1 Temmuz 2005 Cuma

Geleceğini Arayan Gençlik İçin Bir Örnek ve Önder: Hz. Yusuf

 (Umran Dergisi)

‘Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar  Allah, onlarda bulunanı değiştirmez.’ Rad 11


Tarihimizin son 200 yıllık dönemi, sadece toplumsal çalkantıların tarihi olmayıp aynı zamanda gençliğin kimlik arayışının da tarihidir. Osmanlının son dönemlerinde gençlikle ilgili başlayan, bugünkü gibi olmasa bile, şikayet ve serzenişler, her geçen gün dozajını artırarak devam etmektedir. Bugün gelinen noktada gençliğimiz üzerinde uluslararası bir oyunun oynandığı kabul edilmektedir. Genelkurmay Başkanının ifadesi ile ‘gençlik, düşmanın beşinci kol faaliyetinin boy hedefi haline gelmiştir’. Bugün gençliği kendi değerlerinden koparma, dejenere etme ve Hıristiyanlaştırma faaliyeti eş zamanlı olarak yürütülmektedir.

Sırbistan, Ukrayna, Gürcistan ve Kırgızistan’da yapılan kadife darbelerin bu şekilde kazanılmış gençlik örgütleri üzerinden başarıldığını gözönüne alırsak; Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı tehlikenin boyutları daha iyi anlaşılabilir. Bu yazıda bu konu ele alınacaktır.

Nesil Arayışı             

Osmanlının son döneminde ‘İslamlaşmak, Batılılaşmak, Türkleşmek’ adı altında çatışan 3 akım, 3 ayrı gençlik (İslamcı, Milliyetçi, Batıcı) kesiminin doğmasına sebebiyet vermiştir. Bu üç ana akım, kendi içerisinde yığınla versiyona sahip olup homojen bir yapı arz etmez.

İslamcı ve milliyetçi gençlik kesimini, birbirinden ayırmak son derece zordur. Son 1000 yıllık tarihi İslam’la yoğrulmuş bir milletin, Milli ve Dini değerlerini birbirinden ayırmak neredeyse imkansızdır. Bunun için bu iki gençlik kesimi, oturup konuştuklarında birbirinden neden farklı olduklarını izahta zorlanmışlardır. ‘Kanımız aksa da zafer İslam’ın’ diyenlerle; her yere ‘Hak yol İslam yazacağız’ ve ‘Zafer Hakkın ve Hakka inananlarındır’ diyenler arasında bir fark olmasa gerek. ‘Tanrı dağı kadar Türk, Hira dağı kadar Müslüman’ız’ diyenlerin, Tanrı dağlarından getirip İslam’ın temel değerlerine neyi eklemlendirdiklerini sorguladıkları şüphelidir. Bununla birlikte her iki ana akım içerisinde birbirlerini reddeden alt akımların var olduğu da unutulmamalıdır.

Bu millet, son 200 yıllık mağlubiyetler döneminde, kendi değerlerini bayrak edinerek ülkeyi ve milleti bir füze gibi arşa yükseltecek bir gençlik özlemi içinde hep olmuştur. Bu, Mehmet Akif tarafından Asım’ın Nesli; Necip Fazıl tarafından ise Büyük Doğu Nesli olarak seslendirilmiştir. Bu şairler, değişik zamanlarda milletin hissiyatına tercüman olmuşlardır. Asım’ın nesli veya Büyük Doğu nesli, Milletin temel değerlerini benimsemiş bir neslin(genel çizgi itibariyle İslamcı+Milliyetçi bir nesil) sembolleştirilmesidir. Dolayısıyla bu iki nesil genel olarak bakıldığında tek bir kümenin alt kümeleri gibidirler.

Batılılaşma akımı, kendi arzuladığı nesli, Batılı değerleri benimsemiş bir nesil olarak tanımlar ve Cumhuriyet tarihi boyunca böyle bir nesli, ‘yeni baştan yaratmak’ için seferber olur. Onuncu yıl marşı böyle bir özlemin ifadesidir. Ancak batıcı gençlik de kendi içerisinde homojen değildir. Başlangıçta CHP, DP çatısı altında yapılanan bu gençlik, daha sonra DP gençliğinin büyük kesiminin Asım’ın nesli çizgisine; CHP’dekilerin de Sola kayması ile spektrumda ciddi farklılaşma meydana gelir. Batılı değerleri referans alan gençlik, sola kayarken bu ülkeye ve bu ülkenin temel değerlerine tamamen yabancılaşmıştır.

Batıcı nesil, sistemin koruması altında devletin her türlü imkanlarından yararlanırken; Asım’ın nesli halkın bağrında yeşerir, vücut bulur. Cumhuriyet tarihi boyunca sistem ve millet ikilemi, gençlikte de kendini gösterir.

1965-1980 arası gençlik kesiminde tam bir kutuplaşma yaşanmıştır. Her iki nesil arasında ciddi gerilim meydana gelirken; kendi içlerinde de parçalanmalar olur. Ancak bu neslin her türlü versiyonu, ülkeyi ve toplumu önceleyen, toplumsal menfaatleri, şahsî menfaatlerinin önünde gören bir nesildir. Yanlış yollara sapmaları, yanlış metot kullanmış olmaları, kan üzerinden siyaset sevdalılarınca kullanılmış olmaları bu olguyu değiştirmez. Kendine güvenen, haklarını arayan, milletin ve ülkenin geleceği ile ilgili düşünen, okuyan ve bunun için mücadele eden, sorumluluk alan, zulme, haksızlığa, sömürüye ve emperyalizme karşı çıkan, kurtuluş yollarını arayan ve devamlı arayış içerisinde olan bir gençliktir bu nesil.

