(Umran Dergisi)
“Onlar, kendilerine insanlar: “Size karşı insanlar toplandılar, artık onlardan korkun” dedikleri halde, (buna rağmen) imanları artanlar ve: “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir” diyenlerdir.” (3/173)
Giriş
Emekli subayların sivil toplum örgütlerinde yer alması ile birlikte
Türkiye’de havanın değişmeye başladığı başlangıçta pek fark edilememiştir.
Niçin emekli subaylar bugüne kadar olanın aksine sivil toplum örgütlerinde
görev almış, silah üzerine yemin yaptırarak ölmekten ve öldürülmekten
bahsetmeye başlamışlardır? Bu pek tartışılmamıştır. Ancak Cumhurbaşkanlığı
bahane edilerek Tandoğan mitingi ile başlatılan mitingler serisinde emekli
subayların etkisi ve niyeti açık bir şekilde görülecektir. Ne yazık ki siyasi
partiler başlatılan süreci iyi okuyabilmiş değillerdir.
Emekli asker yönetimli sivil
toplum örgütlerinin önderliğinde muhalefet partileri, muhalif siyaset erbabı,
kanun adamları destekli sokak gösterileri ve provokasyon ağırlıklı, toplumu
tahrike ve kamplaştırmaya dönük ve sanal muhtıra destekli bir hareket;
Sırbistan, Moldavya, Ukrayna, Gürcistan, Kırgızistan, Kıbrıs ve Lübnan’da vuku
bulan Kadife darbeler zincirinin yeni bir halkası olarak gözükmektedir. Aynı
güç tarafından yapılıp yapılmaması önemli değildir.
27 Nisan Sanal Muhtırası ile Cumhurbaşkanlığı seçimleri istenen mecraya
sokulmuştur. Bu durumda süreç bitmiş kabul edebilir mi? Yoksa süreç devam etmekte
midir? Bütün bunların cevabı, sürecin gerçekçi bir analizi ile verilebilir.
Burada 27 Nisan Kadife Darbesi analiz edilecek ve bazı dersler çıkarılacaktır. Buradaki analizin daha iyi anlaşılabilmesi için Umran’ın 129. sayısında yer alan ve bu sayıda ek olarak verilen Kadife Darbelerle ilgili makalenin okunmasında fayda vardır.
Kadife Darbelerde Kullanılan Yöntem
Kadife darbelerde uygulanan yöntemin temel felsefesi, siyaset bilimci
Gene Sharp’a aittir. G. Sharp tezini, ‘sivil
itaatsizlik ve uluslararası baskı’yı esas alarak ve ‘iktidarın yalnızlaştırılması’ üzerine kurmuştur. 189 farklı eylem
metodu önermektedir. Onun yöntemi 12 boyutlu bir yaklaşım içermektedir:1
1. Şemsiye örgüt
2. Etkili ve kuşatıcı slogan
3. Geniş medya desteği( ulusal ve uluslararası medya)
4. Geniş finansman desteği
5. Asker ve güvenlik güçlerini kazanma ya da tarafsızlaştırma
6. Kanun desteği
7. Seçime hazırlık ve seçim merkezli bir psikolojik savaş
8. Gerilim artırma
9. Gayrı memnunları toparlama
10. Sokak hakimiyeti
11. Dış güçlerin desteğinin alınması
12. Sonuç: Yönetimin şiddet uygulanmadan kansız bir şekilde yıkılışı.
Kadife darbelerin tümü, sürece etki edecek iç ve dış dinamiklerin gerçekçi bir analizine dayandırılmış ve bu dinamikler göz önüne alınarak zamanlama yapılıp gerçekleştirilmiştir.1
İslam’a Karşı Yürütülen Çok Boyutlu Bir Savaş
Kadife darbenin hedefine ulaşabilmesi için iç ve dış dinamiklerin
örtüşmesi gerekir. Türkiye’de bu dinamikler siyasal iktidarlara karşı
genellikle örtüşür yada örtüştürülür. Nadiren iç ve dış güç merkezleri karşı
karşıya gelir. Ancak her iki güç merkezi de, Müslümanların iktidarı ve İslam
dininin geleceği konusunda ortak bir karşı duruşa sahiptir.
ABD-İsrail-İngiltere Şer İttifakı, kendilerine gelecekte bir potansiyel rakip çıkmadan ve İslam coğrafyası kendi kimliğine, birlik ve beraberliğine kavuşamadan önce bu coğrafyanın kontrol altına alınmasını, paramparça edilip daha derin düşman kamplara ayrılmasını çok önemli bir stratejik hedef olarak benimsemiştir. Bu stratejiye bağlı olarak İslam coğrafyasında tek bir merkezden yönetilen birbiri ile koordineli 8 boyutlu bir mücadele yürütülmektedir:
1.Psikolojik
savaş(suçlama/karalama/zihinsel kaos)
2.Değer
erozyonu/mankurtlaştırma/zihinsel yehmalaşma
3.Düşman
ihdası(İslami terör/dinci terör)
4.Zamana yayılmış
kaos(işgal+çatışma, etnik ve mezhebi ayrışma
5.Dinler/kültür ve
medeniyetler arası diyalog
6.İşbirlikçilik
7.Ekonomik
kuşatma(özelleştirme)
8.Darbe(sert
güç/askeri darbe) kullanımı ile yumuşak güç(kadife darbeler) kullanımı.
Türkiye, İslam âleminin sahip olduğu stratejik özelliklerinin yanı sıra
bu coğrafyadaki diğer ülkelerin sahip olmadığı önemli bir kimlik avantajına
sahiptir. Millet olarak Türkiye içiçe
geçmiş, birbiri ile bütünleşmiş üç kimliği bağrında saklamaktadır:
* İslâm
* Osmanlı
* Türk
Bu üç kimlik, Avrasya’nın her tarafında etkili olabilmek için gerekli
psikolojik ortamı hazırlama gücündedir. Türkiye’den başka hiçbir İslam ülkesi
böylesi bir psikolojik avantaja sahip değildir. Tek sorun, Türkiye’nin kendi
gücünün, avantajlarının farkında olmamasıdır. Türkiye’nin kendine gelmemesi
için ABD öncülüğündeki şer ittifakı,
Türkiye’yi kumpasa almış ve bir mengenenin içerisinde sıkıştırıp durmaktadır.
Kurumlar ve kişiler arasındaki kavga derinleştirilmektedir.
Sovyetlerin çöküşüne denk gelen 12 Eylül darbesi, ABD eksenli ve destekli bir globalizasyon projesi olup Türkiye’yi tamamen çökertmeye dönüktü. Yeni bir insan unsuru inşa etme projesi idi. 28 Şubat bu projenin dejenerasyon açısından en uç uygulanması idi. Bu süreçte ülke hem maddi hem de manevi olarak çökertildi. Toplum istikametsizleştirilerek (zihinsel yehmalaşma) ve kimliksizleştirilerek (mankurtlaşma=hafızasını yitirme, mazisini unutma, köleleşme) yeni bir toplum inşa edilmek istenmiştir. 27 Nisan Kadife Darbesi bu sürecin bir devamı olarak görülmektedir.
27 Nisan Kadife Darbesinin
Analizi
27 Nisan Kadife Darbesini, G.Sarp’ın 12 boyutlu yaklaşımını analiz
ederek gerekli dersleri çıkarabiliriz. Ancak Türkiye’deki kadife darbeyi
dışarıdakilerden ayıran en temel özellik, Türkiye’dekinin emekli askerlerin
öncülüğünde gerçekleştirilmiş olmasıdır.
Emekli askerlerin bu denli işin içerisinde olması bir tesadüf mü yoksa genel bir yapılanmanın sonucu mu? Öncelikle bunun açıklığa kavuşması gerekir.
• Askerleştirilen Sivil Toplum
Örgütleri
Eskiden beri emekli askerlerin kurdukları ve kendi adları ile anılan
dernekleri ve vakıflar hep var olmuştur. Ancak AKP döneminde emekli subayların
farklı bir davranışına şahit olmaktayız. O da; pek çok sivil toplum örgütlerine
ve küçük büyük siyasi partilere üye olmaları, bizzat yönetimde görev almaları,
faaliyet organize etmeleri ve alışılmadık bir tarzda halkın arasına girip
propaganda yapmış olmalarıdır. Bu süreci ‘gerçeği
görme’ olarak kabul edip emekli askerlere rol biçen ve makulleştirmek
isteyen sivillerin varlığını göz önüne alırsak ülkenin, parlamento dışı
muhalefet oluşturma amaçlı bir strateji ile karşı karşıya kaldığı
anlaşılabilir:
Kışlalı: “Toplumun, Anayasa ile
şekillenmiş, demokrat, laik ve sosyal temelli Cumhuriyet’i özümsemiş kesimi,
yıllarca bu değerleri koruma bakımından, tam bir tembellik içinde yaşadı.
Bu misyonu Türk Silahlı Kuvvetleri’nin üstlenmiş olmasının rahatlığını
hissetti. Böyle düşünenlerin başında, tüm yaşamlarını Cumhuriyet’i korumaya
adamış subaylar vardı. Emekli olduklarında, bir araya gelip, bir ‘sivil toplum
örgütü’ kursalar da, Cumhuriyet’i koruma konusunu muvazzaf kadroya
bırakıyorlardı. Şimdi bunu yeterli
görmeyen emekli askerler geç de olsa doğru yola erdiler.”2
28 Şubat’ta hükümete karşı muhalefeti, bizzat silahlı kuvvetler
başlatmış sonra da “İşi bu defa Silahsız Kuvvetler halletsin” deyip görevi kendi denetimlerindeki sivillere devretmişlerdi.
Kendilerine ‘çete’ ismini veren 5’li
Çete(Refik Baydur, Fuat Miras, Bayram Meral, Rıdvan Budak ve Derviş Günday)
hükümeti düşürebilmek için eylemlere girmişti.
Bu gün ise emekli subaylar fiilen eylemleri organize etmekte, TSK
desteği ardından gelmektedir. O açıdan başlatılan süreç, 28 Şubatın farklı
versiyonu olarak görülebilir.
Acaba bu tavır alış, emekli
subayların sadece kendi şahsî düşüncelerinin bir sonucu muydu; yoksa daha
merkezi bir organizasyonun ürünü müydü? Bu sorunun cevabı
önemliydi. Medyaya yansıyan bilgilere göre Genelkurmay Başkanlığı tarafından ‘Toplumsal Geliştirme Destek Faaliyetleri’
(TGDF) adlı bir birimin bu amaçla kurulduğu anlaşılıyor:
“Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı Korgeneral Aslan Güner’in imzasını
taşıyan belgede TSK’nın STK ile işbirliğine ilişkin görüşler yer alıyor.
Yazıda, TSK’nın halkla bütünleşmesinin geliştirilmesi için kurulan ‘Toplumsal Geliştirme Destek Faaliyetleri’
(TGDF) biriminin kendi siyasi görüşleri, örtülü veya açık maksatları
doğrultusunda kamuoyunu yönlendirme ve etkilemeye yönelik faaliyet gösteren
STK’larla işbirliğinin uygunluğu hatırlatılıyor. Emekli ordu mensuplarının
STK’larda peş peşe görev almaya başlaması bununla birlikte başlıyor.”2
Mitingleri düzenleyen ‘Ulusal
Birlik Hareketi’nin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt ve Cumhurbaşkanı
Ahmet Necdet Sezer’in hükümeti hedef alan konuşmalarına denk düşen bir zamanda
kurulmuş olması, merkezi bir organizasyonun var olduğu kanaatini
pekiştirmektedir. ‘Ulusal Birlik
Hareketi’, Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu (TESK), Atatürkçü
Düşünce Derneği (ADD) ve Türkiye Kamu Çalışanları Sendikaları
Konfederasyonu’nun (Türk Kamu-Sen) aralarında bulunduğu 41 sivil örgüt ve
sendika tarafından kurulmuştur.
Kamuoyunda pek yankı bulmayan bir başka uygulama da YÖK tarafından
yapılmış olup üniversitelerin sivil toplum örgütleri ile sıkı irtibat
içerisinde olmalarının istenmesidir. YÖK Başkanlığının Bahçeşehir
Üniversitesine gönderdiği 4 Mart 2003 tarihli belgede; “STK’ların batı ülkelerindeki emsalleri ile aynı seviyeye gelmesi ve
ülke içinde ve dışında devlet adına siyasi, kültürel ve ekonomik alanda
faaliyet yürütebilecek yetenek kazanmaları için” desteklenmeleri
istenmektedir”.2
Bunun ardından Bahçeşehir Üniversitesi, 30 Kasım 2004’te Türkiye Emekli Subaylar Derneği (TESUD)
ile “Hukuk Devleti İlkelerinin
Türkiye’deki Uygulaması” konulu bir sempozyum düzenlemiştir.2
Anlaşılan o ki, bugün yapılmakta olan eylemlerin alt yapısı çok önceden
hazırlanmıştır. Tıpkı 28 Şubat Postmodern darbesinden önce “Kriz Yönetimi Yönetmeliği’nin
Genelkurmay Başkanlığı tarafından bakanlar kurulundan çıkartılması gibi.
TESUD Genel Başkanı emekli Tümgeneral Rıza Küçükoğlu’nun, kendi
dernekleri ile beraber 4 askerî derneğin yürüyüşe katılacağını belirterek
emekli komutanlardan destek istemesi, sürecin emekli asker ağırlıklı olarak
şekilleneceği anlamına gelmektedir: “Siz emekli komutanlarımdan bu yürüyüşe destek
istiyorum.”3
Emekli subay hareketinin ortak özelliği, ırkçılık boyutuna varan bir Türkçülük söylemi geliştirmiş
olmalarıdır. Kuvayı Milliye Derneğinin Mersin şubesinde silah üstüne yapılan
yemin töreninde(TV kanallarından görüntülü olarak verilmiştir) emekli Albay
Fikri Karadağ’ın tekrarlattığı yemin metni, tam bir ırkçılık örneğidir:
“Türk
anadan Türk babadan doğmuş, soyunda dönme olmayan Türkoğlu Türk. Bu uğurda
ölmek var. Öldürülmek var. Öldürmek var...”
27 Nisan Sanal Muhtırasında, bu kadar açık olmamakla birlikte, yer alan
bazı ifadeler ırkçı bir düşüncenin yaygınlaştırılmak istendiği izlenimini
vermektedir:
“Ulu
Önder Atatürk’ün, ‘Ne mutlu Türküm diyene!’ anlayışına karşı çıkan herkes
Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır.”
• Şemsiye Örgüt
Türkiye’deki 27 Nisan Kadife Darbesinde, dışarıdakilerin aksine
öncülükte gençlerin örgütleri değil yaşlıların, emeklilerin örgütleri vardır.
Gençlerin eylemlere katılabilmesi için eski Cumhurbaşkanı Demirel’den emekli
Orgeneral Hurşit Tolon’a ve rektörlere kadar bir çok kesim seferber olmuş ve
gençlik tahrik edilmeye çalışılmıştır. Bununla beraber istenen destek
sağlanamamıştır.
27 Nisan darbesi, ‘Ulusal Birlik Hareketi’ olarak organize edilmiş olmasına karşın Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) şemsiye örgütler olmuşlardır. Bu iki derneğin öncülüğünde 350’yi aşkın siyasi parti, dernek, sendika, oda ve vakıfın mitinglere katıldığı iddia edilmektedir.
• Seçilen Semboller
Yurt dışındaki kadife darbelerde darbeyi sembolleştirecek ve isim babası
olacak çiçekler, renkler, bayraklar ve giysiler seçilmiş; isimlendirmeler buna
uygun yapılmıştır.1
Türkiye’deki 27 Nisan Kadife Darbesinde seçilen renk ise Kırmızı-Beyazdır. Türk Bayrağı sembol olarak kullanılmıştır. Mitinglere katılanlar genellikle Türk Bayrağı getirmişlerdir. Samsun’da KKTC bayrağı da kullanılmıştır.
• Müzik ve Eğlencenin Protesto
ile Entegrasyonu
Mitinglerde konserler baskın unsur olarak kullanılmıştır. Dışarıdaki dadife darbelerde, “Biz çoğunluğuz, bizi ezemezsiniz” şarkıları söylenirken Türkiye’de, “Bizi saydınız mı, bizi sayamazsınız” şarkıları ve sloganları seslendirilmiştir.
• Medya Desteği
27 Nisan Kadife Darbesine baştan beri Kanal Türk, Ulusal TV ve
Cumhuriyet gazetesi çok açık ve yoğun destek vermiştir. Mitingler aşamasında
büyük medya grupları da kampanyaya katılarak mitinglere daha çok katılımın
olmasına yardımcı olmuşlardır. Yurt dışı medyasının veriş şekli, Türkiye’nin
bölünmesini teşvik eder ve destekler mahiyettedir.
• Finansman
Yurt dışındaki kadife darbelerin neredeyse tamamında finansman, yabancı
vakıf ve sivil toplum örgütleri tarafından karşılanmıştır.1
KKTC’deki kadife darbede yabancılardan maddi destek sağlandığı KKTC
Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat tarafından itiraf edilmiştir:
“Eylemlerimizde AB fonlarını
kullandık. Fullbright, Biritish Council ve AB fonlarını kullanarak çeşitli
etkinlikler, seminer ve konferanslar düzenledik. Genç kadınlar motive edildi.
ABD’de Fullbright Fonları ile 20 Türk, 20 Rum kadını eğittik. Bu kadınlar, dönüşte
Annan Planını desteklemek için yapılan eylemlerde önemli roller oynadılar.”4
Türkiye’deki 27 Nisan Kadife Darbesinde finansmanın kaynakları belli
değildir. Devletin örtülü ödeneklerinin kullanıldığına ilişkin imalarda
bulunulmaktadır. Aksiyon dergisinin,
30 yıl boyunca MGK’da başmüşavir ve danışman olarak çalışan Mustafa Ağaoğlu ile
yaptığı röportajda, örtülü ödeneklerin iktidarları devirmede STK’lar için
kullanıldığı belirtilmektedir:
“28 Şubat’ta psikolojik
harekâtta medyanın dışındaki önemli unsurlar sivil toplum kuruluşları,
üniversiteler ve derneklerdir. Gerek duyulduğunda bu kurumlardan ‘hukuki
zeminde’ istifade ediliyor. 28 Şubat döneminde Başbakanlık örtülü ödeneği ve
Başbakanlık tanıtma fonunun üniversiteler ve bazı sivil toplum kuruluşlarının
desteklenmesinde kullanıldığı bilgisi de yine Ağaoğlu’nun Aksiyon’a verdi
röportajda yer alıyor.”3
Medyada ADD’ye 2000 yılından itibaren düzenli olarak Çankaya’dan yardım
yapıldığına ilişkin bilgiler yer almaktadır:5
“ADD’nin ‘Gelir Defteri’
kayıtlarına göre, Cumhurbaşkanlığı’ndan Atatürkçü Düşünce Derneği’ne 2000,
2002, 2004, 2005 ve 2006 yıllarında da toplam 956061 YTL para aktarılmış.
ADD’nin ‘Gelir Defteri’nde Cumhurbaşkanlığı’ndan aktarılan paraların dökümü
şöyle:
• 21.05.2000’de 20 bin
YTL.
• 22.08.2000’de 35 bin
YTL.
• 10.10.2002’de 15 bin
YTL.
• 18.05.2004’te 10 bin
YTL.
• 16.03.2005’te
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Kemal Nehrozoğlu 750 YTL.
• 23.042005’te
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri’nden 6 bin 500 YTL.
• 19.12.2005’te
Cumhurbaşkanlığı’ndan 34 milyar 561 YTL
• 17.08.2006’da, 50 bin
YTL
• 25.12.2006’da, 50 bin
YTL”
Bu kadar kapsamlı organizasyonların maliyeti bu paralarla karşılanamaz; dolayısıyla bunların finansmanı şimdilik bir sırdır.
• Yabancı Elçiliklerin Rolü
Yurt dışındaki kadife darbelere ABD elçilikleri destek verip
yönlendirmiştir.1
27 Nisan Kadife Darbesinde yabancı elçiliklerin açık bir beyanına henüz rastlanmadı. Kaynağı belli olmayan propaganda; askerlerin ABD ile anlaştıkları, ABD’nin Türkiye’de AKP dışında ortaklar aradığı şeklindedir. Bu güne kadar Türkiye’deki tüm darbelerde yer alan hatta darbe yapılmasını isteyen ABD’nin, bu darbeden habersiz olması mümkün değildir. 27 Nisan Kadife Darbesine ne şekilde müdahil olduğu gelecekte açığa çıkacaktır. Darbe sonrasında ABD’nin ardarda yaptığı açıklamalardaki farklılık anlamlıdır. Önce demokrasi deyip sonra demokrasi ve laiklik demesi dikkat çekicidir. Çünkü 28 Şubatta darbenin bizzat başlatıcısı olmasına karşılık takındığı tavır benzerdi.
• Eylemcilerin Eğitimi
Dışarıdaki kadife darbelerde eylemi götüren örgütlerin eğitimleri
yabancı vakıflarca finanse edilip Sırbistan üzerinden gerçekleştirilmiştir.
Sırbistan’daki örgütler, diğer ülke gençlik örgütlerini eğitmede
kullanılmıştır.1 Kıbrıs’taki kadife
darbede Türk ve Rum kadınların yurt dışına eğitim için gönderildiği M.Ali
Talat’ın sözlerinde açıkça yer alıyor.
27 Nisan darbesinde öncü rolünü, bu işin eğitimini subaylık dönemlerinde almış emekli askerler üstlendiği için ayrıca gençlere bir eğitim verilmiş midir pek belli değil. Ayrıca devletin resmi birimlerinin sivil uzantılarının bu işte aktif rol alıp almadığı da bilinmiyor.
• Kadın Liderler
Dış kadife darbelerde genellikle kadın liderler kitlelerin önüne çıkarılmıştır.1 27 Nisan darbesinde öne çıkarılan kadın liderler Türkan Saylan, Necla Arat, Nur Serter ve Gül Aymangüler’dir. Kamuoyuna Çağlayan mitingi, Bayanlar mitingi olarak duyurulmuştur.
• Tüm Gayrı Memnunların Ortak
Cepheye Alınması
Kadife darbelerin olduğu ülkelerin hepsinde yolsuzluk, yoksulluk,
işsizlik, yandaşlık ve adaletsizlik en hakim unsurlardır. Değer sistemlerinde
ciddi bir erozyon vardır. Millet olma bilincinde ciddi kırılmalar mevcuttur.
Kimliklerde ayrışma vardır.
Türkiye’de son yıllarda yolsuzluk şaibeleri yaygınlaşmış, yoksulluk ve
işsizlik artmıştır. Bunun oluşturduğu bir memnuniyetsizlik havası gerilimin
artmasında önemli bir rol oynamıştır.
Türkiye’de muhalefetin siyasi yelpazesi gerçekten ilginçtir. Belli
boyutları ile sağdan sola kadar siyasetin her rengi, neredeyse bu süreçte rol
almış gibidir. Mitinglere sağ partiler iştirak etmemiş olmakla beraber medya
üzerinden yürütülen psikolojik savaşa önemli katkılarda bulunmuşlardır.
Süleyman Demirel ile Hüsamettin Cindoruk’un üstlendiği rol gerçekten de
anlamlıdır. Gerilim artırıcı ve tahrik edici üslupları ile süreci
etkilemişlerdir. Ve cephenin genişlemesine vesile olmuşlardır. Ancak bu
hareketin siyasi muhalefet liderliği Baykal’ın üzerine kalmış olup bunun
meyvesini de DSP’nin kendi saflarında seçime girmesi ve bazı liberal,
milliyetçi isimleri aday göstermesi ile toplamaya başlamıştır.
ADD tüm gayrı memnunların cepheye katılmasını sağlamak için yaptığı
duyurularda bu konuya özellikle vurgu yapmaktadır:
“…Bu miting sadece ADD tarafından
düzenlenen bir eylem değildir. Eylem, siyasal partilerimizin, halkımızın,
gençlerimizin ve tüm sivil toplum kuruluşlarının ortak sorumluluğunda
gerçekleştirilecektir. Tüm çalışmalarımız bu anlayış içerisinde yürütülmelidir.”6
“d. Bu mitingin münhasıran ADD’nin değil, tüm katılımcı kuruluşların ortak mitingi olduğu unutulmamalı,...”7
• Sloganlar
Kitle desteğini sağlayabilmek için kullanılan temel argümanlar; ‘Cumhurbaşkanlığı makamının Cumhuriyet’in değerlerini içine
sindirememiş bir kişi tarafından işgal edilmesini önlemek’, ‘Laiklik
tehlikede’, ‘Cumhuriyet tehlikede’, ‘Yaşam tarzımız tehlikede’, ‘Ülke
bölünüyor’ ve ‘Azınlığın diktası(Başbakan+Meclis Başkanı+ Cumhurbaşkanı aynı
partiden)’ şeklindedir.
Medya desteği ile bu fikirler kamuoyuna mal edilmek istenmiştir.
Mitinglerde atılan sloganlar yol boyu değiştirilmiş olmasına karşılık bu
düşünceleri destekler mahiyettedir:
Tandoğan mitingi: ‘Türkiye
laiktir, laik kalacaktır’. ‘Her şey vatan için’. ‘Çankaya laiktir, laik
kalacak’. ‘Atatürk gençliği görev başında’. ‘Türk gençliği vatanı
sattırmayacak’.
Çağlayan mitingi: ‘Çankaya olu
Şeriata kapalı’. ‘Ne şeriat ne darbe’. ‘Toprak vatandır, satılamaz’. ‘Parola:
vatan, İşaret: namus’. ‘Alt üst kimlik yok’. ‘Ne mutlu Türküm diyene’.
Gündoğan mitingi: ‘Türkiye
laiktir laik kalacak’. ‘Biz gavur İzmirliyiz’. ‘Solda birleşin. Birleşmeyene
mazbata yok’. ‘Solcuysan CHP’ye, Sağcıysan MHP’ye oy ver’.
Sloganlarda dikkati çeken nokta, İzmir mitinginde solun bütünleştirilmesinin hedef alınmış olması ve sol liderler üzerinde bu amaçla baskının yoğunlaştırılmış olmasıdır. Bu da kadife darbenin hedeflerinden bir tanesidir. Yalnız daha da ilginç olanı dün ‘katil’, ‘faşist’ dedikleri MHP’ye bu gün meydanlarda oy talep etmeleridir. Tarihin acı cilvesi.
• Gerilim Artırma
Kadife darbelerin yapıldığı tüm ülkelerde darbe sürecinde şiddeti gittikçe
artan bir gerilim politikası uygulanmış; etnik ve mezhebi huzursuzluklar
kaşınmıştır.1
27 Nisan Kadife Darbesinde Cumhurbaşkanlığı seçimi taktik bir hedef
olarak seçilmiş ve Cumhurbaşkanlığı seçimine endeksli bir kampanya
başlatılmıştır. Gerilim süreci birbirinin devamı olan bir seri olayla
sürdürülmüştür:
-Van 100.Yıl Üniversitesi rektörü ile ilgili operasyon,
-Şemdinli olayları,
-Trabzon’da bir papazın vurulması,
-Danıştay baskını,
-Hrant Dink’in öldürülmesi,
-YÖK Başkanına garip suikast teşebbüsü,
-Genelkurmaya girme teşebbüsü,
-Malatya olayı,
-Güneydoğudaki olaylar.
Her gün farklı STK’lar protesto eylemleri yapmışlardır. Mitingler
sürecinde her gün belli yerlerde 20 dakikalık protesto eylemleri
gerçekleştirilmiştir. Cumhurbaşkanlığı seçimi sürekli gündemde tutularak
taraflar tahrik edilmiştir. Demirel
ve Cindoruk’un tahrikkar üslubu
gerilimi artırmıştır.
Türkiye’de asıl kamplaşma laik-antilaik denklemi üzerine kurulmuştur.
Tandoğan mitingiyle başlayıp Samsun mitingiyle biten mitingler silsilesi, Türkiye’yi
laik-antilaik kamplaşma içine çekmiştir. Sanal Muhtıradaki ‘Ne mutlu Türküm
demeyen düşmandır’ ibaresi bir Türk-Kürt gerilimi meydana getirmiştir.
Ancak gerilimi asıl artıran ve parlamento üzerinde çözücü darbe yapan 27
Nisan Sanal Muhtırası olmuştur. Bunun yanı sıra Baykal’ın anayasa mahkemesi
üyelerine çağrıda bulunarak aksi karar durumunda iç çatışmadan bahsetmesi,
ateşe benzin sıkmak gibi olmuştur ve ortam gerilmiştir.
Her şeye rağmen kontrollü bir gerilim politikası uygulanmıştır. Peki böyle bir politikayı bu ülkede hangi güç uygulayabilir?
• Kanun Desteği
Kadife Darbe sürecinde yargının siyasallaştırıldığı ve baskı altına
alındığı yoğun bir şekilde propaganda edilmiştir. Danıştay baskını tamamen
hükümetin üzerine fatura edilmek istenmiştir. Bugünden geriye baktığımızda
Danıştay baskınının kadife darbeye malzeme üretmek için gerçekleştirildiği
söylenebilir.
Türkiye’deki kadife darbenin kanuni ayağını emekli savcılar, hakimler, yargıda görev almış başkanlar ve anayasa profesörleri ile bizzat Anayasa Mahkemesi oluşturmuştur. Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kilitleyen formül, eski başsavcı Sabih Kanadoğlu’nun, toplantı nisabı olan 184’ü karar nisabı olan 367’ye eşit kılan teklifidir. Hukukçular, bu noktada iki kampa ayrılıp aylarca bu konuyu tartışarak seçimi vaktinden önce Türkiye’nin hem gündemine sokmuşlar, hem de taze tutmuşlardır. 27 Nisan Sanal Muhtırasının ardından CHP’nin Anayasa Mahkemesine taşıdığı Cumhurbaşkanlığı oylamasını muhtıranın gölgesinde değerlendiren Anayasa Mahkemesi, 184’ün 367’ye eşit olduğunu yasallaştırmıştır. Böylece kadife darbe ilk hedefine ulaşmıştır.
• Seçim Eksenli Psikolojik Savaş:
Cumhur başkanlığı Seçimi
27 Nisan Kadife Darbe süreci, Cumhurbaşkanlığı seçim tartışmaları ile
neredeyse bir yıl öncesinden başlatılmıştır. Bu meclisin Cumhurbaşkanını
seçmemesi için erken seçim gündeme getirilmiştir. Hükümeti erken seçime
zorlamak için Türkiye sürekli gerilim altında tutulmuştur. Mitingler silsilesi
başlatılıp sokağın parlamento üzerindeki baskısı artırılmıştır. Sanal Muhtıra
ve Anayasa Mahkemesi kararı ile Cumhurbaşkanlığı seçimi engellenmiştir.
Hükümetin geçmiş dönemlere nazaran muhtıraya karşı dik bir tavır alması,
kitleler indinde itibarını artırarak ‘inadına
AKP’ sloganı ile ciddi bir oy kayması meydana gelmeye başlamıştır. Bunu
önceden tahmin ettikleri yada anında gözlemledikleri için erken seçim
isteyenler, karşı atağa geçerek erken seçimi erteletmeye çalışmış ve 24
Haziran’dan 22 Temmuz’a erteletmişlerdir. AKP’nin önünün kesilebilmesi için bu
yeterli olmamıştır. Şimdi de seçimin daha da erteletilebilmesi için daha yüksek
gerilim meydana getirebilecek olaylar seslendirilmektedir. Kuzey Irak’a girmek yada ses
getirecek, panik oluşturacak bombalama olayları, hatta 12 Eylül öncesindeki kitlesel olaylar gibi.
Edip Başer’in görevden
alınmasının ardından Ulus’ta patlayan bomba Kadife Darbenin yeni bir mesajı
olup olmadığı henüz belli değildir. Ancak bundan sonra vuku bulan tüm olaylar
bu sürecin bir parçası olarak değerlendirilecek ve yorumlanacaktır.
Kuzey Irak operasyonu ile ilgili olarak Cumhurbaşkanlığı seçimi
sürecinde Genelkurmay başkanının “Kuzey Irak’a girilmesi lazım bunun için
siyasi irade gerekir” tarzındaki açıklamasına bir anlam verilememişti.
Öyle ya Milli Güvenlik Kurulunda beraberlerdi; böyle bir ihtiyaç varsa orada
görüşülmeliydi. MGK Türkiye’nin güvenliğini ilgilendiren böyle bir konuda
görüşme yapmayacak da hangi konuda yapacaktı. Ayrıca askerin böyle bir
düşüncesi varsa, niçin bunu doğrudan doğruya bağlı olduğu başbakana bildirmiyor
da medya üzerinden haberleşmeyi bir yol olarak görüyordu? Anlaşılır değildi.
Şimdi bir yıl geriye gidelim ve güneydoğuya 200 bin askerin
gönderilişini hatırlayalım. Güneydoğuya askerin niçin gönderildiği tam açıklığa
kavuşturulmamıştı. Acaba bu asker sevkıyatının Cumhurbaşkanlığı ve genel
seçimlerle bir ilgisi var mıydı? İster istemez şimdi bu soru insanın aklına
geliyor. O gün seçimlerle ilgisi yoktu ise artık bugün vardır. Kuzey Irak’ta
operasyon olursa Türkiye’nin seçime gitmesinin yanlışlığı ve güneydoğudaki
seçimin güvenli olmayacağı tartışmaya açılarak seçimlerin ertelenmesi
istenecektir.
Kadife darbe süreçlerini incelediğimizde asıl operasyon, seçimlerden sonrasına dönük olduğu görülmektedir. Seçimlerden önce seçim sonuçlarının gayrı meşruluğu tartışmaya açılarak seçim sonuçlarına gölge düşürülmüştür. Şimdiden AKP’nin önde olduğuna ilişkin bir kanaat belirdiği için sandıklarda hileli yollara baş vurularak seçim sonuçlarına itiraz yapabilecek bir durum planlamak isteyebilecekleri düşünülmelidir. Ayrıca AKP’den meclise giren liberal kanat milletvekillerinin istifa ettirilebileceği gözönüne alınmalıdır. Seçimlerden sonra AKP dışında bir koalisyon hükümeti öngörülmüş olabilir. İzmir’de MHP’ye oy talep edilmesi bunun bir işareti olarak değerlendirilmelidir. Uygulanacak strateji buna dönük olacaktır.
• Asker Desteği
Kadife darbelerin başarıldığı ülkelerde askerler genelde eylemlere karşı
tarafsız davranmış, seyirci kalmışlardır. Ukrayna ve Gürcistan’da ise
eylemcilere açık destek vermiş, yemek, çadır ve mont vermişlerdir.
Türkiye’de gerçekleştirilen kadife darbede ise zaten emekli askerler
organizasyonun başında yer almışlar ve bir çok sivil toplum örgütünü harekete
geçirmişlerdir. Muvazzaf olanların açıktan bir desteği başlangıçta görülmemiş
ancak Cumhurbaşkanı seçme ihtimalinin belirmesi ile Genelkurmay başkanının ‘Sözde
değil özde laiklik’ tarzındaki bir açıklaması ve eylemleri ‘demokratik
bir tepki’ olarak yorumlaması, askerin eylemleri dolaylı desteklemesi
anlamına gelmiştir. Genelkurmay 2.Başkanı da asker desteğini sürdürmüştür.
Askerin asıl desteği 27 Nisan gecesi 11’de internete konan imzasız ve sahipsiz
bir muhtıra ile gelmiştir.
Bütün darbelerde farklı
toplum kesimlerine gösterilen bir iyi adam bir de kötü adam vardır. Bu darbenin
henüz iyi ve kötü adamları belli değildir. Bu açıdan darbeyi ‘iyi çocuklar’ mı,
‘bizim çocuklar mı’ yoksa ‘kötü çocuklar’ mı yaptı pek belli değildir.
Deniz Kuvvetleri eski komutanı Özden Örnek’e ait olduğu iddia edilen anıların cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde Nokta dergisinde yayınlatılması bir iç kavganın ürünü olarak değerlendirilebilir. Ancak 2004 yılına ait olayların 2007 yılının seçim sürecinde deşifre edilmesinde başka bir niyet aramak gerekir. O da, kamuoyunu darbe fobisi içerisine sokarak panikletmek, kamplaştırmak ve başlatılan kadife darbe sürecini hızlandırmaktır. Emekli Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün hem var hem de yok demesi, yeri ve zamanı geldiğinde konuşulacağını, her şeyin devletin arşivlerinde olduğunu beyan etmesi de cumhurbaşkanlığı süreci ile alakalı olabilir.
27 Nisan Kadife Darbe Süreci Devam Edecek
Kadife darbe ile ilgili medyada çıkan yazılar, darbecilerin
yayınladıkları bildiri ve yaptıkları konuşmalar incelendiğinde kadife darbenin
öncelikli 10 ana hedefi olduğunu tespit edebiliyoruz:
1-AKP’ye
cumhurbaşkanı seçtirmemek.
2-Gelecek
seçimlerde AKP’nin tek başına iktidara gelmesini engellemek. Birinci parti
olarak seçimden çıksa bile hükümeti kurmasını engellemek.
3-Sol ve Sağdaki
partileri birleşmeye zorlamak. Böylelikle barajı aşacak parti sayısını
artırarak AKP’nin milletvekili gücünü kırmak.
4-Ülkeyi laik ve
antilaik eksende kamplaştırmak.
5-Türkiye’yi
sürekli gerilim altında tutabilmek için eylem yapabilecek aktif bir taban elde
etmek.
6-AKP yönetimini
baskı altına alıp milletvekili profilini milli görüşten liberal görüşe
kaydırmak.
7-AKP yönetim
kadroları arasında çatlak meydana getirerek bir güven bunalımı oluşturmak.
8-İçerde bunalan
AKP yönetimini dış destek aramaya zorlamak ve işbirlikçi konumuna sokmak.
Dışarıya daha çok taviz verdirerek içerde suçlamak.
9-AKP’yi
işbirlikçi konumuna yerleştirdikten sonra AKP’nin İslamcı kimliği olduğunu
gündeme getirip tüm Müslümanları işbirlikçi olarak gösterip geniş bir
psikolojik savaş kampanyası başlatmak. Müslümanları suçlu konumuna sokup teslim
almak.
10-Müslüman bir tabanı iç çatışma içerisine çekerek bölüp parçalamak ve güç olmaktan çıkarmak.
Muhtemeldir ki daha başka
hedefler de söz konusudur. 27 Nisan Kadife Darbe sürecinde yukarıdaki
hedeflerden sadece iki tanesi gerçekleştiği için diğer hedefler gerçeklenene
yada darbe millet tarafından bertaraf edilene kadar sürecektir. 27 Nisan Kadife
Darbesinin asıl nihai hedefi, 9. ve 10.maddelerdir. Onun için bu süreç, AKP’nin
iktidardan düşürülmesi ile son bulmayacaktır. Bu noktanın üzerinde çok iyi
düşünülmesi gerekir.
Nitekim Kadife Darbe sürecinin devam edeceği, ADD’nin 7.5.2007 tarihli
duyurusunda açıkça belirtilmektedir:
“Değerli arkadaşlar,
İstediğimiz 1. hedefe
başarıyla ulaştık. Örgütümüzü candan kutluyorum. 2.nci ve 3.ncü aşamalarda ayrı
bir strateji izlenecek, miting yapılmayacak (Genelge-12), onun yerine kapalı
mekanlarda başarımızı kutlama şenliği tarzında yemekli vs. etkinlikler
düzenlenecektir. Alan çalışmalarının yöntem ve hedefleri 3 Haziran Ankara
toplantısında bildirilecektir. M. Şener ERUYGUR, E. Orgeneral, Genel Başkan”
Darbe tellallığı yapmakla ünlü Cumhuriyet
gazetesi yazarlarından İlhan Selçuk “Durduruldu Ama Püskürtülmesi Gerek...’
başlıklı ve 08.05.2007 tarihli yazısında darbenin devam ettirilmesi gereğine
vurgu yapmaktadır:
“Hırsın körlüğünde yürüyen ‘Üçlü’
durduruldu...
Ama iktidardan da
püskürtülmesi gerek...
Bu ‘gerek’ Türkiye
Cumhuriyeti’nin yazgısıyla eşanlamlıdır.”
İnönü Üniv. Rektörü Prof.Dr. Fatih
Hilmioğlu’nun; “Hükümet yüzde 95’le gelse bile bazı kurumlar izin vermez.” tarzındaki açıklaması bu bağlamda
değerlendirilmelidir. Diğer taraftan mitinglerin kadın liderlerinden ÇYDD
Başkanı Türkan Saylan’ın mitinglerin
gerekçesini anlatırken yaptığı değerlendirme kadife darbenin devam edeceği
yönündedir:
“Ben, Milli Görüşçülere karşıyım.
Ben, sen, bizim oğlan mantığına. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Meclis Başkanı
onlardan. Yok artık!
Bakın, ben hiçbir zaman demokratik yollarla gelen bir partiye karşı
olamam. Ama ben, dindar bir
Cumhurbaşkanı da istemem…
Evet, Atatürk’ün Çankaya’sında Milli Görüş sembolü bir türbanlıyı
onaylamamız olanaksız. 100 bin öğretmen açığımız varken, 35 bin okula karşı 75
bin camimiz varken…”(8)
Ancak bütün bu eksenlerde iç güçlerle dış güçlerin hedefleri arasında tam bir örtüşme vardır. Belki de içerdekilerin yapmak istediği kadife darbe, kullanılan dil ve sergilenen tavır nedeni ile ABD-İsrail’in hatta AB’nin menfaatleri ile örtüşmüştür.
Sanal Muhtıra Bu Muhteva ile Kimin İşine Yaramaktadır?
27 Nisan gece 11’de verilen sahipsiz sanal muhtıra, kaleme alınış ve
sunuluş şekliyle gizemini muhafaza etmektedir. Altında imza bulunmayan, kimse
tarafından sahiplenilmeyen ve fakat Kadife Darbedeki birincil hedefin elde
edilmesini sağlayan bu metin kime veya kimlere hizmet etmiş, kimleri yaralamış
ve zarar vermiştir. Tabii ki fayda ve zarar bakış açısına bağlı olarak
değişecektir. Bu, milletin penceresinden mi sistemin penceresinden mi
baktığınıza bağlıdır.
Sistemin penceresinden baktığımızda sistemin şimdilik bazı yararlar
sağladığı söylenebilir:
• Muhtıra, Anayasa
Mahkemesinin kararının kadife darbecilerin lehine sonuçlanmasını sağlamıştır.
• Muhtıra,
Cumhurbaşkanlığı seçimini engelleyerek. Türkiye’yi erken seçime götürmüştür.
• Muhtıra, yapılan
mitinglere moral destek olmuştur.
• Muhtıra, mitingler
aracılığıyla sol ve sağ partilerin bütünleşmesine katkıda bulunmuştur.
Böylelikle AKP karşısındaki bazı partilerin daha fazla milletvekili çıkarmasına
imkan hazırlamıştır. Bazı partilerin barajı geçme ihtimalini
kuvvetlendirmiştir.
• Muhtıra Kadife Darbe
sürecine ivme kazandırarak yapılacak seçimlerin darbe fobisi altında yapılacağı
duygusunu yerleştirmek istemiştir. Bununla AKP’nin oy kaybetmesi
beklenmektedir.
Muhtıra, kaleme alınış biçimi ve kullandığı dil ve üslup açısından
sadece AKP’ye değil tüm Türkiye’ye darbe indirmiştir. Muhtırada yer alan
ifadelerin, muğlak, her tarafa çekilebilir olması dikkat çekicidir:
“Uygun ortamlarda ilgili makamların, sürekli dikkatine sunulmakta olan
bu faaliyetler; temel değerlerin
sorgulanarak yeniden tanımlanması isteklerinden, devletimizin bağımsızlığı
ile ulusumuzun birlik ve beraberliğinin simgesi olan milli bayramlarımıza alternatif kutlamalar tertip etmeye kadar değişen
geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır.”
Türkiye’nin pratiğinde tartışılan temel değerler olmayıp bazı
kavramların semantik alanlarının daha belirgin hale getirilmesidir. Bu
kavramların başında da Laiklik
kavramı gelmektedir. İstenen, bu kavramın her şeyde Demokles’in kılıcı gibi insanların tepesinde sallandırılmasına mani
olacak tarzda bir tanımlamaya ve açıklığa kavuşturulmasıdır.
Gene Muhtırada milletin %70’inin giydiği kıyafetler çağdışı diye
nitelendirilerek millete ve milletin temel değerlerine hakaret edilmiştir:
“22 Nisan 2007
tarihinde Şanlıurfa’da; Mardin, Gaziantep ve Diyarbakır illerinden gelen bazı
grupların da katılımı ile, o saatte
yataklarında olması gereken ve yaşları ile uygun olmayan çağ dışı kıyafetler
giydirilmiş küçük kız çocuklarından oluşan bir koroya ilahiler okutulmuş…”
“Ayrıca, Ankara’nın Altındağ ilçesinde “Kutlu Doğum Şöleni” için ilçede bulunan tüm okul müdürlerine
katılım emri verildiği, Denizli’de İl Müftülüğü ile bir siyasi partinin
ortaklaşa düzenlediği etkinlikte
ilköğretim okulu öğrencilerinin başları kapalı olarak ilahiler söylediği…”
Milletin dini inançlarından
kaynaklanan ve tarihi süreçte şekillenmiş kıyafetlerin ve de ilahi okumanın bir
darbe gerekçesi görülmesi ürkütücü ve düşündürücüdür. Kutlu doğum kutlamaları
yıllardır yapılan şölenlerdir. Hiçbir şeye alternatif değildir. Bunu böyle
göstererek orduyu milletinden koparmaya çalışmak, orduyu yıpratmak istemek
nasıl bir düşüncenin ürünüdür?
Diğer taraftan eğer çocuklar
o kadar çok düşünülüyor idiyse, ilkokul çocukları dansöz olarak oynatıldığı
zaman susmak ne anlama gelmektedir?
Eğer çocuklar o kadar
düşünülüyorsa, ilkokullara uyuşturucu satılırken susmak ne anlama gelmektedir?
Eğer çocuklar o kadar çok
düşünülüyorsa, fuhuş yaşı 12’ye indiğinde susmak ne anlama gelmektedir?
Yoksa başörtüsü, dansözlük,
fuhuş ve uyuşturucudan daha mı tehlikelidir?
Eğer milletimiz, geçmiş darbelere hazırlık bağlamında darbe öncesi
yapılan provokatif eylemlerin bizzat cuntacılar tarafından icra edildiğini
bilmemiş olsaydı; bugün, muhtırada yer alan ve fakat geçmişle mukayese
edildiğinde fındık kabuğunu doldurmayan meselelere bazı anlamlar yüklemeye
gayret sarf edebilirdi.
Türkiye uluslararası bir
komplo ile karşı karşıya olup yığınla provokatif hareketin muhatabıdır.
Şemdinli’den Hrant Dink ve Malatya olayına kadar olan tüm olaylar, bir
projenin(BOP) parçası olarak icra edilmektedir. Bunu da en iyi bilmesi
gerekenler, Malatya olaylarını nasıl olur da bir dine ve dindara mal
edebilirler:
“Kutsal bir inancın üzerine yüklenmeye çalışılan siyasi bir söylem veya
ideolojinin inancı ortadan kaldırarak, başka bir şeye dönüştüğü, ülkemizde ve
ülke dışında görülebilmektedir. Malatya’da
ortaya çıkan olayın bunun çarpıcı bir örneği olduğu ifade edilebilir.”
Uluslararası bir komplo ile karşı karşıya kaldığımız ve bir çok ses
getirici eylemler yabancı istihbarat örgütlerince icra edildiği bilindiği
halde; olayları, dine ve dindara mal
ederek hedef saptırmakla kim, kime hizmet etmektedir? Asıl tehlikeyi
milletin gözünden kaçırmanın anlamı nedir?
Bugüne kadar tehlike hep
bölücülük görülmüş ve bu konuda çok dikkatli bir dil kullanılarak farklı etnik kökenden gelen milletimizin
değişik kesimleri rencide edilmemeye gayret sarf edilmiştir. Oysa 27 Nisan
sanal muhtırasında, ‘Ne mutlu Türküm’
demeyen düşman olarak ilan edilmiştir:
“…Ulu Önder Atatürk’ün, “Ne
mutlu Türküm diyene!” anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin
düşmanıdır ve öyle kalacaktır.”
Dün değil bugün için Türk ana
babadan doğmayan halkın değişik kesimleri, bu ifadeleri nasıl algılayacak,
nasıl yorumlayacak ve nasıl değerlendirecektir? Beşinci kol faaliyeti
yürütenler, bu ifadeleri nasıl kullanacaktır? Ülkenin bölünmekle karşı karşıya kaldığını söyleyenlerin, iddia
edenlerin geliştirmeye çalıştıkları bugün için ırkçılık çağrışımı yapan
söylemlerle, bilerek veya bilmeyerek neye katkıda bulunduklarını, kimlerin
ekmeğine yağ sürdüklerini düşünmelerinde fayda vardır. İttihat Terakkinin
Türkçü söylemlerle İmparatorluğu Tasfiye
ettiği unutulmamalıdır. Bölünmeden
şikayet edenlerin yangına benzin sıktıklarını artık görmeleri gerekir.
Özetle: Bu Muhtıra
metni, başörtüsünü çağdışı ilan ederek, ilahi söylenmesine karşı çıkarak, kutlu
doğum şölenlerine karşı tavır alarak, ırkçı bir söylem geliştirerek ve
laik-antilaik kamplaştırma isteklerine destek vererek orduyu yıpratmış ve bu
ülkeye iyilik değil kötülük yapmıştır. Türkiye’den ziyade
ABD+İsrail+İngiltere’ye hizmet etmiştir.
Bu Muhtıra, orduyu halktan koparma operasyonudur. Atilla İlhan’ın 28 Şubat Darbesi için söylediği, “28
Şubat Sabetayist bir darbe olup Ordu’yu Halk’tan koparma operasyonudur”
sözleri, bu darbe için de geçerli olabilir kanaatindeyiz. ABD’ye karşı bir kadife darbe şeklinde gelişen süreç, nasıl oldu da bir
gecede bir muhtıra ile ABD+ İsrail + İngiltere menfaatlerine hizmet eder
şekilde yön değiştirmiştir. AKP’ye karşı duyulan öfke bu kadar büyük bir
basiret bağlanmasına neden olabilir mi? Kim bilir?
Bu Muhtıra, Türkiye’yi birliğe dahil etmek istemeyen AB’nin işine
yaramıştır.
Siyasilerin bundan sonra önüne sürülecek gerekçe, Türkiye’nin asker
vesayeti altında olduğudur. Başlangıçta AB’nin Muhtıraya karşı aldığı sert
tavırda bu ifadeler yer almıştır. Yeni seçilen Fransız Cumhurbaşkanı
Türkiye’nin AB’ye alınmaması gerektiğini daha sert bir şekilde
seslendirmektedir.
Muhtıra en çok ABD’nin işine yaramıştır. İçerde sıkışan iktidarın
kendisine yaklaşacağını ve istediği tavizleri alabileceğini düşünmektedir.
Türkiye’nin l-antilaik şeklinde kamplaşması ile gerilimin artması, Türkiye’nin
çok kolay destabilize edilmesi fırsatını ortaya çıkarmıştır. Muhtıranın Türk ve Kürt toplum kesimleri arasındaki ayrışmayı tırmandırması, ABD’nin
uydu Kürt Devleti çalışmalarını
kolaylaştıracaktır.
Muhtıra, orduyu yıpratmış, Devlet–Millet
ayrışması gerilimini artırmış olması açısından, ABD arayıp da bulamadığı bir fırsatı yakalamıştır.
Bu açılardan baktığımızda 27
Nisan Kadife Darbesi, tüm darbelerde olduğu gibi milletin karşısında bir saf
tutuştur ve ülkenin bağrına bir hançer saplayıştır.
Bugün bu muhtıra metni ile toplumun kan damarlarına enjekte edilen zehirin tesirleri, daha sonra ortaya çıkacaktır. Tıpkı 12 Eylül ve 28 Şubatın sonuçlarından duyulan rahatsızlıklar gibi.
Sonuç: 27 Nisan Kadife
Darbesi Sistemin İflasının İlanıdır; Sistemin
Suni Teneffüsle Yaşama Zorunluluğunun Tescilidir.
Milletin penceresinden baktığımızda Kadife Darbeyi, sistemin harakiri
yapması olarak değerlendirebiliriz.
Kadife Darbe süreci, bazı partiler
arasındaki renk armonisini ortadan kaldırmış, liberallerle solcular içiçe
geçmiş, kimin ne olduğu anlaşılır olmaktan çıkmıştır.
Kadife Darbe süreci, bazı siyaset
erbabının ne kadar ilkesiz, vukufsuz olduğunu ve değer ölçüleri olmayan,
kıbleleri belirsiz insanlar olduğunu ortaya koymuştur. Burada kast ettiğimiz
partilerin seçimlere ittifaklar yaparak girmesi veya koalisyon hükümeti
kurmaları değildir. Burada söz konusu edilen, dün savunduğu fikirlerin zıddını
savunan ve bir partiden salt milletvekili olabilmek için adaylık başvurusunda
bulunan, renksiz ve omurgasız olanlardır. Akşam bir partiyle yatıp sabah başka
partiyle ile uyananlar ve öğleyin başka bir partiyle yemek yiyenlerdir.
Bu darbe süreci aynı zamanda partilerin kimliklerinde kırılmaya neden
olmuştur. Dünün solcuları bugünün sağcıları olmuş; dünün sağcıları bugünün
solcuları olmuştur. Dün sokakta birbirine silah sıkanlar bugün omuz omuza
ortalıkta arzı endam etmektedirler.
Kadife Darbe, bu boyutu ile bir
turnusol kağıdı görevi icra ederek Türkiye’nin önünü açmıştır. Türkiye’de yeni arayışlar meydana
gelecektir.
Bu darbe, siyaseti, rey ver ve
kurtul anlayışından rey ver ve
reyine sahip çık anlayışına taşıması açısından yararlı olmuştur. Siyaseti, sadece parlamento içi siyaset
olarak görüp anlayanların yanıldıkları; parlamento içi siyasetle parlamento
dışı siyasetin bir ve bütün olarak yürütülmesi gerektiği anlaşılmıştır. Bu
da önümüzdeki günlerde parlamento dışı siyasetin daha etkili olacağı anlamına
gelir; elbette ders almasını bilenler açısından.
Kadife Darbe süreci, CHP ve sola
zarar vermiştir. Geçmişte CHP ve solun darbecilere koltuk değneği görevi
gördüğü bilinmekteydi. Ordu+CHP=iktidar
denkleminin kendilerine zarar verdiğini seslendiren Ecevit’in başkanlığındaki
bir gruptu. Ecevit bu imajı silebilmek için DSP’yi kurmuştur. Bugün gelinen
noktada CHP, CHP+Ordu=İktidar formülüne
tekrar geri dönmüştür. Böylece bütün darbelerdeki koltuk değnekliği görevine
yeniden CHP ve solun geri döndüğü anlaşılmaktadır. Her ikisi de aslına rücû
etmişlerdir. Bu seçim sürecinde yürütülecek estetik bir kampanya ile CHP ve
sol, millet vicdanında mahkum edilebilir.
Kadife Darbe süreci, siyasetin iki
partili bir sistemde bloklaşmasına şimdilik katkı sağlamıştır: AKP bir tarafta
CHP bir tarafta konumlanmıştır. Dini ve milli hassasiyetleri olan partilerin
tabanlarında, AKP lehine bir oy kayması şimdilik vardır. Ancak bu şekillenme iç
ve dış güç merkezlerinin tercihlerinin örtüşüp örtüşmemesi ile ilgilidir.
Örtüşmediği taktirde Türkiye daha ciddi gerilimlere gebedir diyebiliriz. Seçimlerin
olup olmaması bu çekişmeye ve tarafların güçlerine bağlı olacaktır.
Seçimlerin ertelenmesi AKP
ve CHP’nin aleyhine, parlamento dışında kalan partilerin lehine olacaktır. Duygusallıklar
ortadan kalkacak, insanlar daha sakin düşünmeye başlayacaklardır. 28 Şubat’la 27 Nisan darbeleri arasında
iyi ilişki kurup anlatabildikleri taktirde; uzun vadede bu süreçten en kârlı
çıkabilecek parti, Saadet Partisi olacaktır.
RP’nin yenilikçi kanadı diye adlandırılan bugünün AKP yönetim kadroları,
28 Şubat’tan dolayı kendileri bakan ve genel başkan yardımcıları olmuş
olmalarına rağmen hep Erbakan’ı ve onun çevresindeki ak saçlıları suçlayarak
ayrı bir parti kurmuşlardır. Erbakan’a
yönelttikleri suçlamaların tümü, ‘değiştik’ demiş olmalarına rağmen bugün,
kendi başlarına gelmiştir. Herhalde bunun üzerinde AKP kadroları derin derin
düşünecek, tefekkür edecek ve gerekli dersleri çıkaracaklardır. Bugün AKP
yöneticilerinin Erbakan ve ak saçlılar gurubuna bir özür dileme borçları
vardır.
Kadife Darbe süreci, parlamentoya
darbe vurmuş, parlamentonun etkisini ve önemini azaltmıştır. Anayasa
Mahkemesine zarar vermiştir. Parlamentodan sonra ikinci yıpranan kurum Anayasa
Mahkemesi olmuştur. Bu nedenle Kadife Darbe süreci, sistemin özüne
geçmişteki darbeler gibi bir darbe vurmuştur. Sistemi zayıflatmıştır. Sistemin
demokratik, laik ve hukuk devleti niteliğinin gerçekte var olmayıp tamamen güce
endeksli bir yapı olduğu, biraz daha açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Güç karşısında ne hukuk, ne demokrasi ve ne
de laiklik kalmıştır. Sistemin bu
tezatlar abidesi yapısı bu seçim
sürecinde millete iyi anlatılabilmelidir.
Bu darbenin muhatabı olan herkes bundan sonra sistemin üzerinde daha
derin ve köklü düşüneceklerdir. Bütün
bunlar teorisiz pratik yapmanın bedeli olarak görülecektir. O nedenle gelecekte
teorik çalışmalar yoğunlaşacak ve parlamento dışı siyaset daha etkin hale
gelecektir. Bu da Türkiye’nin önünü açacaktır.
Unutmayalım:
“… Olur ki hoşunuza gitmeyen
bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir.
Allah bilir de siz bilmezsiniz.”(2/216)
Yine unutmayalım:
“Böylece onlar bir tuzak kurdular. Fakat biz de onlara, farkında olmadıkları bir tuzak kurduk.”(27/50)
Kaynaklar
1- Canoğlu Y., “Kadife
Darbelerden Alınacak Ders”, Umran Dergisi,
2005 Sayı 129.
2- Adlı A., “Silahsız
Toplum Kuvvetleri”, Aksiyon Dergisi,
Sayı: 648 - 07.05.2007
3- Zaman, 05.04.2007
4- KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali
Talat, 29 Mayıs 2003, Yeni Düzen Gazetesi.
5- Ocaktan M., “İşte ADD’ye Köşk
Yardımı Belgeleri”, Yeni Şafak,
09.04.2007
6- Genelge 2007 – 5 Sayı:2007/ 04.04.2007
7- Genelge 2007 – 6 Sayı:2007/219 06.04.2007
8- Arman A., “Annem ve ben birbirimizin zıddı iki kadındık”, Hürriyet 06.05.2007.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder