(Umran Dergisi)
“Zararlarından emin oldukları için dostlarını uzak tuttular, kendilerine bağlamak ve kazanmak için de düşmanlarını yakınlaştırdılar. Yakınlaştırılan düşmanlar dost olmadı. Ama uzaklaştırılan dost düşman oldu. Herkes düşman safında birleşince yıkılmaları mukadder oldu:” Ebu Müslim Horasanî
Geçen sayıda 27 Nisan Kadife Darbesinin 10 ana hedefi olduğunu tespit etmiştik. Bu hedeflerden 1., 3, 4. ve 5.si tam olarak gerçekleşti. 2. hedefle ilgili şimdiden bir şey söylemek mümkün değil. 6. ve 7. hedeflerin kısmen elde edildiği söylenebilir. 27 Nisan darbesinin diğer hedefleri henüz gerçekleşmemiştir. Di ğer he def ler ger çek le ne ne ya da dar be mil let ta ra fın dan ber ta raf edi le ne ka dar bu sü reç de vam ede cek tir. 27 Ni san dar be si nin asıl he de fi, 9. ve 10. mad de ler dir. Burada bu konu ele alınıp incelenecektir.
İki Farklı Merkez
Millet-Devlet,
Millet-Sistem ikilemi Osmanlı’nın
son 100 yılında başlamış, Cumhuriyet’le
had safhaya ulaşmıştır. Bu düalite
yöneten-yönetilen ilişkilerinin
gittikçe bozulması ve gerilmesine
neden olmuştur. Saltanat geleneği,
İttihatçı düşüncenin tepeden
inmeci ve baskıcı ruh hali cumhuriyet
kurucularının savaşı kazanma
gururu ile birleşince; yöneten-yönetilen
ilişkilerindeki bozulma
son noktaya varmıştır.
Milli
mücadele yıllarında halkla
bütünleşebilmek için halkın
inanç sistemine oturtulan tüm söylem
ve davranışların, zaferden sonra
ince bir stratejiye bağlı olarak
değiştirilmesi ve halkın dışlanması,
milleti küstürmüştür. II.Mahmut’un
yaptığı gibi halkın tepeden
-halka rağmen halk için- şekillendirilmeye
çalışılması, halkın tepkisine
neden olmuştur. Yapılan icraatların
halk tarafından tepkiyle karşılanması
sonucunda, gücü elinde bulunduranlar,
“madem ki sevmiyorlar, öyleyse
korksunlar” anlayışı içerisine
girmişlerdir. Muallimler Birliği’nde
İnö nü’nün “Önümüze çıkanları
kanunen ve cebren bertaraf edeceğiz”
tarzındaki konuşması, söz
konusu psikolojinin bir tezahürüdür.
Bu dönemde; Türkiye’nin dört bir yanında
ilgili ilgisiz yapılan tu
tuk la ma ve idam lar, baskının şiddetini
göstermekle beraber; yeni
yönetim tarafından halkın nasıl
görüldüğünün de bir göstergesidir.
Bu
dönemde halk içine kapanırken,
yönetenler de hayallerinde
sa nal bir halk inşa etmeye başlamışlardır.
‘Onun cu Yıl Mar şı’, sanal halk için yazılmış,
bestelenmiş ve söylenmiştir.
Sa nal halk için ye ni bir sis tem ve ye ni bir dev let şe kil len dir
me gay re ti ne gi ril miş tir. Mil le tin de ğer sis te mi yok sa
yı la rak Ba tı nın de ğer sis te mi üze rin de ye ni bir ya pı in şa
edil me ye ça lı şıl mış tır. Atatürk’ün iktisadi
konulardaki danışmanlarından
Ah met Ham di Ba şar, Atatürk’ün de içinde bulunduğu
ve “Laiklik dinsizlik
midir, değil midir?” tartışmasının
yapıldığı bir ortamda, Batılı
değerlerin transfer edilmesi
ile Türkiye’de iki farklı ağırlık merkezinin
meydana gelebileceğine
dikkat çekmiştir:
“Laikliğin bizde anlaşılmaya
başlanan şekilde uygulanması
dinsizlikten başka birşey değildir.
İslâmlıkta, din ile dünyanın ayrılması,
dinsizliğin ifadesidir. Bu vaziyette,
bütün yaptıklarımıza din muhalefet
edecek...
Eğer
halk dine inanırsa,
hükümete ve devlete inanmayacak.
Halk ya hükümetsiz veya dinsiz kalacak.
Hem hükümeti, hem dini kavrayan
ve kabul eden bir cemiyet olamayacağız.
Hâlbuki Hıristiyanlıkta
bu oluyor, İslamlıkta olmuyor.
Laiklik inkılâbını
şimdi anladığımız şekilde
kabul edince ve İslâmlığı fedaya
kalkınca ortaya o mahiyette
koyacak hiçbir şey bulamayacağız
ve koyamayacağız. Halk, parçalanmış,
hayvanlaşmış insan sürüleri
haline gelecek.
Belki maddi eserler göreceğiz,
belki çok ilerlemiş olacağız, fakat
hayvanca, maddece bir ilerleyiş...
Camileri yıkıp, terk edip
onların yerine Halkevleri
yapmak suretiyle maksadımıza
asla muvaffak olamayacağız.”1
Ahmet Hamdı Başar’ın öngörüsü istikametinde yöneten-yönetilen ilişkileri bozulmuş, iki ayrı yapı ve iki ayrı ağırlık merkezi meydana gelmiştir. Bir tarafta mil le tin de ğer sis te mi nin oluş tur du ğu mer kez; diğer tarafta ba tı lı de ğer le re gö re şe kil len miş sis te min oluş tur du ğu mer kez. Birine göre öteki çev re olmuştur.
İnönü
döneminin baskı mekanizmasına
karşı oluşan muhalefet ve dünyadaki
konjonktürün değişmesi sistem
merkezinin ikiye ayrılmasına
ve gücünün zayıflamasına
neden olmuş olmasına karşılık,
sivil ve asker bürokrasi ile aydınların
İnönücü merkezde yer almaları,
sistem merkezinin etkinliğinin
devamını sağlamıştır. 1950’ye
kadar sistemin ağırlık merkezi
ülke yönetiminde tek hâkimdi.
Halkın ağırlık merkezinin yönetimde
herhangi bir etkisi yoktu. Dünya
konjonktürünün gerektirdiği
çok partili sistemle birlikte
halkın ağırlık merkezinin etkinliği
ve parlamentoda halk merkezli
hareketlerin etkisi artmaya
başladı. Her ne kadar DP hareketi
sistemin temel felsefesini
esas almış olsa da, CHP’ye karşı verilen
mücadele halkın değerlerine
saygıyı ön plana çıkarıyordu.
CHP sistemin ağırlık merkezindeydi.
DP ise düşünce olarak sistemin tavır
ve davranış olarak halkın ağırlık merkezinde
bulunuyordu. Bu sistemin ağırlık
merkezinin zayıflamasına
ve parlamentoda iki ağırlık merkezinin
çekişmesine sebebiyet
vermiştir. Sis te min ağır lık mer ke zin de bu lu
nan CHP li de ri İnö nü’nün, DP’li le re “Cahil halk çoğunluğunun
temsilcileri” de me si, bu ça tış ma nın
ve sis te min ağır lık mer ke zi nin hal ka ba kı şı nın bir gös ter
ge siy di.
Sistemin
merkezinde bulunan CHP’nin 1950’ye kadar
yaptığı zulümden korkan kitleler
AP, ANAP, DYP, RP, MHP ve AKP’yi bir gü ven lik ku şa ğı olarak
görüp desteklemiştir. Bu açıdan
parlamento dışı olan millet, parlamentoda
farklı ağırlık merkezleri oluşturarak
gücünü ortaya koymuştur. Her ne
kadar halkın iradesi tek bir ağırlık
merkezi olarak görünürde temsil
edilmiyorsa da, etkisini farklı
merkezlere kaydırmış olsa da, tıpkı
bir güneş sistemindeki güneşin
gezegenleri kontrolü altında
bulundurması gibi bu siyasi
partileri ödül ve ceza sistemi
ile kontrol altında bulundurmaktadır.
1950’den
beri millet, hayatın her aşamasında
hakkını istemektedir. Bu nedenle
bütün darbelerden sonra halkın
iradesinin, sistemin iradesi
istikametinde tezahür
etmemesi göz önüne alınarak oluşacak
parlamentoları etki altına
almak, hatta işlemez duruma getirebilmek
için bir yığın yasal düzenleme yapılmıştır.
Neredeyse bütün üst kurullar bu
amaca dönük olarak kurulmuş ve çalışmıştır.
Demirel, Özal, Erbakan, Ecevit ve Erdoğan
hükümetleri asker ve üst kurullar
aracılığıyla yıpratılmıştır.
Dolayısıyla mer kez par ti denirken hangi merkezden bahsedildiği açıklığa kavuşturulmalıdır. Han gi de ğer le re gö re şe kil len miş bir mer kez den bah se dil mek te dir. Ma ale sef bu ko nu da Tür ki ye’de bir ka fa ka rı şık lı ğı var dır. Tür ki ye’de var olan bu iki mer kez, hiç bir za man ör tü şe me di. Ör tüş me ol ma dı ğı için de gerçek an lam da bir hu zur ve kal kın ma vu ku bul ma dı.
Guguk Kuşunun Saksağana Kurduğu Tuzak: Milletvekili Aday Listeleri Operasyonu
Guguk
kuşları Uluslararası sermaye
/ İşbirlikçi sermaye gibidir.
Uluslararası sermayenin
vatanı olmaması gibi guguk
kuşunun kendine özgü bir yuvası
yoktur. Uluslararası sermaye
aşırı kar yapabileceği, sömürebileceği
ülkeler ve milletler arar. Guguk kuşları
da kendi yumurtalarını yerleştirip,
bakımlarını yaptırtacağı
başkalarına ait yuvalar ararlar.
Uluslararası sermayenin
hedefi tüm ülkeler ve tüm milletler
yada halklar iken; guguk kuşlarının
hedefi ise saksağanlardır. Guguk
kuşları yavrulama dönemlerinde
saksağanların yuvalarını
kullanırlar. Guguk kuşlarının
sayısı az, saksağanların ise sayıları
onlara nazaran daha fazladır.
Fakat guguk kuşları saksağanlara
nazaran daha cüsselidirler.
Guguk kuşlarının yumurtalarının
renk ve büyüklükleri saksağanlarınkilere
benzer. Guguk kuşları uluslararası
sermaye gibi zalim, uyanık ve tuzak
kurucudurlar. Saksağanlar
ise duygusal ve saftırlar.
Saksağanların
yavrulama zamanları ile guguk
kuşlarının yavrulama zamanları
aynıdır. Her iki cinste de aile bağları
kuvvetlidir. Dişi saksağan yumurtaların
üzerine oturarak beklerken erkek
saksağan yuvasına ve eşine bekçilik
yapar, eşine yiyecek getirir.
Böyle bir bekleme döneminde erkek
guguk kuşu, yuvaya bekçilik yapan
erkek saksağana saldırır. Guguk
kuşu daha cüsseli olduğundan
erkek saksağanın tek başına karşı
koyma şansı yoktur. Zor durumdaki
erkek saksağanın imdadına
dişi saksağan yetişir. Dişi saksağan
yumurtalarını bırakarak
eşine yardıma koşar. Birlikte
erkek guguk kuşuna saldırıp onu
yuvanın çevresinden uzaklaştırırlar.
Ancak bu esnada pusuda bekleyen
dişi guguk kuşu, ko ru ma sız sak sa ğan yu va
sı na ge lip ken di yu mur ta la rı nı bı ra kır ve gu guk ku şu
nun ba zı yu mur ta la rı nı yu va dan aşa ğı ya ata rak gu guk ku
şu nun yu mur ta den ge si ni mu ha fa za eder. Yuvasına
dönen saksağan, kurulan tezgâhtan
habersiz olarak yumurtaların
üzerine oturur. Civcivlerin yumurtadan
çıkmasına birkaç gün kala guguk
kuşları, geri gelir ve erkek guguk
kuşu bekçilik yapan erkek saksağana
saldırır. Eşine yardım etmek üzere
dişi saksağan yuvayı terk ettiğinde,
dişi guguk ku şu yu va da ge ri ka lan sak sa ğan yu
mur ta la rı nın ge nel de ta ma mı nı ba zen de bir kıs mı nı yu
va dan aşa ğı ya atar. İşlem tamamlandığında
guguk kuşları saldırıdan vazgeçerek
yuvadan uzaklaşırlar. Saksağan
tekrar yuvasına dönerek yumurtalara
nezaret eder. Saksağan doğan guguk
kuşuna ait olan yavruları kendi
yavruları gibi bakar, besler ve
büyütür.
Türkiye’deki
sistem de guguk kuşları gibidir.
Azınlığı temsil eder ve milletin karşısındadır.
Milletin bütün birikimlerinin
%5’lik bir azınlıkça kullanılmasına
bekçilik yapar. Çoğunluğun karşısındadır.
Ona saygısı yoktur. Hatta onu tehlikeli
görür, bazen de düşman.
Sak
sa ğan la rın yu murt la ma dö nem le ri ile Tür ki ye’nin se çim
dö nem le ri bir bi ri ne ben zer. Sis tem ulus la ra ra sı güç
ler le bir lik te se çim ler de her tür lü tu za ğı ku rar. Her se
çim dö ne mi, mil le tin bağ rın dan çı kıp ge len ve ik ti dar al
ter na ti fi olan par ti le re kar şı psi ko lo jik sa vaş açar:
‘Tür ki ye’yi yö net mek is ti yor san mer kez par ti ola cak sın.’