Bu iki ana gençlik kesimi, bu dinamik, coşkulu, heyecanlı, mücadeleci, araştırmacı yapısı ile başta ABD olmak üzere batıyı gerçek anlamda korkutmuştur. Türkiye’nin kaymağını yiyen ve batı ile işbirliği içerisinde bulunanlar, bu iki gençlik ekolünün söylemlerinden gerçek anlamda korkmuşlardır. Gençliğin mücadelesini, mecrasından saptırmak için her türlü provokasyon ve ajitasyon yapılmıştır. İstihbarat örgütleri aracılığıyla gerek iç, gerekse dış kavga körüklenmiştir. Gerek iki karşıt gençlik arasına, gerekse kendi içlerine kan sokulmuştur. Şiddet ve kan aracılığıyla, gençliğin halktan kopması ve yalnızlaşması sağlanmıştır. 1960-1980 arası yetişen nesil, vuruşarak/vuruşturularak heba olmuş/heba ettirilmiştir. 1980 öncesi nesil, kullanılmış sonra da 12 Eylül cuntası tarafından hapishanelere ve idam sehpalarına gönderilmiştir.

12 Eylül-28 Şubat Toplumsal Transformasyon Projesi 

12 Eylül salt bir askeri darbe olmayıp aynı zamanda ABD destekli çok daha geniş kapsamlı bir toplumsal mühendislik projesidir. Tam bir toplumsal transformasyon projesidir. Ancak bu dönüşüm olumlu değil olumsuz istikamettedir. Başta gençlik olmak üzere halkın her kesimini pasifize ederek ülkenin yönetiminden dışlamak esas amaç olmuştur. 2,5 partili bir siyaset öngörülmüştür.

12 Eylül öncesi dökülen/döktürülen kan, darbecilerin işini kolaylaştırmıştır. Yetişen gençlik dağıtılmıştır. Gençlik karalanarak suçlanmış, bir günah keçisi durumuna sokulmuştur. YÖK aracılığıyla üniversite gençliğinin ülke meseleleri ile olan ilişkisi, duyarlılığı kesilmiştir. Disiplin adı altında gençlik ve halk demirden bir cendereye sokulmuştur. Ülke yasaklar ülkesine dönmüştür. Neredeyse nefes almanın bile suç sayılabileceği bir ortam inşa edilmiştir.

‘İdeolojiler bitti’ sloganı bu döneme ait olup insanların tüm değer sistemini ABD değerlerine teslim edecek bir uyuşturma, bir aldatma ve siyasî mücadelenin dışına itme amaçlıdır. Her türlü direnme noktaları kontrol altına alınan bir ülke, yağmalanmış, yolsuzluk sıradanlaşmış, birileri aşırı zenginleşirken halk fakirleşmiştir. Toplumu dejenere edecek, gençliği pasifize edecek bir psikolojik savaş makinesi devreye girerek tam bir afyonlaştırma faaliyeti yürütülmüştür. Uyuşturma faaliyeti, gençlik kesiminde yabancılaşmayı ve kimlik bunalımını beraberinde getirmiştir. Dolayısıyla 12 Eylül toplumsal transformasyon projesi, ‘5Y formülü’ (yoksulluk, yolsuzluk, yozlaşma, yabancılaşma, yasaklar)1 ile ifade edilebilecek bir dönüştürme projesidir. Toplumun paraya, statüye ve güce tapınması için geliştirilmiş bir toplumsal mühendislik projesidir.

5Y formülünün uygulanması ile halkta oluşan tepki, Milli Görüş hareketini iktidara taşımıştır. Bu hesapta olmayan bir durumdu. İran’daki İslam devriminin oluşturduğu yüksek enerji ve daha önce ABD tarafından başlatılan Sovyetleri güneyden kuşatmaya dönük olan Yeşil Kuşak Projesi, 12 Eylül darbesinin İslam’a karşı daha yumuşak bir tavır takınmasını zorunlu kılmıştır. Ancak Milli Görüşün iktidar koltuğuna gelip oturması, devrimin estirdiği heyecanın azalması, Sovyetlerin paramparça olması, NATO konseptinin değişmesi ile Türkiye’de İslam, düşman statüsüne sokulmuştur. 28 Şubat Postmodern Darbesi, Dine ve dindara tam cepheden başlatılan ABD eksenli bir saldırı hareketidir. Harekete böyle bir görüntü özellikle verilmek istenmiştir. 12 Eylül’ün başaramadığı yabancılaştırma, dejenere etme hareketi, böyle bir maskenin arkasına gizlenerek başarılmak istenmiştir. Çünkü yabancılaşmaya, yozlaşmaya, Batı türü yaşam biçimine İslam muhalefet etmekte, kendine inananları korumaktadır. İslam’ın bu koruyucu özelliği, 8 yıllık zorunlu kesintisiz eğitim ve üniversiteye girişteki katsayı sistemi ile engellenmek istenmiştir. Kuran kurslarına, İmam Hatiplere ve genel olarak meslek liselerine getirilen yasaklar, gerçekte kendi değerlerine daha bağlı Anadolu insanına konmuş yasaklardır. Bugün bile bu gerçeğin toplumun büyük kesimi tarafından gereğince kavrandığı söylenemez. Üniversite giriş sisteminin bu hale getirilmesi, gençliğin meslek liselerine olan ilgisinin kesilmesine sebep olmuştur. Bu, mesleksizler ordusunu daha da artırıp gençlikteki gayrı memnunluğu artırmıştır. İş korkusu ve gelecek korkusu tetiklenmiştir.

