2 Haziran 2007 Cumartesi

Kadife Darbelerden Çıkan Ders: Milleti Yaşat ki Devlet Yaşasın

 (Umran Dergisi)

Türkiye’de 27 Nisan 2007 E-Muhtıra’sından bu yana yaşanan siyasal gelişmeler ile bu sürece paralel olarak yürütülen aynı amacı gerçekleştirmeye yönelik süreçler, iki-üç yıl önce Sırbistan’dan başlayarak Gürcistan, Ukrayna, Kırgızistan ve hatta Kıbrıs’ta uygulanan “kadife darbeler” serisini hatırlatıyor. Gerek amaçları, mihrakları, yöntemleri gerekse uygulama biçimleri, sembolleri, sloganları... itibariyle birbirine benzeyen “kadife darbeler”i enine-boyuna incelemenin bugün için anlamlı mesajlar içereceği düşüncesiyle, Umran’ın Mayıs 2005 tarihli 129.sayısında yer alan sayın Yıldırım Canoğlu’nun aşağıdaki analizini Umran/ek olarak yayınlamayı uygun gördük.


“Ülkemizin halkı ülkemizin şerefi, ülkemizin halkı ülkemizin gerçek zenginliğidir.” 

Ebû Hamîd el-Gazali

 

Sırbistan’da başlayıp Kırgızistan’da şimdilik son bulan, ancak devam edeceği anlaşılan, medyada ‘Kadife Devrim’ diye nitelendirilen batı destekli İşbirlikçi Sivil Post Modern Darbeler dönemi çok önemli yeni bir süreçtir. Bu süreç, bu güne kadar alışılmış darbe süreçlerine benzememekte, asker doğrudan doğruya işin içine girmemektedir. Sırbistan,Gürcistan, Ukrayna ve Kırgızistan İşbirlikçi Post Modern Darbeleri, Genişletilmiş Ortadoğu’yu Kuşatma, ABD’nin yıkılan imajını düzeltme ve ABD hakimiyetini, kan bedeli ödemeden, kurma amaçlıdır. Yeni tip işbirlikçiler kazanma ve onlarla çalışma süreci olarak bakılabilir bu sürece. Bu süreç, ABD’nin İmparatorluk hayalleri ile beraber göz önüne alınarak iyi okunmalı, analiz edilmeli, iyi yorumlanmalı ve gerekli karşı önlemler alınmalıdır. Bu çalışmada bu konu ele alınmaktadır.

Gizli Dünya Devleti

Sovyetler Birliğinin çökmesi ile biten iki kutuplu dünya dönemi, ABD’yi rakipsiz bir güç haline getirmiştir. ABD’nin patronajında başlatılmak istenen Yeni Dünya Düzeni, cazip bir slogan olmaktan öteye geçememiş, ABD patronluğu beklenen ilgiyi görmemiştir. Küresel olmasa bile yeni bölgesel güçler, Çin, Rusya, Hindistan, Japonya ve AB ön plana çıkmaya başlamıştır. ABD’nin bir arada var olma nedeni olarak görülen/ gösterilen ‘Dış Tehdit’ ortadan kalkınca, ABD’nin bünyesindeki etnik kimlikler ön plana çıkmaya ve ABD’lilik önemini kaybetmeye başlamıştır.

ABD’nin parçalanmaktan korunması, uluslararası arenada kendine meydan okuyacak bir gücün ortaya çıkmasına mani olunması, ABD halkının tüketim toplumu özelliğini muhafaza ederek ihtiyaçlarının makul ölçüler içerisinde karşılanabilmesi ve uluslararası sermayenin önündeki tüm engellerin kaldırılması, ABD’nin soğuk savaş sonrası stratejisinin dört ana belirleyicisi olmuştur.

1800’lerden beri ABD, kapitalizmin putlaştırdığı bir şirket devlettir:

“Başkan Hayes(1876): Amerikan hükümeti şirketlerin, şirketler tarafından, şirketler için yönetildiği bir hükümettir.” der.1

Başkan Woodrow Wilson, ‘Para babalarının önündeki engellerin ne pahasına olursa olsun kaldırılması’ talimatını verirken, bir şirket devletin başkanı olduğunun bilincindeydi.2

Ahlak ve adalet gibi kavramların kapitalizmde yeri yoktur. Kapitalizmin doğası, uluslararası sermayenin kârının maksimizasyonunu öngörür. Buna engel gördüğü her düşünce, her sistem ve her millet yok edilmesi gereken bir düşmandır:

“(Tüm müdahalelerde) Amaç, rakip toplumsal düzenlerin ortaya çıkmasını önlemek ve kapitalist bağımlı devlete karşı işleyebilir tüm alternatifleri ortadan kaldırmaktı... Tehlikede olan şu ya da bu Üçüncü Dünya ülkesindeki yatırımlar değil, bütün bir uluslar ötesi yatırımlar sisteminin uzun vadeli güvenliğidir. Bağımsız bir gelişme rotası izleyen hiçbir ülkenin, öteki halklar için tehlikeli bir örnek oluşturmasına izin verilmemelidir.”3

Bu uluslararası sermayenin çok öne çıkmasa da ideolojik bir kimliği vardır. Bu kimlik, Siyonizm olup bir dünya devleti kurma peşindedir. Gizli Dünya Devleti elindeki muazzam sermayeyi ve nüfuz ettiği bürokratları kullanarak ülkelerin kaderleri ile oynamaktadır. ABD bugün bu güç tarafından yönetilmektedir:

“(House Banking Commitee başkanı, kongre üyesi Wright Patman):

Amerika’da aslında iki hükümet bulunmakta... Bir usûle göre teşekkül eden hükümet var... Bir de, aslında kontrol yetkisi Anayasa tarafından kongreye verilen , mali gücü idare eden, bağımsız, kontrol edilmeyen, koordine edilmeyen Federal Reserve Sistem mevcut.”4

Dünyada vuku bulan pek çok olayın asıl failleri sahnede rol alan aktörler değildir. Onlar birer figürandır. Asıl irade perde arkasında bulunmaktadır:

 Dünyada ki asıl malı güç, birleşmemiş olan şahsı bankaların kulisi arkasında kalan, (uluslararası veya büyük bankerler diye isimlendirilen) Investment olan bankerlerin elinde bulunuyor. Bu, merkez bankalarının ajanlarından çok özel, güç sahibi ve gizli olan uluslararası işbirliği ve ulusal hakimiyeti içeren bir sistem kurdu.”4

Eski Bakanlarımızdan Kâmran İnan; “Çok uluslu şirketlerin insan satın almada ihtisasları vardır... Milletlerarası ekonomik ilişkilerin görünmeyen tarafları, görünenden çoktur.”5 derken gizli bir gücün varlığına dikkat çekmiş olmaktadır.

Bu gizli devlet, CFR, Bilderberg, Tri Lateral, Lions, Rotary gibi kuruluşlarla legal, Masonluk, Siyonizm gibi kuruluşlarla illegal olarak dünyayı yönetmeye ve ülkelerin kaderleri ile oynamaya çalışmaktadır. Bu yazıda biz ABD derken, görünen legal yapı ile görülmeyen illegal yapıyı birlikte kastetmekteyiz.

ABD İmparatorluğu İçin Genişletilmiş Ortadoğu’nun Kontrolü

ABD stratejistleri, ABD için gelecekte tehlike olabilecek güçleri iki farklı boyutu/ekseni gözönüne alarak tespit etmektedirler. Eksenlerden biri, askeri-ekonomik; diğeri ise değerler sistemidir. Askeri-ekonomik olarak AB, Çin, Rusya, Hindistan, Japonya; değer sistemi olarak da İslam muhtemel güç olarak düşünülmüştür.6

ABD’nin soğuk savaş sonrası stratejisinin nirengi noktası, gelecekte kendisine rakip olabilecek tüm güçleri şimdiden tasfiye edebilmek için gereken önlemleri almaktır:

Stratejimiz şimdi, gelecekte potansiyel bir küresel rakibin ortaya çıkışına meydan vermeyecek şekilde yeniden ayarlanmalıdır.”7

Bu sonucun elde edilebilmesi için hazırlanan ‘Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi’ (PNAC), ‘Merkez Bölge’ diye tanımlanan (Genişletilmiş Ortadoğu, Büyük Ortadoğu) bir bölgenin kontrolünü hedefler,8

Genişletilmiş Ortadoğunun enerji kaynaklarına ve onun ulaşım yollarına hakim olmakla ABD, rakiplerinin nefes boruları üzerine kontrolü kendisinde olan birer vana yerleştirmiş olacaktır:

Irak’ta Mac Arhur tarzı bir askeri yönetim kuracağız ve petrol kaynaklarını ele geçireceğiz. Askeri yönetim, Suudi Arabistan dahil, petrol üreten Arap ülkeleri üzerinde ki denetimimizi garanti altına alacak. Suudi Arabistan ve Irak gibi iki büyük petrol kaynağını ele geçirip bu iki bölgede İslâmcı grupları yok ettikten sonra Amerika’nın dünya ekonomisini ele geçirmesi için çok önemli bir güç kazanacağız.”9

İki Farklı Güç

11 Eylül sonrasında ABD’nin izlediği politikalar, dünyaya karşı takındığı tavır, ABD’ne Dünya Kamuoyunu kaybettirmiştir. Kamuoyunun kafasında gıpta edilen, sevilen, saygı duyulan ABD yerle bir olmuş; bunun yerine, korkulan, nefret edilen tehlikeli görülen, yalancı, ilkesiz, çifte standartçı, iki yüzlü, barış ve insanlık düşmanı bir ABD gelmiştir. Artık ABD, dünya kamuoyu nezdinde dünya barışı için en tehlikeli iki ülkeden (İsrail, ABD) biridir. 11 Eylül’de dünya kamuoyuna karşı söylenen yalanla yapılan en büyük yanıltma, aldatma faaliyetinin sonucunda gerçekte yıkılan, ikiz kuleler değildi; yıkılan ABD rüyası, ABD imajı, ABD imparatorluğu, ABD güvenilirliği idi.

Nobel ödüllü İranlı avukat Şirin Ebadi’nin Ebu Gureyp’teki olaylar üzerine söyledikleri, ABD’ye hayran olanların psikolojisinin dışavurumundan başka bir şey değildir:

 “Amerika bir zamanlar her yerde insan hakları konusunda ölçüt olarak alınırdı; ama şimdi, Iraktan gelen resimleri gördüğümde, kendi kendime ne oldu o Amerikan uygarlığına diye sordum.10

Bu gerçeği gören Brzezinski, Amerikalıları kendileri ile yüzleşmeye çağırmaktadır: “Amerikalılar, kitle kültürümüzün dünya çapındaki, kültürel kutuplaşmayı hızlandırdığı gerçeği ile yüzleşmek zorundadır... Ulusal tarihimizde dünya kamuoyu, ABD’ye hiç bu kadar düşman olmamıştı.”10

ABD yönetimi, dünyada girdiği bu yalnızlığın farkına varmış olmalı ki, Dünyada ki medyada nasıl algılandıklarını anlayabilmek için Doksan milyon dolarlık bir bütçeyi araştırma için ayırmıştır.11

ABD politikalarında güç kullanımı konusunda çekişen iki farklı yaklaşım vardır: ‘Sert Güç(Hard Power)’, ‘Yumuşak Güç(Soft Power)’.

Yumuşak Güç’ kavramı, ilk kez Joseph S. Nye tarafından 1990 yılında çıkan ‘Öncülüğe Mecbur: Amerikan Gücünün Değişen Doğası’ (“Bound to Lead: The Changing Nature of American Power”) adlı kitabında ortaya atılmıştır. Nye’ye göre Yumuşak Güç;

“Başkalarına cazip gelerek ve onları ikna ederek hedeflerinizi benimsemelerini sağlayarak istediğinizi elde etme hüneridir... Yumuşak güç, zorlama ve baskı değil işbirliği ve iknadır. Özü bir takım değerlerde bulunur. Mesela demokrasi ve insan hakları, bir ülkenin kültürünün, politik ideallerinin politikalarının cazibesiyle oluşur... Yumuşak güç kimin kazandığına değil kimin hikayesinin kazandığına ilişkindir.. Enformasyon çağında siyaset, sonunda kimin öyküsünün galip geleceği meselesidir.” 10

Nye’ye göre ‘Sert Güç’ ise: “Başkalarının sizin isteklerinize uymasını sağlayacak biçimde, askeri ve ekonomik imkanın havuç ve sopasını kullanma kabiliyetidir”.10

Giyim tarzı, düşünme tarzı ,eğlence, film, tiyatro, müzik, ibadet ve değerler yumuşak gücün silahlarıdır. Bu silahlar, İnsanların kalplerine, gönüllerine ve nefislerine yönelmişlerdir. Che Guevera’nın arkadaşlarından Regis Debray:

“Blue-Jeanların ve rock’n roll’un gücü, tüm bir kızıl ordunun gücünden fazla” demekle yumuşak gücün etkinliğine dikkat çekmiştir.11

Avrupa’nın göbeğindeki Berlin Duvarı; tek bir mermi atılmadan, hiçbir silah kullanılmadan yerle bir edilmiştir:

“(Michael Eisner, 1995) “Berlin duvarı Batının silahları tarafından değil, Batının fikirleri tarafından yıkılmıştır. Peki bu fikirleri taşıyan sistem nedir? Bu konuda Amerikan eğlence sektörünün açık arayla başı çektiği kabul edilmelidir. En iyi ve en kötü filmlerimizde, TV gösterilerimizde, kitaplarımızda ve kasetlerimizde, bir bireysel özgürlük duygusu ve ancak hürriyetle gelebilecek bir yaşam tarzı içkindir. Bu özellik, Steven Spielberg’in filmlerinde de , Madonna’nın şarkılarında da, Bill Cosby’nin mizahında da bulunmaktadır”... “Eğlence endüstrisinin, tarihin yönünü tayin etmede oynadığı rolle ne kadar övünsek azdır.”10

“Medya eleştirmeni Todd Gitlin: Amerikan kitle medyası küresel bir çekim yaratıyor çünkü mutluluğun devamlı olmadığı bir eğlence kültürünü yansıtıyor.”10

Gerçekten de Batı eğlence endüstrisi, başta gençlik olmak üzere tüm insanları kendisine çekmekte başarılı bir cazibe merkezidir. Başlangıçta gençleri mutlu ediyor gözüküyor; ancak nihayetinde uyuşturuyor, yalnızlaştırıyor, kendisine, toplumuna ve ülkesine karşı yabancılaştırıp sürüleştiriyor, eşyalaştırıyor.

Uluslararası İlişkiler Uzmanı Fuat Köymen, Antonio Gramsci’ye atıfta bulunarak üç kavram (‘yumuşak güç’, ‘hegemonya’, ‘lider’) arasındaki ilişkiyi şöyle açıklamaktadır:

Yumuşak güç uluslararası ilişkilerde daha çok liderlik ve hegemonya kavramları ile birlikte kullanılıyor. Dünyada lider temelinde bir düzen kurulduğu zaman, liderin bu düzeni ne şekilde ve hangi mekanizmalarla kuracağı üzerine geliştirilen bir kavram. Lider, sistemdeki düzeni kurarken iki türlü mekanizmaya sahip. Bunlardan bir tanesi baskıya ve güce dayanan mekanizmalar ki, uluslar arası ilişkilerde daha çok askeri güçle düşünülen bir şey. İkincisi de daha çok ideolojik. Kültürel mekanizmalarla düzeni kurarken, düzeni oluşturan diğer aktörlerden rıza almak temelinde oluşturulan mekanizma... Sistemin lideri düzeni kurarken kendi kullanmış olduğu dilin diğer aktörlerin diline tekabül etmesi lazım. O yüzden de hegemonya, güç artı rıza olarak tanımlanıyor... Rıza temelinde hareket etmeyen yanı kendi diliyle düzenin diğer aktörleri arasında bir tekabüliyet kurmayan bir liderlik anlayışı zaten hegemonik olamıyor. Sadece baskıcı ve güç temelli olabiliyor. O yüzden de hegemonyanın oluşturucu temel referansı, rızanın oluşturulması yani liderin kendi çıkarlarına dönük dili sanki düzenin çıkarınaymış gibi lanse etmesi ve düzeni oluşturan diğer aktörlerin bunu kabul etmeleri gerekiyor”12

Johu Arquilla ve David Ronfeldt, 1992 yılında, ABD’nin Yumuşak Güç kullanımı ile ilgili iki aşamalı bir politika önermişlerdir:

“İlk aşamada Amerika’nın evrensel değerlerinin büyüleyiciliğine kapılabilecek bir ruh hali yaratmak. Daha sonra bu değerler üstünden Amerikan ideolojilerinin benimsenmesine uygun bir ortam oluşturmak.”13

Yumuşak Güç Kullanımı: Kadife Darbeler

ABD tarihi süreç içerisinde, bir dünya devleti kurabilme stratejisine bağlı kalarak değişik ülkelerde, değişik zamanlarda, değişik darbe yöntemleri geliştirmiştir. Bunları dört grupta sınıflandırabiliriz:

          Birinci Nesil Darbeler: Fiili Askeri İşgal: Afganistan, Irak, Panama örnekleri.

          İkinci Nesil Darbeler: ABD onaylı askeri cunta darbeleri. Türkiye’de 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül bu tür darbelerdir.

          Üçüncü Nesil Darbeler(Postmodern Darbe): Askerlerin öncülüğünde sivil toplum kuruluşlarının muhalefeti ile hükümetin devrilmesi. Türkiye’deki 28 Şubat bunun en güzel örneğidir.

          Dördüncü Nesil Darbeler(Postmodern Kadife Darbeler): ABD işbirlikçisi STK’lar ile darbe; Sırbistan, Gürcistan, Ukrayna, Kırgızistan örnekleri.

Dördüncü Nesil Darbe, o ülkenin yerli görüntülü sivil toplum örgütlerinin önderliğinde kitle hareketi ile yönetimleri devirme sanatı olarak tanımlanabilir.

Kullanılan Yöntem

Burada, yerli işbirlikçiler aracılığıyla ülkeleri içerden ele geçirmek ana yaklaşım tarzıdır. Baskın olan yumuşak güç kullanımıdır. ABD’nin başlattığı bu süreçte ülkeler, içerden karıştırılmakta, etnik ve mezhebi tüm ayrılıklar tahrik edilmekte ve tüm gayrı memnunlar iktidar karşıtı bir safta birleştirilmektedir. Finansman ve medya desteği ABD’nin STK’larınca karşılanmaktadır. Bu yeni dönemin Truva atı: Demokrasi, İnsan hakları, özgürlüklerdir. ABD bu atla ülkelerin içine girmek istemektedir.

Dördüncü Nesil Darbelerin teorik alt yapısı, Avusturyalı düşünür Karl Popper’in ‘Açık Toplum ve Düşmanları’ adlı kitabına dayanmaktadır:

“Totaliterler zorunlu, hatta kaçınılmaz olarak baskıya şiddete başvuruyorlar. Bu totaliter rejimlerin karşısına konabilecek bir seçenek var. Gerçeğin kimsenin tekelinde olmadığı bir seçenek. Farklı bireylerin değişik görüşleri taşıdığı, bu farklılıkların, bu çeşitliliğin barış içerisinde bir arada yaşamasını sağlayacak kurumların gerektiği bir seçenek. Yurttaşların haklarını o kurumlar koruyacak, ifade ve tercih özgürlüğünü yine o kurumlar güvence altına alacak. Bu toplumsal örgütlenmeye bir ad koymak gerekirse, Açık Toplum diyebiliriz.”14

Kadife Darbelerin Finansorü ABD’li spekülatör Soros’un vakfının isminin, Popper’den mülhem, ‘Açık Toplum’(Open Society) olmasına dikkat edilmelidir. Soros vakfını bu amaçla kurduğunu saklamıyor. Kadife darbelerde uygulanan yöntemin temel felsefesi ise, siyaset bilimci Gene Sharp’a aittir. ‘Şiddet İçermeyen Hareketin Politikası’ (‘The Politics of Nonviolent Action’) ve ‘Diktatörlükten Demokrasiye (‘From Dictatorship to Democracy’) adlı kitaplarında uygulanan yöntemi anlatır(14). G.Sharp’a göre:

“İktidar monolitiktir. Diktatörün kredisi azaldıkça ona itaatsızlık edecek olan bürokratların ve güvenlik güçlerinin sayısı da artar. Bu kitle kritik bir seviyeye ulaştığında ise diktatör iktidarı kaybeder. Muhalif güçler, işte bu anlayışa uygun nitelikte bir program uygulamalıdırlar.”14

G.Sarp, kitaplarında, ‘sivil itaatsizlik ve uluslararası baskının’ diktatörlüklerin ‘aşil topuğu’ olduğunu ileri sürüyor ve bu amaçla 189 farklı eylem metodu öneriyor.14

Gene Sarp’ın uygulamayı önerdiği yöntem şöyle özetlenebilir:14

          1. Nokta: Örgüt: Öncelikle tek kelimelik vurucu bir örgüt ismi ile gençler ve öğrenciler arasında örgütlenme.

          2. Nokta: Slogan: Basit ve etkileyici bir slogan oluşturma ve yayma.

          3. Nokta: Medya: Ulusal ve uluslararası medya desteği.

          4. Nokta: Finansman: Uluslararası vakıf ve sivil toplum örgütlerinin parasal desteği.

          5. Nokta: Seçimlere Hazırlık: Seçimler halkın sokağa dökülmesi için en uygun dönemlerdir. Bunu için alt yapı çalışması yapmak.

-           Seçimlerden altı ay kadar önce seçimlere hile karıştırılacağı şüphelerini yayarak seçimlere gölge düşürmek.

-           Seçim sonuçları ne olursa olsun seçimlerin adil yapılmadığı ve seçimlere hile karıştırıldığı iddiasını gündeme getirmek.

-           Seçimlere gözlemci olarak gelen batılı uluslararası teşkilat temsilcilerinin bu iddiayı destekleyerek sorunun uluslararası arenaya taşınmasını sağlamak.

          6. Nokta: Gerilim Artırma:

-           Ekonomik manipülasyon yaparak bunalımı körüklemek.

-           Etnik ve mezhepsel farklılıkları kaşımak.

          7. Nokta: Gayri Memnunları Toparlama:

-           Kitlelerin takip edebileceği tanınan insanları lider olarak öne çıkarma. Eski yönetimden dışlanmış popüler isimler uygun olabilir.

-           Yönetime karşı olan tüm gayri memnunları bir çatı altında toplama.

          8. Nokta: Asker ve güvenlik güçlerini kazanma ya da tarafsızlaştırma:  Yönetimin yanında yer almamasını, en azından olaylara müdahale etmemesini, tarafsız kalmasını ve fakat muhalefeti de açık bir şekilde destekleyerek askeri darbe görüntüsü de verilmemesini sağlamak. Böylelikle kitlelerin daha cesur davranması sağlanıyor, katılım artıyor.15

          9.Nokta: Sokak Hakimiyeti: Taraftarları sürekli olarak sokakta tutarak yönetimin otoritesini ve iradesini kırmak. Bu gelişme yönetimi yalnızlığa iter, kendisine bağlı güçlerin itaatsizlik oranında ‘kritik düzeyin aşılmasını’ sağlar ve muhalefetin halk desteğini hızla artırır.

          10. Nokta: Sonuç: Yönetimin(diktatörün) şiddet uygulanmadan kansız bir şekilde yıkılışı.

Kadife darbelerin başarılı olmalarının nedenlerini ortaya çıkarabilmek için iyi bir analiz yapılması ve olaya etki eden tüm parametrelerin göz önüne alınması gerekir. Olayları iç ve dış dinamikler kapsamında iki boyutlu bir uzayda ele alabiliriz (Bunların ayrıntılı incelenmesine burada yer verme imkanı yoktur):

İç Dinamikler

Kadife Darbe sürecine etki eden, onu kolaylaştıran ve hatta hızlandıran iç parametreleri aşağıdaki başlıklar altında toplayabiliriz:

•          ‘Siyasal Kültür ve Yapılar’

          Ekonomik Yapı

          Toplumsal Yapı

          İktidarın Durumu

          Muhalefetin Durumu

          Kitle İletişim Araçlarının Durumu

Dış Dinamikler

Bu darbelerde etkili olan dış parametreleri aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

•          Ülkenin Stratejik Durumu

          Diş güçlerin Tutumu

          Kitle iletişim Araçlarının Tutumu

Kadife Darbelerin ortak noktalarını aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

1-Darbeyi sembolleştirecek ve isim babası olacak çiçekler, renkler ve giysiler  seçilmiştir. İsimlendirmeler buna uygun yapılmıştır: Gürcistan Kırmızı- Gül Devrimi, Ukrayna Turuncu-Kestane Devrimi, Kırgızistan Sarı-Lale devrimi.14,15

Kitlelerin elbiseleri buna göre şekillendirilmiştir ve ellerinde çiçekler bulunmaktadır.

2-Üniversite gençliği öncü rolünü oynamıştır. Gençler, rock konserleri, eğlencelerle protestocuların safına çekilmiştir. Batılılar gibi yaşamak isteyen gençler örgütlendirilmiştir.16 Sovyet zulmünden yeni çıkmış, sağlam değerleri olmayan, ekonomileri bozuk ve yönetim tarafından baskı altında tutulmuş bu ülke insanlarının medya kitle kültürü ile batıya hayran hale getirilmesi pek zor olmamıştır. Bunun sonucunda Batı ile işbirliğinde anormal bir şey görmemişlerdir.

Kıbrıs gençliğinde benzer psikolojinin meydanlara yansıdığını hep beraber gördük. Genç partinin %7.5’lik bir oy potansiyeline ulaşmış olmasında medya kitle kültürünün etkisi olduğu unutulmamalıdır.

3- Tek isimli bir gençlik örgütü popüler hale getirilip örgütlenme onun etrafında gerçekleştirilmiştir: Sırbıstan’da Otpor(Direniş), Gürcistan’da Kmara(Yeter), Ukrayna’da Pora(Zamanı Geldi), Kırgızistan’da Birge(Birlikte).

Ukrayna’da Znayu, 100 sivil toplum örgütünü bünyesinde barındıran bir çatı örgüt olmuştur. 30 bin kişilik bir öğrenci potansiyeline ulaşmıştır. Kırgızistan’da çatı örgüt olarak Kel Kel, 170 sivil toplum örgütünü bünyesine almıştır.14-16

4- İçerde ve dışarıda medya desteği sağlanmıştır: Sırbistan’da B-92 Radyosu, Gürcistan’da Rustavi-2 televizyonu, Ukrayna’da Kanal 5 televizyonu, Kırgızistan’da Res Publica ve MSN Gazeteleri, ayrıca Bişkek’teki ABD dışişleri bakanlığının basımevi 60 değişik yayını basarak destek vermiştir.14

5- Tümünün finansmanı yabancı vakıf ve sivil toplum örgütleri tarafından karşılanmıştır. Sırbistan’da Soros vakıfları; Gürcistan’da Soros Vakfı, Freedom House Uluslararası Demokrasi Enstitüsü; Ukrayna’da Soros’un Açık Toplum Vakfı, Freedom House, Amerikan Cumhuriyetçi Partiye Yakın IRI, Amerikan Demokrat Partiye yakın NDI sivil toplum kuruluşları, ABD-Ukrayna Vakfı; Kırgızistan’da USAID, Freedom House, National Democratic Institüte(NDI), İnternational Republician İnstitute(IRI), Open Society İnstitute(OSI=Soros’un Açık Toplum Enstitüsü).

Kel Kel’in bütçesi 110 bin dolar olup NDI tarafından sağlanmıştır. Kel Kel içerisindeki ‘Yolsuzluğa karşı Sivil Toplum Kuruluşu’na NED (Ulusal Demokrasi Fonu) tarafından 25 bin dolar yardım yapılmıştır, Sakaşvili ve yeni yönetimin maaşları uzun zaman Soros vakfı ve BM tarafından ödenmiştir.14,15

6- ABD elçilikleri olaylara destek verip yönlendirme yapmışlardır. Sırbistan’da Belgrat ABD büyükelçisi Richard Miles, Gürcistan’da Tiflis ABD büyükelçisi Richard Miles, Ukrayna’da Kiev büyükelçisi John Herbst, Kırgızıstan’da Bişkek ABD büyükelçisi Steven Young.

Steven Young, 2004 yılında, “Eğer Kırgızistan’da iktidar barışçı yollarla el değiştirirse, bu durum bütün komşu Orta Asya devletlerinin vatandaşlarını umutlandıracaktır.”14 diyerek olayları tahrik etmiştir. Keza darbeden bir hafta önce internette yayınladığı raporla darbenin planını Kırgızistan halkına sunarak yönlendirme yapmıştır. Muhalefetin eylemlerini desteklediğini kamuoyuna duyurmuştur.14

7- Eylemi götüren örgütlerin eğitimleri, yabancı vakıflar tarafından finanse edilip Sırbistan üzerinden gerçekleştirilmiştir. Sırbistan’daki örgütler, diğer ülke gençlik örgütlerini eğitmede kullanılmıştır. Hatta Sırbistan gençliği, diğer ülkelerdeki eylemlere bizzat iştirak etmiştir. (Gürcistan)Skaşvili ve arkadaşları Soros vakfı tarafından Belgrat’a götürülerek eğitilmişlerdir. Sırbistan’daki Otpor Örgütü (kitleleri kazanma ve yönlendirme konusunda) Pora(Ukrayna) üyelerini eğitmiştir. Znayu tüm il ve ilçelerde seçmenlere seçimle ve adaylarla ilgili eğitim vermiştir.15,16

Moldova, Belarus, Rusya ve orta Asya ülkelerinden gelen gençler, eğitime tabi tutulmuştur.15

8- Muhalefet liderlerinin tümü daha önce yönetimde bulunup bir şekilde dışlanmış olan kimselerdir. Batıda eğitim almış ve batı eğilimlidirler. Bu ülkelerde gençliğin yanı sıra kadınların önemli rolü olmuş, kadın liderler kitleleri sürüklemiştir.

Bayan liderler: Gürcistan’da Nino Burcanadze, Ukrayna’da Yulya Timaşenko, Kırgizistan’da: Roza Otunbayeva.16

9- Ülkelerin hepsinde etnik ve mezhepsel huzursuzluklar kaşınmıştır:14,16 Gurcistan’da; Acara, Osetya, Abhazya, Javakheti, Ukrayna’da; Doğu-Batı, Rus-Ukraynalı, Rusça konuşan Ukraynalılar, Kırgızıstan’da Özbek-Kırgız.

10-Düğmeye seçimlerle birlikte basılmıştır. Sırbistan(2000), Gürcistan(2003), Ukrayna(2004), Kırgızistan’da(2005). Ancak bu ülkelerin tümünde seçimlerden yaklaşık 6 ay kadar önce seçimlerin adil olması ve hile yapılmaması için kampanya açılarak farklı örgütler arasında dayanışma sağlanmıştır. Bu arada kamuoyu hile konusunda şartlandırılarak bir şuur altı oluşturulmuştur. Seçimlerden önce yapılan anketlerle muhalefetin iktidardan daha ilerde olduğu kanısı yerleştirilmiştir. Seçimlerden sonra da hile var diyerek kampanya başlatılmıştır.14, 16

Yabancı vakıflar, medya ve siyasiler işin içerisine girmiş, AGİT ve diğer gözlemci kuruluşlar aracılığıyla seçim sonuçları, uluslararası camiaya taşınıp mevcut yönetim baskı altına alınıp yalnızlaştırılmıştır.

Ukrayna seçimleri ile ilgili olarak ABD Başkanı Bush ve AB Dışişleri sorumlusu

Javier Solana; ‘Seçim sonuçlarını kabul etmediklerini’ ilan etmişlerdir.14, 16

Ukrayna darbesinden sonra George Soros: “Orta Asya ülkeleri de Ukrayna ve Gürcistan örneklerini izleyerek değişmelidirler.” demiş olması, ABD şirket devletinin olaylara ne derece müdahil olduğunun bir göstergesidir.14

AB Dış Politika Temsilcisi Javier Solana, Brüksel’de yayınladığı bildirisinde: “Kırgızistan’daki olayları yakından takip ediyoruz. Parlamento seçimlerinin uluslararası normlara uymaması ve halkı tatmin etmemesi konusunda endişeliyiz. Bu durum ülkede gerilim yaşanmasına neden oluyor”14 demekle istenen desteği sağlamıştır.

11-Bu ülkelerin hepsinde yolsuzluk, yoksulluk, işsizlik, yandaşlık ve adaletsizlik en hakim unsur olmuştur. Değer sistemlerinde ciddi bir erozyon vardır. Millet olma bilincinde ciddi kırılmalar mevcuttur. Batının medya kitle kültürü, büyük bir batı hayranlığı oluşturmuş ve batılı gibi yaşayabilmek için para etkin bir unsur olarak öne çıkmıştır.

Sonuç: Kadife Darbelerden Alınması Gereken Dersler

Genişletilmiş Ortadoğu(GO) kapsamına giren ülkelerde, önümüzdeki dönemde yapılacak seçimlerde benzer hareket tarzını beklemek yanlış bir değerlendirme olmaz. Şimdiden medya aracılığıyla ‘sırada kim var’, ‘sıradaki’ kampanyası başlatılmış bile. Dört ülkedeki darbelerin başarıyla sonuçlanmasının oluşturduğu psikoloji, hedef ülkeleri çok ciddi bir şekilde etkileyecektir. ABD’nin yumuşak güç kullanmaya dayalı bu taktik hareketi için hedef seçilen ülkeler; Sovyetlerden kopmuş, Rus/Çin baskısından kurtulamamış, ekonomisi bozuk, baskı, yolsuzluk, yoksulluk, yandaşlık ve adaletsizliğin baskın olduğu ülkelerdir. Genişletilmiş Ortadoğu’nun sınır/çevre ülkeleridir. ABD, sert güç kullanarak Afganistan ve Irak’ı işgal ederek GO’nun merkezine yerleşmiştir. Şimdi de kadife darbelerle ya da yumuşak güç kullanarak GO’yu çevreden kuşatmaktadır.

Önemli olan bir nokta da; dünya kamuoyunun dikkatini Suriye, İran ve Filistin üzerine çekecek çıkışlar yapıp rakiplerine daha kuzeyde darbe vurmasıdır. Stratejistlerin ‘Dolaylı Tutum’ dedikleri bir stratejiyi uyguladığı görülmektedir. Bu nedenle Geniş Ortadoğu kapsamına giren her ülke hedeftir ve en büyük hedef de Türkiye’dir.

Geniş Ortadoğu’nun neredeyse tamamı, Türkiye’nin güvenlik alanıdır. Türkiye’nin güvenliği, Bosna’dan Çin Seddine; Kırım’dan Güney Afrika-Endonezya eksenine kadar olan geniş bir alanla ilgilidir. Türkiye’nin güvenlik alanını, Misak-ı Milli içerisine hapsederseniz içeri kapanır, sonra da Irak’taki gibi olaylar vuku bulduğunda eliniz kolunuz bağlı kalırsınız. Bu geniş coğrafyaya dönük daha ufuklu, daha kuşatıcı politikaları zamanında geliştirmezseniz, bu coğrafyayı kuşatacak bir üst kimlik inşa edemezseniz, kriz zamanlarında seyretmekle yetinirsiniz. Türki cumhuriyetler ve İslam ülkeleri, ABD, Rusya, Çin, Hindistan ve AB’den daha çok bizi ilgilendiren bölgeler değil midir? Herhalde bunun sorumlusu, bu ülkeyi yıllardır yönetenlerden başkası değildir.

Kadife darbelerin yapıldığı ülkelerin ortak bir özeliği de, komünizmden sonraki dönemde ciddi ve tutarlı bir değer sistemi inşa edememiş olmalarıdır. Erozyona uğramış değer sistemleri, Batının medya kitle kültürü aracılığıyla neredeyse tasfiye edilmiş, yerine batının eşyalaştırıcı ve sürüleştirici eğlence kültürü yerleştirilmiştir. Hedef olarak da gençlik seçilmiştir. Kadife darbeler, böyle bir değer erozyonunun sonunda gelmiştir. AB’nin Kıbrıs’ta benzer bir operasyonu yaptığını, ‘Evet’ kampanyasını gençlerin öncülüğünde başarıyla götürdüğünü unutmamalıyız. Bu gelişme karşısında Denktaş’ların feryatları hiçbir anlam ifade etmemiştir. Çünkü 30 yıl iktidarda olup da gençliğini, toplumsal değerleri göz önüne almadan batılı değerlere göre yetiştirenlerin, bu gün şikayet etmeye hakları yoktur.

Genelkurmay Başkanı’nın medya eğlence kültürünün tahribatına dikkat

çekmesi çok önemlidir. Çünkü askeri bürokrasi hatırlayabildiğimiz kadarı ile ilk defa böyle bir tehlikenin varlığından şikayet etmektedir. Bu faaliyetleri, “düşman güçlerin ‘beşinci kol faaliyeti olarak” değerlendirmesi, Kadife Darbelerle bu faaliyetler arasında ilişki kurulduğu manasına gelmektedir. Yapılan, bir malumun asker diliyle ilanıdır. Çözüm önerilmemektedir. 100 yıllık batılılaşma hareketi sürecinde bu ülkede dini ve milli ne varsa tasfiye edilmek istenmiştir. Bu hareketin sonucunda milli ne varsa neredeyse tasfiye edilmiş; Din ise kendi asli kaynaklarının var olması nedeniyle varlığını devam ettirebilmiştir. Toplumsal bunalım ve Batılı medya kitle kültürünün istilasının yoğunlaştığı dönemlerde insanlar, Din’i koruyucu bir kalkan olarak görüp altına sığınmışlardır. Türkiye’de Din’in halk kitleleri indinde yaygınlaşması batının eğlence kültürüne bir tepki ve bir karşı duruşun ifadesidir. İslam’ın, inkarcılığa, yabancılaşmaya, sürüleştirmeye ve eşyalaştırmaya dayalı bu şeytanî güce karşı çıkması kaçınılmazdı.

Genelkurmay Başkanı dini bireysel bir olgu olarak tanımlamaktadır.17 İslam dini bireysellik dini değildir. Bireyi, toplumu ve nesilleri yaşamla birlikte bir bütün olarak ele alır. Bireyin vicdanına veya mabetlere hapsedilmiş bir din İslam değildir. İslam’ın hiçbir kaynağında böyle bir ilke, böyle bir tanımlama bulmak mümkün değildir. Bu tür tanımlamalara, yorumlamalara girip Müslümanları rencide etmenin kime ne fayda sağladığı iyi düşünülmelidir. İslam, bu ülkenin hatta Genişletilmiş Ortadoğu’nun çimentosudur. Türkiye’deki sivil ve askeri bürokrasinin ve aydınların bu gerçeği görmelerinde fayda vardır.

Türkiye’de herkes şunu kendine sormalıdır: Hangi üst kimlikle ve hangi değerlerle bölünmekten ve batının istilasından kurtulabiliriz? Evet bu soruya bu ülkeyi seven herkes gerçekçi bir şekilde cevap aramalıdır. Hakaret ve sopa göstererek çözüm arama devri kapanmalıdır.

Türkiye’de Türk-Kürt, Alevi-Sünni ve laik-anti laik olmak üzere üç önemli fay hattı vardır. ABD ve AB, bu fay hatlarını anında harekete geçirebilecek bir gerilimde tutulmasını istemektedirler. Türkiye’de uzun zamandır, Türk-Kürt, Alevi-Sünni ve laik-anti laik çatışması için gerekli alt yapı çalışmaları ABD ve AB tarafından yapılmaktadır. Farklılıklar tezada dönüştürülmeye çalışılmaktadır.

Son Bayrak ve İstiklal Marşı operasyonları ile Türk-Kürt fay hattı harekete geçirilmek istenmiştir. Tarafların basiretli davranması ile şu an için fay hattı tetiklenememiştir. Ancak bu, bundan vazgeçildiği anlamına gelmemelidir. Bu konuda düşmana fırsat verecek tutum ve uygulamalardan kaçınılmalıdır. Aynı toprakları yıllarca paylaşmış ve savunmuş, şehitlerinin kanları birbirine karışmış bu iki aslı unsur arasındaki kavga nedeni olabilecek tüm konular çözüme kavuşturulmalıdır.

Son 2,3 aydır ABD ve AB medyasında Türkiye aleyhtarı yayınlar yapılmaktadır. Özellikle şimdiye kadar baş tacı yaptıkları AKP hükümeti ağır bir şekilde eleştirilmektedir. Şimdiye kadar Laiklik uygulamasını ve Kemalizm’i eleştirenlerin, birden bire Laikliğin ve Kemalizm’in tehlikede olduğuna dair yayın yapmaya başlamaları dikkat çekicidir. Kime ve ne için mesaj gönderilmektedir? Türkiye’deki sistemin ne olduğunu çok iyi bilmiş olmalarına rağmen ısrarla ‘Ilımlı İslam Cumhuriyeti’ nitelemesinde bulunmaları, RAND vakfının yayınladığı rapor çerçevesinde, Türkiye’deki 3. fay hattı (laik-anti laik) üzerindeki gerilimi artırarak daha fazla taviz koparmak için olamaz mı? Genelkurmay Başkanının yaptığı konuşma, bu boyutu ile ABD’nin tuzağına düşüldüğü anlamına gelmektedir. Müslümanları mürteci gibi gösterme, ülkeyi İslam ülkesi olarak görmeme, Din’i vicdanlara hapsetme gibi söylemler,17 bu ülkenin yararına değil zararınadır. Ne İslam bir irtica hareketidir; ne de Müslümanlar mürtecidir.

Yıllardır bu ülkede din ve dindar baskı altında tutulmuş ve horlanmıştır. Gayri memnunlarını artıran bir ülkenin iç barışı sağlaması mümkün değildir. Halkı dış manipülasyonlara açık hale getirmemek, ülkeyi yönetenlerin dikkat etmesi gereken çok önemli bir yönetme ilkesidir. Osmanlı İmparatorluğunun hatta bütün imparatorlukların dağılmasında en temel parametrenin adaletsizlik ve zulüm olduğu hiçbir zaman göz ardı edilmemelidir.

ABD’nin başlatıp devam ettireceği anlaşılan Kadife Darbelerin tümünün dayanak kitlesinin, o ülkenin gayri memnunları olduğu unutulmamalıdır. Bu ülkede yeteri kadar gayri memnun vardır. Bunları artırmak veya memnuniyetsizlik düzeyini derinleştirmek stratejik bir bakış olmasa gerek.

Diğer taraftan medya kültürünün yaptığı değer erozyonu ile İslam’ın aynı kategoride mütalaa edilmesi, hata olmuştur. Medya, Batının kitle kültürünün yayılmasına hizmet emekle; Batının yumuşak güç (Genelkurmay Başkanı Beşinci Kol faaliyeti diyor.) kullanması için gerekli alt yapıyı hazırlamış olmaktadır. Türkiye’de, Batının bu yumuşak gücüne karşı çıkarılabilecek İslam’dan başka bir güç var mıdır? Eğer mevcut sistemin değerleri, bu çürümeye karşı durabilseydi; Denktaş’ların ve Genelkurmay Başkanının şikayet ettiği bir gençlik, ne Kıbrıs’ta ne de Türkiye’de meydana gelmemeliydi. Tüm dünyayı saran inanç boşluğunun meydana getirdiği depremden Türkiye’nin gerektiğince payını almamasının en temel güvencesi İslam’dır. Ecevit hükümeti zamanındaki ekonomik krizde insanların, Latin Amerika ülkelerinde olduğu gibi birbirinin boğazını kesmemelerini ve etrafı yağmalamamalarını İslam’a borçluyuz. Devletin İslam devleti olmadığı doğrudur. Ancak halkının ‘%99’u Müslüman olan’ bir ülkenin İslam ülkesi olmadığı ilk defa ifade edilmektedir.17 Bunun ülke halkını derinden yaralayacağı ve bir güven bunalımı meydana getireceği düşünülmeliydi.

Tüm dünyada İslam’a savaş açmış, haçlı seferlerini başlatmış bir ABD’nin, Türkiye’den Ilımlı İslam Devleti diye bahsetmesinin nasıl bir havuç olduğunu görememek çok büyük bir yanılgı olur. Genişletilmiş Ortadoğu Projesinin uygulamaya sokulduğu bir dönemde, Türkiye’nin ihtiyacı kavga değil barıştır. Bunun da yolu kurumların birbiri ile uyumlu bir şekilde çalışması ve devletin millet için olduğu gerçeğinin unutulmamasıdır.

Kadife darbelerin en belirgin özelliklerinden biri de, Sivil Toplum Örgütlerinin öncülük yapması ve bunların uluslararası vakıf ve STK’lar tarafından finanse edilmeleridir. ABD ve AB’nin ülkemizde de benzer çalışmaları yürüttüğü bilinmektedir. AB’nin 32 milyon Euroluk fonundan sivil toplum kuruluşlarına proje karşılığı para verilmektedir.18 Dikkat edilmesi gereken en temel nokta, bu ülkedeki hiçbir sivil toplum kuruluşunun, böyle bir işbirliğine yaklaşmamasıdır. Özellikle dini ve milli hassasiyetleri yüksek olanların böyle bir şeye karşı açık ve net bir tavır alması gerekir.

ABD, Genişletilmiş Ortadoğu Projesi çerçevesinde işgali daha rahat gerçekleştirebilmesi için her türlü muhalefeti, içerden kompanze etmeye çalışmaktadır. Bu nedenle sivil toplum kuruluşları ile diyaloğu artırmaya uğraşmakta ve bu arada bazılarını işbirlikçi konuma sokmak istemektedir. Bu amaçla Katar’ın başkenti Doha’da Washington merkezli Brookings İnstitution adlı liberal düşünce kuruluşu, İslam dünyasındaki değişik cemaat ve aydınları bir araya toplamıştır. Burada ABD’li yetkililer katılımcılara işbirliği önerisinde bulunmuşlardır.19

Diğer taraftan ABD, bir sivil toplum örgütü olarak gözüken Amerikan Uluslararası Yardım Kuruluşu USAID aracılığıyla Bangladeşli 5 bin din adamını 18 ay süreyle ABD’ye getirip bir eğitime tabi tutarak kazanmaya çalışmaktadır. Keza aynı proje çerçevesinde değişik Müslüman ülkelerden 500 civarında din adamını da götürüp eğitmeyi planlamıştır.20 Anlaşılan odur ki ABD, Sert Güçle yerleşemediği bir coğrafyaya Yumuşak Gücüyle yerleşmek istemektedir. Bunun için de hedef kitle olarak Müslüman cemaat, vakıf ve dernekleri seçtiği anlaşılmaktadır. Bu teşebbüs yeni işbirlikçiler elde etmeye dönük olduğu gibi; İslam’ın içerisinde yeni ihtilaflar çıkarmaya ve sapma hareketlerini destekleyip geliştirmeye de dönüktür.

Önümüzdeki günlerde(30.04-1.05.2005,İstanbul) TGTV’nin öncülüğünü yapacağı,Uluslar arası İslam Dünyası STK’ları Konferansı: Değişen Dünyada Yeni Bir Vizyon Arayışı’ toplantısında Doha’daki hataya düşülmemelidir. Hiçbir sivil toplum kuruluşu, ABD ile işbirliğine girmemeli ve yardım almamalıdır.

Unutmayalım ki;

‘Yardım almaya alışanlar zamanla buyruk almaya da alışırlar’.

Ve unutmayalım ki;

 “Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet (güç ve şeref) mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet yalnızca Allah’a aittir.”(4/139) 

Kaynaklar

1. Ataöv T., ’ABD; “şirketlerin, şirketler tarafından, şirketler için yönetimidir” ‘, NPQ, cilt 6, Özel sayı, 2004, S:18-21

2- Garaudy R., Çöküşün Öncüsü ABD, Nehir Yay, İstanbul, 1997, S: 51

3- Parenti, M.,İmparatorluğa Karşı, Çeviren Özcan Buze, Kaynak y.,İstanbul.(1996) s:49-50

4-Allen G. Gizli Dünya Devleti, Milli Gazete, İstanbul 1996,

5- İnan k., Hayır Diyebilen Türkiye, TİMAŞ, İstanbul

6- Huntington,S.P., Medeniyetler Çatışması, Vadi Yay, Ankara, 1997 S.:120

7- New York Times, 8 Mart 1992

8- Huntington,S.P., a.g.e., S:80

9-Karagül İ., ‘Enerji Savaşları ve Yeni Dünya Haritası’, Umran Dergisi, Sayı 95, Temmuz 2002, S:20-27)

10- Gardels N., ‘Amerikanın Yumuşak Gücünün Yükselişi ve Düşüşü’,NPQ, cilt 7, Sayı  1, 2005 S:36-43

11- Tartışma, ABD’nin Yumuşak Gücüne Ne oldu? NPQ, cilt 7, Sayı 1, 2005 S:8-20

12- Köymen, F.,Yumuşak Güç ve AKP’nin İkilemi, NPQ, cilt 7, Sayı 1, 2005 S:28-29

13- Talu U., Yumuşak ve Şefkatlı, NPQ, çit 7, Sayı 1, 2005 S:16-27

14- Kırgızistan Kadife Devrim Dosyası, Araştırma Kültür Vakfı, 2005

15-Başyurt E., Kadife Devrimin Yeni Hadefi: Orta Asya, Aksiyon, 28.03.2005, S:34-37

16- Ukrayna Dosyası, Araştırma Kültür Vakfı, 2005

17- Genel Kurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök’ün Harp Akademilerindeki Yıllık Değerlendirme Konuşması, 20/04/2005

18- Para-Piyasa, 11/05/2004

19- Yeni Şafak, 15/05/2005

20- Yeni Şafak, 19/05/2005

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ŞER İTTİFAKI ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI İÇİN İKİ ANA EKSEN OLUŞTURMAYA ÇALIŞMAKTADIR

(Umran Dergisi)   Şer İttifakı (Siyonizm-ABD-İngiltere-İsrail, AB) 21. yüzyılı “dijital dönüşüm” yüzyılı olarak öngörmekte, bu nedenle “büyü...