‘Aday la rı nı ona gö re şe kil len di re cek sin.’ ‘Aday la rın
Mil li yet çi ol ma ya cak, din dar ol maya cak; renk siz omur ga
sız ve kir li ola cak’. ‘Yok sa dar be olur’. ‘Zin de güç ler si ze mü
saa de et mez.’ İs te nen kim lik siz lik tir. Arşivlere baktığımızda
AP, ANAP, RP, FP ve MHP için benzer psikolojik
savaş taktiklerinin kullanıldığını
görmekteyiz.
Sistem,
omurgasız, renksiz ve kirlenmiş bir milletvekili
profili ister. Çünkü bu tür milletvekilleri
her türlü şantaja açık olduğu için emre
amadedir, kullanılmaya müsaittir.
Guguk kuşunun yumurtalarını
saksağanın yuvasına koyması
gibi sistem kendi adaylarını bu
partilerin içlerine yerleştirir.
Bir kısmı açık bir kısmı da gizlidir.
2001
yılında da AKP kurulurken parti
yapısının millete göre değil
sisteme göre şekillendirilmesi
için medyada tehdit içeren bir kampanya
açılmıştı. Yapıyı sisteme göre
dizayn et kampanyası idi bu:
“Tayyip
Erdoğan’ın genel başkanı olacağı
yeni partinin yönetici kadrolarında
aritmetik dengede, çoğunluk Fazilet
ve Refah kökenli olmamalıdır.
Yenilikçilik ve çok geniş bir çevreyi
kucaklayacak olmanın somut
göstergesi bu olacaktır”.2
“...fiim
di sı ra kad ro da. Fa zi let kö ken li le ri azın lık ta bı ra ka
cak şe kil de zen gin leş me si ge re ken kad ro da..”3
27
Nisan Kadife Darbesi bir guguk
kuşu saldırısı olup AKP aday listelerinin
düzenlenmesinde medya üzerinden
yeni bir değişim kampanyası başlatmıştır.
Medya aracılığıyla, ‘AKP eğer Tür
ki ye’yi yö net me ye ta lip se mer kez par ti ol ma lı dır’, ‘Mil
li Gö rüş çü ler sır tın da bir kam bur dur’, ‘Bu kam bur dan kur tul
ma lı dır’ kampanyası başlatılmıştır.
Muhtemeldir ki bu kampanyanın
etkisi altında Milli Görüşten
gelen milletvekillerinin
önemli bir kısmı listeye konmamış,
yuvadan atılmış ve bir kısmı da seçilemeyecek
yerlere konulmuştur.
Burada AKP yöneticilerinin hangilerini haklı veya haksız olarak liste dışında bıraktıklarının analizi yapılmayacaktır. Bunu bizim bilme imkanımız da yoktur. Burada ifade edilmek istenen 27 Nisan darbesi gölgesinde medya üzerinden yürütülen kampanyanın, Guguk Kuşu Saldırısı, AKP yöneticileri üzerinde etkili olması ile aday listelerinde bir profil değişikliğine, yumurtaların bir kısmının yuvadan atılması, gidilmiş olmasıdır.
Kadife Darbe'nin Hedefi: AKP’yi Parçalamak
Liste
operasyonu, AKP’de meydana getirilen
ilk çatlak ve ilk fay hattıdır. Seçimde
barajı geçen parti sayısına,
bağımsızların durumuna
bağlı olarak AKP’nin milletvekili
profili daha belirginleşmiş
olacaktır. Seçim sonrasında bu
fay hattına enerji depolama işlemi
başlatılacaktır.
27
Nisan darbesi, AKP’nin kurucu kadroları
arasında dışarıya çok yansıtılmasa
da ikinci bir fay hattı oluşturmuştur.
AKP’nin dört lider kurucusundan biri
olan Abdüllatif fiener’in aday olmaması
böyle bir fay hattının varlığını
göstermektedir. Diğer taraftan
Elektronik Muhtıradan sonra bazı
parti yöneticilerinin
Bülent Arınç’a karşı takındığı tavır
gelecekte daha derin sorunlara
sebebiyet verecektir.
28
fiubatta Refah Partisine kurulan
tezgâhın benzeri AKP’ye kurulmaktadır.
Aday listeleri üzerinde medyanın
yürüttüğü kampanya iyi analiz
edilmelidir: ‘Tezkereye
ret verenler tasfiye edildi’. ‘ABD tezkerenin
hesabını listelerde sordu’.
‘Milli görüşçüler tasfiye edildi’.
Bu
kampanyanın etkisi seçim sonucunda
görülecektir. Çünkü AKP birinci
parti olsa bile, şu an gözüken, eski
milletvekili sayısını çıkaramayacağıdır.
Bu durumda başlatılacak kampanya,
AKP’nin bölünmesine dönük olup listelerle
birlikte oluşan fay hattının daha
da derinleştirilmesi olacaktır.
AKP yöneticilerinin düşünmesi
gereken nokta, 27 Nisan sürecinde
kriz derinleştiğinde tercih edilen
merkezin adaylarının AKP’yi terk edip
etmeyecekleridir. Ya da içerde
muhalefet yaparak partiyi
parçalamada rol alıp almayacaklarıdır.
Bu, partide Milli Görüşçü olan olmayan
tartışmasını başlatacağı
gibi; AKP yöneticilerinin
çok ağır bir şekilde eleştirilmelerine
sebebiyet verecektir. Bu durumda
listelere konulmayanlar,
suçu listelerin üzerine atarak
ciddi bir muhalefet yapabileceklerdir.
Bu durumda ortalığın toz duman
olacağı sisli havayı seven kurtlara
gün doğacağı unutulmamalıdır.
Seçim
sonuçlarına bağlı olarak sistem,
bir taraftan AKP’yi bölmeye çalışacak;
diğer taraftan AKP’nin tabanına
hitap edebilecek yeni partileri
kurdurmaya uğraşacaktır.
Milli Görüş hareketi aynı şekilde
parçalatılmıştır. 12 Eylül sonrasında
Nur cemaatinde yaşanan bölünmelerde
de aynı politikayı, aynı taktığı
görmekteyiz:
“Mehmet
Kutlular: “Dev let bir grup la an la şır, ona dev let
ide olo ji si is ti ka me tin de neş ri yat yap tı rıp, da ha son
ra “bu ka dar da faz la ta viz ve ri lir mi”? tar tış ma sı baş la tı
lıp onu iki ye de bö ler”.4
Yıllar geçmiş, insanlar değişmiş ama roller ve çalışma tarzı değişmemiştir. Kural aynıdır: “Böl ve Yönet”, “Kur ve Yönet”.
Sistemin Ağırlık Merkezi Bir Kara Deliktir
2001
Yılında AKP Yöneticileri(‘Fazilet’in
Yenilikçi Kanadı’) iki merkez
arasındaki mücadeleyi
iyi okuyamadıkları için, biraz
da 28 fiubat şokunun etkisiyle,
kendilerinin değiştiğini
ve merkeze gelmek istediklerini
seslendirmişlerdir:
‘Mil
li de ğer ler an la mın da sol cu yuz’, ‘Müs lü man sol kim lik’, ‘İde
o lo jik ve mar ji nal ol ma mak’, ‘Bi zim ana il ke miz ve FP’den kı
rıl ma nok ta mız ger çek çi li ği miz dir’, ‘Biz ler bi rey ola
rak din dar ol ma nın gay re ti için de yiz. Bu nun öte sin de din
tem sil ci li ği, din par ti si gi bi şey ler ke sin lik le yan lış’,
‘Din ci par ti ve sa de ce din dar la rın par ti si ol ma mak’, ‘Biz
ler an cak bi rey ola rak din dar ola bi li riz, o ka dar’, ‘Kü re
sel leş me ye di re ne mez si niz. Bu nun kar şı lı ğı sta tü ko
ya tes lim ol mak tır’, ‘Ön ce lik li he de fi miz eko no mi ola
cak. Çün kü, eko no mi yi dü zel ti ci ted bir al ma dan va tan daş,
in san hak la rı ile il gi li söy lem le re pek al dır mı yor. Sağ
lık lı bir bü yü me tren di ya ka la ma dan, is te di ği niz ka
dar de mok ra si tür kü sü söy le yin önem li de ğil’, ‘Par ti tez
gâ hın da bü yü yen, par ti ve Er ba kan’ın söy lem ve slo gan la rı
ile ye ti şen ler ora da kal dı. Ama ken di ni ge liş ti ren, eğitim
gö ren, oku yan ke sim bi zim ya nı mı za gel di’, ‘Ta ban te pe den
ile ri ci. FP’de ta ban ger çek çi, ta van tu tu cu kal dı, onun için
ay rı lık ol du’, ‘Kut sal dev let ol maz di yor lar, ama ken di le
rin de kut sal in san var’, ‘Biz li be ra liz me ina nı yo ruz’, ‘Di
ne da ya lı mil li yet çi li ği bir ke na ra koy ma lı yız’, ‘Er
ba kan Na zi li de ri gi biy di’, ‘Var lı ğı mız as ke ri ra hat
la ta cak tır’, “Ben Men de res-Özal mis yo nu nu sa vu nu yo rum”,
“% 15’in so run la rı nı de ğil, %100 so run la rı nı tar tı şa lım”,
“%15 ra di kal oy lar önem li de ğil, % 15’le de ğil % 85 ile ik ti da
ra ta li bim.”.5
Bu
ifadeler 2001 yılında yani yaklaşık
6 yıl önce söylenmiş sözlerdi. Varlıklarını
askerlerin rahatlaması
için güvence olarak gören bu kadro, bu
gün 27 Nisan Kadife Darbesinin
muhatabı idi. Sistemin kendilerinden
ne istediğini tam anlayabilmiş
değillerdi. Oysa sistem dün Menderes,
Demirel, Özal ve Erbakan’dan ne istemişse;
bugün Erdoğan’dan aynısını istemekteydi:6
“Er
ba kan Ho ca, De mi rel’e hü kü met ic ra at la rı nı an la tı
yor. Hü kü met bu iş ler le uğ ra şır ken, as ker ne di ye ra hat sız
ol sun? Ne di ye so run çı kar sın? De mi rel tec rü be si ni an la
tı yor. ‘1965-1971.. Dü şük enf las yon. Yük sek kal kın ma hı zı. Ya
tı rım lar.. ve bir gün muh tı ra yı önü mü ze ko yu ver di ler’…
Ben den ne is ti yor lar dı?”
Cumhuriyet
tarihi boyunca seçimle işbaşına
gelenlerden istenen, Milletin
saflarından sistemin saflarına
geçmeleriydi. Batıya ve uluslar
arası sermayeye kayıtsız şartsız
teslimiyetti. Milletin reyi
ile hükümet olacaklar ve fakat iktidar
olmak istiyorlarsa sistemin
saflarına geçeceklerdi.
Yaptıkları icraatlarda
milletin isteklerini ve değerlerini
göz önüne almayacaklardı. Bunu
yapmadıkları sürece milletin
reylerinin bir anlamı yoktu.
1960 ve 1970 sonrasında AP, 1980 sonrasında
ANAP ve DYP, 28 fiubat sonrasında FP iktidarın
kendilerine verilmeyeceği
söylentileri çıkarılarak
tehdit edilmişlerdir. Bugün de AKP aynı
şekilde tehdit edilmektedir:
İnönü Üniversitesi
Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu:
“Hü kü met yüz de 95’le gel se bi le ba zı ku rum lar izin ver
mez.”
Meşruiyet
krizine giren bir sistem, sistemin
temel felsefesine zarar vermemek
şartıyla farklı düşüncede ki
kadroların Türkiye’yi yönetmesini
kabul etmek durumunda kalmaktadır.
Bunalan bir sistem bir ara çözüm olarak
böyle bir yola başvurmaktadır.
Sistemi tam benimsememiş muhalif
bu kadrolar başarısız olurlarsa
zaten yıpranmış olacak ve kendiliğinden
tasfiye edilmiş olacaklardır.
Başarılı olduklarında
hiçbir ideolojik söylemde bulunmadıklarından,
renksiz davrandıklarından dolayı,
sistemi, sistemin temel zihniyetine
göre restore etmiş olacaklar,
kitleler uyuşturularak yeniden
sisteme entegre edilmiş olacaktır.
Kendilerine tayin edilen sınırların
dışına çıkmaya başladıklarında
da geçmiştekilere reva görülen
uygulama onlara da reva görülecektir.
Listelere girip bu gün liste dışı
bıraktırılanların büyük
çoğunluğu değiştim deyip mazılarını
ret etmişlerdi. Buna rağmen sisteme
yaranamamışlar. Çünkü kendilerine
çizilen dairenin dışına çıkmışlardı.
Tezkereye ret demişlerdi:
“Henry Kissinger: Dos tu muz
olan ül ke ler Was hing ton ta ra fın dan çi zi len ge nel çer çe
ve içe ri sin de kal mak kay dıy la bu lun duk la rı böl ge de ki
çı kar la rı nı ken di le ri ha ra ret le ta kip et me li
dir ler”.7
Tarih boyu bu tür uygulamalar
hep olmuştur, bu tür teklifler hep yapılmıştır.
Bu beşeri mücadelelerin
tarihinde karşılaşılan
bir durumdur. İnsan fıtratını
bozan, toplumu çürüten, toplumsal
sermayeyi tüketen bir sistemi,
sistemin mantığı ile yönetmeye
davettir yapılan.
Hz.
Muhammet’in mücadelesinden
bunalan Mekke Yönetimi Hz. Muhammed’e
yönetimi şartlı olarak devretmeyi
kabul etmiştir:
“Mu
ham med, biz se ni ezel den be ri akıl lı, ha mi yet li ve se vim li
bir adam ola rak ta nı rız. Kim se ye kö tü lük et ti ği ni gör me
dik. Se nin va az la rı nın halk ara sın da ne gi bi tah rik le re
se bep ol du ğu nu söy le me ye lü zum gör mü yo rum. Ba na açık
ça söy le bü tün bun la rın se be bi ne dir? Pa ra mı is ti yor sun?
Sa na te mi nat ve ri yo rum ki şe hir is te di ğin ka dar pa ra yı
sa na top la ya cak tır. Ar zun ka dın da mı? fieh rin en gü zel kız
la rı nı ken di ne zev ce ola rak al ve se ni te min ede rim ki se ni
mem nun et mek için he pi miz mu ta bı kız. Hü kü met baş ka nı mı
ol mak is ti yor sun? Bir tek şart la, he pi miz se ni en yük sek baş
ka nı mız ola rak ka bu le ha zı rız: Bun dan böy le bi zim di ni
his si ya tı mız la, am me vic da nı mız la oy na ma; put la rı
mı zı, biz ve ata la rı mız ara sın da on la ra ta pan la rın ebe
di ce hen nem ate şin de ka la cak la rı nı söy le me.”.8
Milli
Görüşten gelen AKP kadrolarının
göremediği veya kabullenemediği
bu gerçektir. Sistemin mensupları
gibi düşünüp, davranıp yaşamadığınız
sürece ne sizin değiştiğinizi
kabul edecekler ne de sizi dost kabulleneceklerdir
. Bu değerler arası mücadeledeki
ilahi yasadır:
“Az kalsın seni, sana
vahyettiğimizden uzaklaştırarak
ondan gayrısını uydurup bize
isnat edesin diye fitneye düşüreceklerdi.
İşte o takdirde seni dost edinirlerdi.”(17
İsra 73)
“Allah'ın
kendilerine karşı gazablandığı
bir kavmi veli edinmekte olanları
görmedin mi? Onlar, ne sizdendirler,
ne de onlardan.”(58/14)
Sistemin
ağırlık merkezi bir bataklık, bir kara
deliktir. Oraya düşenlerin akıbeti,
millete yabancılaşmak ve akabinde
millet tarafından cezalandırılmak
olmuştur. CHP’nin ordu desteği olmadan
iktidar olamamasının nedeni
budur. 1999 seçim sonrasında koalisyon
çalışmaları esnasında
MHP’ye karşı yürütülen psikolojik
savaş, MHP’yi sistemin merkezine
çekme ile ilgiliydi. Bu psikolojik
savaşın etkisi altında kalan
MHP, fincancı katırlarını ürkütmemek
için sistemin merkezine yaklaşma
gayretine girmiştir. Millet kendinden
bekleneni vermeyen MHP’yi 2002 seçimlerinde
cezalandırarak parlamento
dışına atmıştır.
AKP
yönetimi 5 yıldır sistemin merkezine
gelip yerleşmeye çalışmaktadır.
Oraya doğru yapılacak seyahat
milletten kopmaya ve parçalanmaya
neden olacaktır; sonu ise yıkım.
Bilge
Kağan döneminde Çin bir cazibe
merkezi olarak çevredeki milletleri
kendisine doğru çekmekteydi.
Ancak o cazibeye kapılıp Çin’e
yerleşenler bir müddet sonra kendi
benliklerini, kimliklerini,
millet olma vasıflarını kaybediyorlardı.
Bilge Kaan böyle bir göçe karşı çıkarak
milletini uyarmaktaydı:
“Çin
mil le ti nin sö zü tat lı, ipek ku ma şı yu mu şak imiş. Tat lı söz
le, yu mu şak ipek ku maş la al da tıp uzak mil le ti öy le ce yak
laş tı rır mış. Yak laş tı rıp kon duk tan son ra, kö tü şey le ri
o za man dü zen ler miş. Tat lı sö zü ne, yu mu şak ipek ku ma şı
na al da nıp Türk mil le ti çok çok öl dün; Türk mil le ti öle cek sin!
Ora da kö tü ki şi şöy le öğ re ti yor muş: Uzak ise kö tü mal ve
rir, ya kın ise iyi mal ve rir de yip öy le öğ re ti yor muş. Bil gi
bil mez ki şi o sö zü alıp, ya kı na gi dip, çok in san öl dün! O ye
re doğ ru gi der sen, Türk mil le ti öle cek sin! Ötü ken ye rin de
otu rup ker van, ka fi le gön de rir sen hiç bir sı kın tı yok tur.
Ötü ken or ma nın da otu rur san ebe di yen il tu ta rak otu ra cak
sın.”9
Sistemin merkezi liderliğine soyunanlar; Çin milleti yerine sistem merkezini, mal yerine iktidarı ve Ötüken yerine düşünce yapısı ve inanç sistemini yerleştirerek Bilge Kağan’ın konuşmasını bir kez daha okusunlar. Sistemin ağırlık merkezi de Çin gibidir. Oraya yerleşmek isteyen herkesi yer bitirir, benliğini, kimliğini ve kişiliğini kaybettirir.
AKP’yi İşbirlikçi Konumuna Sokarak AKP Üzerinden Müslümanları Tasfiye Etmek
Cumhuriyet
dönemi ile birlikte yeni sistemin
oturtulabilmesi ve daha güzel
ve başarılı gösterilebilmesi
için Osmanlı, özellikle son sultan Vahdettin,
ilkokuldan üniversiteye
kadar okutulan tüm tarih kitaplarında,
korkak, İngiliz işbirlikçisi
ve hırsız olarak tanıtılmaktaydı.
Sevr anlaşmasını kabul edip imzalayan
bir vatan haini idi. Mustafa Kemal ise Nutuk’ta
benzer bir tanımlama yapmaktaydı:
“Saltanat ve hiláfet makamında
oturan Vahdettin soysuzlaşmış, şahsını
ve bir de tahtını koruyabileceğini
hayal ettiği alçakça tedbirler
araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın
başkanlığındaki hükûmet
áciz, haysiyetsiz ve korkak, yal nız pa
di şa hın ira de si al tın da ve onun la be ra ber şa hıs la rı nı
esir ge ye bi le cek her han gi bir du ru ma ra zı..."
Fakat
Ecevit, ahir ömründe hangi saikle
olduğu bilinmez ama, resmi tarihin
bu iddialarına karşı çıkarak
Vahdettin’e yapılan suçlamaların
tamamen yanlış olduğunu ileri
sürdü:
“...O bir ha in de ğil dir... Ben Vah det
tin için hiç bir za man ha in de me dim. Çün kü ne ka dar zor ko şul
lar al tın da pa di şah lık yap tı ğı nı bi li yo rum. Ül ke iş
gal al tın day dı. Or du su kal ma mış. Bu ko şul lar al tın da bi
le bir çok önem li iş yap tı. (...)
Kur
tu luş Sa va şı’na açık tan ol ma sa bi le be lir gin şe kil de des
tek ol du. İs tan bul’dan ay rı la ca ğı za man dev le tin elin de
kül li yet li al tın ve pa ra var dı. O, çok az bir mik tar al dı. İs
te se tü mü nü ala bi lir di. Say gı de ğer bir dav ra nış ta bu
lun du.”10
Ecevit’in
bu açıklamasına bir çok tarihçi
destek vermişti. Türk Tarih Kurumu
Başkanı Prof. Dr. Yusuf
Halaçoğlu bir başka belgeye dikkat
çekmişti:
“Atatürk,
Vahdettin'in yaveridir. Birlikte
Berlin'e gittiler... Genelkurmay'ın,
Atatürk ve Vahdettin'in telgraflarına
yer veren yayını vardır. O kitapta
Atatürk, Nutuk'ta yazdıklarından
farklı şeyler söylüyor.”11
Ecevit’in
bu açıklamalarına en sert tepkiyi
Demirel göstermişti. Demirel’in
tepkisi söylenenlerin doğru
olup olmadığından ziyade sisteme
yönelik endişelerdi:
'Tür
ki ye'de bu ko nu da ilk de fa bi li nen le re ay kı rı bir şey söy
le ni yor. Ben böy le bir be ya nı mu ha ke me ede mi yo rum. An
cak, ta rih te ki ba zı ki şi ler hak kın da, alı şı la gel miş ka
na at le rin dı şın da ki be yan lar ya dır ga nır. Sa yın Ece
vit'in be ya nı da ya dır ga tı cı bir be yan dır. Tür ki ye böy le
bir be ya nı kal dı ra cak du rum da de ğil dir.'12
Oysa
Vahdettin ne savaşı başlatandı
ne de Sevr anlaşmasını imzalayandı
ve fakat vatanın kurtarılması
için genç subayları Anadolu’ya gönderen
ve finanse edendi. Bir çok anıda ve belgede
bu böyle yer almaktaydı. Müslüman
kesim bunu yıllarca söyleyip
durdu. Bunun için de sistem, Müslümanlara
ateş püskürdü. Niçin tarihin o dönemine
bu kadar hassasiyet gösterilip
bir kısım belgeler açıklanmıyordu?
Ne vardı ki bir kısım belgeler özellikle
gizli tutulmaktaydı? Demirel’in,
Osmanlı Devleti'nin kuruluşunun
700. yılı nedeniyle yaptığı bir
konuşmada (9.10.1999), Osmanlının
bilinçli bir şekilde, kasti olarak
suçlandığını söylemesi
bunun ana nedeniydi:
“Cum
hu ri ye tin ilk dö nem le rin de re ji min otur ma sı için Os man
lı aley hin de bir söy lem ge liş ti ril miş ti; ar tık bu teh li ke
geç miş tir; Os man lı yı suç la ma mı zın bir ma na sı kal ma mış
tır. Os man lı ile ba rış mak ge re kir."
Buradan
çıkan mana, bazı gerçeklerin
ters yüz edilmiş olduğuydu; bir tarih
anlayışının ya lan üze ri ne ku rul muş
olmasıydı. Peki niçin böyle yapılmıştı?
Cumhuriyet döneminde saltanat
ve halifelikle birlikte İslam
da tasfiye edilmek istenmişti.
Lozan’da böyle bir söz verilmişti:
“(Cumhurbaşkanı
Celal Bayar gençlere konuşuyor:
La ik lik ta nı mı ile il gi li) “...Ha yır bun la rın hiç bi
ri de ğil. Biz Lo zan’da giz li cel se de Ba tı lı la ra ke sin söz
ver dik; za man la bu mil le te Kur’an’ı unut tu ra ca ğız di ye’. Bu
sö zün bek çi si ma kam ola rak be nim ve ben den son ra ge len ler
de bu gö re vi sür dü re cek ler dir. İş te la ik li ğin esa sı bu
dur; siz le re dü şen de bu an la yı şa sa hip çık mak tır.”12
Onun
için Müslümanların direnişinin
kırılması esnasında vuku
bulacak olayların gelecek nesillere
makul olarak gösterilebilmesi
gerekmekteydi. Öyle bir psikolojik
hava oluşturulmalıydı ki düşman
işgalinden çıkmış olan bir ülkenin
gelecek nesilleri, yapılan
tüm icraatlara hak vermiş olsun.
İş te İs lam’ı tas fi ye ope ras yo nu, Müs lü man la rı pa di şah
yan lı sı ve Pa di şa hı da İn gi liz iş bir lik çi si, va tan hai
ni gös ter me se nar yo su üze ri ne ku rul muş tur. İşin içe ri si
ne hem iş bir lik çi lik, hem va tan ha in li ği, hem hır sız lık so
ku la rak ve hem ka nun ve şid det kul la nı la rak bü tün kar şı çı
kış lar, kar şı söy lem ler ber ta raf edil mek is ten miş tir. 80 yıl
bu oyun oy nan mış tır. İşte Ecevit’in iddiaları
bu oyunu bozmakta, cumhuriyet
döneminde her şeyi iyi göstermeye
alışmış bir kesimin kafasını karıştırmakta
ve onları şüpheye düşürmekteydi.
Bir başka açıdan sistemin ağırlık merkezine
karşı olan güveni yıkmaktaydı.
Demirel’in telaşı da buydu.
Demirel’in
mantığı sistemin Makyavelist
mantığı idi. Sistem, hedefe varmak
için her şeyi meşru görmekteydi. Gerçeklerin
tersyüz edilmesi, bir neslin ruh dünyasının
karartılması, tarihinden
koparılıp şüpheye düşürülmesi,
kendi kültür ve medeniyetine
karşı yabancılaşması hatta
onlardan nefret etmesi önemli
değildi. Önemli olan o an ele geçirilmek
istenen hedefti. Bu nedenle cumhuriyet
döneminde batı kültür ve medeniyeti
değerlerine göre yetiştirilmeye
çalışılan neslin temel karakteri,
anlık düşünmesi, geleceğe
dönük bir tahayyül ve tasavvuru
olmaması, geçmişi reddetmesi,
inkarcı, karalayıcı, kötüleyici,
çifte standartçı, tepeden inmeci,
cuntacı ve çeteci bir mantığa
ve düşünce yapısına sahip olmasıdır.
Türkiye’deki
siyaset bu mantığa göre şekillendiği
için neredeyse bütün siyası partiler
birbirlerini karalamakta
suçlamaktadır. Gerçekleri
bildikleri halde ters yüz edip sunmaktadırlar.
Bir kez olsun birbirlerini takdir
edip desteklememişlerdir. Muhalefette
iken başka iktidarda iken başka şeyler
söylemişlerdir.
27
Nisan Kadife Darbe sürecinde
ortaya konan metinler, atılan
sloganlar incelendiği zaman
Osmanlıya kurulan tezgahın
bir benzeri, AKP üzerinden Müslüman
bir halka kurulmak istenmektedir.
Burada Sultan Vahdettin ve hükümeti
yerine Başbakan Erdoğan ve AKP
hükümeti vardı. AB’ye girme 50 yıldır
bir devlet politikası olarak
sürdürülmektedir. AB’ye karşı
olan bir hareketten, Milli Görüş, gelen
AKP kadroları AB’ye girme sürecini
devam ettirdiği ve hızlandırdığı
için hain, işbirlikçi konumuna
sokulmak istenmektedir. Kimler
tarafından AKP suçlanmaktadır?
Yıllardır partileri ile birlikte
AB’ye girmek için uğraş veren, ABD ile birlikte
hareket eden Demirel, Baykal ve sistemin
diğer aktörleri tarafından.
Tarihin acı cilvesi Demirel yıllarca
kendisine Morison Süleyman
diyen CHP, sol kadro ve kendisini düşüren
cuntalarla aynı safta buluşmaktadır.
Bu saf tu tuş iyi oku nup ana liz edil me li dir. AKP ile AB’ye girilmek
isteniyor. Ancak AKP içerde sıkıştırılarak
ABD-AB saflarına aleni işbirlikçi
görüntüsü sağlanacak bir şekilde
yaklaştırılmak isteniyor.
Klasik yöntem fil le rin ehil leş ti ril me sinde
kullanılan yöntemdir. Bu yöntemle
AKP yönetimi açık bir ABD-AB işbirlikçisi
olarak gösterildikten sonra hükümetten
düşürülmesi planlanmaktadır.
Burada hükümeti düşürmek taktik bir hedef olarak seçilmiştir. Stratejik hedef, AKP yöneticilerinin İslamî kimliği dile getirilerek tüm Müslümanları işbirlikçi gösterip iradelerini felç edilip, suçlu konumuna sokarak teslim almaktır. Ana oyun budur. 27 Nisan Elektronik Muhtırası dikkatli okunursa bizzat milletin itham edildiği ve hedef alındığı görülecektir.
Sonuç: Parlamento Dışı Siyaset, Sistemi Milletin Emrine Verme Mücadelesini Yürütmelidir
Bugünkü ana sorun, ana tezat iki farklı ağırlık merkezinin varlığıdır. Bütün darbeler sistemin ağırlık merkezinin takviye edilmesi için yapılmıştır. Verilen görüntü ‘Ül ke nin uçu ru mun ke na rı na ge ti ril miş ol ma sı’ şeklindedir. ‘Uçurumun kenarına gelen’ ül ke midir? Yoksa ‘uçurumun kenarına gelen’ sis tem midir? Han gi si kur ta rıl ma ya ça lı şıl mak ta dır ve ki me kar şı? Bu hiç sorgulanmamıştır. Bu gün bu sorgulama yapılmalıdır.
Meşruiyet
krizine girmiş, halkına yabancılaşmış
bir sisteme yapılacak şey, onu milletin
değerleri etrafında güçlü,
şeffaf, kalıcı biçimde, insan fıtratına
uygun ve adalet üzere yeniden yapılandırmaktır.
Hedef bu olmalıdır. Milletin ağırlık
merkezi etrafında bir şekillenme
olmalıdır. Parlamento dışı
siyasetin bu gün en acil görevi, herkese
bu iki merkezin varlığı ve bunlar arasında
ki mücadelenin ana nedenleri
iyi anlatılmalıdır.
Yapılan darbelerin
nihayette bedelini hep halk ödemektedir.
Halkın reyleri ile seçilip gelen
partileri, yargılama ve kapatma
ile tehdit; hatta kapatma ve mahkum etme,
halkın rey verdiği partileri
gayrı meşru ilan ederek darbe yapma, sivil
iktidarları rencide edecek
tarzda beyanat verme, kim kime karşı
kurtarılmaya çalışıldığının
bir göstergesidir. Parlamento
dışı siyaset bu konuyu ele alıp tartışmalıdır.
Milleti aydınlatmalıdır.
Bu mücadele, sis te min em ri ne mil le ti de
ğil, mil le tin em ri ne sis te mi ver me mücadelesidir.
Aksi davranış ifrattır, azgınlıktır,
zulümdür. Zulümde ileri giden
toplum veya sistemin sonu ise hep yıkım
olmuştur.
“Nice
kentler vardır ki, az gın lık edip Rab bi nin ve onun Re
sul le ri nin em rin den çık tı lar da biz onları çok
zorlu bir hesaba çektik ve onlara,
görülmemiş bir azapla azap ettik. Böy
le ce on lar, yap tık la rı nın ve ba li ni tat tı lar ve iş le ri
nin so nu hüs ran ol du.”(65Talak 8-9)
Bugün
bütün toplumsal çalkantılar, bir
değişimin habercisidir.
Bütün sorun, bu
değişimin
minimum zararla iyiye, güzele,
doğruya ve huzura doğru olmasıdır.
Eğer toplumun ruhi derinliklerinde
bir arınma süreci başlamışsa,
ki öyledir, bu eylem olarak dışa yansıyacak;
içinde yaşanılan koşulları
mutlaka, er veya geç değiştirecektir.
Doğru ile yanlış, hak ile batıl, iyi ile kötü,
samimi olanla olmayan, inananla
inanmayan bu mücadele sürecinde
ayrılacak, tam bir arınma olacaktır.
Bu ilahi sünnet olarak böyledir:
“Bir
top lum, ken din de ola nı de ğiş ti rin ce ye ka dar Al lah, ona ni
met ola rak ba ğış la dı ğı nı de ğiş ti ri ci de ğil dir.” (8
Enfal, 53)
“Ger
çek ten Al lah, ken di ne fis le rin den ola nı de ğiş ti rip bo
zun ca ya ka dar, bir top lu luk ta ola nı de ğiş ti rip-boz maz” (13 Rad 11)
Bu
noktada Müslümanlara düşen
görev, bu toplumsal değişim isteklerini
daha köklü daha şuurlu hale getirmektir.
Bu görev Parlamento içi siyasetten
ziyade Parlamento dışı siyasete
düşmektedir. Parlamento içi siyasette
partilerden bir gidip biri gelebilir.
Partilerin gidip gelmesi o kadar
önemli değildir. Tehlikeli de
değildir. Asıl teh li ke uya nan ve di re nen, de ği şim
is te ği olan, hu zur ve mut lu lu ğa, öz gür lü ğe ve dik dur ma ya
su sa mış olan bir hal kın, bir mil le tin ümit siz li ğe ka pıl ma
sı, pe si mist ol ma sı dır.
Onun
için Müslümanlar, hataları kim
yaparsa yapsın ayırım gözetmeden
karşı çıkmalıdırlar. Onun için her şey
Parlamento içi siyasete endekslenmemelidir.
Onun
için Müslümanlar, 21.yüzyılın tüm Firavunlarına(iç
ve dış) ayırım yapmaksızın karşı durmalıdırlar.
Bu İbrahimî bir duruştur:
“On
lar, ken di le ri ne in san lar: ‘Si ze kar şı in san lar top lan dı
lar, ar tık on lar dan kor kun’ de dik le ri hal de, (bu na rağ men)
iman la rı ar tan lar ve: ‘Al lah bi ze ye ter, O ne gü zel ve kil
dir’ di yen ler dir.” 3/173
Onun
için Müslümanlar, batı kültür ve medeniyetine
bütün olarak karşı çıkmalıdırlar.
Kendi ayakları üzerinde durmayı
öğrenmelidir.
Onun
için seçim öncesinde bu günkü tarihi
sorumluluğumuz, hiç bir duygusallığa
kapılmadan birleştirici,
toparlayıcı bir üslup kullanmaktır.
Parti tabanlarında düşmanlık
meydana getirebilecek
ifade, üslup ve söylemlerden kaçınılmalıdır.
Hiç kimseyi sistemin “Bermuda
fieytan Üçgeni” içine itmemek
gerekir. Gerek İslamî hassasiyetleri
öne çıkmış, gerekse milliyetçi
hassasiyetleri öne çıkmış parti,
medya, kişi, sivil toplum kuruluşları
ve aydınlarımız basiretli,
hikmetli, öğüt dolu bir tebliğ, bir tavır
sergilemelidirler. Hiçbir
kişi ve kurumu, sistem ağırlık merkezine
itmeye ne hakkımız ne de tahammülümüz
vardır.
Unut
ma mak ge re kir ki ha yat,
yal nız ca bu dün ya dan iba ret de ğil dir ve bu ra da yap tık
la rı mı zın he sa bı da ek sik siz gö rü le cek tir.
Unutmamak
gerekir ki Kadife Darbe sürmektedir.
Seçim sonrasına dönük olarak yığınak
yapılmaktadır. Seçimlere
hile karıştırılmak istenecek
ve de seçim sonrasında seçimlerin
meşru olmadığı tartışmaları
başlatılacaktır. Yö ne tim ler,
meş ru ze min ler de dar be siz, en tri ka sız, hi le siz el de ğiş
tir me li dir.
Türkiye’nin
birlik ve beraberliğe her zamankinden
daha fazla ihtiyacı olduğu
göz ardı edilmemelidir.Yan gı na
kö rük le gi den ler teş hir edi lip ken di le ri ne kar şı ta vır
alın ma lı dır:
“Eğer mü min ler den iki grup bir bir le
ri ile vu ru şur lar sa ara la rı nı dü zel tin. fia yet bi ri öte
ki ne sal dı rır sa, Al lah’ın buy ru ğu na dö nün ce ye ka dar sal
dı ran ta raf la mü ca de le edin. Eğer dö ner ler se ar tık ara la
rı nı adalet le dü zel tin ve her iş te ada let li dav ra nın. fiüp
he siz ki Al lah, adil dav ra nan la rı se ver.
Mü
min ler an cak kar deş tir ler. Öy ley se kar deş le ri ni zin ara
sı nı bu lun-dü zel tin ve Al lah’tan kor kun ki esir ge ne si niz.” (49 Hucurat 9-10)
Milletin
haricinde hiçbir yere şirin gözükme
gibi bir yanlışın içine girilmemelidir.
Doğruların yanında, doğruların
savunucusu olarak ezilen milyonların
sesi olma yarışına girilmelidir.
Bunalımın ana kaynağı olan çürümüş
bir zihniyete payanda olacak
söz ve davranış içerisinde bulunulmamalıdır.
Herkesin bir hesabı vardır şüphesiz,
ancak unutmamak lazım ki Allah’ın da
bir hesabı vardır ve hesabı en sağlam
olan da Allah’tır. Bu tevekkül içinde olunmalıdır.
Aydınlığa, kurtuluşa ulaşmanın
yolu budur:
“Al
lah, rı za sı na uyan la rı bu nun la(Kur’an) kur tu luş yol la rı
na ulaş tı rır ve on la rı ken di iz niy le ka ran lık lar dan nû
ra çı ka rır. On la rı dos doğ ru yo la da yö nel tip ile tir.”(5/16
)
“Al
lah iman eden le rin ve li si dir. On la rı ka ran lık lar dan nu
ra çı ka rır; küf re den le rin ve li le ri ise ta ğut tur. On la
rı da nur dan ka ran lık la ra çı ka rır lar. İş te on lar, ate şin
hal kı dır lar, or da sü rek li ola rak ka la caklar dır.”(2/257)
Bizler
geleceği bilemeyiz, gelecekle
ilgili yalnızca öngörülerde
bulunuruz. Ona uygun da tedbirler
almaya çalışırız. Bütün tedbir
ve uğraşılarımıza rağmen
bazen hoşumuza giden, bazen de
hoşumuza gitmeyen şeyler vuku
bulur. Vuku bulan o an için gözükmese
bile gelecek için hayırlı olacaktır.
Türkiye’deki Kadife Darbe süreci
de böyle değerlendirilmelidir:
“Olur ki ho şu nu za git me yen bir şey,
si zin için ha yır lı dır ve olur ki, sev di ği niz şey de si zin için
bir şer dir. Al lah bi lir de siz bi le mez si niz” (2 Bakara 216)
Görelim Mevla neyler
Neylerse güzel eyler.
Unut
ma mak ge re kir ki, İnsan
yaşarsa devlet yaşar.
Unut
ma mak ge re kir ki, bir ge ce iki gün düz ara sın da dır.
Unut
ma mak ge re kir ki, her ge ce nin bir gün dü zü var dır.
Unut ma mak ge re kir ki, ku la kul luk dö ne mi bi te cek tir.
KAY
NAK LAR
1- Öcal M., İmam Hatip Liseleri
ve İlköğretim Okulları,
Ensar Neş. İst. 1994, s.38
2- Çandar, Cengiz, ‘Liderin
Genel Başkanlık Yolu Açıldı’, Yeni
fiafak, 20.07.2001
3- Çandar, C., ‘Asrı-ı Saadet
ve Tayyip?li Gelecek?,
Yeni fiafak, 21.07.2001
4-
Mehmet Kutlular,
20-26 Aralık 1997 tarihli Artı Haber’)
5-
Sabah, 13. 07. 2001, Mil
li yet 15.07.2001, Hür ri yet 17.07.2001, Hür ri ye ti
12.07.2001,
6- 17 Donat, Y., Refah-Yola
40 Mektup, Milliyet , 28.3.1997.
7- Chomsky, N. ABD Terörü,
Pınar Yayınları, İst. (1991) s 22-23
8- Hamidullah,
M., İslam Peygamberi,
s. 81.
9- Ergin, M., Orhun Abideleri,
MEB yayınları, İstanbul, 1997., s.2
10- Bülent Ecevit: Vahdettin
Hain Değildi, Zaman
16.07.2005
11- Sefa
Kaplan Hürriyet, 18.07.2005
12- Emre S.A., ‘Milli Görüş Hareketi Nasıl doğdu?’, Umran, fiubat 2006, sayı 138 s:78.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder