ukrayna ve Gürcistan örneklerini izleyerek değişmelidirler.” demiş olması, ABD şirket devletinin olaylara ne derece müdahil olduğunun bir göstergesidir.14

AB Dış Politika Temsilcisi Javier Solana, Brüksel’de yayınladığı bildirisinde: “Kırgızistan’daki olayları yakından takip ediyoruz. Parlamento seçimlerinin uluslararası normlara uymaması ve halkı tatmin etmemesi konusunda endişeliyiz. Bu durum ülkede gerilim yaşanmasına neden oluyor”14 demekle istenen desteği sağlamıştır.

11-Bu ülkelerin hepsinde yolsuzluk, yoksulluk, işsizlik, yandaşlık ve adaletsizlik en hakim unsur olmuştur. Değer sistemlerinde ciddi bir erozyon vardır. Millet olma bilincinde ciddi kırılmalar mevcuttur. Batının medya kitle kültürü, büyük bir batı hayranlığı oluşturmuş ve batılı gibi yaşayabilmek için para etkin bir unsur olarak öne çıkmıştır.

Sonuç: Kadife Darbelerden Alınması Gereken Dersler

Genişletilmiş Ortadoğu(GO) kapsamına giren ülkelerde, önümüzdeki dönemde yapılacak seçimlerde benzer hareket tarzını beklemek yanlış bir değerlendirme olmaz. Şimdiden medya aracılığıyla ‘sırada kim var’, ‘sıradaki’ kampanyası başlatılmış bile. Dört ülkedeki darbelerin başarıyla sonuçlanmasının oluşturduğu psikoloji, hedef ülkeleri çok ciddi bir şekilde etkileyecektir. ABD’nin yumuşak güç kullanmaya dayalı bu taktik hareketi için hedef seçilen ülkeler; Sovyetlerden kopmuş, Rus/Çin baskısından kurtulamamış, ekonomisi bozuk, baskı, yolsuzluk, yoksulluk, yandaşlık ve adaletsizliğin baskın olduğu ülkelerdir. Genişletilmiş Ortadoğu’nun sınır/çevre ülkeleridir. ABD, sert güç kullanarak Afganistan ve Irak’ı işgal ederek GO’nun merkezine yerleşmiştir. Şimdi de kadife darbelerle ya da yumuşak güç kullanarak GO’yu çevreden kuşatmaktadır.

Önemli olan bir nokta da; dünya kamuoyunun dikkatini Suriye, İran ve Filistin üzerine çekecek çıkışlar yapıp rakiplerine daha kuzeyde darbe vurmasıdır. Stratejistlerin ‘Dolaylı Tutum’ dedikleri bir stratejiyi uyguladığı görülmektedir. Bu nedenle Geniş Ortadoğu kapsamına giren her ülke hedeftir ve en büyük hedef de Türkiye’dir.

Geniş Ortadoğu’nun neredeyse tamamı, Türkiye’nin güvenlik alanıdır. Türkiye’nin güvenliği, Bosna’dan Çin Seddine; Kırım’dan Güney Afrika-Endonezya eksenine kadar olan geniş bir alanla ilgilidir. Türkiye’nin güvenlik alanını, Misak-ı Milli içerisine hapsederseniz içeri kapanır, sonra da Irak’taki gibi olaylar vuku bulduğunda eliniz kolunuz bağlı kalırsınız. Bu geniş coğrafyaya dönük daha ufuklu, daha kuşatıcı politikaları zamanında geliştirmezseniz, bu coğrafyayı kuşatacak bir üst kimlik inşa edemezseniz, kriz zamanlarında seyretmekle yetinirsiniz. Türki cumhuriyetler ve İslam ülkeleri, ABD, Rusya, Çin, Hindistan ve AB’den daha çok bizi ilgilendiren bölgeler değil midir? Herhalde bunun sorumlusu, bu ülkeyi yıllardır yönetenlerden başkası değildir.

Kadife darbelerin yapıldığı ülkelerin ortak bir özeliği de, komünizmden sonraki dönemde ciddi ve tutarlı bir değer sistemi inşa edememiş olmalarıdır. Erozyona uğramış değer sistemleri, Batının medya kitle kültürü aracılığıyla neredeyse tasfiye edilmiş, yerine batının eşyalaştırıcı ve sürüleştirici eğlence kültürü yerleştirilmiştir. Hedef olarak da gençlik seçilmiştir. Kadife darbeler, böyle bir değer erozyonunun sonunda gelmiştir. AB’nin Kıbrıs’ta benzer bir operasyonu yaptığını, ‘Evet’ kampanyasını gençlerin öncülüğünde başarıyla götürdüğünü unutmamalıyız. Bu gelişme karşısında Denktaş’ların feryatları hiçbir anlam ifade etmemiştir. Çünkü 30 yıl iktidarda olup da gençliğini, toplumsal değerleri göz önüne almadan batılı değerlere göre yetiştirenlerin, bu gün şikayet etmeye hakları yoktur.

Genelkurmay Başkanı’nın medya eğlence kültürünün tahribatına dikkat

çekmesi çok önemlidir. Çünkü askeri bürokrasi hatırlayabildiğimiz kadarı ile ilk defa böyle bir tehlikenin varlığından şikayet etmektedir. Bu faaliyetleri, “düşman güçlerin ‘beşinci kol faaliyeti olarak” değerlendirmesi, Kadife Darbelerle bu faaliyetler arasında ilişki kurulduğu manasına gelmektedir. Yapılan, bir malumun asker diliyle ilanıdır. Çözüm önerilmemektedir. 100 yıllık batılılaşma hareketi sürecinde bu ülkede dini ve milli ne varsa tasfiye edilmek istenmiştir. Bu hareketin sonucunda milli ne varsa neredeyse tasfiye edilmiş; Din ise kendi asli kaynaklarının var olması nedeniyle varlığını devam ettirebilmiştir. Toplumsal bunalım ve Batılı medya kitle kültürünün istilasının yoğunlaştığı dönemlerde insanlar, Din’i koruyucu bir kalkan olarak görüp altına sığınmışlardır. Türkiye’de Din’in halk kitleleri indinde yaygınlaşması batının eğlence kültürüne bir tepki ve bir karşı duruşun ifadesidir. İslam’ın, inkarcılığa, yabancılaşmaya, sürüleştirmeye ve eşyalaştırmaya dayalı bu şeytanî güce karşı çıkması kaçınılmazdı.

Genelkurmay Başkanı dini bireysel bir olgu olarak tanımlamaktadır.17 İslam dini bireysellik dini değildir. Bireyi, toplumu ve nesilleri yaşamla birlikte bir bütün olarak ele alır. Bireyin vicdanına veya mabetlere hapsedilmiş bir din İslam değildir. İslam’ın hiçbir kaynağında böyle bir ilke, böyle bir tanımlama bulmak mümkün değildir. Bu tür tanımlamalara, yorumlamalara girip Müslümanları rencide etmenin kime ne fayda sağladığı iyi düşünülmelidir. İslam, bu ülkenin hatta Genişletilmiş Ortadoğu’nun çimentosudur. Türkiye’deki sivil ve askeri bürokrasinin ve aydınların bu gerçeği görmelerinde fayda vardır.

Türkiye’de herkes şunu kendine sormalıdır: Hangi üst kimlikle ve hangi değerlerle bölünmekten ve batının istilasından kurtulabiliriz? Evet bu soruya bu ülkeyi seven herkes gerçekçi bir şekilde cevap aramalıdır. Hakaret ve sopa göstererek çözüm arama devri kapanmalıdır.

Türkiye’de Türk-Kürt, Alevi-Sünni ve laik-anti laik olmak üzere üç önemli fay hattı vardır. ABD ve AB, bu fay hatlarını anında harekete geçirebilecek bir gerilimde tutulmasını istemektedirler. Türkiye’de uzun zamandır, Türk-Kürt, Alevi-Sünni ve laik-anti laik çatışması için gerekli alt yapı çalışmaları ABD ve AB tarafından yapılmaktadır. Farklılıklar tezada dönüştürülmeye çalışılmaktadır.

Son Bayrak ve İstiklal Marşı operasyonları ile Türk-Kürt fay hattı harekete geçirilmek istenmiştir. Tarafların basiretli davranması ile şu an için fay hattı tetiklenememiştir. Ancak bu, bundan vazgeçildiği anlamına gelmemelidir. Bu konuda düşmana fırsat verecek tutum ve uygulamalardan kaçınılmalıdır. Aynı toprakları yıllarca paylaşmış ve savunmuş, şehitlerinin kanları birbirine karışmış bu iki aslı unsur arasındaki kavga nedeni olabilecek tüm konular çözüme kavuşturulmalıdır.

Son 2,3 aydır ABD ve AB medyasında Türkiye aleyhtarı yayınlar yapılmaktadır. Özellikle şimdiye kadar baş tacı yaptıkları AKP hükümeti ağır bir şekilde eleştirilmektedir. Şimdiye kadar Laiklik uygulamasını ve Kemalizm’i eleştirenlerin, birden bire Laikliğin ve Kemalizm’in tehlikede olduğuna dair yayın yapmaya başlamaları dikkat çekicidir. Kime ve ne için mesaj gönderilmektedir? Türkiye’deki sistemin ne olduğunu çok iyi bilmiş olmalarına rağmen ısrarla ‘Ilımlı İslam Cumhuriyeti’ nitelemesinde bulunmaları, RAND vakfının yayınladığı rapor çerçevesinde, Türkiye’deki 3. fay hattı (laik-anti laik) üzerindeki gerilimi artırarak daha fazla taviz koparmak için olamaz mı? Genelkurmay Başkanının yaptığı konuşma, bu boyutu ile ABD’nin tuzağına düşüldüğü anlamına gelmektedir. Müslümanları mürteci gibi gösterme, ülkeyi İslam ülkesi olarak görmeme, Din’i vicdanlara hapsetme gibi söylemler,17 bu ülkenin yararına değil zararınadır. Ne İslam bir irtica hareketidir; ne de Müslümanlar mürtecidir.

Yıllardır bu ülkede din ve dindar baskı altında tutulmuş ve horlanmıştır. Gayri memnunlarını artıran bir ülkenin iç barışı sağlaması mümkün değildir. Halkı dış manipülasyonlara açık hale getirmemek, ülkeyi yönetenlerin dikkat etmesi gereken çok önemli bir yönetme ilkesidir. Osmanlı İmparatorluğunun hatta bütün imparatorlukların dağılmasında en temel parametrenin adaletsizlik ve zulüm olduğu hiçbir zaman göz ardı edilmemelidir.

ABD’nin başlatıp devam ettireceği anlaşılan Kadife Darbelerin tümünün dayanak kitlesinin, o ülkenin gayri memnunları olduğu unutulmamalıdır. Bu ülkede yeteri kadar gayri memnun vardır. Bunları artırmak veya memnuniyetsizlik düzeyini derinleştirmek stratejik bir bakış olmasa gerek.

Diğer taraftan medya kültürünün yaptığı değer erozyonu ile İslam’ın aynı kategoride mütalaa edilmesi, hata olmuştur. Medya, Batının kitle kültürünün yayılmasına hizmet emekle; Batının yumuşak güç (Genelkurmay Başkanı Beşinci Kol faaliyeti diyor.) kullanması için gerekli alt yapıyı hazırlamış olmaktadır. Türkiye’de, Batının bu yumuşak gücüne karşı çıkarılabilecek İslam’dan başka bir güç var mıdır? Eğer mevcut sistemin değerleri, bu çürümeye karşı durabilseydi; Denktaş’ların ve Genelkurmay Başkanının şikayet ettiği bir gençlik, ne Kıbrıs’ta ne de Türkiye’de meydana gelmemeliydi. Tüm dünyayı saran inanç boşluğunun meydana getirdiği depremden Türkiye’nin gerektiğince payını almamasının en temel güvencesi İslam’dır. Ecevit hükümeti zamanındaki ekonomik krizde insanların, Latin Amerika ülkelerinde olduğu gibi birbirinin boğazını kesmemelerini ve etrafı yağmalamamalarını İslam’a borçluyuz. Devletin İslam devleti olmadığı doğrudur. Ancak halkının ‘%99’u Müslüman olan’ bir ülkenin İslam ülkesi olmadığı ilk defa ifade edilmektedir.17 Bunun ülke halkını derinden yaralayacağı ve bir güven bunalımı meydana getireceği düşünülmeliydi.

Tüm dünyada İslam’a savaş açmış, haçlı seferlerini başlatmış bir ABD’nin, Türkiye’den Ilımlı İslam Devleti diye bahsetmesinin nasıl bir havuç olduğunu görememek çok büyük bir yanılgı olur. Genişletilmiş Ortadoğu Projesinin uygulamaya sokulduğu bir dönemde, Türkiye’nin ihtiyacı kavga değil barıştır. Bunun da yolu kurumların birbiri ile uyumlu bir şekilde çalışması ve devletin millet için olduğu gerçeğinin unutulmamasıdır.

Kadife darbelerin en belirgin özelliklerinden biri de, Sivil Toplum Örgütlerinin öncülük yapması ve bunların uluslararası vakıf ve STK’lar tarafından finanse edilmeleridir. ABD ve AB’nin ülkemizde de benzer çalışmaları yürüttüğü bilinmektedir. AB’nin 32 milyon Euroluk fonundan sivil toplum kuruluşlarına proje karşılığı para verilmektedir.18 Dikkat edilmesi gereken en temel nokta, bu ülkedeki hiçbir sivil toplum kuruluşunun, böyle bir işbirliğine yaklaşmamasıdır. Özellikle dini ve milli hassasiyetleri yüksek olanların böyle bir şeye karşı açık ve net bir tavır alması gerekir.

ABD, Genişletilmiş Ortadoğu Projesi çerçevesinde işgali daha rahat gerçekleştirebilmesi için her türlü muhalefeti, içerden kompanze etmeye çalışmaktadır. Bu nedenle sivil toplum kuruluşları ile diyaloğu artırmaya uğraşmakta ve bu arada bazılarını işbirlikçi konuma sokmak istemektedir. Bu amaçla Katar’ın başkenti Doha’da Washington merkezli Brookings İnstitution adlı liberal düşünce kuruluşu, İslam dünyasındaki değişik cemaat ve aydınları bir araya toplamıştır. Burada ABD’li yetkililer katılımcılara işbirliği önerisinde bulunmuşlardır.19

Diğer taraftan ABD, bir sivil toplum örgütü olarak gözüken Amerikan Uluslararası Yardım Kuruluşu USAID aracılığıyla Bangladeşli 5 bin din adamını 18 ay süreyle ABD’ye getirip bir eğitime tabi tutarak kazanmaya çalışmaktadır. Keza aynı proje çerçevesinde değişik Müslüman ülkelerden 500 civarında din adamını da götürüp eğitmeyi planlamıştır.20 Anlaşılan odur ki ABD, Sert Güçle yerleşemediği bir coğrafyaya Yumuşak Gücüyle yerleşmek istemektedir. Bunun için de hedef kitle olarak Müslüman cemaat, vakıf ve dernekleri seçtiği anlaşılmaktadır. Bu teşebbüs yeni işbirlikçiler elde etmeye dönük olduğu gibi; İslam’ın içerisinde yeni ihtilaflar çıkarmaya ve sapma hareketlerini destekleyip geliştirmeye de dönüktür.

Önümüzdeki günlerde(30.04-1.05.2005,İstanbul) TGTV’nin öncülüğünü yapacağı,Uluslar arası İslam Dünyası STK’ları Konferansı: Değişen Dünyada Yeni Bir Vizyon Arayışı’ toplantısında Doha’daki hataya düşülmemelidir. Hiçbir sivil toplum kuruluşu, ABD ile işbirliğine girmemeli ve yardım almamalıdır.

Unutmayalım ki;

‘Yardım almaya alışanlar zamanla buyruk almaya da alışırlar’.

Ve unutmayalım ki;

 “Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet (güç ve şeref) mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet yalnızca Allah’a aittir.”(4/139) 

Kaynaklar

1. Ataöv T., ’ABD; “şirketlerin, şirketler tarafından, şirketler için yönetimidir” ‘, NPQ, cilt 6, Özel sayı, 2004, S:18-21

2- Garaudy R., Çöküşün Öncüsü ABD, Nehir Yay, İstanbul, 1997, S: 51

3- Parenti, M.,İmparatorluğa Karşı, Çeviren Özcan Buze, Kaynak y.,İstanbul.(1996) s:49-50

4-Allen G. Gizli Dünya Devleti, Milli Gazete, İstanbul 1996,

5- İnan k., Hayır Diyebilen Türkiye, TİMAŞ, İstanbul

6- Huntington,S.P., Medeniyetler Çatışması, Vadi Yay, Ankara, 1997 S.:120

7- New York Times, 8 Mart 1992

8- Huntington,S.P., a.g.e., S:80

9-Karagül İ., ‘Enerji Savaşları ve Yeni Dünya Haritası’, Umran Dergisi, Sayı 95, Temmuz 2002, S:20-27)

10- Gardels N., ‘Amerikanın Yumuşak Gücünün Yükselişi ve Düşüşü’,NPQ, cilt 7, Sayı  1, 2005 S:36-43

11- Tartışma, ABD’nin Yumuşak Gücüne Ne oldu? NPQ, cilt 7, Sayı 1, 2005 S:8-20

12- Köymen, F.,Yumuşak Güç ve AKP’nin İkilemi, NPQ, cilt 7, Sayı 1, 2005 S:28-29

13- Talu U., Yumuşak ve Şefkatlı, NPQ, çit 7, Sayı 1, 2005 S:16-27

14- Kırgızistan Kadife Devrim Dosyası, Araştırma Kültür Vakfı, 2005

15-Başyurt E., Kadife Devrimin Yeni Hadefi: Orta Asya, Aksiyon, 28.03.2005, S:34-37

16- Ukrayna Dosyası, Araştırma Kültür Vakfı, 2005

17- Genel Kurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök’ün Harp Akademilerindeki Yıllık Değerlendirme Konuşması, 20/04/2005

18- Para-Piyasa, 11/05/2004

19- Yeni Şafak, 15/05/2005

20- Yeni Şafak, 19/05/2005

1 Haziran 2007 Cuma

27 Nisan Kadife Darbesi Sistemin İflasının İlanıdır

 (Umran Dergisi)

“Onlar, kendilerine insanlar: “Size karşı insanlar toplandılar, artık onlardan korkun” dedikleri halde, (buna rağmen) imanları artanlar ve: “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir” diyenlerdir.” (3/173)

Giriş

Emekli subayların sivil toplum örgütlerinde yer alması ile birlikte Türkiye’de havanın değişmeye başladığı başlangıçta pek fark edilememiştir. Niçin emekli subaylar bugüne kadar olanın aksine sivil toplum örgütlerinde görev almış, silah üzerine yemin yaptırarak ölmekten ve öldürülmekten bahsetmeye başlamışlardır? Bu pek tartışılmamıştır. Ancak Cumhurbaşkanlığı bahane edilerek Tandoğan mitingi ile başlatılan mitingler serisinde emekli subayların etkisi ve niyeti açık bir şekilde görülecektir. Ne yazık ki siyasi partiler başlatılan süreci iyi okuyabilmiş değillerdir.

 Emekli asker yönetimli sivil toplum örgütlerinin önderliğinde muhalefet partileri, muhalif siyaset erbabı, kanun adamları destekli sokak gösterileri ve provokasyon ağırlıklı, toplumu tahrike ve kamplaştırmaya dönük ve sanal muhtıra destekli bir hareket; Sırbistan, Moldavya, Ukrayna, Gürcistan, Kırgızistan, Kıbrıs ve Lübnan’da vuku bulan Kadife darbeler zincirinin yeni bir halkası olarak gözükmektedir. Aynı güç tarafından yapılıp yapılmaması önemli değildir.

27 Nisan Sanal Muhtırası ile Cumhurbaşkanlığı seçimleri istenen mecraya sokulmuştur. Bu durumda süreç bitmiş kabul edebilir mi? Yoksa süreç devam etmekte midir? Bütün bunların cevabı, sürecin gerçekçi bir analizi ile verilebilir.

Burada 27 Nisan Kadife Darbesi analiz edilecek ve bazı dersler çıkarılacaktır. Buradaki analizin daha iyi anlaşılabilmesi için Umran’ın 129. sayısında yer alan ve bu sayıda ek olarak verilen Kadife Darbelerle ilgili makalenin okunmasında fayda vardır.

Kadife Darbelerde Kullanılan Yöntem

Kadife darbelerde uygulanan yöntemin temel felsefesi, siyaset bilimci Gene Sharp’a aittir. G. Sharp tezini, ‘sivil itaatsizlik ve uluslararası baskı’yı esas alarak ve ‘iktidarın yalnızlaştırılması’ üzerine kurmuştur. 189 farklı eylem metodu önermektedir. Onun yöntemi 12 boyutlu bir yaklaşım içermektedir:1

1. Şemsiye örgüt

2. Etkili ve kuşatıcı slogan

3. Geniş medya desteği( ulusal ve uluslararası medya)

4. Geniş finansman desteği

5. Asker ve güvenlik güçlerini kazanma ya da tarafsızlaştırma

6. Kanun desteği

7. Seçime hazırlık ve seçim merkezli bir psikolojik savaş

8. Gerilim artırma

9. Gayrı memnunları toparlama

10. Sokak hakimiyeti

11. Dış güçlerin desteğinin alınması

12. Sonuç: Yönetimin şiddet uygulanmadan kansız bir şekilde yıkılışı.

Kadife darbelerin tümü, sürece etki edecek ve dış dinamiklerin gerçekçi bir analizine dayandırılmış ve bu dinamikler göz önüne alınarak zamanlama yapılıp gerçekleştirilmiştir.1

İslam’a Karşı Yürütülen Çok Boyutlu Bir Savaş

Kadife darbenin hedefine ulaşabilmesi için iç ve dış dinamiklerin örtüşmesi gerekir. Türkiye’de bu dinamikler siyasal iktidarlara karşı genellikle örtüşür yada örtüştürülür. Nadiren iç ve dış güç merkezleri karşı karşıya gelir. Ancak her iki güç merkezi de, Müslümanların iktidarı ve İslam dininin geleceği konusunda ortak bir karşı duruşa sahiptir.

ABD-İsrail-İngiltere Şer İttifakı, kendilerine gelecekte bir potansiyel rakip çıkmadan ve İslam coğrafyası kendi kimliğine, birlik ve beraberliğine kavuşamadan önce bu coğrafyanın kontrol altına alınmasını, paramparça edilip daha derin düşman kamplara ayrılmasını çok önemli bir stratejik hedef olarak benimsemiştir. Bu stratejiye bağlı olarak İslam coğrafyasında tek bir merkezden yönetilen birbiri ile koordineli 8 boyutlu bir mücadele yürütülmektedir:

1.Psikolojik savaş(suçlama/karalama/zihinsel kaos)

2.Değer erozyonu/mankurtlaştırma/zihinsel yehmalaşma

3.Düşman ihdası(İslami terör/dinci terör)

4.Zamana yayılmış kaos(işgal+çatışma, etnik ve mezhebi ayrışma

5.Dinler/kültür ve medeniyetler arası diyalog

6.İşbirlikçilik

7.Ekonomik kuşatma(özelleştirme)

8.Darbe(sert güç/askeri darbe) kullanımı ile yumuşak güç(kadife darbeler) kullanımı.

Türkiye, İslam âleminin sahip olduğu stratejik özelliklerinin yanı sıra bu coğrafyadaki diğer ülkelerin sahip olmadığı önemli bir kimlik avantajına sahiptir. Millet olarak Türkiye içiçe geçmiş, birbiri ile bütünleşmiş üç kimliği bağrında saklamaktadır:

* İslâm

* Osmanlı

* Türk

Bu üç kimlik, Avrasya’nın her tarafında etkili olabilmek için gerekli psikolojik ortamı hazırlama gücündedir. Türkiye’den başka hiçbir İslam ülkesi böylesi bir psikolojik avantaja sahip değildir. Tek sorun, Türkiye’nin kendi gücünün, avantajlarının farkında olmamasıdır. Türkiye’nin kendine gelmemesi için ABD öncülüğündeki şer ittifakı, Türkiye’yi kumpasa almış ve bir mengenenin içerisinde sıkıştırıp durmaktadır. Kurumlar ve kişiler arasındaki kavga derinleştirilmektedir.

Sovyetlerin çöküşüne denk gelen 12 Eylül darbesi, ABD eksenli ve destekli bir globalizasyon projesi olup Türkiye’yi tamamen çökertmeye dönüktü. Yeni bir insan unsuru inşa etme projesi idi. 28 Şubat bu projenin dejenerasyon açısından en uç uygulanması idi. Bu süreçte ülke hem maddi hem de manevi olarak çökertildi. Toplum istikametsizleştirilerek (zihinsel yehmalaşma) ve kimliksizleştirilerek (mankurtlaşma=hafızasını yitirme, mazisini unutma, köleleşme) yeni bir toplum inşa edilmek istenmiştir. 27 Nisan Kadife Darbesi bu sürecin bir devamı olarak görülmektedir.

27 Nisan Kadife Darbesinin Analizi 

27 Nisan Kadife Darbesini, G.Sarp’ın 12 boyutlu yaklaşımını analiz ederek gerekli dersleri çıkarabiliriz. Ancak Türkiye’deki kadife darbeyi dışarıdakilerden ayıran en temel özellik, Türkiye’dekinin emekli askerlerin öncülüğünde gerçekleştirilmiş olmasıdır.

Emekli askerlerin bu denli işin içerisinde olması bir tesadüf mü yoksa genel bir yapılanmanın sonucu mu? Öncelikle bunun açıklığa kavuşması gerekir.

Askerleştirilen Sivil Toplum Örgütleri

Eskiden beri emekli askerlerin kurdukları ve kendi adları ile anılan dernekleri ve vakıflar hep var olmuştur. Ancak AKP döneminde emekli subayların farklı bir davranışına şahit olmaktayız. O da; pek çok sivil toplum örgütlerine ve küçük büyük siyasi partilere üye olmaları, bizzat yönetimde görev almaları, faaliyet organize etmeleri ve alışılmadık bir tarzda halkın arasına girip propaganda yapmış olmalarıdır. Bu süreci ‘gerçeği görme’ olarak kabul edip emekli askerlere rol biçen ve makulleştirmek isteyen sivillerin varlığını göz önüne alırsak ülkenin, parlamento dışı muhalefet oluşturma amaçlı bir strateji ile karşı karşıya kaldığı anlaşılabilir:

Kışlalı: “Toplumun, Anayasa ile şekillenmiş, demokrat, laik ve sosyal temelli Cumhuriyet’i özümsemiş kesimi, yıllarca bu değerleri koruma bakımından, tam bir tembellik içinde yaşadı. Bu misyonu Türk Silahlı Kuvvetleri’nin üstlenmiş olmasının rahatlığını hissetti. Böyle düşünenlerin başında, tüm yaşamlarını Cumhuriyet’i korumaya adamış subaylar vardı. Emekli olduklarında, bir araya gelip, bir ‘sivil toplum örgütü’ kursalar da, Cumhuriyet’i koruma konusunu muvazzaf kadroya bırakıyorlardı. Şimdi bunu yeterli görmeyen emekli askerler geç de olsa doğru yola erdiler.”2

28 Şubat’ta hükümete karşı muhalefeti, bizzat silahlı kuvvetler başlatmış sonra da “İşi bu defa Silahsız Kuvvetler halletsin” deyip görevi kendi denetimlerindeki sivillere devretmişlerdi. Kendilerine ‘çete’ ismini veren 5’li Çete(Refik Baydur, Fuat Miras, Bayram Meral, Rıdvan Budak ve Derviş Günday) hükümeti düşürebilmek için eylemlere girmişti.

Bu gün ise emekli subaylar fiilen eylemleri organize etmekte, TSK desteği ardından gelmektedir. O açıdan başlatılan süreç, 28 Şubatın farklı versiyonu olarak görülebilir.

Acaba bu tavır alış, emekli subayların sadece kendi şahsî düşüncelerinin bir sonucu muydu; yoksa daha merkezi bir organizasyonun ürünü müydü? Bu sorunun cevabı önemliydi. Medyaya yansıyan bilgilere göre Genelkurmay Başkanlığı tarafından ‘Toplumsal Geliştirme Destek Faaliyetleri’ (TGDF) adlı bir birimin bu amaçla kurulduğu anlaşılıyor:

“Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı Korgeneral Aslan Güner’in imzasını taşıyan belgede TSK’nın STK ile işbirliğine ilişkin görüşler yer alıyor. Yazıda, TSK’nın halkla bütünleşmesinin geliştirilmesi için kurulan ‘Toplumsal Geliştirme Destek Faaliyetleri’ (TGDF) biriminin kendi siyasi görüşleri, örtülü veya açık maksatları doğrultusunda kamuoyunu yönlendirme ve etkilemeye yönelik faaliyet gösteren STK’larla işbirliğinin uygunluğu hatırlatılıyor. Emekli ordu mensuplarının STK’larda peş peşe görev almaya başlaması bununla birlikte başlıyor.”2

Mitingleri düzenleyen ‘Ulusal Birlik Hareketi’nin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt ve Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in hükümeti hedef alan konuşmalarına denk düşen bir zamanda kurulmuş olması, merkezi bir organizasyonun var olduğu kanaatini pekiştirmektedir. ‘Ulusal Birlik Hareketi’, Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu (TESK), Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) ve Türkiye Kamu Çalışanları Sendikaları Konfederasyonu’nun (Türk Kamu-Sen) aralarında bulunduğu 41 sivil örgüt ve sendika tarafından kurulmuştur.

Kamuoyunda pek yankı bulmayan bir başka uygulama da YÖK tarafından yapılmış olup üniversitelerin sivil toplum örgütleri ile sıkı irtibat içerisinde olmalarının istenmesidir. YÖK Başkanlığının Bahçeşehir Üniversitesine gönderdiği 4 Mart 2003 tarihli belgede; “STK’ların batı ülkelerindeki emsalleri ile aynı seviyeye gelmesi ve ülke içinde ve dışında devlet adına siyasi, kültürel ve ekonomik alanda faaliyet yürütebilecek yetenek kazanmaları için” desteklenmeleri istenmektedir”.2

Bunun ardından Bahçeşehir Üniversitesi, 30 Kasım 2004’te Türkiye Emekli Subaylar Derneği (TESUD) ile “Hukuk Devleti İlkelerinin Türkiye’deki Uygulaması” konulu bir sempozyum düzenlemiştir.2

Anlaşılan o ki, bugün yapılmakta olan eylemlerin alt yapısı çok önceden hazırlanmıştır. Tıpkı 28 Şubat Postmodern darbesinden önce “Kriz Yönetimi Yönetmeliği’nin Genelkurmay Başkanlığı tarafından bakanlar kurulundan çıkartılması gibi.

TESUD Genel Başkanı emekli Tümgeneral Rıza Küçükoğlu’nun, kendi dernekleri ile beraber 4 askerî derneğin yürüyüşe katılacağını belirterek emekli komutanlardan destek istemesi, sürecin emekli asker ağırlıklı olarak şekilleneceği anlamına gelmektedir: “Siz emekli komutanlarımdan bu yürüyüşe destek istiyorum.”3

Emekli subay hareketinin ortak özelliği, ırkçılık boyutuna varan bir Türkçülük söylemi geliştirmiş olmalarıdır. Kuvayı Milliye Derneğinin Mersin şubesinde silah üstüne yapılan yemin töreninde(TV kanallarından görüntülü olarak verilmiştir) emekli Albay Fikri Karadağ’ın tekrarlattığı yemin metni, tam bir ırkçılık örneğidir:

“Türk anadan Türk babadan doğmuş, soyunda dönme olmayan Türkoğlu Türk. Bu uğurda ölmek var. Öldürülmek var. Öldürmek var...”

27 Nisan Sanal Muhtırasında, bu kadar açık olmamakla birlikte, yer alan bazı ifadeler ırkçı bir düşüncenin yaygınlaştırılmak istendiği izlenimini vermektedir:

“Ulu Önder Atatürk’ün, ‘Ne mutlu Türküm diyene!’ anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır.”

Şemsiye Örgüt

Türkiye’deki 27 Nisan Kadife Darbesinde, dışarıdakilerin aksine öncülükte gençlerin örgütleri değil yaşlıların, emeklilerin örgütleri vardır. Gençlerin eylemlere katılabilmesi için eski Cumhurbaşkanı Demirel’den emekli Orgeneral Hurşit Tolon’a ve rektörlere kadar bir çok kesim seferber olmuş ve gençlik tahrik edilmeye çalışılmıştır. Bununla beraber istenen destek sağlanamamıştır.

27 Nisan darbesi, ‘Ulusal Birlik Hareketi’ olarak organize edilmiş olmasına karşın Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) şemsiye örgütler olmuşlardır. Bu iki derneğin öncülüğünde 350’yi aşkın siyasi parti, dernek, sendika, oda ve vakıfın mitinglere katıldığı iddia edilmektedir.

Seçilen Semboller

Yurt dışındaki kadife darbelerde darbeyi sembolleştirecek ve isim babası olacak çiçekler, renkler, bayraklar ve giysiler seçilmiş; isimlendirmeler buna uygun yapılmıştır.1

Türkiye’deki 27 Nisan Kadife Darbesinde seçilen renk ise Kırmızı-Beyazdır. Türk Bayrağı sembol olarak kullanılmıştır. Mitinglere katılanlar genellikle Türk Bayrağı getirmişlerdir. Samsun’da KKTC bayrağı da kullanılmıştır. 

Müzik ve Eğlencenin Protesto ile Entegrasyonu

Mitinglerde konserler baskın unsur olarak kullanılmıştır. Dışarıdaki dadife darbelerde, “Biz çoğunluğuz, bizi ezemezsiniz” şarkıları söylenirken Türkiye’de, “Bizi saydınız mı, bizi sayamazsınız” şarkıları ve sloganları seslendirilmiştir.

Medya Desteği

27 Nisan Kadife Darbesine baştan beri Kanal Türk, Ulusal TV ve Cumhuriyet gazetesi çok açık ve yoğun destek vermiştir. Mitingler aşamasında büyük medya grupları da kampanyaya katılarak mitinglere daha çok katılımın olmasına yardımcı olmuşlardır. Yurt dışı medyasının veriş şekli, Türkiye’nin bölünmesini teşvik eder ve destekler mahiyettedir.

Finansman

Yurt dışındaki kadife darbelerin neredeyse tamamında finansman, yabancı vakıf ve sivil toplum örgütleri tarafından karşılanmıştır.1

KKTC’deki kadife darbede yabancılardan maddi destek sağlandığı KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat tarafından itiraf edilmiştir:

“Eylemlerimizde AB fonlarını kullandık. Fullbright, Biritish Council ve AB fonlarını kullanarak çeşitli etkinlikler, seminer ve konferanslar düzenledik. Genç kadınlar motive edildi. ABD’de Fullbright Fonları ile 20 Türk, 20 Rum kadını eğittik. Bu kadınlar, dönüşte Annan Planını desteklemek için yapılan eylemlerde önemli roller oynadılar.”4

Türkiye’deki 27 Nisan Kadife Darbesinde finansmanın kaynakları belli değildir. Devletin örtülü ödeneklerinin kullanıldığına ilişkin imalarda bulunulmaktadır. Aksiyon dergisinin, 30 yıl boyunca MGK’da başmüşavir ve danışman olarak çalışan Mustafa Ağaoğlu ile yaptığı röportajda, örtülü ödeneklerin iktidarları devirmede STK’lar için kullanıldığı belirtilmektedir:

“28 Şubat’ta psikolojik harekâtta medyanın dışındaki önemli unsurlar sivil toplum kuruluşları, üniversiteler ve derneklerdir. Gerek duyulduğunda bu kurumlardan ‘hukuki zeminde’ istifade ediliyor. 28 Şubat döneminde Başbakanlık örtülü ödeneği ve Başbakanlık tanıtma fonunun üniversiteler ve bazı sivil toplum kuruluşlarının desteklenmesinde kullanıldığı bilgisi de yine Ağaoğlu’nun Aksiyon’a verdi röportajda yer alıyor.”3

Medyada ADD’ye 2000 yılından itibaren düzenli olarak Çankaya’dan yardım yapıldığına ilişkin bilgiler yer almaktadır:5

 “ADD’nin ‘Gelir Defteri’ kayıtlarına göre, Cumhurbaşkanlığı’ndan Atatürkçü Düşünce Derneği’ne 2000, 2002, 2004, 2005 ve 2006 yıllarında da toplam 956061 YTL para aktarılmış. ADD’nin ‘Gelir Defteri’nde Cumhurbaşkanlığı’ndan aktarılan paraların dökümü şöyle:

          21.05.2000’de 20 bin YTL.

          22.08.2000’de 35 bin YTL.

          10.10.2002’de 15 bin YTL.

          18.05.2004’te 10 bin YTL.

          16.03.2005’te Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Kemal Nehrozoğlu 750 YTL.

          23.042005’te Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri’nden 6 bin 500 YTL.

          19.12.2005’te Cumhurbaşkanlığı’ndan 34 milyar 561 YTL

          17.08.2006’da, 50 bin YTL

          25.12.2006’da, 50 bin YTL”

Bu kadar kapsamlı organizasyonların maliyeti bu paralarla karşılanamaz; dolayısıyla bunların finansmanı şimdilik bir sırdır.

Yabancı Elçiliklerin Rolü

Yurt dışındaki kadife darbelere ABD elçilikleri destek verip yönlendirmiştir.1

27 Nisan Kadife Darbesinde yabancı elçiliklerin açık bir beyanına henüz rastlanmadı. Kaynağı belli olmayan propaganda; askerlerin ABD ile anlaştıkları, ABD’nin Türkiye’de AKP dışında ortaklar aradığı şeklindedir. Bu güne kadar Türkiye’deki tüm darbelerde yer alan hatta darbe yapılmasını isteyen ABD’nin, bu darbeden habersiz olması mümkün değildir. 27 Nisan Kadife Darbesine ne şekilde müdahil olduğu gelecekte açığa çıkacaktır. Darbe sonrasında ABD’nin ardarda yaptığı açıklamalardaki farklılık anlamlıdır. Önce demokrasi deyip sonra demokrasi ve laiklik demesi dikkat çekicidir. Çünkü 28 Şubatta darbenin bizzat başlatıcısı olmasına karşılık takındığı tavır benzerdi.        

Eylemcilerin Eğitimi

Dışarıdaki kadife darbelerde eylemi götüren örgütlerin eğitimleri yabancı vakıflarca finanse edilip Sırbistan üzerinden gerçekleştirilmiştir. Sırbistan’daki örgütler, diğer ülke gençlik örgütlerini eğitmede kullanılmıştır.1 Kıbrıs’taki kadife darbede Türk ve Rum kadınların yurt dışına eğitim için gönderildiği M.Ali Talat’ın sözlerinde açıkça yer alıyor.

27 Nisan darbesinde öncü rolünü, bu işin eğitimini subaylık dönemlerinde almış emekli askerler üstlendiği için ayrıca gençlere bir eğitim verilmiş midir pek belli değil. Ayrıca devletin resmi birimlerinin sivil uzantılarının bu işte aktif rol alıp almadığı da bilinmiyor.

Kadın Liderler

Dış kadife darbelerde genellikle kadın liderler kitlelerin önüne çıkarılmıştır.1 27 Nisan darbesinde öne çıkarılan kadın liderler Türkan Saylan, Necla Arat, Nur Serter ve Gül Aymangüler’dir. Kamuoyuna Çağlayan mitingi, Bayanlar mitingi olarak duyurulmuştur.

Tüm Gayrı Memnunların Ortak Cepheye Alınması

Kadife darbelerin olduğu ülkelerin hepsinde yolsuzluk, yoksulluk, işsizlik, yandaşlık ve adaletsizlik en hakim unsurlardır. Değer sistemlerinde ciddi bir erozyon vardır. Millet olma bilincinde ciddi kırılmalar mevcuttur. Kimliklerde ayrışma vardır.

Türkiye’de son yıllarda yolsuzluk şaibeleri yaygınlaşmış, yoksulluk ve işsizlik artmıştır. Bunun oluşturduğu bir memnuniyetsizlik havası gerilimin artmasında önemli bir rol oynamıştır.

Türkiye’de muhalefetin siyasi yelpazesi gerçekten ilginçtir. Belli boyutları ile sağdan sola kadar siyasetin her rengi, neredeyse bu süreçte rol almış gibidir. Mitinglere sağ partiler iştirak etmemiş olmakla beraber medya üzerinden yürütülen psikolojik savaşa önemli katkılarda bulunmuşlardır. Süleyman Demirel ile Hüsamettin Cindoruk’un üstlendiği rol gerçekten de anlamlıdır. Gerilim artırıcı ve tahrik edici üslupları ile süreci etkilemişlerdir. Ve cephenin genişlemesine vesile olmuşlardır. Ancak bu hareketin siyasi muhalefet liderliği Baykal’ın üzerine kalmış olup bunun meyvesini de DSP’nin kendi saflarında seçime girmesi ve bazı liberal, milliyetçi isimleri aday göstermesi ile toplamaya başlamıştır.

ADD tüm gayrı memnunların cepheye katılmasını sağlamak için yaptığı duyurularda bu konuya özellikle vurgu yapmaktadır:

“…Bu miting sadece ADD tarafından düzenlenen bir eylem değildir. Eylem, siyasal partilerimizin, halkımızın, gençlerimizin ve tüm sivil toplum kuruluşlarının ortak sorumluluğunda gerçekleştirilecektir. Tüm çalışmalarımız bu anlayış içerisinde yürütülmelidir.6

“d. Bu mitingin münhasıran ADD’nin değil, tüm katılımcı kuruluşların ortak mitingi olduğu unutulmamalı,...”7

Sloganlar

Kitle desteğini sağlayabilmek için kullanılan temel argümanlar; ‘Cumhurbaşkanlığı  makamının Cumhuriyet’in değerlerini içine sindirememiş bir kişi tarafından işgal edilmesini önlemek’, ‘Laiklik tehlikede’, ‘Cumhuriyet tehlikede’, ‘Yaşam tarzımız tehlikede’, ‘Ülke bölünüyor’ ve ‘Azınlığın diktası(Başbakan+Meclis Başkanı+ Cumhurbaşkanı aynı partiden)’ şeklindedir.

Medya desteği ile bu fikirler kamuoyuna mal edilmek istenmiştir. Mitinglerde atılan sloganlar yol boyu değiştirilmiş olmasına karşılık bu düşünceleri destekler mahiyettedir:

Tandoğan mitingi: ‘Türkiye laiktir, laik kalacaktır’. ‘Her şey vatan için’. ‘Çankaya laiktir, laik kalacak’. ‘Atatürk gençliği görev başında’. ‘Türk gençliği vatanı sattırmayacak’.

Çağlayan mitingi: ‘Çankaya olu Şeriata kapalı’. ‘Ne şeriat ne darbe’. ‘Toprak vatandır, satılamaz’. ‘Parola: vatan, İşaret: namus’. ‘Alt üst kimlik yok’. ‘Ne mutlu Türküm diyene’.

Gündoğan mitingi: ‘Türkiye laiktir laik kalacak’. ‘Biz gavur İzmirliyiz’. ‘Solda birleşin. Birleşmeyene mazbata yok’. ‘Solcuysan CHP’ye, Sağcıysan MHP’ye oy ver’.

Sloganlarda dikkati çeken nokta, İzmir mitinginde solun bütünleştirilmesinin hedef alınmış olması ve sol liderler üzerinde bu amaçla baskının yoğunlaştırılmış olmasıdır. Bu da kadife darbenin hedeflerinden bir tanesidir. Yalnız daha da ilginç olanı dün ‘katil’, ‘faşist’ dedikleri MHP’ye bu gün meydanlarda oy talep etmeleridir. Tarihin acı cilvesi.

Gerilim Artırma

Kadife darbelerin yapıldığı tüm ülkelerde darbe sürecinde şiddeti gittikçe artan bir gerilim politikası uygulanmış; etnik ve mezhebi huzursuzluklar kaşınmıştır.1

27 Nisan Kadife Darbesinde Cumhurbaşkanlığı seçimi taktik bir hedef olarak seçilmiş ve Cumhurbaşkanlığı seçimine endeksli bir kampanya başlatılmıştır. Gerilim süreci birbirinin devamı olan bir seri olayla sürdürülmüştür:

-Van 100.Yıl Üniversitesi rektörü ile ilgili operasyon,

-Şemdinli olayları,

-Trabzon’da bir papazın vurulması,

-Danıştay baskını,

-Hrant Dink’in öldürülmesi,

-YÖK Başkanına garip suikast teşebbüsü,

-Genelkurmaya girme teşebbüsü,

-Malatya olayı,

-Güneydoğudaki olaylar.

Her gün farklı STK’lar protesto eylemleri yapmışlardır. Mitingler sürecinde her gün belli yerlerde 20 dakikalık protesto eylemleri gerçekleştirilmiştir. Cumhurbaşkanlığı seçimi sürekli gündemde tutularak taraflar tahrik edilmiştir. Demirel ve Cindoruk’un tahrikkar üslubu gerilimi artırmıştır.

Türkiye’de asıl kamplaşma laik-antilaik denklemi üzerine kurulmuştur. Tandoğan mitingiyle başlayıp Samsun mitingiyle biten mitingler silsilesi, Türkiye’yi laik-antilaik kamplaşma içine çekmiştir. Sanal Muhtıradaki ‘Ne mutlu Türküm demeyen düşmandır’ ibaresi bir Türk-Kürt gerilimi meydana getirmiştir.

Ancak gerilimi asıl artıran ve parlamento üzerinde çözücü darbe yapan 27 Nisan Sanal Muhtırası olmuştur. Bunun yanı sıra Baykal’ın anayasa mahkemesi üyelerine çağrıda bulunarak aksi karar durumunda iç çatışmadan bahsetmesi, ateşe benzin sıkmak gibi olmuştur ve ortam gerilmiştir.

Her şeye rağmen kontrollü bir gerilim politikası uygulanmıştır. Peki böyle bir politikayı bu ülkede hangi güç uygulayabilir?

Kanun Desteği

Kadife Darbe sürecinde yargının siyasallaştırıldığı ve baskı altına alındığı yoğun bir şekilde propaganda edilmiştir. Danıştay baskını tamamen hükümetin üzerine fatura edilmek istenmiştir. Bugünden geriye baktığımızda Danıştay baskınının kadife darbeye malzeme üretmek için gerçekleştirildiği söylenebilir.

Türkiye’deki kadife darbenin kanuni ayağını emekli savcılar, hakimler, yargıda görev almış başkanlar ve anayasa profesörleri ile bizzat Anayasa Mahkemesi oluşturmuştur. Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kilitleyen formül, eski başsavcı Sabih Kanadoğlu’nun, toplantı nisabı olan 184’ü karar nisabı olan 367’ye eşit kılan teklifidir. Hukukçular, bu noktada iki kampa ayrılıp aylarca bu konuyu tartışarak seçimi vaktinden önce Türkiye’nin hem gündemine sokmuşlar, hem de taze tutmuşlardır. 27 Nisan Sanal Muhtırasının ardından CHP’nin Anayasa Mahkemesine taşıdığı Cumhurbaşkanlığı oylamasını muhtıranın gölgesinde değerlendiren Anayasa Mahkemesi, 184’ün 367’ye eşit olduğunu yasallaştırmıştır. Böylece kadife darbe ilk hedefine ulaşmıştır.

Seçim Eksenli Psikolojik Savaş: Cumhur başkanlığı Seçimi

27 Nisan Kadife Darbe süreci, Cumhurbaşkanlığı seçim tartışmaları ile neredeyse bir yıl öncesinden başlatılmıştır. Bu meclisin Cumhurbaşkanını seçmemesi için erken seçim gündeme getirilmiştir. Hükümeti erken seçime zorlamak için Türkiye sürekli gerilim altında tutulmuştur. Mitingler silsilesi başlatılıp sokağın parlamento üzerindeki baskısı artırılmıştır. Sanal Muhtıra ve Anayasa Mahkemesi kararı ile Cumhurbaşkanlığı seçimi engellenmiştir.

Hükümetin geçmiş dönemlere nazaran muhtıraya karşı dik bir tavır alması, kitleler indinde itibarını artırarak ‘inadına AKP’ sloganı ile ciddi bir oy kayması meydana gelmeye başlamıştır. Bunu önceden tahmin ettikleri yada anında gözlemledikleri için erken seçim isteyenler, karşı atağa geçerek erken seçimi erteletmeye çalışmış ve 24 Haziran’dan 22 Temmuz’a erteletmişlerdir. AKP’nin önünün kesilebilmesi için bu yeterli olmamıştır. Şimdi de seçimin daha da erteletilebilmesi için daha yüksek gerilim meydana getirebilecek olaylar seslendirilmektedir. Kuzey Irak’a girmek yada ses getirecek, panik oluşturacak bombalama olayları, hatta 12 Eylül öncesindeki kitlesel olaylar gibi.

Edip Başer’in görevden alınmasının ardından Ulus’ta patlayan bomba Kadife Darbenin yeni bir mesajı olup olmadığı henüz belli değildir. Ancak bundan sonra vuku bulan tüm olaylar bu sürecin bir parçası olarak değerlendirilecek ve yorumlanacaktır.

Kuzey Irak operasyonu ile ilgili olarak Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde Genelkurmay başkanının “Kuzey Irak’a girilmesi lazım bunun için siyasi irade gerekir” tarzındaki açıklamasına bir anlam verilememişti. Öyle ya Milli Güvenlik Kurulunda beraberlerdi; böyle bir ihtiyaç varsa orada görüşülmeliydi. MGK Türkiye’nin güvenliğini ilgilendiren böyle bir konuda görüşme yapmayacak da hangi konuda yapacaktı. Ayrıca askerin böyle bir düşüncesi varsa, niçin bunu doğrudan doğruya bağlı olduğu başbakana bildirmiyor da medya üzerinden haberleşmeyi bir yol olarak görüyordu? Anlaşılır değildi.

Şimdi bir yıl geriye gidelim ve güneydoğuya 200 bin askerin gönderilişini hatırlayalım. Güneydoğuya askerin niçin gönderildiği tam açıklığa kavuşturulmamıştı. Acaba bu asker sevkıyatının Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerle bir ilgisi var mıydı? İster istemez şimdi bu soru insanın aklına geliyor. O gün seçimlerle ilgisi yoktu ise artık bugün vardır. Kuzey Irak’ta operasyon olursa Türkiye’nin seçime gitmesinin yanlışlığı ve güneydoğudaki seçimin güvenli olmayacağı tartışmaya açılarak seçimlerin ertelenmesi istenecektir.

Kadife darbe süreçlerini incelediğimizde asıl operasyon, seçimlerden sonrasına dönük olduğu görülmektedir. Seçimlerden önce seçim sonuçlarının gayrı meşruluğu tartışmaya açılarak seçim sonuçlarına gölge düşürülmüştür. Şimdiden AKP’nin önde olduğuna ilişkin bir kanaat belirdiği için sandıklarda hileli yollara baş vurularak seçim sonuçlarına itiraz yapabilecek bir durum planlamak isteyebilecekleri düşünülmelidir. Ayrıca AKP’den meclise giren liberal kanat milletvekillerinin istifa ettirilebileceği gözönüne alınmalıdır. Seçimlerden sonra AKP dışında bir koalisyon hükümeti öngörülmüş olabilir. İzmir’de MHP’ye oy talep edilmesi bunun bir işareti olarak değerlendirilmelidir. Uygulanacak strateji buna dönük olacaktır.

Asker Desteği

Kadife darbelerin başarıldığı ülkelerde askerler genelde eylemlere karşı tarafsız davranmış, seyirci kalmışlardır. Ukrayna ve Gürcistan’da ise eylemcilere açık destek vermiş, yemek, çadır ve mont vermişlerdir.

Türkiye’de gerçekleştirilen kadife darbede ise zaten emekli askerler organizasyonun başında yer almışlar ve bir çok sivil toplum örgütünü harekete geçirmişlerdir. Muvazzaf olanların açıktan bir desteği başlangıçta görülmemiş ancak Cumhurbaşkanı seçme ihtimalinin belirmesi ile Genelkurmay başkanının ‘Sözde değil özde laiklik’ tarzındaki bir açıklaması ve eylemleri ‘demokratik bir tepki’ olarak yorumlaması, askerin eylemleri dolaylı desteklemesi anlamına gelmiştir. Genelkurmay 2.Başkanı da asker desteğini sürdürmüştür. Askerin asıl desteği 27 Nisan gecesi 11’de internete konan imzasız ve sahipsiz bir muhtıra ile gelmiştir.

Bütün darbelerde farklı toplum kesimlerine gösterilen bir iyi adam bir de kötü adam vardır. Bu darbenin henüz iyi ve kötü adamları belli değildir. Bu açıdan darbeyi ‘iyi çocuklar’ mı, ‘bizim çocuklar mı’ yoksa ‘kötü çocuklar’ mı yaptı pek belli değildir.

Deniz Kuvvetleri eski komutanı Özden Örnek’e ait olduğu iddia edilen anıların cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde Nokta dergisinde yayınlatılması bir iç kavganın ürünü olarak değerlendirilebilir. Ancak 2004 yılına ait olayların 2007 yılının seçim sürecinde deşifre edilmesinde başka bir niyet aramak gerekir. O da, kamuoyunu darbe fobisi içerisine sokarak panikletmek, kamplaştırmak ve başlatılan kadife darbe sürecini hızlandırmaktır. Emekli Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün hem var hem de yok demesi, yeri ve zamanı geldiğinde konuşulacağını, her şeyin devletin arşivlerinde olduğunu beyan etmesi de cumhurbaşkanlığı süreci ile alakalı olabilir.

27 Nisan Kadife Darbe Süreci Devam Edecek

Kadife darbe ile ilgili medyada çıkan yazılar, darbecilerin yayınladıkları bildiri ve yaptıkları konuşmalar incelendiğinde kadife darbenin öncelikli 10 ana hedefi olduğunu tespit edebiliyoruz:

1-AKP’ye cumhurbaşkanı seçtirmemek.

2-Gelecek seçimlerde AKP’nin tek başına iktidara gelmesini engellemek. Birinci parti olarak seçimden çıksa bile hükümeti kurmasını engellemek.

3-Sol ve Sağdaki partileri birleşmeye zorlamak. Böylelikle barajı aşacak parti sayısını artırarak AKP’nin milletvekili gücünü kırmak.

4-Ülkeyi laik ve antilaik eksende kamplaştırmak.

5-Türkiye’yi sürekli gerilim altında tutabilmek için eylem yapabilecek aktif bir taban elde etmek.

6-AKP yönetimini baskı altına alıp milletvekili profilini milli görüşten liberal görüşe kaydırmak.

7-AKP yönetim kadroları arasında çatlak meydana getirerek bir güven bunalımı oluşturmak.

8-İçerde bunalan AKP yönetimini dış destek aramaya zorlamak ve işbirlikçi konumuna sokmak. Dışarıya daha çok taviz verdirerek içerde suçlamak.

9-AKP’yi işbirlikçi konumuna yerleştirdikten sonra AKP’nin İslamcı kimliği olduğunu gündeme getirip tüm Müslümanları işbirlikçi olarak gösterip geniş bir psikolojik savaş kampanyası başlatmak. Müslümanları suçlu konumuna sokup teslim almak.

10-Müslüman bir tabanı iç çatışma içerisine çekerek bölüp parçalamak ve güç olmaktan çıkarmak.

Muhtemeldir ki daha başka hedefler de söz konusudur. 27 Nisan Kadife Darbe sürecinde yukarıdaki hedeflerden sadece iki tanesi gerçekleştiği için diğer hedefler gerçeklenene yada darbe millet tarafından bertaraf edilene kadar sürecektir. 27 Nisan Kadife Darbesinin asıl nihai hedefi, 9. ve 10.maddelerdir. Onun için bu süreç, AKP’nin iktidardan düşürülmesi ile son bulmayacaktır. Bu noktanın üzerinde çok iyi düşünülmesi gerekir.

Nitekim Kadife Darbe sürecinin devam edeceği, ADD’nin 7.5.2007 tarihli duyurusunda açıkça belirtilmektedir:

“Değerli arkadaşlar,

İstediğimiz 1. hedefe başarıyla ulaştık. Örgütümüzü candan kutluyorum. 2.nci ve 3.ncü aşamalarda ayrı bir strateji izlenecek, miting yapılmayacak (Genelge-12), onun yerine kapalı mekanlarda başarımızı kutlama şenliği tarzında yemekli vs. etkinlikler düzenlenecektir. Alan çalışmalarının yöntem ve hedefleri 3 Haziran Ankara toplantısında bildirilecektir. M. Şener ERUYGUR, E. Orgeneral, Genel Başkan”

Darbe tellallığı yapmakla ünlü Cumhuriyet gazetesi yazarlarından İlhan Selçuk “Durduruldu Ama Püskürtülmesi Gerek...’ başlıklı ve 08.05.2007 tarihli yazısında darbenin devam ettirilmesi gereğine vurgu yapmaktadır:

 “Hırsın körlüğünde yürüyen ‘Üçlü’ durduruldu...

Ama iktidardan da püskürtülmesi gerek...

Bu ‘gerek’ Türkiye Cumhuriyeti’nin yazgısıyla eşanlamlıdır.” 

İnönü Üniv. Rektörü Prof.Dr. Fatih Hilmioğlu’nun; “Hükümet yüzde 95’le gelse bile bazı kurumlar izin vermez.” tarzındaki açıklaması bu bağlamda değerlendirilmelidir. Diğer taraftan mitinglerin kadın liderlerinden ÇYDD Başkanı Türkan Saylan’ın mitinglerin gerekçesini anlatırken yaptığı değerlendirme kadife darbenin devam edeceği yönündedir:

Ben, Milli Görüşçülere karşıyım. Ben, sen, bizim oğlan mantığına. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Meclis Başkanı onlardan. Yok artık!

Bakın, ben hiçbir zaman demokratik yollarla gelen bir partiye karşı olamam. Ama ben, dindar bir Cumhurbaşkanı da istemem

Evet, Atatürk’ün Çankaya’sında Milli Görüş sembolü bir türbanlıyı onaylamamız olanaksız. 100 bin öğretmen açığımız varken, 35 bin okula karşı 75 bin camimiz varken…”(8)

Ancak bütün bu eksenlerde güçlerle dış güçlerin hedefleri arasında tam bir örtüşme vardır. Belki de içerdekilerin yapmak istediği kadife darbe, kullanılan dil ve sergilenen tavır nedeni ile ABD-İsrail’in hatta AB’nin menfaatleri ile örtüşmüştür.

Sanal Muhtıra Bu Muhteva ile Kimin İşine Yaramaktadır?

27 Nisan gece 11’de verilen sahipsiz sanal muhtıra, kaleme alınış ve sunuluş şekliyle gizemini muhafaza etmektedir. Altında imza bulunmayan, kimse tarafından sahiplenilmeyen ve fakat Kadife Darbedeki birincil hedefin elde edilmesini sağlayan bu metin kime veya kimlere hizmet etmiş, kimleri yaralamış ve zarar vermiştir. Tabii ki fayda ve zarar bakış açısına bağlı olarak değişecektir. Bu, milletin penceresinden mi sistemin penceresinden mi baktığınıza bağlıdır.

Sistemin penceresinden baktığımızda sistemin şimdilik bazı yararlar sağladığı söylenebilir:

          Muhtıra, Anayasa Mahkemesinin kararının kadife darbecilerin lehine sonuçlanmasını sağlamıştır.

          Muhtıra, Cumhurbaşkanlığı seçimini engelleyerek. Türkiye’yi erken seçime götürmüştür.

          Muhtıra, yapılan mitinglere moral destek olmuştur.

          Muhtıra, mitingler aracılığıyla sol ve sağ partilerin bütünleşmesine katkıda bulunmuştur. Böylelikle AKP karşısındaki bazı partilerin daha fazla milletvekili çıkarmasına imkan hazırlamıştır. Bazı partilerin barajı geçme ihtimalini kuvvetlendirmiştir.

          Muhtıra Kadife Darbe sürecine ivme kazandırarak yapılacak seçimlerin darbe fobisi altında yapılacağı duygusunu yerleştirmek istemiştir. Bununla AKP’nin oy kaybetmesi beklenmektedir.

 

Muhtıra, kaleme alınış biçimi ve kullandığı dil ve üslup açısından sadece AKP’ye değil tüm Türkiye’ye darbe indirmiştir. Muhtırada yer alan ifadelerin, muğlak, her tarafa çekilebilir olması dikkat çekicidir:

“Uygun ortamlarda ilgili makamların, sürekli dikkatine sunulmakta olan bu faaliyetler; temel değerlerin sorgulanarak yeniden tanımlanması isteklerinden, devletimizin bağımsızlığı ile ulusumuzun birlik ve beraberliğinin simgesi olan milli bayramlarımıza alternatif kutlamalar tertip etmeye kadar değişen geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır.”

Türkiye’nin pratiğinde tartışılan temel değerler olmayıp bazı kavramların semantik alanlarının daha belirgin hale getirilmesidir. Bu kavramların başında da Laiklik kavramı gelmektedir. İstenen, bu kavramın her şeyde Demokles’in kılıcı gibi insanların tepesinde sallandırılmasına mani olacak tarzda bir tanımlamaya ve açıklığa kavuşturulmasıdır.

Gene Muhtırada milletin %70’inin giydiği kıyafetler çağdışı diye nitelendirilerek millete ve milletin temel değerlerine hakaret edilmiştir:

22 Nisan 2007 tarihinde Şanlıurfa’da; Mardin, Gaziantep ve Diyarbakır illerinden gelen bazı grupların da katılımı ile, o saatte yataklarında olması gereken ve yaşları ile uygun olmayan çağ dışı kıyafetler giydirilmiş küçük kız çocuklarından oluşan bir koroya ilahiler okutulmuş…

“Ayrıca, Ankara’nın Altındağ ilçesinde “Kutlu Doğum Şöleni” için ilçede bulunan tüm okul müdürlerine katılım emri verildiği, Denizli’de İl Müftülüğü ile bir siyasi partinin ortaklaşa düzenlediği etkinlikte ilköğretim okulu öğrencilerinin başları kapalı olarak ilahiler söylediği…

Milletin dini inançlarından kaynaklanan ve tarihi süreçte şekillenmiş kıyafetlerin ve de ilahi okumanın bir darbe gerekçesi görülmesi ürkütücü ve düşündürücüdür. Kutlu doğum kutlamaları yıllardır yapılan şölenlerdir. Hiçbir şeye alternatif değildir. Bunu böyle göstererek orduyu milletinden koparmaya çalışmak, orduyu yıpratmak istemek nasıl bir düşüncenin ürünüdür?

Diğer taraftan eğer çocuklar o kadar çok düşünülüyor idiyse, ilkokul çocukları dansöz olarak oynatıldığı zaman susmak ne anlama gelmektedir?

Eğer çocuklar o kadar düşünülüyorsa, ilkokullara uyuşturucu satılırken susmak ne anlama gelmektedir?

Eğer çocuklar o kadar çok düşünülüyorsa, fuhuş yaşı 12’ye indiğinde susmak ne anlama gelmektedir?

Yoksa başörtüsü, dansözlük, fuhuş ve uyuşturucudan daha mı tehlikelidir?

Eğer milletimiz, geçmiş darbelere hazırlık bağlamında darbe öncesi yapılan provokatif eylemlerin bizzat cuntacılar tarafından icra edildiğini bilmemiş olsaydı; bugün, muhtırada yer alan ve fakat geçmişle mukayese edildiğinde fındık kabuğunu doldurmayan meselelere bazı anlamlar yüklemeye gayret sarf edebilirdi.

Türkiye uluslararası bir komplo ile karşı karşıya olup yığınla provokatif hareketin muhatabıdır. Şemdinli’den Hrant Dink ve Malatya olayına kadar olan tüm olaylar, bir projenin(BOP) parçası olarak icra edilmektedir. Bunu da en iyi bilmesi gerekenler, Malatya olaylarını nasıl olur da bir dine ve dindara mal edebilirler:

“Kutsal bir inancın üzerine yüklenmeye çalışılan siyasi bir söylem veya ideolojinin inancı ortadan kaldırarak, başka bir şeye dönüştüğü, ülkemizde ve ülke dışında görülebilmektedir. Malatya’da ortaya çıkan olayın bunun çarpıcı bir örneği olduğu ifade edilebilir.”

Uluslararası bir komplo ile karşı karşıya kaldığımız ve bir çok ses getirici eylemler yabancı istihbarat örgütlerince icra edildiği bilindiği halde; olayları, dine ve dindara mal ederek hedef saptırmakla kim, kime hizmet etmektedir? Asıl tehlikeyi milletin gözünden kaçırmanın anlamı nedir?

Bugüne kadar tehlike hep bölücülük görülmüş ve bu konuda çok dikkatli bir dil kullanılarak farklı etnik kökenden gelen milletimizin değişik kesimleri rencide edilmemeye gayret sarf edilmiştir. Oysa 27 Nisan sanal muhtırasında, ‘Ne mutlu Türküm’ demeyen düşman olarak ilan edilmiştir:

“…Ulu Önder Atatürk’ün, “Ne mutlu Türküm diyene!” anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır.”

Dün değil bugün için Türk ana babadan doğmayan halkın değişik kesimleri, bu ifadeleri nasıl algılayacak, nasıl yorumlayacak ve nasıl değerlendirecektir? Beşinci kol faaliyeti yürütenler, bu ifadeleri nasıl kullanacaktır? Ülkenin bölünmekle karşı karşıya kaldığını söyleyenlerin, iddia edenlerin geliştirmeye çalıştıkları bugün için ırkçılık çağrışımı yapan söylemlerle, bilerek veya bilmeyerek neye katkıda bulunduklarını, kimlerin ekmeğine yağ sürdüklerini düşünmelerinde fayda vardır. İttihat Terakkinin Türkçü söylemlerle İmparatorluğu Tasfiye ettiği unutulmamalıdır. Bölünmeden şikayet edenlerin yangına benzin sıktıklarını artık görmeleri gerekir.

Özetle: Bu Muhtıra metni, başörtüsünü çağdışı ilan ederek, ilahi söylenmesine karşı çıkarak, kutlu doğum şölenlerine karşı tavır alarak, ırkçı bir söylem geliştirerek ve laik-antilaik kamplaştırma isteklerine destek vererek orduyu yıpratmış ve bu ülkeye iyilik değil kötülük yapmıştır. Türkiye’den ziyade ABD+İsrail+İngiltere’ye hizmet etmiştir.

Bu Muhtıra, orduyu halktan koparma operasyonudur. Atilla İlhan’ın 28 Şubat Darbesi için söylediği, “28 Şubat Sabetayist bir darbe olup Ordu’yu Halk’tan koparma operasyonudur” sözleri, bu darbe için de geçerli olabilir kanaatindeyiz. ABD’ye karşı bir kadife darbe şeklinde gelişen süreç, nasıl oldu da bir gecede bir muhtıra ile ABD+ İsrail + İngiltere menfaatlerine hizmet eder şekilde yön değiştirmiştir. AKP’ye karşı duyulan öfke bu kadar büyük bir basiret bağlanmasına neden olabilir mi? Kim bilir?

Bu Muhtıra, Türkiye’yi birliğe dahil etmek istemeyen AB’nin işine yaramıştır.

Siyasilerin bundan sonra önüne sürülecek gerekçe, Türkiye’nin asker vesayeti altında olduğudur. Başlangıçta AB’nin Muhtıraya karşı aldığı sert tavırda bu ifadeler yer almıştır. Yeni seçilen Fransız Cumhurbaşkanı Türkiye’nin AB’ye alınmaması gerektiğini daha sert bir şekilde seslendirmektedir.

Muhtıra en çok ABD’nin işine yaramıştır. İçerde sıkışan iktidarın kendisine yaklaşacağını ve istediği tavizleri alabileceğini düşünmektedir. Türkiye’nin l-antilaik şeklinde kamplaşması ile gerilimin artması, Türkiye’nin çok kolay destabilize edilmesi fırsatını ortaya çıkarmıştır. Muhtıranın Türk ve Kürt toplum kesimleri arasındaki ayrışmayı tırmandırması, ABD’nin uydu Kürt Devleti çalışmalarını kolaylaştıracaktır.

Muhtıra, orduyu yıpratmış, Devlet–Millet ayrışması gerilimini artırmış olması açısından, ABD arayıp da bulamadığı bir fırsatı yakalamıştır.

 Bu açılardan baktığımızda 27 Nisan Kadife Darbesi, tüm darbelerde olduğu gibi milletin karşısında bir saf tutuştur ve ülkenin bağrına bir hançer saplayıştır.

Bugün  bu muhtıra metni ile toplumun kan damarlarına enjekte edilen zehirin tesirleri, daha sonra ortaya çıkacaktır. Tıpkı 12 Eylül ve 28 Şubatın sonuçlarından duyulan rahatsızlıklar gibi.

Sonuç: 27 Nisan Kadife Darbesi Sistemin İflasının İlanıdır; Sistemin Suni Teneffüsle Yaşama Zorunluluğunun Tescilidir. 

Milletin penceresinden baktığımızda Kadife Darbeyi, sistemin harakiri yapması olarak değerlendirebiliriz.

Kadife Darbe süreci, bazı partiler arasındaki renk armonisini ortadan kaldırmış, liberallerle solcular içiçe geçmiş, kimin ne olduğu anlaşılır olmaktan çıkmıştır.

Kadife Darbe süreci, bazı siyaset erbabının ne kadar ilkesiz, vukufsuz olduğunu ve değer ölçüleri olmayan, kıbleleri belirsiz insanlar olduğunu ortaya koymuştur. Burada kast ettiğimiz partilerin seçimlere ittifaklar yaparak girmesi veya koalisyon hükümeti kurmaları değildir. Burada söz konusu edilen, dün savunduğu fikirlerin zıddını savunan ve bir partiden salt milletvekili olabilmek için adaylık başvurusunda bulunan, renksiz ve omurgasız olanlardır. Akşam bir partiyle yatıp sabah başka partiyle ile uyananlar ve öğleyin başka bir partiyle yemek yiyenlerdir.

Bu darbe süreci aynı zamanda partilerin kimliklerinde kırılmaya neden olmuştur. Dünün solcuları bugünün sağcıları olmuş; dünün sağcıları bugünün solcuları olmuştur. Dün sokakta birbirine silah sıkanlar bugün omuz omuza ortalıkta arzı endam etmektedirler.

Kadife Darbe, bu boyutu ile bir turnusol kağıdı görevi icra ederek Türkiye’nin önünü açmıştır. Türkiye’de yeni arayışlar meydana gelecektir.

Bu darbe, siyaseti, rey ver ve kurtul anlayışından rey ver ve reyine sahip çık anlayışına taşıması açısından yararlı olmuştur. Siyaseti, sadece parlamento içi siyaset olarak görüp anlayanların yanıldıkları; parlamento içi siyasetle parlamento dışı siyasetin bir ve bütün olarak yürütülmesi gerektiği anlaşılmıştır. Bu da önümüzdeki günlerde parlamento dışı siyasetin daha etkili olacağı anlamına gelir; elbette ders almasını bilenler açısından.

Kadife Darbe süreci, CHP ve sola zarar vermiştir. Geçmişte CHP ve solun darbecilere koltuk değneği görevi gördüğü bilinmekteydi. Ordu+CHP=iktidar denkleminin kendilerine zarar verdiğini seslendiren Ecevit’in başkanlığındaki bir gruptu. Ecevit bu imajı silebilmek için DSP’yi kurmuştur. Bugün gelinen noktada CHP, CHP+Ordu=İktidar formülüne tekrar geri dönmüştür. Böylece bütün darbelerdeki koltuk değnekliği görevine yeniden CHP ve solun geri döndüğü anlaşılmaktadır. Her ikisi de aslına rücû etmişlerdir. Bu seçim sürecinde yürütülecek estetik bir kampanya ile CHP ve sol, millet vicdanında mahkum edilebilir.

Kadife Darbe süreci, siyasetin iki partili bir sistemde bloklaşmasına şimdilik katkı sağlamıştır: AKP bir tarafta CHP bir tarafta konumlanmıştır. Dini ve milli hassasiyetleri olan partilerin tabanlarında, AKP lehine bir oy kayması şimdilik vardır. Ancak bu şekillenme iç ve dış güç merkezlerinin tercihlerinin örtüşüp örtüşmemesi ile ilgilidir. Örtüşmediği taktirde Türkiye daha ciddi gerilimlere gebedir diyebiliriz. Seçimlerin olup olmaması bu çekişmeye ve tarafların güçlerine bağlı olacaktır.

Seçimlerin ertelenmesi AKP ve CHP’nin aleyhine, parlamento dışında kalan partilerin lehine olacaktır. Duygusallıklar ortadan kalkacak, insanlar daha sakin düşünmeye başlayacaklardır. 28 Şubat’la 27 Nisan darbeleri arasında iyi ilişki kurup anlatabildikleri taktirde; uzun vadede bu süreçten en kârlı çıkabilecek parti, Saadet Partisi olacaktır.

RP’nin yenilikçi kanadı diye adlandırılan bugünün AKP yönetim kadroları, 28 Şubat’tan dolayı kendileri bakan ve genel başkan yardımcıları olmuş olmalarına rağmen hep Erbakan’ı ve onun çevresindeki ak saçlıları suçlayarak ayrı bir parti kurmuşlardır. Erbakan’a yönelttikleri suçlamaların tümü, ‘değiştik’ demiş olmalarına rağmen bugün, kendi başlarına gelmiştir. Herhalde bunun üzerinde AKP kadroları derin derin düşünecek, tefekkür edecek ve gerekli dersleri çıkaracaklardır. Bugün AKP yöneticilerinin Erbakan ve ak saçlılar gurubuna bir özür dileme borçları vardır.

Kadife Darbe süreci, parlamentoya darbe vurmuş, parlamentonun etkisini ve önemini azaltmıştır. Anayasa Mahkemesine zarar vermiştir. Parlamentodan sonra ikinci yıpranan kurum Anayasa Mahkemesi olmuştur.  Bu nedenle Kadife Darbe süreci, sistemin özüne geçmişteki darbeler gibi bir darbe vurmuştur. Sistemi zayıflatmıştır. Sistemin demokratik, laik ve hukuk devleti niteliğinin gerçekte var olmayıp tamamen güce endeksli bir yapı olduğu, biraz daha açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Güç karşısında ne hukuk, ne demokrasi ve ne de laiklik kalmıştır. Sistemin bu tezatlar abidesi yapısı  bu seçim sürecinde millete iyi anlatılabilmelidir.

Bu darbenin muhatabı olan herkes bundan sonra sistemin üzerinde daha derin ve köklü düşüneceklerdir. Bütün bunlar teorisiz pratik yapmanın bedeli olarak görülecektir. O nedenle gelecekte teorik çalışmalar yoğunlaşacak ve parlamento dışı siyaset daha etkin hale gelecektir. Bu da Türkiye’nin önünü açacaktır.

Unutmayalım:

“… Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.”(2/216)

Yine unutmayalım:

“Böylece onlar bir tuzak kurdular. Fakat biz de onlara, farkında olmadıkları bir tuzak kurduk.”(27/50)

Kaynaklar

1- Canoğlu Y., “Kadife Darbelerden Alınacak Ders”, Umran Dergisi, 2005 Sayı 129.

2- Adlı A., “Silahsız Toplum Kuvvetleri”, Aksiyon Dergisi, Sayı: 648 - 07.05.2007

3- Zaman, 05.04.2007

4- KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, 29 Mayıs 2003, Yeni Düzen Gazetesi.

5- Ocaktan M., “İşte ADD’ye Köşk Yardımı Belgeleri”, Yeni Şafak, 09.04.2007

6- Genelge 2007 – 5 Sayı:2007/ 04.04.2007

7- Genelge 2007 – 6 Sayı:2007/219 06.04.2007

8- Arman A., “Annem ve ben birbirimizin zıddı iki kadındık”, Hürriyet 06.05.2007.

ŞER İTTİFAKI ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI İÇİN İKİ ANA EKSEN OLUŞTURMAYA ÇALIŞMAKTADIR

(Umran Dergisi)   Şer İttifakı (Siyonizm-ABD-İngiltere-İsrail, AB) 21. yüzyılı “dijital dönüşüm” yüzyılı olarak öngörmekte, bu nedenle “büyü...