1 Haziran 2007 Cuma

27 Nisan Kadife Darbesi Sistemin İflasının İlanıdır

 (Umran Dergisi)

“Onlar, kendilerine insanlar: “Size karşı insanlar toplandılar, artık onlardan korkun” dedikleri halde, (buna rağmen) imanları artanlar ve: “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir” diyenlerdir.” (3/173)

Giriş

Emekli subayların sivil toplum örgütlerinde yer alması ile birlikte Türkiye’de havanın değişmeye başladığı başlangıçta pek fark edilememiştir. Niçin emekli subaylar bugüne kadar olanın aksine sivil toplum örgütlerinde görev almış, silah üzerine yemin yaptırarak ölmekten ve öldürülmekten bahsetmeye başlamışlardır? Bu pek tartışılmamıştır. Ancak Cumhurbaşkanlığı bahane edilerek Tandoğan mitingi ile başlatılan mitingler serisinde emekli subayların etkisi ve niyeti açık bir şekilde görülecektir. Ne yazık ki siyasi partiler başlatılan süreci iyi okuyabilmiş değillerdir.

 Emekli asker yönetimli sivil toplum örgütlerinin önderliğinde muhalefet partileri, muhalif siyaset erbabı, kanun adamları destekli sokak gösterileri ve provokasyon ağırlıklı, toplumu tahrike ve kamplaştırmaya dönük ve sanal muhtıra destekli bir hareket; Sırbistan, Moldavya, Ukrayna, Gürcistan, Kırgızistan, Kıbrıs ve Lübnan’da vuku bulan Kadife darbeler zincirinin yeni bir halkası olarak gözükmektedir. Aynı güç tarafından yapılıp yapılmaması önemli değildir.

27 Nisan Sanal Muhtırası ile Cumhurbaşkanlığı seçimleri istenen mecraya sokulmuştur. Bu durumda süreç bitmiş kabul edebilir mi? Yoksa süreç devam etmekte midir? Bütün bunların cevabı, sürecin gerçekçi bir analizi ile verilebilir.

Burada 27 Nisan Kadife Darbesi analiz edilecek ve bazı dersler çıkarılacaktır. Buradaki analizin daha iyi anlaşılabilmesi için Umran’ın 129. sayısında yer alan ve bu sayıda ek olarak verilen Kadife Darbelerle ilgili makalenin okunmasında fayda vardır.

Kadife Darbelerde Kullanılan Yöntem

Kadife darbelerde uygulanan yöntemin temel felsefesi, siyaset bilimci Gene Sharp’a aittir. G. Sharp tezini, ‘sivil itaatsizlik ve uluslararası baskı’yı esas alarak ve ‘iktidarın yalnızlaştırılması’ üzerine kurmuştur. 189 farklı eylem metodu önermektedir. Onun yöntemi 12 boyutlu bir yaklaşım içermektedir:1

1. Şemsiye örgüt

2. Etkili ve kuşatıcı slogan

3. Geniş medya desteği( ulusal ve uluslararası medya)

4. Geniş finansman desteği

5. Asker ve güvenlik güçlerini kazanma ya da tarafsızlaştırma

6. Kanun desteği

7. Seçime hazırlık ve seçim merkezli bir psikolojik savaş

8. Gerilim artırma

9. Gayrı memnunları toparlama

10. Sokak hakimiyeti

11. Dış güçlerin desteğinin alınması

12. Sonuç: Yönetimin şiddet uygulanmadan kansız bir şekilde yıkılışı.

Kadife darbelerin tümü, sürece etki edecek ve dış dinamiklerin gerçekçi bir analizine dayandırılmış ve bu dinamikler göz önüne alınarak zamanlama yapılıp gerçekleştirilmiştir.1

İslam’a Karşı Yürütülen Çok Boyutlu Bir Savaş

Kadife darbenin hedefine ulaşabilmesi için iç ve dış dinamiklerin örtüşmesi gerekir. Türkiye’de bu dinamikler siyasal iktidarlara karşı genellikle örtüşür yada örtüştürülür. Nadiren iç ve dış güç merkezleri karşı karşıya gelir. Ancak her iki güç merkezi de, Müslümanların iktidarı ve İslam dininin geleceği konusunda ortak bir karşı duruşa sahiptir.

ABD-İsrail-İngiltere Şer İttifakı, kendilerine gelecekte bir potansiyel rakip çıkmadan ve İslam coğrafyası kendi kimliğine, birlik ve beraberliğine kavuşamadan önce bu coğrafyanın kontrol altına alınmasını, paramparça edilip daha derin düşman kamplara ayrılmasını çok önemli bir stratejik hedef olarak benimsemiştir. Bu stratejiye bağlı olarak İslam coğrafyasında tek bir merkezden yönetilen birbiri ile koordineli 8 boyutlu bir mücadele yürütülmektedir:

1.Psikolojik savaş(suçlama/karalama/zihinsel kaos)

2.Değer erozyonu/mankurtlaştırma/zihinsel yehmalaşma

3.Düşman ihdası(İslami terör/dinci terör)

4.Zamana yayılmış kaos(işgal+çatışma, etnik ve mezhebi ayrışma

5.Dinler/kültür ve medeniyetler arası diyalog

6.İşbirlikçilik

7.Ekonomik kuşatma(özelleştirme)

8.Darbe(sert güç/askeri darbe) kullanımı ile yumuşak güç(kadife darbeler) kullanımı.

Türkiye, İslam âleminin sahip olduğu stratejik özelliklerinin yanı sıra bu coğrafyadaki diğer ülkelerin sahip olmadığı önemli bir kimlik avantajına sahiptir. Millet olarak Türkiye içiçe geçmiş, birbiri ile bütünleşmiş üç kimliği bağrında saklamaktadır:

* İslâm

* Osmanlı

* Türk

Bu üç kimlik, Avrasya’nın her tarafında etkili olabilmek için gerekli psikolojik ortamı hazırlama gücündedir. Türkiye’den başka hiçbir İslam ülkesi böylesi bir psikolojik avantaja sahip değildir. Tek sorun, Türkiye’nin kendi gücünün, avantajlarının farkında olmamasıdır. Türkiye’nin kendine gelmemesi için ABD öncülüğündeki şer ittifakı, Türkiye’yi kumpasa almış ve bir mengenenin içerisinde sıkıştırıp durmaktadır. Kurumlar ve kişiler arasındaki kavga derinleştirilmektedir.

Sovyetlerin çöküşüne denk gelen 12 Eylül darbesi, ABD eksenli ve destekli bir globalizasyon projesi olup Türkiye’yi tamamen çökertmeye dönüktü. Yeni bir insan unsuru inşa etme projesi idi. 28 Şubat bu projenin dejenerasyon açısından en uç uygulanması idi. Bu süreçte ülke hem maddi hem de manevi olarak çökertildi. Toplum istikametsizleştirilerek (zihinsel yehmalaşma) ve kimliksizleştirilerek (mankurtlaşma=hafızasını yitirme, mazisini unutma, köleleşme) yeni bir toplum inşa edilmek istenmiştir. 27 Nisan Kadife Darbesi bu sürecin bir devamı olarak görülmektedir.

27 Nisan Kadife Darbesinin Analizi 

27 Nisan Kadife Darbesini, G.Sarp’ın 12 boyutlu yaklaşımını analiz ederek gerekli dersleri çıkarabiliriz. Ancak Türkiye’deki kadife darbeyi dışarıdakilerden ayıran en temel özellik, Türkiye’dekinin emekli askerlerin öncülüğünde gerçekleştirilmiş olmasıdır.

Emekli askerlerin bu denli işin içerisinde olması bir tesadüf mü yoksa genel bir yapılanmanın sonucu mu? Öncelikle bunun açıklığa kavuşması gerekir.

Askerleştirilen Sivil Toplum Örgütleri

Eskiden beri emekli askerlerin kurdukları ve kendi adları ile anılan dernekleri ve vakıflar hep var olmuştur. Ancak AKP döneminde emekli subayların farklı bir davranışına şahit olmaktayız. O da; pek çok sivil toplum örgütlerine ve küçük büyük siyasi partilere üye olmaları, bizzat yönetimde görev almaları, faaliyet organize etmeleri ve alışılmadık bir tarzda halkın arasına girip propaganda yapmış olmalarıdır. Bu süreci ‘gerçeği görme’ olarak kabul edip emekli askerlere rol biçen ve makulleştirmek isteyen sivillerin varlığını göz önüne alırsak ülkenin, parlamento dışı muhalefet oluşturma amaçlı bir strateji ile karşı karşıya kaldığı anlaşılabilir:

Kışlalı: “Toplumun, Anayasa ile şekillenmiş, demokrat, laik ve sosyal temelli Cumhuriyet’i özümsemiş kesimi, yıllarca bu değerleri koruma bakımından, tam bir tembellik içinde yaşadı. Bu misyonu Türk Silahlı Kuvvetleri’nin üstlenmiş olmasının rahatlığını hissetti. Böyle düşünenlerin başında, tüm yaşamlarını Cumhuriyet’i korumaya adamış subaylar vardı. Emekli olduklarında, bir araya gelip, bir ‘sivil toplum örgütü’ kursalar da, Cumhuriyet’i koruma konusunu muvazzaf kadroya bırakıyorlardı. Şimdi bunu yeterli görmeyen emekli askerler geç de olsa doğru yola erdiler.”2

28 Şubat’ta hükümete karşı muhalefeti, bizzat silahlı kuvvetler başlatmış sonra da “İşi bu defa Silahsız Kuvvetler halletsin” deyip görevi kendi denetimlerindeki sivillere devretmişlerdi. Kendilerine ‘çete’ ismini veren 5’li Çete(Refik Baydur, Fuat Miras, Bayram Meral, Rıdvan Budak ve Derviş Günday) hükümeti düşürebilmek için eylemlere girmişti.

Bu gün ise emekli subaylar fiilen eylemleri organize etmekte, TSK desteği ardından gelmektedir. O açıdan başlatılan süreç, 28 Şubatın farklı versiyonu olarak görülebilir.

Acaba bu tavır alış, emekli subayların sadece kendi şahsî düşüncelerinin bir sonucu muydu; yoksa daha merkezi bir organizasyonun ürünü müydü? Bu sorunun cevabı önemliydi. Medyaya yansıyan bilgilere göre Genelkurmay Başkanlığı tarafından ‘Toplumsal Geliştirme Destek Faaliyetleri’ (TGDF) adlı bir birimin bu amaçla kurulduğu anlaşılıyor:

“Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı Korgeneral Aslan Güner’in imzasını taşıyan belgede TSK’nın STK ile işbirliğine ilişkin görüşler yer alıyor. Yazıda, TSK’nın halkla bütünleşmesinin geliştirilmesi için kurulan ‘Toplumsal Geliştirme Destek Faaliyetleri’ (TGDF) biriminin kendi siyasi görüşleri, örtülü veya açık maksatları doğrultusunda kamuoyunu yönlendirme ve etkilemeye yönelik faaliyet gösteren STK’larla işbirliğinin uygunluğu hatırlatılıyor. Emekli ordu mensuplarının STK’larda peş peşe görev almaya başlaması bununla birlikte başlıyor.”2

Mitingleri düzenleyen ‘Ulusal Birlik Hareketi’nin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt ve Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in hükümeti hedef alan konuşmalarına denk düşen bir zamanda kurulmuş olması, merkezi bir organizasyonun var olduğu kanaatini pekiştirmektedir. ‘Ulusal Birlik Hareketi’, Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu (TESK), Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) ve Türkiye Kamu Çalışanları Sendikaları Konfederasyonu’nun (Türk Kamu-Sen) aralarında bulunduğu 41 sivil örgüt ve sendika tarafından kurulmuştur.

Kamuoyunda pek yankı bulmayan bir başka uygulama da YÖK tarafından yapılmış olup üniversitelerin sivil toplum örgütleri ile sıkı irtibat içerisinde olmalarının istenmesidir. YÖK Başkanlığının Bahçeşehir Üniversitesine gönderdiği 4 Mart 2003 tarihli belgede; “STK’ların batı ülkelerindeki emsalleri ile aynı seviyeye gelmesi ve ülke içinde ve dışında devlet adına siyasi, kültürel ve ekonomik alanda faaliyet yürütebilecek yetenek kazanmaları için” desteklenmeleri istenmektedir”.2

Bunun ardından Bahçeşehir Üniversitesi, 30 Kasım 2004’te Türkiye Emekli Subaylar Derneği (TESUD) ile “Hukuk Devleti İlkelerinin Türkiye’deki Uygulaması” konulu bir sempozyum düzenlemiştir.2

Anlaşılan o ki, bugün yapılmakta olan eylemlerin alt yapısı çok önceden hazırlanmıştır. Tıpkı 28 Şubat Postmodern darbesinden önce “Kriz Yönetimi Yönetmeliği’nin Genelkurmay Başkanlığı tarafından bakanlar kurulundan çıkartılması gibi.

TESUD Genel Başkanı emekli Tümgeneral Rıza Küçükoğlu’nun, kendi dernekleri ile beraber 4 askerî derneğin yürüyüşe katılacağını belirterek emekli komutanlardan destek istemesi, sürecin emekli asker ağırlıklı olarak şekilleneceği anlamına gelmektedir: “Siz emekli komutanlarımdan bu yürüyüşe destek istiyorum.”3

Emekli subay hareketinin ortak özelliği, ırkçılık boyutuna varan bir Türkçülük söylemi geliştirmiş olmalarıdır. Kuvayı Milliye Derneğinin Mersin şubesinde silah üstüne yapılan yemin töreninde(TV kanallarından görüntülü olarak verilmiştir) emekli Albay Fikri Karadağ’ın tekrarlattığı yemin metni, tam bir ırkçılık örneğidir:

“Türk anadan Türk babadan doğmuş, soyunda dönme olmayan Türkoğlu Türk. Bu uğurda ölmek var. Öldürülmek var. Öldürmek var...”

27 Nisan Sanal Muhtırasında, bu kadar açık olmamakla birlikte, yer alan bazı ifadeler ırkçı bir düşüncenin yaygınlaştırılmak istendiği izlenimini vermektedir:

“Ulu Önder Atatürk’ün, ‘Ne mutlu Türküm diyene!’ anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır.”

Şemsiye Örgüt

Türkiye’deki 27 Nisan Kadife Darbesinde, dışarıdakilerin aksine öncülükte gençlerin örgütleri değil yaşlıların, emeklilerin örgütleri vardır. Gençlerin eylemlere katılabilmesi için eski Cumhurbaşkanı Demirel’den emekli Orgeneral Hurşit Tolon’a ve rektörlere kadar bir çok kesim seferber olmuş ve gençlik tahrik edilmeye çalışılmıştır. Bununla beraber istenen destek sağlanamamıştır.

27 Nisan darbesi, ‘Ulusal Birlik Hareketi’ olarak organize edilmiş olmasına karşın Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) şemsiye örgütler olmuşlardır. Bu iki derneğin öncülüğünde 350’yi aşkın siyasi parti, dernek, sendika, oda ve vakıfın mitinglere katıldığı iddia edilmektedir.

Seçilen Semboller

Yurt dışındaki kadife darbelerde darbeyi sembolleştirecek ve isim babası olacak çiçekler, renkler, bayraklar ve giysiler seçilmiş; isimlendirmeler buna uygun yapılmıştır.1

Türkiye’deki 27 Nisan Kadife Darbesinde seçilen renk ise Kırmızı-Beyazdır. Türk Bayrağı sembol olarak kullanılmıştır. Mitinglere katılanlar genellikle Türk Bayrağı getirmişlerdir. Samsun’da KKTC bayrağı da kullanılmıştır. 

Müzik ve Eğlencenin Protesto ile Entegrasyonu

Mitinglerde konserler baskın unsur olarak kullanılmıştır. Dışarıdaki dadife darbelerde, “Biz çoğunluğuz, bizi ezemezsiniz” şarkıları söylenirken Türkiye’de, “Bizi saydınız mı, bizi sayamazsınız” şarkıları ve sloganları seslendirilmiştir.

Medya Desteği

27 Nisan Kadife Darbesine baştan beri Kanal Türk, Ulusal TV ve Cumhuriyet gazetesi çok açık ve yoğun destek vermiştir. Mitingler aşamasında büyük medya grupları da kampanyaya katılarak mitinglere daha çok katılımın olmasına yardımcı olmuşlardır. Yurt dışı medyasının veriş şekli, Türkiye’nin bölünmesini teşvik eder ve destekler mahiyettedir.

Finansman

Yurt dışındaki kadife darbelerin neredeyse tamamında finansman, yabancı vakıf ve sivil toplum örgütleri tarafından karşılanmıştır.1

KKTC’deki kadife darbede yabancılardan maddi destek sağlandığı KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat tarafından itiraf edilmiştir:

“Eylemlerimizde AB fonlarını kullandık. Fullbright, Biritish Council ve AB fonlarını kullanarak çeşitli etkinlikler, seminer ve konferanslar düzenledik. Genç kadınlar motive edildi. ABD’de Fullbright Fonları ile 20 Türk, 20 Rum kadını eğittik. Bu kadınlar, dönüşte Annan Planını desteklemek için yapılan eylemlerde önemli roller oynadılar.”4

Türkiye’deki 27 Nisan Kadife Darbesinde finansmanın kaynakları belli değildir. Devletin örtülü ödeneklerinin kullanıldığına ilişkin imalarda bulunulmaktadır. Aksiyon dergisinin, 30 yıl boyunca MGK’da başmüşavir ve danışman olarak çalışan Mustafa Ağaoğlu ile yaptığı röportajda, örtülü ödeneklerin iktidarları devirmede STK’lar için kullanıldığı belirtilmektedir:

“28 Şubat’ta psikolojik harekâtta medyanın dışındaki önemli unsurlar sivil toplum kuruluşları, üniversiteler ve derneklerdir. Gerek duyulduğunda bu kurumlardan ‘hukuki zeminde’ istifade ediliyor. 28 Şubat döneminde Başbakanlık örtülü ödeneği ve Başbakanlık tanıtma fonunun üniversiteler ve bazı sivil toplum kuruluşlarının desteklenmesinde kullanıldığı bilgisi de yine Ağaoğlu’nun Aksiyon’a verdi röportajda yer alıyor.”3

Medyada ADD’ye 2000 yılından itibaren düzenli olarak Çankaya’dan yardım yapıldığına ilişkin bilgiler yer almaktadır:5

 “ADD’nin ‘Gelir Defteri’ kayıtlarına göre, Cumhurbaşkanlığı’ndan Atatürkçü Düşünce Derneği’ne 2000, 2002, 2004, 2005 ve 2006 yıllarında da toplam 956061 YTL para aktarılmış. ADD’nin ‘Gelir Defteri’nde Cumhurbaşkanlığı’ndan aktarılan paraların dökümü şöyle:

          21.05.2000’de 20 bin YTL.

          22.08.2000’de 35 bin YTL.

          10.10.2002’de 15 bin YTL.

          18.05.2004’te 10 bin YTL.

          16.03.2005’te Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Kemal Nehrozoğlu 750 YTL.

          23.042005’te Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri’nden 6 bin 500 YTL.

          19.12.2005’te Cumhurbaşkanlığı’ndan 34 milyar 561 YTL

          17.08.2006’da, 50 bin YTL

          25.12.2006’da, 50 bin YTL”

Bu kadar kapsamlı organizasyonların maliyeti bu paralarla karşılanamaz; dolayısıyla bunların finansmanı şimdilik bir sırdır.

Yabancı Elçiliklerin Rolü

Yurt dışındaki kadife darbelere ABD elçilikleri destek verip yönlendirmiştir.1

27 Nisan Kadife Darbesinde yabancı elçiliklerin açık bir beyanına henüz rastlanmadı. Kaynağı belli olmayan propaganda; askerlerin ABD ile anlaştıkları, ABD’nin Türkiye’de AKP dışında ortaklar aradığı şeklindedir. Bu güne kadar Türkiye’deki tüm darbelerde yer alan hatta darbe yapılmasını isteyen ABD’nin, bu darbeden habersiz olması mümkün değildir. 27 Nisan Kadife Darbesine ne şekilde müdahil olduğu gelecekte açığa çıkacaktır. Darbe sonrasında ABD’nin ardarda yaptığı açıklamalardaki farklılık anlamlıdır. Önce demokrasi deyip sonra demokrasi ve laiklik demesi dikkat çekicidir. Çünkü 28 Şubatta darbenin bizzat başlatıcısı olmasına karşılık takındığı tavır benzerdi.        

Eylemcilerin Eğitimi

Dışarıdaki kadife darbelerde eylemi götüren örgütlerin eğitimleri yabancı vakıflarca finanse edilip Sırbistan üzerinden gerçekleştirilmiştir. Sırbistan’daki örgütler, diğer ülke gençlik örgütlerini eğitmede kullanılmıştır.1 Kıbrıs’taki kadife darbede Türk ve Rum kadınların yurt dışına eğitim için gönderildiği M.Ali Talat’ın sözlerinde açıkça yer alıyor.

27 Nisan darbesinde öncü rolünü, bu işin eğitimini subaylık dönemlerinde almış emekli askerler üstlendiği için ayrıca gençlere bir eğitim verilmiş midir pek belli değil. Ayrıca devletin resmi birimlerinin sivil uzantılarının bu işte aktif rol alıp almadığı da bilinmiyor.

Kadın Liderler

Dış kadife darbelerde genellikle kadın liderler kitlelerin önüne çıkarılmıştır.1 27 Nisan darbesinde öne çıkarılan kadın liderler Türkan Saylan, Necla Arat, Nur Serter ve Gül Aymangüler’dir. Kamuoyuna Çağlayan mitingi, Bayanlar mitingi olarak duyurulmuştur.

Tüm Gayrı Memnunların Ortak Cepheye Alınması

Kadife darbelerin olduğu ülkelerin hepsinde yolsuzluk, yoksulluk, işsizlik, yandaşlık ve adaletsizlik en hakim unsurlardır. Değer sistemlerinde ciddi bir erozyon vardır. Millet olma bilincinde ciddi kırılmalar mevcuttur. Kimliklerde ayrışma vardır.

Türkiye’de son yıllarda yolsuzluk şaibeleri yaygınlaşmış, yoksulluk ve işsizlik artmıştır. Bunun oluşturduğu bir memnuniyetsizlik havası gerilimin artmasında önemli bir rol oynamıştır.

Türkiye’de muhalefetin siyasi yelpazesi gerçekten ilginçtir. Belli boyutları ile sağdan sola kadar siyasetin her rengi, neredeyse bu süreçte rol almış gibidir. Mitinglere sağ partiler iştirak etmemiş olmakla beraber medya üzerinden yürütülen psikolojik savaşa önemli katkılarda bulunmuşlardır. Süleyman Demirel ile Hüsamettin Cindoruk’un üstlendiği rol gerçekten de anlamlıdır. Gerilim artırıcı ve tahrik edici üslupları ile süreci etkilemişlerdir. Ve cephenin genişlemesine vesile olmuşlardır. Ancak bu hareketin siyasi muhalefet liderliği Baykal’ın üzerine kalmış olup bunun meyvesini de DSP’nin kendi saflarında seçime girmesi ve bazı liberal, milliyetçi isimleri aday göstermesi ile toplamaya başlamıştır.

ADD tüm gayrı memnunların cepheye katılmasını sağlamak için yaptığı duyurularda bu konuya özellikle vurgu yapmaktadır:

“…Bu miting sadece ADD tarafından düzenlenen bir eylem değildir. Eylem, siyasal partilerimizin, halkımızın, gençlerimizin ve tüm sivil toplum kuruluşlarının ortak sorumluluğunda gerçekleştirilecektir. Tüm çalışmalarımız bu anlayış içerisinde yürütülmelidir.6

“d. Bu mitingin münhasıran ADD’nin değil, tüm katılımcı kuruluşların ortak mitingi olduğu unutulmamalı,...”7

Sloganlar

Kitle desteğini sağlayabilmek için kullanılan temel argümanlar; ‘Cumhurbaşkanlığı  makamının Cumhuriyet’in değerlerini içine sindirememiş bir kişi tarafından işgal edilmesini önlemek’, ‘Laiklik tehlikede’, ‘Cumhuriyet tehlikede’, ‘Yaşam tarzımız tehlikede’, ‘Ülke bölünüyor’ ve ‘Azınlığın diktası(Başbakan+Meclis Başkanı+ Cumhurbaşkanı aynı partiden)’ şeklindedir.

Medya desteği ile bu fikirler kamuoyuna mal edilmek istenmiştir. Mitinglerde atılan sloganlar yol boyu değiştirilmiş olmasına karşılık bu düşünceleri destekler mahiyettedir:

Tandoğan mitingi: ‘Türkiye laiktir, laik kalacaktır’. ‘Her şey vatan için’. ‘Çankaya laiktir, laik kalacak’. ‘Atatürk gençliği görev başında’. ‘Türk gençliği vatanı sattırmayacak’.

Çağlayan mitingi: ‘Çankaya olu Şeriata kapalı’. ‘Ne şeriat ne darbe’. ‘Toprak vatandır, satılamaz’. ‘Parola: vatan, İşaret: namus’. ‘Alt üst kimlik yok’. ‘Ne mutlu Türküm diyene’.

Gündoğan mitingi: ‘Türkiye laiktir laik kalacak’. ‘Biz gavur İzmirliyiz’. ‘Solda birleşin. Birleşmeyene mazbata yok’. ‘Solcuysan CHP’ye, Sağcıysan MHP’ye oy ver’.

Sloganlarda dikkati çeken nokta, İzmir mitinginde solun bütünleştirilmesinin hedef alınmış olması ve sol liderler üzerinde bu amaçla baskının yoğunlaştırılmış olmasıdır. Bu da kadife darbenin hedeflerinden bir tanesidir. Yalnız daha da ilginç olanı dün ‘katil’, ‘faşist’ dedikleri MHP’ye bu gün meydanlarda oy talep etmeleridir. Tarihin acı cilvesi.

Gerilim Artırma

Kadife darbelerin yapıldığı tüm ülkelerde darbe sürecinde şiddeti gittikçe artan bir gerilim politikası uygulanmış; etnik ve mezhebi huzursuzluklar kaşınmıştır.1

27 Nisan Kadife Darbesinde Cumhurbaşkanlığı seçimi taktik bir hedef olarak seçilmiş ve Cumhurbaşkanlığı seçimine endeksli bir kampanya başlatılmıştır. Gerilim süreci birbirinin devamı olan bir seri olayla sürdürülmüştür:

-Van 100.Yıl Üniversitesi rektörü ile ilgili operasyon,

-Şemdinli olayları,

-Trabzon’da bir papazın vurulması,

-Danıştay baskını,

-Hrant Dink’in öldürülmesi,

-YÖK Başkanına garip suikast teşebbüsü,

-Genelkurmaya girme teşebbüsü,

-Malatya olayı,

-Güneydoğudaki olaylar.

Her gün farklı STK’lar protesto eylemleri yapmışlardır. Mitingler sürecinde her gün belli yerlerde 20 dakikalık protesto eylemleri gerçekleştirilmiştir. Cumhurbaşkanlığı seçimi sürekli gündemde tutularak taraflar tahrik edilmiştir. Demirel ve Cindoruk’un tahrikkar üslubu gerilimi artırmıştır.

Türkiye’de asıl kamplaşma laik-antilaik denklemi üzerine kurulmuştur. Tandoğan mitingiyle başlayıp Samsun mitingiyle biten mitingler silsilesi, Türkiye’yi laik-antilaik kamplaşma içine çekmiştir. Sanal Muhtıradaki ‘Ne mutlu Türküm demeyen düşmandır’ ibaresi bir Türk-Kürt gerilimi meydana getirmiştir.

Ancak gerilimi asıl artıran ve parlamento üzerinde çözücü darbe yapan 27 Nisan Sanal Muhtırası olmuştur. Bunun yanı sıra Baykal’ın anayasa mahkemesi üyelerine çağrıda bulunarak aksi karar durumunda iç çatışmadan bahsetmesi, ateşe benzin sıkmak gibi olmuştur ve ortam gerilmiştir.

Her şeye rağmen kontrollü bir gerilim politikası uygulanmıştır. Peki böyle bir politikayı bu ülkede hangi güç uygulayabilir?

Kanun Desteği

Kadife Darbe sürecinde yargının siyasallaştırıldığı ve baskı altına alındığı yoğun bir şekilde propaganda edilmiştir. Danıştay baskını tamamen hükümetin üzerine fatura edilmek istenmiştir. Bugünden geriye baktığımızda Danıştay baskınının kadife darbeye malzeme üretmek için gerçekleştirildiği söylenebilir.

Türkiye’deki kadife darbenin kanuni ayağını emekli savcılar, hakimler, yargıda görev almış başkanlar ve anayasa profesörleri ile bizzat Anayasa Mahkemesi oluşturmuştur. Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kilitleyen formül, eski başsavcı Sabih Kanadoğlu’nun, toplantı nisabı olan 184’ü karar nisabı olan 367’ye eşit kılan teklifidir. Hukukçular, bu noktada iki kampa ayrılıp aylarca bu konuyu tartışarak seçimi vaktinden önce Türkiye’nin hem gündemine sokmuşlar, hem de taze tutmuşlardır. 27 Nisan Sanal Muhtırasının ardından CHP’nin Anayasa Mahkemesine taşıdığı Cumhurbaşkanlığı oylamasını muhtıranın gölgesinde değerlendiren Anayasa Mahkemesi, 184’ün 367’ye eşit olduğunu yasallaştırmıştır. Böylece kadife darbe ilk hedefine ulaşmıştır.

Seçim Eksenli Psikolojik Savaş: Cumhur başkanlığı Seçimi

27 Nisan Kadife Darbe süreci, Cumhurbaşkanlığı seçim tartışmaları ile neredeyse bir yıl öncesinden başlatılmıştır. Bu meclisin Cumhurbaşkanını seçmemesi için erken seçim gündeme getirilmiştir. Hükümeti erken seçime zorlamak için Türkiye sürekli gerilim altında tutulmuştur. Mitingler silsilesi başlatılıp sokağın parlamento üzerindeki baskısı artırılmıştır. Sanal Muhtıra ve Anayasa Mahkemesi kararı ile Cumhurbaşkanlığı seçimi engellenmiştir.

Hükümetin geçmiş dönemlere nazaran muhtıraya karşı dik bir tavır alması, kitleler indinde itibarını artırarak ‘inadına AKP’ sloganı ile ciddi bir oy kayması meydana gelmeye başlamıştır. Bunu önceden tahmin ettikleri yada anında gözlemledikleri için erken seçim isteyenler, karşı atağa geçerek erken seçimi erteletmeye çalışmış ve 24 Haziran’dan 22 Temmuz’a erteletmişlerdir. AKP’nin önünün kesilebilmesi için bu yeterli olmamıştır. Şimdi de seçimin daha da erteletilebilmesi için daha yüksek gerilim meydana getirebilecek olaylar seslendirilmektedir. Kuzey Irak’a girmek yada ses getirecek, panik oluşturacak bombalama olayları, hatta 12 Eylül öncesindeki kitlesel olaylar gibi.

Edip Başer’in görevden alınmasının ardından Ulus’ta patlayan bomba Kadife Darbenin yeni bir mesajı olup olmadığı henüz belli değildir. Ancak bundan sonra vuku bulan tüm olaylar bu sürecin bir parçası olarak değerlendirilecek ve yorumlanacaktır.

Kuzey Irak operasyonu ile ilgili olarak Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde Genelkurmay başkanının “Kuzey Irak’a girilmesi lazım bunun için siyasi irade gerekir” tarzındaki açıklamasına bir anlam verilememişti. Öyle ya Milli Güvenlik Kurulunda beraberlerdi; böyle bir ihtiyaç varsa orada görüşülmeliydi. MGK Türkiye’nin güvenliğini ilgilendiren böyle bir konuda görüşme yapmayacak da hangi konuda yapacaktı. Ayrıca askerin böyle bir düşüncesi varsa, niçin bunu doğrudan doğruya bağlı olduğu başbakana bildirmiyor da medya üzerinden haberleşmeyi bir yol olarak görüyordu? Anlaşılır değildi.

Şimdi bir yıl geriye gidelim ve güneydoğuya 200 bin askerin gönderilişini hatırlayalım. Güneydoğuya askerin niçin gönderildiği tam açıklığa kavuşturulmamıştı. Acaba bu asker sevkıyatının Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerle bir ilgisi var mıydı? İster istemez şimdi bu soru insanın aklına geliyor. O gün seçimlerle ilgisi yoktu ise artık bugün vardır. Kuzey Irak’ta operasyon olursa Türkiye’nin seçime gitmesinin yanlışlığı ve güneydoğudaki seçimin güvenli olmayacağı tartışmaya açılarak seçimlerin ertelenmesi istenecektir.

Kadife darbe süreçlerini incelediğimizde asıl operasyon, seçimlerden sonrasına dönük olduğu görülmektedir. Seçimlerden önce seçim sonuçlarının gayrı meşruluğu tartışmaya açılarak seçim sonuçlarına gölge düşürülmüştür. Şimdiden AKP’nin önde olduğuna ilişkin bir kanaat belirdiği için sandıklarda hileli yollara baş vurularak seçim sonuçlarına itiraz yapabilecek bir durum planlamak isteyebilecekleri düşünülmelidir. Ayrıca AKP’den meclise giren liberal kanat milletvekillerinin istifa ettirilebileceği gözönüne alınmalıdır. Seçimlerden sonra AKP dışında bir koalisyon hükümeti öngörülmüş olabilir. İzmir’de MHP’ye oy talep edilmesi bunun bir işareti olarak değerlendirilmelidir. Uygulanacak strateji buna dönük olacaktır.

Asker Desteği

Kadife darbelerin başarıldığı ülkelerde askerler genelde eylemlere karşı tarafsız davranmış, seyirci kalmışlardır. Ukrayna ve Gürcistan’da ise eylemcilere açık destek vermiş, yemek, çadır ve mont vermişlerdir.

Türkiye’de gerçekleştirilen kadife darbede ise zaten emekli askerler organizasyonun başında yer almışlar ve bir çok sivil toplum örgütünü harekete geçirmişlerdir. Muvazzaf olanların açıktan bir desteği başlangıçta görülmemiş ancak Cumhurbaşkanı seçme ihtimalinin belirmesi ile Genelkurmay başkanının ‘Sözde değil özde laiklik’ tarzındaki bir açıklaması ve eylemleri ‘demokratik bir tepki’ olarak yorumlaması, askerin eylemleri dolaylı desteklemesi anlamına gelmiştir. Genelkurmay 2.Başkanı da asker desteğini sürdürmüştür. Askerin asıl desteği 27 Nisan gecesi 11’de internete konan imzasız ve sahipsiz bir muhtıra ile gelmiştir.

Bütün darbelerde farklı toplum kesimlerine gösterilen bir iyi adam bir de kötü adam vardır. Bu darbenin henüz iyi ve kötü adamları belli değildir. Bu açıdan darbeyi ‘iyi çocuklar’ mı, ‘bizim çocuklar mı’ yoksa ‘kötü çocuklar’ mı yaptı pek belli değildir.

Deniz Kuvvetleri eski komutanı Özden Örnek’e ait olduğu iddia edilen anıların cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde Nokta dergisinde yayınlatılması bir iç kavganın ürünü olarak değerlendirilebilir. Ancak 2004 yılına ait olayların 2007 yılının seçim sürecinde deşifre edilmesinde başka bir niyet aramak gerekir. O da, kamuoyunu darbe fobisi içerisine sokarak panikletmek, kamplaştırmak ve başlatılan kadife darbe sürecini hızlandırmaktır. Emekli Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün hem var hem de yok demesi, yeri ve zamanı geldiğinde konuşulacağını, her şeyin devletin arşivlerinde olduğunu beyan etmesi de cumhurbaşkanlığı süreci ile alakalı olabilir.

27 Nisan Kadife Darbe Süreci Devam Edecek

Kadife darbe ile ilgili medyada çıkan yazılar, darbecilerin yayınladıkları bildiri ve yaptıkları konuşmalar incelendiğinde kadife darbenin öncelikli 10 ana hedefi olduğunu tespit edebiliyoruz:

1-AKP’ye cumhurbaşkanı seçtirmemek.

2-Gelecek seçimlerde AKP’nin tek başına iktidara gelmesini engellemek. Birinci parti olarak seçimden çıksa bile hükümeti kurmasını engellemek.

3-Sol ve Sağdaki partileri birleşmeye zorlamak. Böylelikle barajı aşacak parti sayısını artırarak AKP’nin milletvekili gücünü kırmak.

4-Ülkeyi laik ve antilaik eksende kamplaştırmak.

5-Türkiye’yi sürekli gerilim altında tutabilmek için eylem yapabilecek aktif bir taban elde etmek.

6-AKP yönetimini baskı altına alıp milletvekili profilini milli görüşten liberal görüşe kaydırmak.

7-AKP yönetim kadroları arasında çatlak meydana getirerek bir güven bunalımı oluşturmak.

8-İçerde bunalan AKP yönetimini dış destek aramaya zorlamak ve işbirlikçi konumuna sokmak. Dışarıya daha çok taviz verdirerek içerde suçlamak.

9-AKP’yi işbirlikçi konumuna yerleştirdikten sonra AKP’nin İslamcı kimliği olduğunu gündeme getirip tüm Müslümanları işbirlikçi olarak gösterip geniş bir psikolojik savaş kampanyası başlatmak. Müslümanları suçlu konumuna sokup teslim almak.

10-Müslüman bir tabanı iç çatışma içerisine çekerek bölüp parçalamak ve güç olmaktan çıkarmak.

Muhtemeldir ki daha başka hedefler de söz konusudur. 27 Nisan Kadife Darbe sürecinde yukarıdaki hedeflerden sadece iki tanesi gerçekleştiği için diğer hedefler gerçeklenene yada darbe millet tarafından bertaraf edilene kadar sürecektir. 27 Nisan Kadife Darbesinin asıl nihai hedefi, 9. ve 10.maddelerdir. Onun için bu süreç, AKP’nin iktidardan düşürülmesi ile son bulmayacaktır. Bu noktanın üzerinde çok iyi düşünülmesi gerekir.

Nitekim Kadife Darbe sürecinin devam edeceği, ADD’nin 7.5.2007 tarihli duyurusunda açıkça belirtilmektedir:

“Değerli arkadaşlar,

İstediğimiz 1. hedefe başarıyla ulaştık. Örgütümüzü candan kutluyorum. 2.nci ve 3.ncü aşamalarda ayrı bir strateji izlenecek, miting yapılmayacak (Genelge-12), onun yerine kapalı mekanlarda başarımızı kutlama şenliği tarzında yemekli vs. etkinlikler düzenlenecektir. Alan çalışmalarının yöntem ve hedefleri 3 Haziran Ankara toplantısında bildirilecektir. M. Şener ERUYGUR, E. Orgeneral, Genel Başkan”

Darbe tellallığı yapmakla ünlü Cumhuriyet gazetesi yazarlarından İlhan Selçuk “Durduruldu Ama Püskürtülmesi Gerek...’ başlıklı ve 08.05.2007 tarihli yazısında darbenin devam ettirilmesi gereğine vurgu yapmaktadır:

 “Hırsın körlüğünde yürüyen ‘Üçlü’ durduruldu...

Ama iktidardan da püskürtülmesi gerek...

Bu ‘gerek’ Türkiye Cumhuriyeti’nin yazgısıyla eşanlamlıdır.” 

İnönü Üniv. Rektörü Prof.Dr. Fatih Hilmioğlu’nun; “Hükümet yüzde 95’le gelse bile bazı kurumlar izin vermez.” tarzındaki açıklaması bu bağlamda değerlendirilmelidir. Diğer taraftan mitinglerin kadın liderlerinden ÇYDD Başkanı Türkan Saylan’ın mitinglerin gerekçesini anlatırken yaptığı değerlendirme kadife darbenin devam edeceği yönündedir:

Ben, Milli Görüşçülere karşıyım. Ben, sen, bizim oğlan mantığına. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Meclis Başkanı onlardan. Yok artık!

Bakın, ben hiçbir zaman demokratik yollarla gelen bir partiye karşı olamam. Ama ben, dindar bir Cumhurbaşkanı da istemem

Evet, Atatürk’ün Çankaya’sında Milli Görüş sembolü bir türbanlıyı onaylamamız olanaksız. 100 bin öğretmen açığımız varken, 35 bin okula karşı 75 bin camimiz varken…”(8)

Ancak bütün bu eksenlerde güçlerle dış güçlerin hedefleri arasında tam bir örtüşme vardır. Belki de içerdekilerin yapmak istediği kadife darbe, kullanılan dil ve sergilenen tavır nedeni ile ABD-İsrail’in hatta AB’nin menfaatleri ile örtüşmüştür.

Sanal Muhtıra Bu Muhteva ile Kimin İşine Yaramaktadır?

27 Nisan gece 11’de verilen sahipsiz sanal muhtıra, kaleme alınış ve sunuluş şekliyle gizemini muhafaza etmektedir. Altında imza bulunmayan, kimse tarafından sahiplenilmeyen ve fakat Kadife Darbedeki birincil hedefin elde edilmesini sağlayan bu metin kime veya kimlere hizmet etmiş, kimleri yaralamış ve zarar vermiştir. Tabii ki fayda ve zarar bakış açısına bağlı olarak değişecektir. Bu, milletin penceresinden mi sistemin penceresinden mi baktığınıza bağlıdır.

Sistemin penceresinden baktığımızda sistemin şimdilik bazı yararlar sağladığı söylenebilir:

          Muhtıra, Anayasa Mahkemesinin kararının kadife darbecilerin lehine sonuçlanmasını sağlamıştır.

          Muhtıra, Cumhurbaşkanlığı seçimini engelleyerek. Türkiye’yi erken seçime götürmüştür.

          Muhtıra, yapılan mitinglere moral destek olmuştur.

          Muhtıra, mitingler aracılığıyla sol ve sağ partilerin bütünleşmesine katkıda bulunmuştur. Böylelikle AKP karşısındaki bazı partilerin daha fazla milletvekili çıkarmasına imkan hazırlamıştır. Bazı partilerin barajı geçme ihtimalini kuvvetlendirmiştir.

          Muhtıra Kadife Darbe sürecine ivme kazandırarak yapılacak seçimlerin darbe fobisi altında yapılacağı duygusunu yerleştirmek istemiştir. Bununla AKP’nin oy kaybetmesi beklenmektedir.

 

Muhtıra, kaleme alınış biçimi ve kullandığı dil ve üslup açısından sadece AKP’ye değil tüm Türkiye’ye darbe indirmiştir. Muhtırada yer alan ifadelerin, muğlak, her tarafa çekilebilir olması dikkat çekicidir:

“Uygun ortamlarda ilgili makamların, sürekli dikkatine sunulmakta olan bu faaliyetler; temel değerlerin sorgulanarak yeniden tanımlanması isteklerinden, devletimizin bağımsızlığı ile ulusumuzun birlik ve beraberliğinin simgesi olan milli bayramlarımıza alternatif kutlamalar tertip etmeye kadar değişen geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır.”

Türkiye’nin pratiğinde tartışılan temel değerler olmayıp bazı kavramların semantik alanlarının daha belirgin hale getirilmesidir. Bu kavramların başında da Laiklik kavramı gelmektedir. İstenen, bu kavramın her şeyde Demokles’in kılıcı gibi insanların tepesinde sallandırılmasına mani olacak tarzda bir tanımlamaya ve açıklığa kavuşturulmasıdır.

Gene Muhtırada milletin %70’inin giydiği kıyafetler çağdışı diye nitelendirilerek millete ve milletin temel değerlerine hakaret edilmiştir:

22 Nisan 2007 tarihinde Şanlıurfa’da; Mardin, Gaziantep ve Diyarbakır illerinden gelen bazı grupların da katılımı ile, o saatte yataklarında olması gereken ve yaşları ile uygun olmayan çağ dışı kıyafetler giydirilmiş küçük kız çocuklarından oluşan bir koroya ilahiler okutulmuş…

“Ayrıca, Ankara’nın Altındağ ilçesinde “Kutlu Doğum Şöleni” için ilçede bulunan tüm okul müdürlerine katılım emri verildiği, Denizli’de İl Müftülüğü ile bir siyasi partinin ortaklaşa düzenlediği etkinlikte ilköğretim okulu öğrencilerinin başları kapalı olarak ilahiler söylediği…

Milletin dini inançlarından kaynaklanan ve tarihi süreçte şekillenmiş kıyafetlerin ve de ilahi okumanın bir darbe gerekçesi görülmesi ürkütücü ve düşündürücüdür. Kutlu doğum kutlamaları yıllardır yapılan şölenlerdir. Hiçbir şeye alternatif değildir. Bunu böyle göstererek orduyu milletinden koparmaya çalışmak, orduyu yıpratmak istemek nasıl bir düşüncenin ürünüdür?

Diğer taraftan eğer çocuklar o kadar çok düşünülüyor idiyse, ilkokul çocukları dansöz olarak oynatıldığı zaman susmak ne anlama gelmektedir?

Eğer çocuklar o kadar düşünülüyorsa, ilkokullara uyuşturucu satılırken susmak ne anlama gelmektedir?

Eğer çocuklar o kadar çok düşünülüyorsa, fuhuş yaşı 12’ye indiğinde susmak ne anlama gelmektedir?

Yoksa başörtüsü, dansözlük, fuhuş ve uyuşturucudan daha mı tehlikelidir?

Eğer milletimiz, geçmiş darbelere hazırlık bağlamında darbe öncesi yapılan provokatif eylemlerin bizzat cuntacılar tarafından icra edildiğini bilmemiş olsaydı; bugün, muhtırada yer alan ve fakat geçmişle mukayese edildiğinde fındık kabuğunu doldurmayan meselelere bazı anlamlar yüklemeye gayret sarf edebilirdi.

Türkiye uluslararası bir komplo ile karşı karşıya olup yığınla provokatif hareketin muhatabıdır. Şemdinli’den Hrant Dink ve Malatya olayına kadar olan tüm olaylar, bir projenin(BOP) parçası olarak icra edilmektedir. Bunu da en iyi bilmesi gerekenler, Malatya olaylarını nasıl olur da bir dine ve dindara mal edebilirler:

“Kutsal bir inancın üzerine yüklenmeye çalışılan siyasi bir söylem veya ideolojinin inancı ortadan kaldırarak, başka bir şeye dönüştüğü, ülkemizde ve ülke dışında görülebilmektedir. Malatya’da ortaya çıkan olayın bunun çarpıcı bir örneği olduğu ifade edilebilir.”

Uluslararası bir komplo ile karşı karşıya kaldığımız ve bir çok ses getirici eylemler yabancı istihbarat örgütlerince icra edildiği bilindiği halde; olayları, dine ve dindara mal ederek hedef saptırmakla kim, kime hizmet etmektedir? Asıl tehlikeyi milletin gözünden kaçırmanın anlamı nedir?

Bugüne kadar tehlike hep bölücülük görülmüş ve bu konuda çok dikkatli bir dil kullanılarak farklı etnik kökenden gelen milletimizin değişik kesimleri rencide edilmemeye gayret sarf edilmiştir. Oysa 27 Nisan sanal muhtırasında, ‘Ne mutlu Türküm’ demeyen düşman olarak ilan edilmiştir:

“…Ulu Önder Atatürk’ün, “Ne mutlu Türküm diyene!” anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır.”

Dün değil bugün için Türk ana babadan doğmayan halkın değişik kesimleri, bu ifadeleri nasıl algılayacak, nasıl yorumlayacak ve nasıl değerlendirecektir? Beşinci kol faaliyeti yürütenler, bu ifadeleri nasıl kullanacaktır? Ülkenin bölünmekle karşı karşıya kaldığını söyleyenlerin, iddia edenlerin geliştirmeye çalıştıkları bugün için ırkçılık çağrışımı yapan söylemlerle, bilerek veya bilmeyerek neye katkıda bulunduklarını, kimlerin ekmeğine yağ sürdüklerini düşünmelerinde fayda vardır. İttihat Terakkinin Türkçü söylemlerle İmparatorluğu Tasfiye ettiği unutulmamalıdır. Bölünmeden şikayet edenlerin yangına benzin sıktıklarını artık görmeleri gerekir.

Özetle: Bu Muhtıra metni, başörtüsünü çağdışı ilan ederek, ilahi söylenmesine karşı çıkarak, kutlu doğum şölenlerine karşı tavır alarak, ırkçı bir söylem geliştirerek ve laik-antilaik kamplaştırma isteklerine destek vererek orduyu yıpratmış ve bu ülkeye iyilik değil kötülük yapmıştır. Türkiye’den ziyade ABD+İsrail+İngiltere’ye hizmet etmiştir.

Bu Muhtıra, orduyu halktan koparma operasyonudur. Atilla İlhan’ın 28 Şubat Darbesi için söylediği, “28 Şubat Sabetayist bir darbe olup Ordu’yu Halk’tan koparma operasyonudur” sözleri, bu darbe için de geçerli olabilir kanaatindeyiz. ABD’ye karşı bir kadife darbe şeklinde gelişen süreç, nasıl oldu da bir gecede bir muhtıra ile ABD+ İsrail + İngiltere menfaatlerine hizmet eder şekilde yön değiştirmiştir. AKP’ye karşı duyulan öfke bu kadar büyük bir basiret bağlanmasına neden olabilir mi? Kim bilir?

Bu Muhtıra, Türkiye’yi birliğe dahil etmek istemeyen AB’nin işine yaramıştır.

Siyasilerin bundan sonra önüne sürülecek gerekçe, Türkiye’nin asker vesayeti altında olduğudur. Başlangıçta AB’nin Muhtıraya karşı aldığı sert tavırda bu ifadeler yer almıştır. Yeni seçilen Fransız Cumhurbaşkanı Türkiye’nin AB’ye alınmaması gerektiğini daha sert bir şekilde seslendirmektedir.

Muhtıra en çok ABD’nin işine yaramıştır. İçerde sıkışan iktidarın kendisine yaklaşacağını ve istediği tavizleri alabileceğini düşünmektedir. Türkiye’nin l-antilaik şeklinde kamplaşması ile gerilimin artması, Türkiye’nin çok kolay destabilize edilmesi fırsatını ortaya çıkarmıştır. Muhtıranın Türk ve Kürt toplum kesimleri arasındaki ayrışmayı tırmandırması, ABD’nin uydu Kürt Devleti çalışmalarını kolaylaştıracaktır.

Muhtıra, orduyu yıpratmış, Devlet–Millet ayrışması gerilimini artırmış olması açısından, ABD arayıp da bulamadığı bir fırsatı yakalamıştır.

 Bu açılardan baktığımızda 27 Nisan Kadife Darbesi, tüm darbelerde olduğu gibi milletin karşısında bir saf tutuştur ve ülkenin bağrına bir hançer saplayıştır.

Bugün  bu muhtıra metni ile toplumun kan damarlarına enjekte edilen zehirin tesirleri, daha sonra ortaya çıkacaktır. Tıpkı 12 Eylül ve 28 Şubatın sonuçlarından duyulan rahatsızlıklar gibi.

Sonuç: 27 Nisan Kadife Darbesi Sistemin İflasının İlanıdır; Sistemin Suni Teneffüsle Yaşama Zorunluluğunun Tescilidir. 

Milletin penceresinden baktığımızda Kadife Darbeyi, sistemin harakiri yapması olarak değerlendirebiliriz.

Kadife Darbe süreci, bazı partiler arasındaki renk armonisini ortadan kaldırmış, liberallerle solcular içiçe geçmiş, kimin ne olduğu anlaşılır olmaktan çıkmıştır.

Kadife Darbe süreci, bazı siyaset erbabının ne kadar ilkesiz, vukufsuz olduğunu ve değer ölçüleri olmayan, kıbleleri belirsiz insanlar olduğunu ortaya koymuştur. Burada kast ettiğimiz partilerin seçimlere ittifaklar yaparak girmesi veya koalisyon hükümeti kurmaları değildir. Burada söz konusu edilen, dün savunduğu fikirlerin zıddını savunan ve bir partiden salt milletvekili olabilmek için adaylık başvurusunda bulunan, renksiz ve omurgasız olanlardır. Akşam bir partiyle yatıp sabah başka partiyle ile uyananlar ve öğleyin başka bir partiyle yemek yiyenlerdir.

Bu darbe süreci aynı zamanda partilerin kimliklerinde kırılmaya neden olmuştur. Dünün solcuları bugünün sağcıları olmuş; dünün sağcıları bugünün solcuları olmuştur. Dün sokakta birbirine silah sıkanlar bugün omuz omuza ortalıkta arzı endam etmektedirler.

Kadife Darbe, bu boyutu ile bir turnusol kağıdı görevi icra ederek Türkiye’nin önünü açmıştır. Türkiye’de yeni arayışlar meydana gelecektir.

Bu darbe, siyaseti, rey ver ve kurtul anlayışından rey ver ve reyine sahip çık anlayışına taşıması açısından yararlı olmuştur. Siyaseti, sadece parlamento içi siyaset olarak görüp anlayanların yanıldıkları; parlamento içi siyasetle parlamento dışı siyasetin bir ve bütün olarak yürütülmesi gerektiği anlaşılmıştır. Bu da önümüzdeki günlerde parlamento dışı siyasetin daha etkili olacağı anlamına gelir; elbette ders almasını bilenler açısından.

Kadife Darbe süreci, CHP ve sola zarar vermiştir. Geçmişte CHP ve solun darbecilere koltuk değneği görevi gördüğü bilinmekteydi. Ordu+CHP=iktidar denkleminin kendilerine zarar verdiğini seslendiren Ecevit’in başkanlığındaki bir gruptu. Ecevit bu imajı silebilmek için DSP’yi kurmuştur. Bugün gelinen noktada CHP, CHP+Ordu=İktidar formülüne tekrar geri dönmüştür. Böylece bütün darbelerdeki koltuk değnekliği görevine yeniden CHP ve solun geri döndüğü anlaşılmaktadır. Her ikisi de aslına rücû etmişlerdir. Bu seçim sürecinde yürütülecek estetik bir kampanya ile CHP ve sol, millet vicdanında mahkum edilebilir.

Kadife Darbe süreci, siyasetin iki partili bir sistemde bloklaşmasına şimdilik katkı sağlamıştır: AKP bir tarafta CHP bir tarafta konumlanmıştır. Dini ve milli hassasiyetleri olan partilerin tabanlarında, AKP lehine bir oy kayması şimdilik vardır. Ancak bu şekillenme iç ve dış güç merkezlerinin tercihlerinin örtüşüp örtüşmemesi ile ilgilidir. Örtüşmediği taktirde Türkiye daha ciddi gerilimlere gebedir diyebiliriz. Seçimlerin olup olmaması bu çekişmeye ve tarafların güçlerine bağlı olacaktır.

Seçimlerin ertelenmesi AKP ve CHP’nin aleyhine, parlamento dışında kalan partilerin lehine olacaktır. Duygusallıklar ortadan kalkacak, insanlar daha sakin düşünmeye başlayacaklardır. 28 Şubat’la 27 Nisan darbeleri arasında iyi ilişki kurup anlatabildikleri taktirde; uzun vadede bu süreçten en kârlı çıkabilecek parti, Saadet Partisi olacaktır.

RP’nin yenilikçi kanadı diye adlandırılan bugünün AKP yönetim kadroları, 28 Şubat’tan dolayı kendileri bakan ve genel başkan yardımcıları olmuş olmalarına rağmen hep Erbakan’ı ve onun çevresindeki ak saçlıları suçlayarak ayrı bir parti kurmuşlardır. Erbakan’a yönelttikleri suçlamaların tümü, ‘değiştik’ demiş olmalarına rağmen bugün, kendi başlarına gelmiştir. Herhalde bunun üzerinde AKP kadroları derin derin düşünecek, tefekkür edecek ve gerekli dersleri çıkaracaklardır. Bugün AKP yöneticilerinin Erbakan ve ak saçlılar gurubuna bir özür dileme borçları vardır.

Kadife Darbe süreci, parlamentoya darbe vurmuş, parlamentonun etkisini ve önemini azaltmıştır. Anayasa Mahkemesine zarar vermiştir. Parlamentodan sonra ikinci yıpranan kurum Anayasa Mahkemesi olmuştur.  Bu nedenle Kadife Darbe süreci, sistemin özüne geçmişteki darbeler gibi bir darbe vurmuştur. Sistemi zayıflatmıştır. Sistemin demokratik, laik ve hukuk devleti niteliğinin gerçekte var olmayıp tamamen güce endeksli bir yapı olduğu, biraz daha açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Güç karşısında ne hukuk, ne demokrasi ve ne de laiklik kalmıştır. Sistemin bu tezatlar abidesi yapısı  bu seçim sürecinde millete iyi anlatılabilmelidir.

Bu darbenin muhatabı olan herkes bundan sonra sistemin üzerinde daha derin ve köklü düşüneceklerdir. Bütün bunlar teorisiz pratik yapmanın bedeli olarak görülecektir. O nedenle gelecekte teorik çalışmalar yoğunlaşacak ve parlamento dışı siyaset daha etkin hale gelecektir. Bu da Türkiye’nin önünü açacaktır.

Unutmayalım:

“… Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.”(2/216)

Yine unutmayalım:

“Böylece onlar bir tuzak kurdular. Fakat biz de onlara, farkında olmadıkları bir tuzak kurduk.”(27/50)

Kaynaklar

1- Canoğlu Y., “Kadife Darbelerden Alınacak Ders”, Umran Dergisi, 2005 Sayı 129.

2- Adlı A., “Silahsız Toplum Kuvvetleri”, Aksiyon Dergisi, Sayı: 648 - 07.05.2007

3- Zaman, 05.04.2007

4- KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, 29 Mayıs 2003, Yeni Düzen Gazetesi.

5- Ocaktan M., “İşte ADD’ye Köşk Yardımı Belgeleri”, Yeni Şafak, 09.04.2007

6- Genelge 2007 – 5 Sayı:2007/ 04.04.2007

7- Genelge 2007 – 6 Sayı:2007/219 06.04.2007

8- Arman A., “Annem ve ben birbirimizin zıddı iki kadındık”, Hürriyet 06.05.2007.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...