(Umran Dergisi)
‘Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez.’ Rad 11
Tarihimizin son 200 yıllık dönemi, sadece toplumsal
çalkantıların tarihi olmayıp aynı zamanda gençliğin kimlik arayışının da
tarihidir. Osmanlının son dönemlerinde gençlikle ilgili başlayan, bugünkü gibi
olmasa bile, şikayet ve serzenişler, her geçen gün dozajını artırarak devam
etmektedir. Bugün gelinen noktada gençliğimiz üzerinde uluslararası bir oyunun
oynandığı kabul edilmektedir. Genelkurmay Başkanının ifadesi ile ‘gençlik,
düşmanın beşinci kol faaliyetinin boy hedefi haline gelmiştir’. Bugün gençliği
kendi değerlerinden koparma, dejenere etme ve Hıristiyanlaştırma faaliyeti eş
zamanlı olarak yürütülmektedir.
Sırbistan, Ukrayna, Gürcistan ve Kırgızistan’da yapılan kadife darbelerin bu şekilde kazanılmış gençlik örgütleri üzerinden başarıldığını gözönüne alırsak; Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı tehlikenin boyutları daha iyi anlaşılabilir. Bu yazıda bu konu ele alınacaktır.
Nesil Arayışı
Osmanlının son döneminde ‘İslamlaşmak, Batılılaşmak,
Türkleşmek’ adı altında çatışan 3 akım, 3 ayrı gençlik (İslamcı, Milliyetçi,
Batıcı) kesiminin doğmasına sebebiyet vermiştir. Bu üç ana akım, kendi
içerisinde yığınla versiyona sahip olup homojen bir yapı arz etmez.
İslamcı
ve milliyetçi gençlik kesimini, birbirinden ayırmak son derece zordur. Son 1000
yıllık tarihi İslam’la yoğrulmuş bir milletin, Milli ve Dini değerlerini
birbirinden ayırmak neredeyse imkansızdır. Bunun için bu iki gençlik kesimi,
oturup konuştuklarında birbirinden neden farklı olduklarını izahta
zorlanmışlardır. ‘Kanımız aksa da zafer İslam’ın’ diyenlerle; her yere ‘Hak yol
İslam yazacağız’ ve ‘Zafer Hakkın ve Hakka inananlarındır’ diyenler arasında
bir fark olmasa gerek. ‘Tanrı dağı kadar Türk, Hira dağı kadar Müslüman’ız’ diyenlerin,
Tanrı dağlarından getirip İslam’ın temel değerlerine neyi eklemlendirdiklerini
sorguladıkları şüphelidir. Bununla birlikte her iki ana akım içerisinde
birbirlerini reddeden alt akımların var olduğu da unutulmamalıdır.
Bu millet, son 200 yıllık mağlubiyetler döneminde,
kendi değerlerini bayrak edinerek ülkeyi ve milleti bir füze gibi arşa
yükseltecek bir gençlik özlemi içinde hep olmuştur. Bu, Mehmet Akif tarafından Asım’ın Nesli; Necip Fazıl tarafından
ise Büyük Doğu Nesli olarak
seslendirilmiştir. Bu şairler, değişik zamanlarda milletin hissiyatına tercüman
olmuşlardır. Asım’ın nesli veya Büyük Doğu nesli, Milletin temel değerlerini
benimsemiş bir neslin(genel çizgi itibariyle İslamcı+Milliyetçi bir nesil)
sembolleştirilmesidir. Dolayısıyla bu iki nesil genel olarak bakıldığında tek
bir kümenin alt kümeleri gibidirler.
Batılılaşma akımı, kendi arzuladığı nesli, Batılı
değerleri benimsemiş bir nesil olarak tanımlar ve Cumhuriyet tarihi boyunca
böyle bir nesli, ‘yeni baştan yaratmak’ için seferber olur. Onuncu yıl marşı
böyle bir özlemin ifadesidir. Ancak batıcı gençlik de kendi içerisinde homojen
değildir. Başlangıçta CHP, DP çatısı altında yapılanan bu gençlik, daha sonra
DP gençliğinin büyük kesiminin Asım’ın nesli çizgisine; CHP’dekilerin de Sola
kayması ile spektrumda ciddi farklılaşma meydana gelir. Batılı değerleri
referans alan gençlik, sola kayarken bu ülkeye ve bu ülkenin temel değerlerine
tamamen yabancılaşmıştır.
Batıcı nesil, sistemin koruması altında devletin her
türlü imkanlarından yararlanırken; Asım’ın nesli halkın bağrında yeşerir, vücut
bulur. Cumhuriyet tarihi boyunca sistem ve millet ikilemi, gençlikte de kendini
gösterir.
1965-1980 arası gençlik kesiminde tam bir kutuplaşma
yaşanmıştır. Her iki nesil arasında ciddi gerilim meydana gelirken; kendi
içlerinde de parçalanmalar olur. Ancak bu neslin her türlü versiyonu, ülkeyi ve
toplumu önceleyen, toplumsal menfaatleri, şahsî menfaatlerinin önünde gören bir
nesildir. Yanlış yollara sapmaları, yanlış metot kullanmış olmaları, kan
üzerinden siyaset sevdalılarınca kullanılmış olmaları bu olguyu değiştirmez.
Kendine güvenen, haklarını arayan, milletin ve ülkenin geleceği ile ilgili
düşünen, okuyan ve bunun için mücadele eden, sorumluluk alan, zulme,
haksızlığa, sömürüye ve emperyalizme karşı çıkan, kurtuluş yollarını arayan ve
devamlı arayış içerisinde olan bir gençliktir bu nesil.