28 Şubat Postmodern Darbesi, 12 Eylül’ün 5Y formülüne, jurnalciliği eklemiştir. Bizzat sivil ve askeri bürokrasinin öncülüğünde muhbirlik, yeni bir meslek olarak ortaya çıkmıştır. Ancak bu mesleği ihdas edenler, bunun toplumun tüm dayanışma noktalarını yıkarak devlete, sisteme ve insanların birbirine olan güvenlerini de kaybedeceklerini düşünmemişler/düşünememişler/düşünmek istememişlerdir.

12 Eylül-28 Şubat Darbelerinin Gençlik Üzerindeki Tahribatı

Türkiye de genç nüfus büyük bir potansiyeldir. Türkiye’deki nüfusun yaklaşık olarak % 72’si 35 yaşın altında, %50’si 25 yaşın altında, %25’i ise 15-25 yaş grubundaki gençlerden meydana gelmektedir.1 Dolayısıyla diğer ülkelerle mukayese edildiğinde Türkiye son derece genç bir nüfusa sahiptir. Genç bir nüfusa sahip olmanın en büyük avantajı, iyi organize ve kanalize edilirse o ülkenin sahip olacağı dinamizmdir. İyi eğitim almış, heyecan ve ideal sahibi, milli duyguları yüksek ve şuurlu, bireyselleşmemiş, fert ve toplum düalitesini optimal bir şekilde birleştirmiş, cesur, kararlı, dayanışmacı, hakkını arayan, toplumsal sorumluluklarını bilen, toplumun geleceği ile kendi geleceğini birbirine bağımlı olarak gören bir genç nüfus; o ülke için en büyük toplumsal sermayedir. ABD başta olmak üzere Batıyı korkutan bu gerçektir. İşte 12 Eylül ve 28 Şubat darbeleri, gençliğin uyuşturulmasını, pasifize edilmesini bunun için öncelemiştir. Gençlik üzerinde yapılan araştırmalar, bu projenin bu gün kısmen hedefine ulaşmış olduğunu göstermektedir. 1980 öncesi nesille 80 sonrası nesil karşılaştırıldığında, 12 Eylül-28 Şubat toplumsal transformasyon projesinin tahribatı daha iyi anlaşılabilir.

1979-1980 yılında gençlerin toplumsal açıdan en önemli gördükleri olgular, önem sırasına göre, Sevgi, Özgürlük, Eşitlik, Eğitim, Bilim, Aile ortamı, Teknoloji, Zenginlik(Para) iken; 2003-2004 yılında Para/Zenginlik, Sevgi, Sağlık, Özgürlük, Eğitim, Bilim, Aile, Eşitlik şeklinde bir değişime uğramıştır.2 21. yüzyıl gençliğinde para, en yüksek değer olmuştur. Zengin olma konusunda da gençliğin düşüncelerinde çok ciddi bir değişim olduğu gözlenmektedir. Gençlik, çile çekmeden zengin olmak istemektedir. Zengin olmanın yolu, birinci öncelik olarak, 1979-1980’de eğitim, 1997-1998 miras, 2001-2002’de politika, 2003-2004’de ise miras olarak kabul edilmektedir. Zengin olmada politika, 1979-1980’de en alt sırada yer alırken; 2003-2004’de ikinci sıradadır. Şans oyunları, 5. öncelikli iken, 2003-2004’de 3. sıraya yükselmiştir. Bugün gençliğin %20’si politikayı bir zenginlik ve para kazanma aracı olarak görmektedir.2

12 Eylül-28 Şubat transformasyon projesi, parayı ve zenginliği en temel değer haline getirdiği için gençlere göre her şeyin ön şartı paradır. Özgürlük, eğlence, bağımsızlık ancak para ile kazanılabilecek olgular olarak kabul görmektedir.

Toplumsal transformasyon projesinin uygulanması ile gençlik mutsuz kılınmıştır. Gençlik içerisinde mutsuz olanların oranı, her geçen gün artmaktadır. 1979-1980’de gençliğin %65,40’ı mutlu, %23,25’ı mutsuz iken; 2003-2004’de %39,76’si mutlu %43,13’u mutsuzdur.2 Mutluluk için birinci sırada ön görülen şart, erkeklerde para iken; kızlarda ise iş-meslek olmaktadır.

Gençlik bu ülkedeki geleceğinden endişelidir. Bu nedenle gençler bu ülkeden kaçmak istemektedir. Yurt dışına gitmek isteyenlerin oranı, 1979-1980’de %16,7 iken 2003-2004’de bu oran %72,02 olmuştur. Gençliğin bu kadar yüksek oranda yurt dışına kaçmak istemesi, bu ülkeyi yönetenlerin üzerinde düşünmesi gereken çok önemli bir noktadır.

Gençler okumak istemektedir. Bilgi düzeyi yüksek olmuş olmasına rağmen yeterince sıhhatli düşünememekte, gerektiği gibi analiz ve sentez yapamamaktadır. Eğitim sistemi, onların düşünme yeteneklerini değil; ezber yeteneğini geliştirmiştir. Adeta onları düşünme tembeli yapmıştır. Test sisteminin getirdiği bir yorgunluk, bıkkınlık vardır. Aldıkları eğitimin kendilerini hayata hazırlamadıkları kanaatindeler. Gereksiz bilgilerin çokluğundan şikayetçiler. Okuma imkanı bulanların yaklaşık %85’i eğitim sisteminden memnun değiller.2

12 Eylül-28 Şubat Toplumsal mühendislik projesi, toplumsal transformasyonu sağlayabilmek için, eğlence kültürü(televole kültürü), futbol, arabesk müzik, Latin Amerika dizileri, şans oyunları, pop-star yarışmaları, show programları, para ve maddi kaynak dağıtan yarışma programları, lüks tüketimi körükleyen programlar ile başta gençlik olmak üzere toplumu uyuşturup pasifize etmek istemektedir. Medya kitle eğlence kültürü, sanal bir dünya oluşturup, gençlerin her türlü duygusunu tahrik ederek tüm değerleri yıkmak amacı ile kullanılmaktadır. Kısa yoldan köşe dönme felsefesini benimsetme, bu sanal dünyanın en önemli amacı olarak ortaya çıkmaktadır. Tüketim körüklenmekte ve ne pahasına olursa olsun sahip olma anlayışı, gittikçe hakim unsur haline gelmektedir. Dolayısıyla gençlik üzerinde asıl tahribat, değerler sistemi erozyona uğratılarak yapılmaktadır.

 Kuşaklar arasında çatışma körüklenmekte ve her geçen gün bu çatışma derinleştirilmektedir. Aile içi gerilim artmakta; birbirlerini anlamama veya anlayamama söz konusudur. Gençler ailelerinden şikayetçi olurken, ailelerde gençlerden şikayetçidir. Bu durum aile içi güveni yıkmaktadır.

Gelecek korkusu ile kültürel kirlenmenin oluşturduğu kaos, küreselleşmenin yarattığı zihinsel kırılma, televole kültürünün uyuşturma fonksiyonu, gençlikte hem kendisine hem de toplumuna karşı bir yabancılaşma meydana getirmeye başlamıştır. Türkiye’deki kavramsal kargaşa, devlet kurumlarının sürekli kavga içerisinde olması, medya ve yönetimlerin olumsuz muhalefet gelenekleri, yapılan her güzel şeyin kötü gösterilmesi, kendi toplumsal değerleri yerine Batılı değerlerin kutsanması, bir güven, bir aşağılık kompleksi ve bir kimlik krizini beraberinde getirmektedir. ‘Biz kimiz’, ‘hangi iklimin çocuklarıyız’ soruları adeta onlar için bir anlam ifade etmemektedir. Gençlik bir aidiyet eksikliğini her geçen gün daha fazla hissetmektedir. TV ve bilgisayara mahkum, arkadaşları olmayan, arkadaşları ile iletişim sorunları yaşayan ve birbirlerine güvenmeyen bir nesil. Bu da psikolojik sorunlara, duyarsızlığa ve mutsuzluğa neden olmaktadır. Ülkenin, toplumun sorunlarına sahip çıkmak bir yana; kendi sorunlarına dahi sahip çıkmayan, duyarsız, ilgisiz ve günlük yaşayan bir gençlik ile karşı karşıyayız.

Sevgi ise gençlikte ayrı bir sosyal, psikolojik bir sorun olarak gittikçe etkisini göstermektedir. Aile içi iletişimsizlik, arkadaşlar arası iletişimsizlik, işsizlik, ekonomik sorunlar, kimlikte meydana gelen kırılma, değer erozyonu, medya eğlence kültürünün meydana getirdiği yıkım, sevgi kavramının unutulmasına yada kısa vadeli bir duygu olarak kalmasına sebebiyet vermektedir.

Ankara Genç İşadamları Derneği tarafından yapılan bir araştırma, Gençlik 2005 Araştırması, yukarıdaki olguları teyit etmektedir(3). Bu araştırmaya göre, gençliğin % 56,91’i geleceğe umutla bakmamaktadır. %55,1’i Türkiye’nin sıkıntılarını aşacağına inanmamaktadır. % 58,23 başka bir ülkede yaşamak istemektedir. % 47,23 hayatından memnun değildir. %71,64 sigara kullanmakta, %51,63 içki kullanmaktadır. İyi bir iş bulabilmek için torpili olması gerektiğine inananlar % 47,83’dur.

Değerler sistemi bozulan, geleceğinden endişeli olan, mutlu olmayan, kendine güvenmeyen, zahmetsiz rahmet peşinde olan bir gençliğin, ruhsal sarsıntılar geçirmesi ve bunu da atlatabilmesi için uyuşturucu ve eğlence kültürünün bir uydusu haline gelmesi kaçınılmaz olmaktadır. Doç. Dr. Kültegin Ögel’in koordinatörlüğünde İstanbul’un 15 ilçesinde Lise II. Sınıf öğrencilerinden 3168 kişi üzerinden yapılan bir araştırma sonuçları, bu gidişe dur demek için masaya vurmanın ne kadar elzem hale geldiğini göstermektedir. Bu araştırma, 2001 yılından 2004 yılına gelindiğinde gençlikteki kötü alışkanlıklarda tehlikeli bir patlamanın vuku bulduğunu ortaya koymaktadır(4):

“Esrar kullanımı, %75.7 artarak %5,8’ e,

Uçucu madde kullanımı, % 40,5 artışla %5,9’a,

Sakinleştirici ilaç ve hap kullanımı, %15,8 artışla %4,4’e

Eroin kullanımı, %100 artışla %1,6,

Uyarıcı nitelikli Ecstasy kullanımı, % 287,5 artışla %3,1’e

Uyuşturucu hap kullanımı, %184,6 artışla %3,7’e ulaşmıştır.”

Bunlar, 12 Eylül-28 Şubat Toplumsal Mühendislik projesinin uygulanması ile elde edilen sonuçlardır. Kangren, toplumun bütün katmanlarını sarmaktadır.

Öyleyse ne yapmalıyız?

Çürümüş Değerlere Baş Kaldıran Bir Genç Öncü: Hz. Yusuf

Ebû Süfyan’ın ticaret kervanı ile ilgili istihbarat amaçlı giden Müslümanlar, Bedir Kuyularında iki cariye kadın arasında geçen küçük bir konuşmayı Hz. Peygambere aktarırlar. Bu olayın genelde istihbarat boyutu ile ilgilenilmiştir. Biz burada konuşmalarda geçen başka bir ayrıntının üzerinde duracağız. Cariyelerden biri zinakârdır ve diğerine borcu vardır. Alacaklı olan kadın borçlu olan kadına borcunu niçin ödemediği konusunda çıkışmaktadır. Para kazandığı halde kendine olan borcunu ödememesini kasıtlı bulmakta; onun için ısrarla parasını tahsil etmeye çalışmaktadır. Ancak borçlu: ‘Yöredeki müşterilerim artık gelmiyor, onları kaybettim’ diyerek karşısındakini ikna etmeye çalışmaktadır. Alacaklı kendisine yalan söylendiği düşüncesi ile üsteler ve ‘niçin?’ diye sorar. Borçlu kadının bu kez verdiği cevap şaşırtıcı ve düşündürücüdür: ‘Buralarda yeni bir din çıktı; o din zinayı yasaklamaktadır. O dini benimseyen tüm müşterilerimi kaybettim. Yakında buradan bir kervan geçecek onları bekliyorum. Onlardan alacağım parayla senin borcunu ödeyeceğim.’

Fuhşu meşrû görüp ve yılların birikimi sonucu bunu alışkanlık haline getirmiş insanlar, yeni bir dinin getirdiği değerler sistemine tabi olarak bu alışkanlıklarından vazgeçiyorlar. Niçin? İnsanların yılların birikimi olan alışkanlıklarını terketmeleri kolay bir hadise değildir. Öyleyse bu yeni gelen din, insanlara öncelikle ne söylemiştir, öncelikle onları neye inandırmıştır ki insanlar bu değişimin bir sonucu olarak zinadan vazgeçmişler, içkiyi bırakmışlar, faizi terk etmişler ve birbirlerine karşı tutum ve davranışlarını neredeyse tamamen değiştirmişlerdir. Bu denli köklü büyük bir değişim nasıl meydana getirilmiştir?

Bu soruların daha kolay cevaplandırılabilmesi ve konunun daha kolay ve derinliğine anlaşılabilmesi için Kur’ân-ı Kerim’de yer alan Yusuf kıssasını incelemek yararlı olacaktır. Bu kıssada Hz. Yusuf’un hayatı belli bir ayrıntı ile anlatılır. Kıssa çok değişik konuları kapsar. Biz bu çok boyutlu olayın bir boyutunu, temel değerlerin insan davranışları üzerindeki etkisini, ele alacağız. Bir gencin çürümüş bir sisteme ve onun değerlerine karşı onurlu başkaldırışını, direnişini göreceğiz. Buradan hareketle bugün gençlerimize öncelikle ne anlatmamız gerektiğini ortaya koymaya çalışacağız.

Hz. Yakub’ un oğlu olan Hz. Yusuf, üvey kardeşleri tarafından su kuyusuna atılmıştır. Bir ticaret kervanı tarafından kuyudan çıkarılan Yusuf, Mısır’da esir pazarında satılmıştır. Hz. Yusuf’u, Mısırlı bir vezir satın alarak hizmetçi edinmiştir(12/21).Yusuf ergenlik çağına geldiğinde, Allah tarafından kendisine hikmet ve bilgi verilerek özel bir eğitime tabi tutulmuştur(12/22).

Yusuf son derce yakışıklı bir delikanlı olduğunda vezirin karısı, ona farklı bir gözle bakmaya başlamıştır:

“Onun evinde kalmakta olduğu kadın, ondan murad almak istedi ve kapıları sımsıkı kapatarak: «İsteklerim senin içindir, gelsene» dedi.

Dedi ki: «Allah’a sığınırım. Çünkü o benim efendimdir, yerimi güzel tutmuştur. Gerçek şu ki, zalimler kurtuluşa ermez.»”(12/23)

Kadın Yusuf’u arzulamış, ancak Yusuf da kadını arzulamıştır. Bununla beraber Yusuf, kadının teklifini reddetmektedir:

“Andolsun kadın onu arzulamıştı, -eğer Rabbinin (zinayı yasaklayan) kesin kanıt(burhan)ını görmeseydi- o da onu arzulamıştı. Böylelikle biz ondan kötülüğü ve fuhşu geri çevirmek için (ona delil gönderdik) Çünkü o, muhlis kullarımızdandı.”(12/24)

Vezirin odaya girmesi durumunda talep eden kendisi olmasına karşılık kadın, kendi suçunu Yusuf’un üzerine atmıştır:

 “Kapıya doğru ikisi de koştular. Kadın onun gömleğini arkadan çekip yırttı. (Tam) Kapının yanında kadının efendisiyle karşılaştılar.  Kadın dedi ki: «Ailene kötülük isteyenin, zindana atılmaktan veya  acıklı bir azaptan başka cezası ne olabilir?»” (12/25)

Kadın, bugünkü küresel sistemin savunucuları gibi, bile bile haklıyı haksız; suçsuzu suçlu gösterme gibi bir tavır takınmıştır. Ancak olay karşısında Vezirin takındığı tavır ise, öğretici ve ders vericidir. Karısını suçlu bulup tövbe etmesini isterken; çirkin hayasızlıkların yaygınlaşmaması için de Yusuf’tan bunu sır olarak saklamasını talep etmektedir. Yusuf’u öldürerek susturma yoluna gitmemesi, dikkat edilmesi gereken bir başka önemli noktadır:

“Yusuf: «Beni kendine o çağırdı» dedi. Kadın tarafından bir şahit, «Eğer gömleği önden yırtılmışsa kadın doğru söylemiş, erkek yalancılardandır; şayet gömleği arkadan yırtılmışsa kadın yalan söylemiştir, erkek doğrulardandır» diye şahitlik etti. Kocası gömleğin arkadan yırtılmış olduğunu görünce, karısına hitaben «Doğrusu bu sizin hilenizdir, siz kadınların fendi büyüktür» dedi. Yusuf’a dönerek: «Yusuf! Sen bundan kimseye bahsetme»; kadına dönerek: «Sen de günahının bağışlanmasını dile, çünkü suçlulardansın» dedi.” (12/26-29)

Ancak olay şehirde duyulmuş, vezirin karısı hizmetçisi ile ilişki kurmak istemiş olmasından dolayı zamanın sosyetesi tarafından alaya alınmıştır:

“Şehirde (birtakım) kadınlar: «Aziz(Vezir)in karısı kendi uşağının nefsinden murad almak istiyormuş. Öyle ki sevgi onun bağrına sinmiş. Biz doğrusu onu açıkça bir sapıklık içinde görmekteyiz.» dedi.”(12/30)

 Kadın tövbe edip kendisini arındıracak bir yol tutma yerine, fesadı yaygınlaştırmayı yeğler. Böylelikle gayrı meşru bir davranış, tutum ve tavrı meşru göstermeye çalışır. Yusuf’un fiziğinden hareketle kendi emellerine meşruiyet kazandırmak ister:

“(Kadın) Onların düzenlerini işitince, onlara (bir davetçi) yolladı, oturup dayanacakları yerler hazırladı ve her birinin eline (önlerindeki meyveleri soymaları için) bıçak verdi. (Yusuf’a da:) ‘Çık, onlara (görün)’ dedi. Böylece onlar onu (olağanüstü güzellikte) görünce (insanüstü bir varlıkmış gibi gözlerinde) büyüttüler, (şaşkınlıklarından) ellerini kestiler ve: «Allah’ı tenzih ederiz; bu bir beşer değildir. Bu, ancak üstün bir melektir» dediler.”(12/31)

Vezirin karısı, kendisini kınayanlara karşı bir zafer kazanmanın sarhoşluğu içerisinde, çirkin hayasızlığın icra edilmesi ve yaygınlaştırılmasında ısrarlı olur. Yusuf’tan istenen ya teslim olmak ya da zindana gitmektir:

“Kadın dedi ki: «Beni hakkında kınadığınız işte budur. Andolsun onun nefsinden ben murad istedim, o ise, (kendini) korudu. Ve andolsun, eğer o kendisine emrettiğimi yapmayacak olursa, mutlaka zindana atılacak ve mutlaka küçük düşürülenlerden olacak.»”(12/32)

Kadının bütün bu ısrar ve tehditleri karşısında Yusuf, kararından vazgeçmez; kadının isteklerine ram olup lüks bir hayat yaşama yerine zindanın taş duvarlarını tercih eder:

“(Yusuf) Dedi ki: «Rabbim, zindan, bunların beni kendisine çağırdıkları şeyden bana daha sevimlidir. Onların kurdukları düzeni benden uzaklaştırmazsan, onlara (korkarım) eğilim gösterir, (böylece) cahillerden olurum.»”(12/33)

Yusuf, bu direnişi ve sebatı ile çetin sınavı başararak Allah’ın lûtfuna mahzar olup sapmaktan korunmuştur. Yusuf haklı ve deliller lehine olmasına rağmen zindana atılmıştır. Yusuf için kurtuluş, Yusuf için ödül zindandır:

“Böylece Rabbi, onun duasını kabul etti ve onların hileli düzenlerini kendisinden uzaklaştırdı.”

“Sonra onlara (Yusuf’un iffetine ilişkin) delilleri görmelerinin ardından, onu belli bir vakte kadar kaçınılmaz olarak zindana atmak (görüşü) belirdi” (12/34-35)

Haksız olan, kötülükleri yapan ve yayan dışarıda serbest kalırken; haklı olan, kendini ve toplumu koruyan, deliller lehine olmuş olmasına rağmen, cezalandırılıp zindana atılmıştır. Bugün televole kültürü aracılığıyla toplumu ifsat edip suça teşvik eden, toplumu çürüterek zenginleşen, sülük gibi toplumun kanını emip şişen zihniyetle, Yusuf’u zindana atan o günün hakim zihniyeti arasında bir fark var mıdır?

Genç Öncünün (Yusuf) Mücadelesi Bir Değerler Mücadelesidir

Öyleyse yakışıklı genç bir delikanlı olarak kadını arzulamış olmasına rağmen; Yusuf’un kadının isteklerini reddedip zindana girmeyi daha sevimli görmesinin sebebi nedir? Vezirin sarayında izzet ve ikram görme yerine zindanın taş duvarlarını tercih ettiren temel parametre nedir?

Bu sorunun cevabı 24. âyette gizli olarak vardır. Ancak hapishaneye girdikten sonra, hapishane arkadaşlarına yaptığı konuşmalarda ise cevap daha açıktır.

Cevap, Allah’a ve Ahiret gününe iman etmiş olmaktır:

“Dedi ki:... Doğrusu ben, Allah’a iman etmeyen, Ahireti de tanımayanların ta kendileri olan bir topluluğun dinini(milletini) terk ettim.»”(12/37)

Cevap, Allah’a hiçbir şekilde şirk koşmamaktır:

“«Atalarım İbrahim’in, İshak’ın ve Yakub’un dinine(milletine) uydum. Allah’a hiç bir şeyle şirk koşmamız bizim için olacak şey değil…»

“«Ey zindan arkadaşlarım, birbirinden ayrı (bir sürü) Rabler mi daha hayırlıdır, yoksa kahhar (kahredici) olan bir tek Allah mı?»”(12/38-39)

Cevap, sadece Allah’a kulluk etme ve sadece Allah’a ibadet etmedir. Cevap, dosdoğru olan bir dine tabi olmadır:

“Sizin Allah’tan başka taptıklarınız, Allah’ın kendileri hakkında hiç bir ispatlayıcı-delil indirmediği, sizin ve atalarınızın ad olarak adlandırdıklarınızdan başkası değildir. Hüküm, yalnızca Allah’ındır. O, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din işte budur, ancak insanların çoğu bilmezler.»”(12/40)

Hem kadın, hem de Yusuf birbirlerini arzulamış olmalarına rağmen, Yusuf kendi dininin öngördüğü zinanın yasak olması noktasından hareketle isteklerine gem vurup hapsi tercih etmiş; vezirin karısı ise, o da kendi dininin gereğine uygun bir şekilde zinayı yasak bir fiili olarak görmeyip arzularını tatmin için teşebbüste bulunmuştur. Taraflar birbirlerini arzulamış olmalarına rağmen biri hayır, diğeri evet demektedir.

Yusuf direncini, enerjisini ve gücünü dosdoğru olan dinden almıştır. O dinin temel değerleri en zor şartlar altında Yusuf’a enerji kaynağı olmuş tek başına dimdik ayakta durabilmesini sağlamıştır.

Yusuf’un mücadelesi, bir değerler mücadelesidir. Onun için değerler sistemini bozacak, onları çarpıtacak, gelecek nesillere revize edilmiş, bozulmuş bir değer sistemi bırakacak ve böylelikle kendini hapisten kurtaracak bir yola baş vurmamıştır.

Yusuf yıllarca hapiste kalmış, toplum tarafından unutulmuştur. Ancak bir gün hapisten çıkarılmak istendiğinde hapse atılma gerekçesi, Yusuf tarafından yeniden gündeme getirilmiştir. ‘Ellerini kesen o kadınların durumu’(12/50) açıklığa kavuşmadan zindandan çıkmayı reddetmiştir:

“(Hükümdar topladığı o kadınlara:) «Yusuf’un nefsinden murad almak istediğinizde sizin durumunuz neydi?» dedi. Onlar: «Allah için, haşa» dediler. «Biz ondan hiç bir kötülük görmedik.» Aziz(Vezir) in de karısı dedi ki: «İşte şu anda gerçek orta yere çıktı; onun nefsinden ben murad almak istemiştim. O ise gerçekten doğruyu söyleyenlerdendir.»”(12/51)

Yusuf’un olayı gündeme yeniden taşımasının nedeni, kendisini tamamen aklamak ve vezire ihanet etmediğini açıklığa kavuşturmaktır. İman edip sabredenlerin er veya geç zafere ulaşacaklarını, önlerine, yollarına kurulan tuzakların hiçbir işe yaramayacağını göstermektir:

“(Yusuf aracıya şunu söyledi:) «Bu, (itiraf Vezirin) yokluğunda gerçekten  kendisine ihanet etmediğimi ve gerçekten Allah’ın ihanet edenlerin hileli-düzenlerini başarıya ulaştırmadığını kendisinin de bilip öğrenmesi içindi.»”(12/52)

Sonuç: Genç Öncü Sivrisineklerle Uğraşmak Yerine Bataklığı Kurutmalıdır

Yusuf’un ortaya koyduğu tavır, öncülük görevine talip olanların, toplumu değiştirmek isteyenlerin, örnek olma sorumluluğunun bir gereğidir. Kendi kendine tutarlı olmak, tezatlar içerisinde tutarsızlık sergilememek, önder olmanın gerek şartıdır. İşte Yusuf davranışı ile, mücadelesi ile gençlere ders vermekte, yol göstermekte ve örnek olmaktadır.

Gençleri, insan yapısında var olan nefsin sürekli kötülüğü emredici ve vesvese verici vasfına dikkat çekerek uyarmaktadır. Bu tehlikeye karşı dikkatli olmalarını istemektedir:

“Bununla birlikte nefsimi aklamak, onu masum göstermek istemiyorum. Çünkü Rabbimin rahmeti ile korudukları dışındaki tüm nefisler, insanı ısrarla kötülüğe kışkırtırlar.”(12/53)

İnsan davranışlarını yönlendiren, şekillendiren ana unsur temel değerlerdir. Bu temel değerler değiştikçe, bu değerlere olan bağlılık kuvvetlenip zayıfladıkça davranışların yönü ve şekli değişmektedir.

İnsan kalbi ve iradesi, insan nefsine karşı kuvvetlendirilip teçhiz edilmeli; kalp ve nefs denilen karar mekanizmaları olumlu istikamette değiştirilmelidir. Nefsi olumsuz istikamette kuvvetlendiren faktörler var olduğu sürece insanın olumlu davranış sergilemesi gittikçe güçleşir. Hz. Yusuf’un, Yusuf/33’de ‘bu düzen var olduğu sürece senin emirlerini yerine getirememekten korkarım’ ifadesini kullanması, içerisinde yaşanan sistemin insan iradesi üzerindeki etkisinin önemine dikkat çekme bağlamında değerlendirilmelidir. Konunun öneminden dolayı Hz. Peygamber, insan fıtratı ile içinde yaşanılan ortam/sistem arasındaki etkileşime, müminlerin dikkatini çekmektedir:

“Her doğan çocuk İslam fıtratı üzerine doğar . Sonra onu annesi  babası Yahudileştirir, Hıristiyanlaştırır veya Mecusileştirir...”5

 O nedenle içinde yaşanılan ortam, insan iradesini kötülüklere karşı kuvvetlendirici yönde desteklemeli, zayıflatıcı istikamette etki etmemelidir.

İşte bugünkü küresel sistem, insanlara medya kitle eğlence kültürü aracılığı ile resmen kötülükleri dayatarak iradelerini zayıflatmaktadır. Kötülükleri, çirkinlikleri meşrulaştırmakta, doğal bir yaşam biçimi olarak sunmaktadır.

Her geçen gün insanların şikayetinin artmasının, ruhsal bunalıma sürüklenmesinin ana nedeni, çirkin hayasızlıkları yaygınlaştıran insan fıtratına zıt bir zihniyetin, bir sistemin varlığının hakim unsur olmasıdır. Bu küresel sistem var oldukça, insanlık huzuru ve mutluluğu bulamayacaktır. O nedenle sivrisineklerle uğraşmak yerine, sivrisinekleri üreten Küresel Sistem bataklığı kurutulmalıdır. Küresel Sistemin temel değerlerine karşı çıkılmalıdır. Bunun için de önce Allah’la olan ilişkiler Kur’ân ölçeğinde tanzim edilip yaşam yeniden düzenlenmelidir.

Karanlığı lanetlemeyi bırakıp bir mum yakmalıyız. Sorunun parçası olmayı bırakıp çözümün bir parçası olmalıyız. Günü kurtarmayı bırakıp geleceği kurtarmalıyız. ‘Selvi ağaçları yerine, çınar ağaçlarını dikmeliyiz’.

Evet köklü ve kalıcı olacak, paslanan kalpleri, kirlenen nefisleri yıkayacak bir yol seçmeliyiz.

Ve Rasûlüllah (s.)’ın övdüğü şu kişilerden olmalıyız:

“Yedi kişi var, Allah onları hiçbir gölgenin olmadığı Kıyamet gününde kendi gölgesinde gölgeler:

-Adil imam,

-Allah’a ibadet içinde yetişen genç,

-Tekrar dönünceye kadar kalbi mescide bağlı olan kimse,

-Allah için birbirlerini seven, Allah rızası için bir araya gelip, Allah rızası için ayrılan iki kişi,

-Güzel ve makam sahibi bir kadın tarafından davet edildiği halde; “Ben Allah’tan korkarım” de(yip icabet etmey)en kimse,

-Allah’ı tek başına zikrederken gözlerinden yaş boşanan kimse.”6

Ve:

Yusuf olmalıyız

Ashabı Kehf olmalıyız.

İbrahim olmalıyız  

Kaynaklar:

1- Armağan,İ., Gençlik Gözüyle Gençlik-21. Yüzyıl Eşiğinde Türkiye GençliğiKırkısraklılar Vakfı Usadem Yayınları, İstanbul,2004, S.57-60

2- Armağan,İ., age,S: 303-305

3- Ankara Genç İşadamları Gençlik Araştırması, 2005

4- http://haber.intratem.gen.tr

5- Müslim, Bab no: 6

6- Buhari, Ezan 36, Zekat 16, Rikâk 24, Hudûd 19; Müslim 91, (1031); Muvatta 14, (952, 953); Tirmizi, Zühd 53, (2392); Nesâi, Kudât 2, (8, 222, 223).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...