Bu iki ana gençlik kesimi, bu dinamik, coşkulu, heyecanlı, mücadeleci, araştırmacı yapısı ile başta ABD olmak üzere batıyı gerçek anlamda korkutmuştur. Türkiye’nin kaymağını yiyen ve batı ile işbirliği içerisinde bulunanlar, bu iki gençlik ekolünün söylemlerinden gerçek anlamda korkmuşlardır. Gençliğin mücadelesini, mecrasından saptırmak için her türlü provokasyon ve ajitasyon yapılmıştır. İstihbarat örgütleri aracılığıyla gerek iç, gerekse dış kavga körüklenmiştir. Gerek iki karşıt gençlik arasına, gerekse kendi içlerine kan sokulmuştur. Şiddet ve kan aracılığıyla, gençliğin halktan kopması ve yalnızlaşması sağlanmıştır. 1960-1980 arası yetişen nesil, vuruşarak/vuruşturularak heba olmuş/heba ettirilmiştir. 1980 öncesi nesil, kullanılmış sonra da 12 Eylül cuntası tarafından hapishanelere ve idam sehpalarına gönderilmiştir.
12 Eylül-28 Şubat Toplumsal Transformasyon Projesi
12 Eylül salt bir askeri darbe olmayıp aynı zamanda
ABD destekli çok daha geniş kapsamlı bir toplumsal mühendislik projesidir. Tam
bir toplumsal transformasyon projesidir. Ancak bu dönüşüm olumlu değil olumsuz
istikamettedir. Başta gençlik olmak üzere halkın her kesimini pasifize ederek
ülkenin yönetiminden dışlamak esas amaç olmuştur. 2,5 partili bir siyaset
öngörülmüştür.
12 Eylül öncesi dökülen/döktürülen kan, darbecilerin
işini kolaylaştırmıştır. Yetişen gençlik dağıtılmıştır. Gençlik karalanarak
suçlanmış, bir günah keçisi durumuna sokulmuştur. YÖK aracılığıyla üniversite
gençliğinin ülke meseleleri ile olan ilişkisi, duyarlılığı kesilmiştir. Disiplin
adı altında gençlik ve halk demirden bir cendereye sokulmuştur. Ülke yasaklar
ülkesine dönmüştür. Neredeyse nefes almanın bile suç sayılabileceği bir ortam
inşa edilmiştir.
‘İdeolojiler bitti’ sloganı bu döneme ait olup
insanların tüm değer sistemini ABD değerlerine teslim edecek bir uyuşturma, bir
aldatma ve siyasî mücadelenin dışına itme amaçlıdır. Her türlü direnme
noktaları kontrol altına alınan bir ülke, yağmalanmış, yolsuzluk sıradanlaşmış,
birileri aşırı zenginleşirken halk fakirleşmiştir. Toplumu dejenere edecek,
gençliği pasifize edecek bir psikolojik savaş makinesi devreye girerek tam bir
afyonlaştırma faaliyeti yürütülmüştür. Uyuşturma faaliyeti, gençlik kesiminde
yabancılaşmayı ve kimlik bunalımını beraberinde getirmiştir. Dolayısıyla 12
Eylül toplumsal transformasyon projesi, ‘5Y formülü’ (yoksulluk, yolsuzluk,
yozlaşma, yabancılaşma, yasaklar)1 ile ifade edilebilecek bir dönüştürme
projesidir. Toplumun paraya, statüye ve güce tapınması için geliştirilmiş bir
toplumsal mühendislik projesidir.
5Y formülünün uygulanması ile halkta oluşan tepki,
Milli Görüş hareketini iktidara taşımıştır. Bu hesapta olmayan bir durumdu.
İran’daki İslam devriminin oluşturduğu yüksek enerji ve daha önce ABD
tarafından başlatılan Sovyetleri güneyden kuşatmaya dönük olan Yeşil Kuşak
Projesi, 12 Eylül darbesinin İslam’a karşı daha yumuşak bir tavır takınmasını
zorunlu kılmıştır. Ancak Milli Görüşün iktidar koltuğuna gelip oturması,
devrimin estirdiği heyecanın azalması, Sovyetlerin paramparça olması, NATO
konseptinin değişmesi ile Türkiye’de İslam, düşman
statüsüne sokulmuştur. 28 Şubat Postmodern Darbesi, Dine ve dindara tam
cepheden başlatılan ABD eksenli bir saldırı hareketidir. Harekete böyle bir
görüntü özellikle verilmek istenmiştir. 12 Eylül’ün başaramadığı yabancılaştırma,
dejenere etme hareketi, böyle bir maskenin arkasına gizlenerek başarılmak
istenmiştir. Çünkü yabancılaşmaya, yozlaşmaya, Batı türü yaşam biçimine İslam
muhalefet etmekte, kendine inananları korumaktadır. İslam’ın bu koruyucu
özelliği, 8 yıllık zorunlu kesintisiz eğitim ve üniversiteye girişteki katsayı
sistemi ile engellenmek istenmiştir. Kuran kurslarına, İmam Hatiplere ve genel
olarak meslek liselerine getirilen yasaklar, gerçekte kendi değerlerine daha
bağlı Anadolu insanına konmuş yasaklardır. Bugün bile bu gerçeğin toplumun
büyük kesimi tarafından gereğince kavrandığı söylenemez. Üniversite giriş
sisteminin bu hale getirilmesi, gençliğin meslek liselerine olan ilgisinin
kesilmesine sebep olmuştur. Bu, mesleksizler ordusunu daha da artırıp gençlikteki
gayrı memnunluğu artırmıştır. İş korkusu ve gelecek korkusu tetiklenmiştir.
28 Şubat Postmodern Darbesi, 12 Eylül’ün 5Y formülüne, jurnalciliği eklemiştir. Bizzat sivil ve askeri bürokrasinin öncülüğünde muhbirlik, yeni bir meslek olarak ortaya çıkmıştır. Ancak bu mesleği ihdas edenler, bunun toplumun tüm dayanışma noktalarını yıkarak devlete, sisteme ve insanların birbirine olan güvenlerini de kaybedeceklerini düşünmemişler/düşünememişler/düşünmek istememişlerdir.
12 Eylül-28 Şubat Darbelerinin Gençlik Üzerindeki Tahribatı
Türkiye de genç nüfus büyük bir potansiyeldir.
Türkiye’deki nüfusun yaklaşık olarak % 72’si 35 yaşın altında, %50’si 25 yaşın
altında, %25’i ise 15-25 yaş grubundaki gençlerden meydana gelmektedir.1
Dolayısıyla diğer ülkelerle mukayese edildiğinde Türkiye son derece genç bir
nüfusa sahiptir. Genç bir nüfusa sahip olmanın en büyük avantajı, iyi organize
ve kanalize edilirse o ülkenin sahip olacağı dinamizmdir. İyi eğitim almış,
heyecan ve ideal sahibi, milli duyguları yüksek ve şuurlu, bireyselleşmemiş,
fert ve toplum düalitesini optimal bir şekilde birleştirmiş, cesur, kararlı,
dayanışmacı, hakkını arayan, toplumsal sorumluluklarını bilen, toplumun
geleceği ile kendi geleceğini birbirine bağımlı olarak gören bir genç nüfus; o
ülke için en büyük toplumsal sermayedir. ABD başta olmak üzere Batıyı korkutan
bu gerçektir. İşte 12 Eylül ve 28 Şubat darbeleri, gençliğin uyuşturulmasını,
pasifize edilmesini bunun için öncelemiştir. Gençlik üzerinde yapılan
araştırmalar, bu projenin bu gün kısmen hedefine ulaşmış olduğunu
göstermektedir. 1980 öncesi nesille 80 sonrası nesil karşılaştırıldığında, 12
Eylül-28 Şubat toplumsal transformasyon projesinin tahribatı daha iyi
anlaşılabilir.
1979-1980 yılında gençlerin toplumsal açıdan en önemli
gördükleri olgular, önem sırasına göre, Sevgi, Özgürlük, Eşitlik, Eğitim,
Bilim, Aile ortamı, Teknoloji, Zenginlik(Para) iken; 2003-2004 yılında Para/Zenginlik,
Sevgi, Sağlık, Özgürlük, Eğitim, Bilim, Aile, Eşitlik şeklinde bir değişime
uğramıştır.2 21. yüzyıl gençliğinde para, en yüksek değer olmuştur. Zengin olma
konusunda da gençliğin düşüncelerinde çok ciddi bir değişim olduğu
gözlenmektedir. Gençlik, çile çekmeden zengin olmak istemektedir. Zengin
olmanın yolu, birinci öncelik olarak, 1979-1980’de eğitim, 1997-1998 miras,
2001-2002’de politika, 2003-2004’de ise miras olarak kabul edilmektedir. Zengin
olmada politika, 1979-1980’de en alt sırada yer alırken; 2003-2004’de ikinci
sıradadır. Şans oyunları, 5. öncelikli iken, 2003-2004’de 3. sıraya yükselmiştir.
Bugün gençliğin %20’si politikayı bir zenginlik ve para kazanma aracı olarak
görmektedir.2
12 Eylül-28 Şubat transformasyon projesi, parayı ve
zenginliği en temel değer haline getirdiği için gençlere göre her şeyin ön
şartı paradır. Özgürlük, eğlence, bağımsızlık ancak para ile kazanılabilecek
olgular olarak kabul görmektedir.
Toplumsal transformasyon projesinin uygulanması ile
gençlik mutsuz kılınmıştır. Gençlik içerisinde mutsuz olanların oranı, her
geçen gün artmaktadır. 1979-1980’de gençliğin %65,40’ı mutlu, %23,25’ı mutsuz
iken; 2003-2004’de %39,76’si mutlu %43,13’u mutsuzdur.2 Mutluluk için birinci
sırada ön görülen şart, erkeklerde para iken; kızlarda ise iş-meslek
olmaktadır.
Gençlik bu ülkedeki geleceğinden endişelidir. Bu
nedenle gençler bu ülkeden kaçmak istemektedir. Yurt dışına gitmek isteyenlerin
oranı, 1979-1980’de %16,7 iken 2003-2004’de bu oran %72,02 olmuştur. Gençliğin
bu kadar yüksek oranda yurt dışına kaçmak istemesi, bu ülkeyi yönetenlerin
üzerinde düşünmesi gereken çok önemli bir noktadır.
Gençler okumak istemektedir. Bilgi düzeyi yüksek olmuş
olmasına rağmen yeterince sıhhatli düşünememekte, gerektiği gibi analiz ve
sentez yapamamaktadır. Eğitim sistemi, onların düşünme yeteneklerini değil;
ezber yeteneğini geliştirmiştir. Adeta onları düşünme tembeli yapmıştır. Test
sisteminin getirdiği bir yorgunluk, bıkkınlık vardır. Aldıkları eğitimin
kendilerini hayata hazırlamadıkları kanaatindeler. Gereksiz bilgilerin
çokluğundan şikayetçiler. Okuma imkanı bulanların yaklaşık %85’i eğitim sisteminden
memnun değiller.2
12 Eylül-28 Şubat Toplumsal mühendislik projesi,
toplumsal transformasyonu sağlayabilmek için, eğlence kültürü(televole
kültürü), futbol, arabesk müzik, Latin Amerika dizileri, şans oyunları,
pop-star yarışmaları, show programları, para ve maddi kaynak dağıtan yarışma
programları, lüks tüketimi körükleyen programlar ile başta gençlik olmak üzere
toplumu uyuşturup pasifize etmek istemektedir. Medya kitle eğlence kültürü,
sanal bir dünya oluşturup, gençlerin her türlü duygusunu tahrik ederek tüm
değerleri yıkmak amacı ile kullanılmaktadır. Kısa yoldan köşe dönme felsefesini
benimsetme, bu sanal dünyanın en önemli amacı olarak ortaya çıkmaktadır.
Tüketim körüklenmekte ve ne pahasına olursa olsun sahip olma anlayışı, gittikçe
hakim unsur haline gelmektedir. Dolayısıyla gençlik üzerinde asıl tahribat,
değerler sistemi erozyona uğratılarak yapılmaktadır.
Kuşaklar
arasında çatışma körüklenmekte ve her geçen gün bu çatışma
derinleştirilmektedir. Aile içi gerilim artmakta; birbirlerini anlamama veya
anlayamama söz konusudur. Gençler ailelerinden şikayetçi olurken, ailelerde
gençlerden şikayetçidir. Bu durum aile içi güveni yıkmaktadır.
Gelecek korkusu ile kültürel kirlenmenin oluşturduğu
kaos, küreselleşmenin yarattığı zihinsel kırılma, televole kültürünün uyuşturma
fonksiyonu, gençlikte hem kendisine hem de toplumuna karşı bir yabancılaşma meydana
getirmeye başlamıştır. Türkiye’deki kavramsal kargaşa, devlet kurumlarının
sürekli kavga içerisinde olması, medya ve yönetimlerin olumsuz muhalefet
gelenekleri, yapılan her güzel şeyin kötü gösterilmesi, kendi toplumsal
değerleri yerine Batılı değerlerin kutsanması, bir güven, bir aşağılık
kompleksi ve bir kimlik krizini beraberinde getirmektedir. ‘Biz kimiz’, ‘hangi
iklimin çocuklarıyız’ soruları adeta onlar için bir anlam ifade etmemektedir.
Gençlik bir aidiyet eksikliğini her geçen gün daha fazla hissetmektedir. TV ve
bilgisayara mahkum, arkadaşları olmayan, arkadaşları ile iletişim sorunları
yaşayan ve birbirlerine güvenmeyen bir nesil. Bu da psikolojik sorunlara,
duyarsızlığa ve mutsuzluğa neden olmaktadır. Ülkenin, toplumun sorunlarına
sahip çıkmak bir yana; kendi sorunlarına dahi sahip çıkmayan, duyarsız, ilgisiz
ve günlük yaşayan bir gençlik ile karşı karşıyayız.
Sevgi ise gençlikte ayrı bir sosyal, psikolojik bir
sorun olarak gittikçe etkisini göstermektedir. Aile içi iletişimsizlik,
arkadaşlar arası iletişimsizlik, işsizlik, ekonomik sorunlar, kimlikte meydana
gelen kırılma, değer erozyonu, medya eğlence kültürünün meydana getirdiği yıkım,
sevgi kavramının unutulmasına yada kısa vadeli bir duygu olarak kalmasına
sebebiyet vermektedir.
Ankara Genç İşadamları Derneği tarafından yapılan bir
araştırma, Gençlik 2005 Araştırması, yukarıdaki olguları teyit etmektedir(3).
Bu araştırmaya göre, gençliğin % 56,91’i geleceğe umutla bakmamaktadır. %55,1’i
Türkiye’nin sıkıntılarını aşacağına inanmamaktadır. % 58,23 başka bir ülkede
yaşamak istemektedir. % 47,23 hayatından memnun değildir. %71,64 sigara
kullanmakta, %51,63 içki kullanmaktadır. İyi bir iş bulabilmek için torpili
olması gerektiğine inananlar % 47,83’dur.
Değerler sistemi bozulan, geleceğinden endişeli olan,
mutlu olmayan, kendine güvenmeyen, zahmetsiz rahmet peşinde olan bir gençliğin,
ruhsal sarsıntılar geçirmesi ve bunu da atlatabilmesi için uyuşturucu ve
eğlence kültürünün bir uydusu haline gelmesi kaçınılmaz olmaktadır. Doç. Dr.
Kültegin Ögel’in koordinatörlüğünde İstanbul’un 15 ilçesinde Lise II. Sınıf
öğrencilerinden 3168 kişi üzerinden yapılan bir araştırma sonuçları, bu gidişe
dur demek için masaya vurmanın ne kadar elzem hale geldiğini göstermektedir. Bu
araştırma, 2001 yılından 2004 yılına gelindiğinde gençlikteki kötü
alışkanlıklarda tehlikeli bir patlamanın vuku bulduğunu ortaya koymaktadır(4):
“Esrar kullanımı, %75.7 artarak %5,8’ e,
Uçucu madde kullanımı, % 40,5 artışla %5,9’a,
Sakinleştirici ilaç ve hap kullanımı, %15,8 artışla
%4,4’e
Eroin kullanımı, %100 artışla %1,6,
Uyarıcı nitelikli Ecstasy kullanımı, % 287,5 artışla %3,1’e
Uyuşturucu hap kullanımı, %184,6 artışla %3,7’e ulaşmıştır.”
Bunlar, 12 Eylül-28 Şubat Toplumsal Mühendislik
projesinin uygulanması ile elde edilen sonuçlardır. Kangren, toplumun bütün
katmanlarını sarmaktadır.
Öyleyse ne yapmalıyız?
Çürümüş Değerlere Baş Kaldıran Bir Genç Öncü: Hz. Yusuf
Ebû Süfyan’ın ticaret kervanı ile ilgili istihbarat
amaçlı giden Müslümanlar, Bedir Kuyularında iki cariye kadın arasında geçen
küçük bir konuşmayı Hz. Peygambere aktarırlar. Bu olayın genelde istihbarat
boyutu ile ilgilenilmiştir. Biz burada konuşmalarda geçen başka bir ayrıntının
üzerinde duracağız. Cariyelerden biri zinakârdır ve diğerine borcu vardır.
Alacaklı olan kadın borçlu olan kadına borcunu niçin ödemediği konusunda
çıkışmaktadır. Para kazandığı halde kendine olan borcunu ödememesini kasıtlı
bulmakta; onun için ısrarla parasını tahsil etmeye çalışmaktadır. Ancak borçlu:
‘Yöredeki müşterilerim artık gelmiyor, onları kaybettim’ diyerek karşısındakini
ikna etmeye çalışmaktadır. Alacaklı kendisine yalan söylendiği düşüncesi ile
üsteler ve ‘niçin?’ diye sorar. Borçlu kadının bu kez verdiği cevap şaşırtıcı
ve düşündürücüdür: ‘Buralarda yeni bir din çıktı; o din zinayı yasaklamaktadır.
O dini benimseyen tüm müşterilerimi kaybettim. Yakında buradan bir kervan
geçecek onları bekliyorum. Onlardan alacağım parayla senin borcunu ödeyeceğim.’
Fuhşu meşrû görüp ve yılların birikimi sonucu bunu
alışkanlık haline getirmiş insanlar, yeni bir dinin getirdiği değerler
sistemine tabi olarak bu alışkanlıklarından vazgeçiyorlar. Niçin? İnsanların
yılların birikimi olan alışkanlıklarını terketmeleri kolay bir hadise değildir.
Öyleyse bu yeni gelen din, insanlara öncelikle ne söylemiştir, öncelikle onları
neye inandırmıştır ki insanlar bu değişimin bir sonucu olarak zinadan
vazgeçmişler, içkiyi bırakmışlar, faizi terk etmişler ve birbirlerine karşı
tutum ve davranışlarını neredeyse tamamen değiştirmişlerdir. Bu denli köklü
büyük bir değişim nasıl meydana getirilmiştir?
Bu soruların daha kolay cevaplandırılabilmesi ve
konunun daha kolay ve derinliğine anlaşılabilmesi için Kur’ân-ı Kerim’de yer
alan Yusuf kıssasını incelemek yararlı olacaktır. Bu kıssada Hz. Yusuf’un
hayatı belli bir ayrıntı ile anlatılır. Kıssa çok değişik konuları kapsar. Biz
bu çok boyutlu olayın bir boyutunu, temel değerlerin insan davranışları
üzerindeki etkisini, ele alacağız. Bir gencin çürümüş bir sisteme ve onun
değerlerine karşı onurlu başkaldırışını, direnişini göreceğiz. Buradan
hareketle bugün gençlerimize öncelikle ne anlatmamız gerektiğini ortaya koymaya
çalışacağız.
Hz. Yakub’ un oğlu olan Hz. Yusuf, üvey kardeşleri
tarafından su kuyusuna atılmıştır. Bir ticaret kervanı tarafından kuyudan
çıkarılan Yusuf, Mısır’da esir pazarında satılmıştır. Hz. Yusuf’u, Mısırlı bir
vezir satın alarak hizmetçi edinmiştir(12/21).Yusuf ergenlik çağına geldiğinde,
Allah tarafından kendisine hikmet ve bilgi verilerek özel bir eğitime tabi
tutulmuştur(12/22).
Yusuf son derce yakışıklı bir delikanlı olduğunda
vezirin karısı, ona farklı bir gözle bakmaya başlamıştır:
“Onun evinde kalmakta olduğu kadın, ondan murad almak
istedi ve kapıları sımsıkı kapatarak: «İsteklerim senin içindir, gelsene» dedi.
Dedi ki: «Allah’a sığınırım. Çünkü o benim efendimdir,
yerimi güzel tutmuştur. Gerçek şu ki, zalimler kurtuluşa ermez.»”(12/23)
Kadın Yusuf’u arzulamış, ancak Yusuf da kadını
arzulamıştır. Bununla beraber Yusuf, kadının teklifini reddetmektedir:
“Andolsun kadın onu arzulamıştı, -eğer Rabbinin
(zinayı yasaklayan) kesin kanıt(burhan)ını görmeseydi- o da onu arzulamıştı.
Böylelikle biz ondan kötülüğü ve fuhşu geri çevirmek için (ona delil gönderdik)
Çünkü o, muhlis kullarımızdandı.”(12/24)
Vezirin odaya girmesi durumunda talep eden kendisi
olmasına karşılık kadın, kendi suçunu Yusuf’un üzerine atmıştır:
“Kapıya doğru
ikisi de koştular. Kadın onun gömleğini arkadan çekip yırttı. (Tam) Kapının yanında
kadının efendisiyle karşılaştılar. Kadın
dedi ki: «Ailene kötülük isteyenin, zindana atılmaktan veya acıklı bir azaptan başka cezası ne
olabilir?»” (12/25)
Kadın, bugünkü küresel sistemin savunucuları gibi,
bile bile haklıyı haksız; suçsuzu suçlu gösterme gibi bir tavır takınmıştır.
Ancak olay karşısında Vezirin takındığı tavır ise, öğretici ve ders vericidir.
Karısını suçlu bulup tövbe etmesini isterken; çirkin hayasızlıkların
yaygınlaşmaması için de Yusuf’tan bunu sır olarak saklamasını talep etmektedir.
Yusuf’u öldürerek susturma yoluna gitmemesi, dikkat edilmesi gereken bir başka
önemli noktadır:
“Yusuf: «Beni kendine o çağırdı» dedi. Kadın
tarafından bir şahit, «Eğer gömleği önden yırtılmışsa kadın doğru söylemiş,
erkek yalancılardandır; şayet gömleği arkadan yırtılmışsa kadın yalan
söylemiştir, erkek doğrulardandır» diye şahitlik etti. Kocası gömleğin arkadan
yırtılmış olduğunu görünce, karısına hitaben «Doğrusu bu sizin hilenizdir, siz
kadınların fendi büyüktür» dedi. Yusuf’a dönerek: «Yusuf! Sen bundan kimseye
bahsetme»; kadına dönerek: «Sen de günahının bağışlanmasını dile, çünkü
suçlulardansın» dedi.” (12/26-29)
Ancak olay şehirde duyulmuş, vezirin karısı hizmetçisi
ile ilişki kurmak istemiş olmasından dolayı zamanın sosyetesi tarafından alaya
alınmıştır:
“Şehirde (birtakım) kadınlar: «Aziz(Vezir)in karısı
kendi uşağının nefsinden murad almak istiyormuş. Öyle ki sevgi onun bağrına
sinmiş. Biz doğrusu onu açıkça bir sapıklık içinde görmekteyiz.» dedi.”(12/30)
Kadın tövbe
edip kendisini arındıracak bir yol tutma yerine, fesadı yaygınlaştırmayı
yeğler. Böylelikle gayrı meşru bir davranış, tutum ve tavrı meşru göstermeye
çalışır. Yusuf’un fiziğinden hareketle kendi emellerine meşruiyet kazandırmak
ister:
“(Kadın) Onların düzenlerini işitince, onlara (bir
davetçi) yolladı, oturup dayanacakları yerler hazırladı ve her birinin eline
(önlerindeki meyveleri soymaları için) bıçak verdi. (Yusuf’a da:) ‘Çık, onlara
(görün)’ dedi. Böylece onlar onu (olağanüstü güzellikte) görünce (insanüstü bir
varlıkmış gibi gözlerinde) büyüttüler, (şaşkınlıklarından) ellerini kestiler
ve: «Allah’ı tenzih ederiz; bu bir beşer değildir. Bu, ancak üstün bir
melektir» dediler.”(12/31)
Vezirin karısı, kendisini kınayanlara karşı bir zafer
kazanmanın sarhoşluğu içerisinde, çirkin hayasızlığın icra edilmesi ve
yaygınlaştırılmasında ısrarlı olur. Yusuf’tan istenen ya teslim olmak ya da
zindana gitmektir:
“Kadın dedi ki: «Beni hakkında kınadığınız işte budur.
Andolsun onun nefsinden ben murad istedim, o ise, (kendini) korudu. Ve andolsun,
eğer o kendisine emrettiğimi yapmayacak olursa, mutlaka zindana atılacak ve
mutlaka küçük düşürülenlerden olacak.»”(12/32)
Kadının bütün bu ısrar ve tehditleri karşısında Yusuf,
kararından vazgeçmez; kadının isteklerine ram olup lüks bir hayat yaşama yerine
zindanın taş duvarlarını tercih eder:
“(Yusuf) Dedi ki: «Rabbim, zindan, bunların beni
kendisine çağırdıkları şeyden bana daha sevimlidir. Onların kurdukları düzeni
benden uzaklaştırmazsan, onlara (korkarım) eğilim gösterir, (böylece)
cahillerden olurum.»”(12/33)
Yusuf, bu direnişi ve sebatı ile çetin sınavı
başararak Allah’ın lûtfuna mahzar olup sapmaktan korunmuştur. Yusuf haklı ve
deliller lehine olmasına rağmen zindana atılmıştır. Yusuf için kurtuluş, Yusuf
için ödül zindandır:
“Böylece Rabbi, onun duasını kabul etti ve onların
hileli düzenlerini kendisinden uzaklaştırdı.”
“Sonra onlara (Yusuf’un iffetine ilişkin) delilleri
görmelerinin ardından, onu belli bir vakte kadar kaçınılmaz olarak zindana
atmak (görüşü) belirdi” (12/34-35)
Haksız olan, kötülükleri yapan ve yayan dışarıda serbest kalırken; haklı olan, kendini ve toplumu koruyan, deliller lehine olmuş olmasına rağmen, cezalandırılıp zindana atılmıştır. Bugün televole kültürü aracılığıyla toplumu ifsat edip suça teşvik eden, toplumu çürüterek zenginleşen, sülük gibi toplumun kanını emip şişen zihniyetle, Yusuf’u zindana atan o günün hakim zihniyeti arasında bir fark var mıdır?
Genç Öncünün (Yusuf) Mücadelesi Bir Değerler Mücadelesidir
Öyleyse
yakışıklı genç bir delikanlı olarak kadını arzulamış olmasına rağmen; Yusuf’un
kadının isteklerini reddedip zindana girmeyi daha sevimli görmesinin sebebi
nedir? Vezirin sarayında izzet ve ikram görme yerine zindanın taş duvarlarını
tercih ettiren temel parametre nedir?
Bu sorunun cevabı 24. âyette gizli olarak vardır.
Ancak hapishaneye girdikten sonra, hapishane arkadaşlarına yaptığı konuşmalarda
ise cevap daha açıktır.
Cevap, Allah’a ve Ahiret gününe iman etmiş olmaktır:
“Dedi ki:... Doğrusu ben, Allah’a iman etmeyen,
Ahireti de tanımayanların ta kendileri olan bir topluluğun dinini(milletini)
terk ettim.»”(12/37)
Cevap, Allah’a hiçbir şekilde şirk koşmamaktır:
“«Atalarım İbrahim’in, İshak’ın ve Yakub’un
dinine(milletine) uydum. Allah’a hiç bir şeyle şirk koşmamız bizim için olacak
şey değil…»
“«Ey zindan arkadaşlarım, birbirinden ayrı (bir sürü) Rabler
mi daha hayırlıdır, yoksa kahhar (kahredici) olan bir tek Allah mı?»”(12/38-39)
Cevap, sadece Allah’a kulluk etme ve sadece Allah’a
ibadet etmedir. Cevap, dosdoğru olan bir dine tabi olmadır:
“Sizin Allah’tan başka taptıklarınız, Allah’ın
kendileri hakkında hiç bir ispatlayıcı-delil indirmediği, sizin ve atalarınızın
ad olarak adlandırdıklarınızdan başkası değildir. Hüküm, yalnızca Allah’ındır.
O, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din işte
budur, ancak insanların çoğu bilmezler.»”(12/40)
Hem kadın, hem de Yusuf birbirlerini arzulamış
olmalarına rağmen, Yusuf kendi dininin öngördüğü zinanın yasak olması
noktasından hareketle isteklerine gem vurup hapsi tercih etmiş; vezirin karısı
ise, o da kendi dininin gereğine uygun bir şekilde zinayı yasak bir fiili
olarak görmeyip arzularını tatmin için teşebbüste bulunmuştur. Taraflar
birbirlerini arzulamış olmalarına rağmen biri hayır, diğeri evet demektedir.
Yusuf direncini, enerjisini ve gücünü dosdoğru olan
dinden almıştır. O dinin temel değerleri en zor şartlar altında Yusuf’a enerji
kaynağı olmuş tek başına dimdik ayakta durabilmesini sağlamıştır.
Yusuf’un mücadelesi, bir değerler mücadelesidir. Onun
için değerler sistemini bozacak, onları çarpıtacak, gelecek nesillere revize
edilmiş, bozulmuş bir değer sistemi bırakacak ve böylelikle kendini hapisten
kurtaracak bir yola baş vurmamıştır.
Yusuf yıllarca hapiste kalmış, toplum tarafından
unutulmuştur. Ancak bir gün hapisten çıkarılmak istendiğinde hapse atılma
gerekçesi, Yusuf tarafından yeniden gündeme getirilmiştir. ‘Ellerini kesen o
kadınların durumu’(12/50) açıklığa kavuşmadan zindandan çıkmayı reddetmiştir:
“(Hükümdar topladığı o kadınlara:) «Yusuf’un nefsinden
murad almak istediğinizde sizin durumunuz neydi?» dedi. Onlar: «Allah için,
haşa» dediler. «Biz ondan hiç bir kötülük görmedik.» Aziz(Vezir) in de karısı
dedi ki: «İşte şu anda gerçek orta yere çıktı; onun nefsinden ben murad almak
istemiştim. O ise gerçekten doğruyu söyleyenlerdendir.»”(12/51)
Yusuf’un olayı gündeme yeniden taşımasının nedeni,
kendisini tamamen aklamak ve vezire ihanet etmediğini açıklığa kavuşturmaktır.
İman edip sabredenlerin er veya geç zafere ulaşacaklarını, önlerine, yollarına
kurulan tuzakların hiçbir işe yaramayacağını göstermektir:
“(Yusuf aracıya şunu söyledi:) «Bu, (itiraf Vezirin) yokluğunda gerçekten kendisine ihanet etmediğimi ve gerçekten Allah’ın ihanet edenlerin hileli-düzenlerini başarıya ulaştırmadığını kendisinin de bilip öğrenmesi içindi.»”(12/52)
Sonuç: Genç Öncü Sivrisineklerle Uğraşmak Yerine Bataklığı Kurutmalıdır
Yusuf’un ortaya koyduğu tavır, öncülük görevine talip
olanların, toplumu değiştirmek isteyenlerin, örnek olma sorumluluğunun bir
gereğidir. Kendi kendine tutarlı olmak, tezatlar içerisinde tutarsızlık
sergilememek, önder olmanın gerek şartıdır. İşte Yusuf davranışı ile,
mücadelesi ile gençlere ders vermekte, yol göstermekte ve örnek olmaktadır.
Gençleri, insan yapısında var olan nefsin sürekli
kötülüğü emredici ve vesvese verici vasfına dikkat çekerek uyarmaktadır. Bu
tehlikeye karşı dikkatli olmalarını istemektedir:
“Bununla birlikte nefsimi aklamak, onu masum göstermek
istemiyorum. Çünkü Rabbimin rahmeti ile korudukları dışındaki tüm nefisler,
insanı ısrarla kötülüğe kışkırtırlar.”(12/53)
İnsan davranışlarını yönlendiren, şekillendiren ana
unsur temel değerlerdir. Bu temel değerler değiştikçe, bu değerlere olan
bağlılık kuvvetlenip zayıfladıkça davranışların yönü ve şekli değişmektedir.
İnsan kalbi ve iradesi, insan nefsine karşı
kuvvetlendirilip teçhiz edilmeli; kalp ve nefs denilen karar mekanizmaları
olumlu istikamette değiştirilmelidir. Nefsi olumsuz istikamette kuvvetlendiren
faktörler var olduğu sürece insanın olumlu davranış sergilemesi gittikçe güçleşir.
Hz. Yusuf’un, Yusuf/33’de ‘bu düzen var olduğu sürece senin emirlerini yerine
getirememekten korkarım’ ifadesini kullanması, içerisinde yaşanan sistemin
insan iradesi üzerindeki etkisinin önemine dikkat çekme bağlamında
değerlendirilmelidir. Konunun öneminden dolayı Hz. Peygamber, insan fıtratı ile
içinde yaşanılan ortam/sistem arasındaki etkileşime, müminlerin dikkatini
çekmektedir:
“Her doğan çocuk İslam fıtratı üzerine doğar . Sonra
onu annesi babası Yahudileştirir,
Hıristiyanlaştırır veya Mecusileştirir...”5
O nedenle
içinde yaşanılan ortam, insan iradesini kötülüklere karşı kuvvetlendirici yönde
desteklemeli, zayıflatıcı istikamette etki etmemelidir.
İşte bugünkü küresel sistem, insanlara medya kitle
eğlence kültürü aracılığı ile resmen kötülükleri dayatarak iradelerini
zayıflatmaktadır. Kötülükleri, çirkinlikleri meşrulaştırmakta, doğal bir yaşam
biçimi olarak sunmaktadır.
Her geçen gün insanların şikayetinin artmasının,
ruhsal bunalıma sürüklenmesinin ana nedeni, çirkin hayasızlıkları yaygınlaştıran
insan fıtratına zıt bir zihniyetin, bir sistemin varlığının hakim unsur
olmasıdır. Bu küresel sistem var oldukça, insanlık huzuru ve mutluluğu
bulamayacaktır. O nedenle sivrisineklerle uğraşmak yerine, sivrisinekleri
üreten Küresel Sistem bataklığı kurutulmalıdır. Küresel Sistemin temel
değerlerine karşı çıkılmalıdır. Bunun için de önce Allah’la olan ilişkiler
Kur’ân ölçeğinde tanzim edilip yaşam yeniden düzenlenmelidir.
Karanlığı lanetlemeyi bırakıp bir mum yakmalıyız.
Sorunun parçası olmayı bırakıp çözümün bir parçası olmalıyız. Günü kurtarmayı
bırakıp geleceği kurtarmalıyız. ‘Selvi ağaçları yerine, çınar ağaçlarını
dikmeliyiz’.
Evet köklü ve kalıcı olacak, paslanan kalpleri,
kirlenen nefisleri yıkayacak bir yol seçmeliyiz.
Ve Rasûlüllah (s.)’ın övdüğü şu kişilerden olmalıyız:
“Yedi kişi var, Allah onları hiçbir gölgenin olmadığı
Kıyamet gününde kendi gölgesinde gölgeler:
-Adil imam,
-Allah’a ibadet içinde yetişen genç,
-Tekrar dönünceye kadar kalbi mescide bağlı olan
kimse,
-Allah için birbirlerini seven, Allah rızası için bir
araya gelip, Allah rızası için ayrılan iki kişi,
-Güzel ve makam sahibi bir kadın tarafından davet
edildiği halde; “Ben Allah’tan korkarım” de(yip icabet etmey)en kimse,
-Allah’ı tek başına zikrederken gözlerinden yaş boşanan
kimse.”6
Ve:
Yusuf olmalıyız
Ashabı Kehf olmalıyız.
İbrahim olmalıyız
Kaynaklar:
1- Armağan,İ., Gençlik Gözüyle Gençlik-21. Yüzyıl Eşiğinde Türkiye Gençliği, Kırkısraklılar Vakfı Usadem Yayınları, İstanbul,2004, S.57-60
2- Armağan,İ., age,S: 303-305
3- Ankara Genç İşadamları Gençlik Araştırması, 2005
4- http://haber.intratem.gen.tr
5- Müslim, Bab no: 6
6- Buhari, Ezan 36, Zekat 16, Rikâk 24, Hudûd 19;
Müslim 91, (1031); Muvatta 14, (952, 953); Tirmizi, Zühd 53, (2392); Nesâi,
Kudât 2, (8, 222, 223).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder